Connect with us

Türk İstiklâl Mücadelesi

Mustafa Kemal Paşa’nın Sivas Kongresi’ni Açış Konuşması (4 Eylül 1919)

Published

on

GİRİŞ

Bilindiği üzere, tarihî olayların iki yüzü vardır: Birincisi, herkes tarafından kabul edilen görünen gerçek yüzü; ikincisi, pek bilinmeyen, daha doğrusu üzerinde yeterince durulmayan, ancak o olayları hazırlayan, geliştiren ve sonuçlandıran safhaları, aşamaları ve yönlerini içeren görünmeyen yüzüdür.

Sivas Kongresi’nin 105. yıldönümü münasebetiyle bu son derece önemli tarihî olayı, Mustafa Kemal Paşa ve yakın çalışma arkadaşı (daha sonra Denizli Milletvekili olan) Mazhar Müfit [KANSU] Bey’in gözlemleri ve tespitleri çerçevesinde, perde arkasıyla, günü gününe yaşanan hatıraların ışığında ve biraz da sohbet lezzetiyle farklı bir görünüm hâlinde açmaya, [Sivas Kongresi’nin Açılışı Öncesinde Halkın Hissettikleri, Sivas Kongresi’nin Açılışı, Mustafa Kemal Paşa’nın Sivas Kongresi’ni Açış Konuşması, Sivas Kongresi Çalışmaları] günlerini yeniden yaşama ve yaşatma yolunda karınca misali gayret göstereceğiz!..

—***—

 Sivas Kongresi’nin Açılışı Öncesinde Halkın Hissettikleri

 4 Eylül 1335 [1919]

Öğle vakti.

Bugün saat ikide büyük Sivas Kongresi açılacak. İlk gece, yani, Sivas’a muvasalatımız [varışımız] tarihi olan 2 Eylül’ü 3 Eylül’e bağlayan gece, yeni odamızda uyuyarak bütün yorgunluğumuzu çıkarmış olacağız ki, dün sabah erkenden çarşıya ve Sivas’ı gezmeye çıktım. Bu sabah da bu gezmelerime ve halk ile temaslarıma devam ettim. Sivas’ta çok elektrikli bir hava var. Bu elektrikli havayı yapan üç vaziyettir:

1) Hürriyet ve İtilafın ve İstanbul’daki çeşitli muhalefetin entrikaları ve İstanbul hükûmetinin propagandası.

2) Millî mukavemet ruh ve fikrinin halk ekseriyetine hâkim oluşu ve Sivas Kongresi’ne millî iradenin tecellisi yolunda büyük bir inanla bağlanılması.

3) İstanbul’dan gelen bazı delegelerin bütün kurtuluş çare ve tedbirlerini ecnebi himayesinde ve manda fikrinde aramaları ve bu hususta telkinlere başlamış olmaları.

Bununla beraber, Sivas yaylasının öz evlatları istisnasız millî iradenin akışı istikametinde his ve fikirlerini belirtmiş bulunuyorlar.

Hemen temas ettiğim bütün yerliler en kuvvetli bir inan ve iman hissiyle millî mücadele ruh ve şuuruna bağlı bulunuyorlar. Bilhassa Şekercizade İsmail Efendi isminde bir zatla tanıştım. Beni dükkânına götürdü. Beraber kahve içtik. Dükkânda daha birçok Sivaslı tanınmış kimseler vardı. İsmail Efendi beni, fikirlerimi, ileri durum hakkındaki düşüncelerimizi iskandil ederken ben de onun his, düşünce ve fikirlerinde Sivas halkının düşünceleri hakkında bir sondaj yapmış oldum.

Gerek İsmail Efendiyi, gerek dükkânındaki bütün Sivaslıları fevkalade hamiyetli, vatansever, millî davaya ve mücadele azmine inanmış ve hazır buldum.

İsmail Efendi:

– Günlerdir, Mustafa Kemal Paşa Hazretlerini bekliyorduk. Erzurum’ dan hareketleri ve yolda bulundukları duyulunca, halk meserrete [sevince] gark oldu. Hele ayın ikisinde burada bulunacakları belli olunca, halkın meserretine, cuşu huruşuna [neşesi ve ahengine] payan yoktu. Tabii gördünüz: Atı olan atı ile faytonu olan faytonu ile yaylısı olan yaylısı ile ve ayağına güvenen ayağı ile kendisini Kılavuzun tepesine attı. Çarşıdaki dükkânlar kapandı, herkes yollara döküldü. Sivas’ta yapılan bu muazzam istikbal Kemal Paşa’nın şahsında millî mücadeleye ne muazzam ölçüde bağlandıklarını göstermeye yeter bir tezahürdür.

Dedi, Kamil Efendi ismindeki bir başka tacir de şunları ilave etti:

– Müftü Abdürrauf Efendi, Kolordu Kumandanı Salahattin ve eski Sivas mebusu Rasim Beyler de Mustafa Kemal Paşa Hazretlerini ve heyeti karşılamak, misafir etmek hususunda büyük gayret sarf ettiler. Filhakika Hürriyet ve İtilafçılar: “Mustafa Kemal Paşa’nın teşebbüsleri bir İttihat ve Terakki manevrasından ibarettir.

Diyerek halkın fikirlerini çelmek hususunda ellerinden gelebilen gayreti gösterdiler. Muvaffak olamadılar. Hatta Emiri Paşa Hürriyet ve İtilaftan uzaklaşarak Paşa’nın istikbaline [karşılanmasına] şitap [acele] etti ve Bekir Sami Beyin telkin ve talimatından ayrılmadı.

(Emiri Paşa, bilahare tamamıyla Mustafa Kemal Paşa’ya iltihak etmiş, Sivas’taki Hürriyet ve İtilaf Fırkası binasındaki levhayı indirtmiş ve birinci Büyük Millet Meclisi’ne mebus seçilerek mecliste idare amirliği etmişti).

Görüyorsunuz ki, bazı istisnalar dışında Sivas halkı Mustafa Kemal Paşa’nın emrindedir ve millî mücadele azmindedir.

Yerlilerle yaptığım bu temaslardan sonra, kongre delegelerinden birçoğu ile tanıştım ve bilhassa dost ve arkadaşlarımla buluştum.

Bekir Sami Bey, Ali Fuat Paşa [CEBESOY]’nın pederi İsmail Fazıl Paşa, Cami, Kara Vasıf, Hakkı Behiç Beyler (Hakkı Behiç Sivas Heyeti Temsiliye azalığı yapmıştır, geçen yıllarda rahmeti hakka intikal etmiştir.) ile de görüştüm. Umumiyetle halk ne kadar sakin, şuurlu ve millî mücadele ruhuna bağlı ise, bilhassa İstanbul’dan gelen delegeler arasında “manda” fikrinden dolayı daha şimdiden bir bozgun havası estiği seziliyor.

Bunlar, adeta kurtuluşun ve her şeyin “manda” ile temin edilebileceği fikrine iman etmiş halde görünüyorlar. Hürriyet ve İtilafçılardan, İstanbul hükûmetinin menfi propagandalarına körü körüne bağlananlardan zaten bir hayır beklemeye lüzum yok. Delegeler arasında grup grup bazı gizli içtimalar yapıldığı da anlaşılıyor. Havayı elektrikleştiren şeyler de zaten bu gibi haller.

Sonradan bir arkadaştan Şekercizade İsmail Efendi’nin kongre azasından yirmiye yakın zatı bizzat misafir etmekte bulunduğunu öğrendim.

Bu, delegeler arasındaki veya İstanbul’dan gelenler içindeki fikir teşettütlerine [ayrılıklarına] rağmen asıl halkın ruh ve iradesini belirtmek bakımından müstesna bir işarettir.

Yine İsmail Efendi’nin dükkânında çok dikkate şayan bir ifşaya sami [dinleyici] oldum.

Jandarma tabur kumandanı Ali Şefik Bey, karakol kumandanı İbrahim Bey’e şu emri vermiş:

– Mustafa Kemal Paşa iki Eylül’de Sivas’ta bulunacak. Sivas’tan Hafik’e kadar yollarda emniyet tedbirleri alınız.

İbrahim Bey, tabur kumandanına bir espri hududunu geçmemek üzere şu cevabı vermiş:

– Mustafa Kemal Paşa’nın ölü veya diri olarak ele geçirilmesi hakkında dosyamızda bir emir varken yollarda nasıl emniyet tedbiri alabiliriz?

Kumandan gülerek şu cevabı vermiş:

– O emir, dosyada uyuya dursun. Paşa’nın sağ, salim, sıhhatle Sivas’a teşrifi lazımdır ve millî selamet bundadır.

Haleti ruhiye, halka, ordu mensuplarına, jandarmaya, memurlara hâkim şuur bu olduktan sonra neticeye emniyet ve ümitle bakmamak için hiçbir sebep kalmıyor.

Herhalde, kongrenin de öğleden sonra bu şuur ve bu hisle açılacağına ve neticeye bu inan ve imanın hâkim olacağına şüphem yok. [1]

Sivas Kongresi’nin Açılışı

Kongre gününde, yani Mustafa Kemal’in tayin ettiği ve her türlü engeli yenerek Sivas’a ulaştığı günün akabinde toplandı. Millî tarihin büyük Türk rönesansı, ihtilal ve kurtuluş kongresi. Diye anacağı Sivas Kongre’si gelecekteki her 4 Eylül günü bir millî bayram günü olarak kutlansa yeridir. 4 Eylül 1335 [1919] hakikaten Türk tarihinde başlı başına bir dönüm noktası olmuş; Millî ihtilal, savaş, kurtuluş, inkılap, cumhuriyet devrini getiren hamlenin vatan bütünlüğü adına temelini Sivas Kongresi teşkil etmiştir.

Mustafa Kemal Paşay’ı coşkun tezahürlerle karşılayan ve bağrına basan Sıvas halkı saat on üçten itibaren mektebi sultaniye giden yolları doldurmuştu.

Kongre binası ittihaz edilen mektebi sultani (şimdiki lise)nin önü mahşer halindeydi. Günün perşembe oluşu da ayrıca bir uğur sayılıyor, namazdan çıkan, çarşıdaki dükkânını kapayan, daireden ayrılan, işini gücünü bırakan herkes sel halinde bu mahşere katılıyordu.

Kongre delegeleri de birer birer gelerek binaya giriyorlardı.

Kongrenin açılması için tayin edilen saat 14’tü. Eski ifadesi ile badezzeval saat iki. Açılış saatine beş dakika kala, Mustafa Kemal Paşa da kongre mahallini şereflendirmişlerdi.

Paşa’ya ben ve Hüsrev Sami Bey (eski Kars milletvekili merhum) refakat ediyorduk. Kongre salonundan içeriye girerken Rauf [ORBAY] Bey’le Paşa arasında saniyelerle ölçülebilen bir konuşma oldu. Aramızda bir iki metrelik bir mesafe vardı. Rauf Bey’in ne söylediğini işitememiştim. Fakat Mustafa Kemal Paşa’nın cevabı kısa ve sertti:

– Bekir Sami Bey’in evinde verdiğiniz kararı bana tebliğ ediyorsunuz, öyle mi?

Diyordu. Paşa, Rauf Bey’in vereceği cevabı beklemeksizin, asabi adımlarla salondan içeriye girmişti. Merak ettim:

– Bekir Sami Bey’in evindeki içtima nedir?

Neye karar vermiş olabilirler?

Paşa bize hiç böyle bir şeyden bahsetmemişti.

Kafamın içini birden saran bütün bu istifhamlara cevap arayarak salonun gerisinde ve solunda oturan Hüsrev Sami Bey’in yanına oturdum. Kulağına fısıldadım:

– Nedir bu mesele?

– Hangi mesele?

– Paşa’nın Rauf Bey’e kapıdan girerken verdiği cevabı işitmedin mi?

Hüsrev Sami merhum:

– Ha anladım.. Riyaset meselesi..

Diyerek ilave etti:

– Paşa’nın kongreye reis seçilmesini istemiyorlar. Mamafih, şimdi bu bahsi bırakarak kongreyi takip edelim. Sonra, sana anlatırım!

 Hayret içindeydim. Erzurum’da olduğu gibi burada da bir reislik meselesi ortaya atılıvermişti. Paşa’nın şahsından mı, hareket tavrından mı, görüş ve düşünüşlerinden mi, siyasi şahsiyetinden mi, neden çekiniyorlar ve niçin onu reis seçmemek hususunda menfi bir faaliyet göstermeyi tercih ediyorlardı? Ben, kafamın içindeki bu istifhamları çözmeye çalışırken, Mustafa Kemal Paşa da kongreyi açmış ve nutkunu söylemeye başlamış bulunuyordu.

Tarihi bir önem muhafaza ve bir vesika teşkil eden bu nutku aynen kaydetmeliyim:

MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN SİVAS KONGRESİ’Nİ AÇIŞ KONUŞMASI

 – Muhterem efendiler,

Vatan ve milletin halâsını istihdaf eden [kurtuluşunu hedefleyen]  sevaiki mücbire [mecburi sebepler], sizleri bunca meşakı mevani [sıkıntı ve engeller]  karşısında Sivas’ta topladı. Celadetperver [mücadeleci]  azminizi tebrik ve beyanı hoş amedi eylemekle [hoş geldiniz demekle] bahtiyarlığımı arz ederim.

Efendiler,

Muhterem heyetiniz, rehakâr müzakeratına [kurtuluş görüşmelerine] girişmeden evvel bazı maruzatta bulunmama müsaadenizi rica ederim. Malumdur ki milliyetler esasına müstenit [dayalı] vaidler [vaatler] üzerine otuz teşrinisani otuz dört tarihinde [30 Ekim 1334/1918] düveli itilafiye [İtilaf devletleri] ile mütareke akdedildi [imzalandı]. Milletimiz adilane bir sulha nail olacağını [erişeceğini] ümit etti. Hâlbuki mütarekename ahkâmı [mütareke hükümleri], vatan ve milletimiz aleyhinde her gün bir suretle suiistimal ve taarruz ve icbar  [zorlama] suretiyle tatbik edildi. Düveli itilafiyeden [İtilaf devletlerinden] kuvvet alan memleketimizdeki anasırı hıristiyaniye [Hristiyan unsurlar], milletimizin haysiyetini kesrü ihlâl [kırma ve bozma] mahiyetinde çılgınca harekâta koyuldu. Garbi Anadolu’da, İslâm’ın harimi ismetine dâhil olan [mukaddes ocağına giren] Yunan zalimleri, düveli itilafiyenin [İtilaf devletlerinin]  enzarı tesamühü [hoş gören bakışları] karşısında canavarca fecayi ika etti [facialar yaptı].

Şarkta Ermeniler, Kızıl Irmağa kadar tevessü [genişleme] hazırlıklarına ve şimdiden hudutlarımıza kadar dayanan katliam siyasetine başladı. Karadeniz sahillerimizde Pontus krallığı hayalinin tahakkukuna [gerçekleştirilmesine] bile çalışıldı. Adana, Ayıntap, Maraş ve Konya havalisine kadar Antalya işgal ve Trakya da işgal mıntakasına [bölgesine] ithal edildi [katıldı].

Payitahtı saltanat [saltanatın başkenti] ve makarrı hilafetin [hilafetin merkezi] ise hükümdar saraylarına kadar boğucu bir tarzda işgali suretiyle, kalbgâhı devlette [devletin can evinde], ecnebi inhisar [tekel] ve tahakkümü teessüs etti [kuruldu] ve bütün bu hakşiken tasaddilere [hak kırıcı saldırılara] karşı hükûmeti merkeziye      [merkezi hükumet], ihtimal ki tarihte bir misli daha görülmemiş surette, tahammül etti. Ve daima zayıf ve aciz bir mevkide kaldı.

İşte bu ahval, milletimizi şedit bir intibaha [şiddetli bir uyanışa] sevk etti. Artık milletimiz, pek güzel anladı ki, düveli itilafiye, bu vatanda mukaddesat ve mukadderatına sahip bir kudret ve iradei millîye [milli irade] mevcut olmadığı zehabı batılına kapıldı. Ve bu zehap yüzünden cansız bir vatan, kanunsuz bir millet nelere müstahak ise bimehaba [çekinmeden] onların tatbikatına koyuldu. Buna karşı tevekkül ve teslimiyetin inkırazı tam faciasında [tam çöküş faciasında] başka bir netice vermeyeceği kanaati teeyyüt etti [yerleşti].

Efendiler,

Milletimizin, sizler gibi münevveran [aydınları] ve hamiyyetperveranı [hamiyetperverleri], manzaranın elemli karanlıklarından naümit [ümitsiz] olmadılar. Çünkü onlar bilirler ki tarih, bir milletin varlığını, hakkını hiçbir zaman inkâr edemez. Çünkü onlar, kuvvetli bir iman ile kanidirler ki, bir nikabı batıl [çürük perde]  arkasından, vatan ve milletimiz aleyhinde verilen hükümler, ortaya sürülen kanaatler muhakkak iflasa mahkûmdur.

Efendiler,

İtilaf devletlerinin haksızlıkları ve hükûmeti merkeziyenin zaaf ve aczi karşısında milletimiz mevcudiyetini ispat ve fiili tecavüzlere karşı namus ve istiklalini, bilfiil müdafaa hükmünü vermekte muztar [zorunda] kaldı. Matlup olduğu veçhile [istenildiği üzere]; şarkta harbi zailin [son harbin] her türlü meşakkat [sıkıntı] ve elemlerini [acılarını] görmüş ve bilhassa Ermenilerin vahşet ve zulümlerine sahne olmuş matemzede [yaslı] hudut vilayetlerimiz namus ve istiklali millîyi [milli namus ve bağımsızlığı] kurtarmak maksadiyle Müdafaai Hukuku Millîye Cemiyetleri teşkil eylediler [kurdular]. Şarktan [doğudan] ve cenuptan [güneyden] tehlike hisseden, Diyarbakır vilayetimizde de Müdafaai Vatan Cemiyeti teşekkül etti [kuruldu].

Garpta [batıda] Yunanlıların tecavüzü ihtimaline karşı teşekkül eden Müdafaai Hukuku Millîye Cemiyeti, Yunanlıların sevgili topraklarımıza ayak basması üzerine ilhakı fiilen redde kıyam etti [ilhakın fiilen reddi için ayaklandı].

Trakya’da, Kilikya’da ve her tarafta Millî cemiyetler teşekkül etti. Hülasa [Kısacası] garptan ve şarktan yükselen sadayı millet [milletin sesi], Anadolu’nun en hücra köşesinde makes [yankı] buldu. Binaenaleyh [Bununla beraber] millî cemiyetler, düşmanların esaret boyunduruğuna girmemek kastiyle millî vicdanın azim ve iradesinden doğmuş yegâne teşkilat oldu. Bu sayede asırlardan beri müstakil [bağımsız]  yaşayan milletimiz, mevcudiyetini [varlığını] âleme göstermeğe başladı.

Efendiler,

Milletçe çarei halâsın [milletçe kurtuluş çaresinin] ancak kendi ruhundan ve kendi taazzuvundan [örgütlenmesinden] doğacağı kanaati tahakkuk edince [gerçeklleşince], bariz [açık] tehlikeler karşısında bulunan Şarki Anadolu Vilayatı [Doğu Anadolu Vilayetleri] “Erzurum Kongresi”ni davet etti. Bu sırada idi ki, cereyan eden muhaberat [haberleşmeler] ve saik olan hadisat [arkasındaki olaylar] ve zarurat ile de halâsı umumii vatanı [bütün vatanın kurtuluşunu] istihdaf eyleyen [hedef alan] Sivas Kongresi, bugün heyeti muhteremenizin [muhterem heyetinizin] vücuda getirdiği umumi kongre [genel kongre], 21 Haziran [1]335 [1919] tarihinde karargir olmuştur [karara bağlanmışır].

Efendiler;

Burada azim [büyük] teessüflerle heyeti aliyenize [yüksek heyetinize] arz edeceğim ki, memleketin ve milletin mukaddesatını teminde aciz ve meskenetten  [miskinlikten] başka bir kudret gösterememiş olan hükûmeti merkeziye, sadayi milleti [milletin sesini] boğmak, revabıtı müşterekei millîyeyi [ortak milli bağları] kırmak ve bu suretle milleti, daima mağlup göstermek gibi ancak düşmanlarımızın hesabı menfaatine [menfaati hesabına] kaydolunan, harekâtı mezbuhane ve mütehalifede  [boğazlama ve tutarsızlık harekâtında], bütün celâdetini [mücadeleciliğini] takındı. Bu hâl tarihi millîmizde [milli tarihimizde] bittabi hükûmeti merkeziye hesabına pek şaibedar [şaibeli] bir fasıldır.

Teşekkür olunur ki efendiler, millet ve kudreti millîyenin tamamen müzahiri [yardımcısı] olan namuskâr ordumuz [namuslu ordumuz], hükûmeti merkeziyeyi ikaz [uyarmak] suretiyle zararlar takim edilmiştir [sonuçsuz bırakılmıştır]. Maahaza suitesirler [Bununla beraber kötü etkiler] bazı mertebe teehhuratı [bir miktar gecikmelere]  bâdi olmuştur [yol açmıştır].

Hatırlarda olacaktır ki, Sivas Umumi Kongresi’ne teşrifleri için 22 Haziran’da vukubulan [yapılan] davetnamede Erzurum Kongresi’nden bahsedilerek 10 Temmuz, in’ikad [toplanma] için esas itibar edilmişti. Garbi batı] Anadolu murahhaslarının [delegelerinin] bu zamana kadar Sivas’a vasıl olabilecekleri [gelebilecekleri] tahmin olunarak, Erzurum Kongre Heyeti’nin de Sivas’ta umumi içtimaa [genel toplantıya] dâhil olabileceğine [katılabileceğine] imkân tasavvur edilmişti. Hâlbuki Sivas Kongresi’nin inikadı [toplanması] ancak bugün müyesser oldu [gerçekleşti]. Aradan bir ayı mütecaviz [bir aydan fazla]  zaman geçti. Bu uzun müddet zarfında Erzurum Kongresi Heyeti’nin intizar etmesinden beklenilmesinden] ise zaten malum [bilinen] ve müşterek [ortak] olan makasıdı asliye [asıl maksatlar] ve nikatı esasiye [esas noktalar] üzerinde icrayı müzakerat [görüşmeler yapması] ve ittihazı mukarrerat eylemesi kararlar alması] münasip [uygun] görüldü ve sonra da murahhasların [delegelerin] mahalli intihaplarına [seçim yerlerine] avdetleriyle [dönmeleriyle], mukarreratın [kararların] fiilen tatbikatına başlamaları tercih edildi. Fakat Kongre Heyeti Umumiyesi [Kongre Genel Kurulu] ve binaenaleyh Şarki Anadolu namına Sivas Kongresi’nde hazır bulunmak üzere Heyeti Temsiliye’den, bir heyetin tevkiline [vekil] karar verildi.

Erzurum Kongresi’nin Beyanname ve Nizamnamesi muhteviyatından [içeriğinden] başka hafi [gizli] kalmış hiçbir karar yoktur. Yalnız Sadrazam Ferit Paşa’nın Paris seyahatinden avdetinde [dönüşünde], Anadolu’da şüriş [karışıklık] olduğuna dair vukubulan bir tamimi Kongre’ce büyük teessüflerle okunmuş ve muhalifi hakikat [gerçeklere aykırı] ve menafii memleket ve millete muzir [memleket ve millet menfaatine zaralı] bu gafilane tebliğin derhal tekzibi şiddetle kendisinden talep edilmiştir. Bir de intihabı mebusanın tesrii [mebusların seçiminin hızlandırılması] talep olunmuştur. Erzurum Kongresi yalnız Şarki Anadolu murahhaslarından teşekkül etmiş bulunduğu için salahiyetini [yetkisini] bu daire dâhiline hasretmek mecburiyetini nazarı dikkatte tutmuştur. Ancak Garbi Anadolu ve Rumeli murahhaslarının iştirakiyle [katılmasıyla] tecelli edebilecek [ortaya çıkabilecek] am ve şamil [genel ve kapsamlı] salahiyetin istimalini [kullanılmasını] heyeti muhteremenizin huzuriyle [muhterem heyetinizin huzurunda olması]  meşrut [şartına bağlı] ve mukayyet [kayıtlı] gördü. Hatta bu sebepledir ki, Şarki Anadolu’daki millî cemiyetlerin birleşmesinden hâsıl olan [ortaya çıkan] kitleye, ünvan verirken, Şarki Anadolu kaydı kondu. Alelıtlak [rasgele], “Anadolu Müdafaai Hukuk Cemiyeti” yahut “Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti” unvanı umumisi [genel unvanı] istimal edilmek [kullanılmak] ve bütün milletin hukuku namına kendi kendine salahiyet vermek doğru olamazdı. Bu takdirde İstanbul’da vuku bulduğu gibi beş on kişinin bir araya gelerek bütün milletin sahibi salahiyet vekilleri [yetki sahibi vekilleri] imiş gibi indi [kendiliğinden] ve sahibi asli olan [asıl sahibi olan] milletle alakasız, bir teşebbüs mahiyetinde olabilirdi.

Bununla beraber efendiler, Erzurum Kongresi bütün memleketin ve milletin ittihat ve ittifak noktasında Şarki Anadolu vilayetlerince vilayatı saire [öteki vilayetler] ile her noktai nazardan [her bakımdan] iştiraki mesai temini emeli kat’idir [işbirliği temini emeli kesindir], üssülesasını [temel ilkesini] kabul eylemiştir. Bittabi huzuru alinizle [yüksek huzurunuzla]  münakit [toplanan] işbu Sivas Umumi Kongremizde vatanımızın yekpare, milletimizin yekvücut olduğu, lüzumu gibi ifade ve ispat edecek esasat vazolunur [temeller atılır].

Efendiler,

Millet Meclisi’nin toplanması için öteden beri gösterilen amali millîye [milli emeller] karşısında hükûmeti merkeziyenin bidayetten beri [başından beri] aldığı ihmalkâr ve bilahare [daha sonra]  mütemerridane [dik kafalı] ve Kanunu Esasi’ye külliyen mugayir etvarı [bütünüyle aykırı tavrı], son günlerde cereyanı millî tesiratiyle[milli cereyan etkileriyle] mümaşatkar [uysal] bir vaziyete girmiştir. İntihabata [seçimlere] emir verildiği malumunuzdur. Bunun tahakkukunu [gerçekleşmesini] inşallah azim ve celadetiniz [mücadeleciliğiniz] vücuda getirecektir. Ancak buna tekaddüm eden safhai vekayide [bunun öncesindeki vakalar safhasında] müteaddit [çok sayıda] veya münferit ecnebi mandaterlikleri gibi doğrudan doğruya hayat ve istiklalimizle alakadar bir mesele mevzuu bahsolmaktadır [söz konusu olmaktadır].

Meclisi millînin henüz toplanmamış olduğu bir sırada mahsur [kuşatılmış] ve istiklalini [bağımsızlığını] zayi etmiş [kaybetmiş] olan hükûmeti merkeziyenin, münferit ve gayri meşru [meşru olmayan] bir kararı ve yahut amali millîyeye [milli emellere] muhalif bazı tekâlifi hariciyeye [dış tekliflere] inkıyat [teslim olmuş] ve serfüru etmiş [boyun eğmiş] gibi emri vakilerin ihtimali zuhuratına [ortaya çıkması ihtimaline] karşı, Erzurum ve Sivas kongrelerinin ruhu millîyi temsilen ve birbirini takiben içtimaı [toplanması] muhakkak bir fali hayır ve selâmettir [hayırlı bir kurtuluş belirtisidir].

Maruzatım hitam [son] bulurken, vatan ve milletin fevzü halâsı gayesine [üstünlüğü ve kurtuluşu gayesine] merbut [bağlı] olan heyetimizin muvaffak bilhayır [hayırlısıyla başarılı] olması temenniyatını [temennilerini] barigâhı ilâhiye refeylerim [ilahi yaratanın yüceliğine sunarım]. [*]

DİPNOTLAR

[1] Mazhar Müfit KANSU, Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber, I. Cilt, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1997, s. 207-210

[*] Kemal ATATÜRK, Nutuk, Cilt: III Vesikalar, M. E. B. Devlet Kitapları, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1982, s. 945-949, Vesika: 54

Türk İstiklâl Mücadelesi

Saltanatın Kaldırılmasına Dair Türkiye Büyük Millet Meclisinin Genel Kurul Kararı

Published

on

(1 Kasım 1922)

Sadrazam Tevfik Paşa 17 Ekim 1922’de Mustafa Kemal Paşa’ya çektiği telgrafta [1], Büyük Zafer’i saltanat makamı ile Babıâli’ye varlığını sürdürecek bir unsur olarak görmüş, hatta Barış Konferansı’nda İstanbul Hükûmetinin yanında yer almak suretiyle Ankara’nın son vazifesini yapmasını bekler vaziyette bulunmuştur. Mustafa Kemal Paşa, Tevfik Paşa’nın telgrafına cevap olmak üzere TBMM’nin İstanbul’daki siyasî temsilcisi Hamit Bey’e Bursa’dan çektiği 18 Ekim 1922 tarihli telgrafta [2], “…Teşki­lât-ı Esasiye Kanunu ile şekil ve mahiyeti taayyün eden Türkiye Devletinin tarihi teessüsünden beri Türkiye mukadderatına vaziülyet ve bundan mes’ul yalnız ve ancak Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükumeti olduğu”nu belirtmiş, aynı kanun gereğince Türkiye’yi konferansta TBMM Hükûmeti’nin temsil edeceğini bildirmiştir. Hamit Bey, Gazi Paşa’nın talimatı doğrultusunda Tevfik Paşa’ya tebligatta bulunmasına rağmen sonuç elde edememiştir.

27 Ekim 1922’de İngiliz, Fransız, İtalyan temsilcileri ayrı ayrı verdikleri şifahi notalarla İstanbul ve Ankara Hükûmetlerini aynı anda, 13 Kasım 1922’ de İsviçre’nin Lozan şehrinde yapılacak konferansa davet ettiler. 23 Ekim’de Ankara bu daveti kabul ettiğini bildirmiş, 29 Ekim’de Tevfik Paşa tarafından TBMM Başkanlığına çekilen telgrafta[3], birlikte katılma teklifinde bulunulmuştur.

Mustafa Kemal Paşa, Barış Konferansı’nda ikiliği ortadan kaldırmak için saltanatın hemen kaldırılması doğrultusunda kararını vermiştir. Bu konuda Rauf Bey ile Kâzım Karabekir Paşa’dan kararının uygun olduğuna dair meclis kürsüsünde konuşma yapmalarını istemiştir. Bu istek kabul görmüş, hatta Rauf Bey daha ileri giderek bu günün bayram ilân edilmesini teklif etmiştir.

Sadrazam Tevfik Paşa’nın barış konferansına birlikte katılma teklifi TBMM’de büyük tepki ile karşılanmıştır. Bu konu, 30 Ekim 1922 tarihindeki birleşimde görüşülmüştür. Vahi­deddin’in ve Hükûmetlerinin Millî Mücadeledeki karşı icraatları açıklanarak saltanat makamını suçlayan konuşmalar yapılmıştır. Bu sebeple kimi mebuslar İstanbul Hükûmetinin konferansa katılma haklarının bulunmadığını ifade ederken, kimileri de İstanbul Hükûmetinin yok sayılmasını ve hatta saltanatın kaldırılmasını istemişlerdir. Aynı birleşimde saltanatın kaldırılmasına dair Dr. Rıza Nur ve arkadaşlarınca verilen 81 imzalı altı maddelik önerge [4] Meclis Başkanlığına sunulmuş, 131 kabul, 2 ret, 3 çekimser oya karşılık çoğunluk sağlanamadığından işlem tamamlanamamış ve 1 Kasım Çarşamba günü tekrar oylama yapılmak üzere oturuma son verilmiştir. TBMM’nin çalışmalarına ara verdiği 31 Ekim Salı günü Müdafaa-i Hukuk Grubu toplantısında Mustafa Kemal Paşa, saltanatın kaldırılmasının mecburi olduğuna dair açıklamada bulunmuştur. 1 Kasım Çarşamba günkü 130. birleşimin birinci oturumunda konu tekrar gündeme getirilmiştir.

 Dr. Rıza Nur ve arkadaşları önergelerinin altıncı maddesine yönelik değişiklik teklifinde bulundular[5]. Teklifte, hilâfetin Türklere, özellikle Osmanlı hanedanına ait olduğu kabul edilmiş ve halifenin ne şekilde, kim tarafından belirleneceğine açıklık getirilmiştir. İkinci Grup liderlerinden Hüseyin Avni (Ulaş) Bey ve arkadaşlarınca verilen 26 imzalı iki maddelik bir önergede[6], İstanbul Hükûmetinin 16 Mart 1920’den itibaren tarihe karıştığı belirtilmiş olmasına rağmen saltanatın kaldırılmasına yönelik herhangi bir açıklamada bulunulmamıştır. Bu önerge sadece İstanbul Hükûmeti’ni hedef almıştır. Mustafa Kemal Paşa her iki teklif üzerinde yapmış olduğu uzunca konuşmasında hilâfetle saltanatın birbirinden ayrılabileceğini, tarihten örnekler vererek açıklamış neticede söz konusu tekliflerin Şer’iye, Adliye ve Kanun-ı Esasi encümenlerinden meydana gelen ortak komisyona havalesi kabul olunarak birinci oturuma son verilmiştir.

Teklifler, ortak komisyonda görüşülürken, durumu yakından takip eden Mustafa Kemal Paşa, toplantı odasına girerek komisyona hitaben bir konuşma yapmıştır. Konuşmasında; hâkimiyet ve saltanatın kuvvet ve kudretle alınabileceğini, milletin ayaklanarak zaten bunları elde ettiğini, yapılacak işin fiili durumu resmîleştirmekten ibaret bulunduğunu, aksi takdirde bazı kafaların kesileceğini ifade etmiştir. Bu konuşmayla aydınlanan komisyon üyeleri, bu görüşler doğrultusunda bir karar tasarısı metni hazırlayıp meclis başkanlığına sunmuşlardır.

TBMM Genel Kurulunun 130. birleşiminin ikinci oturumunda ittifakla kabul edilen iki maddelik “TBMM’nin Hukuk-ı Hâkimiyet ve Hükümranının Mümessil-i Hakikisi Olduğuna Dair Hey’et-i Umumiye Kararı”na [7] göre;  saltanatla hilâfet birbirinden ayrılmış, saltanat kaldırılmış, hilâfetin varlığı korunmuş, hilâfet makamının Osmanlı hanedanına ait olduğu, ilim ve ahlâk bakımlarından hanedanın en iyi ve en olgun mensubunun bu makama TBMM tarafından seçileceği belirtilmiştir. Aynı kararda İstanbul Hükûmetinin varlığına son verilmiştir.

Türkiye Büyük Millet Meclisinin Hukuk-ı Hâkimiyet ve Hükümranının Mümessil-i Hakikisi Olduğuna Dair Hey’et-i Umumiye Kararı

Numara: 308

Birkaç asırdır Saray ve Bab-ı Âlinin cehâlet ve sefâhati yüzünden devlet azim felâketler içinde müthiş bir surette çalkandıktan sonra nihayet tarihe intikal etmiş bulunduğu bir anda, Osmanlı İmparatorluğunun müessisi ve sahib-i hakikisi olan Türk milleti, Anadolu’da hem harici düşmanlarına karşı kıyam etmiş hem de o düşmanlarla birleşip millet aleyhine harekete gelmiş olan Saray ve Bab-ı Âli aleyhine mücâhedeye atılarak Türkiye’de Büyük Millet Meclisi ve onun Hükûmeti ve ordularını bitteşkil harici düşmanlar, Saray ve Bab-ı Âli ile fiilen ve müsellahan ve malum müşkilât-ı şedide ve mahrumiyet-i elime içinde cidâle girişmiş, bugünkü halâs gününe vasıl olmuştur.

Türk milleti, Saray ve Bab-ı Âlinin hıyanetini gördüğü zaman Teşkilât-ı Esasiye Kanununu ısdar ederek onun birinci maddesiyle hâkimiyeti padişahtan alıp bizzat millete ve ikinci maddesiyle icrai ve teşri kuvvetleri onun yed-i kudretine vermiştir. Yedinci madde ile de harp ilânı, sulh akdi gibi bütün hukuk-ı hükümraniyi milletin nefsinde cem eylemiştir.

Binaenaleyh; o zamandan beri eski Osmanlı İmparatorluğu tarihe intikal edip yerine yeni ve milli bir Türkiye devleti, yine o zamandan beri padişahlık merfu olup yerine Türkiye Büyük Millet Meclisi kaim olmuştur. Yani bugün İstanbul’da bulunan heyet mevcudiyetini usulen himaye edecek hiçbir meşru ve gayr-i meşru ecnebi kuvvete ve müzâheret-i milliyeye malik olmayıp bir zıll-ı zâil halindedir. Millet, şahsi hükümranlık ve saray halkı ve etrafının sefâhati esası üzerine müessis bir saltanat yerine, asıl halk kitlesinin ve köylünün hukukunu himaye ve saadetini tekeffül eden bir halk Hükûmeti idaresi tesis ve vaz’edilmiştir.

Hal böyle iken İstanbul’da düşmanlarla teşrik-i mesâi etmiş olanların elan hukuk-ı hilâfet ve saltanat ve hukuk-ı hanedandan bahs eylemelerini görmekle müstekreh-i hayret bulunuyoruz. Tevfik Paşanın telgrafı kadar garip ve acayip ve hilâf-ı mavaka’ı bir vesika tarihte nadir görülmüştür. Binaenaleyh Türkiye Büyük Millet Meclisi bervechi ati mevadı neşr ve ilâna karar vermiştir:

1-Teşkilât-ı Esasiye Kanunuyla Türkiye halkı, hukuk-ı hâkimiyet ve hükümranisini mümessil-i hakikisi olan Türkiye Büyük Millet Meclisinin şahsiyet-i maneviyesinde gayr-i kabili terk ve tecezzi ve ferağ olmak üzere temsile ve bilfiil istimale ve irade-i milliyeye istinad etmeyen hiçbir kuvvet ve heyeti tanımamağa karar verdiği cihetle Misak-ı Milli hudutları dâhilinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmetinden başka şekl-i Hükûmeti tanımaz. Binaenaleyh Türkiye halkı, hâkimiyet-i şahsiyeye müstenid olan İstanbul’daki şekl-i Hükûmeti 16 Mart 1336’dan itibaren ve ebediyen tarihe müntakil addeylemiştir.

2-Hilâfet; Hanedan-ı Âli Osman’a ait olup halifeliğe Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından bu Hanedanın ilmen ve ahlâken erşed ve eslâh olanı intihap olunur. Türkiye devleti makam-ı hilâfetin istinatgâhıdır.

1-2 Teşrinisani 1338 [1-2 Kasım 1922]

DİP NOTLAR

[1] T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, 30.10. 1338, Devre: 1, Cilt: 24, İçtima Senesi: 3, s. 269; Kemal Atatürk, Nutuk Cilt: III Vesikalar, Vesika: 260, MEB Devlet Kitapları, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1982, s.1236-1237

[2] Kemal Atatürk, Nutuk Cilt: III Vesikalar, Vesika: 262, MEB Devlet Kitapları, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1982, s.1237

[3] T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, 30.10. 1338, Devre: 1, Cilt: 24, İçtima Senesi: 3, s. 270; Kemal Atatürk, Nutuk Cilt: III Vesikalar, Vesika: 263, MEB Devlet Kitapları, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1982,s.1238-1239

[4] T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, 30.10. 1338, Devre: 1, Cilt: 24, İçtima Senesi: 3, s. 292-293

[5] T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, 1.11. 1338, Devre: 1, Cilt: 24, İçtima Senesi: 3, s. 304

[6] T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, 1.11. 1338, Devre: 1, Cilt: 24, İçtima Senesi: 3, s. 304-305

[7] T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, 1.11. 1338, Devre: 1, Cilt: 24, İçtima Senesi: 3, s. 313-314; Büyük Millet Meclisi Kavanin Mecmuası, Cilt:1, s. 487-488; Bekir Sıtkı Yalçın-İsmet Gönülal, Atatürk İnkılâbı Kanunlar-Kararlar Tamimler-Bildiriler Belgeler-Gerekçe ve Tutanaklarıyla- Kültür ve Turizm Bakanlığı, Ankara 1984, s. 286-288

Continue Reading

Türk İstiklâl Mücadelesi

Mustafa Kemal Paşa’nın Neue Freie Presse Muhabirine Cumhuriyet Hakkında Beyanatı [Demeci]

Published

on

(22 Eylül 1923)

Giriş

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Gazi Mustafa Kemal [ATATÜRK] önderliğinde gerçekleştirilen Türk İstiklal Harbi/Milli Mücadele’den sonra kurulmuştur. Türk Milletinin bağımsızlığını kazanmasından sonra Gazi, zaman zaman yurt gezilerine çıkmıştır. Bu gezilerinde, Millî Mücadele sırasında düşmana karşı omuz omuza birlikte mücadele ettiği milleti ile daha yakından temas kurma imkânına kavuşmuştur. Gezilerinden, uzun süren harplerden yeni çıkmış olan halka moral vermiş, yeni kurulan “Türk Milletinin/Milli Kültürümüzün” muasır medeniyetler seviyesine ulaşması için yapılması gerekenler hakkında, kulluk/kölelikten kurtularak hürriyetine kavuşan vatandaşları bilgilendirmiş, yapılan inkılâpların uygulanışını görmüş ve yapılacak inkılâplarla hakkında kamuoyu oluşturmuştur. İhtiyaç duyduğu kamuoyu desteğini sağladığına kanaat getirdikten sonra, yapmak istediği inkılâpları Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sunmuş ve uygulamaya/hayata geçirmiştir.

Bu sebeple Gazi’nin yurt gezileri yanında yabancı asker ve siyasi temsilciler ve gazetecilerle temas ve görüşmeleri, genellikle önemli siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel değişim ve gelişmelerin yaşandığı/yaşanacağı günlerin öncesi veya sonrasında gerçekleşmiş olması bakımından anlamlıdır. Bu kapsamda, Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın Nöye Fraye Prese [Neue Freie Presse] adındaki Avusturya gazetesi muhabirine verdiği “Cumhuriyetin ilanını öngören” demeç, Osmanlı Türkçesi ile yayımlandığı [Hâkimiyet-i Milliye, 27 Eylül 1923, No: 926, s. 1, sütun: 1-3]’ten çevrim yazı olarak aşağıda sunulmuştur.

***

Büyük Millet Meclisi Reisi Başkumandan Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’nin Viyana’da münteşir [yayımlanan] “Nöye Fraye Prese” [Neue Freie Presse] namındaki Avusturya gazetesine vaki beyanatının asıl metni.

Ankara, 26 [Eylül 1923], (A. A.) – İki üç günden beri Ankara ve İstanbul gazetelerinde Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’ne atfedilen beyanat, salahiyettar olmayan zevat tarafından neşredilmiştir [yayımlanmıştır]. Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’nin şehrimizde bulunan Nöye Fraye Prese Muhabiri Mösyö Jozef Hans Lazar’a vaki olan beyanatı aynen ber-vech-i atidir [aşağıdadır]:

Muharririn [yazarın], Türkiye Teşkilatı Esasiye Kanunu’ndaki müstakbel tadilatın [gelecekteki değişikliğin] ne olacağı hakkındaki sualine [sorusuna] Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri şu suretle cevap vermiştir:

Yeni Türkiye Teşkilatı Esasiye Kanunu’nun ilk maddelerini size tekrar edeceğim:

Hâkimiyet bila kaydu şart [kayıtsız şartsız] milletindir. İcra kudreti, teşri kudreti [kanun yapma] salahiyeti, milletin yegâne hakiki mümessili [temsilcisi] olan Meclis’te tecelli etmiş ve toplanmıştır.

Bu iki maddeyi bir kelimede hülasa etmek kabildir [özetlemek mümkündür]: “Cumhuriyet“.

Yeni Türkiye’nin umur-ı teceddüdü [yenileşme işi] daha nihayet bulmamıştır. Ancak yolun sonuna kadar gidilmelidir. Harpten sonra Türk Teşkilatı Esasiye’sinin inkişafı [gelişmesi] henüz kati bir şekil almış addedilemez [sayılamaz]. Tadilat [değişiklikler] ve tashihat [düzeltmeler] yapmak ve daha mükemmel bir hale getirmek elzemdir. İkmaline [tamamlanmasına] başlanan bu iş henüz bitmemiştir. Kısa bir zaman zarfında Türkiye’nin bugün fiilen almış bulunduğu şekil kanunen de tespit edilecektir. Yakın bir atide [gelecekte] bu meseleye ait hükûmet teklifatı [teklifleri] Meclis’e arz edilecektir. Bu teklifatın [tekliflerin] bütün mevadı [maddeleri] Teşkilatı Esasiye Kanunu’nun inkişaf [gelişme] ve ikmaline [tamamlanmasına] ait bulunacaktır.

Bütün Avrupa ve Amerika’daki cumhuriyetler nasıl esas itibariyle yekdiğerinden ayrı değilse ve aralarındaki fark nasıl yalnız şekle ait bulunuyorsa, Türkiye’nin da bu cumhuriyetlerden farkı sırf bir şekil meselesidir. Diğer cumhuriyet usulüyle idare edilen memleketlerde olduğu gibi bizim de hâkimiyete malik [sahip] bir parlamentomuz vardır. Yalnız bizde Büyük Millet Meclisi hem teşri [kanun yapma] hem de icrai salahiyete maliktir [icra salahiyetine sahiptir]. Başka yerde olduğu gibi, bizde de vekiller kendi vekâletlerine ait işlerden mesuldürler. Başka yerlerde yeni Türkiye devleti icra vekillerinin Millet Meclisi elinde bir oyuncak olduğu zannediliyor; bu, hatadır. Vekillerin mesuliyetine ve vazifesine ait meselede, Teşkilatı Esasiye Kanunu’nda yapılacak tadilat ile [değişikliklerle] tespit edilmiş olacaktır. Netice itibariyle reisicumhurdan, reisi hükûmetten [hükûmet reisinden] ve mesul vekillerden müteşekkil bir hükûmet teşkil edeceğiz.

Yeni Türkiye’nin payitahtı meselesine gelince, bunun cevabı kendiliğinden zahir olur [ortaya çıkar]: Ankara, Türkiye Cumhuriyeti’nin payitahtıdır.

S[ual]  – Avrupa’da, Türkiye’nin Avrupa’ya ve Garplılığa [Batılılığa] husumeti [düşmanlığı] bulunduğu fikri vardır. Türk matbuatında da bu nokta hakkında bir münakaşa açılmıştı. Bu münakaşada Garplılık müdafaa ediliyor veya aleyhinde bulunuluyordu. Bu hususta ne düşünülüyor?

C[evap]  – Asırlardan beri düşmanlarımız Avrupa akvamı [milletleri] arasında Türklere karşı kin ve husumet [düşmanlık] fikirleri telkin etmişlerdir. Garp zihinlerine yerleşmiş olan bu fikirler, hususi [özel] bir zihniyet vücuda getirmişlerdir. Bu zihniyet hala her şeye ve bütün hadisata [hadiselere] rağmen mevcuttur. Ve Avrupa’da hala Türk’ün her türlü terakkiye [ilerlemeye] hasım [düşman] bir adam olduğu, manen ve fikren inkişafa [gelişmeye] gayr-i müstaid [kabiliyetsiz] bir adam olduğu zannedilmektedir. Bu, azim [büyük] bir hatadır. Cevabımı basitleştirmek için size şu misali serdedeceğim [vereceğim]: Farz ediniz ki, karşınızda iki adam var; bunlardan biri zengin ve emrine her türlü vesait muhya [vasıtalar hazır], diğeri de fakir ve elinde hiçbir vasıta mevcut değil. Bu vesait fıkdanından [vasıta yokluğundan] başka ikincinin manevi ruhu da diğerinden hiç farkı ve maduniyeti [geriliği] yoktur. İşte Avrupa ile Türkiye yekdiğerine karşı bu vaziyettedir. Bizi madun [geri] olmaya mahkûm bir kavim olarak tanımakla iktifa etmemiş [yetinmemiş] olan Garp, harabiyetimizi [haraplığımızı] tacil [çabuklaştırmak] için ne yapmak lazımsa yapmıştır. Garp ve Şark  [Doğu] zihinlerinde yekdiğeriyle muarız [çatışan] iki prensip mevzu bahs [söz konusu] olduğu vakit, bunun en mühim menbaını [kaynağını] bulmak için Avrupa’ya bakmalı. İşte Avrupa’da mütemadiyen [devamlı] olarak mücadele ettiğimiz bu zihniyet mevcuttur.

İmparatorluk zamanında sultanın hükûmetleri Türk milletinin Avrupa ile temasına mani olmak için ellerinden geleni yapmışlar ve milletin arzu ve iradesinden uzak ve ayrı olarak icray-ı hükûmet [hükûmet icra] etmişler ve Türk milletini terakkiden [ilerlemeden] hariç bırakmışlardır.

Biz milliyetperverler gözleri açık adamlarız. Gözlerimizi her gün daha ziyade açmakta ve gerek dâhilde ve gerek hariçte olup biteni görüyoruz. Milletimizin mütemeddin [medeni] milletlerle temasını teshil etmek [kolaylaştırmak] menafimiz [menfaatlarımız]  mukteziyatındandır [gereklerindendir].

Bu temasın, münasebetlerin yeniden tesisini yalnız arzu etmekle kalmıyoruz, onları inkişaf ettirmek [geliştirmek] için her şeyi yapıyoruz. Bu tavrımız, çok açık ve tartışmasız olarak, Türklerin zenofobisi [yabancı korkusu] bulunduğu şeklindeki yanlış zannı çürütmektedir.

Matbuatla milliyetperver Türkiye’nin ecnebi [yabancı] düşmanı olduğu ilan edilirse, büyük bir hata irtikâp edilmiş [işlenmiş] ve hakikaten mevcut olan şeyin aksi iddia edilmiş olur.

İkinci noktaya gelince, yani Türk matbuatında da Garplılık [Batılılık] ve Şarklılık [Doğululuk] münakaşası açıldığına gelince, matbuat, istediği bahiste istediği veçhile [şekilde] tefsiratta [yorumlarda] bulunabilir. Matbuat, hiçbir veçhile [şekilde] tahakküm ve nüfuza tabi tutulamaz. Benim bu hususta şahsi nokta-ı nazarım [görüşüm] şudur ki, muhafazakâr olan ve bu hususta yalnız olan Tevhidi Efkâr’ın karşısında Türk matbuatının kesreti [çoğunluğu] var. Bu matbuat Garplılaşmak [Batılılaşmak] veçhesini [yönünü] müdafaa ediyor. Tevhidi Efkâr’ın fikri bizim inkişafımızın [gelişmemizin] Garp usulünde vaki olmasını tadil edemez [değiştiremez]. Onun hareketi Garp matbuatına karşı aksülamel [tepki] diye telakki [kabul] edilebilir. O Garp matbuatı ki, ekseriyeti [çoğunluğu] mukaddema [başlangıçta] bizim aleyhimizde bulunuyordu. Vaki olan tebeddülata [değişikliklere] rağmen eski metotlarını değiştirmiyorlar.

SLozan sulhu [barışı] hakkındaki fikr-i devletlileri [devletlilerinin fikri]?

C Lozan sulhu heyet-i umumiyesi [bütünü] itibariyle bizi tatmin ediyor. Biz bu muahedeye [antlaşmaya] tamamıyla riayet edeceğiz. Buna rağmen şunu söylemekten kendimizi men edemeyiz ki, daha taleplerimiz vardır ve bunların kuvveden [düşünceden] fiile çıktığını ahiren [son zamanda] Avrupa akvamının [milletlerinin] zihinlerinde vaki olan Türkiye’ye müsait yeni bir temayül [eğilim] vasıtasıyla görmek istiyoruz.

Muallak mesail [meseleler] için dostane tarz-ı tasfiyeler [çözüm tarzları] bulunacağını ümit etmek istiyoruz. Uzak bir atide [gelecekte] değil yakın bir istikbalde [gelecekte] şimdiye kadar halledilemeyen mesailin [meselelerin] kati hal şekline iktiran ettiğini [kavuştuğunu] görmek istiyoruz.

[Hâkimiyet-i Milliye, 27 Eylül 1923, No: 926, s. 1, sütun: 1-3;

Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt: 16 (1924), Kaynak Yayınları, İstanbul, 2005, s. 117-119]

Continue Reading

Türk İstiklâl Mücadelesi

Büyük Âlim Ziya Gökalp’in Vefatı

Published

on

[25 Ekim 1924]

Giriş

Türk sosyolojisinin kurucusu ve Türk milliyetçiliğinin en önemli düşünürlerinden biri olan Ziya GÖKALP [1], “bedenimin babası Ali Rıza Efendi, hislerimin babası Namık Kemal, fikirlerimin babası ise Ziya Gökalp’tir” sözünü sarf eden Mustafa Kemal ATATÜRK’ün en fazla etkilendiği kişiler arasında yer alır.

Vefatının 100. yıldönümünde Ziya Gökalp’i minnet ve rahmetle anarım. Bu münasebetle başta Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK olmak üzere Türk milleti, vatanı ve devleti uğrunda hizmet eden bilim, kültür, sanat, devlet, asker ve siyaset adamları ile Türk Mehmetçiklerinden bu dünyadan göç edenlere rahmet, hayatta olanlara sağlık, mutluluk ve başarılar dilerim.

Hafızalarımızı tazeleyip zihin jimnastiği yapmak amacıyla GÖKALP’in vefatının ertesi günü [Hâkimiyet-i Milliye, 26 Teşrinievvel 1924, No: 1256, s. 1, sütun: 2-3]’te yayımlanan “Hamdullah Suphi [TANRIÖVER],” ve “Ziya Gökalp Büyük Âlim Ziya Gökalp’in Ziyaı” başlıklı haber metinleri Osmanlı Türkçesi’nden çevrim yazı olarak aşağıda sunulmuştur.

***

ZİYA GÖKALP

“Ne elim bir haberle dilhunuz [içimiz kan ağlıyor]. Türk milliyetperverleri bir baş, hakiki bir mürşit kaybettiler. Türkçülük mefkûresinin bir meşalesi olan bu asil zekâ, kendi izinde yürüyecek binlerce muakkip [takipçi] bıraktı. Onun Türk tarihini, Türk içtimaiyatını, Türk harsını aydınlatan tahlil ve tasnif kuvveti, asırlardır ruhumuzda biriken karanlıkları derece derece eritmişti. Geçtiği yol evvelce bir izdi, şimdi bir şehrahtır [ana yoldur]. Türk vatanı en aziz evladından birini kaybetmekle taziye edilmek lazım gelen bir felakete uğradı. Ziya Gökalp’in hatırası önünde başlarımızı eğdiğimiz bu acı dakikalarda, tesellimiz odur ki, onun ufkumuzda dalgalandırdığı manevi bayrağı yere düşürmeyecek bir gençlik; memleketin her köşesinde bu imanın mahfuziyeti [korunması] için ayakta silahlanmış duruyor.” [2]

Hamdullah Suphi [TANRIÖVER]

***

BÜYÜK ÂLİM ZİYA GÖKALP’İN ZİYAI

Diyarbakır Mebus-ı Muhteremi; çok kıymetli eserlerini Türklüğe ve gençliğe hatıra bırakarak aramızdan ebediyen ayrılmıştır

Reisicumhurumuz ve İsmet Paşa hazeratı birer telgrafla merhum müşarünileyhin [adı geçenin] ailesine teessürlerini [üzüntülerini] iblağ buyurmuşlardır [bildirmişlerdir]. Bir Ziya Gökalp Cemiyeti teşkil edilmiştir.

***

Bir müddetten beri rahatsız bulunan ve son günlerde hastalığının şiddetlenmesi dolayısıyla hastahaneye nakledilen Diyarbakır Mebusu Ziya Gökalp Bey üstadımız dün [25 Ekim 1924] sabaha karşı irtihal-i dar-ı beka [ahirete göç] eylemiş ve bu müellim [elem veren] haber şehrimizde birden bire şayi olarak [duyularak] umumi ve derin bir teessürle [keder ve üzüntüyle] karşılanmıştır.

Reisicumhur Gazi Paşa Hazretleriyle Başvekil ve Hariciye Vekili İsmet Paşa Hazretleri merhum müşarünileyhin ailesine birer taziye telgrafı çekmek suretiyle teessürlerini iblağ buyurdukları gibi hükumet tarafından lazım gelenlere cenaze merasiminin pek mutantan bir surette icrası için de emirler verilmiştir.

İstanbul’da icra edilecek olan cenaze merasiminde Türkiye Büyük Millet Meclisi namına orada bulunan İkinci Reis Vekili Şarkikarahisar Mebusu Ali Sururi Bey hazır bulunacaktır. Merhum müşarünileyhin ailesine bu devreye ait olan tahsisatın kâmilen verilmesi ve ayrıca hidmet-i vataniye [vatana hizmet] tertibinden maaş tahsisi takarrür etmiştir [kararlaştırılmıştır]. Müdafaa-i Milliye Vekili Kazım Paşa Hazretleri ordu namına, beyan-ı taziyet edilmesini Üçüncü Kolordu Kumandanlığına ve Maarif Vekili Vasıf Bey Efendi de cenaze merasiminin icra edildiği gün bütün mekteplerin kapatılmasını ve bilumum muallimlerle talebelerin merasime iştirak etmelerini İstanbul’daki memurin-i aidesine emreylemişlerdir.

Vasıf Bey Efendi merhumun ailesine çektikleri telgrafta; kendisiyle beraber bilumum muallimlerin muhtaç-ı taziye ve teselliye bir halde olduklarını ve merhumun hatırasının gençlik için kuvvetli bir menba-ı ilham [ilham kaynağı]  olacağını ve bir arzuları varsa muhatap olmak istediğini bildirmiş ve ayrıca Muallimler Birliği, Türk Ocakları Heyet-i Merkeziyelerince telgrafla beyan-ı tessesür ve arz-ı taziyet olunmuştur.

Dün gece Ankara’da Türkçülük Cereyanının maruf simaları, mebuslar ve Türkçü gençler bir içtima akdederek [toplantı yaparak] bir “Ziya Gökalp Cemiyeti” tesis etmişlerdir. Cemiyetin Birinci Reisliğine Sinop Mebusu sabık Sıhhiye Vekili Doktor Ziya Nur Bey, İkinci Reisliğine Zonguldak Mebusu Ragıp beyler bil ittifak intihap edilmişlerdir [seçilmişlerdir]. Cemiyet Ziya Gökalp Beyin bütün Türk şehirlerindeki muhiplerinden ve talebesinden taazzuv edecektir [meydana gelecektir]. Cemiyetin programı ve gayesi; Ziya Gökalp Beyin kitaplarının tabı [basımı], yazılarının ve hatıralarının cemi [toplanması] ve ihtifallerinin [törenlerinin] tertibi olacaktır.

Diğer taraftan “Türk Ocakları Merkez Heyeti ve Hars Heyeti” ve “Ziya Gökalp Cemiyeti” şu suretle derin teessürlerini ve hissiyat-ı taziyetkaranelerini ifade etmektedirler:

Türklüğe ve Türk Ocaklarına ifa ettiği layemut [ölmez] hidmetler ile kalbimizde ebediyen yaşayacak bir minnet ve şükran hatırası bırakmış olan büyük âlim ve rehber Ziya Gökalp’in vefatı dolayısıyla Türk milletine en samimi taziyetlerimizi ve memleketin umumi kederine bütün mevcudiyetimizle iştirak ettiğimizi beyan ederiz.

Anadolu Ajansı da şu satırlarla teessürlerini bildirmektedir:

Türk vatanı en büyük ilim adamını kaybetti. Milli Mücadelenin ruhu ve istinatgâhı olan milliyet fikirlerini neşretmek hususunda Ziya Gökalp Beyin ifa ettiği hidmetler Türk milletinin kalbinde ebedi bir minnet bırakmıştır. Anadolu Ajansı bu büyük ziya [kayıp] karşısında duyduğu derin teessürleri beyan ve Türk milletini bütün ruhuyla taziye eder [başsağlığı diler].”

Üstadın son hayatına ait ajans tarafından verilen malumat ber-vech-i atidir [aşağıdadır]:

Ajans ve matbuat mensubini [mensupları] namına üstat Ziya Gökalp Beyi 23 Teşirinievvel’de [23 Ekim 1924] ziyaret eden Anadolu Ajansının İstanbul mümessili [temsilcisi] Edhem Hidayet Bey o günkü tarihle şu telgrafı ajansa göndermiştir:

İstanbul: 23 [Ekim 1924] (A. A.)-Ziya Gökalp Beye gittim. Çok dalgın, etrafındakileri tanıyamaz bir halde idi. Hiçbir şey söyleyemiyor ve ızdırap alameti gösteriyordu. Dünkü konsültasyon neticesinde kati olmamak üzere dimağında iltihap olduğu teşhis edildiğini ve doktorların ümitvar bulunmadığını biraderi Nihad Bey ifade etti. Kemal-i teessürle arz ederim.”

Anadolu Ajansının üstadın hastalığına ve irtihaline dair müteakip telgrafları da ber-vech-i atidir [aşağıdadır]:

İstanbul: 24 [Ekim 1924] (A. A.)-Ziya Gökalp Beyin vaziyet-i sıhhiyesine [sağlık durumuna] dair bu akşamki tabip raporu ber-vech-i atidir:

Hastanın ahval-i umumiyesi git gide kesb-i vahamet ediyor. Hastalık süratle seyrini takip ediyor. Ziya Bey artık etrafındakileri tanımıyor. Kalp mukavemet ediyor. Hastalığın vahameti bütün kuvvetiyle bakidir.” [2]

DİP NOTLAR

[1] https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/bilgi/ziya-gokalp-1876-1924/

[2] Hâkimiyet-i Milliye, 26 Teşrinievvel 1924, No: 1256, s. 1, sütun: 2-3

Continue Reading

En Çok Okunanlar