Mustafa Kemal Atatürk
GAZİ MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN TÜRKİYE’NİN GELECEĞİ ÜZERİNE İZMİR’DE HALKLA KONUŞMASI (7)
Published
3 yıl agoon
By
drkemalkocak(2 Şubat1923)
GİRİŞ
T.B.M.M. Reisi Başkumandan Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri, 2 Şubat 1923’te İzmir İktisat Kongresi için hazırlanan Eski Gümrük Binasında İzmirliler ile sohbette bulunmuşlardır. Konferans salonunu, beş altı bin kadın ve erkek dinleyici doldurmuştu. Gazi Hazretleri, saat iki buçukta başlayan ve 6 saati geçen uzun konuşmasında halktan 17 kişinin [Eski Matbuat-ı Dâhiliye Müdürü Fazlı Necip Bey, Hazır olanlardan bir şahıs, Sanatkârlardan İbrahim Hakkı Efendi, Gümrük memurlarından bir efendi, Kız Sultani Müdiresi Hanım, Maarif Müdürü Vasıf Bey, Hazır olanlardan bir şahıs, Darülmuallimin muallimlerinden Hikmet Bey, Darülmuallimin muallimlerinden Hasan Ali Bey, Muallime Melahat Hanım, Sadayı Hak Gazetesi Yazarlarından Sırrı Bey, Hazır bulunanlardan bir efendi, Hazır olanlardan bir Musevi, Ahenk Gazetesi Başyazarı Şevki Bey, Darülmuallimat Edebiyat Muallimesi Nuriye Hanım, Hazır bulunanlardan bir efendi, Edirne Eski Maarif Müdürü İzmirli Rahmi Bey] çeşitli konular hakkındaki sorularına cevaplar vermiştir. Gazi Hazretlerinin konuşmasını; açık, anlaşılır ve doğru anlatım bakımından [İzmir Bir Parola Olmuştur, Kuruluştan Çöküşe Kadar Osmanlı Devleti, Milli Mücadele, Kadının Aile ve İçtimai Heyet Hayatındaki Yeri ve Önemi, Akşehir’de Kadınlarla Hasbıhal, Türkiye Devleti, Türkiye Büyük Millet Meclisi, Hükûmet, Milli Hâkimiyet, Teşkilatı Esasiye Kanunu, Dış Münasebetlerimiz, Milli İktisat ve Kalkınma, Maarif İşleri, Hars, Milli Seciye, Milliyetperverlik, Milliyet Hissi, Medreseler, Vakıflar, Halk Fırkası, İçtimai ve İktisadi Sınıflar, Ordu, Seçme ve Seçilme Hakkı ve Ödevi] başlıkları altında göstermek mümkündür.
—***—
[Halk Fırkası]
Efendiler, memleket ve milletimizi hakiki halasa [kurtuluşa] kurtuluşa yetiştirmek için hepimiz anlıyoruz ki, çok çalışmak lâzımdır ve çok şeyler yapmak lâzımdır. Ancak bunu nasıl yapabileceğimizi de düşünmek mecburiyetindeyiz. Bu münasebetle sorulmuş olan bir soruya cevap vereceğim. O da, siyasî bir teşekkül veya Halk Fırkasına ait bir sorudur.
Birkaç ay evvel zannederim, gazetelerde bazı beyanatta bulunmuştum. Demiştim ki:
Sulhtan sonra Halk Fırkası [Partisi] namı altında bir siyasî fırka yapmak tasavvurundayım ve bu fırkanın bir programını tespit edebilmek için, bütün millet fertlerinin, ihtisas, ilim ve fen erbabının kendi görüşlerini, mütalaalarını [fikirlerini] bana yetiştirmelerini rica etmiştim. Ve bu beyanattan sonra hakikaten birçok raporlar, programlar, görüşler gelmektedir. Benim düşündüğüm şey, bütün bu görüşleri topladıktan sonra tasnif etmek ve ondan bir program çıkarmaktır.
Efendiler! Ben kendi kendime düşünür, bir program tespit eder ve derdim ki, işte benim programım şudur. Benimle hemfikir olanlar, buyursun beraber çalışalım. Ancak ben böyle yapmak istemedim. Çünkü böyle yapmanın hatalı olduğunu kabul ediyorum. Ben istedim ki, takip olunacak program, benim programım olmasın. Falanın veya filanın programı olmasın. Yani herhangi bir şahsın programı olmasın. Çünkü bir şahsın programı, en nihayet kendi şahsını ve kendi şahsıyla alâkadar olan, menfaattar olan insanlara şamil olabilir. Ben arzu ettim ki, millet kendi programını takip etsin ve ben arzu ettim ki, milletimiz herhangi bir nam altında olursa olsun, şunun ve bunun arkasından gitmesin. Yalnız kendi arzu ve iradesinin ve maksadının arkasından gitsin. Bunu temin etmek için mümkün olsaydı bütün vatandaşları bir araya toplamayı ve hiç olmazsa bütün mütehassısları bir araya toplamayı, onlarla büyük bir kongre hâlinde görüşerek böyle bir program vücuda getirmeyi çok arzu ederdim. Fakat buna maddi imkân tasavvur edemediğim için, bunu âdeta yazılı yapmak cihetini tercih ettim. O beyanatım yazılı bir kongreyi temin etmek maksadına atfedilmişti [yönelikti]. O program etrafında demiştim ki, bir Halk Fırkası yapacağım.
Arkadaşlar! Siyasî fırka telaffuz edildiği zaman kati olarak biliyorum ki, bütün vatandaşlarımız, kardeşlerimiz endişeli bir hisse haklı olarak mağlup oluyorlar. Çünkü şimdiye kadar hiçbir hakiki netice vermediği hâlde milleti birbirine çarpıştıran, muhalif gayeler doğuran fırkalar görülmüştür. Veyahut tahakküm eden fırkalar görülmüştür. Çünkü siyasî fırka demek, mevcut olanlara bakılacak olursa veya bakılarak ifade edilmek lâzım gelirse, her hâlde birtakım iktisadi menfaatleri, hayati menfaatleri temin etmek için çalışan teşekküller demektir. Umumiyetle içtimai heyetlerde menfaatler, heyetin bütün sınıflarına faydalı tasavvur edilmez. Bazı sınıfların menfaatleri başka istikamette, bazı sınıfların menfaatleri başka başka istikamettedir. Bunun üzerine şu veya bu milletin menfaatini temin etmek için onlara dayanmak, onları temsil ile mümkündür. Onlara dayanan bir fırka bulunabilir. Bunun karşısında kalan ve falan sınıfın menfaatlerini muhafaza için onlara dayanan ve onları temsil eden bir zümre bulunacaktır. Bunun üzerine fırka denildiği zaman bu milletin içinden şu veya bu sınıfı almak, diğer bir sınıfın menfaati aleyhine çalışmak… Hayır, ben böyle bir fırka yapmak tasavvurunda değilim…
Ben böyle bir fikirde değilim, dedim. Çünkü böyle bir fikirde bulunmaya bizim memleketimizde, bizim memleketimizin içinde esasen ihtiyaç yoktur. Zira tahlil edersek görürüz ki, menfaati yekdiğerine denk sınıflardan müteşekkil [meydana gelen] bir halktan başka muhatap bulamayız.
[İçtimai ve İktisadi Sınıflar]
Bazı çok dikkatli arkadaşlarımızın tahlillerinden istifade ederek arz edeyim ki, bizim milletimize bakıldığı vakit evvela nazarı dikkate çarpan aslî kitle çiftçidir ve çobandır. Diğer bir arkadaşımızın şimdi dediği gibi, yüzde sekseni çiftçidir. O hâlde Halk Fırkası denildiği zaman bu aslî kitle kastedilmektedir. Yalnız çiftçilerin ve köylülerin haklarını temin için diğer sınıfların aleyhinde olarak mı fırka yapacağız? Hayır… Köylünün düşmanı olabilecek olanlar kimlerdir? Çok çiftlikleri, geniş arazisi bulunan insanlardır. Hâlbuki arkadaşlar, bizim memleketimiz içinde böyle geniş çiftlik ve arazi sahibi olanlar kaç kişidir? Ve acaba mevcut olan geniş arazi ve çiftlik sahipleri derecesinde her köylüye arazi vermek için memleketimizin arazisi kâfi değil midir? Bunun üzerine bizim memleketimizde geniş arazi sahiplerinin başlı başına bir kuvvet, bir sınıf teşkil ederek menfaat takip etmesine imkân yoktur, onların mevcudiyet ve menfaatleri köylüden çok farklı değildir. Zira bir insanı köylü mertebesine indirmek değil, köylüleri bunların mertebesine çıkarmak lâzımdır. Ben bunları, köylünün, çiftçinin içinde farz ederim.
Sonra tüccar vardır, orta tüccar vardır, bir de zengin tüccarlar vardır. Telaffuz olunduğu zaman yekdiğerine karşı görünür. Hâlbuki bence öyle değildir. Yüksek tüccar, zengin tüccar dediğimiz zaman memleketimiz içinde kaç zengin adam vardır? Kaç milyoner gösterebilirsiniz? Kendi sermayesine yahut bir araya getirilecek olan sermayelere dayanarak bu memlekette kaç fabrika yapılabilir? Kaç liman yapılabilir? Hiçbir şey yapılamaz. Hani zengin, zengin dediğiniz adamlar? Emin olasınız ki, medeni milletlerin orta zenginlerinden de aşağı… Zengin tüccarla orta tüccar birbirinden ayrılmayacak kadar menfaatleri müşterek olan bir sınıftır. O da halkın içindedir.
Mesela ameleden bahsedilir. Bu memlekette, İstanbul’da, şurada burada olan ameleyi tamamen düşünecek olursak belki yirmi bini geçmez. Bu yirmi bin amelenin, emekçinin tarlada çalışan köylüden ne farkı vardır? Biz amelenin menfaati hilafına çalışmayı umum menfaatlere muhalif görürüz. Biz fabrikalar yapmak istiyoruz ve daha çok ameleye ihtiyacımız var. Biz eğer amelenin refah ve saadetini temin edecek tarzda esaslar koymazsak, bu zarar onlara değil, memlekete ve milletin umumi refahına aittir. Bu da bu halkın içindedir.
Sonra efendiler, aydınlar denilen insanlarla ulema denilen insanlar kalır. Bunlar, çiftçi değildir, tüccar değildir, amele değildir. Fakat mevcuttur. Gerek ulema ve gerek aydınlar, alelade başlı başına bir menfaat takip edebilecek hususi sınıf hâlinde tasavvur olunabilir mi? Bilakis, ulemanın ve aydınların yapacağı şey halkın içine girmek, kendilerine yol gösterici olmaktır. Bu tahlillerimle göstermek istiyorum ki, bizim milletimiz, baştan nihayete kadar yekdiğerinin menfaatine yardımcı ve yol gösterici sınıftan başka bir şey değildir. Sanatkârlar da öyledir. O hâlde öyle bir teşekkül olmalıdır ki, çiftçinin, tüccarın, sanatkârın, amelenin ve bütün milletin menfaatlerini düşünsün. Bütün bu menfaatleri temin edebilecek esasları koysun, onları işleyebilecek duruma koyabilsin. Hatta biz fırka namı kullanmaksızın dahi bu maksadımızı temin edecek bir teşekkül yapabiliriz. Yalnız bizi bundan men eden nedir? Şudur:
Biz tam istiklâl ve kayıtsız şartsız hâkimiyet umdelerine dayanan bir program takip edeceğiz. Ve bu programla memleketi mümkün süratle mamur etmek ve milleti mümkün süratle mesut etmek, zengin etmek için ne yapmak lâzım gelirse, tereddütsüz, şuna buna bakmaksızın, şu veya bu nazariyeye bakmaksınız, maddi olarak, hakiki olarak yürümek istiyoruz.
Bu noktada ufak bir itiraf yapmak lâzımdır. Bütün bunlara ve hatta esaslara karşı olanların mevcut olmadıklarını kabul edemeyiz. Hâlbuki bu karşı olanların, milletinin heyet-i umumiyesini [tamamını] bir vasat yapıp da onun üzerinde yürüyemeyiz. Kurtulmak için, bu karşı olanların hepsinin kafasını koparmak lâzımdır. Ancak bu millet bu sayede kurtulabilir. Bir şey vardır: Mademki bu istikamette yürümeye takatı olmayan insanlar vardır, onları tepelemek ve yürümek lâzımdır. Bu kadar azimle yürüyecek bir heyete elbette siyasî bir tavır vermek lâzımdır. İşte benim teşekkülünü lâzım saydığım Halk Fırkasının mahiyeti bundan ibarettir. Bittabi bu, bugün mevcut ve teşekkül etmiş değildir. Bugün mevcut olan bir şekil vardır ki, onun adına, biliyoruz ki, Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti derler ve ben bu cemiyetin reisiyim. Bu cemiyet, bütün teşekküllerin, başta arz ettiğim teşekküllerin bir nam altında birleşmesinden hâsıl olmuş ve bağımsızlığı, hâkimiyeti kurtarmak için millete yol göstermiş ve tarihi vazifeler yapmış ve yapmakla meşgul bulunmuştur. Ancak bu bir cemiyettir. Bu bir siyasî fırka değildir. Bu cemiyete ayırmaksızın bütün vatandaşlar dâhildir.
Bütün vatandaşlar bu cemiyette üyedir. Hâlbuki yapılması tasavvur olunan şey, siyasî bir fırkadır. O hâlde bu siyasî fırka da bütün millete şamildir. Yalnız buraya dâhil olamayacaklar, dediğim esasları kabul istidadında bulunmayanlardır. Demek ki, bu umumi ve millî olan tarihi vazifeleri ifa ile meşgul olan teşekküller ile beraber bütün millî teşekküller el birliği ile çalışarak vücuda getirecekleri müşterek bir fırka olacaktır ki, ben onun ismine Halk Fırkası demeyi münasip görüyorum.
[Ordu]
Bu fırka bütün halk sınıflarını mesut etmeyi gaye edineceği gibi, bu sınıflar içinde bir sınıf vardır ki, devlet, millet ve milletin bütün bu mesaisi ancak ona dayanmakla emniyetle yürüyebilir. O sınıf ordudur. Ordumuz, babalarına ve ecdatlarına lâyık fiillerin ve harekâtın kahramanı olmakla iftihar etmektedir. Sulh devresine geçtikten sonra da sükûtla geçecek millet işlerinde hiçbir endişeye maruz kalmamamız için bu orduyu şimdiye kadar olduğundan daha mükemmel bir hâle getireceğiz. Bu ise ancak ordu mensuplarının refahını, saadetini temin etmekle mümkündür. Hayat kaygısı içinde bulunan insanların- hayat dediğim zaman, askerler için- bahis konusu olan muharebede terk edeceği hayat değildir. Bizim askerlerimiz, bizim zabit ve kumandanlarımız, vatanı için ve milleti için muharebe meydanlarında tereddüt etmeksizin hayatlarını bırakırlar ve bunu yapmayı ararlar. (Alkışlar) Fakat icap ederse o ölüm gününe yetişebilmek için kat edeceği hayat mesafesi içinde insani ihtiyaçları vardır. O insani ve ailevi ihtiyaçları çok temin olunmalıdır ki, subay ve asker, diğer sınıflara oranla o işlerle en az meşgul olsun. Bunu temin etmek istemeyen bir millet en esaslı bir noktada gevşeklik göstermiş demektir. Hâlbuki her hususta hayatına kuvvet ve sağlamlık vermek isteyen ve buna karar vermiş olan milletimiz, elbette subaylarını ve askerlerini ve devlet makinesini işletecek olan bütün memurlarının hayatını en müreffeh bir hâlde bulundurabilmek için icap eden hususları teminat altına alacaktır. Ve teşkili tasavvur olunan fırkanın programında bu nokta en mühim noktalardan birisini teşkil edecektir. ·
Bazı milis subaylarının müşkülât içinde olduğunu söyleyen bir arkadaşımız vardı. Bizim ordumuzda milis subayı yoktur. Yalnız bu harekâtın başında fedakârlık, kahramanlık eden birtakım vatansever fedakârlar vardı. Bunlar ya subay idiler veya askerliğe mensup olmadıkları hâlde, sırf vatanperverane heyecanlarıyla askerlik etmişlerdir. Liyakatleri, kahramanlıkları icabı subaylık vazifesini dahi yapmışlardır. Arkadaşımızın milis subayı dediği bu nevi güzide insanlar olacaktır. Böyle memleket ve milletin en tehlikeli bir anında vatanperverliği azami derecede ortaya koymuş olan insanların hiçbir vakitte mükâfatsız kalmaması ve bilhassa sefalete maruz kalmaması lâzımdır.
Ancak bu gibi arkadaşlarımız, ya muntazam olarak teşekkül etmiş olan ordunun içinde askeri vazifesine devam edebilecek bir hâlde idiler ki, -ki onlar devam ediyorlar veyahut muntazam ordu teşkil olunduktan sonra muntazam subaylar heyeti işi üstlendikten sonra kendilerinin vazifesine nihayet verilmiş, yine ordunun muvaffakiyetleri için ve milletin selameti için lâzım gelen insanlardır-bunların sefalette bırakılmaları için hiç kimse bir şey düşünmüş olamaz. Her hâlde bunlar bu içtimai heyetin içinde ve memleketin içinde hayatını temin edecek iş bulabilirler. Ve ben çoklarını bilirim ki, bulmuşlardır. Fakat hakikaten sefalet hâlinde bulunanlar varsa, bunun sebeplerini tetkik etmek lâzım gelir. Ya unutulmuştur, müracaat etmemiştir veyahut tetkike değerdir.
Eğer bu gibi arkadaşlarımız memleket ve millete hizmet etmiş olmaktan dolayı büyük ve büyük mükâfatlar bekliyorlarsa ve bu mükâfat verilememiş ise, o da millet ve memleketin hâlindendir. Ve ben çok eminim ki, bu arkadaşlarımız hiçbir vakitte böyle hasis ve maddi menfaati düşünerek vatani vazifelerini yapmış değillerdir.
Arkadaşlar, milletten çok şey talep etmeye hakkımız yoktur. Millete vazife yapmaya mecburuz. Aç kalırsak çalışalım, nasıl yapmak lâzım gelirse öyle yapalım. (Alkışlar) Çiftçi olalım, çoban olalım, bakkal olalım efendiler. Ne yaptık sanki bu millete? Herhangi birimiz bu millete ne yaptık? En çok vazife yapmış olanlarımız ne yapmışlardır? Böyle bir his yoktur ve olmamalıdır. Hizmet eden, vazifesini, namus vazifesini yapmıştır.
Efendiler! Halk Fırkası, demin izah ettiğim gibi, adeta nasıl ki Misakı Millî, tam istiklalimizi elde etmek için ortaya konulmuş bir düstur ise, nasıl ki Teşkilatı Esasiye Kanunu’muz millî hâkimiyeti kayıtsız şartsız milletin elinde muhafaza etmek için konulmuş bir düstur ise, Halk Fırkasının programı da milleti bundan sonra mesut edebilmek ve sınıflarını ayırmaksızın mesut ve müreffeh etmek için ve memleketi mamur etmek için bir düsturun etrafında toplananlardan teşekkül edecektir. Hiç kimsenin hatırına gelmesin ki, bu siyasî fırka şu veya bu sınıfın menfaat vasıtası olacaktır. Hayır, Halk Fırkası bütün milletin saadetini elde etmeye mevcudiyetini hasredecek bir siyasî teşekkül olacaktır.
Ben bizzat böyle bir siyasî teşekkülün içinde bulunmak ve başında bulunmakla memlekete en büyük bir vazifeyi yapacağıma kaniim. Devletin başında, hükûmetin başında bulunmaktan daha mühim görüyorum böyle bir siyasî teşekkülün başında bulunmayı… Çünkü efendim, bizim milletimizin esaslı olarak bütün bu konuştuğumuz şeyleri yapabilmeye kendini kabiliyetli kılabilecek bir noksanı vardır. O da siyasî terbiyeden mahrumiyetidir. Millet siyasî terbiye almalıdır. İşte meclis olmadığı zamandaki hâlimiz ve meclis olduktan sonra da bizi düşündüren manzaraların tamamı, esasen millette siyasî terbiyenin lüzumu kadar olmamasından ileri gelmiştir.
You may like
Büyük Âlim Ziya Gökalp’in Vefatı
Malazgi̇rt Meydan Muharebesi̇ (26 Ağustos 1071-26 Ağustos 2024) 953. Yıldönümü
Rei̇si̇cumhur Gazi̇ Mustafa Kemal Paşa’nin Kastamonu Halk Firkasindaki̇ Konuşmasi (31 Ağustos 1925)
Rei̇si̇cumhur Hazretleri̇ni̇n Amasya Ve Tokat’ta Fevkalade İsti̇kballeri̇ [karşilanmalari] (24-25 Eylül 1924)
GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ÜN ÇİFTLİKLERİNİ HAZİNEYE BAĞIŞLAMASI
GAZİ MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN KONYA TÜRK OCAĞI’NDAKİ KONUŞMASI (20 MART 1923)
Mustafa Kemal Atatürk
Kazım Karabekir Paşanın T. B. M. M.’ne Telgrafı
Published
5 ay agoon
Ağustos 12, 2024By
drkemalkocak5.- MUHTELİF EVRAK
1.- Şark Cephesi Kumandanı Kâzım Karabekir Paşanın, İstanbul’da inikat eden Şûrayı Saltanatta Sevr Muahedesinin imza edilmesine karar verenlerle muahedeyi imza edenlerin hiyaneti vataniye ile ittiham olunmalarına dair telgrafı.
REİS — Kâzım Karabekir Paşadan mevrut bir telgraf var okunacak.
Erzurum;
Ankara’da Meclisi Milli Riyasetine
Vatansız, vicdansız üç serserinin, yine kendileri gibi millet ve vatanla alakası olmayan bir kaç kişi namına sulh muahedesini imza ettiklerini ajansta gördük. Mücadelei milliyemizde daha büyük bir azim ve imanla devamı tekiden ahdettiğimizi arz eylerim. İstanbul’da teşekkülünü evvelce duyduğumuz Şûrayı Saltanatta Türkiye’nin hayatı mevcudiyetini söndüren bu zalim muahedenin imza edilmesine karar ve rey veren esamileri malum eşhasın ve muahedenameye vazı imza edenlerin ihaneti vataniye ile ittiham olunmasını ve haklarında hükmü gıyabi verilmesini bu vatansızların isimlerinin her yerde lanetle yadedilmesinin ilan ve tamim olunmasını arz ve teklif eylerim.
17 Ağustos 1336 [1920]
Şark Cephesi Kumandanı
Kâzım Karabekir
REİS — Kâzım Paşanın bu teklifini tensip buyuruyor musunuz? (Hay hay) tensip buyuranlar ellerini kaldırsın. Tensip edildi efendim.
T. B. M. M. ZABIT CERİDESİ, Elliüçüncü İçtima, 19.8.1336 Perşembe, Devre: 1, Cilt: 3, İçtima Senesi: 1, s. 333
https://www5.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/TBMM/d01/c003/tbmm01003053.pdf
Türk İstiklâl Mücadelesi
Mustafa Kemal Paşa’nın Balıkesir Zağnos Paşa Camiinde Halkla Konuşması
Published
11 ay agoon
Şubat 7, 2024By
drkemalkocak(7 Şubat 1923)
GİRİŞ
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Gazi Mustafa Kemal [ATATÜRK] önderliğinde gerçekleştirilen Türk İstiklal Harbi/Milli Mücadele’den sonra kurulmuştur. Türk Milletinin bağımsızlığını kazanmasından sonra Gazi, zaman zaman yurt gezilerine çıkmıştır. Bu gezilerinde, Millî Mücadele sırasında düşmana karşı omuz omuza birlikte mücadele ettiği milleti ile daha yakından temas kurma imkânına kavuşmuştur. Gezilerinde, uzun süren harplerden yeni çıkmış olan halka moral vermiş, yeni kurulan “Türk Milletinin/Milli Kültürümüzün” muasır medeniyetler seviyesine ulaşması için yapılması gerekenler hakkında, kulluk/kölelikten kurtularak hürriyetine kavuşan vatandaşları bilgilendirmiş, yapılan inkılâpların uygulanışını görmüş ve yapılacak inkılâplarla hakkında kamuoyu oluşturmuştur. İhtiyaç duyduğu kamuoyu desteğini sağladığına kanaat getirdikten sonra, yapmak istediği inkılâpları Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sunmuş ve uygulamaya/hayata geçirmiştir.
Bu geziler, Gazi’i görmek isteyen Türk halkı tarafından büyük bir sabırsızlıkla beklenmiştir. Nitekim geziler öncesinde zaman zaman Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği tarafından karşılama töreni yapılmaması istenmesine rağmen kadını-erkeği, genci-yaşlısı bütün Türk halkı, Gazi’ye olan sevgi ve saygısını göstermek için büyük bir heyecan ve coşkuyla geçeceği yollar üzerine toplanmıştır. Halkın ilgisinden ziyadesiyle memnun olan Gazi, gittiği her yerde özellikle vatandaşlarla yüz yüze görüşebileceği ve fikir alışverişinde bulunabileceği belediye, okul, Cumhuriyet Halk Fırkası, Türk Ocağı ve diğer kurum ve kuruluşları ziyaret etmiştir. Bu görüşmelerin katkısıyla halkın beklentileri hükümet programlarında ve uygulamalarında anlamını ve yerini bulmuştur. Bu sebeple Gazi’nin yurt gezileri, genellikle önemli siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel değişim ve gelişmelerin yaşandığı/yaşanacağı günlerin öncesi veya sonrasında gerçekleşmiş olması bakımından anlamlıdır.
Gazi Mustafa Kemal, yurt gezileri kapsamında Balıkesir’i biri cumhuriyetin ilanından önce, altısı ilan edildikten sonra olmak üzere yedi defa ziyaret etmiştir. Cumhuriyetin ilanından önce Balıkesir’e ilk defa 6-8 Şubat 1923’te gelmiştir. Cumhuriyet’in ilanından sonraki ilk ziyareti ise 8-10 Ekim 1925’te gerçekleşmiştir. Bunu, 13-15 Haziran 1926, 7-8 Şubat 1931, 21-22 Ocak 1933, 15 Nisan 1934 ve 24-25 Haziran 1934’teki ziyaretleri takip etmiştir.
Aşağıda, Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın 6-8 Şubat 1923’teki Balıkesir seyahatinde kendisine eşlik eden Hâkimiyet-i Milliye Gazetesi Sahibi Recep Zühdü [SOYAK]’ın kaleminden “GAZİ MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN BALIKESİR SEYAHATİ”nin, Hâkimiyet-i Milliye Gazetesi’nin 11 Şubat 1923 tarihli nüshasında yayımlanan “BALIKESİR’DE FEVKALADE MÜHİM BİR NUTUK- BALIKESİR’DE HALKLA KONUŞMA (7 ŞUBAT 1923)” başlıklı bölümü, Osmanlı Türkçesinden çeviri yazı olarak sunulmuştur.
***
BALIKESİR’DE FEVKALADE MÜHİM BİR NUTUK
Mustafa Kemal Paşa Hazretleri hutbeler ve hilafet hakkındaki izahatından sonra mesail-i siyasiye ve içtimaiye ve iktisadiyemize [siyasi, sosyal ve ekonomik meselelere] geçmişlerdir
BALIKESİR’DE HALKLA KONUŞMA
(7 ŞUBAT 1923)
Balıkesir: 7 [Şubat 1923 Çarşamba] (AA ) – Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri, bugün öğle namazını büyük bir cemaat ile Paşa [Zağnos Paşa] Camii Şerifi’nde kılmışlardır. Namazdan ve ervah-ı şühedaya [şehitlerin ruhlarına] ithafen kıraat edilen [okunan] mevlidi nebeviden sonra Paşa Hazretleri minbere çıkarak şu hutbeyi [nutku/konuşmayı] irat buyurmuşlardır [yapmışlardır]:
“Millet! Allah birdir. Şanı büyüktür. Allah’ın selameti, atifeti [iyiliği] ve hayrı üzerinize olsun. Peygamberimiz Efendimiz Hazretleri, Cenabı Hak tarafından insanlara hakayıkı [hakikatleri] tebliğe memur ve resul olmuştur. Kanunu esasisi, cümlenizce [hepinizce] malumdur ki, Kur’an-ı azimüşşandaki nusustur [naslardır]. İnsanlara feyz ruhu vermiş olan dinimiz, son dindir. Ekmel dindir. Çünkü dinimiz akla, mantığa, hakikate tamamen tevafuk ve tetabuk ediyor [uyuyor ve denk düşüyor]. Eğer akla, mantığa ve hakikate tevafuk etmemiş [uymamış] olsaydı, bununla diğer kavanin-i tabiiye-i ilahiye beyninde [tabii ilahi kanunlar arasında] tezat [zıtlık] olması icap ederdi. Çünkü bilcümle kavanin-i künyeyi [bütün kâinatın kanunlarını] yapan, Cenabı Hak’tır.
Arkadaşlar, Cenabı Peygamber, mesaisinde iki eve, iki haneye malik [sahip] bulunuyordu. Biri kendi hanesi, diğeri Allah’ın evi idi. Millet işlerini, Allah’ın evinde yapardı. Hazreti Peygamber’in eser-i mübareklerine [mübarek eserlerine] iktifaen [uyarak] bu dakikada milletimize, milletimizin hal ve istikbaline [bugününe ve geleceğine] ait hususatı [hususları] görüşmek maksadıyla bu dar-ı kutside [kutsal evde], Allah’ın huzurunda bulunuyoruz. Beni buna mazhar eden, Balıkesir’in dindar ve kahraman insanlarıdır. Bundan dolayı çok memnunum. Bu vesile ile büyük bir sevaba nail olacağımı ümit ediyorum.
Efendiler, camiler birbirimizin yüzüne bakmaksızın yatıp kalkmak için yapılmamıştır. Camiler itaat ve ibadet ile beraber din ve dünya için neler yapılmak lazım geldiğini düşünmek, yani meşveret için yapılmıştır. Millet işlerinde her ferdin zihni başlı başına faaliyette bulunmak elzemdir. İşte biz de burada din ve dünya için, istikbal ve istiklalimiz [gelecek ve bağımsızlığımız] için, bilhassa hâkimiyetimiz için neler düşündüğümüzü meydana koyalım. Ben yalnız kendi düşüncemi söylemek istemiyorum. Hepinizin düşündüklerinizi anlamak istiyorum. Amal-ı milliye [milli emeller], irade-i milliye [milli irade] yalnız bir şahsın düşünmesinden değil, bilumum efrad-ı milletin [bütün millet fertlerinin] arzularının, emellerinin muhassalasından [bileşkesinden] ibarettir. Binaenaleyh [dolayısıyla] benden ne öğrenmek, ne sormak istiyorsanız, serbestçe sormanızı rica ederim.”
Müşarünileyh [adı geçen], badehu [ondan sonra] minberden aşağıya inmişler ve muhtelif zevat tarafından irat edilen [sorulan] yirmiyi mütecaviz suali [yirmiden fazla soruyu] tespit ettikten sonra cevaplarını vermişlerdir. Hutbeler hakkındaki ilk suale [soruya] cevaben demişlerdir ki:
“Hutbeler hakkında irat edilen sualden [sorulan sorudan] anlıyorum ki, bugünkü hutbelerin tarzı, milletimizin hissiyat-ı fikriyesi [fikri hissiyatı] ve lisanıyla ve ihtiyacat-ı medeniye [medeni ihtiyaçlar] ile mütenasip [uyumlu] görülmemektedir. Efendiler, hutbe demek nasa [insanlara] hitap etmek, yani söz söylemek demektir. Hutbenin manası budur. Hutbe denildiği zaman, bundan birtakım mefhum [kavram] ve manalar istihraç edilmemelidir [çıkarılmamalıdır]. Hutbeyi irat eden [söyleyen], hatiptir. Yani söz söyleyen demektir. Biliyoruz ki, Hazreti Peygamber zamanı saadetlerinde hutbeyi kendisi irat ederlerdi [söylerlerdi]. Gerek Peygamber Efendimiz ve gerek hulefay-ı raşidinin [dört halifenin] hutbelerini okuyacak olursanız görürsünüz ki, gerek Peygamber’in, gerek hulefay-ı raşidinin [dört halifenin] söylediği şeyler, o günün meseleleridir; o günün askeri, idari, mali ve siyasi, içtimai hususatıdır [toplumsal hususlarıdır]. Ümmet-i İslamiye [İslam ümmeti] tekessür [çoğalmaya] ve memalik-i İslamiye [İslam memleketleri] tevsie [genişlemeye] başlayınca, Cenabı Peygamber’in ve hulefay-ı raşidinin [dört halifenin] hutbeyi her yerde bizzat kendilerinin irat etmelerine [söylemelerine] imkân kalmadığından, halka söylemek istedikleri şeyleri iblağa [bildirmeye] birtakım zevatı memur etmişlerdir. Bunlar her halde en büyük rüesa [reisler] idi. Onlar camii şerifte ve meydanlarda ortaya çıkar, halkı tenvir [aydınlatmak] ve irşat [uyarmak] için ne söylemek lazımsa söylerlerdi. Bu tarzın devam edebilmesi için bir şart lazımdı. O da milletin reisi olan zatın halka doğruyu söylemesi, halkı dinlemesi ve halkı aldatmaması! Halkı ahval-ı umumiyeden [genel durumdan] haberdar etmek, son derecede haiz-i ehemmiyettir [ehemmiyetlidir].
Çünkü her şey açık söylendiği zaman halkın dimağı hal-i faaliyette [faaliyet halinde] bulunacak, iyi şeyleri yapacak ve milletin zararına olan şeyleri reddederek şunun veya bunun arkasından gitmeyecektir. Ancak millete ait olan işleri milletten gizli ettiler. Hutbelerin halkın anlayamayacağı bir lisanda olması ve onların da bugünkü icabat[icapları]nıza ve ihtiyaçlarınıza temas etmemesi, halife ve padişah namını taşıyan müstebitlerin arkasından köle gibi gitmeye mecbur etmek içindi. Hutbeden maksat, ahalinin tenvir ve irşadıdır [aydınlatılması ve uyarılmasıdır], başka şey değildir. Yüz, iki yüz, hatta bin sene evvelki hutbeleri okumak, insanları cehalet ve gaflet içinde bırakmak demektir. Hatibanın [hatiplerin] her halde nasın [insanların] kullandığı lisanla görüşmesi elzemdir. Geçen sene Millet Meclisi’nde irat ettiğim bir nutukta demiştim ki: “Minberler halkın dimağları, vicdanları için bir menba-ı feyz [feyiz kaynağı], bir menba-ı nur [nur kaynağı] olmuştur.” Böyle olabilmek için minberlerden aksedecek sözlerin bilinmesi ve anlaşılması ve hakayık-ı fenniye ve ilmiyeye [fenni ve ilmi hakikatlere] mutabık [uygun] olması lazımdır. Hatibay-ı kiramın [değerli hatiplerin] ahval-i siyasiye [siyasi ahvali], ahval-i içtimaiye ve medeniyeyi [toplumsal ve medeni ahvali] her gün takip etmeleri zaruridir. Bunlar bilinmediği takdirde halka yanlış telkinat [telkinler] verilmiş olur. Binaenaleyh [dolayısıyla] hutbeler tamamen Türkçe ve icabat-ı zamana mutabık [zamanın icaplarına uygun] olmalıdır ve olacaktır.”
Badehu [ondan sonra] hilafet hakkındaki suale [soruya] nakl-i kelam ederek [sözü getirerek] yalnız Türkiya değil, bütün âlem-i İslam’a [İslam âlemine] ait olan bu makama vazife ve salahiyet vermek, Türkiya devletinin salahiyeti haricinde ve fevkinde [üzerinde] olduğunu beyandan sonra demişlerdir ki:
“Dünya yüzünde Osmanlı devletinin inkırazından [bitişinden] sonra bir Türkiya devleti teşekkül etmiştir. Bu devlet İran ve Afganistan gibi müstakil [bağımsız] ve Müslümandır. Yeni Türkiya devletini milletin vekillerinden mürekkep olan [meydana gelen] Türkiya Büyük Millet Meclisi idare eder. Bu şerait[şartlar] dâhilinde halifeye, yalnız Türkiya devleti nam ve hesabına kanun-ı mahsusla [özel kanunla] verilmiş olduğundan başka bir hak ve salahiyet verilmek icap ederse, milletin hâkimiyeti takit edilmiş [kısıtlanmış] ve bilnetice [neticede] bu hâkimiyet inkısama uğratılmış [parçalanmış] olur ki, bu, eski halin avdetinden [dönmesinden] başka bir şey olamaz.”
Müteakiben Lozan Konferansı hakkında irat edilen suale [sorulan soruya] geçerek şu sözleri söylemişlerdir:
“Mamafih [ne yazık ki], adli, mali kapitülasyonlar mesailinde [meselelerinde] muhataplarımız eski zihniyetlerini tebdil etmemişlerdir [değiştirmemişlerdir]. Bu mesailde [meselelerde] İtalyanlar ve bilhassa Fransızlar müşkülat ihdas etmişlerdir [çıkarmışlardır]. Bu iki sebepten dolayı Lozan Konferansı’nın mesai-i ciddiyesi [ciddi mesaisi] tevkif etmiştir [durmuştur]. İtilaf devletleri heyet-i murahhasları [delege heyetleri], hükümetleriyle temasta bulunmak üzere Lozan’dan müfarekat etmişlerdir [ayrılmışlardır]. Bizim heyet-i murahhasımızın [delege heyetimizin] da hükümet ve Büyük Millet Meclisi ile müşavere etmek üzere gelmesi memuldür [muhtemeldir]. Biliyorsunuz ki, Lozan’da İtilaf heyet-i murahhası [delege heyeti] aylardan beri devam eden mesaiden sonra bize bir sulh [barış] projesi vermişlerdir. Bu proje kapitülasyonlar hakkında ihtiva ettiği mevaddan [maddelerden] dolayı milletimizce katiyen kabil-i kabul değildir [kabul edilemez]. Kapitülasyonlar bir devleti behemehâl [mutlaka] münkariz eder [bitirir]. Devlet-i Osmaniye [Osmanlı devleti] ile Hindistan Türk ve İslam imparatorlukları bunun en büyük delilidir. Efendiler, biz hukuk-ı meşru ve hayatımızı [meşru ve hayati haklarımızı] dünyay-ı medeniyet ve insaniyete [medeniyet ve insaniyet dünyasına] tasdik ve teslim ettirmek için çalışıyoruz. Bunu tasdik ve teslim ettirmek için icap eden her türlü tedbirlere tevessülde [girişmekte] tereddüt göstermeyeceğiz. Milletin irade-i hakikiyesinin [hakiki iradesinin] bu merkezde olduğuna kaniyim.” (Hay hay sesleri)
Badehu [Ondan sonra] Düyunu Umumiye’nin Türkiya’dan ayrılacak mahallere taksim olunduktan sonra tanınacağından ve rejinin şu veya bu şekilde olmasının her zaman kabil-i tezekkür olduğundan [konuşulabileceğinden], ticarete, ziraate ve sanayiye fevkalade ehemmiyet verilmek icap ettiğinden, kadınların hayat-ı içtimaiyemizde [toplumsal hayatımızda] erkekler derecesinde sahib-i hak [hak sahibi] olması lazım geldiğinden bahsetmişler ve Halk Fırkası hakkındaki soruya aşağıdaki cevabı vermişlerdir:
“Bu milletin siyasi fırkalardan çok canı yanmıştır. Şunu arz edeyim ki, memalik-i sairede [diğer memleketlerde], fırkalar behemehâl [mutlaka] iktisadi maksatlar üzerine teessüs etmiş ve etmektedir. Çünkü o memleketlerde muhtelif sınıflar vardır. Bir sınıfın menfaatını muhafaza için teşekkül eden siyasi bir fırkaya mukabil [karşılık] diğer bir sınıfın menfaatını muhafaza maksadıyla başka bir fırka teşekkül eder. Bu pek tabiidir. Güya bizim memleketimizde de ayrı ayrı sınıflar varmış gibi teessüs eden siyasi fırkalar yüzünden şahit olduğumuz neticeler malumdur. Hâlbuki Halk Fırkası dediğimiz zaman bunun içinde bir kısım değil, bütün millet dâhildir. Bir defa halkımızı gözden geçirelim: Biliyorsunuz ki, memleketimiz çiftçi memleketidir. O halde milletimizin ekseriyet-i azimesi [büyük çoğunluğu] çiftçi ve çobandır. Bu böyle olunca buna karşı büyük arazi ve çiftlik sahipleri varid-i hatır olur [hatıra gelir]. Bizde büyük araziye kaç kişi maliktir [sahiptir]? Bu arazinin miktarı nedir? Tedkit edilirse [incelenirse] görülür ki, memleketimizin vüsatına [genişliğine] nazaran hiç kimse büyük araziye malik [sahip] değildir. Binaenaleyh [dolayısıyla] bu arazi sahipleri de himaye edilecek insanlardır. Sonra sanat sahipleriyle kasabalarda ticaret eden küçük tüccaran [tüccarlar] gelir. Bittabi bunların menfaatlarını, hal ve atilerini [bugünlerini ve geleceklerini] temin ve muhafaza etmek mecburiyetindeyiz. Çiftçilerin karşısında olduğunu farz ettiğimiz büyük arazi sahipleri gibi bu ticaret erbabının karşısında da büyük sermaye sahibi tüccarların bulunduğu varid-i hatır olabilir [hatıra gelebilir]. Hâlbuki bizim memleketimizde büyük sermaye sahibi insanlar yoktur. Kaç milyonerimiz var! Hiç. Binaenaleyh [dolayısıyla] biraz parası olanlara da düşman olacak değiliz. Bilakis memleketimizde birçok milyonerlerin hatta milyarderlerin yetişmesine çalışacağız. Sonra amele gelir. Bugün memleketimizde fabrika, imalathane vesaire gibi müessesat çok mahduttur [müesseseler çok sınırlıdır]. Mevcut amelemizin miktarı yirmi bini geçmez. Hâlbuki memleketi teali eylemek [yükseltmek] için çok fabrikalara muhtacız. Bunun için de amele lazımdır. Binaenaleyh [dolayısıyla] tarlada çalışan çiftçilerden farkı olmayan ameleyi de himaye ve sıyanet [korumak] etmek icap eder. Bundan sonra münevveran [aydınlar] ve ulema denilen zevat gelir. Bu münevveran ve ulema kendi kendilerine toplanıp halka düşman olabilir mi? Bunlara terettüp eden [düşen] vazife, halkın içine girerek onları irşat [uyarmak] ve ilâ etmek [yükseltmek] ve onlara terakki [ilerleme] ve temeddünde [medenileşmekte] pişva [öncü] olmaktır. İşte ben milletimizi böyle görüyorum. Binaenaleyh mesalik-i muhtelife erbabının [çeşitli meslekler sahiplerinin] menafi [menfaatları] yekdiğerine memzuc [karışmış] olduğundan, onları sınıflara ayırmak imkânı yoktur ve heyet-i umumiyesi [tamamı] halktan ibarettir.
Halk Fırkası halkımıza terbiye-i siyasiye [siyasi terbiye] vermek için bir mektep olacaktır. Beni çok seven ve hayatımı düşünen bazı arkadaşlarım bana böyle bir fırka-ı siyasiye [siyasi fırka] teşkil etmemekliğimi tavsiye etmişlerdir. Filhakika [hakikaten] vazife-i milliyenin hitamında [milli vazifenin sonunda] köşeye çekilerek istirahat etmekliğim benim için bir menfaattır. Bunu yapabilmek için şimdiye kadar istihsal [elde] olunan neticelerin tespit olunduğu gibi devam edeceğine itimat etmek icap eder. Fakat bu hususta henüz bi-endişe [endişesiz olamam. Hiçbirinizin de bi-endişe olmamanızı tavsiye ederim. Şimdiye kadar istihsal ettiğimiz muvaffakiyetler üç dört seneye sığmayacak kadar çoktur. Her tarafta olduğu gibi bizde de yeni hareketler ve cereyanlar karşısında onu hazmedemeyen kuvvetler zuhur edebilir [ortaya çıkabilir].
Mateessüf [ne yazık ki], bu daima vardır. Nitekim bu hususta ahkâm-ı şer’iyeye muvafık [şer’i hükümlere uygun] olmayan ve maalesef Meclis’te aza [üye] bulunan bir zat tarafından risale de yazılmıştır. Bu teşebbüs eski Osmanlı devletini iadeden başka bir şey değildir. Bunu yapan o zat, hükümet ve millet nazarında mürtecidir.
Efendiler, şunu katiyetle bilmek icap eder ki, kazanılan şey, hayat ve namustur. Buna tecavüz, hayat ve namusumuza tecavüzdür. Her ferdin bu gibi hareketlere dikkat etmesi ve onlara karşı son derece müteyakkız [uyanık] bulunması lazımdır. İşte bu nokta-ı nazardan [bakımdan] milletin içinde bir fert olarak ve tekrar milletin intihabına [seçmesine] nail olur isem, Türkiya Büyük Millet Meclisi’nde aza sıfatıyla çalışmayı vazife telakki [kabul] ediyorum.
Efendiler, ne ben ve ne siz, şahıslarımız üzerinde vaziyetler ihdasına [meydana getirmeye] kalkışmayalım. Biz hepimiz o suretle çalışalım ki, kuracağımız şey milli bir müessese olsun. Bu da millete terbiye-i siyasi [siyasi terbiye] vermekle olur.
Asırların bize verdiği dersten milletimizin lüzumu kadar mütenebbih [uyanmış] olduğunu görüyorum. Milletimizin evsaf-ı mahsusası [özel vasıfları] her işimizde muvaffakiyetimizin teminatıdır. Muvaffakiyetimiz bittabi vahdetle [birlikle] olacaktır. Eğer millet müşterek gayeye müştereken sarf-ı faaliyet [faaliyet sarf] ederek yürürse, behemehâl [mutlaka] muvaffak olacaktır. İşte bunları düşünerek mesai-i müstakbelede de [gelecekteki mesaide] de muvaffak olacağına kani bulunuyorum.”
Paşa Hazretleri hasbihâllerine şu suretle son vermişlerdir:
“Arkadaşlar, buraya gelinceye kadar birçok yerlere uğradım. O yerlerin halkıyla yani kardeşleriniz, dindaşlarınız ve hemdertlerinizle aynı suretle musahabelerde [sohbetlerde] bulundum ve onların da sizin gibi memleketin hal ve atisiyle [bugünü ve geleceğiyle] fevkalade alakadar olduklarını gördüm. Sonra yine bu seyahatim esnasında ordumuzu gördüm; askerlerimiz, subaylarımız ve kumandanlarımızla temasa geldim.
Tetebbu tedkikat ve teftişatım [İnceleme ve teftişlerimin] neticesi bizi mağrur edecek bir haldedir. Çünkü vaziyetimiz çok kuvvetlidir. Memleketimiz halkında ve ordusunda gördüğüm kudret ve kabiliyet, bilhassa azim ve celadet [kahramanlık], hakkımızı behemehâl [mutlaka] istihsale [elde etmeye] kâfi ve kefildir.”
KAYNAKÇA
Hâkimiyet-i Milliye, 11 Şubat 1923, No: 736, s. 2, sütun: 1-4
Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri II, Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Yayınları, Ankara, 1959, s. 94-99
Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt: 15 (1923), Kaynak Yayınları, İstanbul, 2005, s. 117-121
Özel Günler ve Anlamları
Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni Açış Konuşması
Published
1 yıl agoon
Kasım 10, 2023By
drkemalkocak(1 Kasım 1938)
GİRİŞ
Türk’ü reayalıktan vatandaşlığa, saltanattan cumhuriyete kavuşturan, Türk kadınını yok sayılmaktan kurtarıp varlık sahnesine çıkaran, Göktürklerden bu yana kaybolan Türk kimliğini inşa eden Türk İstiklal Harbinin Başkumandanı, Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu, Türk İnkılabının planlayıcı ve uygulayıcı önderi ilk Cumhurbaşkanımız Mareşal Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ü, fani âlemden baki âleme göç edişinin 85. yıldönümünde minnet ve rahmetle anarım.
Cumhuriyetin 15. yıldönümü törenlerine ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılışa hastalığı sebebiyle katılamayan ilk Cumhurbaşkanımız Mareşal Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün; 1 Kasım 1938 günü Türkiye Büyük Millet Meclisi Açış Konuşmasını Başbakan Celal Bayar yapmıştır.
***
Başvekil Celal Bayar (İzmir) – (Başvekil alkışlar arasında kürsüye geldiler.) Teşkilatı Esasiye Kanunu’nun 36. maddesi hükmüne göre Cumhurreisimiz Atatürk’ten aldığım emir üzerine bu seneye ait nutuklarını okuyorum. (Alkışlar.)
Sayın Milletvekilleri,
Hepinizi sevgi ve saygı ile selamlarım. . .
Geçen sene aziz Kamutayı [Türkiye Büyük Millet Meclisi] arkadaşlarıma millet ve memleket için ne gibi feyizli işler başarmak istediğimizi izah etmiştim. Bugün de bunlardan hangilerinin bu yıl içinde yapıldığını bildirmek isterim.
Sayın Arkadaşlarım,
Her şeyden evvel size kıvançla arz edeyim ki millet ve memleket geçen seneyi de tam bir huzur ve sükûn içinde yükselme ve kalkınma faaliyetiyle geçirmiştir.
Uzun yıllardan beri devam eden ve zaman zaman had bir şekil alan Tunçeli’ndeki toplu eşkıyalık hadiseleri, belirli bir program dâhilindeki çalışmaların neticesi olarak kısa bir zamanda bertaraf edilmiş, o mıntıkada bu gibi vakalar bir daha tekerrür etmemek üzere tarihe devrolunmuştur. (Bravo sesleri.)
Cumhuriyet’in feyzinden yurdun diğer evlatları gibi oradakiler de tamamıyla istifade edeceklerdir.
Hususi idare ve belediyelerin bu yılki faaliyetleri geçen senelerden fazla ve daha verimli olmuştur.
İmar işlerinde belediyeleri türeli [muntazam, düzenli] surette aydınlatmak, kılavuzlamak ve faaliyetlerini takip etmek ve denetlemek üzere merkezde bir teknik büro teşkili, yol ve yapı kanununda işlerin ve istimlak muamelelerinin süratle yürümesini temin edecek tadilat yapılması, Belediyeler Bankası’nın imar işlerinde yardımını genişletmesi, çiftçi mallarının emniyetini korumak ve zirai suçlan süratle meydana çıkarıp suçluların cezalandırılması için Yüksek Kamutay’a sunulmak üzere, birer kanun tasarısı hazırlanmıştır.
Büyük Meclis’in tasvibine arz edilmiş olan yeni nüfus kanununun kabul ve tatbiki nüfus işlerinin daha modem ve muntazam bir şekilde yürütülmesini temine hizmet edecektir.
Muhterem Arkadaşlar,
Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekâleti kendisine verilen sağlık ve toplumsal yardım
vazifelerine, iskan ve göçmen işlerine Yüksek Meclis’in kabul buyurduğu tahsisat dahilinde başarı ile devam etmiştir.
Bu senenin ilkbaharında Orta Anadolu’da, bilhassa Kırşehir ve Yozgat havalisinde
bir kısım köylerimizi harap eden ve aziz vatandaşlarımızdan bazılarının ölümüne sebebiyet vermekle bizi çok üzen bir yer sarsıntısı olmuştu. Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekâleti ve aynı zamanda bu işle vazifelendirilen Kızılay Cemiyeti felakete uğrayan vatandaşlarımızı korumak için derhal gereken tedbirleri almışlardır. Bu sahada yapılmasına karar verilen 2114 evden bir kısmı bitmiştir. Bir kısmının da inşaatı ilerlemektedir. Bu hizmet ve mesaiyi memnuniyetle kaydederim.
Yüce Saylavlar [Milletvekilleri],
Memlekette mevcut huzur ve asayişe paralel olarak adalet cihazı da intizamla işlemektedir.
Meşhut Cürümler Kanunu’nun tatbikatından elde edilen iyi neticelerden örnek alınarak bu kanun kapsamına ağır cezalı cürümler de alınmıştır.
İnkılabımızın istikrarını teyit için yeni kanuni tedbirler alınmıştır. Bu maksatla Türk Ceza Kanunu’ndaki devletin şahsiyetiyle ve devlet kuvvetleri aleyhine alakalı cürümler daha kuvvetli müeyyidelere bağlanmıştır.
Cezaevlerinin terbiye, ıslah ve iş esaslarına göre düzeltilmesi yolundaki hayırlı faaliyetin genişletilmesi, cemiyete, doğru yoldan saparak hürriyetini kaybetmiş olan binlerce vatandaşı faydalı birer uzuv olarak kazandırmaktadır.
Sayın Milletvekilleri,
Devletin ekonomik sahadaki yapıcı ve yaptırıcı kudret ve prensibinin kapsamına ziraat işlerimizin de alınması yolunda bir numune olmak üzere hükmi şahsiyeti haiz “Ziraat İşletmeleri Kurumu” teşkil edilmiştir.
Geçen seneki nutkumuzda:
“Milli ekonominin temeli ziraattır. Bunun içindir ki, ziraatta kalkınmamıza büyük önem vermekteyiz. Köylere kadar yapılacak programlı ve pratik çalışmalar bu maksada ermeyi kolaylaştıracaktır. Fakat bu hayati işi isabetle amacına ulaştırmak için, ilkönce ciddi etütlere dayalı bir ziraat siyaseti tespit etmek ve onun için de her köylünün ve bütün vatandaşların kolayca kavrayabileceği ve severek tatbik edebileceği bir ziraat rejimi kurmak lazımdır” tavsiyesinde bulunmuştuk.
Buna ait etütler tamamlanmıştır.
Cumhuriyet’in on beşinci yılı, planlı, sistemli ziraat ve köy kalkınmasının başlangıcı olmalıdır.
Sayın Arkadaşlar,
Ekonomi işlerimiz normal gelişme yolunu takip etmektedir.
Bu yıl da üretimin, mübadelenin ve kredinin düzenlenmesiyle sanayileşme ve teşkilatlanma sahalarında olumlu neticeler alınmıştır.
Maden tetkik ve arama işleriyle maden işletmeleri mevcut programına göre gelişmektedir.
Dış ticaret politikamız vaziyete, milli ve milletlerarası konjonktüre uyarak, karşılıklı menfaat ve müsaadeler esasına bağlı kalmakta devam etmiştir.
İhracatın denetimi ve ihraç mallarımızın standartlanması yolundaki çalışmalar yürümekte ve hayırlı neticeler elde edilmektedir. Bu sene yeniden birtakım ihraç mallarımız daha denetlenen mallar arasına girmiştir.
Böylece ihracatımızın ve ihracatımızın itibarını yükselttiğini gördüğümüz bu usulün sahası genişletilmektedir.
Halkımızın bedii [güzel sanatlara ilişkin] kabiliyetlerini yansıtan ve her günkü ihtiyaçlarımızın büyük bir kısmını karşılayan el ve ev küçük sanatlarının Cumhuriyet rejiminde layık olduğu mertebeye yükseltilmesi icap eder. Bunun için teşvikler yapılmasını ve bu konudaki tasarının bir an evvel müzakeresini tavsiyeye değer bulurum.
Geçen toplantı devresinde Yüksek Meclis’in kabul buyurduğu “sermayesinin tamamı devlet tarafından verilmek suretiyle kurulan iktisadi teşekküllerin teşkilatıyla idare ve denetimleri” hakkındaki kanunun tatbiki için teşkilata başlanmıştır.
Memleketin muhtelif yerlerinde kredi ve satış kooperatiflerinin ve birliklerinin kurulmasına devam edilmiştir. Bu cümleden olarak Karadeniz mıntıkasında fındık mahsulümüz için beş kooperatif ve bunlar için merkezi Giresun’da olmak üzere bir birlik teşkil olunmuştur.
Küçük esnafa ve küçük sanayi erbabına muhtaç oldukları kredileri temin etmek üzere Halk Bankası ve halk sandıkları kurulmuştur.
Kredinin normal şartlar altında ucuzlatılmasının ekonomik alandaki mühim tesiri malumdur. Büyük Millet Meclisi’nin kabul buyurduğu kanun ile faiz hadlerinin indirilmesini memnuniyetle karşılarım.
Büyük Millet Meclisi Denizbank’ı kurmakla çok isabetli bir harekette bulunmuştur. Birinci beş senelik sanayi planımız muvaffakiyetle bitmek üzeredir. Buna ilaveten üç senelik bir maden işletme programı tanzim edilmiş ve tatbikine başlanmıştır. Bu üç senelik maden programının büyük bir kısmını içine almak ve şeker sanayiini de genişletmek suretiyle makine, kimya, gıda maddeleri, toprak ve su mahsulleri, ev yakacağı sanayiiyle l iman inşasını ve nakliye vasıtalarının çoğaltılmasını ve deniz işleri için duyduğumuz ihtiyaçları ihtiva ve ifade eden dört senelik üç numaralı yeni bir program yapılmış ve ilan edilmiştir. Bu plan için sarf olunacak para 85 ila 90 milyon lira arasında tahmin edilmektedir. Buna ait kredinin temin edildiği malumdur.
Memleket için faydalı olan her teşebbüsü yüksek bir vatanseverlik duygusuyla destekleyen ve himaye eden değerli Kamutay’ın bu planı da desteğine mazhar kılacağından şüphe etmiyorum.
Muhterem Milletvekilleri,
Memleketin imarı ve kalkınması yolunda çok mühim vazifeler alan Cumhuriyet nafıasının bu yıl içindeki çalışmalarının azami randıman vermiş olduğunu görmekteyim.
Geçide açılan büyük köprülerin bu yıl 115’e ulaştığını kayıt ve adetlerinin ihtiyaçla orantılı olarak süratle çoğaltılmasını temenni ederim.
İstanbul’dan başlayan Avrupa turistik asfalt yolunun birinci kısmı tamamlanmıştır. Ve son kısımlarının inşaatına devam edilmektedir.
Memleketin umumi su siyasetinin büyük ehemmiyeti üzerinde durmaktayız. Geçen devrede kabul buyurduğunuz bir kanunla Adana ovasının sulama işlerine hız verilmiş olmasını memnuniyetle kaydederim. Diğer su işlerimiz de program dâhilinde yürümektedir.
Geçen sene yapılmasına başlandığını bildirdiğim radyo merkezi stüdyosu tamamlanmıştır.
Şirketlerden elimize geçen demiryollarının ıslahına ve çekici ve çekilen araçların her türlü ihtiyaca cevap verecek surette tamamlanmasına çalışılmaktadır.
Memlekette nakliye hacmi artmaktadır. Muhtelif malların sevkini kolaylıkla temin etmek için yeni nakliye vasıtaları sipariş edilmiş ve üç numaralı programda da bu hususa ayrıca yer verilmiştir.
Geçen yıl Divriği’ye ulaştığını gördüğümüz demiryolunun bu yıl Erzincan’a vardığını ve önümüzdeki yıl içinde de Erzurum şehrine ulaşacağını kıvançla müjdelerim.
Arkadaşlar,
Maliyemiz denk bütçe, sağlam ödeme, vergi sistemlerini mükellef lehine ıslah ve hafifletme ve milli paranın istikrarını muhafaza prensiplerini tam bir sadakat ve muvaffakiyetle takip ve tatbik etmektedir.
Halkın ve çiftçinin vergi yükünü hafifletmek yolunda öteden beri güdülen prensibin imkân nispetinde tatbikine bu yıl da devam edilmiştir.
Kazanç ve denge vergilerinde yünlü ve pamuklu kumaşların tüketim vergisinde ve hayvan vergilerinde indirmeler yapılmış, hayvan vergisinin at ve katıra ait kısmıyla tıbbi ve ispençiyari [eczacılık] maddelerin tüketim vergisi tamamen kaldırılmıştır.
Bir kısım vergilerde yapılan mühim indirmelere rağmen tahsilat tahmin olunan gelirden geçen sene de 29 milyon fazlalık göstermiştir.
Bu seneki tahsilatın da tahminlerden ziyade olacağı umulmaktadır.
Ekonomik sahadaki gelişmeyle orantılı olarak daima bütçe tahminlerini aşan devlet gelirinin devamlı artışı, bir taraftan vergi indirmelerini belirli bir program dairesinde tahakkuk ettirmeye, diğer taraftan muhtelif sahalarda verimli işlere ve milli müdafaa hizmetlerine daha çok pay ayırmaya imkân vermektedir.
Teşviki Sanayi Kanunu’ndan istifade eden müesseselere hariçten getirdikleri hammaddelerle makine, alet ve edevat için verilmiş olan gümrük muafiyeti kaldırılarak zikrolunan kanundan istifade eden ve etmeyen bütün sanayi erbabını kapsamak üzere bu nevi hammaddelerle makine, alet ve edevatın gümrük vergilerinin cüzi bir hadde indirilmesi ve makine alet ve edevatı için muamele vergisi muafiyetinin kabul edilmesi memleket sanayii üzerinde hayırlı neticeler verecek bir tedbir olmuştur.
Bir kısım vergilerimizin tarh ve cibayet usullerinin ıslahı ve tatbikatta sadelik ve
birlik temini maksadıyla hazırlanarak Yüksek Kamutay’a sunulan layihanın bir an evvel çıkarılmasını temenniye değer bulurum.
Sayın Arkadaşlarım,
İnhisarlar İdaresi [tekel] kurumlarının mali monopol [mali tekel], ticari teşekkül ve mali valorizasyon [değerini artırma, değerlendirme] kurumu karakterini kazanması için icap eden esaslı tedbirler alınmakta ve semereleri de elde edilmektedir.
Çok kıymetli ve nefis mahsullerimizden biri olan tütünün ziraat usullerini düzeltmek, ziraatçıları, mahsulünü işletmek ve değer fiyatıyla satmak bakımından aydınlatmak ve korumak, tütünlerimizi dünya piyasalarına daha çok tanıtarak ihracatını azami hadde çıkarmak yolundaki gayretler iyi neticeler vermektedir.
Diğer tekel maddelerinin üretim ve tüketiminde de gelişmeler görülmektedir.
Sevgili Arkadaşlarım,
Yüksek tahsil gençlerini istediğimiz ve muhtaç olduğumuz gibi milli şuurlu ve modem kültürlü olarak yetiştirmek için, İstanbul Üniversitesi’nin gelişmesi, Ankara Üniversitesi’nin tamamlanması ve Şark Üniversitesi’nin yapılan etütlerle tespit edilmiş olan esaslar dairesinde Van Gölü civarında kurulması mesaisine hızla ve önemle devam edilmektedir.
Geçen sene tecrübelerinin ümit verici mahiyette olduğunu kaydettiğim eğitmen okulları çok iyi neticeler vermiş ve eğitim kadrosuna bu yıl 1500 kişi daha ilave edilmiştir. Önümüzdeki yıllar içinde bu miktarın artırılacağı şüphesizdir.
Türk Tarih ve Dil Kurumlarının çalışmaları takdire layık kıymet ve mahiyet arz etmektedir. Tarih tezimizi reddedilmez delil ve vesikalarla ilim dünyasına tanıtan Tarih Kurumu, memleketin muhtelif yerlerinde yeniden kazılar yaptırmış ve milletlerarası toplantılara muvaffakiyetle iştirak ederek yaptığı tebliğlerle yabancı uzmanların alaka ve takdirlerini kazanmıştır.
Dil Kurumu, en güzel ve feyizli bir iş olarak, türlü ilimlere ait Türkçe terimleri tespit etmiş ve bu suretle dilimiz yabancı dillerin tesirinden kurtulma yolunda esaslı adımını atmıştır.
Bu yıl okullarımızda eğitimin Türkçe terimlerle yazılmış kitaplarla başlamış olmasını kültür hayatımız için mühim bir hadise olarak kaydetmek isterim.
Türk gençliğinin kültürde olduğu gibi spor sahasında da idealine ulaştırılması için
Yüksek Kamutay’ın kabul ettiği Beden Terbiyesi Kanunu’nun tatbikine geçildiğini görmekle memnunum.
Muhterem Arkadaşlarım,
Vatanın ve rejimin koruyucusu olmakla kalmayıp, en geniş ve hakiki manasıyla bir barış etkeni ve bir eğitim ve öğretim ocağı olan yenilmez ordumuzun, geçen sene de işaret ve izah ettiğim gibi, son sistem silah ve motorlu vasıtalarla cihazlandırılması yolundaki çalışmalara hız verilmiştir. (Bravo sesleri, şiddetli alkışlar.)
Geçen sene, Büyük Kamutay’ın kabul buyurduğu tahsisat üzerine bir genel silahlanma programı yapılmıştır. Tatbikatı ilerlemektedir.
Deniz kuvvetlerimizin takviyesi için lüzumlu olan harp gemilerimizin küçük bir kısmı sipariş edilmiştir. Büyük bir kısmı da sipariş edilmek üzeredir. (Alkışlar.)
Bu doğrultuda mevcut gemilerimizin daha mükemmel bir hale konulması için tertibat alınmaktadır.
Bu sene Gölcük harp tersanemizin inşasına başlanacaktır.
Hava programımız önemle tatbik olunmaktadır. Şanlı adını andıkça gönül ferahı
ve sonsuz gurur duyduğumuz kıymetli ordumuz, bu yaz doğu bölgesinde tabiatın en çetin ve haşin şartlan içinde yaptığı manevralarda her gün artan kudret ve kabiliyetini bir kere daha göstermiştir. (Şiddetli alkışlar.)
Çok değerli komutan ve subaylarımızla kahraman erlerimizi huzurunuzda iftihar ve takdirle selamlarım. (Bravo sesleri, sürekli alkışlar.)
Sayın Milletvekilleri,
Harici siyasetimizin son sene zarfındaki gelişmesi geçen sene ana vasıflarını çizmiş olduğum esaslar dairesinde cereyan etmiştir.
Son aylar zarfında barış çetin bir imtihan geçirdi. Şimdi ne kadar süreceğini ancak daha bir müddet sonra anlayabileceğimiz yeni bir sükûn devresi içindeyiz.
Barış, milletleri refah ve saadete eriştiren en iyi yoldur. Fakat bu kavram bir defa ele geçirilince, daimi bir ihtimam ve itina ve her milletin ayrı ayrı hazırlığını ister.
Memleketimizi her gün daha çok kuvvetlendirmek, her sahada her türlü ihtimallere karşı koyabilecek bir halde bulundurmak ve dünya hadiselerinin bütün safhalarını büyük bir teyakkuzla takip etmek, barışsever siyasetimizin dayandığı esasların başlıcasıdır. (Bravo sesleri, alkışlar.)
Milletlerin emniyeti ya iki taraflı veyahut çok taraflı genel müşterek anlaşmalarla, uzlaşmalarla temin edilebilir diye mutlak mahiyette ortaya atılan ve her biri diğerlerine zıt sayılan prensipler barışın muhafazası işinde bizim için kati ve isabetli değildir ve olamaz. (Bravo sesleri.) Bunların her birini coğrafi ve siyasi icap ve vaziyetlere göre kullanarak barış yolundaki ihtimamı realitelere uydurmak her millet için ayrı ayrı bir vazifedir.
Cumhuriyet hükümeti bu hakikati görmüş, tatbik etmiş, en yakın komşularıyla olduğu kadar en uzak devletlerle olan münasebetlerini, dostluklarını, ittifaklarını ona göre tanzim etmeyi bilmiş ve bu sayede harici siyasetimizi sağlam esaslara dayandırmıştır. (Alkışlar.)
Balkan siyaseti, Balkanlar’ın ayrı ve müşterek menfaatlarının en açık bir ifadesi, Balkan milletlerinin her birinin ayrı ayrı kuvvetleşmesi de barış yolundaki dinamik anlayış tarzının fiili bir misalidir.
Burada memnuniyetle kaydetmek istediğim bir hadise, Balkan milletlerini birbirine büsbütün yakınlaştırmakta kuvvetli etken olmuştur ve yarın için de ümitler vaat eden bir eserdir. Selanik’te Balkan Antlaşması devletleri namına Konsey Reisi ve Muhterem Yunan Başvekili General Metaksas ile Sayın Bulgar Başvekili Mösyö Köseivanof arasında imza edilmiş olan anlaşmadan bahsetmek istediğim anlaşılmıştır. Bu anlaşma da barış yolundaki devamlı gayretlerimizin ve Balkan devletlerinin takip edegeldikleri salim politikanın hayırlı bir tecellisidir. (Bravo sesleri.)
Yine ayrı realiteler, aynı dinamizm ve aynı yüksek gayeler, Sadabad akitlerinin maziden miras kalan hurafeleri nasıl bir hamlede yıkarak, münasebetlerini yeni ve doğurgan esaslara dayandırmayı bildiklerini göstermiştir.
Türkiye’nin diğer devletlerle olan münasebetleri geçen sene açık olarak gösterdiğim yolda dostane gelişmesini takip ederek ilerlemekte bulunuyor.
Hatay meselesinin son sene zarfında geçirmiş olduğu safhalar malumunuzdur. Bu milli davayı bir Türk-Fransız dostane anlaşmasıyla halletmek yolundaki mesai muvaffakiyete erdi. Türk ve Fransız askerlerinin geçici ve müşterek işgali bu anlaşmanın bariz tezahürü oldu. Bu sayede sükûn yerleşti ve seçimler tamamlandı. Nihayet Hatay, Millet Meclisi’ne ve bağımsızlığına kavuştu. (Bravo sesleri, şiddetli ve sürekli alkışlar.) Bağımsız Hatay devleti bugün inzibat kuvvetlerini tanzim eylemek ve memleketin dâhili emniyetini de kendi vasıtalarıyla temin etmekle meşguldür. Bunun da yakında başarılacağını ümit ediyoruz.
Geçen sene “Yarınki Türk-Fransız münasebetlerinin dilediğimiz yolda gelişmesine, Hatay işinin iyi bir yönde yürümesi esaslı bir ölçü ve etken olacaktır” demiştim. Hakikaten, Hatay işindeki Türk-Fransız anlaşması, iki devlet arasındaki münasebetleri çok dostane bir duruma getirmiştir. Hatay işinde elde edilen neticelerin istikrarının Türk-Fransız dostluğunun da gelişme ve billurlaşmasına bir esas teşkil edeceği kanaatindeyim.
Cumhuriyet hükûmeti, geçen seneden beri muhtelif devletlerle iktisadi münasebetlerini tanzim eden mukavele ve anlaşmalar imza etmiş bulunuyor.
Bu doğrultuda İngiltere hükûmetiyle yapılan ticaret anlaşması ve aynı zamanda 16 milyon İngiliz liralık bir ticaret ve silahlanma kredisi mukavelesini zikretmek isterim ki, esasen bununla alakalı kanun yüksek tasdikinize sunulmuştur.
Birkaç gün evvel memleketimizi ziyaret eden Almanya’nın mümtaz İktisat Nazırı
Bay Funk ile 150 milyon marklık bir kredinin esaslarında mutabakat hâsıl oldu. Teferruat yakında iki hükûmeti arasında tespit edilecektir.
Bu kredi anlaşmalarını memleketimizin mali itibarına karşı gösterilen ciddi emniyetin ve harici siyasetimizdeki dürüst hareketin bir tecellisi olarak kabul etmek lazım gelir. (Bravo sesleri.)
Hükûmetin yaptığı mukaveleler arasında hukuki sahada muhtelif anlaşmalar mevcut olduğu gibi, bağımsızlığına kavuşan dost Mısır devletiyle yapılan bir de dostluk, ikamet ve tabiiyet mukavelenamesi mevcut bulunmaktadır.
Büyük komşu ve dostumuz Sovyet İttihadı Cumhuriyeti’yle geçen yıl içinde yeni bir sınır mukavelesi imza edilerek iki memleketin sınır münasebetleri bu suretle iki taraf tecrübelerinin gösterdiği salim esaslara bağlanmıştır. Bu mukavelenin yakında yürürlüğe konulması beklenilmektedir.
Yine geçen yıl içinde İtalya hükûmeti Montrö’de imza edilen ve kendi iştirakine açık bırakılan Boğazlar Mukavelesi’ne katılmış ve bu komşu büyük memleketin bize karşı olan bu dostane hareketi memleketimizin de aynı dostane hissiyatıyla karşılanmıştır.
Büyük Kamutay, şimdiye kadar olduğu gibi bütün işlerinizde başarılar dilerim.
(Şiddetli ve sürekli alkışlar.)
KAYNAKÇA
T. B. M. M. Zabıt Ceridesi, 01.11.1938, Cilt: 27, Devre: V, İçtima: 4, s. 3-7
https://www5.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/TBMM/d05/c027/tbmm05027001.pdf
Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt: 30 (1937-1938), Kaynak Yayınları, İstanbul, 2011, s. 312-320
Saltanatın Kaldırılmasına Dair Türkiye Büyük Millet Meclisinin Genel Kurul Kararı
Mustafa Kemal Paşa’nın Neue Freie Presse Muhabirine Cumhuriyet Hakkında Beyanatı [Demeci]
Büyük Âlim Ziya Gökalp’in Vefatı
En Çok Okunanlar
- Türkler ve Zaferleri2 yıl ago
Anafartalar Kumandanı Mustafa Kemal ile Mülakat [Görüşme] (1)
- Maarifimizde İstikamet2 yıl ago
AİLE KUCAĞINDA VATAN TERBİYESİ
- Türk Tarihi3 yıl ago
6 EKİM İSTANBUL’UN KURTULUŞ GÜNÜ
- Türk İstiklâl Mücadelesi2 yıl ago
LOZAN BARIŞ ANTLAŞMASI
- Tarihi Toplantılar3 yıl ago
İSTİKLÂL MARŞI’NIN YAZILIŞI ve MİLLÎ MARŞ OLARAK KABULÜ
- Mustafa Kemal Atatürk3 yıl ago
GAZİ MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN KONYA TÜRK OCAĞI’NDA YAPTIĞI KONUŞMA
- Türk İstiklâl Mücadelesi2 yıl ago
Mustafa Kemal Paşa’nın Sivas Kongresi’ni Açış Konuşması (4 Eylül 1919)
- Maarifimizde İstikamet3 yıl ago
1998 İLKÖĞRETİM SOSYAL BİLGİLER DERSİ ÖĞRETİM PROGRAMI 6’NCI SINIF TÜRKİYE TARİHİ ÜNİTESİ AMAÇLARININ KAZANILMIŞLIK DÜZEYİ (Kastamonu Örneği)