Connect with us

Mustafa Kemal Atatürk

Kazım Karabekir Paşanın T. B. M. M.’ne Telgrafı

Published

on

5.- MUHTELİF EVRAK

1.- Şark Cephesi Kumandanı Kâzım Karabekir Paşanın, İstanbul’da inikat eden Şûrayı Saltanatta Sevr Muahedesinin imza edilmesine karar verenlerle muahedeyi imza edenlerin hiyaneti vataniye ile ittiham olunmalarına dair telgrafı.

REİS — Kâzım Karabekir Paşadan mevrut bir telgraf var okunacak.

Erzurum;

             Ankara’da Meclisi Milli Riyasetine

Vatansız, vicdansız üç serserinin, yine kendileri gibi millet ve vatanla alakası olmayan bir kaç kişi namına sulh muahedesini imza ettiklerini ajansta gördük. Mücadelei milliyemizde daha büyük bir azim ve imanla devamı tekiden ahdettiğimizi arz eylerim. İstanbul’da teşekkülünü evvelce duyduğumuz Şûrayı Saltanatta Türkiye’nin hayatı mevcudiyetini söndüren bu zalim muahedenin imza edilmesine karar ve rey veren esamileri malum eşhasın ve muahedenameye vazı imza edenlerin ihaneti vataniye ile ittiham olunmasını ve haklarında hükmü gıyabi verilmesini bu vatansızların isimlerinin her yerde lanetle yadedilmesinin ilan ve tamim olunmasını arz ve teklif eylerim.

17 Ağustos 1336 [1920]

Şark Cephesi Kumandanı

Kâzım Karabekir

REİS — Kâzım Paşanın bu teklifini tensip buyuruyor musunuz? (Hay hay) tensip buyuranlar ellerini kaldırsın. Tensip edildi efendim.

T. B. M. M. ZABIT CERİDESİ, Elliüçüncü İçtima, 19.8.1336 Perşembe, Devre: 1, Cilt: 3, İçtima Senesi: 1, s. 333

https://www5.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/TBMM/d01/c003/tbmm01003053.pdf

Continue Reading
Click to comment

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Türk İstiklâl Mücadelesi

Mustafa Kemal Paşa’nın Balıkesir Zağnos Paşa Camiinde Halkla Konuşması

Published

on

(7 Şubat 1923)

GİRİŞ

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Gazi Mustafa Kemal [ATATÜRK] önderliğinde gerçekleştirilen Türk İstiklal Harbi/Milli Mücadele’den sonra kurulmuştur. Türk Milletinin bağımsızlığını kazanmasından sonra Gazi, zaman zaman yurt gezilerine çıkmıştır. Bu gezilerinde, Millî Mücadele sırasında düşmana karşı omuz omuza birlikte mücadele ettiği milleti ile daha yakından temas kurma imkânına kavuşmuştur. Gezilerinde, uzun süren harplerden yeni çıkmış olan halka moral vermiş, yeni kurulan “Türk Milletinin/Milli Kültürümüzün” muasır medeniyetler seviyesine ulaşması için yapılması gerekenler hakkında, kulluk/kölelikten kurtularak hürriyetine kavuşan vatandaşları bilgilendirmiş, yapılan inkılâpların uygulanışını görmüş ve yapılacak inkılâplarla hakkında kamuoyu oluşturmuştur. İhtiyaç duyduğu kamuoyu desteğini sağladığına kanaat getirdikten sonra, yapmak istediği inkılâpları Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sunmuş ve uygulamaya/hayata geçirmiştir.

Bu geziler, Gazi’i görmek isteyen Türk halkı tarafından büyük bir sabırsızlıkla beklenmiştir. Nitekim geziler öncesinde zaman zaman Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği tarafından karşılama töreni yapılmaması istenmesine rağmen kadını-erkeği, genci-yaşlısı bütün Türk halkı, Gazi’ye olan sevgi ve saygısını göstermek için büyük bir heyecan ve coşkuyla geçeceği yollar üzerine toplanmıştır. Halkın ilgisinden ziyadesiyle memnun olan Gazi, gittiği her yerde özellikle vatandaşlarla yüz yüze görüşebileceği ve fikir alışverişinde bulunabileceği belediye, okul, Cumhuriyet Halk Fırkası, Türk Ocağı ve diğer kurum ve kuruluşları ziyaret etmiştir. Bu görüşmelerin katkısıyla halkın beklentileri hükümet programlarında ve uygulamalarında anlamını ve yerini bulmuştur. Bu sebeple Gazi’nin yurt gezileri, genellikle önemli siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel değişim ve gelişmelerin yaşandığı/yaşanacağı günlerin öncesi veya sonrasında gerçekleşmiş olması bakımından anlamlıdır.

Gazi Mustafa Kemal, yurt gezileri kapsamında Balıkesir’i biri cumhuriyetin ilanından önce, altısı ilan edildikten sonra olmak üzere yedi defa ziyaret etmiştir. Cumhuriyetin ilanından önce Balıkesir’e ilk defa 6-8 Şubat 1923’te gelmiştir. Cumhuriyet’in ilanından sonraki ilk ziyareti ise 8-10 Ekim 1925’te gerçekleşmiştir.  Bunu, 13-15 Haziran 1926, 7-8 Şubat 1931, 21-22 Ocak 1933, 15 Nisan 1934 ve 24-25 Haziran 1934’teki ziyaretleri takip etmiştir.

Aşağıda, Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın 6-8 Şubat 1923’teki Balıkesir seyahatinde kendisine eşlik eden Hâkimiyet-i Milliye Gazetesi Sahibi Recep Zühdü [SOYAK]’ın kaleminden “GAZİ MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN BALIKESİR SEYAHATİ”nin, Hâkimiyet-i Milliye Gazetesi’nin 11 Şubat 1923 tarihli nüshasında yayımlanan “BALIKESİR’DE FEVKALADE MÜHİM BİR NUTUK- BALIKESİR’DE HALKLA KONUŞMA (7 ŞUBAT 1923)” başlıklı bölümü, Osmanlı Türkçesinden çeviri yazı olarak sunulmuştur.

***

BALIKESİR’DE FEVKALADE MÜHİM BİR NUTUK

Mustafa Kemal Paşa Hazretleri hutbeler ve hilafet hakkındaki izahatından sonra mesail-i siyasiye ve içtimaiye ve iktisadiyemize [siyasi, sosyal ve ekonomik meselelere] geçmişlerdir

BALIKESİR’DE HALKLA KONUŞMA

(7 ŞUBAT 1923)

Balıkesir: 7 [Şubat 1923 Çarşamba] (AA ) – Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri, bugün öğle namazını büyük bir cemaat ile Paşa [Zağnos Paşa] Camii Şerifi’nde kılmışlardır. Namazdan ve ervah-ı şühedaya [şehitlerin ruhlarına] ithafen kıraat edilen [okunan] mevlidi nebeviden sonra Paşa Hazretleri minbere çıkarak şu hutbeyi [nutku/konuşmayı] irat buyurmuşlardır [yapmışlardır]:

“Millet! Allah birdir. Şanı büyüktür. Allah’ın selameti, atifeti [iyiliği] ve hayrı üzerinize olsun. Peygamberimiz Efendimiz Hazretleri, Cenabı Hak tarafından insanlara hakayıkı [hakikatleri] tebliğe memur ve resul olmuştur. Kanunu esasisi, cümlenizce [hepinizce] malumdur ki, Kur’an-ı azimüşşandaki nusustur [naslardır]. İnsanlara feyz ruhu vermiş olan dinimiz, son dindir. Ekmel dindir. Çünkü dinimiz akla, mantığa, hakikate tamamen tevafuk ve tetabuk ediyor [uyuyor ve denk düşüyor]. Eğer akla, mantığa ve hakikate tevafuk etmemiş [uymamış] olsaydı, bununla diğer kavanin-i tabiiye-i ilahiye beyninde [tabii ilahi kanunlar arasında] tezat [zıtlık] olması icap ederdi. Çünkü bilcümle kavanin-i künyeyi [bütün kâinatın kanunlarını] yapan, Cenabı Hak’tır.

Arkadaşlar, Cenabı Peygamber, mesaisinde iki eve, iki haneye malik [sahip] bulunuyordu. Biri kendi hanesi, diğeri Allah’ın evi idi. Millet işlerini, Allah’ın evinde yapardı. Hazreti Peygamber’in eser-i mübareklerine [mübarek eserlerine] iktifaen [uyarak] bu dakikada milletimize, milletimizin hal ve istikbaline [bugününe ve geleceğine] ait hususatı [hususları] görüşmek maksadıyla bu dar-ı kutside [kutsal evde], Allah’ın huzurunda bulunuyoruz. Beni buna mazhar eden, Balıkesir’in dindar ve kahraman insanlarıdır. Bundan dolayı çok memnunum. Bu vesile ile büyük bir sevaba nail olacağımı ümit ediyorum.

Efendiler, camiler birbirimizin yüzüne bakmaksızın yatıp kalkmak için yapılmamıştır. Camiler itaat ve ibadet ile beraber din ve dünya için neler yapılmak lazım geldiğini düşünmek, yani meşveret için yapılmıştır. Millet işlerinde her ferdin zihni başlı başına faaliyette bulunmak elzemdir. İşte biz de burada din ve dünya için, istikbal ve istiklalimiz [gelecek ve bağımsızlığımız] için, bilhassa hâkimiyetimiz için neler düşündüğümüzü meydana koyalım. Ben yalnız kendi düşüncemi söylemek istemiyorum. Hepinizin düşündüklerinizi anlamak istiyorum. Amal-ı milliye [milli emeller], irade-i milliye [milli irade] yalnız bir şahsın düşünmesinden değil, bilumum efrad-ı milletin [bütün millet fertlerinin] arzularının, emellerinin muhassalasından [bileşkesinden] ibarettir. Binaenaleyh [dolayısıyla] benden ne öğrenmek, ne sormak istiyorsanız, serbestçe sormanızı rica ederim.”

Müşarünileyh [adı geçen], badehu [ondan sonra] minberden aşağıya inmişler ve muhtelif zevat tarafından irat edilen [sorulan] yirmiyi mütecaviz suali [yirmiden fazla soruyu] tespit ettikten sonra cevaplarını vermişlerdir. Hutbeler hakkındaki ilk suale [soruya] cevaben demişlerdir ki:

“Hutbeler hakkında irat edilen sualden [sorulan sorudan] anlıyorum ki, bugünkü hutbelerin tarzı, milletimizin hissiyat-ı fikriyesi [fikri hissiyatı] ve lisanıyla ve ihtiyacat-ı medeniye [medeni ihtiyaçlar] ile mütenasip [uyumlu] görülmemektedir. Efendiler, hutbe demek nasa [insanlara] hitap etmek, yani söz söylemek demektir. Hutbenin manası budur. Hutbe denildiği zaman, bundan birtakım mefhum [kavram] ve manalar istihraç edilmemelidir [çıkarılmamalıdır]. Hutbeyi irat eden [söyleyen], hatiptir. Yani söz söyleyen demektir. Biliyoruz ki, Hazreti Peygamber zamanı saadetlerinde hutbeyi kendisi irat ederlerdi [söylerlerdi]. Gerek Peygamber Efendimiz ve gerek hulefay-ı raşidinin [dört halifenin] hutbelerini okuyacak olursanız görürsünüz ki, gerek Peygamber’in, gerek hulefay-ı raşidinin [dört halifenin] söylediği şeyler, o günün meseleleridir; o günün askeri, idari, mali ve siyasi, içtimai hususatıdır [toplumsal hususlarıdır]. Ümmet-i İslamiye [İslam ümmeti] tekessür [çoğalmaya] ve memalik-i İslamiye [İslam memleketleri] tevsie [genişlemeye] başlayınca, Cenabı Peygamber’in ve hulefay-ı raşidinin [dört halifenin] hutbeyi her yerde bizzat kendilerinin irat etmelerine [söylemelerine] imkân kalmadığından, halka söylemek istedikleri şeyleri iblağa [bildirmeye] birtakım zevatı memur etmişlerdir. Bunlar her halde en büyük rüesa [reisler] idi. Onlar camii şerifte ve meydanlarda ortaya çıkar, halkı tenvir [aydınlatmak] ve irşat [uyarmak] için ne söylemek lazımsa söylerlerdi. Bu tarzın devam edebilmesi için bir şart lazımdı. O da milletin reisi olan zatın halka doğruyu söylemesi, halkı dinlemesi ve halkı aldatmaması! Halkı ahval-ı umumiyeden [genel durumdan] haberdar etmek, son derecede haiz-i ehemmiyettir [ehemmiyetlidir].

Çünkü her şey açık söylendiği zaman halkın dimağı hal-i faaliyette [faaliyet halinde] bulunacak, iyi şeyleri yapacak ve milletin zararına olan şeyleri reddederek şunun veya bunun arkasından gitmeyecektir. Ancak millete ait olan işleri milletten gizli ettiler. Hutbelerin halkın anlayamayacağı bir lisanda olması ve onların da bugünkü icabat[icapları]nıza ve ihtiyaçlarınıza temas etmemesi, halife ve padişah namını taşıyan müstebitlerin arkasından köle gibi gitmeye mecbur etmek içindi. Hutbeden maksat, ahalinin tenvir ve irşadıdır [aydınlatılması ve uyarılmasıdır], başka şey değildir. Yüz, iki yüz, hatta bin sene evvelki hutbeleri okumak, insanları cehalet ve gaflet içinde bırakmak demektir. Hatibanın [hatiplerin] her halde nasın [insanların] kullandığı lisanla görüşmesi elzemdir. Geçen sene Millet Meclisi’nde irat ettiğim bir nutukta demiştim ki: “Minberler halkın dimağları, vicdanları için bir menba-ı feyz [feyiz kaynağı], bir menba-ı nur [nur kaynağı] olmuştur.” Böyle olabilmek için minberlerden aksedecek sözlerin bilinmesi ve anlaşılması ve hakayık-ı fenniye ve ilmiyeye [fenni ve ilmi hakikatlere] mutabık [uygun] olması lazımdır. Hatibay-ı kiramın [değerli hatiplerin] ahval-i siyasiye [siyasi ahvali], ahval-i içtimaiye ve medeniyeyi [toplumsal ve medeni ahvali] her gün takip etmeleri zaruridir. Bunlar bilinmediği takdirde halka yanlış telkinat [telkinler] verilmiş olur. Binaenaleyh [dolayısıyla] hutbeler tamamen Türkçe ve icabat-ı zamana mutabık [zamanın icaplarına uygun] olmalıdır ve olacaktır.”

Badehu [ondan sonra] hilafet hakkındaki suale [soruya] nakl-i kelam ederek [sözü getirerek] yalnız Türkiya değil, bütün âlem-i İslam’a [İslam âlemine] ait olan bu makama vazife ve salahiyet vermek, Türkiya devletinin salahiyeti haricinde ve fevkinde [üzerinde] olduğunu beyandan sonra demişlerdir ki:

“Dünya yüzünde Osmanlı devletinin inkırazından [bitişinden] sonra bir Türkiya devleti teşekkül etmiştir. Bu devlet İran ve Afganistan gibi müstakil [bağımsız] ve Müslümandır. Yeni Türkiya devletini milletin vekillerinden mürekkep olan [meydana gelen] Türkiya Büyük Millet Meclisi idare eder. Bu şerait[şartlar] dâhilinde halifeye, yalnız Türkiya devleti nam ve hesabına kanun-ı mahsusla [özel kanunla] verilmiş olduğundan başka bir hak ve salahiyet verilmek icap ederse, milletin hâkimiyeti takit edilmiş [kısıtlanmış] ve bilnetice [neticede] bu hâkimiyet inkısama uğratılmış [parçalanmış] olur ki, bu, eski halin avdetinden [dönmesinden] başka bir şey olamaz.”

Müteakiben Lozan Konferansı hakkında irat edilen suale [sorulan soruya] geçerek şu sözleri söylemişlerdir:

“Mamafih [ne yazık ki], adli, mali kapitülasyonlar mesailinde [meselelerinde] muhataplarımız eski zihniyetlerini tebdil etmemişlerdir [değiştirmemişlerdir]. Bu mesailde [meselelerde] İtalyanlar ve bilhassa Fransızlar müşkülat ihdas etmişlerdir [çıkarmışlardır]. Bu iki sebepten dolayı Lozan Konferansı’nın mesai-i ciddiyesi [ciddi mesaisi] tevkif etmiştir [durmuştur]. İtilaf devletleri heyet-i murahhasları [delege heyetleri], hükümetleriyle temasta bulunmak üzere Lozan’dan müfarekat etmişlerdir [ayrılmışlardır]. Bizim heyet-i murahhasımızın [delege heyetimizin] da hükümet ve Büyük Millet Meclisi ile müşavere etmek üzere gelmesi memuldür [muhtemeldir]. Biliyorsunuz ki, Lozan’da İtilaf heyet-i murahhası [delege heyeti] aylardan beri devam eden mesaiden sonra bize bir sulh [barış] projesi vermişlerdir. Bu proje kapitülasyonlar hakkında ihtiva ettiği mevaddan [maddelerden] dolayı milletimizce katiyen kabil-i kabul değildir [kabul edilemez]. Kapitülasyonlar bir devleti behemehâl [mutlaka] münkariz eder [bitirir]. Devlet-i Osmaniye [Osmanlı devleti] ile Hindistan Türk ve İslam imparatorlukları bunun en büyük delilidir. Efendiler, biz hukuk-ı meşru ve hayatımızı [meşru ve hayati haklarımızı] dünyay-ı medeniyet ve insaniyete [medeniyet ve insaniyet dünyasına] tasdik ve teslim ettirmek için çalışıyoruz. Bunu tasdik ve teslim ettirmek için icap eden her türlü tedbirlere tevessülde [girişmekte] tereddüt göstermeyeceğiz. Milletin irade-i hakikiyesinin [hakiki iradesinin] bu merkezde olduğuna kaniyim.” (Hay hay sesleri)

Badehu [Ondan sonra] Düyunu Umumiye’nin Türkiya’dan ayrılacak mahallere taksim olunduktan sonra tanınacağından ve rejinin şu veya bu şekilde olmasının her zaman kabil-i tezekkür olduğundan [konuşulabileceğinden], ticarete, ziraate ve sanayiye fevkalade ehemmiyet verilmek icap ettiğinden, kadınların hayat-ı içtimaiyemizde [toplumsal hayatımızda] erkekler derecesinde sahib-i hak [hak sahibi] olması lazım geldiğinden bahsetmişler ve Halk Fırkası hakkındaki soruya aşağıdaki cevabı vermişlerdir:

“Bu milletin siyasi fırkalardan çok canı yanmıştır. Şunu arz edeyim ki, memalik-i sairede [diğer memleketlerde], fırkalar behemehâl [mutlaka] iktisadi maksatlar üzerine teessüs etmiş ve etmektedir. Çünkü o memleketlerde muhtelif sınıflar vardır. Bir sınıfın menfaatını muhafaza için teşekkül eden siyasi bir fırkaya mukabil [karşılık] diğer bir sınıfın menfaatını muhafaza maksadıyla başka bir fırka teşekkül eder. Bu pek tabiidir. Güya bizim memleketimizde de ayrı ayrı sınıflar varmış gibi teessüs eden siyasi fırkalar yüzünden şahit olduğumuz neticeler malumdur. Hâlbuki Halk Fırkası dediğimiz zaman bunun içinde bir kısım değil, bütün millet dâhildir. Bir defa halkımızı gözden geçirelim: Biliyorsunuz ki, memleketimiz çiftçi memleketidir. O halde milletimizin ekseriyet-i azimesi [büyük çoğunluğu] çiftçi ve çobandır. Bu böyle olunca buna karşı büyük arazi ve çiftlik sahipleri varid-i hatır olur [hatıra gelir]. Bizde büyük araziye kaç kişi maliktir [sahiptir]? Bu arazinin miktarı nedir? Tedkit edilirse [incelenirse] görülür ki, memleketimizin vüsatına [genişliğine] nazaran hiç kimse büyük araziye malik [sahip] değildir. Binaenaleyh [dolayısıyla] bu arazi sahipleri de himaye edilecek insanlardır. Sonra sanat sahipleriyle kasabalarda ticaret eden küçük tüccaran [tüccarlar] gelir. Bittabi bunların menfaatlarını, hal ve atilerini [bugünlerini ve geleceklerini] temin ve muhafaza etmek mecburiyetindeyiz. Çiftçilerin karşısında olduğunu farz ettiğimiz büyük arazi sahipleri gibi bu ticaret erbabının karşısında da büyük sermaye sahibi tüccarların bulunduğu varid-i hatır olabilir [hatıra gelebilir]. Hâlbuki bizim memleketimizde büyük sermaye sahibi insanlar yoktur. Kaç milyonerimiz var! Hiç. Binaenaleyh [dolayısıyla] biraz parası olanlara da düşman olacak değiliz. Bilakis memleketimizde birçok milyonerlerin hatta milyarderlerin yetişmesine çalışacağız. Sonra amele gelir. Bugün memleketimizde fabrika, imalathane vesaire gibi müessesat çok mahduttur [müesseseler çok sınırlıdır]. Mevcut amelemizin miktarı yirmi bini geçmez. Hâlbuki memleketi teali eylemek [yükseltmek] için çok fabrikalara muhtacız. Bunun için de amele lazımdır. Binaenaleyh [dolayısıyla] tarlada çalışan çiftçilerden farkı olmayan ameleyi de himaye ve sıyanet [korumak] etmek icap eder. Bundan sonra münevveran [aydınlar] ve ulema denilen zevat gelir. Bu münevveran ve ulema kendi kendilerine toplanıp halka düşman olabilir mi? Bunlara terettüp eden [düşen] vazife, halkın içine girerek onları irşat [uyarmak] ve ilâ etmek [yükseltmek]  ve onlara terakki [ilerleme] ve temeddünde [medenileşmekte] pişva [öncü] olmaktır. İşte ben milletimizi böyle görüyorum. Binaenaleyh mesalik-i muhtelife erbabının [çeşitli meslekler sahiplerinin] menafi [menfaatları]  yekdiğerine memzuc [karışmış] olduğundan, onları sınıflara ayırmak imkânı yoktur ve heyet-i umumiyesi [tamamı] halktan ibarettir.

Halk Fırkası halkımıza terbiye-i siyasiye [siyasi terbiye] vermek için bir mektep olacaktır. Beni çok seven ve hayatımı düşünen bazı arkadaşlarım bana böyle bir fırka-ı siyasiye [siyasi fırka] teşkil etmemekliğimi tavsiye etmişlerdir. Filhakika [hakikaten] vazife-i milliyenin hitamında [milli vazifenin sonunda] köşeye çekilerek istirahat etmekliğim benim için bir menfaattır. Bunu yapabilmek için şimdiye kadar istihsal [elde] olunan neticelerin tespit olunduğu gibi devam edeceğine itimat etmek icap eder. Fakat bu hususta henüz bi-endişe [endişesiz olamam. Hiçbirinizin de bi-endişe olmamanızı tavsiye ederim. Şimdiye kadar istihsal ettiğimiz muvaffakiyetler üç dört seneye sığmayacak kadar çoktur. Her tarafta olduğu gibi bizde de yeni hareketler ve cereyanlar karşısında onu hazmedemeyen kuvvetler zuhur edebilir [ortaya çıkabilir].

Mateessüf [ne yazık ki], bu daima vardır. Nitekim bu hususta ahkâm-ı şer’iyeye muvafık [şer’i hükümlere uygun]  olmayan ve maalesef Meclis’te aza [üye] bulunan bir zat tarafından risale de yazılmıştır. Bu teşebbüs eski Osmanlı devletini iadeden başka bir şey değildir. Bunu yapan o zat, hükümet ve millet nazarında mürtecidir.

Efendiler, şunu katiyetle bilmek icap eder ki, kazanılan şey, hayat ve namustur. Buna tecavüz, hayat ve namusumuza tecavüzdür. Her ferdin bu gibi hareketlere dikkat etmesi ve onlara karşı son derece müteyakkız [uyanık] bulunması lazımdır. İşte bu nokta-ı nazardan [bakımdan] milletin içinde bir fert olarak ve tekrar milletin intihabına [seçmesine] nail olur isem, Türkiya Büyük Millet Meclisi’nde aza sıfatıyla çalışmayı vazife telakki [kabul] ediyorum.

Efendiler, ne ben ve ne siz, şahıslarımız üzerinde vaziyetler ihdasına [meydana getirmeye] kalkışmayalım. Biz hepimiz o suretle çalışalım ki, kuracağımız şey milli bir müessese olsun. Bu da millete terbiye-i siyasi [siyasi terbiye] vermekle olur.

Asırların bize verdiği dersten milletimizin lüzumu kadar mütenebbih [uyanmış] olduğunu görüyorum. Milletimizin evsaf-ı mahsusası [özel vasıfları] her işimizde muvaffakiyetimizin teminatıdır. Muvaffakiyetimiz bittabi vahdetle [birlikle] olacaktır. Eğer millet müşterek gayeye müştereken sarf-ı faaliyet [faaliyet sarf] ederek yürürse, behemehâl [mutlaka] muvaffak olacaktır. İşte bunları düşünerek mesai-i müstakbelede de [gelecekteki mesaide] de muvaffak olacağına kani bulunuyorum.”

Paşa Hazretleri hasbihâllerine şu suretle son vermişlerdir:

“Arkadaşlar, buraya gelinceye kadar birçok yerlere uğradım. O yerlerin halkıyla yani kardeşleriniz, dindaşlarınız ve hemdertlerinizle aynı suretle musahabelerde [sohbetlerde] bulundum ve onların da sizin gibi memleketin hal ve atisiyle [bugünü ve geleceğiyle] fevkalade alakadar olduklarını gördüm. Sonra yine bu seyahatim esnasında ordumuzu gördüm; askerlerimiz, subaylarımız ve kumandanlarımızla temasa geldim.

Tetebbu tedkikat ve teftişatım [İnceleme ve teftişlerimin] neticesi bizi mağrur edecek bir haldedir. Çünkü vaziyetimiz çok kuvvetlidir. Memleketimiz halkında ve ordusunda gördüğüm kudret ve kabiliyet, bilhassa azim ve celadet [kahramanlık], hakkımızı behemehâl [mutlaka] istihsale [elde etmeye] kâfi ve kefildir.”

KAYNAKÇA

Hâkimiyet-i Milliye, 11 Şubat 1923, No: 736, s. 2, sütun: 1-4

https://dspace.ankara.edu.tr/xmlui/bitstream/handle/20.500.12575/67476/0131.pdf?sequence=131&isAllowed=y

Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri II, Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Yayınları, Ankara, 1959, s. 94-99

Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt: 15 (1923), Kaynak Yayınları, İstanbul, 2005, s. 117-121

Continue Reading

Özel Günler ve Anlamları

Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni Açış Konuşması

Published

on

(1 Kasım 1938)

GİRİŞ

Türk’ü reayalıktan vatandaşlığa, saltanattan cumhuriyete kavuşturan, Türk kadınını yok sayılmaktan kurtarıp varlık sahnesine çıkaran, Göktürklerden bu yana kaybolan Türk kimliğini inşa eden Türk İstiklal Harbinin Başkumandanı, Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu, Türk İnkılabının planlayıcı ve uygulayıcı önderi ilk Cumhurbaşkanımız Mareşal Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ü, fani âlemden baki âleme göç edişinin 85. yıldönümünde minnet ve rahmetle anarım.

Cumhuriyetin 15. yıldönümü törenlerine ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılışa hastalığı sebebiyle katılamayan ilk Cumhurbaşkanımız Mareşal Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün; 1 Kasım 1938 günü Türkiye Büyük Millet Meclisi Açış Konuşmasını Başbakan Celal Bayar yapmıştır.

***

Başvekil Celal Bayar (İzmir) – (Başvekil alkışlar arasında kürsüye geldiler.) Teşkilatı Esasiye Kanunu’nun 36. maddesi hükmüne göre Cumhurreisimiz Atatürk’ten aldığım emir üzerine bu seneye ait nutuklarını okuyorum. (Alkışlar.)

Sayın Milletvekilleri,

Hepinizi sevgi ve saygı ile selamlarım. . .

Geçen sene aziz Kamutayı [Türkiye Büyük Millet Meclisi] arkadaşlarıma millet ve memleket için ne gibi feyizli işler başarmak istediğimizi izah etmiştim. Bugün de bunlardan hangilerinin bu yıl içinde yapıldığını bildirmek isterim.

Sayın Arkadaşlarım,

Her şeyden evvel size kıvançla arz edeyim ki millet ve memleket geçen seneyi de tam bir huzur ve sükûn içinde yükselme ve kalkınma faaliyetiyle geçirmiştir.

Uzun yıllardan beri devam eden ve zaman zaman had bir şekil alan Tunçeli’ndeki toplu eşkıyalık hadiseleri, belirli bir program dâhilindeki çalışmaların neticesi olarak kısa bir zamanda bertaraf edilmiş, o mıntıkada bu gibi vakalar bir daha tekerrür etmemek üzere tarihe devrolunmuştur. (Bravo sesleri.)

Cumhuriyet’in feyzinden yurdun diğer evlatları gibi oradakiler de tamamıyla istifade edeceklerdir.

Hususi idare ve belediyelerin bu yılki faaliyetleri geçen senelerden fazla ve daha verimli olmuştur.

İmar işlerinde belediyeleri türeli [muntazam, düzenli]  surette aydınlatmak, kılavuzlamak ve faaliyetlerini takip etmek ve denetlemek üzere merkezde bir teknik büro teşkili, yol ve yapı kanununda işlerin ve istimlak muamelelerinin süratle yürümesini temin edecek tadilat yapılması, Belediyeler Bankası’nın imar işlerinde yardımını genişletmesi, çiftçi mallarının emniyetini korumak ve zirai suçlan süratle meydana çıkarıp suçluların cezalandırılması için Yüksek Kamutay’a sunulmak üzere, birer kanun tasarısı hazırlanmıştır.

Büyük Meclis’in tasvibine arz edilmiş olan yeni nüfus kanununun kabul ve tatbiki nüfus işlerinin daha modem ve muntazam bir şekilde yürütülmesini temine hizmet edecektir.

Muhterem Arkadaşlar,

Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekâleti kendisine verilen sağlık ve toplumsal yardım

vazifelerine, iskan ve göçmen işlerine Yüksek Meclis’in kabul buyurduğu tahsisat dahilinde başarı ile devam etmiştir.

Bu senenin ilkbaharında Orta Anadolu’da, bilhassa Kırşehir ve Yozgat havalisinde

bir kısım köylerimizi harap eden ve aziz vatandaşlarımızdan bazılarının ölümüne sebebiyet vermekle bizi çok üzen bir yer sarsıntısı olmuştu. Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekâleti ve aynı zamanda bu işle vazifelendirilen Kızılay Cemiyeti felakete uğrayan vatandaşlarımızı korumak için derhal gereken tedbirleri almışlardır. Bu sahada yapılmasına karar verilen 2114 evden bir kısmı bitmiştir. Bir kısmının da inşaatı ilerlemektedir. Bu hizmet ve mesaiyi memnuniyetle kaydederim.

Yüce Saylavlar [Milletvekilleri],

Memlekette mevcut huzur ve asayişe paralel olarak adalet cihazı da intizamla işlemektedir.

Meşhut Cürümler Kanunu’nun tatbikatından elde edilen iyi neticelerden örnek alınarak bu kanun kapsamına ağır cezalı cürümler de alınmıştır.

İnkılabımızın istikrarını teyit için yeni kanuni tedbirler alınmıştır. Bu maksatla Türk Ceza Kanunu’ndaki devletin şahsiyetiyle ve devlet kuvvetleri aleyhine alakalı cürümler daha kuvvetli müeyyidelere bağlanmıştır.

Cezaevlerinin terbiye, ıslah ve iş esaslarına göre düzeltilmesi yolundaki hayırlı faaliyetin genişletilmesi, cemiyete, doğru yoldan saparak hürriyetini kaybetmiş olan binlerce vatandaşı faydalı birer uzuv olarak kazandırmaktadır.

Sayın Milletvekilleri,

Devletin ekonomik sahadaki yapıcı ve yaptırıcı kudret ve prensibinin kapsamına ziraat işlerimizin de alınması yolunda bir numune olmak üzere hükmi şahsiyeti haiz “Ziraat İşletmeleri Kurumu” teşkil edilmiştir.

Geçen seneki nutkumuzda:

“Milli ekonominin temeli ziraattır. Bunun içindir ki, ziraatta kalkınmamıza büyük önem vermekteyiz. Köylere kadar yapılacak programlı ve pratik çalışmalar bu maksada ermeyi kolaylaştıracaktır. Fakat bu hayati işi isabetle amacına ulaştırmak için, ilkönce ciddi etütlere dayalı bir ziraat siyaseti tespit etmek ve onun için de her köylünün ve bütün vatandaşların kolayca kavrayabileceği ve severek tatbik edebileceği bir ziraat rejimi kurmak lazımdır” tavsiyesinde bulunmuştuk.

Buna ait etütler tamamlanmıştır.

Cumhuriyet’in on beşinci yılı, planlı, sistemli ziraat ve köy kalkınmasının başlangıcı olmalıdır.

Sayın Arkadaşlar,

Ekonomi işlerimiz normal gelişme yolunu takip etmektedir.

Bu yıl da üretimin, mübadelenin ve kredinin düzenlenmesiyle sanayileşme ve teşkilatlanma sahalarında olumlu neticeler alınmıştır.

Maden tetkik ve arama işleriyle maden işletmeleri mevcut programına göre gelişmektedir.

Dış ticaret politikamız vaziyete, milli ve milletlerarası konjonktüre uyarak, karşılıklı menfaat ve müsaadeler esasına bağlı kalmakta devam etmiştir.

İhracatın denetimi ve ihraç mallarımızın standartlanması yolundaki çalışmalar yürümekte ve hayırlı neticeler elde edilmektedir. Bu sene yeniden birtakım ihraç mallarımız daha denetlenen mallar arasına girmiştir.

Böylece ihracatımızın ve ihracatımızın itibarını yükselttiğini gördüğümüz bu usulün sahası genişletilmektedir.

Halkımızın bedii [güzel sanatlara ilişkin] kabiliyetlerini yansıtan ve her günkü ihtiyaçlarımızın büyük bir kısmını karşılayan el ve ev küçük sanatlarının Cumhuriyet rejiminde layık olduğu mertebeye yükseltilmesi icap eder. Bunun için teşvikler yapılmasını ve bu konudaki tasarının bir an evvel müzakeresini tavsiyeye değer bulurum.

Geçen toplantı devresinde Yüksek Meclis’in kabul buyurduğu “sermayesinin tamamı devlet tarafından verilmek suretiyle kurulan iktisadi teşekküllerin teşkilatıyla idare ve denetimleri” hakkındaki kanunun tatbiki için teşkilata başlanmıştır.

Memleketin muhtelif yerlerinde kredi ve satış kooperatiflerinin ve birliklerinin kurulmasına devam edilmiştir. Bu cümleden olarak Karadeniz mıntıkasında fındık mahsulümüz için beş kooperatif ve bunlar için merkezi Giresun’da olmak üzere bir birlik teşkil olunmuştur.

Küçük esnafa ve küçük sanayi erbabına muhtaç oldukları kredileri temin etmek üzere Halk Bankası ve halk sandıkları kurulmuştur.

Kredinin normal şartlar altında ucuzlatılmasının ekonomik alandaki mühim tesiri malumdur. Büyük Millet Meclisi’nin kabul buyurduğu kanun ile faiz hadlerinin indirilmesini memnuniyetle karşılarım.

Büyük Millet Meclisi Denizbank’ı kurmakla çok isabetli bir harekette bulunmuştur. Birinci beş senelik sanayi planımız muvaffakiyetle bitmek üzeredir. Buna ilaveten üç senelik bir maden işletme programı tanzim edilmiş ve tatbikine başlanmıştır. Bu üç senelik maden programının büyük bir kısmını içine almak ve şeker sanayiini de genişletmek suretiyle makine, kimya, gıda maddeleri, toprak ve su mahsulleri, ev yakacağı sanayiiyle l iman inşasını ve nakliye vasıtalarının çoğaltılmasını ve deniz işleri için duyduğumuz ihtiyaçları ihtiva ve ifade eden dört senelik üç numaralı yeni bir program yapılmış ve ilan edilmiştir.  Bu plan için sarf olunacak para 85 ila 90 milyon lira arasında tahmin edilmektedir. Buna ait kredinin temin edildiği malumdur.

Memleket için faydalı olan her teşebbüsü yüksek bir vatanseverlik duygusuyla destekleyen ve himaye eden değerli Kamutay’ın bu planı da desteğine mazhar kılacağından şüphe etmiyorum.

Muhterem Milletvekilleri,

Memleketin imarı ve kalkınması yolunda çok mühim vazifeler alan Cumhuriyet nafıasının bu yıl içindeki çalışmalarının azami randıman vermiş olduğunu görmekteyim.

Geçide açılan büyük köprülerin bu yıl 115’e ulaştığını kayıt ve adetlerinin ihtiyaçla orantılı olarak süratle çoğaltılmasını temenni ederim.

İstanbul’dan başlayan Avrupa turistik asfalt yolunun birinci kısmı tamamlanmıştır. Ve son kısımlarının inşaatına devam edilmektedir.

Memleketin umumi su siyasetinin büyük ehemmiyeti üzerinde durmaktayız. Geçen devrede kabul buyurduğunuz bir kanunla Adana ovasının sulama işlerine hız verilmiş olmasını memnuniyetle kaydederim. Diğer su işlerimiz de program dâhilinde yürümektedir.

Geçen sene yapılmasına başlandığını bildirdiğim radyo merkezi stüdyosu tamamlanmıştır.

Şirketlerden elimize geçen demiryollarının ıslahına ve çekici ve çekilen araçların her türlü ihtiyaca cevap verecek surette tamamlanmasına çalışılmaktadır.

Memlekette nakliye hacmi artmaktadır. Muhtelif malların sevkini kolaylıkla temin etmek için yeni nakliye vasıtaları sipariş edilmiş ve üç numaralı programda da bu hususa ayrıca yer verilmiştir.

Geçen yıl Divriği’ye ulaştığını gördüğümüz demiryolunun bu yıl Erzincan’a vardığını ve önümüzdeki yıl içinde de Erzurum şehrine ulaşacağını kıvançla müjdelerim.

Arkadaşlar,

Maliyemiz denk bütçe, sağlam ödeme, vergi sistemlerini mükellef lehine ıslah ve hafifletme ve milli paranın istikrarını muhafaza prensiplerini tam bir sadakat ve muvaffakiyetle takip ve tatbik etmektedir.

Halkın ve çiftçinin vergi yükünü hafifletmek yolunda öteden beri güdülen prensibin imkân nispetinde tatbikine bu yıl da devam edilmiştir.

Kazanç ve denge vergilerinde yünlü ve pamuklu kumaşların tüketim vergisinde ve hayvan vergilerinde indirmeler yapılmış, hayvan vergisinin at ve katıra ait kısmıyla tıbbi ve ispençiyari [eczacılık] maddelerin tüketim vergisi tamamen kaldırılmıştır.

Bir kısım vergilerde yapılan mühim indirmelere rağmen tahsilat tahmin olunan gelirden geçen sene de 29 milyon fazlalık göstermiştir.

Bu seneki tahsilatın da tahminlerden ziyade olacağı umulmaktadır.

Ekonomik sahadaki gelişmeyle orantılı olarak daima bütçe tahminlerini aşan devlet gelirinin devamlı artışı, bir taraftan vergi indirmelerini belirli bir program dairesinde tahakkuk ettirmeye, diğer taraftan muhtelif sahalarda verimli işlere ve milli müdafaa hizmetlerine daha çok pay ayırmaya imkân vermektedir.

Teşviki Sanayi Kanunu’ndan istifade eden müesseselere hariçten getirdikleri hammaddelerle makine, alet ve edevat için verilmiş olan gümrük muafiyeti kaldırılarak zikrolunan kanundan istifade eden ve etmeyen bütün sanayi erbabını kapsamak üzere bu nevi hammaddelerle makine, alet ve edevatın gümrük vergilerinin cüzi bir hadde indirilmesi ve makine alet ve edevatı için muamele vergisi muafiyetinin kabul edilmesi memleket sanayii üzerinde hayırlı neticeler verecek bir tedbir olmuştur.

Bir kısım vergilerimizin tarh ve cibayet usullerinin ıslahı ve tatbikatta sadelik ve

birlik temini maksadıyla hazırlanarak Yüksek Kamutay’a sunulan layihanın bir an evvel çıkarılmasını temenniye değer bulurum.

Sayın Arkadaşlarım,

İnhisarlar İdaresi [tekel] kurumlarının mali monopol [mali tekel], ticari teşekkül ve mali valorizasyon [değerini artırma, değerlendirme] kurumu karakterini kazanması için icap eden esaslı tedbirler alınmakta ve semereleri de elde edilmektedir.

Çok kıymetli ve nefis mahsullerimizden biri olan tütünün ziraat usullerini düzeltmek, ziraatçıları, mahsulünü işletmek ve değer fiyatıyla satmak bakımından aydınlatmak ve korumak, tütünlerimizi dünya piyasalarına daha çok tanıtarak ihracatını azami hadde çıkarmak yolundaki gayretler iyi neticeler vermektedir.

Diğer tekel maddelerinin üretim ve tüketiminde de gelişmeler görülmektedir.

Sevgili Arkadaşlarım,

Yüksek tahsil gençlerini istediğimiz ve muhtaç olduğumuz gibi milli şuurlu ve modem kültürlü olarak yetiştirmek için, İstanbul Üniversitesi’nin gelişmesi, Ankara Üniversitesi’nin tamamlanması ve Şark Üniversitesi’nin yapılan etütlerle tespit edilmiş olan esaslar dairesinde Van Gölü civarında kurulması mesaisine hızla ve önemle devam edilmektedir.

Geçen sene tecrübelerinin ümit verici mahiyette olduğunu kaydettiğim eğitmen okulları çok iyi neticeler vermiş ve eğitim kadrosuna bu yıl 1500 kişi daha ilave edilmiştir. Önümüzdeki yıllar içinde bu miktarın artırılacağı şüphesizdir.

Türk Tarih ve Dil Kurumlarının çalışmaları takdire layık kıymet ve mahiyet arz etmektedir. Tarih tezimizi reddedilmez delil ve vesikalarla ilim dünyasına tanıtan Tarih Kurumu, memleketin muhtelif yerlerinde yeniden kazılar yaptırmış ve milletlerarası toplantılara muvaffakiyetle iştirak ederek yaptığı tebliğlerle yabancı uzmanların alaka ve takdirlerini kazanmıştır.

Dil Kurumu, en güzel ve feyizli bir iş olarak, türlü ilimlere ait Türkçe terimleri tespit etmiş ve bu suretle dilimiz yabancı dillerin tesirinden kurtulma yolunda esaslı adımını atmıştır.

Bu yıl okullarımızda eğitimin Türkçe terimlerle yazılmış kitaplarla başlamış olmasını kültür hayatımız için mühim bir hadise olarak kaydetmek isterim.

Türk gençliğinin kültürde olduğu gibi spor sahasında da idealine ulaştırılması için

Yüksek Kamutay’ın kabul ettiği Beden Terbiyesi Kanunu’nun tatbikine geçildiğini görmekle memnunum.

Muhterem Arkadaşlarım,

Vatanın ve rejimin koruyucusu olmakla kalmayıp, en geniş ve hakiki manasıyla bir barış etkeni ve bir eğitim ve öğretim ocağı olan yenilmez ordumuzun, geçen sene de işaret ve izah ettiğim gibi, son sistem silah ve motorlu vasıtalarla cihazlandırılması yolundaki çalışmalara hız verilmiştir. (Bravo sesleri, şiddetli alkışlar.)

Geçen sene, Büyük Kamutay’ın kabul buyurduğu tahsisat üzerine bir genel silahlanma programı yapılmıştır. Tatbikatı ilerlemektedir.

Deniz kuvvetlerimizin takviyesi için lüzumlu olan harp gemilerimizin küçük bir kısmı sipariş edilmiştir. Büyük bir kısmı da sipariş edilmek üzeredir. (Alkışlar.)

Bu doğrultuda mevcut gemilerimizin daha mükemmel bir hale konulması için tertibat alınmaktadır.

Bu sene Gölcük harp tersanemizin inşasına başlanacaktır.

Hava programımız önemle tatbik olunmaktadır. Şanlı adını andıkça gönül ferahı

ve sonsuz gurur duyduğumuz kıymetli ordumuz, bu yaz doğu bölgesinde tabiatın en çetin ve haşin şartlan içinde yaptığı manevralarda her gün artan kudret ve kabiliyetini bir kere daha göstermiştir. (Şiddetli alkışlar.)

Çok değerli komutan ve subaylarımızla kahraman erlerimizi huzurunuzda iftihar ve takdirle selamlarım. (Bravo sesleri, sürekli alkışlar.)

Sayın Milletvekilleri,

Harici siyasetimizin son sene zarfındaki gelişmesi geçen sene ana vasıflarını çizmiş olduğum esaslar dairesinde cereyan etmiştir.

Son aylar zarfında barış çetin bir imtihan geçirdi. Şimdi ne kadar süreceğini ancak daha bir müddet sonra anlayabileceğimiz yeni bir sükûn devresi içindeyiz.

Barış, milletleri refah ve saadete eriştiren en iyi yoldur. Fakat bu kavram bir defa ele geçirilince, daimi bir ihtimam ve itina ve her milletin ayrı ayrı hazırlığını ister.

Memleketimizi her gün daha çok kuvvetlendirmek, her sahada her türlü ihtimallere karşı koyabilecek bir halde bulundurmak ve dünya hadiselerinin bütün safhalarını büyük bir teyakkuzla takip etmek, barışsever siyasetimizin dayandığı esasların başlıcasıdır. (Bravo sesleri, alkışlar.)

Milletlerin emniyeti ya iki taraflı veyahut çok taraflı genel müşterek anlaşmalarla, uzlaşmalarla temin edilebilir diye mutlak mahiyette ortaya atılan ve her biri diğerlerine zıt sayılan prensipler barışın muhafazası işinde bizim için kati ve isabetli değildir ve olamaz. (Bravo sesleri.) Bunların her birini coğrafi ve siyasi icap ve vaziyetlere göre kullanarak barış yolundaki ihtimamı realitelere uydurmak her millet için ayrı ayrı bir vazifedir.

Cumhuriyet hükümeti bu hakikati görmüş, tatbik etmiş, en yakın komşularıyla olduğu kadar en uzak devletlerle olan münasebetlerini, dostluklarını, ittifaklarını ona göre tanzim etmeyi bilmiş ve bu sayede harici siyasetimizi sağlam esaslara dayandırmıştır. (Alkışlar.)

Balkan siyaseti, Balkanlar’ın ayrı ve müşterek menfaatlarının en açık bir ifadesi, Balkan milletlerinin her birinin ayrı ayrı kuvvetleşmesi de barış yolundaki dinamik anlayış tarzının fiili bir misalidir.

Burada memnuniyetle kaydetmek istediğim bir hadise, Balkan milletlerini birbirine büsbütün yakınlaştırmakta kuvvetli etken olmuştur ve yarın için de ümitler vaat eden bir eserdir. Selanik’te Balkan Antlaşması devletleri namına Konsey Reisi ve Muhterem Yunan Başvekili General Metaksas ile Sayın Bulgar Başvekili Mösyö Köseivanof arasında imza edilmiş olan anlaşmadan bahsetmek istediğim anlaşılmıştır. Bu anlaşma da barış yolundaki devamlı gayretlerimizin ve Balkan devletlerinin takip edegeldikleri salim politikanın hayırlı bir tecellisidir. (Bravo sesleri.)

Yine ayrı realiteler, aynı dinamizm ve aynı yüksek gayeler, Sadabad akitlerinin maziden miras kalan hurafeleri nasıl bir hamlede yıkarak, münasebetlerini yeni ve doğurgan esaslara dayandırmayı bildiklerini göstermiştir.

Türkiye’nin diğer devletlerle olan münasebetleri geçen sene açık olarak gösterdiğim yolda dostane gelişmesini takip ederek ilerlemekte bulunuyor.

Hatay meselesinin son sene zarfında geçirmiş olduğu safhalar malumunuzdur. Bu milli davayı bir Türk-Fransız dostane anlaşmasıyla halletmek yolundaki mesai muvaffakiyete erdi. Türk ve Fransız askerlerinin geçici ve müşterek işgali bu anlaşmanın bariz tezahürü oldu. Bu sayede sükûn yerleşti ve seçimler tamamlandı. Nihayet Hatay, Millet Meclisi’ne ve bağımsızlığına kavuştu. (Bravo sesleri, şiddetli ve sürekli alkışlar.) Bağımsız Hatay devleti bugün inzibat kuvvetlerini tanzim eylemek ve memleketin dâhili emniyetini de kendi vasıtalarıyla temin etmekle meşguldür. Bunun da yakında başarılacağını ümit ediyoruz.

Geçen sene “Yarınki Türk-Fransız münasebetlerinin dilediğimiz yolda gelişmesine, Hatay işinin iyi bir yönde yürümesi esaslı bir ölçü ve etken olacaktır” demiştim. Hakikaten, Hatay işindeki Türk-Fransız anlaşması, iki devlet arasındaki münasebetleri çok dostane bir duruma getirmiştir. Hatay işinde elde edilen neticelerin istikrarının Türk-Fransız dostluğunun da gelişme ve billurlaşmasına bir esas teşkil edeceği kanaatindeyim.

Cumhuriyet hükûmeti, geçen seneden beri muhtelif devletlerle iktisadi münasebetlerini tanzim eden mukavele ve anlaşmalar imza etmiş bulunuyor.

Bu doğrultuda İngiltere hükûmetiyle yapılan ticaret anlaşması ve aynı zamanda 16 milyon İngiliz liralık bir ticaret ve silahlanma kredisi mukavelesini zikretmek isterim ki, esasen bununla alakalı kanun yüksek tasdikinize sunulmuştur.

Birkaç gün evvel memleketimizi ziyaret eden Almanya’nın mümtaz İktisat Nazırı

Bay Funk ile 150 milyon marklık bir kredinin esaslarında mutabakat hâsıl oldu. Teferruat yakında iki hükûmeti arasında tespit edilecektir.

Bu kredi anlaşmalarını memleketimizin mali itibarına karşı gösterilen ciddi emniyetin ve harici siyasetimizdeki dürüst hareketin bir tecellisi olarak kabul etmek lazım gelir. (Bravo sesleri.)

Hükûmetin yaptığı mukaveleler arasında hukuki sahada muhtelif anlaşmalar mevcut olduğu gibi, bağımsızlığına kavuşan dost Mısır devletiyle yapılan bir de dostluk, ikamet ve tabiiyet mukavelenamesi mevcut bulunmaktadır.

Büyük komşu ve dostumuz Sovyet İttihadı Cumhuriyeti’yle geçen yıl içinde yeni bir sınır mukavelesi imza edilerek iki memleketin sınır münasebetleri bu suretle iki taraf tecrübelerinin gösterdiği salim esaslara bağlanmıştır. Bu mukavelenin yakında yürürlüğe konulması beklenilmektedir.

Yine geçen yıl içinde İtalya hükûmeti Montrö’de imza edilen ve kendi iştirakine açık bırakılan Boğazlar Mukavelesi’ne katılmış ve bu komşu büyük memleketin bize karşı olan bu dostane hareketi memleketimizin de aynı dostane hissiyatıyla karşılanmıştır.

Büyük Kamutay, şimdiye kadar olduğu gibi bütün işlerinizde başarılar dilerim.

(Şiddetli ve sürekli alkışlar.)

KAYNAKÇA

 T. B. M. M. Zabıt Ceridesi, 01.11.1938, Cilt: 27, Devre: V, İçtima: 4, s. 3-7

https://www5.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/TBMM/d05/c027/tbmm05027001.pdf

Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt: 30 (1937-1938), Kaynak Yayınları, İstanbul, 2011, s. 312-320

Continue Reading

Mustafa Kemal Atatürk

GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ÜN ÇİFTLİKLERİNİ HAZİNEYE BAĞIŞLAMASI

Published

on

GİRİŞ

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün, sahip olduğu menkul [taşınır] ve gayrimenkulleri [taşınmazları] “örnek insan ve devlet adamlığı”nın somut göstergesi olarak bağış ve vasiyet yoluyla vermiştir. Atatürk, çiftliklerini Hazineye, diğer menkul ve gayrimenkullerini de Cumhuriyet Halk Partisine bağışlamıştır.

Bu çalışmada, Atatürk’ün sahip olduğu menkullerden Türkiye İş Bankasının kuruluşu, gayrimenkullerinden çiftliklerin ne amaçla ve nasıl kurulduğu ve bunların Hazineye bağışları hakkındaki gelişmeler; ilk Cumhurbaşkanımız Mustafa Kemal Atatürk’ün Cumhurbaşkanlığı (Riyaset-i Cumhur) Daire Müdürlüğü, Cumhurbaşkanlığı Özel Kalem (Kalem-i Mahsus) Müdürlüğü ve Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği (Umumî Kâtipliği) görevlerini yürüten Hasan Rıza Soyak’ın [1] “Atatürk’ten Hatıralar, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2010” künyeli eserinden aşağıda sunulmuştur.

***

 [Hint Müslümanlarının Gönderdiği Para]

Şimdi, bu mevzu ile ilgili olup vakit vakit bazı çevrelerde birçok dedikodulara sebep olan [Pakistan ve Bangladeş Hint Müslümanlarınca] Hindistan’dan gönderilmiş bir miktar paranın nasıl ve nerelere sarf edildiğinden ve neticelerinden bahsedeceğim.

Başka bir yazımda da bu konuya temas etmiştim: Açtığı çetin mücadeleye yardım maksadıyla Hindistan’dan şahsına yekûnu takriben 500 – 600 bin lira kadar tutan bir para gönderilmişti. O, bu paranın 500 bin lirasını Büyük Taarruzdan önce mâliyenin karşılayamadığı bazı hususi masraflar için Batı Cephesi Komutanlığı emrine vermişti. Yunanlıların kaçarken yakıp yıktıkları savaş alanında aç ve açıkta kalan zavallılara yapılan yardım da, Paşa’nın ordu ile beraber İzmir yolunda iken verdiği emirle yine bu paradan yapılmıştı.

Zaferden sonra, 500 bin liranın 380 küsur bin lirası, İcra Vekilleri Heyeti karariyle kendisine iade olunmuştu.

[Türkiye İş Bankasının Kuruluşu]

Atatürk, bu paranın memleket hesabına en hayırlı, en faydalı şekilde nasıl ve nerede kullanılabileceğini düşünüyordu; bu sırada kendisine bir milli bankanın kurulması zaruretinden bahsedilmiştir; zaten o da yabancı mali müesseselerin, bu arada bilhassa Osmanlı Bankası’nın, hazine ile yakından alakası olmasına rağmen, Cumhuriyet hükümetine karşı takındığı mütehakkim tavırdan teessür duymakta, böyle bir milli müesseseye olan ihtiyacı çok derinden hissetmekteydi.

Binaenaleyh derhal kararını verdi; elindeki paranın 250 bin lirasını temel sermaye olarak bu işe tahsis etti ve ayrıca toplanan sermayenin katılması ile şimdiki büyük ve itibarlı mali müessesemiz, Türkiye İş Bankası vücut buldu. Bilindiği gibi bu bankanın ilk Genel Müdürü Celâl Bayar’dı. Sağlam temeller üzerine kurulup memleketin ticaret, iktisat ve hatta kültür hayatına sayısız hizmetler ifa etmiş olan bu müessese-, günümüze kadar bazen temposu yavaşlamış olmakla beraber, hiç durmadan gelişme ve yükselme seyrine devam etmiş ve şimdiki seviyesine ulaşmıştır.

İş Bankası’nın, bankacılık alanında, memleketteki teşebbüs erbabına, şevk ve cesaret verici bir örnek olduğu muhakkaktır. Sayısı son senelerde gittikçe artmakta olan milli bankalarımıza, yüksek kalitede eleman yetiştirmek hususunda bir mektep vazifesi görmüş olması da, bu kıymetli müessesenin değerli hizmetleri arasında şükranla anılacak hususi bir yer işgal etmektedir.

* * *

 [Çitliklerin Kuruluşu]

Atatürk, yardım parasının elinde kalan kısmı ile de ziraat sahasında çalışmayı muvafık görmüştü. Kendisi, çocukluğundan beri kır ve çiftlik hayatından çok hoşlanırdı. Aynı zamanda bu saha, nüfusun büyük çoğunluğunun yaşayıp, çalıştığı ve memleket ekonomisinin umumiyet itibariyle dayandığı saha idi.

Birbiri ardından, Ankara civarında Orman Çiftliğini teşkil eden vâsi araziyi, Silifke yakınında Tekir ve Şövalye, Tarsus’ta Piloğlu çiftliklerini, Dörtyol’da Karabasamak Çiftliği ile büyük bir portakal bahçesini ve Yalova’da Baltacı ve Millet çiftliklerini, parça parça sahiplerinden veya metruk mallar idaresinden satın alarak işe koyuldu.

Arada şunu da belirtmeliyim ki, o zaman arazi çok ucuz, paramız da o nispette kıymetli idi. Bütün bu arazi için ödenen para miktarı 100-120 bin lirayı geçmiyordu.

Gaye; iklim ve mahsul itibariyle birbirinden farklı bulunan bu bölgelerde serbest çalışan numune çiftlikleri vücuda getirmek ve bir yandan çeşitli tecrübeler yaparken, bir yandan da civar köylere örnek ve rehber olmaktı.

Bu müesseselerde, yeni Türkiye’nin bir numaralı çiftçisinin direktifleri ve daimi nezareti altında rahmetli arkadaşım Tahsin Coşkan olmak üzere, ekserisi genç, enerjik, feragat ve ideal sahibi ziraatçilerimiz tarafından cidden takdir ve iftihara layık, büyük gayretler sarf olunarak, memleket için çok faydalı başarılar elde edilmişti.

Bilhassa, Ankara’nın başlıca giriş kapısında bulunan Orman Çiftliği’nde yeni usûl ve geniş makineli ziraatle beraber, ziraat sanatlarının hemen hemen her çeşidi için mükemmel çalışma yerleri; pastörize süt, tereyağı, yoğurt ve peynir imalathaneleri, pulluk ve bira fabrikaları, sebze ve meyve bahçeleri, bağlar, halkın istifadesine açılan büyük parklar, Marmara ve Karadeniz havuzları gibi, hem sulamaya, hem de su sporları yapmaya elverişli geniş havuzlar tesis edilmişti.

Ankara Belediyesi’nin teşviki ile şehirde birkaç satış mağazası da açılmıştı. Bu mağazalar, çiftlikte çıkan karışıksız mahsul ve mamulleri çok ucuz fiyatlarla satıyor, bu suretle kendi piyasasında esaslı bir nâzım rolü ifa ediyordu. Yalova’daki Millet ve Baltacı çiftlikleri kurulduktan sonra, İstanbul’da da iki satış mağazası açılmıştı.

Ankara ve civan, o zamanlar ağaç ve yeşillik hasreti çekiyordu. Atatürk, orman idaresini de harekete getirmişti; bu idareye ayırdığı geniş arazi üzerinde -ki çiftlikten, şehre doğru uzanıyordu- büyük bir orman tesisine başlanmıştı.

Ayrıca tasarrufu altındaki büyük arazinin mühim bir kısmının, içindeki bina ve tesisleri ile beraber, göçmen iskânına tahsis ederek yine yakın alaka ve nezareti altında, Ankara civarındaki Etimesut numune köyünün kurulmasını sağlamıştı.

Bilindiği gibi Atatürk’ün daha 1927 senesinde yaptığı bir açıklama ile Partisine ait olduğunu bildirdiği çiftliklerin temin ettikleri kazançlar, kendi inkişaflarına sarf ediliyor, hatta bunlara yeni sermayeler ve topraklar (Ankara’daki Güvercin Çiftliği gibi) ilave ediliyordu. Eski Mısır Hıdivi Abbas Hilmi Paşa’nın, Türkiye Cumhuriyeti tabiiyetine girmesi münasebetiyle CHP’ye teberru ettiği 900.000 lira civarındaki para ile İş Bankası’ndaki hisse senetlerinden alınan temettü ve mevduat faizleri bu ilaveleri karşılamakta idi ve bu gibi gelirlerle o yolda yapılan harcamalar yine Iş Bankası’nda açılmış olan 2 numaralı bir hesap içinde muamele görmekteydi. Burada tasrih etmeliyim ki Atatürk bu hesaptan şahsı için hiçbir masraf yapmamıştır.

1924 senesinde başlayıp, gittikçe hızlanarak 13 sene devam eden kesif çalışmalar sonunda bu müesseseler çok olgunlaşmış, her bakımdan yüksek bir seviyeye ulaşmışlardı. Artık bunları, bütün varlık ve tecrübeleri ile devlete, dolayısıyla Ziraat Vekâleti’nin istifadesine terk etmek zamanı gelmişti.

***

 [Çiftliklerin Hazineye Bağışlanması]

1937 senesinin Mayıs ayı içindeydi; memleket dışında bir vazife seyahatine çıkacak ve ilkin Paris’e uğradıktan sonra Almanya’ya geçecektim.

Çocuk! Çabuk git, gel de artık şu çiftliklerin hazineye devri işini halledelim. Biliyorsun, ben 1927 senesinde, Büyük Nutkumu verdiğim celselerden birinde Büyük Millet Meclisi’ne, bunların Partiye ait olduğunu söylemiştim. Bu itibarla devir esnasında, hükümetten, Parti için bir miktar para alırsak iyi olacaktır. Bakalım; İsmet Paşa’nın avdetinde meseleyi onunla da görüşeceğim, en münasip şekli o zaman kararlaştırırız.” demişti.

Başvekil İsmet İnönü, o günlerde İngiltere Kralı VI. George’un taç giyme töreninde Türkiye Devlet Reisini ve Hükümetini temsil etmek üzere bir heyetin başında Londra’ya gitmiş bulunuyordu.

Yazılarımın bu kısmına başlarken bazı dedikodulardan bahsetmiştim. Bu arada Partiye ait olduğunu söylediği çiftliklerin idaresi üzerinde de, tereddüt belirten birtakım söylentiler olmuş, bunları Atatürk de duymuştu ve bana, Partinin fiili başkanlığını yapmakta olan İsmet Paşa’ya gidip bu konuda malûmat ve hesap vermemi emretmişti.

Bunun üzerine, Paşa’nın evine giderek kendilerine çiftliklerin gerçek durumları ve kazandıkları maddi değerler hakkında hesaplara dayanan uzun bilgi vermiştim. Parti Genel Başkan Vekilinin, maruzatımı dikkatle dinledikten sonra söylediği şu olmuştu:

“Bu parlak neticeyi ancak Büyük Şefimiz sağlayabilirdi. Kendilerine Parti adına teşekkür ve minnetlerimi arz ederim.”

* * *

Ben; Paris’ten, Almanya’ya geçmek üzere hazırlanırken Ankara’dan nöbetçi yaveri telefon etti. Atatürk’ün Almanya seyahatini geriye bırakarak, derhal yurda dönmekliğimi emrettiğini bildirdi. Hemen o akşam yola çıktım.

İstanbul’a vardığım gün, Atatürk de buraya gelmişti ve birkaç saat sonra Karadeniz yolu ile doğuya doğru bir seyahate çıkmak üzere idi. Kendisi ile karşılaşınca, İnönü ile görüştükten sonra çiftlikleri, bütün tesis ve varlıklarıyla, hazineye hibe etmeye kati karar verdiğini söyledi ve bana şu talimatı verdi:

Sen bu akşam Ankara’ya git; mevcudu tespit edip, bir listesini yap. Ayrıca Başvekilliğe tarafımdan bir mektup hazırla! (Burada mektubun esaslarını dikte etti). Mektup müsveddesini İsmet Paşa’ya gösterip, mütalâa ve mutabakatını al. Sonra bana telgrafla bildir. Bunları vakit geçirmeden yapmalısın; çünkü Meclis kapanmak üzeredir. Ben istiyorum ki, tatilden evvel keyfiyet Meclise de arz edilmiş olsun, bunu temin etmelisin!

* * *

Ankara’da, emirleri dairesinde bir mektup ve bir liste hazırladım. Müsveddeyi Başbakana okudum; muvafık buldu. Yalnız bir yerinde “ticari çalışma” gibi bir tabir vardı; bunu “geniş çalışma” diye tashih etti.

Mektubu ve listeyi telgrafla Trabzon’da bulunan Atatürk’e arz ettim. Verdiği cevapta muvafık olduğunu, hemen Başvekile tevdi etmekliğimi, avdetinde imza etmek üzere şimdilik telgrafının imza yerine, mektuba eklenmesini emrediyordu.

* * *

Mektubun sureti ile çok uzun olan listenin bir özetini aşağıya derç ediyorum:

Başvekâlete;

Malûm olduğu üzere ziraat ve zirai iktisat sahasında fenni ve ameli tecrübeler yapmak maksadıyla, muhtelif zamanlarda, memleketin muhtelif mıntıkalarında müteaddit çiftlikler tesis etmiştim. 13 sene devam eden çetin çalışmalan esnasında faaliyetlerini bulundukları iklimin yetiştirdiği her çeşit mahsulâttan başka her nevi ziraat sanatlarına da teşmil eden bu müesseseler, ilk senelerde başlayan bütün kazançlarını, inkişaflanna sarf ederek büyük, küçük müteaddit fabrika ve imalathaneler tesis etmişler, bütün ziraat makine ve aletlerini yerinde ve faydalı şekilde kullanarak bunlann hepsini tamir ve mühim bir kısmını yeniden imal edecek tesisat vücuda getirmişlerdir. Yerli ve yabancı birçok hayvan ırkları üzerinde çift ve mahsul bakımından yaptıkları tetkikler neticesinde bunların muhite en elverişli ve verimli olanlarını tespit etmişler, kooperatif teşkili suretiyle veya aynı mahiyette başka suretlerle civar köylerle beraber faydalı şekilde çalışmışlar, bir taraftan da iç ve dış piyasalarla daimi ve sıkı temaslarda bulunmak suretiyle faaliyetlerini ve istihsallerini bunların isteklerine uydurmuşlar ve bugün her bakımdan verimli, olgun ve çok kıymetli birer varlık haline gelmişlerdir. Çiftliklerin yerine göre arazi ıslah ve tanzim etmek, muhitlerini güzelleştirmek, halka gezecek, eğlenecek ve dinlenecek sıhhi yerler, hilesiz ve nefis gıda maddeleri temin eylemek, bazı yerlerde ihtikârla fiili ve muvaffakiyetli mücadelelerde bulunmak gibi hizmetleri de zikre şayandır. Bünyelerinin metanetini ve muvaffakiyetlerinin temelini teşkil eden geniş çalışma ve ticari esaslar dâhilinde idare edildikleri ve memleketin diğer mıntıkalarında da mümasilleri tesis edildiği takdirde tecrübelerini müspet iş sahasından alan bu müesseselerin ziraat usullerini düzeltme, istihsalatı arttırma ve köyleri kalkındırma yolunda devletçe alınan ve alınacak olan tedbirlerin hüsnü intihap ve inkişafına çok müsait birer amil ve mesnet olacaklarına kani bulunuyorum ve bu kanaatle tasarrufum altındaki bu çiftlikleri bütün tesisat, hayvanat ve demirbaşlan ile beraber hâzineye hediye ediyorum. Çiftliklerin arazisi ile tesisat ve demirbaşlarını mükemmel olarak gösteren bir liste ilişiktir. Muktazi kanuni muamelenin yapılmasını dilerim.

* * *

Listenin özeti:

1- Yukarıda isimlerini ve yerlerini bildirdiğim çiftliklerde; 582 dönümü meyve bahçesi, 700 dönümü çeşitli ağaç fidanlığı, 400 dönümü Amerikan asma çubuğu fidanlığı, 220 dönümü bağ, 220 dönümü zeytinlik, 375 dönümü sebze bahçesi, 17 dönümü portakallık, 15 dönümü kuşkonmazlık, 100 dönümü park ve bahçe, 2650 dönümü çayır ve yoncalık, 1450 dönümü yeni yetiştirilmiş orman ve 148.000 dönümü ziraate elverişli tarla ve mera olmak üzere 154.729 dönüm arazi. Ağaç fidanlıklarında meyveli ve meyvesiz 650.000 fidan, Amerikan asma fidanlığında 560.000 kök bağ çubuğu, bağlarda 88.000 adet bağomcesi, zeytinliklerde 6600, portakal bahçesinde 1654 ağaç mevcuttur.

2- Mefruşat ve demirbaşları ile beraber 45 ikametgâh ve daire binası, 7 ağıl, 6 mandıra, 8 ahır, 7 ambar, 4 samanlık ve otluk, 6 hangar, 4 lokanta ve gazino, 2 fırın, 2 ser ki ceman 91 bina.

3- Senede 7000 hektolitre çeşitli bira yapacak kabiliyette bir bira fabrikası, malt fabrikası, günde 4 ton buz yapan bir buz fabrikası, günde 3000 şişe soda ve gazoz yapan bir soda ve gazoz fabrikası, bir ziraat aletleri ve demir fabrikası, 2 modern pastörize süt fabrikası, 2 geniş yoğurt imalathanesi, yılda 80.000 litre şarap yapacak kabiliyette bir şarap imalathanesi, 2 taşlı elektrikle işler bir un değirmeni, İstanbul’da bulunan 1 çeltik fabrikasının yüzde kırk hissesi, iki kaşar ve beyaz peynir ile yağ imaline mahsus imalathane, 2 tavuk çiftliği, 5 satış mağazası, 13.100 koyun, 443 baş sığır, 69 baş binek ve koşum atı, 2450 tavuk, 16 traktör, 13 harman ve biçer döver makinesi, 35 tonluk bir deniz motoru, 5 kamyon ve kamyonet, 2 binek otomobili, 19 araba ve muhtelif sulama tesisleri ile hususi telefon şebekesi.”

* * *

Mektup ve listeyi, Atatürk’ün telgrafı ile beraber Başbakana tevdi ettim. Keyfiyetin 12 Haziran 1937 cumartesi günü Meclise arz edilmesini kararlaştırdık; aynı zamanda Başbakan, Büyük Millet Meclisi Riyasetine şu tezkereyi yazmıştı:

Büyük Millet Meclisi Yüksek Reisliğine;

Reisicumhur Atatürk, tasarruflarında bulunan çiftliklerini hazineye ihda [hediye etme]  buyurduklarını, melfuf [ekli] tezkere ile tebliğ buyurmuşlardır. Devletin ziraat politikasında ve memleketin zirai inkişafında mühim amil olacak kıymet ve ehemmiyette olan bu âlicenap hareketi şükranla Yüksek Meclisin ıttılaına [bilgisine]  arz ederim.

* * *

O gün, müzakereleri takip etmek üzere, Büyük Millet Meclisi binasına girerken, Başvekil İsmet Paşa’nın beni odasında beklediğini söylediler; derhal yanma çıktım:

Gel Soyak! Ben mektubu bugün Meclise arz etmekten vazgeçtim; bunu Kasım içtimaına bırakmayı daha muvafık buluyorum” diye söze başladı. Şaşırmıştım, büyük bir heyecanla sordum:

Niçin Paşam?

Önce bir hususî kanun ile Cumhurreisinin maaş ve tahsisatından kesilen ağır vergiyi hafifletmek lazım” dedi; “Aksi halde, çiftlikleri devrettikten sonra, geçinme hususunda güçlük çeker diye düşünüyorum. Hâlbuki Meclis, bugün, yarın tatil devresine girecektir; böyle bir kanunu yetiştirmek imkânsızdır. İnşallah Kasım’da ilk iş olarak bunu yaparız. Ondan sonra da Meclise arz ederiz.”

Aman Paşam; bu çok yakışıksız bir şey olur. Âdeta taviz karşılığı hibe gibi bir şey. Atatürk bunu katiyen kabul etmez, eminim ki bunun tasavvurundan bile aşırı derecede rencide olur. Hem O, çiftliklerden şimdiye kadar şahsen hiç istifade etmemiş, bir habbe dahi almamıştır ki. Köşke gönderilen çiftlikler mahsul ve mamullerinin de bedellerini herkes gibi fatura mukabilinde ödemiş ve ödemektedir; binaenaleyh düşündüğünüz gibi bir vaziyet mevcut değildir. Diğer taraftan bana, mektubunun, Meclisin bu içtima devresinde okunmasını kati olarak tembih etti. Bu hususta her an haber beklemektedir. Müsaade buyurulursa iş yürüsün.”

Hayır, hayır! Sen korkma, bütün mesuliyeti üzerime alıyorum.”

Bunu söyledikten sonra yerinden kalktı, Meclis toplantı salonuna girmek üzere kapıya doğru yürüdü; önüne atıldım:

Muhterem Paşam!” dedim. “Affınıza sığınarak rica ederim, beni bir an daha dinleyiniz, mesele çok mühim ve ciddidir; o derecede ki, böyle bir sebeple vaki olacak geciktirmenin neticesi, aranızdaki resmî ve hatta hususi münasebetlerin bozulup kesilmesine kadar varabilir; bunu açıkça arz etmek mecburiyetindeyim. Lütfen bana inanınız!

Biraz düşündü:

Peki, öyleyse” dedi ve odasından çıkarak Meclise girdi.

* * *

Sayın İnönü’nün bahsettiği ve mahsusi kanun ile hafifletmeyi düşündüğü vergi meselesi ne idi? Bunu da izah edeyim:

Cumhurbaşkanına 1927 senesine kadar ayda 5000 lira maaş ve 7000 lira fevkalade tahsisat verilmekte idi. 1927 senesinde bunlara, umumi bir kanun ile ve “pahalılık zammı” adı ile 2480 lira ilave edilmiştir.

1927 ve 28 senelerinde bütün bunlardan ceman 453 lira, 1929 ve 30 senelerinde 724 lira, 1931 senesinde de 1293 lira vergi kesiliyor ve bu son senede kendisine net olarak ayda 13.186 lira ödeniyordu.

1932 senesinde çıkan bir kanun ile bilhassa yüksek maaş ve ücretlere kademeli olarak artan nispeten ağır vergiler konulmuştu. Buna göre Cumhurreisinin maaş ve tahsisatından kesilecek olan vergi miktarı 5401 liraya çıkmış ve ele geçen miktar 9078 liraya düşmüştü.

Bunun 2000 lirasını aşağıda izah edeceğim veçhile her ay İnönü’ye vermekte olduğundan hakikatte elinde kalan miktar 7000 liradan ibaretti.

Diğer taraftan o zamana kadar yaverler ve muhafız polislerle beraber, Köşkün içinde ve dışında çalışan bütün müstahdeminin iaşesi ve Köşkün sair masrafları Atatürk tarafından yapılmakta idi; hatta istasyondaki binada bulunan Hususi Kalem memurları da, öğle yemeklerini yine masrafı Atatürk tarafından ödenen bir tabldottan yiyorlardı. Her günkü iaşe mevcudu sabah ve akşam misafirlerle beraber 90-100 kişiyi buluyordu.

Seyahatlerinde, devletçe kendisine yalnız tren veya vapur gibi vasıtalar temin ediliyordu; diğer masraflar tamamen Atatürk’ün kesesinden çıkıyordu. Yalnız kendisi için değil, maiyeti için dahi, “harcırah” diye bir şey bahis konusu değildi.

Hâlbuki ekseriya misafiri olarak onunla beraber seyahat eden Başvekil ve Vekillerle maiyetleri bütçeden yol masrafı ve yevmiye almakta idiler.

Bir gün kendisine bundan bahsederek yolculuk dolayısiyle katlandıkları bazı zaruri masraflarını karşılamak üzere yaver ve Hususi Kalem memurlarına da alelusul yevmiye verilmesine müsaade buyurmasını rica etmiştim, kabul etmeyerek:

O zaruri masraflar ne ise hepsini biz yapalım!” demiş ve ondan sonra da öyle yapılmıştı.

Aradan bir müddet geçtikten sonra vaki olan mükerrer istirhamlarım üzerine yaver ve memurlara ayrıca devlet bütçesinden yılda birer maaş nispetinde ikramiye verilmesine muvafakat buyurmuşlardı.

* * *

Devlet bütçesine -kabil olduğu kadar- bâr olmamak hususundaki titizliği ve bilhassa devletin mümessili bulunmak sıfat ve haysiyeti nazarı dikkate alınmayarak, umum arasında Devlet Reisliği tahsisatının da birdenbire mühim miktarda azaltılmış olması kendisine dokunmuştu.

Bana:

Bizim, Köşktekiler ve misafirlerimizle beraber geçinmemiz için ayda ne kadar paraya ihtiyaç vardır?” diye sordu; cevap verdim:

Bilmem efendim ama herhalde 1000-1500 lira kâfi gelir zannederim.”

Öyle ise bize bu parayı versinler, diğer masrafları devlet yapsın, münasip olanı budur” dedi ve bahsi değiştirdi.

Bir daha bu meseleden bahsettiğini işitmedim; eminim ki aradan 24 saat geçmeden bunu tamamıyla unutmuştu.

* * *

Atatürk’ün bir an için vaki olan bu teessüründen -nereden ve nasıl bilmiyorum- Başvekil de haberdar olmuş. Ertesi gün beni evine çağırdı:

Bir yanlışlık olmuş, hiç kimse farkına varmadan dünkü kanunla, Cumhurreisliği tahsisatı da üçte bir nispetinde azalmış. Bunu nasıl telafi edebiliriz?” dedi. Kanunun tadili suretiyle hatanın tashihini düşündüğünü de ilave etti.

Yukarıda izah ettiğim vaziyeti anlattım. Bununla beraber Atatürk’ün teessürünün ilk işittiği ana mahsus ve daha ziyade bir prensip meselesine dayanan geçici bir hal olduğunu, kanunun tadiline asla rıza göstermeyeceğini söyledim:

Fakat” dedim, “bundan sonrası için ‘Memurin ve müstahdemin iaşesi’ adı ile bütçeye bir tahsisat koymak muvafık olur.

Bu mütalâamı tasvip etmiş ve ilk bütçeye böyle bir tahsisat konulmuştu.

İşte İnönü’nün bahsettiği vergi meselesi bu idi.

* * *

Büyük Millet Meclisi, Atatürk’ün mektubunu büyük bir heyecanla dinledi ve çok candan tezahürlerle uzun uzun alkışladı.

Başvekil İsmet İnönü de bu hadisenin manasını ve kıymetini belirten, umumiyet itibariyle güzel ve yerinde bir nutuk verdi; ezcümle dedi ki:

Şimdi büyük sevinç ve heyecanla dinlediğimiz Atatürk’ün teberruu, yüksek kıymeti üzerinde ehemmiyetle durulacak çok mühim bir hadisedir. Yüksek Heyetinizin ve bütün memleketin dikkatini celp edecektir ki, hazineye intikal etmekte olan bu çiftlikler, değeri milyonlar ifade eden bir servet halindedir. Bu çiftlikleri, Atatürk senelerden beri tasarrufu altında ve bilhassa şahsi emeğiyle vücuda getirmiştir.

Anadolu ortasında herkesin buradan nasıl bir mamure çıkacağına bedbin bir nazarla baktığı sırada, bütün memleket gibi, Anadolu ortasında da ilimle ve çalışma ile büyük mamure ve vatandaşlar için büyük servet temin olunabileceğine şahsen misal vermek hevesi senelerden beri kendisini işgal etmekte idi. Çiftliklerin maddeten olan yüksek kıymetleri, ancak bu kanaatle ve şahsi çalışma ile temin edilmiştir. Bu eserler meydana çıktıktan ve yüksek değerde oldukları anlaşıldıktan sonra, Atatürk’ün bunları maddi kıymetlerine bir lâhza bakmaksızın, kâmilen devletin istifadesine terk etmesi bütün vatandaşların bu nokta üzerinde dikkatlerini ve şükranlarını celp etmeye layık görülecektir. Atatürk, her türlü şahsi menfaatlerin kendi şahsına teveccüh edecek her türlü faydaların daima üstünde kalmış ve daima üstünde kalacak olan milli bir varlıktır. Atatürk’ün bu eserleri vücuda getirdikten sonra, bunları hazineye bedelsiz ve karşılıksız terk etmesinde esaslı, büyük ve siyasi bir ideali vardır. Milli Mücadelenin ilk gününden beri, bu memleketin kudretini ve servetini, köylülerimizin kalkınmasında, zengin ve müreffeh olmasında gördü; memleketin vesait ve menabiî gayet dar olduğu zamanlarda köylüyü; milletimizin içtimai kitleleri içinde bilhassa dikkate alınacak, onun işleri ile bilhassa uğraşılacak bir mevzu olarak millete ifade etti. İlk günden beri Atatürk bu istikamette yürümektedir. Dikkat buyurursanız, bugün köylülerimizin ve çiftçilerimizin vergi vermek hususunda bulundukları vaziyet, diğer bütün içtimai kitlelerden daha müsait bir haldedir. En ağır vergiler içinde bulunan köylünün, ilk günden beri ağırından başlayarak, bugüne kadar mütemadiyen külfeti azaltılmaktadır. Bu hal, Atatürk’ün hiç şaşmayan siyasi bir istikamet gibi, mütemadi çalışmasının ve tesir etmesinin bir neticesidir; bu istikamette yürüyoruz. Bugün de Atatürk’ün kani olduğu esaslı bir siyaset akidesi şudur: Memleketin kudret ve servetinin artması için köylünün vaziyetinin ve iktisadi varlığının yükselmesi lazımdır.

Bundan sonra Başvekil, girişilen bütün içtimai ve endüstriyel tedbirlerin en yüksek semerelerini vermesi, bu memleketin köylüsünde ve ziraatinde elde edilecek neticelere bağlı bulunduğunu, bundan dolayı birkaç seneden beri köylünün çalışmasında daha çok semere elde etmesi, daha kıymetli ve yeni vasıtalarla istihsalini kuvvetlendirmesi ve genişletmesi yolunda Büyük Millet Meclisi’nce ve hükümetçe tedbirler alındığını söyledi ve nutkuna şöyle devam etti:

Atatürk, bu mücadelenin başındadır; O’nu takip etmekte çok dikkatliyiz. Atatürk, bu siyasetin memleket içinde büyük faydalar getireceğine, haklı olarak kanidir. O, bu müesseselerin hükumete, yeni ziraatı köylüye öğretmek yolunda çok kıymetli saha ve vasıta olacaklarını düşünmüştür. Hakikaten bunlar, Ziraat Vekâleti’nin gerek ziraatte ve gerek ziraat endüstrisinde ve her türlü terbiye ve yetiştirme sahalarında girişeceği tecrübeler için kuvvetli mesnet olacaklardır.

 Hükumet, çiftlikleri alırken bunların iyi halde muhafazasını, daha ziyade inkişaflarının temin edilmesini sağlamakta ve memlekete gerek tecrübelerini yaymakta ve gerek esaslı ve faydalı unsur olmasında çok dikkatli bulunacaktır. Atatürk’ün, çiftçilerimizin refahında ve ziraatin inkişafında şimdiye kadar takip ettiği, şimdiye kadar ibzal ettiği alakayı bundan sonra da muhafaza edeceğine kani oluşumuz, bizim muvaffakiyete itimadımızın esasıdır.

İnönü, burada Atatürk’ün, çiftlikleri Cumhuriyet Halk Partisi’nin malı olarak saklamakta iken hazineye terk etmeyi tercih etmesinin sebeplerini -kendi görüşüne göre- izah etti ve bu müesseselerin maksada varmak için, devletin elinde bulunması, ameli bakımdan daha elverişli olduğu, zaten Cumhuriyet Halk Fırkası’nın, o gün için hükumetten ayn bir teşekkül olmaktan çıkarak, hükumetle iç içe milletin ve devletin müşterek bir müessesesi haline girmiş bulunduğu mütalâalarını ileri sürdü ve uzun nutkunu şu cümlelerle bitirdi:

Atatürk, bize bir defa daha kendi huzur ve rahatının, vatandaşların refahında olduğunu söylüyor; Atatürk, bize bir defa daha şan ve şerefinin, vatanın şan ve şerefinde ve kudretinde olduğunu gösteriyor.

Arkadaşlar! Milletin karşısında, sizin yüksek hislerinize tercüman olarak, biz de diyoruz ki; Atatürk, bizim en kıymetli hazinemizdir. O’nun şan ve şerefini, biz vatanın kudreti, şan ve şerefi sayıyoruz.

* * *

İnönü’den sonra 13 mebus söz söyledi; bunlar arasında bulunan rahmetli Refik Şevket İnce: “Çok ahlaki ve hakikaten bugün yaşayanlara ve yarın yaşayacaklara verilmiş emsalsiz, yeni bir ders karşısında bulunuyoruz” diye söze başlayarak dedi ki:

Bunun hocası Atatürk, talebesi de bugün bizleriz, fakat her zaman bu milletin evlatları olacaktır. Atatürk, çiftliklerini, fabrikalarını, bizim gibi, birer mülk telakki etmiyor. O, mülkü dahi bizim tanıdığımız gibi şahsiyetimizin muhafazası için bir vasıta değil, milletine icabında fayda vermek için toplanılmış, vücuda getirilmiş bir vasıta olarak kullanıyor. Bu büyük işaretler karşısında hürmet, muhabbet ve bağlılık duygularını tatmamak imkânı var mıdır?

Konuşmalar bittikten sonra mebuslardan Dr. Cemal Tunca ve arkadaşları tarafından verilen aşağıdaki takrir okundu ve sürekli alkışlar arasında ittifakla kabul edildi:

Yüksek Reisliğe;

1- Büyük Kurtancımız Atatürk, memleketin zirai kalkınmasına yardım olmak üzere, yıllardan beri bizzat uğraşarak yetiştirdikleri çiftlikleri ve içinde bulunan fabrika, hayvanat, âlat ve sairenin kâffesini hükümetin ziraatin inkişafı ve tekâmülü uğrundaki tedbirlerinin muvaffakiyetini kolaylaştırmak gayesiyle devlete ihda buyurduklarını şu anda öğrenmiş bulunuyoruz ve Atatürk’ün çok yüksek mana ihtiva eden bu lûtuflanrının Kamutayda uyandırdığı derin heyecanı yaşıyoruz.

2- Kamutayın minnetle dolu samimi hislerinin ve derin teşekkürlerinin Ulu Halaskarımıza arzını yüksek riyasetten rica ediyoruz.

* * *

Büyük Millet Meclisi Reisi rahmetli Mustafa Abdülhalik Renda, Meclisin kararına uyarak, o gün Atatürk’e şu telgrafı gönderdi:

Memleketin zirai kalkınmasına yardım olmak üzere yıllardan beri bizzat uğraşarak yetiştirdiğiniz çiftlikleri ve içinde bulunan fabrika, hayvanat, âlat ve sairenin kâffesini, ziraatin inkişaf ve tekâmülü uğrunda hükumetçe alınmakta olan tedbirlerin muvaffakiyetini kolaylaştırmak gayesi ile ihda buyurdukları hakkındaki haber, Kamutayda derin heyecan uyandırmış ve hislerinin ve derin teşekkürlerinin yüksek huzurunuza sunulmasına ittifakla karar verilmiştir. Derin saygılarımla arz ederim.

Atatürk buna şu kısa cevabı verdi:

Yapılan bir vazifedir.”

Başbakan İsmet İnönü de, kendisine aşağıdaki telgrafı çekmişti: “15 seneden beri sebatlı ve bilgili çalışmanızın eseri olan ve her biri kıymetli birer mamure olan çiftliklerinizi hazineye hediye buyurduğunuzu Cumhuriyet Hükumeti tazim hisleriyle karşılamıştır; bu suretle de hükumete gösterdiğiniz yüksek müzaherete şükranlarımızı sunarım. Kıymetli eserleriniz, sizin daima refahını düşündüğünüz köylümüze, numune ve mektep olarak çok faydalı ve hayırlı olacaklarına imanımız vardır. Büyük Millet Meclisi âlicenap teberruunuzu heyecanla telakki etti. Milletin hayatı ve varlığı içinde kaynamış olan yüce varlığınızı, hükumetin ve bütün milletin en aziz varlığı saydığını en geniş tazim hislerinde arz ederim.

Atatürk’ün cevabı:

“Başvekil İsmet İnönü’ne;

Hatırlarsınız; Türk köylüsünün, Türk efendisi olduğunu söylediğim zamanı. Ben, o efendinin arzu ve iradesi altında senelerden beri çalışmış bir hadimim. Şimdi beni çok heyecana getiren hadise, Türk köylüsüne, naçizane olsa da ufak bir vazife yapmış olduğumdur. Milletin Yüksek Mümessiller Heyeti bunu iyi görmüş ve kabul etmişlerse, benim için ne unutulmaz bir saadet hatırasını bana vermişlerdir. Bundan ve çok yüksek zevkle millet, memleket ve Cumhuriyet hükumetine yapmaya mecbur olduğum vazifeler karşısında gösterilmiş olan teveccühten, takdirden ne kadar mütehassis olduğumu ifadeye muktedir değilim. Bahis mevzuu olan hediye, Yüksek Türk Milletine, benim asıl vermeyi düşündüğüm hediye karşısında, hiçbir kıymeti haiz değildir. Ben icap ettiği zaman en büyük hediyem olmak üzere Türk milletine canımı vereceğim.” [2, 3, 4]

* * *

DİPNOTLAR:

[1] https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/bilgi/hasan-riza-soyak-1890-1970/

[2] Hasan Rıza SOYAK, Atatürk’ten Hatıralar, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2010, s. 648-660

[3]  TBMM ZABIT CERİDESİ, 12.6.1937, Devre: V, Cilt: 19, İçtima: 2, s. 266-274, 275

https://www5.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/TBMM/d05/c019/tbmm05019075.pdf

[4] Akşam, 13 Haziran 1937, No: 6700, s. 1, sütun: 1-5; s. 7, sütun: 3-5

http://nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/GAZETE/aksam/aksam_1937/aksam_1937_haziran_/aksam_1937_haziran_13_.pdf

Cumhuriyet, 13 Haziran 1937, No: 4699, s. 1, sütun: 5-6; s. 6, sütun: 5-6

http://nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/GAZETE/cumhuriyet//cumhuriyet_1937/cumhuriyet_1937_haziran_/cumhuriyet_1937_haziran_13_.pdf

Haber, 13 Haziran 1937, No: 1943, s. 1, sütun: 1-2; s. 7, sütun: 1-5

http://nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/GAZETE/haber(aksam%20postasi)/haber(aksam%20postasi)_1937/haber_1937_haziran_/haber_1937_haziran_13_.pdf

Kurun, 13 Haziran 1937, No: 6975-1095, s. 1, sütun: 1-5; s. 4, sütun: 1-5

http://nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/GAZETE/kurun/kurun_1937/kurun_1937_haziran_/kurun_1937_haziran_13_.pdf

Son Posta, 13 Haziran 1937, No: 2466, s. 1, sütun: 1-3; s. 7, sütun: 1-5

http://nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/GAZETE/son%20posta/son%20posta_1937/son%20posta_1937_haziran_/son%20posta_1937_haziran_13_.pdf

Tan, 13 Haziran 1937, No: 773, s. 1, sütun: 3-5; s. 3, sütun: 5

http://nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/GAZETE/tan//tan_1937/tan_1937_haziran_/tan_1937_haziran_13_.pdf

Ulus, 13 Haziran 1937, No: 5702, s. 1, sütun: 1-5; s. 4, sütun: 1-3; s. 5, sütun: 1-5; s. 6, sütun: 1-5; s. 7, sütun: 1-5

http://nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/GAZETE/ulus/ulus_1937/ulus_1937_haziran_/ulus_1937_haziran_13_.pdf

Yeni Asır, 13 Haziran 1937, No: 9575, s. 1, sütun: 5-6; s. 5, sütun: 1-6

http://nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/GAZETE/yeniasir/yeniasir_1937/yeni%20asir_1937_haziran_/yeni%20asir_1937_haziran_13_.pdf

Continue Reading

En Çok Okunanlar