Mustafa Kemal Atatürk
Gazi Mustafa Kemal Paşa’dan Afyonkarahisar Türk Ocağı’nda Nutuk

Published
3 yıl agoon
By
drkemalkocak
(23 MART 1923)
Bütün meydanı, sokakları, evlerin pencerelerini, damların üstünü dolduran on binlerce ve on binlerce halkın yaşasın sadaları [sesleri] ve meserret [sevinç] gözyaşları, alkış tufanları içinde halk tarafından çok mükemmel ve zarif bir surette tezyin [süslenmiş] ve ihzar edilmiş [hazırlanmış] arabaya binen Paşa Hazretleri’yle muhterem refikaları [eşleri] iki saat kadar ikametgâhlarında istirahat buyurduktan sonra akşamüstü Türk Ocağı’ndaki çay ziyafetine teşrif buyurdular. Türk Ocağı Reisi Namdar Bey samimi bir nutuk irat ettiler.
Paşa’nın askeri dehasından, zaferlerinin kıymetinden bahsetmeyeceğini, bunların tarih tarafından destan-ı hamaset olarak altunla yazılacağını, kendisinin yalnız Afyonkarahisarlıların hissiyatına tercüman olmaya çalışacağını anlattıktan, halkın büyük halaskarına duyduğu minnet ve pereştisi ifade, şimendifer hatlarının nokta-ı telakkisi olmak gibi bir mevkide bulunan Karahisar’ın, ahalisindeki kabiliyet ve çalışkanlığa rağmen mevkiinin ehemmiyetiyle mütenasip bir mamure manzarasını göstermediğini ve bunun sebebini izah eyledikten sonra sözü Türk Ocağı’nın faaliyetine naklederek Ocağı’nın teessüs eder etmez derhal altı tane çırak mektebi açtığını ve bu mekteplerde beş yüz çırağın geceleri ocak azası tarafından talim ve tedris edilmekte bulunduğunu ve Ocak tarafından bir matbaa getirilerek yeni bir gazete çıkarılacağını anlattı. Nutkunu bitirince Karahisar’ın bir saz şairi tarafından yazılan ve yeni gelen matbaanın ilk eseri olan çok samimi, çok kıymetli bir destan okudu. Karahisarlıların Gazi Paşalarını istikbal için nasıl hazırlandıklarını, Paşa’nın millete yaptığı iyilikleri çok safiyane bir eda ile anlatan bu destan bütün hazırunun takdirini mucip oldu ve şiddetle alkışlandı. Gerek bu nutuk ve bu destandan, gerek Ocağın böyle meşkûr teşekküre değer faaliyetlerini işitmekten ve gerek bir saattir gençlerle yapılan samimi hasbıhallerden pek mütehassıs olan Paşa Hazretleri ayağa kalkarak atideki aşağıdaki nutku irat ettiler:
Muhterem genç arkadaşlarım,
Afyonkarahisar’ın Türk Ocağı’nda geçen bu kıymetli zamanlar pek çok ferahlığıma ve bahtiyarlığıma sebep oldu. Genç arkadaşımızın memleketin ehemmiyeti ve ahalisinin kabiliyet ve faaliyeti hakkındaki izahatından fevkalade memnun kaldım. Hakikaten Karahisar üç şimendifer hattının nokta-i telakkisinde [buluşma noktasında] bulunmakla beraber, mevkiinin bu ehemmiyetiyle mütenasip [orantılı] bir manzara-ı ümran [bayındır bir manzara] göstermiyorsa kabahat halkta, kabiliyet ve faaliyeti pek bariz olan halkta değil, bütün kabahat, bütün Anadolu’yu baştanbaşa harabe halinde bırakan idare-i sabıkadadır [eski idarededir].
O idare yüzündendir ki, Anadolu bu halde kaldı. Sarayların terfihi [rahatı] içindir ki Anadolu böyle bakımsız bırakıldı. O idareyi kökünden atıp koparan milletin intibah ve teyakkuzu [uyanış ve uyanıklılığı], artık bundan sonra Anadolu’nun az zamanda bu harabezar halinden kurtarılacağına berat-ı istihlaldir [iyi bir alamettir].
Ocağınızın henüz bir buçuk aylık ömrü olmasına rağmen ibraz ettiği [gösterdiği] mesai ve iktitaf eylediği semeratı [topladığı semereleri] cidden şayan-ı takdir [takdire değer] gördüm. Memleketin âlimleri, muallimleri, münevverleri tarafından kıymetli mesai neticesinde iktitaf edilen [toplanan] bu semerat [, semereler, faydalar, verimler] daha ilk hatvede [adımda] el ile hissedilecek bir şekilde tecelli etmektedir. Bize serbesti-i harekâtımızı [harekât serbestimizi], serbesti-i tefekküratımızı [fikir serbestimizi], serbesti-i faaliyetimizi [faaliyet serbestimizi] bahşeden milli idaremizin sayesinde kusurlarımızı, noksanlarımızı, zararlarımızı, mahrumiyetlerimizi az zamanda telafiye muvaffak olacağımıza eminim.
Arkadaşımızın şahsım hakkında gerek Ocak namına gerek halkın hissiyatı namına okuduğu destandan ayrıca mütehassisim. Milletin her vesile ile her vasıta ile böyle emniyet ve itimadını gördükçe kuvvetim artıyor. Vaktim olmadığı için, görülen zarurete binaen [dolayı] kıymetli beldenizden bu gece harekete mecbur olduğum için, sizlerle uzun müddet hasbıhalde bulunamayacağıma müteessirim [üzgünüm]. Yalnız bu teessürümü [üzüntümü] şununla tadil etmekteyim ki, memleketiniz güzergâh üstündedir. Buraya suhuletle [kolaylıkla] gelinmek her vakit mümkündür. İnşallah ileride daha etraflı ve mufassal [tafsilatlı] görüşmek mümkün olur. (Alkışlar)
Paşa Hazretleri’nin hu nutkundan ve deminden beri büyük Gazi’lerinin kendileriyle teklifsizce, arkadaşça hasbıhallerde bulunmasından mütehassis olan bir genç ayağa kalkarak dedi ki:
“Büyük Gazi’miz, siz bütün bir tarihsiniz ve bizler de böyle canlı bir tarihin karşısında bulunmakla tarihi kimseler olduk. İleride bizim hu nasibimizi ve sizin büyüklüğünüzü düşünen ahfadımız [torunlarımız], sizin için diyecekler ki o da bizim gibi bir insan mı idi, bizim gibi yürür, bizim gibi konuşur mu idi, acaba onun gözleri de bizim gibi mi görür, kulakları bizim gibi mi işitirdi?”
Bu gencin candan ve ruhundan gelen bu sözleri üzerine Paşa Hazretleri yeniden ayağa kalkarak atideki [aşağıdaki] karşılığı verdi:
Arkadaşlarım!
Ben zannediyorum ki, efrad-ı umumiyenin [milletin bütün fertlerinin] hiçbirinden fazla yüksekliğe malik [sahip] değilim. Bende fazla teşebbüs görüldüyse, bu benden değil, milletin mahselesinden [bileşkesinden] çıkan bir teşebbüstür. Sizler olmasaydınız, sizlerin vicdani temayülatınız [eğilimleriniz] bana nokta-ı istinat [dayanak noktası] teşkil etmemiş olsaydı, bendeki teşebbüsatın [teşebbüslerin] hiçbiri olamazdı. Millete ait meziyetleri yalnız şahıslarda temerküz [toplayan] ve tekasif [yoğunlaştıran] ettiren, milletin zaferlerini ve büyüklüklerini yalnız eşhasa [şahıslara] atfeden zihniyet, eski idarelerin sistem ve usul meselesinden neşet ediyordu [kaynaklanıyordu]. Vaktiyle mevcut devlet ve devletlerin mahiyet-i teşekkülü [teşekkül mahiyeti] sırf bir şahsın menafini [menfaatlerini] ve arzularını tatmine matuf [yönelik] idi. Eşhasın bu arzu ve emellerine hadim olan [hizmet eden] millet, gösterilen büyüklüklerin şerefinden katiyen nasibedar [hissedar] olamaz, ancak hata ve beceriksizlik olursa onlar millete atf olunurdu. Bugün bu hal mevcut değilse, millet kendi büyüklüğünü olduğu gibi cihana göstermişse, fazlalık bende değil, şekl-i hazırın [mevcut şeklin] mahiyetindedir. Bu şekil mevcut oldukça, bu mevkiye çıkacak herkesin yapacağı şey bundan başka türlü olamaz. Arkadaşımızın hakkımdaki sözleri beni mütehassıs etti. Fakat bana karşı söylediğiniz sözlerin asıl samimiyeti, bana karşı gösterdiğiniz harekâtın asıl ciddiyeti, ancak bugünkü şekl-i idarenin [idare şeklinin] muhafazasında göstereceğiniz celadetle [kahramanlıkla] sabit olacaktır. (Şiddetli alkışlar)
Paşa Hazretleri’nin bu son cümleleri üzerine salonu dolduran gencin kaplerinin içinden gelen ahdü peyman sadaları salonun içini kuvvetli bir iman havasıyla doldurdu. Ondan sonra gençler, Paşa Hazretleri’ne memleket meseleleri hakkında birçok sualler sordular ve Paşa Hazretleri, bir saatten fazla imtidat eden samimi bir hasbıhal içinde bütün suallere cevaplar vererek gençleri tenvir buyurdu. Paşa Hazretleri ile refika-i muhteremeleri ocağın hatıra defterine şu kıymetli satırları yazdılar:
AFYONKARAHİSAR TÜRK OCAĞI HATIRA DEFTERİNE YAZI
(23 MART 1923)
Afyon Karahisar Türk Ocağı azasıyla [üyeleriyle] bugün müşerref oldum.
Ocak’ta geçen dakikalar birbirimizi anlamak ve dinlemek için güzel vesileler bahşetti. Çok memnunum. Bilhassa Karahisar halkının, gençliğinin, münevveranın [aydınlarının] kıymetli tahassüslerini [hislerini], hâkimiyet-i milliyenin [milli hâkimiyetin] muhafazasındaki kati azimlerini kendi heyecanlı lisanlarından işitmek benim için pek çok inşirah [ferahlığa] ve itminanı [güvene] mucip [sebep] olmuştur.
Karahisarı Sahip halkı cidden memleketlerine, milli mefkûreye sahiptirler.
Karahisar, mevki-i mühimmenin [mühim mevkiinin] icap ettirdiği bütün inkişaflara [gelişmelere] mazhar olacaktır. Çünkü burada yanan Ocak, Türkün en temiz kalbinden feyiz alıyor.
23 Mart 339 [1923]
Gazi M. Kemal
Çok temenni ederim ki, Afyonkarahisar Türk Ocağı millet ve memleketin, bütün Türklüğün daima iftihar edeceği hakiki bir nur ve irfan kaynağı olsun. Bu Ocağın alevleri vatanın afakını daima tezyin ve tenvir etsin.
23 Mart 339 [1923]
Latife Mustafa Kemal
[Hâkimiyet-i Milliye, 2 Nisan 1923, No: 779, s. 3, sütun: 3-6]
You may like
Mustafa Kemal Atatürk
Amasya Genelgesi’nin İçerik Analizi: Kavramların Anlam ve Tarihî Değeri

Published
3 ay agoon
Haziran 21, 2025By
drkemalkocak
Giriş
Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasından sonra İngilizlerin, Karadeniz Bölgesinde asayişi sağlayamaması halinde bölgeyi işgal edecekleri tehdidi üzerine Osmanlı Hükümeti, Mustafa Kemal Paşa’yı 9. Ordu Müfettişi olarak bölgeye göndermeye karar vermiştir. 16 Mayıs 1919’da İstanbul’dan hareket eden Mustafa Kemal Paşa, 18 Mayıs 1919 günü Sinop’a gelmiştir. Sinop’ta şehrin ileri gelenleriyle yaptığı görüşmede, istiklal mücadelesi için hazırlıklı olmaları konusunda uyarmıştır. Mustafa Kemal Paşa, Türk İstiklal Mücadelesinin ilk adımını Sinop’ta atmış, aynı gün akşamüzeri Sinop’tan ayrılmış ve 19 Mayıs’ta Samsun’a ulaşmıştır. Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’daki icraatlarından rahatsız olan İngilizler, onun İstanbul’a geri çağırılması için hükümet üzerinde baskı kurmuştur. Samsun’da güvenliği tehlikede gören Mustafa Kemal Paşa, 25 Mayıs’ta Havza’ya geçmiş ve çalışmalarına orada devam etmiştir. 28 Mayıs’ta İzmir, Manisa ve Aydın’ın işgali haberini alan Mustafa Kemal Paşa, Havza Genelgesini yayınlamıştır. İstanbul’a dönmesi yönünde baskıların artması üzerine, 12 Haziran 1919’da, uzun zamandır tasarladıklarını uygulayabileceği bir yer olarak gördüğü Amasya’ya geçmiştir. Mustafa Kemal Paşa, Amasyalılar tarafından coşkulu bir şekilde karşılanmıştır. Mustafa Kemal Paşa’nın isteği doğrultusunda 14 Haziran’da Amasya Müdafaa-i Hukuk-u Milliye Cemiyeti kurulmuştur. 20 Haziran’da büyük bir katılımla İzmir’in işgalini telin mitingi düzenlenmiştir. Mustafa Kemal Paşa’nın davetine icabet eden Ali Fuat Paşa ve Rauf Bey 19 Haziran’da Amasya’ya gelmişlerdir. Ali Fuat, Rauf Bey, Mustafa Kemal Paşa ve telgrafla olumlu görüş bildiren komutanların da onayları ile 21/22 Haziran 1919 tarihinde Amasya Tamimi/Genelgesi ilan edilmiştir. Böylece Türk İstiklal Mücadelesi fiilen başlamıştır.
Amasya Genelgesi, Türk İstiklâl Harbi’nin siyasi ve ideolojik manifestosu niteliğini taşıyan ilk yazılı belgedir. Bu metin, sınırları şekillenmemiş bir milletin varlığını ilan ettiği, geleceğin millet iradesine dayanan bir yapıyla inşaa edileceğini duyurduğu ve merkezi otoriteye karşı bağımsız bir meşruluk alanı oluşturduğu için yalnızca bir metin değil; bir kopuşun ve doğumun sembolü olmuştur.


Bu makale, Amasya Genelgesi’nin satır aralarında yer alan kavramların tarihi, siyasi ve sembolik anlamlarını inceleyerek bu belgenin niçin bir “Kurucu Metin” olarak değer taşıdığını ortaya koymayı amaçlamaktadır.
1. “Vatanın tamamiyeti, milletin istikbali tehlikededir.”
Bu ifade, genelgenin alarm niteliğini taşıyan çıkış noktalarından biridir. “Vatan” kavramı burada yalnız coğrafi bir sınırın ötesine geçerek, tarihi-manevi bütünlüğü ve toplum aidiyetini de kapsayan bir ümmetten millete geçiş ifadesi olarak yorumlanabilir. Aynı şekilde “milletin istikbali”, bireylerin değil ortak kimliğin geleceği anlamında kullanılmıştır. Bu, yeni bir siyasi yapının doğmakta olduğunun habercisidir.
2. “Hükûmeti merkeziye, deruhte ettiği mesuliyetin icabatını ifa edememektedir. Bu hal milletimizi madun tanıtıyor.”
Burada İstanbul Hükümeti’nin yetersizliği, ilk kez bu kadar açık ve meşruluk sorgulayan bir dille ifade edilmektedir. “Madun” sözcüğü, milletin aşağılanan, edilgen konumuna dikkat çekerken; bağımsızlık taleplerinin ahlaki zeminini oluşturur. Bu ifade, yeni bir merkez kurma niyetinin dolaylı bir ilamıdır.
3. “Milletin istiklâlini yine milletin azim ve karan kurtaracaktır.”
Amasya Genelgesi’nin belki de en çok alıntılanan satırı olan bu ifade, egemenliğin kaynağını saltanattan millete kaydıran dönüşümü ilan eder. “Azim ve karar” ifadesi, milletin edilgen değil aktif bir özne olduğuna işaret eder. Bu satır, Türkiye Cumhuriyeti’nin “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” ilkesiyle doğrudan bağlantılıdır.
4. “Milletin bu hal ve vaziyetini derpiş etmek [öne sürmek] ve sadayı hukukunu cihana işittirmek için her turlu tesir ve murakabeden azade bir heyet-i milliyenin vücudu elzemdir.”
Bu satır, merkeziyetten çıkmış, sivil niteliği olan ve milleti temsil eden yeni bir meşruluk zemininin doğacağını duyurur. “Tesir ve murakabe” kavramlarıyla sarayın denetim ve vesayetine karşı bağımsız bir siyasi akıl öngörülürken; “heyet-i milliye” ifadesiyle bu yapının ortak, temsili ve yerel güven temelli olacağı ima edilir.
5. “Anadolu’nun en emin mahalli olan Sivas’ta milli bir kongrenin serian akdi tekerrür etmiştir [kararlaştırılmıştır].”
Bu satır, kararın uygulanmasının merkezinin Sivas olacağını belirler. Sivas‛ın seçimi, hem işgalden uzak olması hem de Anadolu için sembolik bir merkez konumunda bulunması ile ilgilidir. “Millî kongre” ifadesi ise bu yapının millet temsiline dayalı ve ortak akıl üzerine kurulacağını ilan eder.
6. “Bunun için tekmil vilayetlerin her livasından milletin itimadına mahzar olmuş üç murahhasın sür’ati mümküne ile yetişmek üzere hemen yola çıkılması icap etmektedir.”
Burada “murahhas” yani temsilci kavramı, milletin bölgeler ölçeğinde temsil edileceğini gösterir. Bu, merkezi kararların milletten kopuk değil, yerel tabana dayalı olarak biçimleneceğini ifade eder. Aynı zamanda gelecekteki TBMM yapısının öncülü olarak değerlendirilmelidir.
7. “Her ihtimale karşı bu keyfiyetin milli sır halinde tutulması ve murahhasların lüzum görülen mahallere seyahatlerinin mütenekkiren [kıyafet değiştirerek] icrası lazımdır.”
Bu satır, hareketin henüz meşru kabul edilmediği bir ortamda gizlilik ve tedbir mecburiyetini ortaya koyar. “Mütenekkiren” yani kıyafet değiştirerek gizli seyahat, işgal güçlerine karşı taktik bir direnme aracıdır. Bu, Milli Mücadele’nin başlangıçta ahlaki meşruluğa dayandığını gösterir.
8. “Vilayeti Şarkiye namına 13 Temmuz [1]335’te [1919] Erzurum’da bir kongre inikat edecektir [toplanacaktır]. Mezkûr tarihe kadar vilayatı saire murahhasları [temsilcileri, delegeleri] da Sivas’a varid [gelmiş, erişmiş] olabilirlerse Erzurum Kongresi’nin azası da Sivas içtimaı umumisine dâhil olmak üzere hareket edecektir.”
Bu satır, yerel direniş hareketlerinin milli direnişle bütünleşmesinin hedeflendiğini gösterir. Erzurum Kongresi’nin bağımsız ama Sivas ile koordine olacak şekilde planlanması, yerel hareketlerin milli yapıya evrilme sürecini temsil eder. Aynı zamanda Doğu Anadolu’nun savunmasına da öncelik tanındığını gösterir.
Sonuç
Amasya Genelgesi, yalnız bir metin değil; bir devrimin eğitim notudur. Kavramların seçimi, dilin dozu ve sıralama mantığı ile yeni bir siyasi yapının, millet iradesine dayanan yeni bir rejimin ilk tohumları atılmıştır. Bu metinle birlikte Osmanlı’nın merkeziyetçi, padişah iradesine dayalı yapısından; milli, temsili ve meşru millet iradesine dayanan modern devlet yapısına geçiş başlatılmıştır. Amasya’da yazılan bu metin, Ankara’da kurulacak bir Cumhuriyet’in ruhi ve siyasi habercisi olmuştur.
Mustafa Kemal Atatürk
Kazım Karabekir Paşanın T. B. M. M.’ne Telgrafı

Published
1 yıl agoon
Ağustos 12, 2024By
drkemalkocak
5.- MUHTELİF EVRAK
1.- Şark Cephesi Kumandanı Kâzım Karabekir Paşanın, İstanbul’da inikat eden Şûrayı Saltanatta Sevr Muahedesinin imza edilmesine karar verenlerle muahedeyi imza edenlerin hiyaneti vataniye ile ittiham olunmalarına dair telgrafı.
REİS — Kâzım Karabekir Paşadan mevrut bir telgraf var okunacak.
Erzurum;
Ankara’da Meclisi Milli Riyasetine
Vatansız, vicdansız üç serserinin, yine kendileri gibi millet ve vatanla alakası olmayan bir kaç kişi namına sulh muahedesini imza ettiklerini ajansta gördük. Mücadelei milliyemizde daha büyük bir azim ve imanla devamı tekiden ahdettiğimizi arz eylerim. İstanbul’da teşekkülünü evvelce duyduğumuz Şûrayı Saltanatta Türkiye’nin hayatı mevcudiyetini söndüren bu zalim muahedenin imza edilmesine karar ve rey veren esamileri malum eşhasın ve muahedenameye vazı imza edenlerin ihaneti vataniye ile ittiham olunmasını ve haklarında hükmü gıyabi verilmesini bu vatansızların isimlerinin her yerde lanetle yadedilmesinin ilan ve tamim olunmasını arz ve teklif eylerim.
17 Ağustos 1336 [1920]
Şark Cephesi Kumandanı
Kâzım Karabekir
REİS — Kâzım Paşanın bu teklifini tensip buyuruyor musunuz? (Hay hay) tensip buyuranlar ellerini kaldırsın. Tensip edildi efendim.
T. B. M. M. ZABIT CERİDESİ, Elliüçüncü İçtima, 19.8.1336 Perşembe, Devre: 1, Cilt: 3, İçtima Senesi: 1, s. 333
https://www5.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/TBMM/d01/c003/tbmm01003053.pdf
Türk İstiklâl Mücadelesi
Mustafa Kemal Paşa’nın Balıkesir Zağnos Paşa Camiinde Halkla Konuşması

Published
2 yıl agoon
Şubat 7, 2024By
drkemalkocak
(7 Şubat 1923)
GİRİŞ
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Gazi Mustafa Kemal [ATATÜRK] önderliğinde gerçekleştirilen Türk İstiklal Harbi/Milli Mücadele’den sonra kurulmuştur. Türk Milletinin bağımsızlığını kazanmasından sonra Gazi, zaman zaman yurt gezilerine çıkmıştır. Bu gezilerinde, Millî Mücadele sırasında düşmana karşı omuz omuza birlikte mücadele ettiği milleti ile daha yakından temas kurma imkânına kavuşmuştur. Gezilerinde, uzun süren harplerden yeni çıkmış olan halka moral vermiş, yeni kurulan “Türk Milletinin/Milli Kültürümüzün” muasır medeniyetler seviyesine ulaşması için yapılması gerekenler hakkında, kulluk/kölelikten kurtularak hürriyetine kavuşan vatandaşları bilgilendirmiş, yapılan inkılâpların uygulanışını görmüş ve yapılacak inkılâplarla hakkında kamuoyu oluşturmuştur. İhtiyaç duyduğu kamuoyu desteğini sağladığına kanaat getirdikten sonra, yapmak istediği inkılâpları Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sunmuş ve uygulamaya/hayata geçirmiştir.
Bu geziler, Gazi’i görmek isteyen Türk halkı tarafından büyük bir sabırsızlıkla beklenmiştir. Nitekim geziler öncesinde zaman zaman Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği tarafından karşılama töreni yapılmaması istenmesine rağmen kadını-erkeği, genci-yaşlısı bütün Türk halkı, Gazi’ye olan sevgi ve saygısını göstermek için büyük bir heyecan ve coşkuyla geçeceği yollar üzerine toplanmıştır. Halkın ilgisinden ziyadesiyle memnun olan Gazi, gittiği her yerde özellikle vatandaşlarla yüz yüze görüşebileceği ve fikir alışverişinde bulunabileceği belediye, okul, Cumhuriyet Halk Fırkası, Türk Ocağı ve diğer kurum ve kuruluşları ziyaret etmiştir. Bu görüşmelerin katkısıyla halkın beklentileri hükümet programlarında ve uygulamalarında anlamını ve yerini bulmuştur. Bu sebeple Gazi’nin yurt gezileri, genellikle önemli siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel değişim ve gelişmelerin yaşandığı/yaşanacağı günlerin öncesi veya sonrasında gerçekleşmiş olması bakımından anlamlıdır.
Gazi Mustafa Kemal, yurt gezileri kapsamında Balıkesir’i biri cumhuriyetin ilanından önce, altısı ilan edildikten sonra olmak üzere yedi defa ziyaret etmiştir. Cumhuriyetin ilanından önce Balıkesir’e ilk defa 6-8 Şubat 1923’te gelmiştir. Cumhuriyet’in ilanından sonraki ilk ziyareti ise 8-10 Ekim 1925’te gerçekleşmiştir. Bunu, 13-15 Haziran 1926, 7-8 Şubat 1931, 21-22 Ocak 1933, 15 Nisan 1934 ve 24-25 Haziran 1934’teki ziyaretleri takip etmiştir.
Aşağıda, Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın 6-8 Şubat 1923’teki Balıkesir seyahatinde kendisine eşlik eden Hâkimiyet-i Milliye Gazetesi Sahibi Recep Zühdü [SOYAK]’ın kaleminden “GAZİ MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN BALIKESİR SEYAHATİ”nin, Hâkimiyet-i Milliye Gazetesi’nin 11 Şubat 1923 tarihli nüshasında yayımlanan “BALIKESİR’DE FEVKALADE MÜHİM BİR NUTUK- BALIKESİR’DE HALKLA KONUŞMA (7 ŞUBAT 1923)” başlıklı bölümü, Osmanlı Türkçesinden çeviri yazı olarak sunulmuştur.
***

BALIKESİR’DE FEVKALADE MÜHİM BİR NUTUK
Mustafa Kemal Paşa Hazretleri hutbeler ve hilafet hakkındaki izahatından sonra mesail-i siyasiye ve içtimaiye ve iktisadiyemize [siyasi, sosyal ve ekonomik meselelere] geçmişlerdir
BALIKESİR’DE HALKLA KONUŞMA
(7 ŞUBAT 1923)
Balıkesir: 7 [Şubat 1923 Çarşamba] (AA ) – Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri, bugün öğle namazını büyük bir cemaat ile Paşa [Zağnos Paşa] Camii Şerifi’nde kılmışlardır. Namazdan ve ervah-ı şühedaya [şehitlerin ruhlarına] ithafen kıraat edilen [okunan] mevlidi nebeviden sonra Paşa Hazretleri minbere çıkarak şu hutbeyi [nutku/konuşmayı] irat buyurmuşlardır [yapmışlardır]:
“Millet! Allah birdir. Şanı büyüktür. Allah’ın selameti, atifeti [iyiliği] ve hayrı üzerinize olsun. Peygamberimiz Efendimiz Hazretleri, Cenabı Hak tarafından insanlara hakayıkı [hakikatleri] tebliğe memur ve resul olmuştur. Kanunu esasisi, cümlenizce [hepinizce] malumdur ki, Kur’an-ı azimüşşandaki nusustur [naslardır]. İnsanlara feyz ruhu vermiş olan dinimiz, son dindir. Ekmel dindir. Çünkü dinimiz akla, mantığa, hakikate tamamen tevafuk ve tetabuk ediyor [uyuyor ve denk düşüyor]. Eğer akla, mantığa ve hakikate tevafuk etmemiş [uymamış] olsaydı, bununla diğer kavanin-i tabiiye-i ilahiye beyninde [tabii ilahi kanunlar arasında] tezat [zıtlık] olması icap ederdi. Çünkü bilcümle kavanin-i künyeyi [bütün kâinatın kanunlarını] yapan, Cenabı Hak’tır.
Arkadaşlar, Cenabı Peygamber, mesaisinde iki eve, iki haneye malik [sahip] bulunuyordu. Biri kendi hanesi, diğeri Allah’ın evi idi. Millet işlerini, Allah’ın evinde yapardı. Hazreti Peygamber’in eser-i mübareklerine [mübarek eserlerine] iktifaen [uyarak] bu dakikada milletimize, milletimizin hal ve istikbaline [bugününe ve geleceğine] ait hususatı [hususları] görüşmek maksadıyla bu dar-ı kutside [kutsal evde], Allah’ın huzurunda bulunuyoruz. Beni buna mazhar eden, Balıkesir’in dindar ve kahraman insanlarıdır. Bundan dolayı çok memnunum. Bu vesile ile büyük bir sevaba nail olacağımı ümit ediyorum.
Efendiler, camiler birbirimizin yüzüne bakmaksızın yatıp kalkmak için yapılmamıştır. Camiler itaat ve ibadet ile beraber din ve dünya için neler yapılmak lazım geldiğini düşünmek, yani meşveret için yapılmıştır. Millet işlerinde her ferdin zihni başlı başına faaliyette bulunmak elzemdir. İşte biz de burada din ve dünya için, istikbal ve istiklalimiz [gelecek ve bağımsızlığımız] için, bilhassa hâkimiyetimiz için neler düşündüğümüzü meydana koyalım. Ben yalnız kendi düşüncemi söylemek istemiyorum. Hepinizin düşündüklerinizi anlamak istiyorum. Amal-ı milliye [milli emeller], irade-i milliye [milli irade] yalnız bir şahsın düşünmesinden değil, bilumum efrad-ı milletin [bütün millet fertlerinin] arzularının, emellerinin muhassalasından [bileşkesinden] ibarettir. Binaenaleyh [dolayısıyla] benden ne öğrenmek, ne sormak istiyorsanız, serbestçe sormanızı rica ederim.”

Müşarünileyh [adı geçen], badehu [ondan sonra] minberden aşağıya inmişler ve muhtelif zevat tarafından irat edilen [sorulan] yirmiyi mütecaviz suali [yirmiden fazla soruyu] tespit ettikten sonra cevaplarını vermişlerdir. Hutbeler hakkındaki ilk suale [soruya] cevaben demişlerdir ki:
“Hutbeler hakkında irat edilen sualden [sorulan sorudan] anlıyorum ki, bugünkü hutbelerin tarzı, milletimizin hissiyat-ı fikriyesi [fikri hissiyatı] ve lisanıyla ve ihtiyacat-ı medeniye [medeni ihtiyaçlar] ile mütenasip [uyumlu] görülmemektedir. Efendiler, hutbe demek nasa [insanlara] hitap etmek, yani söz söylemek demektir. Hutbenin manası budur. Hutbe denildiği zaman, bundan birtakım mefhum [kavram] ve manalar istihraç edilmemelidir [çıkarılmamalıdır]. Hutbeyi irat eden [söyleyen], hatiptir. Yani söz söyleyen demektir. Biliyoruz ki, Hazreti Peygamber zamanı saadetlerinde hutbeyi kendisi irat ederlerdi [söylerlerdi]. Gerek Peygamber Efendimiz ve gerek hulefay-ı raşidinin [dört halifenin] hutbelerini okuyacak olursanız görürsünüz ki, gerek Peygamber’in, gerek hulefay-ı raşidinin [dört halifenin] söylediği şeyler, o günün meseleleridir; o günün askeri, idari, mali ve siyasi, içtimai hususatıdır [toplumsal hususlarıdır]. Ümmet-i İslamiye [İslam ümmeti] tekessür [çoğalmaya] ve memalik-i İslamiye [İslam memleketleri] tevsie [genişlemeye] başlayınca, Cenabı Peygamber’in ve hulefay-ı raşidinin [dört halifenin] hutbeyi her yerde bizzat kendilerinin irat etmelerine [söylemelerine] imkân kalmadığından, halka söylemek istedikleri şeyleri iblağa [bildirmeye] birtakım zevatı memur etmişlerdir. Bunlar her halde en büyük rüesa [reisler] idi. Onlar camii şerifte ve meydanlarda ortaya çıkar, halkı tenvir [aydınlatmak] ve irşat [uyarmak] için ne söylemek lazımsa söylerlerdi. Bu tarzın devam edebilmesi için bir şart lazımdı. O da milletin reisi olan zatın halka doğruyu söylemesi, halkı dinlemesi ve halkı aldatmaması! Halkı ahval-ı umumiyeden [genel durumdan] haberdar etmek, son derecede haiz-i ehemmiyettir [ehemmiyetlidir].
Çünkü her şey açık söylendiği zaman halkın dimağı hal-i faaliyette [faaliyet halinde] bulunacak, iyi şeyleri yapacak ve milletin zararına olan şeyleri reddederek şunun veya bunun arkasından gitmeyecektir. Ancak millete ait olan işleri milletten gizli ettiler. Hutbelerin halkın anlayamayacağı bir lisanda olması ve onların da bugünkü icabat[icapları]nıza ve ihtiyaçlarınıza temas etmemesi, halife ve padişah namını taşıyan müstebitlerin arkasından köle gibi gitmeye mecbur etmek içindi. Hutbeden maksat, ahalinin tenvir ve irşadıdır [aydınlatılması ve uyarılmasıdır], başka şey değildir. Yüz, iki yüz, hatta bin sene evvelki hutbeleri okumak, insanları cehalet ve gaflet içinde bırakmak demektir. Hatibanın [hatiplerin] her halde nasın [insanların] kullandığı lisanla görüşmesi elzemdir. Geçen sene Millet Meclisi’nde irat ettiğim bir nutukta demiştim ki: “Minberler halkın dimağları, vicdanları için bir menba-ı feyz [feyiz kaynağı], bir menba-ı nur [nur kaynağı] olmuştur.” Böyle olabilmek için minberlerden aksedecek sözlerin bilinmesi ve anlaşılması ve hakayık-ı fenniye ve ilmiyeye [fenni ve ilmi hakikatlere] mutabık [uygun] olması lazımdır. Hatibay-ı kiramın [değerli hatiplerin] ahval-i siyasiye [siyasi ahvali], ahval-i içtimaiye ve medeniyeyi [toplumsal ve medeni ahvali] her gün takip etmeleri zaruridir. Bunlar bilinmediği takdirde halka yanlış telkinat [telkinler] verilmiş olur. Binaenaleyh [dolayısıyla] hutbeler tamamen Türkçe ve icabat-ı zamana mutabık [zamanın icaplarına uygun] olmalıdır ve olacaktır.”

Badehu [ondan sonra] hilafet hakkındaki suale [soruya] nakl-i kelam ederek [sözü getirerek] yalnız Türkiya değil, bütün âlem-i İslam’a [İslam âlemine] ait olan bu makama vazife ve salahiyet vermek, Türkiya devletinin salahiyeti haricinde ve fevkinde [üzerinde] olduğunu beyandan sonra demişlerdir ki:
“Dünya yüzünde Osmanlı devletinin inkırazından [bitişinden] sonra bir Türkiya devleti teşekkül etmiştir. Bu devlet İran ve Afganistan gibi müstakil [bağımsız] ve Müslümandır. Yeni Türkiya devletini milletin vekillerinden mürekkep olan [meydana gelen] Türkiya Büyük Millet Meclisi idare eder. Bu şerait[şartlar] dâhilinde halifeye, yalnız Türkiya devleti nam ve hesabına kanun-ı mahsusla [özel kanunla] verilmiş olduğundan başka bir hak ve salahiyet verilmek icap ederse, milletin hâkimiyeti takit edilmiş [kısıtlanmış] ve bilnetice [neticede] bu hâkimiyet inkısama uğratılmış [parçalanmış] olur ki, bu, eski halin avdetinden [dönmesinden] başka bir şey olamaz.”
Müteakiben Lozan Konferansı hakkında irat edilen suale [sorulan soruya] geçerek şu sözleri söylemişlerdir:
“Mamafih [ne yazık ki], adli, mali kapitülasyonlar mesailinde [meselelerinde] muhataplarımız eski zihniyetlerini tebdil etmemişlerdir [değiştirmemişlerdir]. Bu mesailde [meselelerde] İtalyanlar ve bilhassa Fransızlar müşkülat ihdas etmişlerdir [çıkarmışlardır]. Bu iki sebepten dolayı Lozan Konferansı’nın mesai-i ciddiyesi [ciddi mesaisi] tevkif etmiştir [durmuştur]. İtilaf devletleri heyet-i murahhasları [delege heyetleri], hükümetleriyle temasta bulunmak üzere Lozan’dan müfarekat etmişlerdir [ayrılmışlardır]. Bizim heyet-i murahhasımızın [delege heyetimizin] da hükümet ve Büyük Millet Meclisi ile müşavere etmek üzere gelmesi memuldür [muhtemeldir]. Biliyorsunuz ki, Lozan’da İtilaf heyet-i murahhası [delege heyeti] aylardan beri devam eden mesaiden sonra bize bir sulh [barış] projesi vermişlerdir. Bu proje kapitülasyonlar hakkında ihtiva ettiği mevaddan [maddelerden] dolayı milletimizce katiyen kabil-i kabul değildir [kabul edilemez]. Kapitülasyonlar bir devleti behemehâl [mutlaka] münkariz eder [bitirir]. Devlet-i Osmaniye [Osmanlı devleti] ile Hindistan Türk ve İslam imparatorlukları bunun en büyük delilidir. Efendiler, biz hukuk-ı meşru ve hayatımızı [meşru ve hayati haklarımızı] dünyay-ı medeniyet ve insaniyete [medeniyet ve insaniyet dünyasına] tasdik ve teslim ettirmek için çalışıyoruz. Bunu tasdik ve teslim ettirmek için icap eden her türlü tedbirlere tevessülde [girişmekte] tereddüt göstermeyeceğiz. Milletin irade-i hakikiyesinin [hakiki iradesinin] bu merkezde olduğuna kaniyim.” (Hay hay sesleri)
Badehu [Ondan sonra] Düyunu Umumiye’nin Türkiya’dan ayrılacak mahallere taksim olunduktan sonra tanınacağından ve rejinin şu veya bu şekilde olmasının her zaman kabil-i tezekkür olduğundan [konuşulabileceğinden], ticarete, ziraate ve sanayiye fevkalade ehemmiyet verilmek icap ettiğinden, kadınların hayat-ı içtimaiyemizde [toplumsal hayatımızda] erkekler derecesinde sahib-i hak [hak sahibi] olması lazım geldiğinden bahsetmişler ve Halk Fırkası hakkındaki soruya aşağıdaki cevabı vermişlerdir:
“Bu milletin siyasi fırkalardan çok canı yanmıştır. Şunu arz edeyim ki, memalik-i sairede [diğer memleketlerde], fırkalar behemehâl [mutlaka] iktisadi maksatlar üzerine teessüs etmiş ve etmektedir. Çünkü o memleketlerde muhtelif sınıflar vardır. Bir sınıfın menfaatını muhafaza için teşekkül eden siyasi bir fırkaya mukabil [karşılık] diğer bir sınıfın menfaatını muhafaza maksadıyla başka bir fırka teşekkül eder. Bu pek tabiidir. Güya bizim memleketimizde de ayrı ayrı sınıflar varmış gibi teessüs eden siyasi fırkalar yüzünden şahit olduğumuz neticeler malumdur. Hâlbuki Halk Fırkası dediğimiz zaman bunun içinde bir kısım değil, bütün millet dâhildir. Bir defa halkımızı gözden geçirelim: Biliyorsunuz ki, memleketimiz çiftçi memleketidir. O halde milletimizin ekseriyet-i azimesi [büyük çoğunluğu] çiftçi ve çobandır. Bu böyle olunca buna karşı büyük arazi ve çiftlik sahipleri varid-i hatır olur [hatıra gelir]. Bizde büyük araziye kaç kişi maliktir [sahiptir]? Bu arazinin miktarı nedir? Tedkit edilirse [incelenirse] görülür ki, memleketimizin vüsatına [genişliğine] nazaran hiç kimse büyük araziye malik [sahip] değildir. Binaenaleyh [dolayısıyla] bu arazi sahipleri de himaye edilecek insanlardır. Sonra sanat sahipleriyle kasabalarda ticaret eden küçük tüccaran [tüccarlar] gelir. Bittabi bunların menfaatlarını, hal ve atilerini [bugünlerini ve geleceklerini] temin ve muhafaza etmek mecburiyetindeyiz. Çiftçilerin karşısında olduğunu farz ettiğimiz büyük arazi sahipleri gibi bu ticaret erbabının karşısında da büyük sermaye sahibi tüccarların bulunduğu varid-i hatır olabilir [hatıra gelebilir]. Hâlbuki bizim memleketimizde büyük sermaye sahibi insanlar yoktur. Kaç milyonerimiz var! Hiç. Binaenaleyh [dolayısıyla] biraz parası olanlara da düşman olacak değiliz. Bilakis memleketimizde birçok milyonerlerin hatta milyarderlerin yetişmesine çalışacağız. Sonra amele gelir. Bugün memleketimizde fabrika, imalathane vesaire gibi müessesat çok mahduttur [müesseseler çok sınırlıdır]. Mevcut amelemizin miktarı yirmi bini geçmez. Hâlbuki memleketi teali eylemek [yükseltmek] için çok fabrikalara muhtacız. Bunun için de amele lazımdır. Binaenaleyh [dolayısıyla] tarlada çalışan çiftçilerden farkı olmayan ameleyi de himaye ve sıyanet [korumak] etmek icap eder. Bundan sonra münevveran [aydınlar] ve ulema denilen zevat gelir. Bu münevveran ve ulema kendi kendilerine toplanıp halka düşman olabilir mi? Bunlara terettüp eden [düşen] vazife, halkın içine girerek onları irşat [uyarmak] ve ilâ etmek [yükseltmek] ve onlara terakki [ilerleme] ve temeddünde [medenileşmekte] pişva [öncü] olmaktır. İşte ben milletimizi böyle görüyorum. Binaenaleyh mesalik-i muhtelife erbabının [çeşitli meslekler sahiplerinin] menafi [menfaatları] yekdiğerine memzuc [karışmış] olduğundan, onları sınıflara ayırmak imkânı yoktur ve heyet-i umumiyesi [tamamı] halktan ibarettir.
Halk Fırkası halkımıza terbiye-i siyasiye [siyasi terbiye] vermek için bir mektep olacaktır. Beni çok seven ve hayatımı düşünen bazı arkadaşlarım bana böyle bir fırka-ı siyasiye [siyasi fırka] teşkil etmemekliğimi tavsiye etmişlerdir. Filhakika [hakikaten] vazife-i milliyenin hitamında [milli vazifenin sonunda] köşeye çekilerek istirahat etmekliğim benim için bir menfaattır. Bunu yapabilmek için şimdiye kadar istihsal [elde] olunan neticelerin tespit olunduğu gibi devam edeceğine itimat etmek icap eder. Fakat bu hususta henüz bi-endişe [endişesiz olamam. Hiçbirinizin de bi-endişe olmamanızı tavsiye ederim. Şimdiye kadar istihsal ettiğimiz muvaffakiyetler üç dört seneye sığmayacak kadar çoktur. Her tarafta olduğu gibi bizde de yeni hareketler ve cereyanlar karşısında onu hazmedemeyen kuvvetler zuhur edebilir [ortaya çıkabilir].

Mateessüf [ne yazık ki], bu daima vardır. Nitekim bu hususta ahkâm-ı şer’iyeye muvafık [şer’i hükümlere uygun] olmayan ve maalesef Meclis’te aza [üye] bulunan bir zat tarafından risale de yazılmıştır. Bu teşebbüs eski Osmanlı devletini iadeden başka bir şey değildir. Bunu yapan o zat, hükümet ve millet nazarında mürtecidir.
Efendiler, şunu katiyetle bilmek icap eder ki, kazanılan şey, hayat ve namustur. Buna tecavüz, hayat ve namusumuza tecavüzdür. Her ferdin bu gibi hareketlere dikkat etmesi ve onlara karşı son derece müteyakkız [uyanık] bulunması lazımdır. İşte bu nokta-ı nazardan [bakımdan] milletin içinde bir fert olarak ve tekrar milletin intihabına [seçmesine] nail olur isem, Türkiya Büyük Millet Meclisi’nde aza sıfatıyla çalışmayı vazife telakki [kabul] ediyorum.
Efendiler, ne ben ve ne siz, şahıslarımız üzerinde vaziyetler ihdasına [meydana getirmeye] kalkışmayalım. Biz hepimiz o suretle çalışalım ki, kuracağımız şey milli bir müessese olsun. Bu da millete terbiye-i siyasi [siyasi terbiye] vermekle olur.
Asırların bize verdiği dersten milletimizin lüzumu kadar mütenebbih [uyanmış] olduğunu görüyorum. Milletimizin evsaf-ı mahsusası [özel vasıfları] her işimizde muvaffakiyetimizin teminatıdır. Muvaffakiyetimiz bittabi vahdetle [birlikle] olacaktır. Eğer millet müşterek gayeye müştereken sarf-ı faaliyet [faaliyet sarf] ederek yürürse, behemehâl [mutlaka] muvaffak olacaktır. İşte bunları düşünerek mesai-i müstakbelede de [gelecekteki mesaide] de muvaffak olacağına kani bulunuyorum.”
Paşa Hazretleri hasbihâllerine şu suretle son vermişlerdir:
“Arkadaşlar, buraya gelinceye kadar birçok yerlere uğradım. O yerlerin halkıyla yani kardeşleriniz, dindaşlarınız ve hemdertlerinizle aynı suretle musahabelerde [sohbetlerde] bulundum ve onların da sizin gibi memleketin hal ve atisiyle [bugünü ve geleceğiyle] fevkalade alakadar olduklarını gördüm. Sonra yine bu seyahatim esnasında ordumuzu gördüm; askerlerimiz, subaylarımız ve kumandanlarımızla temasa geldim.
Tetebbu tedkikat ve teftişatım [İnceleme ve teftişlerimin] neticesi bizi mağrur edecek bir haldedir. Çünkü vaziyetimiz çok kuvvetlidir. Memleketimiz halkında ve ordusunda gördüğüm kudret ve kabiliyet, bilhassa azim ve celadet [kahramanlık], hakkımızı behemehâl [mutlaka] istihsale [elde etmeye] kâfi ve kefildir.”
KAYNAKÇA
Hâkimiyet-i Milliye, 11 Şubat 1923, No: 736, s. 2, sütun: 1-4
Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri II, Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Yayınları, Ankara, 1959, s. 94-99
Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt: 15 (1923), Kaynak Yayınları, İstanbul, 2005, s. 117-121
En Çok Okunanlar
- Türkler ve Zaferleri3 yıl ago
Anafartalar Kumandanı Mustafa Kemal ile Mülakat [Görüşme] (1)
- Maarifimizde İstikamet3 yıl ago
AİLE KUCAĞINDA VATAN TERBİYESİ
- Türk Tarihi3 yıl ago
6 EKİM İSTANBUL’UN KURTULUŞ GÜNÜ
- Türk İstiklâl Mücadelesi3 yıl ago
LOZAN BARIŞ ANTLAŞMASI
- Tarihi Toplantılar3 yıl ago
İSTİKLÂL MARŞI’NIN YAZILIŞI ve MİLLÎ MARŞ OLARAK KABULÜ
- Türk İstiklâl Mücadelesi3 yıl ago
Mustafa Kemal Paşa’nın Sivas Kongresi’ni Açış Konuşması (4 Eylül 1919)
- Mustafa Kemal Atatürk3 yıl ago
GAZİ MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN KONYA TÜRK OCAĞI’NDA YAPTIĞI KONUŞMA
- Türk Tarihi3 yıl ago
CABER KALESİ [TÜRK MEZARI (MEZAR-I TÜRK)]