Connect with us

Özel Günler ve Anlamları

Rei̇si̇cumhur Gazi̇ Mustafa Kemal Paşa’nin Kastamonu Halk Firkasindaki̇ Konuşmasi (31 Ağustos 1925)

Published

on

GİRİŞ

Kastamonu’dan gelen ve Kastamonu Valisi Fatin, Şurayı Devlet üyesinden Hüsnü, Tüccar Mehmet Al, Ticaret Odası Başkanı Hacı Mehmet Rıza, Encümeni Vilayet üyesi Sabri, Türk Ocağı üyesi Tatlızade Emin ve Açıksöz Gazetesi müdürü Hüsnü beyler ile Muallimler Birliği temsilcisinden oluşan heyet, 11 Ağustos 1925’te Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal Paşa tarafından kabul edilmiştir. Gazi, heyetin Kastamonu’ya davetini kabul etmiştir.

23 Ağustos günü Ankara’dan hareket eden Gazi ve maiyeti, Kalecik kazasını ve Kalecik Türk Ocağı’nı ziyaret etmiştir. Ocak’ta bir süre dinlendikten sonra, başı açık olarak halkın karşısına çıkmış ve halkın dertlerini dinleyen Gazi, Ocağa gelenler ile başı açık olarak içeriye girmişlerdir. Bu durum şapka inkılabının habercisi olarak kabul edilmiştir.

23 Ağustos 1925’te Kastamonu’ya gelen Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal Paşa’yı karşılayan heyetler arasında Kastamonu Türk Ocağı heyeti de bulunmaktadır.

Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın 23-31 Ağustos 1925 tarihleri arasındaki Kastamonu Seyahati, Hâkimiyet-i Milliye Gazetesi’nin 23, 24, 27,28, 30, 31 Ağustos 1925, 1 ve 2 Eylül 1925 tarihli sayılarında yayımlanmıştır. Aşağıda, Hâkimiyet-i Milliye Gazetesi’nin 1 Eylül 1925 tarihli sayısında Osmanlı Türkçesi ile yayımlanan Kastamonu Seyahatinin Kastamonu Halk Fırkasını Ziyareti bölümü araştırmacı tarafından çevrilerek aşağıda sunulmuştur.

***

KASTAMONU HALKI ARASINDA BÜYÜK MÜNCİ [KURTARICI]

Reisicumhurumuz münevver [aydın] ve müteceddit [yenilenen, yenileşen] Kastamonu halkının yine kendi mümessilleri tarafından başka şekilde gösterildiğini açıkça izah eylemiştir.

Kastamonu: 31 [Ağustos 1925] (A. A.) – Reisicumhur Hazretleri bugün saat altıda Kastamonu’ya avdet buyurmuşlardır. Kadın erkek binlerce halk tarafından heyecan ve samimiyetle istikbal olunmuşlardır. Gazi Paşa Hazretlerinin geçtiği yollarda bütün Kastamonu halkı aziz kurtarıcıyı bütün hararet ve heyecanıyla alkışladı. Paşa Hazretleri doğruca Türk Ocağı’nı teşrif etmişler ve Ocaklılar tarafından kemal-i hürmetle karşılanmışlardır. Ocak’ta kadın erkek iki yüze yakın Ocaklı hazır bulunuyordu. Paşa Hazretleri biraz istirahatten sonra azalar ezcümle hanımlar ile musahabette bulunmuşlar [sohbet etmişler], Ocak heyetinden Ocak binası hakkında izahat alarak:

Bütün Ocaklı kardeşleri bir arada görmek fırsatını bana bahşettiğinizden naşi [dolayı] sizlere teşekkür ederim. Ocaklılar Türk hakikatinin pişvası [öncüsü] olacaklardır.” buyurmuşlardır.

Gazi Paşa Hazretleri müteakiben Cumhuriyet Halk Fırkasını teşrif etmişlerdir. Fırkanın bahçesi hanım ve erkek binlerce halk kitlesiyle dolmuştu. Gazi Paşa Hazretlerine bina balkonunda bir mevkii mahsus ihzar edilmişti. Halk, Büyük Gazi’nin Türk milletine feyzi inkılap tebşir eden sözleri bizzat kendi ağzından işitmek için sabırsızlık gösteriyordu. Reisicumhur Hazretleri bir parça istirahatten sonra Cumhuriyet Halk Fırkası Mutemedi Hüsnü Bey, Gazi Paşa Hazretlerine hitaben kısa bir nutuk irat ederek Gazi Hazretlerine senelerden beri münhasır bulunan Kastamonu halkının hissiyatına tercüman olmak istediğini beyan eylemiş, vatanın altı sene evvel düşmüş olduğu felaketengiz vaziyeti izah ve sırf Gazi’nin kudreti dâhiyanesi sayesinde vatan ve milletin yeniden hayat bulduğunu söyleyerek nutkuna şu suretle devam eylemiştir:

Altı sene memleket ümitsiz bir halde iken, karanlıklar içerisinde yüzerken Şark’tan doğan büyük güneş siz idiniz. Sizin nam-ı bülendinizi hiçbir vakit unutmayacak ve bu millet yaşadıkça sine-i fahr mübahatında sizi daima yaşatacaktır.

Müteakiben Hüsnü Bey, sultan ve halifelerin bu millete yapmış olduğu zulümleri ve fenalıkları izah ederek Kastamonuluların ve bütün milletin Cumhuriyeti muhafazaya ve tamamıyla asri bir Türkiye vücuda getirmeye kemal-i katiyetle azmetmiş olduklarına işaret ettikten sonra sözlerini şu suretle bitirmiştir:

Memleketimizde bulunduğunuz müddetçe vazife-i şükranı hakkıyla yapamadığımız için kusurlarımızı affedin. Ayrılık zamanı yaklaştığı için mahzun oluyor ve bizi şerefli ve saadetli huzurunuzdan ayırmamanızı istirham ediyoruz.  Bugün şerefli Dumlupınar Zaferi’ni huzurunuzda tesitle mesuduz. Bu zaferin büyük kahramanına bütün hemşehrilerimin nihayetsiz şükranlarını arz ve size binihaye sıhhat ve afiyetler temenni eylerim.

Reisicumhur Hazretleri mukabeleten irat buyurdukları nutukta teşekkür ve hissiyatı munzamen bir mukaddemeden sonra hasbıhallerine ber-vech-i ati [aşağıda olduğu gibi] devam buyurdular:

Meşhudatımın [gördüklerimin] en kıymetli kısmı bu güzel mıntıkanın samimi halkının çok münevver ve çok geniş ve yüksek bir zihniyet sahibi olmalarıdır. İtiraf etmeliyim ki, bu seyahatimden evvelki malumatım, meşhudatımın [gördüklerimin] hâsıl ettiği kanaatlerden çok kısa [başka] idi. Muhterem mebuslarınız Ali Rıza Bey, Mehmet Fuat Bey gibi zevat bulunmasaydı, sizi mümkün olduğu kadar olduğunuzun aksine tanıtmak için çalışanlar ezhanı teşevvüşte [zihinleri bulandırmakta] kim bilir ne kadar ileri gitmeye muvaffak olacaklardı. Asar-ı fiiliyatını [fiili eserlerini] memnuniyetle görmekte olduğum ali telakkiyatınız [yüksek anlayışınız] bittabi bir anda, bir günde tekevvün edemezdi [meydana gelemezdi]. Böyle bir iddia serdetmek [iddiada bulunmak] aynı cehalet olur. Şüphe yok, bu havalinin muhterem halkı esasen medeni tekâmülün [gelişmenin] silsile-i tabiiyesi [tabii silsilesi] üzerinde ilerlemektedir. Bugün ben o tekâmülün tabii tecelliyatının mesut bir şahidi bulunuyorum. Bu hakikatin aksini ifade ve izah ederek müceddit hatvelerinizi [yenileşme adımlarımızı] felce uğratmaya yeltenen sebük-mağzanın [beyinsizlerin] hükümlerini verirken kendi yarım yamalak ilimlerine, çürük mantıklarına, na-kâfi [yetersiz] akıllarına istinat etmiş [dayanmış] olduklarına zahip oluyorum [zannediyorum]. O zavallı hodbinler [benciller] böyle yapacaklarına halkın hiss-i selimine [sağduyusuna] müracaat etselerdi, ondan feyiz ve ilham alsalardı, kendilerini bugün şayan-ı hende [gülünecek] ve hacil [utanılacak] vaziyette bırakan bu kadar müstekreh [iğrenç] hatalara düşmezlerdi. Fakat hiss-i selimin [sağduyunun], akıl, mantık ve marifetin fevkinde [üstünde] haiz-i ehemmiyet [ehemmiyete sahip] olduğunu takdir etmek yalancı âlimlerin işine gelmez.

Arkadaşlar, milletimizin sağlam bir şuura malik [sahip] olduğuna, kahramanı olduğu büyük ve fiili asar [eserler] ve hadisattan [hadiselerden] sonra kimsenin şüphe etmeye hakkı kalmamıştır. Şuur, daima ileriye ve yeniliğe götürür, ricat kabul etmez bir haslet olduğuna göre, Türkiye Cumhuriyeti halkı, ileri ve teceddüte [yeniliğe] uzun hatvelerle [adımlarla] yürümeye devam edecektir. Şuura illet tarı olmadıkça [bulaşmadıkça] geriye gitmek veya duraklamak hatıra dahi gelemez. Asırlardan beri sarf olunan iğrenç çaba ve gayretler zaman zaman milleti uykuya daldırmış olmakla beraber, milletin şuurunu felce uğratmaya asla muvaffak olamamıştır. Bu hakikat, milletin bugün gösterdiği asar-ı şuur [şuurlu eserler] ile kendiliğinden sabittir. Eğer şuurda maluliyet [sakatlık, hastalık] olsaydı, onu [1]  bugünkü hayatta ihya etmek [canlandırmak] desti kudretten bile muntazır değildir [beklenemez].

Efendiler, bu millet temayül-i hakikiyesi [hakiki eğilimi] hilafında zehaplarda [zanlarda] bulunanlara iltifat etmemektedir. Bununla bilhassa bugün çok müftehirim [iftihar ediyorum]. Bundaki sırr-ı isabeti [isabet sırrını] izah için derhal arz etmeliyim ki, bizim ilham menbamız [kaynağımız] doğrudan doğruya bütün Türk milletinin vicdanı olmuştur ve daima da olacaktır. Bütün harareti, feyzi, kuvveti, vicdanı-ı milliden [milli vicdandan] aldıkça, bütün teşebbüslerimizde milletin hiss-i selimini [sağduyusunu] rehber ittihaz [kabul] ettikçe, şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da milleti doğru hedeflere isal edeceğimize [ulaştıracağımıza] imanımız kavidir [kuvvetlidir].

Hakiki inkılapçılar onlardır ki, terakki [ilerleme] ve teceddüt [yenileşme] inkılabına sevk etmek istedikleri insanların ruh ve vicdanlarındaki temayül-i hakikiye [hakiki eğilime] nüfuz etmesini bilirler. Bu münasebetle şunu da beyan edeyim ki, Türk milletinin son senelerde gösterdiği harikaların, yaptığı siyasi ve içtimai [toplumsal] inkılapların sahib-i hakikiyesi [hakiki sahibi] kendisidir, sizsiniz. Milletimizde bu istidat ve tekâmül [kabiliyet ve gelişme, gelişme kabiliyeti] mevcut olmasaydı, onu yaratmaya hiçbir kuvvet ve kudret kifayet edemezdi [kâfi gelemezdi]. Herhangi bir vaz-ı tekâmülde [gelişme vaziyetinde] bulunan bir kitle-i beşeri [insan kitlesini] bulunduğu vaziyetten kaldırıp damdan düşer gibi filan mertebe-i tekâmüle [gelişme mertebesine] isal etmenin [ulaştırmanın] tabii imkânsızlığı muhtaç-ı izah [izaha muhtaç] değildir.

Efendiler! Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz inkılapların gayesi, Türkiye Cumhuriyeti halkını tamamen asri ve bütün mana ve eşkâliyle [şekilleriyle] medeni bir heyet-i içtimaiye [toplum] haline isal etmektir [kavuşturmaktır]. İnkılabatımızın [inkılaplarımızın] umde-i asliyesi [asli ilkesi] budur.

Bu noktada ısrar ile izahat verdikten sonra:

Bu hakikati kabul edemeyen zihniyetleri tarumar etmek zaruridir. Şimdiye kadar milletin dimağını [beynini] paslandıran, uyuşturan, bu zihniyette bulunanlar olmuştur. Her halde zihinlerde mevcut hurafeler kâmilen [tamamen] tard olunacaktır [kovulacaktır]. Onlar çıkarılmadıkça dimağa hakikat nurlarını infaz etmek [nüfuz ettirmek] imkânsızdır.

Paşa Hazretleri hurafelere dair misallerle tafsilat verdiler. Türbelerden, yalancı evliyalardan bahsederek: Ölülerden istimdat etmek [yardım istemek] medeni bir heyet-i içtimaiye [toplum] için şenidir [lekedir, ayıptır]” dediler. Sonra tekyelere intikal ederek ber-vech-i ati [aşağıdaki] beyanatta bulundular:

Mevcut tarikatların gayesi, kendilerine tabi olan kimseleri dünyevi ve manevi olan hayatta mazhar-ı saadet [saadete mazhar] kılmaktan başka ne olabilir? Bugün ilmin, fennin, bütün şümulüyle [kapsamıyla] medeniyetin [yaydığı] mevacihe-i şule [ışık karşısında] filan ve falan şeyhin irşadıyla [yol göstericiliğiyle] saadet-i maddiye ve maneviye [maddi ve manevi saadet] arayacak kadar iptidai [ilkel] insanların Türkiye camia-ı medeniyesinde [medeni camiasında] mevcudiyetini asla kabul etmiyorum. (Şiddetli alkışlar)

Efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki Türkiye Cumhuriyeti, şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz. En doğru, en hakiki tarikat, tarikat-ı medeniyedir [medeniyet tarikatıdır]. (Sürekli alkışlar) Medeniyetin emir ve talep ettiğini yapmak, insan olmak için kâfidir. Rusay-ı tarikat [tarikat reisleri]  bu dediğim hakikati bütün vuzuhuyla [açıklığıyla] idrak edecek ve kendiliklerinden derhal tekyelerini kapayacak, müritlerinin artık reşit olduklarını elbette kabul edeceklerdir.

Reisicumhur Hazretleri, müteakiben [bundan sonra]:

 Arkadaşlar, huzurunuzda, mevacihe-i millette [millet karşısında] beyan-ı fikir [fikir beyan] ederken hissettiğim ve gördüğüm hususları olduğu gibi söylemeyi tarih ve vicdan karşısında vazife bilirim.

Mukaddemesiyle [sözleriyle] diğer bir zemine intikal ederek demişlerdir ki:

 Hükûmet-i Cumhuriyemizin [Cumhuriyet hükûmetimizin] bir Diyanet İşleri Riyaseti makamı vardır. Bu makama merbut [bağlı] müftü, hatip, imam gibi muvazzaf [vazifeli] birçok memurları bulunmaktadır. Bu vazifedar zevatın [vazifeli kişilerin] ilimleri, faziletleri derecesi malumdur. Ancak burada vazifedar [vazifeli] olmayan birçok insanlar da görüyorum ki, aynı kıyafeti iktisasında [giymekte] berdevamdırlar [devam etmektedirler]. Bu gibiler içinde çok cahil, hatta ümmi olanlarına tesadüf ettim. Bilhassa bu gibi cühela [cahiller], bazı yerlerde halkın mümessilleri [temsilcileri] imiş gibi onların önüne düşüyorlar. Halkla doğrudan doğruya temasa adeta bir mani teşkil etmek sevdasında bulunuyorlar. Bu gibilere sormak istiyorum. Bu vaziyet ve salahiyeti kimden ve nereden almışlardır? Malum olduğuna göre, milletin mümessilleri, intihap ettikleri [seçtikleri] mebuslar ve onlardan teşekkül eden Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Meclis’in itimadına mazhar hükûmet-i Cumhuriyedir [Cumhuriyet hükûmetidir]. Bir de mahalli müntehip [seçilmiş] belediye reisleri ve heyetleri vardır. Millete hatırlatmak isterim ki, bu laubaliliğe müsaade etmek asla caiz değildir. Her halde sahib-i salahiyet [salahiyet sahibi] olmayan bu gibi kimselerin muvazzaf olan zevat ile aynı kisveyi taşımalarındaki mahzuru hükûmetin nazarı dikkatine vaz edeceğim [koyacağım].

Reisicumhur Hazretleri bu zemin üzerinde çok ciddi nokta-i nazarlar [görüşler] dermeyanından [ortaya koyduktan] sonra kıyafet meselesine intikal ederek buyurdular ki:

 İnebolu’da ve diğer bazı yerlerde söyledim. Bugünün meselesi gibi mütalaa edilebileceğinden [değerlendirilebileceğinden] burada da bahsetmek isterim. Her milletin olduğu gibi bizim de milli bir kıyafetimiz varmış, fakat gayr-i kabil-i inkârdır [inkâr edilemez] ki, taşıdığımız kıyafet o değildir. Hatta milli kıyafetimizin ne olduğunu bilenler içimizde azdır bile. Mesela karşımda kalabalığın içinde bir zat görüyorum. (Eliyle işaret ederek) Başında fes, fesin üstünde bir yeşil sarık, sırtında bir mintan, onun üstünde benim sırtımdaki gibi bir ceket, daha alt tarafını göremiyorum. Şimdi bu kıyafet nedir? Medeni bir insan, bu acayip kıyafete girip dünyayı kendine güldürür mü?” (Hayır, güldürmez sesleri)

Gazi Hazretleri kıyafet hakkında mufassal [tafsilatlı] izahat ve malumat vererek sözü şu neticeye getirdi:

Devlet memurları, bütün milletin kıyafetlerini tashih edecektir [düzeltecektir]. Fen ve sıhhat nokta-i nazarından [bakımından] ameli [pratik] olmak itibariyle, her nokta-i nazardan [bakımdan] tecrübe edilmiş medeni kıyafet iktisa edecektir [giyilecektir]. Bunda tereddüte mahal yoktur. Asırlarca devam eden gafletin acı derslerini tekrarlamaya takat yoktur. Bir adam olduğumuzu, medeni insan olduğumuzu ispat etmek ve izhar [göstermek] için icap edeni yapmakta inat etmek adamlıkla kabil-i telif değildir [bağdaşmaz].

Arkadaşlar, Türk milleti çok büyük vakalarla ispat etti ki, müceddit [yenilikçi] ve inkılapçı bir millettir. Son senelerden mukaddem [önce] de milletimiz müceddit [yenileşme] yolları üzerinde yürümeye, içtima-i inkılaba [toplumsal inkılaba] teşebbüs etmemiş değildir. Fakat hakiki semereler görülemedi. Bunun sebebini araştırdınız mı? Bence sebep işe esasından, temelinden başlanmamış olmasıdır. Bu hususta açık söyleyeyim: Bir toplum, bir heyet-i içtimaiye [millet], erkek ve kadın denilen iki cins insandan mürekkeptir [meydana gelir]. Kabil midir [mümkün müdür] ki, bir kitlenin bir parçasını terakki ettirelim [ilerletelim], diğerini müsamaha [ihmal] edelim de kitlenin heyet-i umumiyesi [tamamı] mazhar-ı terakki [ilerlemeye mazhar] olabilsin? Mümkün müdür ki, bir camianın yarısı topraklara zincirlerle bağlı kaldıkça diğer kısmı semalara yükselebilsin? Şüphe yok, terakki [ilerleme] adımları, dediğim gibi iki cins tarafından beraber, arkadaşça atılmak ve saha-i terakki ve teceddütte [ilerleme ve yenileşme sahasında] birlikte kat merahet [merhaleler kat] edilmek lazımdır. Böyle olursa inkılap muvaffak olur. Memnuniyetle meşhudumuz olmaktadır [görmekteyiz] ki bugünkü gidişatımız hakiki icaba takarrüp etmektedir [yaklaşmaktadır]. Her halde daha cesur olmak lüzumu aşikârdır.”

Bu husustaki cesaret ve adem-i cesaret esbap ve avamilini [cesaret ve cesaretsizliğin sebeplerini ve etkenlerini ilerleme] izah ettikten sonra derhal tashihi [düzeltilmesi]  elzem bir misal zikretti:

Bazı yerlerde kadınlar görüyorum ki, başına bir bez veya bir peştamal veya buna mümasil [benzer] bir şeyler atarak yüzünü gözünü gizler ve yanından geçen erkeklere karşı ya arkasını çevirir veya yere oturarak yumulur. Bu tavrın mana ve medlulü [ifadesi] nedir? Efendiler, medeni bir millet anası, bir millet kızı bu garip şekle, bu vahşi vaziyete girer mi? Bu hal milleti çok gülünç gösteren bir manzaradır. Derhal tashihi [düzeltilmesi] lazımdır.

Müteakiben [sonra], memlekette mevcut cemiyetlerin milleti tenvir [aydınlatmakta] ve irşatta [uyarmakta] ciddi surette alakadar olmalarını tavsiye etti. Badehu [daha sonra] milletle temastan aldığı zevk ve kuvvetten ve hakkında gösterilen muhabbet [sevgi] ve itimadı [güveni]  hüsn-i istimal etmeye [güzel, iyi kullanmaya] çok dikkat sarf edeceğinden ve gayenin milleti mesut ve müreffeh [refah içinde] ve medeni dünyada evsafı [vasıfları] takdir olunmuş mütekâmil [gelişmiş] bir millet görmekten ibaret olduğunu izah ederek çok hararetli ve heyecanlı nutkuna hitam [son] verdi ve pek şiddetli alkışlandı.

Halk Fırkasında Coşkun Bir İçtima [Toplantı]

Kastamonu: 31 [Ağustos] (A. A.) – Gazi Paşa Hazretlerinin Halk Fırkasında irat buyurdukları çok kıymettar ve tarihi nutka mukabeleten Taşköprü’nün Kurtiye karyesi Muallimi Sabri Bey, bütün Kastamonu halkı şimdiye kadar yapılan inkılabatta Gazi’nin yürüdüğü yoldan, işaret ettiği noktadan nasıl yürüdü ise bundan sonra da kemal-i metanetle ve süratle aynı yoldan yürüyeceğini ve halkın Gazi’nin emir ve işaretine amade olduğunu söyleyerek Gazi Paşa Hazretlerine arz-ı şükran eylemiştir.  Reisicumhur Gazi Paşa Hazretleri bu nutuktan pek mütehassis olarak ayağa kalkmış ve demişlerdir ki:

Efendiler, gösterdiğiniz kıymettar teyakkuz [dikkat] ve intibahtan [uyanıklıktan] çok mütehassisim. Sesim müsait değil, bu nutka da müsaade ederseniz bir beyitle cevap vereyim:

Ölmez bu vatan farzımuhal ölse de hatta

Çekmez kürenin sırtı o tabutu cesimi.” [2] [3, 4]

DİPNOTLAR

[1] Hâkimiyet-i Milliye, 1 Eylül 1925, No: 1515, s. 1, sütun: 3-4

[2] Hâkimiyet-i Milliye, 1 Eylül 1925, No: 1515, s. 2, sütun: 3-5

[3] Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri I-III, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1997, s. 223(667)-227(671)

[4] Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt: 17 (1924-1925), Kaynak Yayınları, 2005, İstanbul, s. 292-296

Türk İstiklâl Mücadelesi

Büyük Âlim Ziya Gökalp’in Vefatı

Published

on

[25 Ekim 1924]

Giriş

Türk sosyolojisinin kurucusu ve Türk milliyetçiliğinin en önemli düşünürlerinden biri olan Ziya GÖKALP [1], “bedenimin babası Ali Rıza Efendi, hislerimin babası Namık Kemal, fikirlerimin babası ise Ziya Gökalp’tir” sözünü sarf eden Mustafa Kemal ATATÜRK’ün en fazla etkilendiği kişiler arasında yer alır.

Vefatının 100. yıldönümünde Ziya Gökalp’i minnet ve rahmetle anarım. Bu münasebetle başta Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK olmak üzere Türk milleti, vatanı ve devleti uğrunda hizmet eden bilim, kültür, sanat, devlet, asker ve siyaset adamları ile Türk Mehmetçiklerinden bu dünyadan göç edenlere rahmet, hayatta olanlara sağlık, mutluluk ve başarılar dilerim.

Hafızalarımızı tazeleyip zihin jimnastiği yapmak amacıyla GÖKALP’in vefatının ertesi günü [Hâkimiyet-i Milliye, 26 Teşrinievvel 1924, No: 1256, s. 1, sütun: 2-3]’te yayımlanan “Hamdullah Suphi [TANRIÖVER],” ve “Ziya Gökalp Büyük Âlim Ziya Gökalp’in Ziyaı” başlıklı haber metinleri Osmanlı Türkçesi’nden çevrim yazı olarak aşağıda sunulmuştur.

***

ZİYA GÖKALP

“Ne elim bir haberle dilhunuz [içimiz kan ağlıyor]. Türk milliyetperverleri bir baş, hakiki bir mürşit kaybettiler. Türkçülük mefkûresinin bir meşalesi olan bu asil zekâ, kendi izinde yürüyecek binlerce muakkip [takipçi] bıraktı. Onun Türk tarihini, Türk içtimaiyatını, Türk harsını aydınlatan tahlil ve tasnif kuvveti, asırlardır ruhumuzda biriken karanlıkları derece derece eritmişti. Geçtiği yol evvelce bir izdi, şimdi bir şehrahtır [ana yoldur]. Türk vatanı en aziz evladından birini kaybetmekle taziye edilmek lazım gelen bir felakete uğradı. Ziya Gökalp’in hatırası önünde başlarımızı eğdiğimiz bu acı dakikalarda, tesellimiz odur ki, onun ufkumuzda dalgalandırdığı manevi bayrağı yere düşürmeyecek bir gençlik; memleketin her köşesinde bu imanın mahfuziyeti [korunması] için ayakta silahlanmış duruyor.” [2]

Hamdullah Suphi [TANRIÖVER]

***

BÜYÜK ÂLİM ZİYA GÖKALP’İN ZİYAI

Diyarbakır Mebus-ı Muhteremi; çok kıymetli eserlerini Türklüğe ve gençliğe hatıra bırakarak aramızdan ebediyen ayrılmıştır

Reisicumhurumuz ve İsmet Paşa hazeratı birer telgrafla merhum müşarünileyhin [adı geçenin] ailesine teessürlerini [üzüntülerini] iblağ buyurmuşlardır [bildirmişlerdir]. Bir Ziya Gökalp Cemiyeti teşkil edilmiştir.

***

Bir müddetten beri rahatsız bulunan ve son günlerde hastalığının şiddetlenmesi dolayısıyla hastahaneye nakledilen Diyarbakır Mebusu Ziya Gökalp Bey üstadımız dün [25 Ekim 1924] sabaha karşı irtihal-i dar-ı beka [ahirete göç] eylemiş ve bu müellim [elem veren] haber şehrimizde birden bire şayi olarak [duyularak] umumi ve derin bir teessürle [keder ve üzüntüyle] karşılanmıştır.

Reisicumhur Gazi Paşa Hazretleriyle Başvekil ve Hariciye Vekili İsmet Paşa Hazretleri merhum müşarünileyhin ailesine birer taziye telgrafı çekmek suretiyle teessürlerini iblağ buyurdukları gibi hükumet tarafından lazım gelenlere cenaze merasiminin pek mutantan bir surette icrası için de emirler verilmiştir.

İstanbul’da icra edilecek olan cenaze merasiminde Türkiye Büyük Millet Meclisi namına orada bulunan İkinci Reis Vekili Şarkikarahisar Mebusu Ali Sururi Bey hazır bulunacaktır. Merhum müşarünileyhin ailesine bu devreye ait olan tahsisatın kâmilen verilmesi ve ayrıca hidmet-i vataniye [vatana hizmet] tertibinden maaş tahsisi takarrür etmiştir [kararlaştırılmıştır]. Müdafaa-i Milliye Vekili Kazım Paşa Hazretleri ordu namına, beyan-ı taziyet edilmesini Üçüncü Kolordu Kumandanlığına ve Maarif Vekili Vasıf Bey Efendi de cenaze merasiminin icra edildiği gün bütün mekteplerin kapatılmasını ve bilumum muallimlerle talebelerin merasime iştirak etmelerini İstanbul’daki memurin-i aidesine emreylemişlerdir.

Vasıf Bey Efendi merhumun ailesine çektikleri telgrafta; kendisiyle beraber bilumum muallimlerin muhtaç-ı taziye ve teselliye bir halde olduklarını ve merhumun hatırasının gençlik için kuvvetli bir menba-ı ilham [ilham kaynağı]  olacağını ve bir arzuları varsa muhatap olmak istediğini bildirmiş ve ayrıca Muallimler Birliği, Türk Ocakları Heyet-i Merkeziyelerince telgrafla beyan-ı tessesür ve arz-ı taziyet olunmuştur.

Dün gece Ankara’da Türkçülük Cereyanının maruf simaları, mebuslar ve Türkçü gençler bir içtima akdederek [toplantı yaparak] bir “Ziya Gökalp Cemiyeti” tesis etmişlerdir. Cemiyetin Birinci Reisliğine Sinop Mebusu sabık Sıhhiye Vekili Doktor Ziya Nur Bey, İkinci Reisliğine Zonguldak Mebusu Ragıp beyler bil ittifak intihap edilmişlerdir [seçilmişlerdir]. Cemiyet Ziya Gökalp Beyin bütün Türk şehirlerindeki muhiplerinden ve talebesinden taazzuv edecektir [meydana gelecektir]. Cemiyetin programı ve gayesi; Ziya Gökalp Beyin kitaplarının tabı [basımı], yazılarının ve hatıralarının cemi [toplanması] ve ihtifallerinin [törenlerinin] tertibi olacaktır.

Diğer taraftan “Türk Ocakları Merkez Heyeti ve Hars Heyeti” ve “Ziya Gökalp Cemiyeti” şu suretle derin teessürlerini ve hissiyat-ı taziyetkaranelerini ifade etmektedirler:

Türklüğe ve Türk Ocaklarına ifa ettiği layemut [ölmez] hidmetler ile kalbimizde ebediyen yaşayacak bir minnet ve şükran hatırası bırakmış olan büyük âlim ve rehber Ziya Gökalp’in vefatı dolayısıyla Türk milletine en samimi taziyetlerimizi ve memleketin umumi kederine bütün mevcudiyetimizle iştirak ettiğimizi beyan ederiz.

Anadolu Ajansı da şu satırlarla teessürlerini bildirmektedir:

Türk vatanı en büyük ilim adamını kaybetti. Milli Mücadelenin ruhu ve istinatgâhı olan milliyet fikirlerini neşretmek hususunda Ziya Gökalp Beyin ifa ettiği hidmetler Türk milletinin kalbinde ebedi bir minnet bırakmıştır. Anadolu Ajansı bu büyük ziya [kayıp] karşısında duyduğu derin teessürleri beyan ve Türk milletini bütün ruhuyla taziye eder [başsağlığı diler].”

Üstadın son hayatına ait ajans tarafından verilen malumat ber-vech-i atidir [aşağıdadır]:

Ajans ve matbuat mensubini [mensupları] namına üstat Ziya Gökalp Beyi 23 Teşirinievvel’de [23 Ekim 1924] ziyaret eden Anadolu Ajansının İstanbul mümessili [temsilcisi] Edhem Hidayet Bey o günkü tarihle şu telgrafı ajansa göndermiştir:

İstanbul: 23 [Ekim 1924] (A. A.)-Ziya Gökalp Beye gittim. Çok dalgın, etrafındakileri tanıyamaz bir halde idi. Hiçbir şey söyleyemiyor ve ızdırap alameti gösteriyordu. Dünkü konsültasyon neticesinde kati olmamak üzere dimağında iltihap olduğu teşhis edildiğini ve doktorların ümitvar bulunmadığını biraderi Nihad Bey ifade etti. Kemal-i teessürle arz ederim.”

Anadolu Ajansının üstadın hastalığına ve irtihaline dair müteakip telgrafları da ber-vech-i atidir [aşağıdadır]:

İstanbul: 24 [Ekim 1924] (A. A.)-Ziya Gökalp Beyin vaziyet-i sıhhiyesine [sağlık durumuna] dair bu akşamki tabip raporu ber-vech-i atidir:

Hastanın ahval-i umumiyesi git gide kesb-i vahamet ediyor. Hastalık süratle seyrini takip ediyor. Ziya Bey artık etrafındakileri tanımıyor. Kalp mukavemet ediyor. Hastalığın vahameti bütün kuvvetiyle bakidir.” [2]

DİP NOTLAR

[1] https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/bilgi/ziya-gokalp-1876-1924/

[2] Hâkimiyet-i Milliye, 26 Teşrinievvel 1924, No: 1256, s. 1, sütun: 2-3

Continue Reading

Türk İstiklâl Mücadelesi

Başkent Ankara’nın Her Köşesinde Keser Sesleri

Published

on

Giriş

Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Hükûmet, 23 Nisan 1920’den beri Ankara’da bulunmaktadır. Bu sebeple Ankara, Türkiye’nin fiilen merkezidir. Hukuken Ankara’nın başkent yapılması için, işgal askerlerinin Türkiye’den çekip gitmeleri beklenmektedir.

9 Eylül 1922 Büyük Zafer’den sonra, Yunan askerleri Türkiye’den atılmış, İngiliz, Fransız ve İtalyan askerlerinin bir kısmı Türkiye’de kalmıştı. Bunların da ülkelerine gitmeleri için Türkiye ile İtilaf Devletleri arasında Londra’da bir protokol imzalanmıştı. Bu protokol, Lozan Antlaşması’nın XIV. ekini teşkil etmekte ve “Britanya, Fransa ve İtalya Birliklerince İşgal Edilen Türkiye Topraklarının Boşaltılmasına İlişkin Protokol” adını taşımaktaydı. Kısaca “Boşaltma Protokolü” (Tahliye Protokolü) olarak bilinmekteydi. Protokol ile yabancı askerlerin Türk topraklarını boşaltmaları şu şarta bağlanmıştır: Önce Türkiye Büyük Millet Meclisi Lozan Antlaşması’nı onaylayacak, antlaşmanın onaylandığı İtilaf Devletlerinin İstanbul’daki yüksek komiserlerine resmen duyurulacak, sonraki altı hafta içinde yabancı askerlerin Türkiye topraklarını boşaltmaları tamamlanmış olacaktır.

Lozan Antlaşması, 24 Temmuz 1923’te imzalandı. Bir ay sonra 23 Ağustos 1923’te Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından onaylandı. Meclisin onay kararı aynı gün saat 22.30’da İstanbul’daki İtilaf Devletleri yüksek komiserlerine resmen duyuruldu. O anda, altı haftalık süre için geriye sayma işlemi başladı. 2 Ekim 1923’te yabancı askerlerin son kalıntıları, İstanbul’da Dolmabahçe önünde Türk bayrağını ve Türk askerini selamladıktan sonra çekilip gittiler. Böylece Türk toprakları düşmandan temizlendi. İşte o zaman Türkiye Devleti’nin başkent işi gündeme geldi.

Bütün düşünceler, yeni Türkiye Devleti’nin başkentinin Anadolu’da ve Ankara şehri olması gerektiğinde toplanmaktaydı… Devletin başkentini bir an önce tespit ederek iç ve dış kararsızlıklara son vermek çok gerekmekteydi. 9 Ekim 1923’te Malatya Mebusu İsmet Paşa ve rüfekası [arkadaşları] tarafından Meclis Riyasetine [Başkanlığına]  verilmiş olan teklif-i kanuni [kanun teklifi] şudur: [1]

Lozan Muahedenamesinin mütemmimlerinden [tamamlayanlarından] olan tahliye protokolünün tatbikatı hitam [son] bulmuş ve baştanbaşa ecnebi işgalinden kurtulan Türkiye’nin fiilen tamamiyeti tahakkuk eylemiştir [gerçekleşmiştir]. Milletimizin en kıymettar mallarından İstanbul’umuz Hilâfet-i İslâmiye’nin makarrı [İslam Hilafetinin merkezi] olan vaziyetini, Âlem-i İslâm içinde tahsisen [en çok] ve hasren [özellikle] Türk Milleti’nin vesait-i müdafaasına mevdu [emanet edilmiş] olarak ilelebet muhafaza edecektir. Diğer taraftan Türkiye Devleti’nin makarrı idaresi [idare merkezi] için Büyük Millet Meclisi’nde karar vermek zamanı gelmiştir.

Bir devletin merkezini tayin için esas olacak mülâhazat [düşünceler], yeni Türkiye’nin makarr-ı idaresi Anadolu’da ve Ankara şehrinde intihap edilmek [seçilmek] lüzumunu emreder. Mülâhazat-ı mezkûre [anılan düşünceler] muahedename [andlaşma] ile Boğazlar için kabul edilen ahkâm [hükümler],  yeni Türkiye’nin esas-ı mevcudiyeti [varlık esasları], memleketin menabi-i kuvvet [kuvvet kaynakları] ve inkişafını [gelişmesini], Anadolu’nun merkezinde tesis etmek lüzumunu, vaziyet-i coğrafiye [coğrafi durum] ve sevk-ül-ceyşiyenin [stratejinin] müsaadesi, dâhili [iç] ve harici [dış] emniyet ve istidadı [kabiliyeti] hususunda mesbuk [arkada bırakılmış]olan tecârüb [denemeler, deneyişler] ile hulâsa olunabilir [özetlenebilir]. Bu mülâhazatın [düşüncelerin]  her biri başlı başına bir ehemmiyet-i katiyeyi haizdir [kati öneme sahiptir].

Devletin makarr-ı idaresinin yeni bir şekilde tesis [kurma] ve inkişafına [gelişmesine] bir an evvel başlamak ve dâhili ve harici tereddütlere nihayet vermek için atideki [aşağıdaki] madde-i kanuniyenin [kanun maddesinin] kabulünü arz ve teklif ederiz.

9 Teşrinievvel [Ekim] 1339[1923]

Madde-i Kanuniye: Türkiye Devleti’nin makarr-ı idaresi Ankara şehridir.

İsmet (Malatya), Ferid Recai (Çorum), Zülfü (Diyarbekir), Dr. Fikret (Ertuğrul), Seyfi (Kütahya), Hilmi (Malatya), Mahir (Kastamonu), Rüşdü (Erzurum), Sabit (Erzincan), Rasim (Sivas), Necati (Bursa), Mehmed Kâmil (Karahisarı Sahib), Ali Rıza (İstanbul), Kazım Hüsnü (Konya), Refet (Bursa).

Kanun teklifi 10 Ekim 1923’’te Layiha Komisyonundan ve aynı gün Anayasa Komisyonundan geçti ve 13 Ekim 1923’te Meclis genel kuruluna geldi.

Riyaset-i Celileye [2]

Ankara şehrinin Türkiye Devleti’nin makarr-ı idaresi olduğuna dair Malatya Mebusu İsmet Paşa Hazretleriyle rüfekası [arkadaşları] tarafından mu’ta [verilmiş] 9 Teşrinievvel 339 tarihli muhavvel [havale edilen, gönderilen] teklif-i kanuni Encümenimizce mütalaa ve tetkik olundu. İstihdaf ettiği [hedeflediği] gaye-i askeriye ve siyasiyeye [askeri ve siyasi amaçlara] nazaran [göre] şayan-ı müzakere [müzakereye uygun] görülmekle Heyet-i Umumiyeye [Genel Kurula] takdimine karar verildi.

10 Teşrinievvel[Ekim]1339[1923]

Layiha Encümeni Reisi Emin (Tokat), Mazbata Muharriri Ahmet Saki (Antalya), Kâtip Necip Ali

Kanun-ı Esasi Encümeni’nin tertip eylediği esbab-ı mucibe [gerekçe] layihası da ber-vech-i-atidir [aşağıdaki gibidir].

Riyaset-i Celileye [3]

Esbab-ı Mucibe Mazbatası

“Encümenimize 10-10-[13]39 [1923] tarihiyle havale buyurulan Ankara şehrinin Türkiye Devleti’nin makarr-ı olmasına dair Malatya Mebusu İsmet Paşa Hazretleriyle rüfekası tarafından muta [verilmiş] Layiha Encümeni’nce şayan-ı müzakere görülen teklif-i kanuni Encümenimizce de bilmüzakere musib [isabetli]  ve muvafık görüldü. Hadisat-ı ahire, Anadolu’nun hemen vasatında kâin bulunan Ankara’yı zaten makarr-ı tabii olarak irae [tayin etme] ve idad ettiğinden [hazırladığından]  bu teklif-i kanuni bir şe’niyetin tesbitinden ibarettir.

Mezkûr teklif-i kanunide münderiç madde-i kanuniyenin bilahare tanzim ve kabul kılınacak mufassal Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’muzun silsile-i mevaddı meyanına idhali temenniyatının Heyet-i Umumiye’ye arzına müttefikan karar verilmiştir.”

Kanun-ı Esasi Encümeni Reisi Yunus Nadi (Menteşe), Mazbata Muharriri Celal Nuri (Gelibolu), Kâtip Feridun Fikri (Dersim), Aza Necati (İzmir), Aza İbrahim Süreyya (İzmit), Aza Ebubekir Hazım (Niğde), Aza Ahmet (Kars) (bulunamadı), Aza Ahmed Süreyya (Karesi), Aza Refet (Bursa), Aza Münir Hüsrev (Erzurum)

Yapılan tartışmalardan sonra [4], kanun teklifi oy çokluğuyla kabul edildi. Oturum başkanı Ali Fuat Paşa’nın oy çokluğuyla [ekseriyet-i azimeyle kabul edilmiştir] sözüne bazı milletvekilleri “oy birliğiyle” [ittifakla] sesleriyle itiraz etmesi üzerine, Ali Fuat Paşa [Efendim kalkmayan el vardır. Müttefikan diyemem, gördüm, ekseriyet-i azimeyle kabul edilmiştir.] diyerek oturumu sonlandırdı. Kanun teklifi biçiminde gündeme gelen bu konu karar biçimine dönüştürüldü: 

Karar 27: Ankara şehrinin Türkiye devletinin başkenti olmasına ilişkin Malatya Milletvekili İsmet Paşa’nın 2/188 sayılı kanun teklifi üzerine Anayasa Komisyonunca düzenlenen 10.10.1923 tarihli mazbata TBMM’nin 13.10.1923 tarihli otuz beşinci birleşiminin ikinci oturumunda okunarak olduğu gibi kabul edilmiş ve Ankara şehrinin Türkiye Devleti’nin başkenti olması büyük çoğunlukla kararlaştırılmıştır. Kabul edilen karar Ankara’nın, Mustafa Kemal ve Heyet-i Temsiliye’nin şehre gelişinden itibaren fiilî olarak sürdürdüğü merkez olma özelliğini, başkent sıfatıyla taçlandırmıştır. Bu metin bir kanun değil TBMM kararı olduğundan, daha sonra Anayasamızda yer almıştır.

Nitekim 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet’in ilanından ve Halifeliğin kaldırılmasından (3 Mart 1924) sonra 20 Nisan 1924’te Türkiye Büyük Millet Meclisince benimsenen Anayasa’nın 2. maddesinde Türkiye Devleti’nin başkentinin Ankara olduğu belirtilmiştir. [5]

Böylece Ankara, Türkiye’nin resmen başkenti oldu.

Meclis kararı, yeni başkentte büyük sevinç gösterileriyle kutlanmıştır. Şehir bayraklarla donatılmış ve gece fener alayları düzenlenmiştir. [6]

Eğitim-öğretimi etkileyen ve eğitim-öğretimden etkilenen kişi, kurum ve kuruluş temsilcilerinin-özellikle öğrencilerimizin-tarihsel duyarlılık, tarihsel duyarlılık ile Türk milleti, Türk devleti, Türk vatanı ve Türk bayrağına sevgi, saygı ve takdir duygularını, yerel tarihi ve yakın geçmişi millî tarih ile ilişkilendirerek millî bilinç ve tarih duyarlılığını geliştirmelerine katkıda bulunmak amacıyla Ankara’nın, Milli Mücadele dönemindeki durumunu Türkiye Devleti’nin başkenti olmasının gerekçelerini açıklayan Ankara Belediye Başkanı Kütükçü Ali Bey’in anlatımını içeren  [Hâkimiyet-i Milliye, 14 Teşrinievvel [Ekim] 1923, No: 940, s: 3, sütun: 3-4]te Osmanlı Türkçesi ile yayımlanan metin, araştırmacı tarafından çevrim yazı olarak aşağıda sunulmuştur:

ANKARA’NIN HER KÖŞESİNDE KESER SESLERİ

****************************************************************

         Halk Fırkası, devletin merkezini Ankara olarak tespit ettiği gün on binlerce liralık arsa alım satımı başlamıştır.

         Ankaralılar ihmalkâr vatandaşlar değil, hesaplı insanlardır.

****************************************************************

İstanbul gazetelerinde, Cemiyet-i Umumiye-i Belediyenin [Genel Belediye Derneğinin] hükûmet merkezinin İstanbul’a naklini temin maksadıyla teşebbüsatta [teşebbüslerde, girişimlerde] bulunacağını, azadan [üyeden] bir zatın cemiyete bu babda bir takrir [önerge] vereceğini okuduktu. Ancak bu havadisi okuduğumuz günlerde, Halk Fırkası, hükûmet merkezinin Ankara’da kalmasını kabul etmiş bulunuyordu. Mesele böylece en mantıki ve tabii şekliyle bitmiş addolunabileceği sırada, Cemiyet-i Umumiye-i Belediye azasından Ziya Molla Bey, (Vakit) refikimize beyanatında, bir İstanbullu sıfatı ile merkez meselesini İstanbul lehine muhakeme ederken, Ankaralılar hakkında da artık biraz da modası çoktan geçmiş bazı beyanatta bulunmuştur. Bu beyanatta, Ankaralıların, Ankara’yı merkez-i hükûmet görmek iste[me]dikleri zikrolunuyor ve buna misal olarak Ankara Belediye Reisine atf ve isnat olunan bazı beyanat, hakikaten artık lüzumsuz ve bayat bir delil olarak öne sürülüyor.

Dün bir muharririmiz [yazarımız] Ali Bey’i ziyaret etti. (Vakit) refikimizdeki beyanat dolayısıyla fikrini almak istedi. Muharririmiz anlatıyor: [Kütükçü] Ali Bey zaten müteessir olmuş [üzülmüş ], bahis [konu] açılır açılmaz dedi ki:

  • “Bu nasıl sözdür? Her şeyden sarf-ı nazar [vazgeçmek], bir kimse tasavvur eder [göz önüne getirir] misiniz ki, maddi menfaatine yüz çevirsin. Mesela ben kendi hesabıma, Ankara’nın hükûmet merkezi olarak kalmasını bir nimet-i azime [büyük nimet] telakki [kabul] ederim. Bütün Ankaralıların böyle telakki ettiğine hiç şüphe etmeyiniz. Çünkü merkez kalacak Ankara, imar olunacak ve imar edilmiş bir Ankara’da ise emlak sahibi olanlar bittabi azami bir menfaat elde etmiş olacaklardır. İstanbullu, İzmirli, Sivaslı herhangi bir zat, memleketin merkez olmasını şiddetle arzu eder de Ankaralı neden bu arzuyu duymaz? Böyle bir iddianın mantıkla alakası yoktur. İşitiyorum, diyorlar ki, “Biz Ankara’nın merkez kalması hususunda hiçbir teşebbüste bulunmamışız”, filhakika [hakikaten] bir gürültülü bir surette hiçbir talepte bulunmadık. Lakin bu arzumuzun olmadığına hamledilebilir [dayanak olabilir]  mi? Ankara,  bundan üç sene evvel, bağrına bastığı ve daima varını yoğunu emri yoluna döktüğü milli hükûmetin merkezi olarak kalacağına kani idi. Mamafih [bununla beraber] eğer memleketin ali menfaati [yüksek yararı], siyasi bir nokta-i nazardan [görüşten] merkezin Ankara’dan naklini icap ederse Ankaralılar buna karşı ne diyebilirler? Biz şahsi menfaatimizi, ammenin [kamunun] menfaati mevzu-i bahs [söz konusu] olan yerde hiç kaale almadık.

Şimdi uzak bir tarih gibi kalan günlerde, üç sene evvel Sivas’ta başlayan milli harekete Ankara, bütün mevcudiyetiyle iltihak ettiği ve o zaman nasıl yüksek ve necip bir alaka ve fedakârlık yaptığı unutulmamıştır. Gazi Paşamız Ankara’ya gelirken, bütün Ankara, kırlara, Gazi’nin yoluna dökülmüştü. O münciyi [kurtarıcıyı], daha henüz milli hareket bir nüve iken düşman henüz bütün kuvvetiyle yanı başımızda iken bağrına basmış, onun arkasına düşmüştü. O gün uman Ankara, bugün umduğunu bulmuş olmakla bahtiyardır.”

[Kütükçü] Ali Bey, bu sözleri heyecanlı bir ifade ile anlatıyordu. Belli idi ki, ikide birde Ankara ve Ankaralılar hakkında söylenen sözlerden çok müteessirdi. Ali Bey bahsi Ankara’nın imarına intikal ettirdi; dedi ki:

-“Bizim için şehirlerini imar edememişler, edemiyorlar diyenler var. Bu zevata hatırlatmak isterim ki, Ankaralılar düşman denize döküldüğü ve vatan tam bir istiklal ve serbesti ile bize kaldığı günden itibaren her tarafta inşaat ve tamirata başlamış bulunuyor. Vaktiyle, Abdülhamit devrinde saraydan defterdarlığa sık sık şu emir gelirdi: “Şu kadar gün zarfında merkeze on bin lira göndermezseniz azliniz mukarrerdir.” Defterdar, koltuğundan ayrılmamak için bu parayı kırbaçlı tahsildarları ve jandarmaları vasıtasıyla halktan toplar, gönderirdi. Bu bir düzeye böyle devam ederdi. Hâlbuki o zamanlar refah içinde yaşayan her Hristiyan evinin kapısını birkaç erkek açardı. Bir Türk için 18 yaşına gelmiş bir delikanlı serhatlerde fenayab [mahv] olmaya mahkûmdu. Emniyetsiz, atisiz [geleceksiz] bir hayat… Böyle bir devirde Anadolu yapılamıyordu çünkü yıkılıyordu. Sonra meşrutiyet ilan edildi. Milli hâkimiyetin bahşayişinden [nimetlerinden] istifade edeceğimizi umduğumuz o günler de bitmez tükenmez harplerle geçti.

Sonra, “Ankara üç senedir merkez olduğu halde ne yapıldı?” diyorlar. Lakin düşünmüyorlar ki, düşman Sakarya boyundan çekileli henüz iki sene ve vatan harp ihtimalini bertaraf edeli henüz iki buçuk ay oldu. Ankara, Milli Mücadele günlerinde bizzaruri ve bittabi kaldırımını, evini düşünmemiş düşünememiştir. Çünkü her şeyden evvel vatanın kurtarılması için, bütün diğer ihtiyaçlara sarf edilecek zaman bırakmayan bir cidal ile meşguldü. Ankara, Sakarya Meydan Harbi devam ettiği günlerde, kendi yiyeceğini unutarak, bütün fırınlarını askere tahsis etmiş, yevmiye 80 bin çift ekmek yetiştiriyordu. Yine o günlerde yaralı gaziler için (5000) kat yatak takımı tedarik etmişti. Demircileri askere süngü ve kasatura yapıyor, en fakir evler, mermiler için bakırlarını, susuz Haymana Ovası’ndaki mücahitlere su taşımak için tenekelerini, hülasa nesi var ise her şeyini feda ediyordu. Şimendiferleri o dar zamanda işletecek odun bulunamaması ihtimaline karşı Ankaralılar müttefikan, evlerimizi söker, kerestesiyle treni işletiriz, diye ahdetmişlerdi.

Bugün hamdolsun o tehlikeli günler geçti. Millet mukadderatını bizzat eline alarak dâhili umran [bayındırlık, medeniyet] ve inkişaf [gelişme] mücadelesine koyulacak günlere erişti. Şimdi artık, ne milletin parasını kırbaçla toplayıp saraya gönderecek defterdarların hüküm sürdüğü, ne de milli varlığı esaret ile heba edecek, çökertecek ve yaşamak imkânından mahrum bırakacak bir devirde değiliz. Onun içindir ki, millet kendini kendi yurdunda hür ve müstakil bulduğu, atisinden ümitvar olabildiği içindir ki, bugün Ankara’nın her sokağında dülgerlerin (keser) sesleri işitiliyor. Belediye Dairesi, geçen sene yalnız (20) adet inşaat tezkeresi [izini] vermişti. Zaferden sonra bu sene zarfında (500) tezkere verdi. Merkezin Ankara’da kalacağı Halk Fırkasınca takarrür etmesi [karalaştırılması] üzerine bu tehalük [can atma, koşuşma, istekle atılma] derhal artmıştır. Evvelki gün Yeğen Bey Caddesi başında bir arsa Attarbaşı Hacı Kerim Efendi tarafından 10 bin liraya satın alındı; işittiğime göre burada 20-30 bin lira sarf ederek büyük bir otel yaptıracaktır. Yine dün bu civarda bir arsa 3000 liraya alındı. Bu faaliyet tabii günden güne artacaktır. Hülasa, Ankara, Türk milletinin varlığını kurtarmak ve korumak için yaptığı harikaengiz [harika yaratan] mücadele ve mücahedenin merkezi olmuşsa, hür ve müstakil Türkiye Devleti’nin de asri ve mükemmel bir merkezi olacaktır. Ankaralılar, bu büyük nimetin manevi ve maddi menafiini [yararlarını, çıkarlarını] idrak etmekle bahtiyar ve mesuttur. Bu tabii keyfiyeti ilama bilmem ki hacet var mıdır? [7]

DİP NOTLAR

[1] T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, Devre: II, Cilt: 2, İçtima Senesi: 1, 13 Teşrinievvel 1339, s. 665

https://www.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/TBMM/d02/c002/tbmm02002035.pdf

[2, 3] T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, Devre: II, Cilt: 2, İçtima Senesi: 1, 13 Teşrinievvel 1339, s. 666

[4] T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, Devre: II, Cilt: 2, İçtima Senesi: 1, 13 Teşrinievvel 1339, s. 666-670

[5] https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/bilgi/ankaranin-baskent-olusu/

[6] Hâkimiyet-i Milliye, 16 Teşrinievvel 1923, No: 942, “Ankara’da Üç Gün Üç Gece Şenlik”, s. 3, sütun: 5-6

[7] Hâkimiyet-i Milliye, 14 Teşrinievvel [Ekim] 1923, No: 940, s: 3, sütun: 3-4

Continue Reading

Türk İstiklâl Mücadelesi

6 Ekim, İstanbul’un Düşman İşgalinden Kurtuluş Günü

Published

on

Giriş

30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasından sonra İtilâf Devletleri donanması 13 Kasım 1918’de İstanbul’a gelmiştir. Böylece fiilî işgal dönemi başlamış ve bu durum 16 Mart 1920’de resmî bir nitelik kazanmıştır. İstanbul’un resmen işgali sonucunda 23 Nisan 1920’de Ankara’da TBMM açılmıştır. Mustafa Kemal Paşa yönetimindeki Milli Mücadele’nin başarıyla sonuçlanmasından TBMM Hükümeti ile İtilâf Devletleri arasında Mudanya Mütarekesi imzalanmıştır (11 Ekim 1922). Mudanya Mütarekesi hükümleri, İtilâf Devletleri’ne barış antlaşması imzalanıncaya kadar İstanbul ve Boğazlar bölgesinde kalma hakkı tanımıştı. 20 Kasım 1922’de başlayan Lozan barış görüşmelerinde İstanbul’un tahliyesi meselesi, İtilâf Devletleri heyetleriyle Türk heyeti arasındaki müzakerelerde önemli yer tutmuş ve en son halledilen meselelerden biri olmuştu. Neticede, 24 Temmuz 1923’te Lozan Barış Antlaşması imzalanmış ve 23 Ağustos 1923’te TBMM’nin antlaşmayı tasdik etmesinden [1] sonra İstanbul’daki işgal kuvvetleri, protokol gereği 6 hafta içinde tahliyeyi tamamlayarak 2 Ekim 1923’te şehirden ayrılmışlardır. Böylece, 5 yıl süren esaret sona ererken 6 Ekim 1923’te Türk ordusu İstanbul’a girmiştir.

İstanbul’un işgal günleri “Halide Edip Adıvar, Ateşten Gömlek; Selâhaddin Enis Atabeyoğlu, Cehennem Yolcuları; Münevver Ayaşlı, Pertev Bey’in Üç Kızı; Şükûfe Nihal Başar, Yalnız Dönüyorum; Haydar Berköz, İkinci Ergenekon; Kemal Bilbaşar, Bedoş; Tarık Buğra, Firavun İmamı; Kemal Tahir, Esir Şehrin İnsanları, Esir Şehrin Mahpusu, Yorgun Savaşçı; Hasan İzzettin Dinamo, Kutsal İsyan, Türk Kelebeği; Emine Işınsu, Cumhuriyet Türküsü; Attila İlhan, Dersaadet’te Sabah Ezanları, Sırtlan Payı; Esat Mahmut Karakurt,  Allahaısmarladık;  Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Sodom ve Gomore; Samim Kocagöz, Kalpaklılar, Doludizgin; Mithat Cemal Kuntay, Üç İstanbul; Ayla Kutlu, Bir Göçmen Kuştu O; Agâh Sırrı Levend, Acılar; Mehmet Rauf, Halas;  Burhan Cahit Morkaya, Nişanlılar;  Peyami Safa, Biz İnsanlar, Sözde Kızlar; Cevdet Kudret Solok, Sınıf Arkadaşları; Mükerrem Kâmil Su; Dinmez Ağrı; Ercüment Ekrem Talu, Kan ve İman; Ahmet Hamdi Tanpınar, Sahnenin Dışındakiler; Hilmi Ziya Ülken, Posta Yolu” [2] Türk romanlarında işlenmiştir.

ÖĞRETİM PROGRAMLARINDA KURTULUŞ GÜNLERİ

2017 Sosyal Bilgiler, Türkiye Cumhuriyeti İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük dersleri öğretim programlarında; “6. Millî ve dinî bayramlar, mahallî kurtuluş ve kutlama günleri, önemli olaylar, belirli gün ve haftalardan yararlanılarak öğrencilerin tarihsel duyarlılığı geliştirilmelidir.” [3] “4. Millî ve dinî bayramlar, mahallî kurtuluş ve kutlama günleri, önemli olaylar, belirli gün ve haftalardan yararlanılarak öğrencilerin tarihsel duyarlılıkları ile Türk milletine, Türk devletine, Türk vatanına ve Türk bayrağına sevgi, saygı ve takdir duyguları geliştirilmelidir.” [4] “12) Ders içeriğine uygun olacak şekilde yerel tarih ile ilgili araştırma görevleri vererek öğrencilerin yerel tarihi ve yakın geçmişi millî tarih ile ilişkilendirmeleri sağlanmalı, bu yolla öğrencilerde millî bilinç ve tarih duyarlılığı oluşturmaya çalışılmalıdır.” [5] yönergelerine yer verilmiştir.

Eğitim-öğretimi etkileyen ve eğitim-öğretimden etkilenen kişi, kurum ve kuruluş temsilcilerinin-özellikle öğrencilerimizin-tarihsel duyarlılık, tarihsel duyarlılık ile Türk milleti, Türk devleti, Türk vatanı ve Türk bayrağına sevgi, saygı ve takdir duygularını, yerel tarihi ve yakın geçmişi millî tarih ile ilişkilendirerek millî bilinç ve tarih duyarlılığını geliştirmelerine katkıda bulunmak amacıyla Hâkimiyet-i Milliye Gazetesi’nin 07 Ekim 1923 tarih ve 934 sayılı nüshasında 2. Sayfa, 4-6. sütunlarda yayımlanan “Muzaffer ve Kahraman Kıtaatımız Dün Sevgili İstanbul’a Girmiştir” başlıklı haberin çevrim yazısını sunuyoruz:

MUZAFFER VE KAHRAMAN KITAATIMIZ [BİRLİKLERİMİZ] DÜN SEVGİLİ İSTANBUL’A GİRMİŞTİR

* * *

Muzaffer Türk orduları yarın sabah hürriyetine kavuşan İstanbul’a giriyor.

Türk askerinin (Hicri 857) de ilk defa fethettiği İstanbul, genç Türkiye’nin muzaffer orduları (Hicri 1342) de ikinci ve son defa yarın fethediyorlar. Cihan ve tarih için büyük bir ehemmiyeti haiz olan bu hadisede acaba yeni bir kurunun [çağın]  başlangıcı mıdır?

İlk fetih:857 [1453] –Son fetih:1342 [1923] [6]

* * *

İstanbul’un yaptığı tezahürat emsalsizdir. Alkışlar fasılasız saatlerce devam etmiştir.

Sabah saat onda kumandan Şükrü Naili Paşa, öğleden sonra ikide de kahraman kıtaatımız İstanbul’a girmişlerdir.

* * *

Şükrü Naili Paşa İstanbul’da

Ankara: 6 [Ekim 1923] (A. A.)-İstanbul’dan yazılıyor: Şükrü Naili Paşa ile karargâhı (Pendik) vapuru ile şafakla beraber halkın alkışları ve payansız [sonsuz] tezahüratı [gösterileri] arasında (Hereke)’den hareket etmiştir. Anadolu sahilleri ve adalarda vapuru selamlamak için binlerce halk toplanmıştı. Vapur yolda Yavuz zırhlısı tarafından selamlanmış ve limanda kâmilen [tamamen] bayraklarla donanan bütün vapurların mütemadi [aralıksız] düdük sesleriyle istikbal edilmiştir [karşılanmıştır]. Onda Sirkeci’ye muvasalat etmiştir [varmıştır]. İskele civarında caddelere halılar serilmiş ve güzergâhın [geçilen yerin]  her tarafında tak-ı zaferler [zafer kemerleri]  rekz olunmuştur [kurulmuştur]  .

Mektep talebesi, muhtelif cemiyetler, İstanbul’daki kıtaat-ı askeriye [askeri birlikler] güzergâhta durmuşlar ve yüz binlerce halk İstanbul’un şimdiye kadar görmediği tezahürat ile paşayı istikbal etmişlerdir [karşılamışlardır]. Ankara’dan gelen mebuslar heyeti, İstanbul murahhası [delege] Adnan ve vali Haydar beylerle Selahaddin Paşa, müessesat-ı ecnebiye [yabancı ülkeler kurumları] direktörleri, Rum ve Ermeni patrik vekilleri, haham başı, Katolik ve Keldani patrikleri iskelede hazır idiler.

Heyecan Verici Bir Zafer Alayı

Şükrü Naili Paşa, Selahaddin Adil Paşa ile bir otomobile rakib olmuş [binmiş]  ve karargâh heyeti ile müstakbilini [karşılıyanını] hamil [taşıyan] kırk otomobil tarafından takip edildiği halde kumandanlığa azimet eylemiştir [gitmiştir]. Caddelerden geçerken müteaddit [birçok] noktalarda kurbanlar kesilmiş ve tezahürat yapılmıştır.

Ordunun Duyduğu Sevinç

Şükrü Naili Paşa makamında, şehir namına şehremini [belediye reisi/başkanı] vekili Haydar Bey’in ve rüseay-ı ruhaniye [papaslar, piskoposlar] ile diğer zevatın [kişilerin] tebrikatını [tebriklerini] kabul etmiş ve gazetecilere beyanatta bulunarak “ordunun ahz-ı [alma] emeli olan İstanbul’a kavuşmasından mütehassıl [meydana gelen] meserretini [sevincini]” izhar eylemiştir [göstermiştir]. Karargâhta, İstanbul kumandanlığı karargâhı tarafından Şükrü Naili Paşa ve karargâhı şerefine bir öğle ziyafeti keşide edilmiştir [düzenlenmiştir]. Şehremaneti   [belediye] tarafından bu akşam Fatih daire-i belediyesinde [belediyesinde] bir ziyafet verilecek ve gece fener alayı yapılacaktır. İstanbul ve Beyoğlu’nun her tarafı baştanbaşa donatılmış, bütün İstanbul halkı caddeleri ve sokakları doldurmuştur.

* *

Ankara: 6 (A. A.)-İstanbul’dan yazılıyor: Şükrü Naili Paşa ve karargâhı bugün onda Sirkeci’ye muvasalat etti [vardı, ulaştı]. Hakkında fevkalade [olağanüstü] tezahürat yapılmıştır. Alkışlar içinde kumandanlığa azimet etti.

Saat ikide İstanbul’a geçecek kıtaatımızı [birliklerimizi] karşılamak için şimdiden bütün İstanbul halkı güzergâha dökülmüştür. Mektepler, ahali ve esnaf cemiyetleri, kıtaat-ı askeriye [askeri birlikler] caddelerdeki muayyen [kararlaştırılan] mevkilerini aldılar. İstanbul emsali görülmemiş bir bayram günü yaşıyor.

* *

Muzaffer Kıtaatımızın İstikbali

Ankara: 6 (A. A.)-İstanbul’dan bildiriliyor: Sabahtan beri Gülhane Parkı’nda tecemmu eden [toplanan] kıtaatımız saat ikide refakatinde Selahaddin Adil Paşa olduğu halde otomobille gelen Şükrü Naili Paşa tarafından teftiş edilmiştir.

Halkın Verdiği Şükran Çiçekleri

Badehu [ondan sonra] önde kumandan paşanın otomobili olduğu halde birçok otomobillerde erkân-ı harbiye heyetleri müteakiben [arka arkaya] kıtaatımız göğüsleri ve otomobilleri halk tarafından verilen çiçek demetleriyle süslenmiş olduğu halde şiddetli alkışlar ve “Yaşa!” sesleri arasında ve tezahürat-ı fevkalade [olağanüstü gösteri] ile parktan çıkarak Sirkeci, Köprü, Karaköy, Tepebaşı, Galatasaray tarikleriyle [yoluyla] Taksim Kışlası’na gitmişlerdir. Bahriye Mızıkası ile Ertuğrul Mızıkası kıtaatımıza refakat [eşlik] ediyordu.

Minarelerde Tekbirler

Yollarda tak-ı zaferler altında kurbanlar kesilmiş ve alkışlar merasimin sonuna kadar hiç fasılaya uğramamıştır. Kıtaat geçerken bütün minarelerden tekbirler alınmakta idi. Bu gece minarelerde mahyalar kurulacak, sabaha kadar şenlikler yapılacaktır. [7]

DİPNOTLAR

[1] https://www.tbmm.gov.tr/tutanaklar/KANUNLAR_KARARLAR/kanuntbmmc002/kanuntbmmc002/kanuntbmmc00200343.pdf

[2] https://www.hurriyet.com.tr/5-yillik-isgale-28-roman-sigdi-54715

[3] 2017 SOSYAL BİLGİLER DERSİ ÖĞRETİM PROGRAMI (İlkokul ve Ortaokul 4, 5, 6 ve 7. Sınıflar), s. 12

[4] 2017 T.C. İNKILAP TARİHİ VE ATATÜRKÇÜLÜK DERSİ ÖĞRETİM PROGRAMI (Ortaokul 8. Sınıf), s. 10

[5] 2017 ORTAÖĞRETİM T.C. İNKILAP TARİHİ VE ATATÜRKÇÜLÜK DERSİ ÖĞRETİM PROGRAMI, s. 24

[6] Hâkimiyet-i Milliye, 5 Ekim 1923, No: 933, s. 1, sütun: 1-3

[7] http://gazeteler.ankara.edu.tr/dergiler/milli_kutup/1541/1541_9/0284.pdf

Continue Reading

En Çok Okunanlar