Özel Günler ve Anlamları
CUMHURİYETİN İLANI ve MUSTAFA KEMAL’İN CUMHURBAŞKANI SEÇİLİŞİ (2)

Published
3 yıl agoon
By
drkemalkocak
“Erdi Cumhuriyetim 99 Yaşına!”
29 Ekim 1923-29 Ekim 2022
GİRİŞ
29 Ekim 2022, Cumhuriyet’in ilan ve kabulü ile Mustafa Kemal’in ilk Cumhurbaşkanı seçilişinin 99. yıl dönümüdür.
Dünden bugüne akan ve yarınlarda var olma ülküsünü daima yaşayan ve yaşatacak “Türk Milleti“ne hayırlı olsun.
Bugünlere erişen, “Türk Millî Kültürü” ile hemhal olarak hayatını sürdüren erdemli Türk vatandaşlarına kutlu olsun. “Ne Mutlu Türküm Diyene!”
“Cumhuriyet”in ilan ve kabulü ile Mustafa Kemal’in ilk Cumhurbaşkanı seçilişini, 29 Teşrinievvel (Ekim) 1339 (1923) tarihli TBMM Zabıt Ceridesi‘nin 89-100. Sayfalarından [1] okuyup anlamak ve anlatmak, değerlendirmek her Türk vatandaşının görevidir.
Bununla birlikte Mareşal Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın yanında ve yakınlarına bulunan arkadaşlarının anılarından günün anlam ve önemini bugüne aktarmak; kamuoyunun bilinçlenmesine katkıda bulunmak vicdanî ve millî bir görevdir.
Aşağıda, Mazhar Müfit KANSU’nun “Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber, II. Cilt, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1986, s. 595-600” künyeli eserinden “Cumhuriyetin İlanı” [2] başlıklı bölümüne yer verilmiştir.
***
Eyüp Sabri Bey (Konya)- “Arkadaşlar sözlerime başlamazdan evvel necip ve büyük milletimizin yine kendi içinden yetiştirdiği büyük rehberlerinin sevk ve delâletiyle tesis ettiği Hükûmeti meşrua ve mâkuleye âli bir kisve verdiğinden dolayı Kanunu Esasi Encümeni azayı kiramına bilhassa, teşekkür edeceğim. (Bravo sesleri) Arkadaşlar! Bizim Hükûmetimiz bugün Cumhuriyet olmıyor. Teşekkül ettiği günden beri Cumhuriyet olmuştur. Yalnız benden evvel söz söyliyen arkadaşlarımın işaret ettikleri veçhile bâzı ihtiras ocaklarını alevlendirmemek için unvanını açıkça verememiştir. Bugün tamamen unvanı hakikisini alacak devre hulul etmiştir ve verilmek lâzımdır.
Arkadaşlar! Matbuatta gördüğüm bâzı mütalâalar bendenizi fazla olarak birkaç söz söylemeye mecbur ediyor. O da şudur: Matbuat diyor ki; Meclisin, Teşkilâtı Esasiye Kanunu tadile salâhiyeti var mı, yok mu? Efendiler! Bizde öteden beri kavanini mevzuamızda Millet Meclislerinin gerek Kavanini Esasiye ve gerek Teşkilâtı Esasiyeyi tadile salâhiyeti vardır. Kanunu Esaside bu hususa dair mevaddı sariha mevcud olduğu gibi Meclisin Nizamnamei Dahilîsiyle de ayrıca bir Kanunu Esasi Encümeni teşekkül etmiştir. Meclisin böyle bir salâhiyeti olmadığı takdirde Kanunu Esasideki o mevaddımızın, nizamnamemizin ve nizamnameye tevfikan tessüs eden Kanunu Esasi Encümenimizin hikmeti mevcudiyeti kalmaz efendiler! (Doğru sesleri) Efendiler! Demin arz ettim ki Hükûmet tessüs ettiği zaman Cumhuriyet sisteminde, teşekkül etmiştir; tamamen Cumhuriyet idi. Biz başka suretle bir Hükûmet teşkil edemezdik. Esasen bütün erbabı ilim ve hukuk bu babta pek çok imali fikir etmişler; neticede Hükûmete ancak üç şekil verebilmişlerdir. Biz bittabi bütün dünya erbabından daha fazla ilim iddiasında bulunacak değiliz ve biz dördüncü bir şekil bulamayız. Bu eşkâli mevcude içerisinde menafimize en ziyade muvafık olanını tercih etmek mecburiyetindeyiz. Acaba bunların içerisinden hangisi tercih olunabilir? Mutlakıyet mi? İşte mazi, işte cevanibi erbaa, uzak değildir. Hudutlarımız nerede idi. nereye geldi, bu nedendir? Acaba mutlakıyetin seyyiesinden başka bir şey midir? Sonra, efendiler! Millet kendini bilmiyen bir adam tarafından idare olunamaz. Millet hiçbir zaman kendisiyle temas etmiyen eşhasa mukadderatım veremez. Kafes içerisinde bulunanlar bu milleti idareye salâhiyattar olamaz. Şimdiye kadar bizim canımızı, kanımızı emen hükümdarların hangi birisi geldi de bizim halimizi sordu. Koyununu yayan çobandan haberdar oldu mu? Bunun aksini iddia edebilecek var mıdır? Yoktur efendiler! İddia edemezsiniz.
Binaenaleyh bu kanun bizim esasen sureti meşrua ve mâkulede teşekkül eden ve zaten mevcud olan Hükümetimize bir ilmî kisve veriyor, giydiriyor o da «Cumhuriyet» kelimesidir.
Efendiler! Âciz arkadaşınız bu kelimeye bugün değil, daha mektep sıralarında âşık olmuştum. (Yaşa sesleri)
Bu, yeni mevzu bir kaide değildir, bir kisvedir. Bunu kabul etmek mecburiyetindeyiz. Bu kanunun bir faidesini de arz edeceğim: Eski usulümüz veçhile, Hükûmet intihabı meselesinde meselâ: Bendeniz bir Dâhiliye Vekili intihab edeceğim. Arakdaşlarımı bilmiyorum, tecrübesine itimadet tiğim bir arkadaşıma gidiyor, «Ben reyimi kime vereyim?» diyorum. Vakıa o da benim itimad ettiğim bir zattır. Onun mesuliyeti benden fazla değildir. O da benden fazla düşünmeye – belki – mecburiyet hissetmiyebilir. Efendiler! Bu kanunun bir maddesi bizi bu kaygudan, bu mesuliyetten ve bu yanlışlıktan kurtarıyor. Bir kere ben reyimi verdiğim zaman onun bütün mesuliyetini omuzuna almış bir zata itimad ederek vereceğim. Onun teşkil ettiği Heyeti Vekileye evet! O zatın şahsına olan itimadıma ve üzerine aldığı mesuliyete binaen reyimi vereceğim ki daha kolay ve daha sehildir. İste arz ettiğim cihetlerden başka bir de bu faideyi temin etmektedir. Binaenaleyh bu kanunun müstacelen kabul buyurulmasını ve kabulünü mütaakip Reisicumhur intihabını ve bunu da müteakıp (Yüz bir) pare top atılmasını teklif ediyorum. (Yaşa, hoca sesleri) (Alkışlar)
Rasih Efendi (Antalya)-Muhterem arkadaşlar! Bendenizin de dâhil olduğum Teşkilâtı Esasiye Kanunu Esasi Encümeninde bulunan arkadaşlarımızın huzuru âlinize getirdiği şu teklif, mevcud olan şeklimizin tesbit ve takririnden baska erbabı tama’ın ve irsen kendilerinde hak görenlerin tama’larınm ebediyen bu millet tarafından idama mahkûm olunduğunu bir defa daha brBüyük Millet Meclisi kürsüsünden ilân edilmesinden başka bir şey değildir. Arkadaşlar! Bilirsiniz ki bu Teşkilâtı Esasiye Kanunu, Türk Milletinin asırlardan beri hukukunu istirdat için mücadele ederek elde ettiği bir hakkıdır. Bugün Teskilâtı Esasiye Kanununun bâzı maddelerini tavzih ile hakkın edebiyen bu milletin kendi eli ile idare edileceğini âleme ilândan başka bir şey değildir. Arkadaşlar! Bilirsiniz ki Teşkilâtı Esasiye Kanunu ile Türk Milletinin – bunu vaz’etmezden evvel – ihtilâli ile kurduğu şu Meclisi Âlinin teşkil ettiği Devlet, kendi Devleti idi ve o Devlet ancak kendi sürüsünü kendi güdecek, kendi evini kendi idare edecek, kendi mülkünü kendi imar edecek surette işi eline almasından başka bir şey değildir.
Arkadaşlar! Bilirsiniz ki Devlet Mecliste temerküz, Mecliste tecelli ettiği için onun Riyaseti Devlet vazifesini ifa ediyordu. Bugün arkadaşlar! Devlet şeklini – teklif olunan madde ile şekli Cumhuriyet olarak ilân etmekle yine Meclisimizin – teklif olunan diğer bir madde ile – Riyasette bulunması tabiî görülen bir zata Devlet Riyaseti tevcih ediyorsunuz. Yani demek istiyorsunuz ki: Türk Devleti bundan sonra Riyasette irsen gelmiş, oturmuş kimse görmiyecektir. Türkler, Devletin Riyasetini, ilmi ile fazlı ile kendi memleketine, kendi milletine, kendi hizmetiyle tanınan şahıslara verecektir. Yoksa hiçbir şahıs ve hiçbir aile o Devlet Riyasetine ne göz dikecek ve ne de oraya bakabilecektir. İşte bu, pek tabiî ve pek meşru olan hakkını bir defa daha ilân ediyor. Arkadaşlar! Türk Milleti ihtilâlini yaparken -maziden ve tarihten ahzu kabz suretiyle- mazideki tecrübelerinden intibah dersleri aldığı gibi her şeyde müktedası olan ve her şey yolunda kendisini tenvir eden dininden de ahzufeyz ve ahzunur etmiştir. O din de kendisine hakkın cumhurda ve cumhuru ümmette olduğunu pek vazıh, pek ayan olarak beyan buyuruyor. İşte arkadaşlar! Bugün tesbit ettiğimiz ve bugün üzerinde yürüdüğümüz şekli Hükûmet yani Millî Hükûmet, ancak o esasatı âliyenin size telkin ettiği şekildir. Millet doğrudan doğruya hak ve hâkimiyetini kendisi istimal ediyor. Gerek mutlak hükümdarlığı ve gerekse meşruti hükümdarlığı hatırlarsınız. Meşruti olsun, mutlak olsun her ikisi de netice itibariyle şahsi Hükûmet demektir. Fakat Teşkilâtı Esasiye Kanunu ile sizin ilân buyurduğunuz esası, doğrudan doğruya milletin heyeti umumiyesinin hâkimiyetinin tecellisidir, kendi hakkının kendisi tarafından idaresi ve idamesidir. İşte bu esas dâhilinde kendi Devletine riyaset edecek şahsı da yine kendi Devletine, kendi milletine, kendi vatanına karşı kendi hizmetiyle tanınmış olan şahsı, ancak o mevkie getirecek seçme usulünü de kabul ediyorsunuz ki bu milletin ilelebet kendisini kurtaracak yollar ve günler içerisinde yaşıyorsunuz; yaşasın Türk Milleti! (Şiddetli alkışlar) (Müzakere kâfi sesleri)
Mehmet Emin Bey (Karahisarı Şarki)-Arkadaşlar Garbi-Roma İmparatorluğu, Şimalden gelen Cermenlerin ayakları altında ezilip çiğnendikten, Sezar’lar ölümle, bunların Gladyatör meydanları, fuhuş ve safahat bahçeleri tahriple tedib edildikten sonra Şarkta iki kanlı saltanat vardı: Şarki-Roma İmparatorluğu, İran Devleti. Bu iki saltanatta da milletlerin mukadderatını ellerine alan; elleri asalı, başları taçlı katiller, sürülerin çoban postuna bürünmüş kurtlarından başka bir şey değillerdi. Şarki-Roma’da İmparatorlar, Devletin idaresini hipodromlarda, saray bahçelerinde güzellikleriyle geçinen kadınların ellerinde bıraktıkları gibi İran’da da, babalarını ok kirişiyle boğan hükümdarlar millete cellatlık ediyorlardı. İncilin rahim ve şefkat tavsiye eden ahkâmı, zendârestanın hılmü tevazu telkin eden mevaddı, bu zâlimlerin bu zulüm ve istibdadına galip gelmek için hiçbir tesir göstermiyordu. Esir yaratmıyan Allah, hırs ve gururu tedib ettirmek için bir elinde kılıç bir elinde âsa olduğu halde dünyaya inkılâp yapacak bir büyük Peygamberin gönderilmesine ihtiyaç gördü ve gönderdi. O, kılıcı ile zâlim hükümdarları tedib ettiği gibi, asası ile de kanlı tahtları kanlı saltanatları, yerlerin dibine geçirtti. Adsıza şeref, esire hürriyet, zayıfa hak, sefile saadet verdirecek bir Allah’ın hükümetini kurdu ve bunun adı Cumhuriyetti. (Alkışlar)
On dört asır sonradır ki, ey arkadaşlar! Allah, yine böyle bir ilâhi hükümet kurdurmak, ikinci bir mucizesini yaptırmak için en müntehap, en büyük bir milleti intihab etmiştir, bu millet Türk Milletidir. On dört asır evvel, Peygamber Muhammed’in Mekke duvarlarında kurduğu Hükûmeti, bugün de Türk Milleti Ankara’ya kurmuştur. Şu aziz saatte ben, bu ihtiyar arkadaşınız, Allah’ımdan bu Hükûmeti takdis ederim. Bu Hükûmetin temellerinin, arzın temelleri kadar sağlam olmasını isterim. Ben, bu ihtiyar arkadaşınız, bu Hükûmetin hak ve adalet güneşinin büyük ve küçük bütün caniplere, zayıf ve kuvvetli bütün alınlara mütesaviyen nurunu saçmasını isterim. (Amîn sesleri.) Ve bu duamın kanatları altında, Cumhuriyetin ruhu önünde tazimen kıyam ederek üç kere: «Yaşasın Cumhuriyet» diye Hükûmetimizi taziz etmelerini muhterem arkadaşlardan temenni eylerim. (Yaşasın Cumhuriyet! Diye üç defa bağırıldı.)
Şeyh Saffet Efendi (Urfa)- Efendiler! Fiilen ve hakikaten mevcud olduğu halde, Teşkilâtı Esasiye Kanununda unutulmuş bir maddenin, sarahaten Kanunu Esasi Encümeni tarafından teklif ve ilâve edildiğinden dolayı huzuru âlinizde Kanunu Esasi Encümenine arzı şükran eylerim. İkinci maddede Türkiye Devletinin dini, Dini İslam’dır deniyor, bu hakikat zaten mıevcuttur. Diğer maddeleri tetkik edilirse hepsi de Dini Îslâm’ın esasatı üzerine kurulmuş birtakım esaslardır. Bu 93 Kanunu Esaside de sarahaten zikredilmişti. Fakat o 93 Kanunu Esasisinde diğer birkaç maddeler vardı ki, Dini Îslâm’ın esasatına muhalif idi, ferdî saltanatı, takviye edecek birtakım hukuklar ilâve edilmişti. Onun mevaddı sairesi Dini İslâm’ın esasatına muhalif olduğu halde Devletin dini, Dini İslâm’dır, deniyordu. Hâlbuki Teşkilâtı Esasiyemiz tamamiyle Dini İslâm’ın esasatına muvafık olduğu halde her nasılsa Teşkilâtı Esasiye Kanununun yapıldığı sırada yalnız zafer, yalnız düşmanı denize dökmek emeliyle selefiniz Meclisi Âlinin efkârı meşgul idi ve bu sebepten bu cihet unutulmuş idi. Yoksa diğer maddeleri tetkik edilince hepsinin Dini İslam’a tamamen muvafık olduğu görülür. Biz bugün Teşkilâtı Esasiyemizde Cumhuriyeti tasrih etmekle tamamiyle Hulefayı Raşidîn Efendilerimizin devrine rücu etmiş bulunuyoruz. Çünkü o zamanlar teşekkül eden Devleti İslâmiye (Cumhuriyeti uhuvviye) idi ondan dolayı teşekküratımı tekrar ediyorum.”
Maddeler okundu, müttefikan kabul edildi. Şimdi Türkiye devletinin Türkiye Cumhuriyeti olduğu takarrür ve tahakkuk etti. Bundan sonra reisicumhur intihabına geçildi.
MUSTAFA KEMAL’İN CUMHURBAŞKANI SEÇİLİŞİ
Oylamaya katılan 158 milletvekilinin oybirliği ile Mustafa Kemal reisicumhur seçildi. Reylerin tasnifi bunu gösterdi. Meclis’in önünde sabahtan beri bekleyen halka tebliğ edildi. “Yaşasın Cumhuriyet, Yaşasın Reisicumhur!” sadaları Ankara âfakında çalkalandı.
Cumhuriyeti tebcil için 101 pare top atılması yolunda bir karar verildi ve bu da kabul edildiğinden derhal lâzım gelenlere takrir tebliğ edilerek toplar atılmağa başlandı.
Ankara o gece bayram yapıyordu; bütün memleket şenlik içinde idi.
Riyaset mevkiinde bulunan İsmet Bey (Çorum) tasnif neticesini Meclise arz edince, bir alkış tufanı başlamıştı. O vakte kadar Meclis’te bulunmayan Mustafa Kemal Paşa, keyfiyet kendisine tebliğ olununca, Meclis salonuna girdi ve alkışlar arasında kürsüye çıktı. Şu tarihî nutku söyledi: [7]
“Muhterem arkadaşlar!
Mühim ve cihanşümûl hadisatı fevkalâde karşısında muhterem milletimizin teyakkuz ve intibahı hakikisine bir vesikai kıymettar olan Teşkilâtı Esasiye Kanunumuzun bazı maddelerini tavzih için encümeni mahsus tarafından Heyeti Celilenize teklif olunan kanun lâyihasının kabulü münasebetiyle Türkiye Devletinin, zaten cihânda malum olan, malum olması lâzım gelen mahiyeti beynelmilel maruf unvanıyla yâd edildi. Bunun icabı tabiisi olmak üzere, bugüne kadar doğrudan doğruya Meclisinizin Riyasetinde bulundurduğunuz arkadaşınıza ifa ettirdiğiniz vazifeyi Reisicumhur unvanı ile yine aynı arkadaşınıza, bu âciz arkadaşınıza… (Estağfurullah, hakkınızdır sesleri) tevcih buyurdunuz.
Bu münasebetle şimdiye kadar mükerreren hakkımda izhar buyurmuş olduğunuz muhabbet ve samimiyet ve itimadı bir defa daha göstermekle yüksek kadirşinaslığınızı ispat etmiş oluyorsunuz. Bundan dolayı Heyeti Celilenize bütün samimiyeti ruhiyemle arzı teşekkürat ederim (Estağfurullah, Allah muvaffakiyet versin sesleri).
Efendiler! Asırlardan beri Şarkta mağdur ve mazlum olan milletimiz, Türk Milleti, hakikatte meftur olduğu hasailden muarra telakki ediliyordu. Son senelerde milletimizin fiilen gösterdiği kabiliyet, istidat, idrâk, kendi hakkında suizanda bulunanların ne kadar gafil ve ne kadar tetkikten uzak, zevahir perest insanlar olduğunu pek güzel ispat etti. Milletimiz, haiz olduğu evsaf ve liyakatini Hükûmetinin yeni ismiyle cihanı medeniyete daha çok suhuletle izhara muvaffak olacaktır (İnşallah sesleri). Türkiye Cumhuriyeti, cihanda işgal ettiği mevkie lâyık olduğunu asariyle ispat edecektir (İnşallah sesleri).
Arkadaşlar, bu müessesei aliyeyi vücuda getiren Türk Milletinin son dört sene zarfında ihraz ettiği zafer, bundan sonra da birkaç misli olmak üzere, tecelliyatını gösterecektir (İnşallah sesleri). Acizleri mazhar olduğum bu emniyet ve itimada kesbi liyakat etmek için pek mühim gördüğüm bir noktadaki ihtiyacımı arz etmek mecburiyetindeyim. O ihtiyaç, Heyeti Aliyenizin şahsım hakkındaki teveccüh ve itimadının, müzaheretinin devamıdır (Hiç şüphe yok, daima sesleri). Ancak bu sayede ve Allah’ın inayetiyle, şahsıma tevcih buyurduğunuz ve buyuracağınız vezaifi hüsni ifaya muvaffak olabileceğimi ümit ederim (Allah muvaffak etsin sesleri).
Daima muhterem arkadaşlarımın ellerine, çok samimi ve sıkı bir surette yapışarak onların şahıslarından kendimi bir an bile müstağni görmeyerek çalışacağım. Milletin teveccühünü daima noktayı istinat telakki ederek hep beraber ileriye gideceğiz. Türkiye Cumhuriyeti mesut, muvaffak ve muzaffer olacaktır (Şiddetli ve sürekli alkışlar).”
Bu nutuk da çok alkışlandı. Artık Cumhuriyet ilân, reisicumhur intihap edilmiş olduğundan İkinci Reis Vekili İsmet Bey de gece saat dokuzda celseyi kapattı (29 Teşrinievvel 1923).
—***—
Bittabi heyeti vekile maddesi de kabul edildiğinden buna göre yeni kabine de şu veçhile teşekkül etti:
Başvekil ve Hariciye Vekili: Malatya Mebusu İsmet Paşa; Şer’iye Vekili: Saruhan Mebusu Mustafa Fevzi Efendi; Erkânı harbiyei Umumiye Vekili: İstanbul Mebusu Fevzi Paşa (Çakmak); Dâhiliye Vekili: Kütahya Mebusu Ferit Bey (Tek); Maliye Vekili: Gümüşhane Mebusu Hasan Fehmi Bey; Müdafaai Milliye Vekili: Karesi Mebusu Kazım Paşa (Özalp); İktisat Vekili: Trabzon Mebusu Hasan (Saka); Adliye Vekili: İzmir Mebusu Seyit Bey; Maarif Vekili: Adana Mebusu Safa Bey; Nafia Vekili: Trabzon Mebusu Mühendis Muhtar Bey; Sıhhiye ve Muaveneti İçtimaiye Vekili: İstanbul Mebusu Dr. Refik Bey (Saydam); Mübadele, İmar ve İskân Vekili: İzmir Mebusu Necati Bey.
Cumhuriyet ilânının ertesi günü bu heyeti vekile de ilân edildi. Halk bu kabineden memnun kaldı.
Mustafa Kemal Paşa’nın Reisicumhur olduğunu, Başvekil İsmet Paşa vilâyetlere vesair lâzım gelen makamata tebliğ etti.
Bütün memlekette büyük bir sevinç ile ilânı şadümanî [sevinç, bayram] edildi ve Cumhuriyet Bayramı gece ve gündüz devam etti. [8]
DİPNOTLAR
[1] T. B. M. M. Zabıt Ceridesi, 29 Teşrinievvel 1339 [29 Ekim 1923] Pazartesi, Devre: II, Cilt: 8, İçtima Senesi: 1, s. 89-100
https://www5.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/TBMM/d02/c003/tbmm02003043.pdf
[2] Mazhar Müfit KANSU, Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber, II. Cilt, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1986, s. 595-600
[3] Mazhar Müfit KANSU, a. g.e., s. 595-596
[4] T. B. M. M. Zabıt Ceridesi, 29 Teşrinievvel 1339 [29 Ekim 1923] Pazartesi, s. 89
[5] Aynı yer, s. 90-93
[6] Aynı yer, s. 93-97
[7] Aynı yer, s. 99-100
[8] Mazhar Müfit KANSU, a. g. e. s. 599-600
You may like
Başkent Ankara’nın Her Köşesinde Keser Sesleri
Cumhuriyet Bayramı
İkinci İnönü Muharebesi (23 Mart-1 Nisan 1921)
CUMHURİYETİN İLANI ve MUSTAFA KEMAL’İN CUMHURBAŞKANI SEÇİLİŞİ (1)
ANKARA’NIN TÜRKİYE DEVLETİ’NİN BAŞKENTİ OLUŞU (1)
30 AĞUSTOS HATIRALARI: İZMİR’E İLK GİREN SÜVARİ MÜFREZESİ KUMANDANI ŞERAFETTİN BEYİN HATIRALARI (9 Eylül 1922)

(8 Temmuz 1920)
Giriş
İtilaf Devletleri Sevr Antlaşmasını imzalattırmak ve Anadolu’da çığ gibi büyüyen Türk direnişine son vermek amacıyla Yunan birliklerinin Batı Anadolu’da harekete geçmelerini istediler. Venizelos’un Batı Anadolu ve bütün Balıkesir Livası ile Bursa’nın kendilerine ait olduğunu iddia ederek yapmış olduğu propagandalar böylelikle meyvesini verdi. Yunanlılar 22 Haziran 1920 tarihinden itibaren 6 tümenlik bir kuvvetle farklı güzergâhlardan Anadolu içlerine girmeye başladılar.
Birkaç koldan Anadolu’nun içlerine doğru ilerleyen Yunan kuvvetleri 30 Haziran 1920’de Balıkesir’i işgal etti. Ardından 2 Temmuz’da Bursa’ya bağlı Mustafa Kemal Paşa ve Karacabey işgal edildi. İlerleyen Yunan ordusu toplam 20.000 civarındaki kuvvetiyle Bursa üzerine saldırıya geçti. Yunan kuvvetlerine İngiliz birlikleri tarafından da destek verilmekteydi. 6 Temmuzda İngilizler tarafından Mudanya işgal edildi. Yunan ve İngiliz kuvvetlerinin ilerleyişi karşısında halk panikleyerek İnegöl yönünde göç etti. Mustafa Kemal, Vali Hacim Muhittin Bey’e gönderdiği 6 Temmuz 1920 tarihli telgrafta İngilizlerin ilerleyişi sürdürmesi durumunda şehrin boşaltılması ve birliklerin şehri terk etmesinin gerekebileceğinden hazırlıklı olmalarını istedi. Mustafa Kemal, sayı ve teçhizat açısından daha üstün olan Yunan kuvvetleri karşısında sonuç alınamayacağını öngördüğünden 56. Tümenin zarar görmesini istemeyerek 7 Temmuz çarşamba günü Bursa’dan birliklerin çekilmesini istedi. [1]
Bursa Vilayet-i Celilesine
Ankara, zata mahsustur.
Henüz mahiyeti malum olmayan Mudanya ve Gemlik ihraçları [çıkarmaları] Bursa’nın kıtaat-ı askerimiz [askeri kıtalarımız] tarafından tahliyesini icap ettirebilir. Asker tarafından badettahliye [tahliyeden sonra] düşmanın Bursa’yı işgal etmesi için de bir müddet geçmesi muhtemel olsa bile, her halde zat-ı devletlerinin kıtaat-ı askeriye [askeri kıtalar] ile Bursa’dan ifikakleri [ayrılmaları] zaruridir. Bu halde Bursa’da anarşi hâsıl olmaması için şimdiden bir idare-i mahalliyenin [mahalli idarenin] esasını sükûnetle tesis etmek ve emr-i idareyi sükûnetle devir [devretmek] ve tevdi eylemek [bırakmak] lazımdır. Ondan maada [başka] para vesaire gibi kıymettar vesaitin [kıymetli belgelerin] Bursa’da bırakılmaması hususunda nazar-ı dikkat-i alilerini celp ederim.
6 Temmuz 1336 [1920]
Büyük Millet Meclisi Reisi
Mustafa Kemal
20. Kolordu Kumandanı Bekir Sami Beyefendi’ye
(7 Temmuz 1920)
Ankara
7.7.36 [1920]
20. Kolordu Kumandanı Bekir Sami Beyefendi’ye
1. Gerek Karacabey gerek Kirmastı istikametlerindeki düşmanla müdafaa ve Gemlik’e çıkarılan düşman kuvvetlerine karşı hareket suretiniz hakkındaki tasavvurlara ve kararlara vâkıfım. Bursa’nın düşman kuvvetlerine açık bırakılması zarureti anının pek büyük dikkat ve ehemmiyetle takdiri lüzumludur. Bursa şehri Kuvayi Milliye ve askeri kıtalar ve müesseseler vs. kâmilen mer şehriden tahliye olunmalıdır. Düşman karşısında bulunan küçük ve büyük kuvvetlerimizin çekilmesi, bir askeri lüzum ve harbi zaruret üzerine vuku bulmalıdır. Gemlik’ten ve Bursa üzerine gelen yollar pek büyük ehemmiyetle nazarı dikkatte tutulmalıdır. İnegöl-Yenişehir-İznik hattı ancak bir baskıdan sonra müsamaha edilebilir. İşbu görüşlerle Erkânıharbiyei Umumiye Riyaseti’ne, Bati Cephesi Kumandanlığı’na tebliğ ettim. Birkaç gün sonra bütün Edhem Bey kuvvetleri Eskişehir’e ulaşacaktır. Bu kuvvetlerin sizi takviye edebileceğini de hazire olarak sayarım.
2. 20. Kolordu Kumandanı Bekir Sami Beyefendi’ye yazılan işbu şifre sureti, malumat için Erkânıharbiyei Umumiye Riyaseti’ne yazılmıştır.
Büyük Millet Meclisi Reisi
Mustafa Kemal [2]
Bursa’nın İşgali ve Türkiye Büyük Millet Meclisi

İzmir’in işgalinden yaklaşık 14 ay sonra Bursa düştü. 20.000 mevcutlu Yunan kuvveti, 2.500 kişiyi bulmayan Türk kuvvetlerinin boşalttığı Bursa’ya girdi (8 Temmuz 1920).
8 Temmuz 1920’de Bursa’nın Yunanlılarca işgali haberi, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde bomba etkisi yaratmıştır. Meclisin 10 Temmuz 1920 tarihli toplantısının ilk birleşiminde Trabzon Mebusu Hamdi Bey [NEBİOĞLU] ve arkadaşları tarafından, Bursa’nın Yunanlılar tarafından işgali dolayısıyla oturumun yirmi dakika tatil edilmesine ve Başkanlık kürsüsünün bir siyah örtü ile örtülmesine dair önerge verilmiştir: [3]

Riyaset-i Celileye
Birinci makarrımız [başkentimiz] olan Bursa’nın sefil Yunanlılar tarafından işgali ve bu işgal neticesiyle orada din ve vatan kardeşlerimizin duçar olduğu [uğradıkları] mezalimin teessüratına [üzüntülerine] iştirak ettiğimizin [katıldığımızın] bir nişanesi [belirtisi] olmak üzere celsenin yirmi dakika tatiliyle Riyaset kürsüsünün puşidei siyah [siyah örtü] ile örtülmesini [kaplanmasını] teklif eyleriz.
10 Temmuz 1336 [1920]
Önergenin kabul edilmesiyle 10 Temmuz 1336 [1920] günü, Meclis Kürsüsü’ne siyah bir örtü serilmiş ve bu örtü İstanbul Mebusu Mazhar Bey’in 6 Eylül 1338 [1922] tarihli önergesinin kabulü ile kaldırılıncaya kadar orada kalmıştır. [4]

B. M. Meclisi Riyaseti Celilesine
Meşgul memleketlerimizin kalblerimize doldurduğu hüzün ve teessür ilcası ile bin üç yüz otuz altı senesinde Meclisi Alinin kararı üzerine Kürsüi Riyasetin üzeri siyah bir puşide ile setredilmişti. İhsanı Huda’ya hamdolsun ki, bugün bütün memleketlerimizin büyük bir kısmının reis ve fevkınde semapaye, al sancağımız mütemevviçtir. Ve mütebakilerin istirdadı bir gün ve zaman meselesi halindedir. Binaenaleyh hüzün ve teessür zamanının mahsulü olan bu matemi renk puşidenin ref’iyle yerine yeşil bir sütrenin vaz’ını arz ve teklif eylerim.
6 Eylül 1338
İstanbul
Ahmed Mazhar

10 Temmuz 1920 günü Burdur Mebusu İsmail Suphi Bey, Meclis Başkanlığına bir önerge vermiştir. Kabul edilen önergesinde “Bu kerre Bursa’ya duhul eden [giren] ve maalesef Osmanlı bayrağını hamil [taşıyan] halife ordusu ismindeki eş’irrâ [azılılar, edepsizler, haşarılar] güruhiyle [takımıyla] refik [arkadaş, yoldaş] bulunan Yunanlıların oradaki meabidi mukaddese [kutsal mabedleri] ve asarı nefisemizi [sanat eserlerimizi] tahrip ve tahkir ve Müslüman Türk kızlarının ırzlarını hetk [ırzlarına geçtikleri] ve telvis eyledikleri [kirlettikleri] işitilmiştir. Cihanda misli görülmemiş derecede ağır olan bu mezalim ve fecayiin [musibetlerin, belaların, öfkelerin] bugünkü ruznameye ithali ile memleketin her tarafında neşir ve tamim edilerek milli heyecan ve intikam hislerinin uyandırılması hususunun Heyeti İcraiyeye [Hükûmete] müstacelen [acele] tebliğini teklif” etmiştir. [5]
Yunanlıların Bursa’da yapmış oldukları mezalim hakkında yaptığı konuşmada: “…Yunanlılar Borsaya giriyorlar, eşrafı Ulucami Caddesine diziyorlar. Siz Bursa’yı bizden zaptettiğiniz zaman bizden şu kadar kız aldınızdı, onları bize vereceksiniz diyorlar. O kadar kız alıyorlar ve bunları palikaryaların kollarına vererek eşrafın önünden geçiriyorilar. Sonra efendim bizim en nefis, en mukaddes mabedimizi, bütün cihanın hayran olduğu ve bir hücresinin Ayasofya’yı yaptıracağını söyledikleri o mabedi nefisemizi telvis ediyorlar. Bombalarla tahrip ediyorlar. Hiçbir şeyi affetmiyorlar. Efendiler Nilüfer Sultan’ın kabrimi, vaktiyle sen bu Türk’e vardın diye yedi asır evvelki vakayı affetmiyerek bomba ile atıyorlar. Bu efendiler cephe gerisinde kalacaklar için ibret olmalıdır. Efendiler Bursa dört gün evvel uyanıklık göstermiş olsaydı dört tabur asker teçhiz edebilirdi. Bursa nasılsa gaflet gösterdi. Binaenaleyh her tarafa bağıralım: Sivaslılara, Kastamonululara, Ankaralılara, Konyalılara, işte diyelim efendiler, işte düşman budur. Düşman ne yapıyor, görünüz ve orta göre hazırlanınız.
Garbin cebini zalimi affetmedim seni,
Türk’üm ve düşmanım sana kalsam da bir kişi.
Bu bizim şiarımız olsun daima… “ diyerek bu hazin tablo karşısında üzüntülerini dile getirmiştir. [6]

Yunanlıların Bursa’yı işgal etmeleri üzerine, İstiklal Marşı şairimiz Mehmed Âkif Ersoy Burdur milletvekili sıfatıyla bulunduğu Ankara’da sonradan İstiklal Marşı’nı kaleme alacağı Taceddin Dergâhı’nda “Bülbül” şiirini yazmıştır. Şiirde, ana düşünce itibariyle yurdun bir bölümünün işgal edilişi tasvir ve hikâye edilmekle birlikte, şairin bu felaket karşısında duymuş olduğu infial duyguları, isyan ve itirazları yansıtılmıştır. [7]
Bursa’nın işgali karşısında duyulan üzüntü ve gösterilen tepkileri yansıtan [Hâkimiyet-i Milliye, 12 Temmuz 1920, No: 45, s. 1, sütun: 1-2]’de Osmanlı Türkçesi’nde yayımlanan “Bir Hamle, Bir Kıyam” başlıklı makale tarafımızdan çeviri yazı olarak aşağıda sunulmuştur.
BİR HAMLE, BİR KIYAM
Bursa’yı da tahliyeye mecbur olduk. Bu öyle bir hadisedir ki bütün Türklerin başlarının üstünde bir dünya parçalansa bu kadar müthiş olamazdı! Sultan Osman’ın türbesi Yunan atlarının kişnemesini duysun! Bu, hiçbir zaman hatırımızdan geçmezdi. Fakat bu bir hakikattir, acı, elim, yakıcı, yırtıcı, vahşi bir hakikat! Türk safvet [saflık, halislik, temizlik, paklık] ve necabetinin [soyluluğunun] bütün iyi tahammüllerini asil ruhunda toplamış olan Sultan Osman Türk kahramanlığının, Türk fedakârlığının, Türk asalet ve necabetinin timsali idi. Türkler her günahı işleyebilirler. Türkler her hayata düşebilirler fakat bu şeni [fena, kötü, ayıp, utanılacak] günahı irtikâp edemezlerdi [işleyemezlerdi]; nihayet onu da yaptık, dün peygamberimizin merkadini [mezarını], bugün de birinci Türk sultanının türbesini bıraktık; birine İngiliz girmişti, buna da Yunan girdi!

Ne olduk? Dün hilafet kapılarını dünyaların gözlerini kamaştırarak müdafaa eden Türklere bugün ne oldu? Evet, bize ne oldu ki Bursa’yı olsun müdafaa edemedik? Bu her kelimesi başka bir erk [uykusuzluk hastalığı] taşıyan sualler karşısında nasıl bir cevap verebileceğimizi bilmiyoruz. Yalnız görüyoruz ki aramıza fitne girdi, fesat ve münafıklık sokuldu; bir an için olsun hakikati görmekte tereddüte düştük. Düşmanlar da bu tereddütten istifade ettiler. Küçük bir baş dönüşü, küçük bir galat-ı rüyet [görme bozukluğu, göz yanıltısı], fakat düşmanlara verdiği fırsatın netayici [neticeleri] itibariyle, Ya Rabbi, nedir büyük bir hata, hata değil, bir cinayet ve cinayetlerin en şeni! Yalnız içimizde bir teselli var: Hata anlaşılıyor, Türkler malları ve mülkleriyle fedakârlığa karar veriyorlar! Bizi mahvetmek isteyen düşmanların içimize soktukları fitne ve fesat bu suretle akamete mahkûm [sonuçsuz] kalınca ne büyük bir saadet olacak, çünkü her şey hazır, her şey var, bir hareket bütün cehennemleri cennet yapacak!
Bir lahza [an] düşünelim: Bütün dünya yüzünde her şey bizim lehimizdedir. Vesait-i maddiye [maddi araçlar] itibariyle pek kuvvetli olan düşmanlarımız hal-i hazırda [şimdiki durumda] manen o kadar acz içindeler ki bu davayı pek az, pek kısa bir zamanda tamamen kazanmamız için hiçbir şey lâzım değil, yalnız kazanmaya karar vermek kâfidir. Manen ve siyaseten o kadar müsait bir mevkideyiz ki eğer İstanbul’un hıyaneti olmasaydı bugün memleket rahat içinde bulunacaktı; eğer İstanbul’un o şeni hıyaneti olmasaydı bugün eski yaralarımızı sarmakla meşgul olacaktık ve düşmanlar bize hiçbir şey yapamayacaklardı. Bizi mahvetmek isteyen düşmanlar aramıza fitne ve fesat sokmak için İstanbul’daki hainlerin ittifakını temin edince her şey alt üst oldu ve bu suretle Anadolu eski ve köhne İstanbul’un yeni ve müthiş bir hıyanetine daha uğradı.
Bugün İstanbul Anzavur çeteleriyle Yunanla beraber, omuz omuza tüfek atarak karşımıza çıkıyor. Cami yıkan, ırz-ı hetk eden [ırza saldıran] düşmana manen ve maddeten pişdarlık [öncülük] ediyor. İşte bu düşmanların son silahları, son kurşunlarıdır. İşte onu da kullanıyorlar: Türkü öldürmek için dün yalnız İstanbul’un hainlerini göndermişlerdi, bugün de hem İstanbul hainlerini hem de Yunanlıları gönderiyorlar!
Fakat Cenab-ı Hakk’a çok şükürler olsun ki düşmanın bu son kurşunu da Türkü öldüremeyecek! Son gelen haberlerden anlıyoruz ki Türkler hakikati anlamaya ve düşmana karşı yürümeye başlamışlardır. Karşımızdaki düşman pek fena şerait [şartlar] içinde bulunuyor. Bir hamle, bir gayret, bir canlanış, bir kıyam, tabii ki bir şimşek süratiyle bütün davayı kazanacak, Maraşlara, Ayıntaplara, Bursa ve İzmirleri ilave edebilecektir.
Evet, bir hamle, bir kıyam! Dünya bizim lehimize dönüyor, Şark ve Garp mazlumlar için çalışıyor, tali [talih, kısmet, baht] ve Cenab-ı Hak istiyor ki Türk artık kurtulsun ve ebedi bir kurtuluşla kurtulsun! Şarktan dostlar, kardeşler göğüslerini yeni yeni imanlarla şişirerek imdadımıza koşuyorlar, Garpta emperyalizm kalesi her gün yeni bir siper daha terk ediyor. İstanbul’da hainler tiril tiril titreşiyorlar, Cenupta din kardeşlerimiz bizimle beraber silaha sarılmış bulunuyor. Bütün bu iyi ve fevkalâde [olağanüstü] müsait şerait [uygun şartlar] içinde murdar [kirli, pis] bir Yunan ordusuna karşı mı istikbâli kaybedeceğiz? Hayır, imkânı yok, fakat bir hamle, bir kıyam, bir an için bize bu lâzım! [8]
DİPNOTLAR
[1] Sadi BORAK, Atatürk’ün Resmi Yayınlara Girmemiş Söylev, Demeç, Yazışma ve Söyleşileri, Kırmızı Beyaz, 2004, Ankara, s. 461; Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt: 8 (1920), Kaynak Yayınları, İstanbul, 2004, s. 403
[2] Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt: 8 (1920), Kaynak Yayınları, İstanbul, 2004, s. 406
[3] Zeki SARIHAN, Kurtuluş Savaşı Günlüğü III (Açıklamalı Kronoloji) TBMM’den Sakarya Savaşı’na (23 Nisan 1920-22 Ağustos 1921), Türk Tarih Kurumu Yayınları, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1995s. 115-116
TBMM ZABIT CERİDESİ, 10.7.1336, Devre: I, Cilt:2, İçtima Senesi: 1, s. 236
https://www5.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/TBMM/d01/c022/tbmm01022097.pdf
[4] TBMM ZABIT CERİDESİ, 6.9.1338, Devre: I, Cilt:22, İçtima Senesi: 3, s. 513
https://www5.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/TBMM/d01/c002/tbmm01002031.pdf
[5] TBMM ZABIT CERİDESİ, 10.7.1336, Devre: I, Cilt:2, İçtima Senesi: 1, s. 241
https://www5.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/TBMM/d01/c022/tbmm01022097.pdf
[6] TBMM ZABIT CERİDESİ, 10.7.1336, Devre: I, Cilt:2, İçtima Senesi: 1, s. 241-249
https://www5.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/TBMM/d01/c022/tbmm01022097.pdf
[7] Nesrin Karaca, “Bülbül Şiirinin İzinde Bursa’nın işgali ve Mehmet Akif”, Hacettepe Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, Güz (35/Özel Sayı), 2021, s. 89-102
[8] Hâkimiyet-i Milliye, 12 Temmuz 1920, No: 45, s. 1, sütun: 1-2
Türk İstiklâl Mücadelesi
Mustafa Kemal’in Amasya Günleri ve Müftü Hacı Tevfik Efendi’nin Liderliğindeki Yerel Destek

Published
3 hafta agoon
Haziran 22, 2025By
drkemalkocak
Giriş
Mustafa Kemal Paşa’nın 19 Mayıs 1919”a Samsun’a çıkışıyla başlayan Milli Mücadele süreci, hem coğrafi hem de toplumsal olarak dikkatle planlanmış bir seyrin izlerini taşımaktadır. Bu süreçte Amasya, yalnızca bir ara durak değil siyaseten ve ahlaken direnişin ilk merkezlerinden biri olmuştur. Bu makale, Mustafa Kemal’in Amasya günlerini ve bu süreçte Müftü Hacı Tevfik Efendi’nin öncülüğündeki yerel desteği analiz etmektedir.
1. Tarihi Arka Plan: Samsun’dan Amasya’ya Giden Strateji
Mustafa Kemal, Samsun’da işgal ve İngiliz kontrolü ile karşılaşmasının ardından Anadolu içlerine doğru ilerlemeye karar vermiştir. Bu ilerleyişin ilk stratejik durağı Amasya’dır. Hem Selçuklu hem Osmanlı tarihinde valilik ve şehzade eğitimi merkezi olmuş bu şehir, sembolik olarak yeni bir başlangıcı temsil etmektedir.
2. Amasya’nın Seçilmesinin Sembolik ve Stratejik Değeri
Amasya, hem Anadolu içlerinde yer alarak işgal kuvvetlerinden uzaktadır hem de halkın bilinçli ve tarihi olarak siyasete yatkın olduğu bir şehirdir. Aynı zamanda Mustafa Kemal Paşa ile görüşmek üzere Ali Fuat Paşa, Rauf Orbay ve Refet Paşa gibi isimlerin bir araya geldiği bir merkez haline gelir.
3. Müftü Hacı Tevfik Efendi’nin Rolü: Dinî Meşruiyetin Kurucu Aktörü
Hacı Tevfik Efendi, Amasya halkının güven duyduğu bir din adamıdır. Mustafa Kemal, Havza’dan Amasya’ya yönelmeden önce kendisine telgraf göndererek halkın desteğini istemiştir. Gelen cevap: “Amasya halkı mücahede edenleri bağrına basmakla müftehirdir.” Bu ifade, bir fetva niteliğindedir ve Paşa için Amasya’ya geçiş öncesi ahlaki ve toplum meşruiyetinin kazanıldığının simgesidir.
4. Amasya Heyeti: Halkın Temsilî ve Toplum Tabakaları
Mustafa Kemal’i karşılayan heyette müderrisler, imamlar, belediye reisleri, fabrikatörler, çiftçiler ve eşraftan insanlar yer almıştır. Bu durum, Millî Mücadele’nin sadece bir elit hareketi olmadığını, halk tabanlı bir direniş olarak şekillendiğini gösterir. Toplumun bir sınıfından değil, her kesiminden destek alan bir milli cephe kurulmuştur.
5. Metnin Sembolik Yapısı: Kurtarıcı Lider ve Rehber Din Adamı
Mustafa Kemal, burada sadece bir asker olarak değil, Anadolu halkının umudu, geleceği ve lideri olarak kurgulanmıştır. Onu karşılayan Hacı Tevfik Efendi ise hem uhrevî hem de siyasî bir rehberdir. “Bütün Amasya emrinizdedir, gazanız mübarek olsun” sözü, Amasya’nın ruhsatını ve Mustafa Kemal’in liderliğinin kabulünü temsil etmektedir.
6. Güveç Hadisesi: Toprak, Yemek ve Sembolik Bağlılık
Refet Paşa ile Müftü arasındaki güveç diyaloğu, Amasya’da yetişen her şeyin bu şehri sevene zarar vermeyeceği mecazına dayanmaktadır. Üç ayrı etle yapılan güveçler, Müftünün nezaketi, zarafeti ve halkla devlet adamları arasındaki sıcak ilişkiyi göstermektedir. Anadolu misafirperverliği ile siyasi ev sahipliğinin iç içe geçtiği bir sahnedir.
7. Amasya Protokolü ve Dinî Onay
Amasya’da kaleme alınan protokol, Milli Mücadele’nin temel metinlerinden biridir. Rauf Orbay tarafından Müftü Efendi’ye okunması istenir. Onun cevabı tarihidir: “Memleketin içinde bulunduğu şartları görmeyecek kadar kör olanı kabil-i hitap saymamak eslem yoldur.” Bu cevap, sadece destek bildirimi değil, aynı zamanda Anadolu direnişine âlimler katılmaz diyenlere verilmiş bir cevaptır.
Sonuç
Mustafa Kemal Paşa’nın Amasya’ya gelişi, bir şehirden öte bir halkın tarih sahnesine yeniden çıkışıdır. Bu sürecin en etkili figürlerinden biri olan Müftü Hacı Tevfik Efendi, Milli Mücadele’nin din adamları tarafından da sahiplenildiğini göstererek toplum meşruiyetinin inşasında hayati rol oynamıştır. Amasya, yeni bir rejimin manevi ve siyasi temelinin atıldığı yerdir. Bu yüzden Mustafa Kemal, Sadrazamdan gelen çağrıya verdiği cevabın Müftü Efendi tarafından zaten verildiğini söylemiştir. Bu, yeni bir merkezî otoritenin sessiz ama derin yapılanması demektir.
Mustafa Kemal Atatürk
Amasya Genelgesi’nin İçerik Analizi: Kavramların Anlam ve Tarihî Değeri

Published
3 hafta agoon
Haziran 21, 2025By
drkemalkocak
Giriş
Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasından sonra İngilizlerin, Karadeniz Bölgesinde asayişi sağlayamaması halinde bölgeyi işgal edecekleri tehdidi üzerine Osmanlı Hükümeti, Mustafa Kemal Paşa’yı 9. Ordu Müfettişi olarak bölgeye göndermeye karar vermiştir. 16 Mayıs 1919’da İstanbul’dan hareket eden Mustafa Kemal Paşa, 18 Mayıs 1919 günü Sinop’a gelmiştir. Sinop’ta şehrin ileri gelenleriyle yaptığı görüşmede, istiklal mücadelesi için hazırlıklı olmaları konusunda uyarmıştır. Mustafa Kemal Paşa, Türk İstiklal Mücadelesinin ilk adımını Sinop’ta atmış, aynı gün akşamüzeri Sinop’tan ayrılmış ve 19 Mayıs’ta Samsun’a ulaşmıştır. Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’daki icraatlarından rahatsız olan İngilizler, onun İstanbul’a geri çağırılması için hükümet üzerinde baskı kurmuştur. Samsun’da güvenliği tehlikede gören Mustafa Kemal Paşa, 25 Mayıs’ta Havza’ya geçmiş ve çalışmalarına orada devam etmiştir. 28 Mayıs’ta İzmir, Manisa ve Aydın’ın işgali haberini alan Mustafa Kemal Paşa, Havza Genelgesini yayınlamıştır. İstanbul’a dönmesi yönünde baskıların artması üzerine, 12 Haziran 1919’da, uzun zamandır tasarladıklarını uygulayabileceği bir yer olarak gördüğü Amasya’ya geçmiştir. Mustafa Kemal Paşa, Amasyalılar tarafından coşkulu bir şekilde karşılanmıştır. Mustafa Kemal Paşa’nın isteği doğrultusunda 14 Haziran’da Amasya Müdafaa-i Hukuk-u Milliye Cemiyeti kurulmuştur. 20 Haziran’da büyük bir katılımla İzmir’in işgalini telin mitingi düzenlenmiştir. Mustafa Kemal Paşa’nın davetine icabet eden Ali Fuat Paşa ve Rauf Bey 19 Haziran’da Amasya’ya gelmişlerdir. Ali Fuat, Rauf Bey, Mustafa Kemal Paşa ve telgrafla olumlu görüş bildiren komutanların da onayları ile 21/22 Haziran 1919 tarihinde Amasya Tamimi/Genelgesi ilan edilmiştir. Böylece Türk İstiklal Mücadelesi fiilen başlamıştır.
Amasya Genelgesi, Türk İstiklâl Harbi’nin siyasi ve ideolojik manifestosu niteliğini taşıyan ilk yazılı belgedir. Bu metin, sınırları şekillenmemiş bir milletin varlığını ilan ettiği, geleceğin millet iradesine dayanan bir yapıyla inşaa edileceğini duyurduğu ve merkezi otoriteye karşı bağımsız bir meşruluk alanı oluşturduğu için yalnızca bir metin değil; bir kopuşun ve doğumun sembolü olmuştur.


Bu makale, Amasya Genelgesi’nin satır aralarında yer alan kavramların tarihi, siyasi ve sembolik anlamlarını inceleyerek bu belgenin niçin bir “Kurucu Metin” olarak değer taşıdığını ortaya koymayı amaçlamaktadır.
1. “Vatanın tamamiyeti, milletin istikbali tehlikededir.”
Bu ifade, genelgenin alarm niteliğini taşıyan çıkış noktalarından biridir. “Vatan” kavramı burada yalnız coğrafi bir sınırın ötesine geçerek, tarihi-manevi bütünlüğü ve toplum aidiyetini de kapsayan bir ümmetten millete geçiş ifadesi olarak yorumlanabilir. Aynı şekilde “milletin istikbali”, bireylerin değil ortak kimliğin geleceği anlamında kullanılmıştır. Bu, yeni bir siyasi yapının doğmakta olduğunun habercisidir.
2. “Hükûmeti merkeziye, deruhte ettiği mesuliyetin icabatını ifa edememektedir. Bu hal milletimizi madun tanıtıyor.”
Burada İstanbul Hükümeti’nin yetersizliği, ilk kez bu kadar açık ve meşruluk sorgulayan bir dille ifade edilmektedir. “Madun” sözcüğü, milletin aşağılanan, edilgen konumuna dikkat çekerken; bağımsızlık taleplerinin ahlaki zeminini oluşturur. Bu ifade, yeni bir merkez kurma niyetinin dolaylı bir ilamıdır.
3. “Milletin istiklâlini yine milletin azim ve karan kurtaracaktır.”
Amasya Genelgesi’nin belki de en çok alıntılanan satırı olan bu ifade, egemenliğin kaynağını saltanattan millete kaydıran dönüşümü ilan eder. “Azim ve karar” ifadesi, milletin edilgen değil aktif bir özne olduğuna işaret eder. Bu satır, Türkiye Cumhuriyeti’nin “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” ilkesiyle doğrudan bağlantılıdır.
4. “Milletin bu hal ve vaziyetini derpiş etmek [öne sürmek] ve sadayı hukukunu cihana işittirmek için her turlu tesir ve murakabeden azade bir heyet-i milliyenin vücudu elzemdir.”
Bu satır, merkeziyetten çıkmış, sivil niteliği olan ve milleti temsil eden yeni bir meşruluk zemininin doğacağını duyurur. “Tesir ve murakabe” kavramlarıyla sarayın denetim ve vesayetine karşı bağımsız bir siyasi akıl öngörülürken; “heyet-i milliye” ifadesiyle bu yapının ortak, temsili ve yerel güven temelli olacağı ima edilir.
5. “Anadolu’nun en emin mahalli olan Sivas’ta milli bir kongrenin serian akdi tekerrür etmiştir [kararlaştırılmıştır].”
Bu satır, kararın uygulanmasının merkezinin Sivas olacağını belirler. Sivas‛ın seçimi, hem işgalden uzak olması hem de Anadolu için sembolik bir merkez konumunda bulunması ile ilgilidir. “Millî kongre” ifadesi ise bu yapının millet temsiline dayalı ve ortak akıl üzerine kurulacağını ilan eder.
6. “Bunun için tekmil vilayetlerin her livasından milletin itimadına mahzar olmuş üç murahhasın sür’ati mümküne ile yetişmek üzere hemen yola çıkılması icap etmektedir.”
Burada “murahhas” yani temsilci kavramı, milletin bölgeler ölçeğinde temsil edileceğini gösterir. Bu, merkezi kararların milletten kopuk değil, yerel tabana dayalı olarak biçimleneceğini ifade eder. Aynı zamanda gelecekteki TBMM yapısının öncülü olarak değerlendirilmelidir.
7. “Her ihtimale karşı bu keyfiyetin milli sır halinde tutulması ve murahhasların lüzum görülen mahallere seyahatlerinin mütenekkiren [kıyafet değiştirerek] icrası lazımdır.”
Bu satır, hareketin henüz meşru kabul edilmediği bir ortamda gizlilik ve tedbir mecburiyetini ortaya koyar. “Mütenekkiren” yani kıyafet değiştirerek gizli seyahat, işgal güçlerine karşı taktik bir direnme aracıdır. Bu, Milli Mücadele’nin başlangıçta ahlaki meşruluğa dayandığını gösterir.
8. “Vilayeti Şarkiye namına 13 Temmuz [1]335’te [1919] Erzurum’da bir kongre inikat edecektir [toplanacaktır]. Mezkûr tarihe kadar vilayatı saire murahhasları [temsilcileri, delegeleri] da Sivas’a varid [gelmiş, erişmiş] olabilirlerse Erzurum Kongresi’nin azası da Sivas içtimaı umumisine dâhil olmak üzere hareket edecektir.”
Bu satır, yerel direniş hareketlerinin milli direnişle bütünleşmesinin hedeflendiğini gösterir. Erzurum Kongresi’nin bağımsız ama Sivas ile koordine olacak şekilde planlanması, yerel hareketlerin milli yapıya evrilme sürecini temsil eder. Aynı zamanda Doğu Anadolu’nun savunmasına da öncelik tanındığını gösterir.
Sonuç
Amasya Genelgesi, yalnız bir metin değil; bir devrimin eğitim notudur. Kavramların seçimi, dilin dozu ve sıralama mantığı ile yeni bir siyasi yapının, millet iradesine dayanan yeni bir rejimin ilk tohumları atılmıştır. Bu metinle birlikte Osmanlı’nın merkeziyetçi, padişah iradesine dayalı yapısından; milli, temsili ve meşru millet iradesine dayanan modern devlet yapısına geçiş başlatılmıştır. Amasya’da yazılan bu metin, Ankara’da kurulacak bir Cumhuriyet’in ruhi ve siyasi habercisi olmuştur.
En Çok Okunanlar
- Türkler ve Zaferleri3 yıl ago
Anafartalar Kumandanı Mustafa Kemal ile Mülakat [Görüşme] (1)
- Maarifimizde İstikamet3 yıl ago
AİLE KUCAĞINDA VATAN TERBİYESİ
- Türk Tarihi3 yıl ago
6 EKİM İSTANBUL’UN KURTULUŞ GÜNÜ
- Tarihi Toplantılar3 yıl ago
İSTİKLÂL MARŞI’NIN YAZILIŞI ve MİLLÎ MARŞ OLARAK KABULÜ
- Türk İstiklâl Mücadelesi3 yıl ago
LOZAN BARIŞ ANTLAŞMASI
- Mustafa Kemal Atatürk3 yıl ago
GAZİ MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN KONYA TÜRK OCAĞI’NDA YAPTIĞI KONUŞMA
- Türk İstiklâl Mücadelesi3 yıl ago
Mustafa Kemal Paşa’nın Sivas Kongresi’ni Açış Konuşması (4 Eylül 1919)
- Türk Tarihi3 yıl ago
CABER KALESİ [TÜRK MEZARI (MEZAR-I TÜRK)]