Connect with us

Türk İstiklâl Mücadelesi

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Yaveri Cevat Abbas Gürer’in Hatıralarında Amasya Genelgesi’nin Hazırlanışı

Published

on

GİRİŞ

Türk Milli Mücadelesi’nin başbuğu Mustafa Kemal Paşa, 19 Mayıs 1919 Pazartesi sabahı saat 6’da 9. (sonra 3.) Ordu Kıt’aları Müfettişi olarak Samsun’a çıktığında yanında aşağıdaki 18 subay bulunuyordu:

  1. Kurmay Albay Refet Bey (General BELE) (3. Kor. K.)
  2. Kurmay Albay Manastırlı Kazım Bey (General DİRİK) (Müfettişlik Kur. Bşk.)
  3. İbrahim Tali Bey (ÖNGÖREN) (Müfettişlik Sağlık Bşk.)
  4. Kurmay Yarbay Mehmet Arif Bey (AYICI) (Kurmay Başkan Yardımcısı)
  5. Kurmay Binbaşı Hüsrev Bey (GEREDE) (Karargâh Erkan-ı Harbiyesi İstihbarat ve Siyasiyat Şubesi Müdürü)
  6. Topçu Binbaşı Kemal Bey (DOĞAN) (Müfettişlik Topçu K.)
  7. Binbaşı Refik Bey (SAYDAM) (Sağlık Bşk. Yardımcısı)
  8. Yüzbaşı Cevat Abbas (GÜRER) (Müfettişlik Başyaveri)
  9. Yüzbaşı Mümtaz (TÜNAY) (Kurmay Mülhakı)
  10. Yüzbaşı İsmail Hakkı (Kurmay Mülhakı)
  11. Yüzbaşı Ali Şevket (ÖNDERSEV) (Müfettişlik Emir Subayı)
  12. Yüzbaşı Mustafa Vasfi (SÜSOY) (Karargâh K.)
  13. Üsteğmen Hayati (Kurmay Başkanı Emir Subayı ve Müfettişlik Kalem Amiri)
  14. Üsteğmen Arif Hikmet (GERÇEKÇİ) (Kurmay Mülhakı sonra 3. Kor. K. Yaveri)
  15. Üsteğmen Abdullah (İaşe Subayı)
  16. Teğmen Muzaffer (KILIÇ) (Müfettişlik İkinci Yaveri)
  17. Birinci Sınıf Kâtip Faik (AYBARS) (Şifre Kâtibi)
  18. Dördüncü Sınıf Kâtip Memduh (ATASEV) (Şifre Kâtibi Yardımcısı) [1]

Bu kişilerden Başyaver Cevat Abbas GÜRER (1887-1943), Mustafa Kemal ATATÜRK’ün 24 yıl hizmetinde bulunmuş olup cumhurbaşkanlığı döneminde Çankaya Köşkü’nün sürekli misafirlerinden biridir. Önemli tarihi olaylara tanıklık etmiştir. Harp cephelerinde, mağlubiyet ve galibiyetlerde, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluşunda, hangi görevde bulunursa bulunsun Cevat Abbas Bey, her zaman ve mekânda Mustafa Kemal Atatürk’ün yanında ve yakınında bulunmuştur. Cevat Abbas Bey’in ortaya çıkan hatıraları, Türk İstiklal Mücadelesi/Harbi’nin karanlıkta kalmış yönlerini aydınlatmaktadır. Mustafa Kemal Atatürk gibi Cevat Abbas Bey’in de ani ölümü kapsamlı bir hatırat hazırlamasını engellemiştir. Cevat Abbas Bey’e ait hatıra ve belgeler, torunlarından Turgut GÜRER tarafından Atatürk’ün Yaveri Abbas Gürer Cepheden Meclise Büyük Önder ile 24 Yıl adlı eserde bir toplanarak yayımlanmıştır. [2]

Hâtırat, yine otobiyografik birer anlatım türü olan seyahatname, sefaretname, ruzname (günlük), tezkire, muhtıra, menkıbe ve mektup gibi yazı türleriyle benzerlik taşır. Özellikle seyahatname gezilen yerlerin anlatıldığı bir hâtırat türüdür. Günlük ise hadiselerin vuku bulduğu gün kaydedilmiş notlar olarak hâtırattan ayrılır. Bundan dolayı yaşandıktan az veya çok bir süre sonra yazılan, hatta bazen yaşlılıkta kaleme alınmış çocukluk hâtıraları gibi yaşanmasıyla yazılması arasına uzun zaman girmiş olan hâtırat yılların biriktirdiği yeni intibaları, yeni değer yargılarını ve yeni hayat tecrübelerini de ihtiva ettiğinden farklı bir özellik taşır. Bazı hâtıralarda günlük parçaları, mektuplar ve belgeler de yer almıştır. Böylece hâtırattaki bilgilerin güvenilirlik derecesi artar ve tarih araştırmaları için belge olabilecek değer kazanır. Bir kısım hâtıralar ise dönemin sosyal hayatını ve folklorik yapısını aksettirmede başarılı olduğu için bu konularda kaynak değerine sahiptir.

Hâtıralar ifade ve üslûp bakımından farklılık gösterir. Genellikle askerî şahısların yazdıkları belgelere dayanan, hatta birliklerin harekât şemalarını ihtiva eden harp hâtıraları yalın ve objektif bir ifadeyle kaleme alınmıştır. Sanatkârların, özellikle edebiyatçıların hâtıralarında ise kişi ve olaylarla beraber hâtıra sahibinin intiba, duygu ve sübjektif yorumlan üslûba da tesir eden edebî bir dille anlatılır. Bu sonuncular edebî bir tür olan hâtıratı teşkil eder. Bu özellikleri dikkate alınarak genellikle bütün hâtıralardan, özellikle de siyasî karakteri ağırlıkta olan hâtıralardan bir belge ve objektif bilgi olarak faydalanmak için bunlara ihtiyatla yaklaşılması ve aynı konu üzerine yazılmış olanların karşılaştırılması gerekir. [3]

Yukarıda ifade edilen anlayışla Türk İstiklal Mücadelesi’nin başbuğu Mustafa Kemal ATATÜRK başta olmak üzere yakın çalışma arkadaşlarının hatıratlarının karşılaştırılmasına ve böylece milli tarih bilincinin gelişmesine katkıda bulunmak amacıyla, Turgut GÜRER tarafından Atatürk’ün Yaveri Abbas Gürer Cepheden Meclise Büyük Önder ile 24 Yıl adlı eserde yer alan “Amasya Genelgesinin Hazırlanışı” bölümü aşağıda sunulmuştur.

—***—

AMASYA GENELGESİNİN YAZILDIĞI GECE…

Cevat Abbas GÜRER, altına 9.11.1940 tarihini düştüğü kendi şahsi notları arasında bulunan bir yazısında, Milli Mücadele’de bizzat Atatürk’ün diktesiyle kaleme aldığı, Türk İstiklal Mücadelesi’nin en önemli belgelerinden birinin yazıldığı 21 Haziran’ı 22 Haziran’a bağlayan geceyi anlatıyor:

“Atatürk”, tarihi büyük şerefini arkadaşlarıyla nerede paylaştı?

Atatürk’ün kurtarıcı kudretinin büyük hamlelerinden birine şahit olan Amasya’daki karanlık oda! Kışlanın sınırına bitişik bir binanın, Türkiye kurtuluş nurunun doğduğu ve yer yuvarlığının dört yanına gözler kamaştıran ışıklarını saçtığı odasıdır.

O, daima tarihimizde bütün parlaklığıyla yaşayacaktır.

Askeri hastane idarecilerinin iş gördükleri bu binayı [Saraydüzü kışlası]; 5. Kafkas Fırkası Kumandanı Yarbay Cemil Cahit (Sayın Orgeneral); Atatürk’e ve yakınlarına ayırmış ve kışlanın bir kısmını da müfettişlik karargâhımıza tahsis buyurmuşlardı.

Bu bina kışla kadar, gerek Amasya şehrine ve gerekse verimli Yeşilırmak’ın her iki yönündeki gönül açan yeşil vadilerine hâkim bulunuyordu. Karargâhımızın korunması bakımından da en emin bir mevkide idi.

Burasının intihap olunuşu [seçilmesi], fırka kumandanının dikkat ve ihtimamını ve Samsun’da başlayıp Havza’da açığa vurulan milli harekete geçmek lüzumuna derin ve sarsılmaz ilgisinin necip tezahürü olarak Atatürk’çe kabul edilmişti.

Yarbay Cemil Cahit, sevgili memleketin düşürülmek istenen büyük tehlikesinin bertaraf edilmesi için açılacak olan çetin savaşlı işler karşısında metin ve vakurdu.

Hele büyük fedakârlara has tevazu ve nezaketi, herkeste kolay bulunmayan meziyetlerindendi. Milli hareketlerin öncüleri arasında bulunan muhterem orgeneralin milli tarihimizde pek kıymetli yer tutacağı şüphesizdir.

Mesane rahatsızlığının natamam [bitmemiş] ve tehlikeli tedavisiyle İstanbul’dan ayrılan Atatürk, Havza’nın yüksek dereceli kaplıcasından ve Doktor Refik SAYDAM’ın (merhum başvekil) tedavisinden 17 gün hakkıyla istifade etmişti.

Büyük adam, Havza Camii’nde bütün millete; kurtulmak ve vatanı parçalatmamak için yapılacak vatani ve milli ödevleri işaret ederek, milletler bünyelerinin en büyük kuvveti olan birlik ve beraberliğe davet etmiş ve fiili müsellah [silâhlı] harekete hemen geçmek maksadıyla Havza silâh deposunun kapılarını halka açmakla teşkilata başlamıştı. Havza’dan hareketimiz bir dereceye kadar başlanılan faaliyetin icabı sayılabilirse de asıl Havza’nın cenubunda, Havza’ya hâkim ve Amasya istikametini kolaylıkla kapayacak kabiliyette bulunan Merzifon’daki İngiliz kuvvetlerinin karargâhımız için tehlikeli oluşu idi.   Çünkü geniş salahiyetli ordu mufettişi Mustafa Kemal Paşa’nın, artık ordu kumandanından ziyade milleti kurtuluşa vardıracak bir kutlu önder olduğu, İstanbul hükumeti davetine boyun eğmemekle anlaşılmıştı.

Havza’dan hareketimizden evvel çok sevdiği ve güvendiği ve Atatürk’e, başlanılacak milli ve vatani maksatlar uğrunda kolordusu ile büyük ve ağır fedakârlıklar istilzam edecek [gerektirecek] her türlü ödevleri şartsız, kayıtsız ve ifa edeceğine [yerine getireceğine] daha İstanbul’daki ziyareti esnasında söz veren sınıf arkadaşı 20. Kolordu Kumandanı General Ali Fuat CEBESOY’dan (muhterem Nafıa Vekili) er kıyafetine girerek misafirleri ile birlikte Havza istikametine hareket etmesi bir şifre ile rica olunmuştu.

Havza’dan Amasya’ya…

12 Haziran 1335 [1919] günü Havza’dan hareket eden karargâhımız, aynı günün akşamına doğru Amasya’ya vardı. Necip [soylu, asil] ve fedakâr Amasyalılar, Atatürk’ü coşkun tezahüratla karşıladılar. Resmi ziyaretler bittikten sonra yukarıda arz ettiğim karargâh binalarımıza yerleşmiştik.

Havza’dan hareketimizden üç gün geçmemişti. Arandığım telefonda, 20. Kolordu Yaveri Üsteğmen Bay İdris CURA (Selanik Konsolosu) Kumandanının ve misafirlerinin Havza’nın 12 kilometre cenubunda ve Havza-Amasya yolunun üzerinde bir noktada müfettiş paşa hazretlerinin emirlerini bekledikleri haber veriliyordu.

Telefondan ayrılmaması ricasıyla Yaver CURA’yı bırakarak aldığım haberi (Londra sefirimizin de orada bulunduğunu) kumandanıma arz ettim. Kumandanım cevaben:

Vakit geçirmeden Amasya’ya hareket etsinler. Sen de bizim otomobillerden birine bin. Aynı istikamete hareket et. Nerede rastlarsan Fuat Paşa’yı, Rauf ve Süreyya Beyleri bizim otomobile al getir, emrini telefonda bekleyen yaver arkadaşa aynen bildirdim. Ben de Umumi Harp’ten miras kalan yıpranmış otomobilimizden daha iyicesini seçerek yola koyuldum. Amasya’dan epeyce şimalde ve Vehip Paşa değirmenleri denen mahalde muhterem General Ali Fuat CEBESOY ve arkadaşlarıyla karşılaşıldı. Atatürk’ün emri veçhile hareket edilerek Amasya’ya akşam başlarken dönüldü.

Kahraman, gürbüz bir er kıyafetine girmiş olan koca vatansever General Ali Fuat CEBESOY’un inan ve güveni temin eden huzuzu [sevinci], hakikaten Atatürk’ü çok sevindirdi. Umumi Harbin son yıllarında ve mütareke günlerinde samimi yakınlık gösteren ve Atatürk tarafından ayni duygularla sevilen ve “İstanbul’da faaliyet ümitleriniz kalmadığı zaman bana mülaki olunuz” tavsiyesine riayet eden eski Bahriye Nazırı Albay Hüseyin Rauf ORBAY’ın (Londra sefirimiz) Manisa ve havalisini ve oradan Ankara istikametindeki mıntıkaları tetkik ederek Atatürk’e mülaki oluşu  [katılması] Atatürk’ün hazzını katmerlendirdi. Bay Hüseyin Rauf Orbay’a, mutasarrıf İbrahim Süreyya YİĞİT (Kocaeli mebusu), Yüzbaşı Osman Nuri (General Osman TUFAN) ve ihtiyat zabiti [yedek subay] Recep Zühtü SOYAK (Eski Zonguldak mebusu) refakat ediyorlardı.

Trablusgarp harbine gönüllü olarak iştirak eden İbrahim Süreyya YİĞİT, orada Atatürk’ün emrinde çalışmıştı. Memleketin her tehlikesinde zarif yaradılışlı vücudunu ve sarsılmaz iradeli kafasını ortaya koymakla tanınmış olan bu zat Atatürk’ün vefakâr bir arkadaşı idi.

Şimdi, az güneş gördüğünden hemen daimi tatlı bir gölge ve serinlik taşıyan ve fakat ebedi sönmeyecek olan milli şubeyi dünyalara tanıtan odanın misafirleri, geceleri beyaz fanuslu, müdevver [yuvarlak]  fitilli iki gaz lambasının ışıkları etrafında baş başa, kalp kalbe vererek Atatürk tarafından atılan ilk milli hareket adımlarına ayak uydurmuşlardı.

Vakit, fırsat kayıtlarını, memuriyet ve hayat kaygılarını Havza’da ebediyete gömen Atatürk; Havza’daki hutbesini tekrar ederek sevgili ve fedakâr tanıdığı ve tanıtmak istediği arkadaşlarıyla birlikte bütün memleketi an geçirmeden kurtuluş hedefine götürmek azmindeydi.

O esasen yurdu parçalanarak esir edilmek istenen aziz ve necip milleti “Milletin istiklalini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır” düsturunu (ilkesini) daha İstanbul’da iken kendilerine başlıca çıkar yol edinmişti. Onun için Samsun’a ayak basar basmaz bu noktadan dinamik bir hızla işe başlamıştı.

Şimdi kesin hareket için Samsun’a çıkışımızdan Amasya’ya muvasalatımıza kadar geçen 23 günlük “hadiseleri”, büyük bir salabet [manevi kuvvet] ve samimiyetle saatlerce, günlerce Atatürk arkadaşlarına izahta bulundu.

Bay Hüseyin Rauf Orbay’ın da düşman süngüleri altında ve tehdidinde bulunan vilayetler halkından edindiği kıymetli intibaları dinlendi.

Bu veçhile Atatürk’ün halesini teşkil edenlerin; samimi ve coşkun fedakârlıklarla kalplerinin çarptığına şahit olan uğurlu oda, müstevli (istilacı) düşmanlar ve yerli hainler aleyhine istiklal ve bütünlük lavlarını dünyaya saçan Türklük yanardağının köklerini 12 gün içinde yaşattı.

Mustafa Kemal İstanbul’a çağırılıyor

Kurmay reisimiz Albay Kazım DİRİK (Trakya müfettişi merhum General Dirik), sıhhiye müfettişimiz Albay Dr. İbrahim Tali (Sayın saylavlarımızdan), sıhhiye müfettiş muavini Binbaşı Dr. Refik SAYDAM (Merhum Başvekil), Kurmay Yarbay Arif (Maslup Arif), Kurmay Binbaşı Hüsrev GEREDE (Eski Berlin Sefiri), Atatürk’te gördükleri necat ümitleriyle İstanbul’dan hareket etmişlerdi. Binaenaleyh bu arkadaşlar Havza’da tam manasıyla görerek, duyarak, bilerek bütün kalpleriyle Atatürk’e bağlanmışlardı. Yalnız o zaman Harbiye Nazırı Şevket Turgut Paşa’dan Atatürk’e gelen bir şifre münasebetiyle Atatürk, vasıtamla yaptığı bir fikir ve inan yoklamasında Kazım DİRİK’in birkaç dakika süren ve bilahare [daha sonra] daha ziyade saffet ve samimiyetine bağışlanan mütalaası Atatürk’ü bir an düşündürdü.

Şevket Turgut Paşa’nın emri kısa idi. “Mühim bir meseleyi görüşmek ve bilahare avdet etmek üzere emrinizdeki gambotlardan biriyle İstanbul’a hareket olunması” mealinde ifade edilmişti.

“Dikkat et Cevat! Kurmay reisi ikimizi yalnız bırakıyor”

8 Haziran 1335 [1919] zevalini müteakip [öğleden sonra] yaver Bay Muzaffer KILIÇ (eski Giresun mebusu) tarafından açılan bu şifreyi, öğle yemeğinden sonra istirahate koyulan kumandanıma sunduğum zaman, emirde gizlenmek istenilen tuzağı derhal görmüş ve bana:

Ben bu şifreyi görmüş olmayayım. Kurmay reisinden başlayarak arkadaşlara sıra ile göster. Alacağın cevapları olduğu gibi bana getir, emrini verdiler. Emirleri veçhile arkadaşlar yakalandı. Yalnız Kazım DİRİK:

Olur. Paşa Hazretleriyle ikiniz gidersiniz. Biz sizi burada bekleriz.

Mütalaalarında bulundu. Diğer arkadaşlar umumiyet üzere:

Bu nasıl şey! Paşa’yı İstanbul’a kapamak istiyorlar, demişlerdi.

Atatürk’e arkadaşların mütalaalarını arz ettim. Atatürk manalı bir gülümseme ile:

“— Dikkat et Cevat! Kurmay Reisi ikimizi yalnız bırakıyor. Öyleyse arkadaşlar İbrahim Tali Bey’in odasında toplansınlar”, emrini verdi. Bir taraftan da Şevket Turgut Paşa’nın telgrafının iç yüzünü öğrenmek için, müfettişliğimizle hususi şifresi bulunan Genel Kurmay Reisi General Cevat’a (merhum Orgeneral Cevat) Harbiye Nazırı’nın telgrafının izah olunması için kumandanım tarafından kısa bir şifre not ettirildi.

İbrahim Tali Bey’in odasında yapılan toplantıda, İbrahim Tali ve Hüsrev GEREDE’nin isabetli ve celaletli mütalaaları Kurmay Reisi’mizi ikaz etti. Bu tarihten sonra Kurmay Erkânımız, Atatürk etrafında bir kere daha sarsılmaz hale girdi. Daha doğrusu bu tarihten itibaren başında Atatürk bulunan ve büyük fedakârlık duygularıyla birbirine bağlanan ve serbestçe kanaatin (kanaatler), mütalaa yürüten ve vatanperverane kararları uğruna mevcudiyetlerini ortaya koyan bir komite haline gelmişlerdi. Ancak bu komite askerliğin usul esası olan disiplinden hiçbir zaman ayrılmamış, bütün memleketi sevk ve idare hususunda uhdelerine [sorumluluklarına] düşen vazifelerinde canla başla çalışmayı en büyük şiar edinmişlerdi.

“Kalem, kâğıt alsın gelsin”

21-22 Haziran [1]335 [1919] gecesi saat 9’da kumandanımın “kalem kâğıt alsın gelsin” emriyle çağrıldım. Muhterem General Ali Fuat CEBESOY, çetin ve büyük işler başaracak her türlü kudret ve kabiliyete hâkim gözlerini saklayan güler yüzüyle bu emri bana tebliğ etmişti. Kendileri Ankara ile telgraf başında meşgul olmaya başladılar. Ben aldığım emri yerine getirmiş, uğurlu odanın büyücek yuvarlak orta masasına yerleşmiştim. Bir an içinde etrafıma göz gezdirdim. Bay Hüseyin Rauf ORBAY, eski Üçüncü Kolordu Kumandanı Albay REFET (İstanbul Saylavı, Milletvekili), Albay Kazım DİRİK, Binbaşı Refik SAYDAM, Binbaşı Hüsrev GEREDE; Atatürk’ün kurtuluş eserini dinlemek için hareketsiz duruyorlardı. Gözlerinde büyük dikkat ve büyük merak canlanmıştı.

Bu derin manalı sükût içinde Atatürk’ün kuvvetli çektiği sigarasından bıraktığı bol dumanlarının gaz lambalarının fanusları üzerinde önce kuvvetle yığıldığına fakat yayıldıkça zayıfladığına dalmıştım. Her varlığın yaşayışının da aynı akıbetle karşılaştığını düşünmeye fırsat bulamadan;

Yaz bakalım!

Atatürk’ün bu çelik iradeli emri oda içinde sıralanmış bekleyen dimağları fuzuli düşünceden kurtardı; beni de harekete geçirdi.

1- Vatanın tamamiyeti, milletin istikbali tehlikededir.

2- Hükûmeti merkeziye, deruhte ettiği [yüklendiği] mes’uliyetin [sorumluluğun] icabatını [gereklerini]  ifa edememektedir [yerine getirememektedir]. Bu hal milletimizi madun tanıtıyor [yok sayıyor].

3- Milletin istiklalini, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.

4- Milletin bu hal ve vaziyetini derpiş etmek [öne sürmek] ve sadayı hukukunu cihana işittirmek için her turlu tesir ve murakabeden azade bir heyeti milliyenin vücudu elzemdir.

5- Anadolu’nun en emin mahalli olan Sivas’ta milli bir kongrenin serian akdi tekerrür etmiştir [kararlaştırılmıştır].

6- Bunun için tekmil vilayetlerin her livasından milletin itimadına mahzar olmuş üç murahhasın sür’ati mümküne ile yetişmek üzere hemen yola çıkılması icap etmektedir.

7- Her ihtimale karşı bu keyfiyetin milli sır halinde tutulması ve murahhasların lüzum görülen mahallere seyahatlerinin mütenekkiren [kıyafet değiştirerek] icrası lazımdır.

8- Vilayeti Şarkiye namına 13 Temmuz [1]335’te [1919] Erzurum’da bir kongre inikat edecektir [toplanacaktır]. Mezkûr tarihe kadar vilayatı saire murahhasları [temsilcileri, delegeleri] da Sivas’a varid [gelmiş, erişmiş] olabilirlerse Erzurum Kongresi’nin azası da Sivas içtimaı umumisine dâhil olmak üzere hareket edecektir.

Bu direktif, bütün askeri ve milli ruesaya ve belediye reislerine verileceği kaydından sonra bitmişti. Aziz muhatapların hemen cümlesi birden sevinç ve takdir gülüşleriyle,

“— Hayırlı olsun. Allah muvaffakiyet versin” iç dileklerini söylediler ve bu büyük işe şahit olan kutlu odayı şenliklere boğdular.

Atatürk’ün bana:

Arkadaşlara ver imza buyursunlar! Emrine karşı yüksek nezaket ve tevazu gösteren Hüseyin Rauf ORBAY:

Henüz misafiriniz bulunuyorum. Onun için kendimde bir salahiyet; göremiyorum. Cevabına karşı Atatürk:

“— Memleketin tanınmış bir evladısınız. Yazdığımız, yeni bir tarihin vesikasında imzanız bulunmalıdır” der demez Bay Hüseyin Rauf Orbay imza buyurdular.

General Ali Fuat CEBESOY direktif yazılırken dışarıda muhaberesiyle meşguldüler. Atatürk tarafından çağrıldılar. Muhterem general gelmişti. Huzuruna sunulan direktifi derhal imzalayarak, çekingen duran Albay Refet’e imza ettirdiler.

Atatürk Kurmay Reisimiz Kazım DİRİK’le Hüsrev GEREDE’ye de kurmay heyetinde tertip olunduğu şerefini esirgemediler.

Aziz vatan ve sevgili milletinin kurtarılması için Atatürk; kısa mucib esbaplı [gerekli] kurtuluş planının tarihi zengin şerefini arkadaşlarıyla Amasya’nın işbu kutlu odasında paylaştı.

Bu paylaşmayla Atatürk geniş vefa ve büyük kalpliliğini gösterdi. Ve onları birinci adımda kendi akıbetine bağlamayı zevk bildi. [4]

9.11.1940

DİPNOTLAR

[1] Fethi TEVETOĞLU, “Atatürk’le Samsun’a Çıkanlardan Üsteğmen Arif Hikmet Bey (Em. Hâkim Tümgeneral Hikmet Gerçekçi)”, Hayat Tarih Mecmuası, Sayı: 4 (Mayıs 1970), s. 4-7

http://isamveri.org/pdfsbv/D01053/1970_4/1970_4_TEVETOGLUF.pdf

——————————–, “Atatürk’le Samsun’a Çıkanlardan Üsteğmen Abdullah (Kunt) (1881-1961)”, Türk Kültürü, Sayı: 278 (Haziran 1986), s. 351-354

http://isamveri.org/pdfsbv/D00206/1986_278/1986_278_TEVETOGLUF.pdf

——————————–, “Atatürk’le Samsun’a Çıkanlardan Hüsrev Gerede”, Türk Kültürü, Sayı: 82 (Ağustos 1969), s. 692-699

http://isamveri.org/pdfsbv/D00206/1969_82/1969_82_TEVETOGLUF.pdf

——————————–, “Atatürk’le Samsun’a Çıkanlar IV Dr. Refik Saydam”, Türk Kültürü, Sayı: 85 (Kasım 1969), s. 22-31

http://isamveri.org/pdfsbv/D00206/1969_85/1969_85_TEVETOGLUF.pdf

——————————–, “Atatürk’le Samsun’a Çıkanlar VII Yzb. Ali Şevket Öndersev, Birinci Sınıf Kâtip Faik Aybars ve Dördüncü Sınıf Kâtip Memduh Atasev”, Türk Kültürü, Sayı: 88 (Şubat 1970), s. 236-239

http://isamveri.org/pdfsbv/D00206/1970_88/1970_88_TEVETOGLUF.pdf

——————————–, “Atatürk’le Samsun’a Çıkanlar VIII Kurmay Mülhakı Yüzbaşı Ali Mümtaz (TÜNAY)”, Türk Kültürü, Sayı: 91 (Mayıs 1970), s. 443-447

http://isamveri.org/pdfsbv/D00206/1970_91/1970_91_TEVETOGLUF.pdf

——————————–, “Atatürk’le Samsun’a Çıkanlar IX Üsteğmen Arif Hikmet Bey (Em. Hâkim Tümgeneral Hikmet Gerçekçi)”, Türk Kültürü, Sayı: 93 (Temmuz 1970), s. 569-576

http://isamveri.org/pdfsbv/D00206/1970_93/1970_93_TEVETOGLUF.pdf

——————————–, “Atatürk’le Samsun’a Çıkanlar X Kurmay Yb. Mehmed Arif (AYICI)”, Türk Kültürü, Sayı: 99 (Ocak 1971), s. 185-188

http://isamveri.org/pdfsbv/D00206/1971_99/1971_99_TEVETOGLUF.pdf

[2] https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/bilgi/cevat-abbas-gurer-1887-1943/

[3] Orhan OKAY, “Hatırat”, TDV İslam Ansiklopedisi, Cilt: 16, İstanbul 1997, s. 445-446

[4] Turgut GÜRER, Atatürk’ün Yaveri Cevat Abbas Gürer Cepheden Meclise Büyük Öner ile 24 Yıl, Gürer Yayınları, İstanbul 2007, s. 232-237

Türk İstiklâl Mücadelesi

Saltanatın Kaldırılmasına Dair Türkiye Büyük Millet Meclisinin Genel Kurul Kararı

Published

on

(1 Kasım 1922)

Sadrazam Tevfik Paşa 17 Ekim 1922’de Mustafa Kemal Paşa’ya çektiği telgrafta [1], Büyük Zafer’i saltanat makamı ile Babıâli’ye varlığını sürdürecek bir unsur olarak görmüş, hatta Barış Konferansı’nda İstanbul Hükûmetinin yanında yer almak suretiyle Ankara’nın son vazifesini yapmasını bekler vaziyette bulunmuştur. Mustafa Kemal Paşa, Tevfik Paşa’nın telgrafına cevap olmak üzere TBMM’nin İstanbul’daki siyasî temsilcisi Hamit Bey’e Bursa’dan çektiği 18 Ekim 1922 tarihli telgrafta [2], “…Teşki­lât-ı Esasiye Kanunu ile şekil ve mahiyeti taayyün eden Türkiye Devletinin tarihi teessüsünden beri Türkiye mukadderatına vaziülyet ve bundan mes’ul yalnız ve ancak Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükumeti olduğu”nu belirtmiş, aynı kanun gereğince Türkiye’yi konferansta TBMM Hükûmeti’nin temsil edeceğini bildirmiştir. Hamit Bey, Gazi Paşa’nın talimatı doğrultusunda Tevfik Paşa’ya tebligatta bulunmasına rağmen sonuç elde edememiştir.

27 Ekim 1922’de İngiliz, Fransız, İtalyan temsilcileri ayrı ayrı verdikleri şifahi notalarla İstanbul ve Ankara Hükûmetlerini aynı anda, 13 Kasım 1922’ de İsviçre’nin Lozan şehrinde yapılacak konferansa davet ettiler. 23 Ekim’de Ankara bu daveti kabul ettiğini bildirmiş, 29 Ekim’de Tevfik Paşa tarafından TBMM Başkanlığına çekilen telgrafta[3], birlikte katılma teklifinde bulunulmuştur.

Mustafa Kemal Paşa, Barış Konferansı’nda ikiliği ortadan kaldırmak için saltanatın hemen kaldırılması doğrultusunda kararını vermiştir. Bu konuda Rauf Bey ile Kâzım Karabekir Paşa’dan kararının uygun olduğuna dair meclis kürsüsünde konuşma yapmalarını istemiştir. Bu istek kabul görmüş, hatta Rauf Bey daha ileri giderek bu günün bayram ilân edilmesini teklif etmiştir.

Sadrazam Tevfik Paşa’nın barış konferansına birlikte katılma teklifi TBMM’de büyük tepki ile karşılanmıştır. Bu konu, 30 Ekim 1922 tarihindeki birleşimde görüşülmüştür. Vahi­deddin’in ve Hükûmetlerinin Millî Mücadeledeki karşı icraatları açıklanarak saltanat makamını suçlayan konuşmalar yapılmıştır. Bu sebeple kimi mebuslar İstanbul Hükûmetinin konferansa katılma haklarının bulunmadığını ifade ederken, kimileri de İstanbul Hükûmetinin yok sayılmasını ve hatta saltanatın kaldırılmasını istemişlerdir. Aynı birleşimde saltanatın kaldırılmasına dair Dr. Rıza Nur ve arkadaşlarınca verilen 81 imzalı altı maddelik önerge [4] Meclis Başkanlığına sunulmuş, 131 kabul, 2 ret, 3 çekimser oya karşılık çoğunluk sağlanamadığından işlem tamamlanamamış ve 1 Kasım Çarşamba günü tekrar oylama yapılmak üzere oturuma son verilmiştir. TBMM’nin çalışmalarına ara verdiği 31 Ekim Salı günü Müdafaa-i Hukuk Grubu toplantısında Mustafa Kemal Paşa, saltanatın kaldırılmasının mecburi olduğuna dair açıklamada bulunmuştur. 1 Kasım Çarşamba günkü 130. birleşimin birinci oturumunda konu tekrar gündeme getirilmiştir.

 Dr. Rıza Nur ve arkadaşları önergelerinin altıncı maddesine yönelik değişiklik teklifinde bulundular[5]. Teklifte, hilâfetin Türklere, özellikle Osmanlı hanedanına ait olduğu kabul edilmiş ve halifenin ne şekilde, kim tarafından belirleneceğine açıklık getirilmiştir. İkinci Grup liderlerinden Hüseyin Avni (Ulaş) Bey ve arkadaşlarınca verilen 26 imzalı iki maddelik bir önergede[6], İstanbul Hükûmetinin 16 Mart 1920’den itibaren tarihe karıştığı belirtilmiş olmasına rağmen saltanatın kaldırılmasına yönelik herhangi bir açıklamada bulunulmamıştır. Bu önerge sadece İstanbul Hükûmeti’ni hedef almıştır. Mustafa Kemal Paşa her iki teklif üzerinde yapmış olduğu uzunca konuşmasında hilâfetle saltanatın birbirinden ayrılabileceğini, tarihten örnekler vererek açıklamış neticede söz konusu tekliflerin Şer’iye, Adliye ve Kanun-ı Esasi encümenlerinden meydana gelen ortak komisyona havalesi kabul olunarak birinci oturuma son verilmiştir.

Teklifler, ortak komisyonda görüşülürken, durumu yakından takip eden Mustafa Kemal Paşa, toplantı odasına girerek komisyona hitaben bir konuşma yapmıştır. Konuşmasında; hâkimiyet ve saltanatın kuvvet ve kudretle alınabileceğini, milletin ayaklanarak zaten bunları elde ettiğini, yapılacak işin fiili durumu resmîleştirmekten ibaret bulunduğunu, aksi takdirde bazı kafaların kesileceğini ifade etmiştir. Bu konuşmayla aydınlanan komisyon üyeleri, bu görüşler doğrultusunda bir karar tasarısı metni hazırlayıp meclis başkanlığına sunmuşlardır.

TBMM Genel Kurulunun 130. birleşiminin ikinci oturumunda ittifakla kabul edilen iki maddelik “TBMM’nin Hukuk-ı Hâkimiyet ve Hükümranının Mümessil-i Hakikisi Olduğuna Dair Hey’et-i Umumiye Kararı”na [7] göre;  saltanatla hilâfet birbirinden ayrılmış, saltanat kaldırılmış, hilâfetin varlığı korunmuş, hilâfet makamının Osmanlı hanedanına ait olduğu, ilim ve ahlâk bakımlarından hanedanın en iyi ve en olgun mensubunun bu makama TBMM tarafından seçileceği belirtilmiştir. Aynı kararda İstanbul Hükûmetinin varlığına son verilmiştir.

Türkiye Büyük Millet Meclisinin Hukuk-ı Hâkimiyet ve Hükümranının Mümessil-i Hakikisi Olduğuna Dair Hey’et-i Umumiye Kararı

Numara: 308

Birkaç asırdır Saray ve Bab-ı Âlinin cehâlet ve sefâhati yüzünden devlet azim felâketler içinde müthiş bir surette çalkandıktan sonra nihayet tarihe intikal etmiş bulunduğu bir anda, Osmanlı İmparatorluğunun müessisi ve sahib-i hakikisi olan Türk milleti, Anadolu’da hem harici düşmanlarına karşı kıyam etmiş hem de o düşmanlarla birleşip millet aleyhine harekete gelmiş olan Saray ve Bab-ı Âli aleyhine mücâhedeye atılarak Türkiye’de Büyük Millet Meclisi ve onun Hükûmeti ve ordularını bitteşkil harici düşmanlar, Saray ve Bab-ı Âli ile fiilen ve müsellahan ve malum müşkilât-ı şedide ve mahrumiyet-i elime içinde cidâle girişmiş, bugünkü halâs gününe vasıl olmuştur.

Türk milleti, Saray ve Bab-ı Âlinin hıyanetini gördüğü zaman Teşkilât-ı Esasiye Kanununu ısdar ederek onun birinci maddesiyle hâkimiyeti padişahtan alıp bizzat millete ve ikinci maddesiyle icrai ve teşri kuvvetleri onun yed-i kudretine vermiştir. Yedinci madde ile de harp ilânı, sulh akdi gibi bütün hukuk-ı hükümraniyi milletin nefsinde cem eylemiştir.

Binaenaleyh; o zamandan beri eski Osmanlı İmparatorluğu tarihe intikal edip yerine yeni ve milli bir Türkiye devleti, yine o zamandan beri padişahlık merfu olup yerine Türkiye Büyük Millet Meclisi kaim olmuştur. Yani bugün İstanbul’da bulunan heyet mevcudiyetini usulen himaye edecek hiçbir meşru ve gayr-i meşru ecnebi kuvvete ve müzâheret-i milliyeye malik olmayıp bir zıll-ı zâil halindedir. Millet, şahsi hükümranlık ve saray halkı ve etrafının sefâhati esası üzerine müessis bir saltanat yerine, asıl halk kitlesinin ve köylünün hukukunu himaye ve saadetini tekeffül eden bir halk Hükûmeti idaresi tesis ve vaz’edilmiştir.

Hal böyle iken İstanbul’da düşmanlarla teşrik-i mesâi etmiş olanların elan hukuk-ı hilâfet ve saltanat ve hukuk-ı hanedandan bahs eylemelerini görmekle müstekreh-i hayret bulunuyoruz. Tevfik Paşanın telgrafı kadar garip ve acayip ve hilâf-ı mavaka’ı bir vesika tarihte nadir görülmüştür. Binaenaleyh Türkiye Büyük Millet Meclisi bervechi ati mevadı neşr ve ilâna karar vermiştir:

1-Teşkilât-ı Esasiye Kanunuyla Türkiye halkı, hukuk-ı hâkimiyet ve hükümranisini mümessil-i hakikisi olan Türkiye Büyük Millet Meclisinin şahsiyet-i maneviyesinde gayr-i kabili terk ve tecezzi ve ferağ olmak üzere temsile ve bilfiil istimale ve irade-i milliyeye istinad etmeyen hiçbir kuvvet ve heyeti tanımamağa karar verdiği cihetle Misak-ı Milli hudutları dâhilinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmetinden başka şekl-i Hükûmeti tanımaz. Binaenaleyh Türkiye halkı, hâkimiyet-i şahsiyeye müstenid olan İstanbul’daki şekl-i Hükûmeti 16 Mart 1336’dan itibaren ve ebediyen tarihe müntakil addeylemiştir.

2-Hilâfet; Hanedan-ı Âli Osman’a ait olup halifeliğe Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından bu Hanedanın ilmen ve ahlâken erşed ve eslâh olanı intihap olunur. Türkiye devleti makam-ı hilâfetin istinatgâhıdır.

1-2 Teşrinisani 1338 [1-2 Kasım 1922]

DİP NOTLAR

[1] T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, 30.10. 1338, Devre: 1, Cilt: 24, İçtima Senesi: 3, s. 269; Kemal Atatürk, Nutuk Cilt: III Vesikalar, Vesika: 260, MEB Devlet Kitapları, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1982, s.1236-1237

[2] Kemal Atatürk, Nutuk Cilt: III Vesikalar, Vesika: 262, MEB Devlet Kitapları, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1982, s.1237

[3] T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, 30.10. 1338, Devre: 1, Cilt: 24, İçtima Senesi: 3, s. 270; Kemal Atatürk, Nutuk Cilt: III Vesikalar, Vesika: 263, MEB Devlet Kitapları, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1982,s.1238-1239

[4] T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, 30.10. 1338, Devre: 1, Cilt: 24, İçtima Senesi: 3, s. 292-293

[5] T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, 1.11. 1338, Devre: 1, Cilt: 24, İçtima Senesi: 3, s. 304

[6] T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, 1.11. 1338, Devre: 1, Cilt: 24, İçtima Senesi: 3, s. 304-305

[7] T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, 1.11. 1338, Devre: 1, Cilt: 24, İçtima Senesi: 3, s. 313-314; Büyük Millet Meclisi Kavanin Mecmuası, Cilt:1, s. 487-488; Bekir Sıtkı Yalçın-İsmet Gönülal, Atatürk İnkılâbı Kanunlar-Kararlar Tamimler-Bildiriler Belgeler-Gerekçe ve Tutanaklarıyla- Kültür ve Turizm Bakanlığı, Ankara 1984, s. 286-288

Continue Reading

Türk İstiklâl Mücadelesi

Mustafa Kemal Paşa’nın Neue Freie Presse Muhabirine Cumhuriyet Hakkında Beyanatı [Demeci]

Published

on

(22 Eylül 1923)

Giriş

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Gazi Mustafa Kemal [ATATÜRK] önderliğinde gerçekleştirilen Türk İstiklal Harbi/Milli Mücadele’den sonra kurulmuştur. Türk Milletinin bağımsızlığını kazanmasından sonra Gazi, zaman zaman yurt gezilerine çıkmıştır. Bu gezilerinde, Millî Mücadele sırasında düşmana karşı omuz omuza birlikte mücadele ettiği milleti ile daha yakından temas kurma imkânına kavuşmuştur. Gezilerinden, uzun süren harplerden yeni çıkmış olan halka moral vermiş, yeni kurulan “Türk Milletinin/Milli Kültürümüzün” muasır medeniyetler seviyesine ulaşması için yapılması gerekenler hakkında, kulluk/kölelikten kurtularak hürriyetine kavuşan vatandaşları bilgilendirmiş, yapılan inkılâpların uygulanışını görmüş ve yapılacak inkılâplarla hakkında kamuoyu oluşturmuştur. İhtiyaç duyduğu kamuoyu desteğini sağladığına kanaat getirdikten sonra, yapmak istediği inkılâpları Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sunmuş ve uygulamaya/hayata geçirmiştir.

Bu sebeple Gazi’nin yurt gezileri yanında yabancı asker ve siyasi temsilciler ve gazetecilerle temas ve görüşmeleri, genellikle önemli siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel değişim ve gelişmelerin yaşandığı/yaşanacağı günlerin öncesi veya sonrasında gerçekleşmiş olması bakımından anlamlıdır. Bu kapsamda, Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın Nöye Fraye Prese [Neue Freie Presse] adındaki Avusturya gazetesi muhabirine verdiği “Cumhuriyetin ilanını öngören” demeç, Osmanlı Türkçesi ile yayımlandığı [Hâkimiyet-i Milliye, 27 Eylül 1923, No: 926, s. 1, sütun: 1-3]’ten çevrim yazı olarak aşağıda sunulmuştur.

***

Büyük Millet Meclisi Reisi Başkumandan Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’nin Viyana’da münteşir [yayımlanan] “Nöye Fraye Prese” [Neue Freie Presse] namındaki Avusturya gazetesine vaki beyanatının asıl metni.

Ankara, 26 [Eylül 1923], (A. A.) – İki üç günden beri Ankara ve İstanbul gazetelerinde Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’ne atfedilen beyanat, salahiyettar olmayan zevat tarafından neşredilmiştir [yayımlanmıştır]. Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’nin şehrimizde bulunan Nöye Fraye Prese Muhabiri Mösyö Jozef Hans Lazar’a vaki olan beyanatı aynen ber-vech-i atidir [aşağıdadır]:

Muharririn [yazarın], Türkiye Teşkilatı Esasiye Kanunu’ndaki müstakbel tadilatın [gelecekteki değişikliğin] ne olacağı hakkındaki sualine [sorusuna] Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri şu suretle cevap vermiştir:

Yeni Türkiye Teşkilatı Esasiye Kanunu’nun ilk maddelerini size tekrar edeceğim:

Hâkimiyet bila kaydu şart [kayıtsız şartsız] milletindir. İcra kudreti, teşri kudreti [kanun yapma] salahiyeti, milletin yegâne hakiki mümessili [temsilcisi] olan Meclis’te tecelli etmiş ve toplanmıştır.

Bu iki maddeyi bir kelimede hülasa etmek kabildir [özetlemek mümkündür]: “Cumhuriyet“.

Yeni Türkiye’nin umur-ı teceddüdü [yenileşme işi] daha nihayet bulmamıştır. Ancak yolun sonuna kadar gidilmelidir. Harpten sonra Türk Teşkilatı Esasiye’sinin inkişafı [gelişmesi] henüz kati bir şekil almış addedilemez [sayılamaz]. Tadilat [değişiklikler] ve tashihat [düzeltmeler] yapmak ve daha mükemmel bir hale getirmek elzemdir. İkmaline [tamamlanmasına] başlanan bu iş henüz bitmemiştir. Kısa bir zaman zarfında Türkiye’nin bugün fiilen almış bulunduğu şekil kanunen de tespit edilecektir. Yakın bir atide [gelecekte] bu meseleye ait hükûmet teklifatı [teklifleri] Meclis’e arz edilecektir. Bu teklifatın [tekliflerin] bütün mevadı [maddeleri] Teşkilatı Esasiye Kanunu’nun inkişaf [gelişme] ve ikmaline [tamamlanmasına] ait bulunacaktır.

Bütün Avrupa ve Amerika’daki cumhuriyetler nasıl esas itibariyle yekdiğerinden ayrı değilse ve aralarındaki fark nasıl yalnız şekle ait bulunuyorsa, Türkiye’nin da bu cumhuriyetlerden farkı sırf bir şekil meselesidir. Diğer cumhuriyet usulüyle idare edilen memleketlerde olduğu gibi bizim de hâkimiyete malik [sahip] bir parlamentomuz vardır. Yalnız bizde Büyük Millet Meclisi hem teşri [kanun yapma] hem de icrai salahiyete maliktir [icra salahiyetine sahiptir]. Başka yerde olduğu gibi, bizde de vekiller kendi vekâletlerine ait işlerden mesuldürler. Başka yerlerde yeni Türkiye devleti icra vekillerinin Millet Meclisi elinde bir oyuncak olduğu zannediliyor; bu, hatadır. Vekillerin mesuliyetine ve vazifesine ait meselede, Teşkilatı Esasiye Kanunu’nda yapılacak tadilat ile [değişikliklerle] tespit edilmiş olacaktır. Netice itibariyle reisicumhurdan, reisi hükûmetten [hükûmet reisinden] ve mesul vekillerden müteşekkil bir hükûmet teşkil edeceğiz.

Yeni Türkiye’nin payitahtı meselesine gelince, bunun cevabı kendiliğinden zahir olur [ortaya çıkar]: Ankara, Türkiye Cumhuriyeti’nin payitahtıdır.

S[ual]  – Avrupa’da, Türkiye’nin Avrupa’ya ve Garplılığa [Batılılığa] husumeti [düşmanlığı] bulunduğu fikri vardır. Türk matbuatında da bu nokta hakkında bir münakaşa açılmıştı. Bu münakaşada Garplılık müdafaa ediliyor veya aleyhinde bulunuluyordu. Bu hususta ne düşünülüyor?

C[evap]  – Asırlardan beri düşmanlarımız Avrupa akvamı [milletleri] arasında Türklere karşı kin ve husumet [düşmanlık] fikirleri telkin etmişlerdir. Garp zihinlerine yerleşmiş olan bu fikirler, hususi [özel] bir zihniyet vücuda getirmişlerdir. Bu zihniyet hala her şeye ve bütün hadisata [hadiselere] rağmen mevcuttur. Ve Avrupa’da hala Türk’ün her türlü terakkiye [ilerlemeye] hasım [düşman] bir adam olduğu, manen ve fikren inkişafa [gelişmeye] gayr-i müstaid [kabiliyetsiz] bir adam olduğu zannedilmektedir. Bu, azim [büyük] bir hatadır. Cevabımı basitleştirmek için size şu misali serdedeceğim [vereceğim]: Farz ediniz ki, karşınızda iki adam var; bunlardan biri zengin ve emrine her türlü vesait muhya [vasıtalar hazır], diğeri de fakir ve elinde hiçbir vasıta mevcut değil. Bu vesait fıkdanından [vasıta yokluğundan] başka ikincinin manevi ruhu da diğerinden hiç farkı ve maduniyeti [geriliği] yoktur. İşte Avrupa ile Türkiye yekdiğerine karşı bu vaziyettedir. Bizi madun [geri] olmaya mahkûm bir kavim olarak tanımakla iktifa etmemiş [yetinmemiş] olan Garp, harabiyetimizi [haraplığımızı] tacil [çabuklaştırmak] için ne yapmak lazımsa yapmıştır. Garp ve Şark  [Doğu] zihinlerinde yekdiğeriyle muarız [çatışan] iki prensip mevzu bahs [söz konusu] olduğu vakit, bunun en mühim menbaını [kaynağını] bulmak için Avrupa’ya bakmalı. İşte Avrupa’da mütemadiyen [devamlı] olarak mücadele ettiğimiz bu zihniyet mevcuttur.

İmparatorluk zamanında sultanın hükûmetleri Türk milletinin Avrupa ile temasına mani olmak için ellerinden geleni yapmışlar ve milletin arzu ve iradesinden uzak ve ayrı olarak icray-ı hükûmet [hükûmet icra] etmişler ve Türk milletini terakkiden [ilerlemeden] hariç bırakmışlardır.

Biz milliyetperverler gözleri açık adamlarız. Gözlerimizi her gün daha ziyade açmakta ve gerek dâhilde ve gerek hariçte olup biteni görüyoruz. Milletimizin mütemeddin [medeni] milletlerle temasını teshil etmek [kolaylaştırmak] menafimiz [menfaatlarımız]  mukteziyatındandır [gereklerindendir].

Bu temasın, münasebetlerin yeniden tesisini yalnız arzu etmekle kalmıyoruz, onları inkişaf ettirmek [geliştirmek] için her şeyi yapıyoruz. Bu tavrımız, çok açık ve tartışmasız olarak, Türklerin zenofobisi [yabancı korkusu] bulunduğu şeklindeki yanlış zannı çürütmektedir.

Matbuatla milliyetperver Türkiye’nin ecnebi [yabancı] düşmanı olduğu ilan edilirse, büyük bir hata irtikâp edilmiş [işlenmiş] ve hakikaten mevcut olan şeyin aksi iddia edilmiş olur.

İkinci noktaya gelince, yani Türk matbuatında da Garplılık [Batılılık] ve Şarklılık [Doğululuk] münakaşası açıldığına gelince, matbuat, istediği bahiste istediği veçhile [şekilde] tefsiratta [yorumlarda] bulunabilir. Matbuat, hiçbir veçhile [şekilde] tahakküm ve nüfuza tabi tutulamaz. Benim bu hususta şahsi nokta-ı nazarım [görüşüm] şudur ki, muhafazakâr olan ve bu hususta yalnız olan Tevhidi Efkâr’ın karşısında Türk matbuatının kesreti [çoğunluğu] var. Bu matbuat Garplılaşmak [Batılılaşmak] veçhesini [yönünü] müdafaa ediyor. Tevhidi Efkâr’ın fikri bizim inkişafımızın [gelişmemizin] Garp usulünde vaki olmasını tadil edemez [değiştiremez]. Onun hareketi Garp matbuatına karşı aksülamel [tepki] diye telakki [kabul] edilebilir. O Garp matbuatı ki, ekseriyeti [çoğunluğu] mukaddema [başlangıçta] bizim aleyhimizde bulunuyordu. Vaki olan tebeddülata [değişikliklere] rağmen eski metotlarını değiştirmiyorlar.

SLozan sulhu [barışı] hakkındaki fikr-i devletlileri [devletlilerinin fikri]?

C Lozan sulhu heyet-i umumiyesi [bütünü] itibariyle bizi tatmin ediyor. Biz bu muahedeye [antlaşmaya] tamamıyla riayet edeceğiz. Buna rağmen şunu söylemekten kendimizi men edemeyiz ki, daha taleplerimiz vardır ve bunların kuvveden [düşünceden] fiile çıktığını ahiren [son zamanda] Avrupa akvamının [milletlerinin] zihinlerinde vaki olan Türkiye’ye müsait yeni bir temayül [eğilim] vasıtasıyla görmek istiyoruz.

Muallak mesail [meseleler] için dostane tarz-ı tasfiyeler [çözüm tarzları] bulunacağını ümit etmek istiyoruz. Uzak bir atide [gelecekte] değil yakın bir istikbalde [gelecekte] şimdiye kadar halledilemeyen mesailin [meselelerin] kati hal şekline iktiran ettiğini [kavuştuğunu] görmek istiyoruz.

[Hâkimiyet-i Milliye, 27 Eylül 1923, No: 926, s. 1, sütun: 1-3;

Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt: 16 (1924), Kaynak Yayınları, İstanbul, 2005, s. 117-119]

Continue Reading

Türk İstiklâl Mücadelesi

Büyük Âlim Ziya Gökalp’in Vefatı

Published

on

[25 Ekim 1924]

Giriş

Türk sosyolojisinin kurucusu ve Türk milliyetçiliğinin en önemli düşünürlerinden biri olan Ziya GÖKALP [1], “bedenimin babası Ali Rıza Efendi, hislerimin babası Namık Kemal, fikirlerimin babası ise Ziya Gökalp’tir” sözünü sarf eden Mustafa Kemal ATATÜRK’ün en fazla etkilendiği kişiler arasında yer alır.

Vefatının 100. yıldönümünde Ziya Gökalp’i minnet ve rahmetle anarım. Bu münasebetle başta Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK olmak üzere Türk milleti, vatanı ve devleti uğrunda hizmet eden bilim, kültür, sanat, devlet, asker ve siyaset adamları ile Türk Mehmetçiklerinden bu dünyadan göç edenlere rahmet, hayatta olanlara sağlık, mutluluk ve başarılar dilerim.

Hafızalarımızı tazeleyip zihin jimnastiği yapmak amacıyla GÖKALP’in vefatının ertesi günü [Hâkimiyet-i Milliye, 26 Teşrinievvel 1924, No: 1256, s. 1, sütun: 2-3]’te yayımlanan “Hamdullah Suphi [TANRIÖVER],” ve “Ziya Gökalp Büyük Âlim Ziya Gökalp’in Ziyaı” başlıklı haber metinleri Osmanlı Türkçesi’nden çevrim yazı olarak aşağıda sunulmuştur.

***

ZİYA GÖKALP

“Ne elim bir haberle dilhunuz [içimiz kan ağlıyor]. Türk milliyetperverleri bir baş, hakiki bir mürşit kaybettiler. Türkçülük mefkûresinin bir meşalesi olan bu asil zekâ, kendi izinde yürüyecek binlerce muakkip [takipçi] bıraktı. Onun Türk tarihini, Türk içtimaiyatını, Türk harsını aydınlatan tahlil ve tasnif kuvveti, asırlardır ruhumuzda biriken karanlıkları derece derece eritmişti. Geçtiği yol evvelce bir izdi, şimdi bir şehrahtır [ana yoldur]. Türk vatanı en aziz evladından birini kaybetmekle taziye edilmek lazım gelen bir felakete uğradı. Ziya Gökalp’in hatırası önünde başlarımızı eğdiğimiz bu acı dakikalarda, tesellimiz odur ki, onun ufkumuzda dalgalandırdığı manevi bayrağı yere düşürmeyecek bir gençlik; memleketin her köşesinde bu imanın mahfuziyeti [korunması] için ayakta silahlanmış duruyor.” [2]

Hamdullah Suphi [TANRIÖVER]

***

BÜYÜK ÂLİM ZİYA GÖKALP’İN ZİYAI

Diyarbakır Mebus-ı Muhteremi; çok kıymetli eserlerini Türklüğe ve gençliğe hatıra bırakarak aramızdan ebediyen ayrılmıştır

Reisicumhurumuz ve İsmet Paşa hazeratı birer telgrafla merhum müşarünileyhin [adı geçenin] ailesine teessürlerini [üzüntülerini] iblağ buyurmuşlardır [bildirmişlerdir]. Bir Ziya Gökalp Cemiyeti teşkil edilmiştir.

***

Bir müddetten beri rahatsız bulunan ve son günlerde hastalığının şiddetlenmesi dolayısıyla hastahaneye nakledilen Diyarbakır Mebusu Ziya Gökalp Bey üstadımız dün [25 Ekim 1924] sabaha karşı irtihal-i dar-ı beka [ahirete göç] eylemiş ve bu müellim [elem veren] haber şehrimizde birden bire şayi olarak [duyularak] umumi ve derin bir teessürle [keder ve üzüntüyle] karşılanmıştır.

Reisicumhur Gazi Paşa Hazretleriyle Başvekil ve Hariciye Vekili İsmet Paşa Hazretleri merhum müşarünileyhin ailesine birer taziye telgrafı çekmek suretiyle teessürlerini iblağ buyurdukları gibi hükumet tarafından lazım gelenlere cenaze merasiminin pek mutantan bir surette icrası için de emirler verilmiştir.

İstanbul’da icra edilecek olan cenaze merasiminde Türkiye Büyük Millet Meclisi namına orada bulunan İkinci Reis Vekili Şarkikarahisar Mebusu Ali Sururi Bey hazır bulunacaktır. Merhum müşarünileyhin ailesine bu devreye ait olan tahsisatın kâmilen verilmesi ve ayrıca hidmet-i vataniye [vatana hizmet] tertibinden maaş tahsisi takarrür etmiştir [kararlaştırılmıştır]. Müdafaa-i Milliye Vekili Kazım Paşa Hazretleri ordu namına, beyan-ı taziyet edilmesini Üçüncü Kolordu Kumandanlığına ve Maarif Vekili Vasıf Bey Efendi de cenaze merasiminin icra edildiği gün bütün mekteplerin kapatılmasını ve bilumum muallimlerle talebelerin merasime iştirak etmelerini İstanbul’daki memurin-i aidesine emreylemişlerdir.

Vasıf Bey Efendi merhumun ailesine çektikleri telgrafta; kendisiyle beraber bilumum muallimlerin muhtaç-ı taziye ve teselliye bir halde olduklarını ve merhumun hatırasının gençlik için kuvvetli bir menba-ı ilham [ilham kaynağı]  olacağını ve bir arzuları varsa muhatap olmak istediğini bildirmiş ve ayrıca Muallimler Birliği, Türk Ocakları Heyet-i Merkeziyelerince telgrafla beyan-ı tessesür ve arz-ı taziyet olunmuştur.

Dün gece Ankara’da Türkçülük Cereyanının maruf simaları, mebuslar ve Türkçü gençler bir içtima akdederek [toplantı yaparak] bir “Ziya Gökalp Cemiyeti” tesis etmişlerdir. Cemiyetin Birinci Reisliğine Sinop Mebusu sabık Sıhhiye Vekili Doktor Ziya Nur Bey, İkinci Reisliğine Zonguldak Mebusu Ragıp beyler bil ittifak intihap edilmişlerdir [seçilmişlerdir]. Cemiyet Ziya Gökalp Beyin bütün Türk şehirlerindeki muhiplerinden ve talebesinden taazzuv edecektir [meydana gelecektir]. Cemiyetin programı ve gayesi; Ziya Gökalp Beyin kitaplarının tabı [basımı], yazılarının ve hatıralarının cemi [toplanması] ve ihtifallerinin [törenlerinin] tertibi olacaktır.

Diğer taraftan “Türk Ocakları Merkez Heyeti ve Hars Heyeti” ve “Ziya Gökalp Cemiyeti” şu suretle derin teessürlerini ve hissiyat-ı taziyetkaranelerini ifade etmektedirler:

Türklüğe ve Türk Ocaklarına ifa ettiği layemut [ölmez] hidmetler ile kalbimizde ebediyen yaşayacak bir minnet ve şükran hatırası bırakmış olan büyük âlim ve rehber Ziya Gökalp’in vefatı dolayısıyla Türk milletine en samimi taziyetlerimizi ve memleketin umumi kederine bütün mevcudiyetimizle iştirak ettiğimizi beyan ederiz.

Anadolu Ajansı da şu satırlarla teessürlerini bildirmektedir:

Türk vatanı en büyük ilim adamını kaybetti. Milli Mücadelenin ruhu ve istinatgâhı olan milliyet fikirlerini neşretmek hususunda Ziya Gökalp Beyin ifa ettiği hidmetler Türk milletinin kalbinde ebedi bir minnet bırakmıştır. Anadolu Ajansı bu büyük ziya [kayıp] karşısında duyduğu derin teessürleri beyan ve Türk milletini bütün ruhuyla taziye eder [başsağlığı diler].”

Üstadın son hayatına ait ajans tarafından verilen malumat ber-vech-i atidir [aşağıdadır]:

Ajans ve matbuat mensubini [mensupları] namına üstat Ziya Gökalp Beyi 23 Teşirinievvel’de [23 Ekim 1924] ziyaret eden Anadolu Ajansının İstanbul mümessili [temsilcisi] Edhem Hidayet Bey o günkü tarihle şu telgrafı ajansa göndermiştir:

İstanbul: 23 [Ekim 1924] (A. A.)-Ziya Gökalp Beye gittim. Çok dalgın, etrafındakileri tanıyamaz bir halde idi. Hiçbir şey söyleyemiyor ve ızdırap alameti gösteriyordu. Dünkü konsültasyon neticesinde kati olmamak üzere dimağında iltihap olduğu teşhis edildiğini ve doktorların ümitvar bulunmadığını biraderi Nihad Bey ifade etti. Kemal-i teessürle arz ederim.”

Anadolu Ajansının üstadın hastalığına ve irtihaline dair müteakip telgrafları da ber-vech-i atidir [aşağıdadır]:

İstanbul: 24 [Ekim 1924] (A. A.)-Ziya Gökalp Beyin vaziyet-i sıhhiyesine [sağlık durumuna] dair bu akşamki tabip raporu ber-vech-i atidir:

Hastanın ahval-i umumiyesi git gide kesb-i vahamet ediyor. Hastalık süratle seyrini takip ediyor. Ziya Bey artık etrafındakileri tanımıyor. Kalp mukavemet ediyor. Hastalığın vahameti bütün kuvvetiyle bakidir.” [2]

DİP NOTLAR

[1] https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/bilgi/ziya-gokalp-1876-1924/

[2] Hâkimiyet-i Milliye, 26 Teşrinievvel 1924, No: 1256, s. 1, sütun: 2-3

Continue Reading

En Çok Okunanlar