Connect with us

Özel Günler ve Anlamları

CUMHURİYETİN İLANI ve MUSTAFA KEMAL’İN CUMHURBAŞKANI SEÇİLİŞİ (2)

Published

on

“Erdi Cumhuriyetim 99 Yaşına!”

29 Ekim 1923-29 Ekim 2022

 GİRİŞ

29 Ekim 2022, Cumhuriyet’in ilan ve kabulü ile Mustafa Kemal’in ilk Cumhurbaşkanı seçilişinin 99. yıl dönümüdür.

Dünden bugüne akan ve yarınlarda var olma ülküsünü daima yaşayan ve yaşatacak “Türk Milleti“ne hayırlı olsun.

Bugünlere erişen, “Türk Millî Kültürü” ile hemhal olarak hayatını sürdüren erdemli Türk vatandaşlarına kutlu olsun. “Ne Mutlu Türküm Diyene!”

Cumhuriyet”in ilan ve kabulü ile Mustafa Kemal’in ilk Cumhurbaşkanı seçilişini, 29 Teşrinievvel (Ekim) 1339 (1923) tarihli TBMM Zabıt Ceridesi‘nin 89-100. Sayfalarından [1]  okuyup anlamak ve anlatmak, değerlendirmek her Türk vatandaşının görevidir.

Bununla birlikte Mareşal Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın yanında ve yakınlarına bulunan arkadaşlarının anılarından günün anlam ve önemini bugüne aktarmak; kamuoyunun bilinçlenmesine katkıda bulunmak vicdanî ve millî bir görevdir.

Aşağıda, Mazhar Müfit KANSU’nun “Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber, II. Cilt, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1986, s. 595-600” künyeli eserinden “Cumhuriyetin İlanı” [2] başlıklı bölümüne yer verilmiştir.

***

Eyüp Sabri Bey (Konya)- “Arkadaşlar sözlerime başlamazdan evvel necip ve büyük milletimizin yine kendi içinden yetiştirdiği büyük rehberlerinin sevk ve delâletiyle tesis ettiği Hükûmeti meşrua ve mâkuleye âli bir kisve verdiğinden dolayı Kanunu Esasi Encümeni azayı kiramına bilhassa, teşekkür edeceğim. (Bravo sesleri) Arkadaşlar! Bizim Hükûmetimiz bugün Cumhuriyet olmıyor. Teşekkül ettiği günden beri Cumhuriyet olmuştur. Yalnız benden evvel söz söyliyen arkadaşlarımın işaret ettikleri veçhile bâzı ihtiras ocaklarını alevlendirmemek için unvanını açıkça verememiştir. Bugün tamamen unvanı hakikisini alacak devre hulul etmiştir ve verilmek lâzımdır.

Arkadaşlar! Matbuatta gördüğüm bâzı mütalâalar bendenizi fazla olarak birkaç söz söylemeye mecbur ediyor. O da şudur: Matbuat diyor ki; Meclisin, Teşkilâtı Esasiye Kanunu tadile salâhiyeti var mı, yok mu? Efendiler! Bizde öteden beri kavanini mevzuamızda Millet Meclislerinin gerek Kavanini Esasiye ve gerek Teşkilâtı Esasiyeyi tadile salâhiyeti vardır. Kanunu Esaside bu hususa dair mevaddı sariha mevcud olduğu gibi Meclisin Nizamnamei Dahilîsiyle de ayrıca bir Kanunu Esasi Encümeni teşekkül etmiştir. Meclisin böyle bir salâhiyeti olmadığı takdirde Kanunu Esasideki o mevaddımızın, nizamnamemizin ve nizamnameye tevfikan tessüs eden Kanunu Esasi Encümenimizin hikmeti mevcudiyeti kalmaz efendiler! (Doğru sesleri) Efendiler! Demin arz ettim ki Hükûmet tessüs ettiği zaman Cumhuriyet sisteminde, teşekkül etmiştir; tamamen Cumhuriyet idi. Biz başka suretle bir Hükûmet teşkil edemezdik. Esasen bütün erbabı ilim ve hukuk bu babta pek çok imali fikir etmişler; neticede Hükûmete ancak üç şekil verebilmişlerdir. Biz bittabi bütün dünya erbabından daha fazla ilim iddiasında bulunacak değiliz ve biz dördüncü bir şekil bulamayız. Bu eşkâli mevcude içerisinde menafimize en ziyade muvafık olanını tercih etmek mecburiyetindeyiz. Acaba bunların içerisinden hangisi tercih olunabilir? Mutlakıyet mi? İşte mazi, işte cevanibi erbaa, uzak değildir. Hudutlarımız nerede idi. nereye geldi, bu nedendir? Acaba mutlakıyetin seyyiesinden başka bir şey midir? Sonra, efendiler! Millet kendini bilmiyen bir adam tarafından idare olunamaz. Millet hiçbir zaman kendisiyle temas etmiyen eşhasa mukadderatım veremez. Kafes içerisinde bulunanlar bu milleti idareye salâhiyattar olamaz. Şimdiye kadar bizim canımızı, kanımızı emen hükümdarların hangi birisi geldi de bizim halimizi sordu. Koyununu yayan çobandan haberdar oldu mu? Bunun aksini iddia edebilecek var mıdır? Yoktur efendiler! İddia edemezsiniz.

Binaenaleyh bu kanun bizim esasen sureti meşrua ve mâkulede teşekkül eden ve zaten mevcud olan Hükümetimize bir ilmî kisve veriyor, giydiriyor o da «Cumhuriyet» kelimesidir.

Efendiler! Âciz arkadaşınız bu kelimeye bugün değil, daha mektep sıralarında âşık olmuştum. (Yaşa sesleri)

Bu, yeni mevzu bir kaide değildir, bir kisvedir. Bunu kabul etmek mecburiyetindeyiz. Bu kanunun bir faidesini de arz edeceğim: Eski usulümüz veçhile, Hükûmet intihabı meselesinde meselâ: Bendeniz bir Dâhiliye Vekili intihab edeceğim. Arakdaşlarımı bilmiyorum, tecrübesine itimadet tiğim bir arkadaşıma gidiyor, «Ben reyimi kime vereyim?» diyorum. Vakıa o da benim itimad ettiğim bir zattır. Onun mesuliyeti benden fazla değildir. O da benden fazla düşünmeye – belki – mecburiyet hissetmiyebilir. Efendiler! Bu kanunun bir maddesi bizi bu kaygudan, bu mesuliyetten ve bu yanlışlıktan kurtarıyor. Bir kere ben reyimi verdiğim zaman onun bütün mesuliyetini omuzuna almış bir zata itimad ederek vereceğim. Onun teşkil ettiği Heyeti Vekileye evet! O zatın şahsına olan itimadıma ve üzerine aldığı mesuliyete binaen reyimi vereceğim ki daha kolay ve daha sehildir. İste arz ettiğim cihetlerden başka bir de bu faideyi temin etmektedir. Binaenaleyh bu kanunun müstacelen kabul buyurulmasını ve kabulünü mütaakip Reisicumhur intihabını ve bunu da müteakıp (Yüz bir) pare top atılmasını teklif ediyorum. (Yaşa, hoca sesleri) (Alkışlar)

Rasih Efendi (Antalya)-Muhterem arkadaşlar! Bendenizin de dâhil olduğum Teşkilâtı Esasiye Kanunu Esasi Encümeninde bulunan arkadaşlarımızın huzuru âlinize getirdiği şu teklif, mevcud olan şeklimizin tesbit ve takririnden baska erbabı tama’ın ve irsen kendilerinde hak görenlerin tama’larınm ebediyen bu millet tarafından idama mahkûm olunduğunu bir defa daha brBüyük Millet Meclisi kürsüsünden ilân edilmesinden başka bir şey değildir. Arkadaşlar! Bilirsiniz ki bu Teşkilâtı Esasiye Kanunu, Türk Milletinin asırlardan beri hukukunu istirdat için mücadele ederek elde ettiği bir hakkıdır. Bugün Teskilâtı Esasiye Kanununun bâzı maddelerini tavzih ile hakkın edebiyen bu milletin kendi eli ile idare edileceğini âleme ilândan başka bir şey değildir. Arkadaşlar! Bilirsiniz ki Teşkilâtı Esasiye Kanunu ile Türk Milletinin – bunu vaz’etmezden evvel – ihtilâli ile kurduğu şu Meclisi Âlinin teşkil ettiği Devlet, kendi Devleti idi ve o Devlet ancak kendi sürüsünü kendi güdecek, kendi evini kendi idare edecek, kendi mülkünü kendi imar edecek surette işi eline almasından başka bir şey değildir.

Arkadaşlar! Bilirsiniz ki Devlet Mecliste temerküz, Mecliste tecelli ettiği için onun Riyaseti Devlet vazifesini ifa ediyordu. Bugün arkadaşlar! Devlet şeklini – teklif olunan madde ile şekli Cumhuriyet olarak ilân etmekle yine Meclisimizin – teklif olunan diğer bir madde ile – Riyasette bulunması tabiî görülen bir zata Devlet Riyaseti tevcih ediyorsunuz. Yani demek istiyorsunuz ki: Türk Devleti bundan sonra Riyasette irsen gelmiş, oturmuş kimse görmiyecektir. Türkler, Devletin Riyasetini, ilmi ile fazlı ile kendi memleketine, kendi milletine, kendi hizmetiyle tanınan şahıslara verecektir. Yoksa hiçbir şahıs ve hiçbir aile o Devlet Riyasetine ne göz dikecek ve ne de oraya bakabilecektir. İşte bu, pek tabiî ve pek meşru olan hakkını bir defa daha ilân ediyor. Arkadaşlar! Türk Milleti ihtilâlini yaparken -maziden ve tarihten ahzu kabz suretiyle- mazideki tecrübelerinden intibah dersleri aldığı gibi her şeyde müktedası olan ve her şey yolunda kendisini tenvir eden dininden de ahzufeyz ve ahzunur etmiştir. O din de kendisine hakkın cumhurda ve cumhuru ümmette olduğunu pek vazıh, pek ayan olarak beyan buyuruyor. İşte arkadaşlar! Bugün tesbit ettiğimiz ve bugün üzerinde yürüdüğümüz şekli Hükûmet yani Millî Hükûmet, ancak o esasatı âliyenin size telkin ettiği şekildir. Millet doğrudan doğruya hak ve hâkimiyetini kendisi istimal ediyor. Gerek mutlak hükümdarlığı ve gerekse meşruti hükümdarlığı hatırlarsınız. Meşruti olsun, mutlak olsun her ikisi de netice itibariyle şahsi Hükûmet demektir. Fakat Teşkilâtı Esasiye Kanunu ile sizin ilân buyurduğunuz esası, doğrudan doğruya milletin heyeti umumiyesinin hâkimiyetinin tecellisidir, kendi hakkının kendisi tarafından idaresi ve idamesidir. İşte bu esas dâhilinde kendi Devletine riyaset edecek şahsı da yine kendi Devletine, kendi milletine, kendi vatanına karşı kendi hizmetiyle tanınmış olan şahsı, ancak o mevkie getirecek seçme usulünü de kabul ediyorsunuz ki bu milletin ilelebet kendisini kurtaracak yollar ve günler içerisinde yaşıyorsunuz; yaşasın Türk Milleti! (Şiddetli alkışlar) (Müzakere kâfi sesleri)

Mehmet Emin Bey (Karahisarı Şarki)-Arkadaşlar Garbi-Roma İmparatorluğu, Şimalden gelen Cermenlerin ayakları altında ezilip çiğnendikten, Sezar’lar ölümle, bunların Gladyatör meydanları, fuhuş ve safahat bahçeleri tahriple tedib edildikten sonra Şarkta iki kanlı saltanat vardı: Şarki-Roma İmparatorluğu, İran Devleti. Bu iki saltanatta da milletlerin mukadderatını ellerine alan; elleri asalı, başları taçlı katiller, sürülerin çoban postuna bürünmüş kurtlarından başka bir şey değillerdi. Şarki-Roma’da İmparatorlar, Devletin idaresini hipodromlarda, saray bahçelerinde güzellikleriyle geçinen kadınların ellerinde bıraktıkları gibi İran’da da, babalarını ok kirişiyle boğan hükümdarlar millete cellatlık ediyorlardı. İncilin rahim ve şefkat tavsiye eden ahkâmı, zendârestanın hılmü tevazu telkin eden mevaddı, bu zâlimlerin bu zulüm ve istibdadına galip gelmek için hiçbir tesir göstermiyordu. Esir yaratmıyan Allah, hırs ve gururu tedib ettirmek için bir elinde kılıç bir elinde âsa olduğu halde dünyaya inkılâp yapacak bir büyük Peygamberin gönderilmesine ihtiyaç gördü ve gönderdi. O, kılıcı ile zâlim hükümdarları tedib ettiği gibi, asası ile de kanlı tahtları kanlı saltanatları, yerlerin dibine geçirtti. Adsıza şeref, esire hürriyet, zayıfa hak, sefile saadet verdirecek bir Allah’ın hükümetini kurdu ve bunun adı Cumhuriyetti. (Alkışlar)

On dört asır sonradır ki, ey arkadaşlar! Allah, yine böyle bir ilâhi hükümet kurdurmak, ikinci bir mucizesini yaptırmak için en müntehap, en büyük bir milleti intihab etmiştir, bu millet Türk Milletidir. On dört asır evvel, Peygamber Muhammed’in Mekke duvarlarında kurduğu Hükûmeti, bugün de Türk Milleti Ankara’ya kurmuştur. Şu aziz saatte ben, bu ihtiyar arkadaşınız, Allah’ımdan bu Hükûmeti takdis ederim. Bu Hükûmetin temellerinin, arzın temelleri kadar sağlam olmasını isterim. Ben, bu ihtiyar arkadaşınız, bu Hükûmetin hak ve adalet güneşinin büyük ve küçük bütün caniplere, zayıf ve kuvvetli bütün alınlara mütesaviyen nurunu saçmasını isterim. (Amîn sesleri.) Ve bu duamın kanatları altında, Cumhuriyetin ruhu önünde tazimen kıyam ederek üç kere: «Yaşasın Cumhuriyet» diye Hükûmetimizi taziz etmelerini muhterem arkadaşlardan temenni eylerim. (Yaşasın Cumhuriyet! Diye üç defa bağırıldı.)

Şeyh Saffet Efendi (Urfa)- Efendiler! Fiilen ve hakikaten mevcud olduğu halde, Teşkilâtı Esasiye Kanununda unutulmuş bir maddenin, sarahaten Kanunu Esasi Encümeni tarafından teklif ve ilâve edildiğinden dolayı huzuru âlinizde Kanunu Esasi Encümenine arzı şükran eylerim. İkinci maddede Türkiye Devletinin dini, Dini İslam’dır deniyor, bu hakikat zaten mıevcuttur. Diğer maddeleri tetkik edilirse hepsi de Dini Îslâm’ın esasatı üzerine kurulmuş birtakım esaslardır. Bu 93 Kanunu Esaside de sarahaten zikredilmişti. Fakat o 93 Kanunu Esasisinde diğer birkaç maddeler vardı ki, Dini Îslâm’ın esasatına muhalif idi, ferdî saltanatı, takviye edecek birtakım hukuklar ilâve edilmişti. Onun mevaddı sairesi Dini İslâm’ın esasatına muhalif olduğu halde Devletin dini, Dini İslâm’dır, deniyordu. Hâlbuki Teşkilâtı Esasiyemiz tamamiyle Dini İslâm’ın esasatına muvafık olduğu halde her nasılsa Teşkilâtı Esasiye Kanununun yapıldığı sırada yalnız zafer, yalnız düşmanı denize dökmek emeliyle selefiniz Meclisi Âlinin efkârı meşgul idi ve bu sebepten bu cihet unutulmuş idi. Yoksa diğer maddeleri tetkik edilince hepsinin Dini İslam’a tamamen muvafık olduğu görülür. Biz bugün Teşkilâtı Esasiyemizde Cumhuriyeti tasrih etmekle tamamiyle Hulefayı Raşidîn Efendilerimizin devrine rücu etmiş bulunuyoruz. Çünkü o zamanlar teşekkül eden Devleti İslâmiye (Cumhuriyeti uhuvviye) idi ondan dolayı teşekküratımı tekrar ediyorum.

Maddeler okundu,  müttefikan kabul edildi. Şimdi Türkiye devletinin Türkiye Cumhuriyeti olduğu takarrür ve tahakkuk etti. Bundan sonra reisicumhur intihabına geçildi.

MUSTAFA KEMAL’İN CUMHURBAŞKANI SEÇİLİŞİ

Oylamaya katılan 158 milletvekilinin oybirliği ile Mustafa Kemal reisicumhur seçildi. Reylerin tasnifi bunu gösterdi. Meclis’in önünde sabahtan beri bekleyen halka tebliğ edildi. “Yaşasın Cumhuriyet, Yaşasın Reisicumhur!” sadaları Ankara âfakında çalkalandı.

Cumhuriyeti tebcil için 101 pare top atılması yolunda bir karar verildi ve bu da kabul edildiğinden derhal lâzım gelenlere takrir tebliğ edilerek toplar atılmağa başlandı.

Ankara o gece bayram yapıyordu; bütün memleket şenlik içinde idi.

Riyaset mevkiinde bulunan İsmet Bey (Çorum) tasnif neticesini Meclise arz edince, bir alkış tufanı başlamıştı. O vakte kadar Meclis’te bulunmayan Mustafa Kemal Paşa, keyfiyet kendisine tebliğ olununca, Meclis salonuna girdi ve alkışlar arasında kürsüye çıktı. Şu tarihî nutku söyledi: [7]

Muhterem arkadaşlar!

Mühim ve cihanşümûl hadisatı fevkalâde karşısında muhterem milletimizin teyakkuz ve intibahı hakikisine bir vesikai kıymettar olan Teşkilâtı Esasiye Kanunumuzun bazı maddelerini tavzih için encümeni mahsus tarafından Heyeti Celilenize teklif olunan kanun lâyihasının kabulü münasebetiyle Türkiye Devletinin, zaten cihânda malum olan, malum olması lâzım gelen mahiyeti beynelmilel maruf unvanıyla yâd edildi. Bunun icabı tabiisi olmak üzere, bugüne kadar doğrudan doğruya Meclisinizin Riyasetinde bulundurduğunuz arkadaşınıza ifa ettirdiğiniz vazifeyi Reisicumhur unvanı ile yine aynı arkadaşınıza, bu âciz arkadaşınıza… (Estağfurullah, hakkınızdır sesleri) tevcih buyurdunuz.

Bu münasebetle şimdiye kadar mükerreren hakkımda izhar buyurmuş olduğunuz muhabbet ve samimiyet ve itimadı bir defa daha göstermekle yüksek kadirşinaslığınızı ispat etmiş oluyorsunuz. Bundan dolayı Heyeti Celilenize bütün samimiyeti ruhiyemle arzı teşekkürat ederim (Estağfurullah, Allah muvaffakiyet versin sesleri).

Efendiler! Asırlardan beri Şarkta mağdur ve mazlum olan milletimiz, Türk Milleti, hakikatte meftur olduğu hasailden muarra telakki ediliyordu. Son senelerde milletimizin fiilen gösterdiği kabiliyet, istidat, idrâk, kendi hakkında suizanda bulunanların ne kadar gafil ve ne kadar tetkikten uzak, zevahir perest insanlar olduğunu pek güzel ispat etti. Milletimiz, haiz olduğu evsaf ve liyakatini Hükû­metinin yeni ismiyle cihanı medeniyete daha çok suhuletle izhara muvaffak olacaktır (İnşallah sesleri). Türkiye Cumhuriyeti, cihanda işgal ettiği mevkie lâyık olduğunu asariyle ispat edecektir (İnşallah sesleri).

Arkadaşlar, bu müessesei aliyeyi vücuda getiren Türk Milletinin son dört sene zarfında ihraz ettiği zafer, bundan sonra da birkaç misli olmak üzere, tecelliyatını gösterecektir (İnşallah sesleri). Acizleri mazhar olduğum bu emniyet ve itimada kesbi liyakat etmek için pek mühim gördüğüm bir noktadaki ihtiyacımı arz etmek mecburiyetindeyim. O ihtiyaç, Heyeti Aliyenizin şahsım hakkındaki teveccüh ve itimadının, müzaheretinin devamıdır (Hiç şüphe yok, daima sesleri). Ancak bu sayede ve Allah’ın inayetiyle, şahsıma tevcih buyurduğunuz ve buyuracağınız vezaifi hüsni ifaya muvaffak olabileceğimi ümit ederim (Allah muvaffak etsin sesleri).

Daima muhterem arkadaşlarımın ellerine, çok samimi ve sıkı bir surette yapışarak onların şahıslarından kendimi bir an bile müstağni görmeyerek çalışacağım. Milletin teveccühünü daima noktayı istinat telakki ederek hep beraber ileriye gideceğiz. Türkiye Cumhuriyeti mesut, muvaffak ve muzaffer olacaktır (Şiddetli ve sürekli alkışlar).

Bu nutuk da çok alkışlandı. Artık Cumhuriyet ilân, reisicumhur intihap edilmiş olduğundan İkinci Reis Vekili İsmet Bey de gece saat dokuzda celseyi kapattı (29 Teşrinievvel 1923).

—***—

Bittabi heyeti vekile maddesi de kabul edildiğinden buna göre yeni kabine de şu veçhile teşekkül etti:

Başvekil ve Hariciye Vekili: Malatya Mebusu İsmet Paşa; Şer’iye Vekili: Saruhan Mebusu Mustafa Fevzi Efendi; Erkânı harbiyei Umumiye Vekili: İstanbul Mebusu Fevzi Paşa (Çakmak); Dâhiliye Vekili: Kütahya Mebusu Ferit Bey (Tek); Maliye Vekili: Gümüşhane Mebusu Hasan Fehmi Bey; Müdafaai Milliye Vekili: Karesi Mebusu Kazım Paşa (Özalp); İktisat Vekili: Trabzon Mebusu Hasan (Saka); Adliye Vekili: İzmir Mebusu Seyit Bey; Maarif Vekili: Adana Mebusu Safa Bey; Nafia Vekili: Trabzon Mebusu Mühendis Muhtar Bey; Sıhhiye ve Muaveneti İçtimaiye Vekili: İstanbul Mebusu Dr. Refik Bey (Saydam); Mübadele, İmar ve İskân Vekili: İzmir Mebusu Necati Bey.

Cumhuriyet ilânının ertesi günü bu heyeti vekile de ilân edildi. Halk bu kabineden memnun kaldı.

Mustafa Kemal Paşa’nın Reisicumhur olduğunu, Başvekil İsmet Paşa vilâyetlere vesair lâzım gelen makamata tebliğ etti.

Bütün memlekette büyük bir sevinç ile ilânı şadümanî [sevinç, bayram]  edildi ve Cumhuriyet Bayramı gece ve gündüz devam etti. [8]

DİPNOTLAR

[1] T. B. M. M. Zabıt Ceridesi, 29 Teşrinievvel 1339 [29 Ekim 1923] Pazartesi, Devre: II, Cilt: 8, İçtima Senesi: 1, s. 89-100

https://www5.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/TBMM/d02/c003/tbmm02003043.pdf

[2] Mazhar Müfit KANSU, Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber, II. Cilt, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1986, s. 595-600

[3] Mazhar Müfit KANSU, a. g.e., s. 595-596

[4] T. B. M. M. Zabıt Ceridesi, 29 Teşrinievvel 1339 [29 Ekim 1923] Pazartesi, s. 89

[5] Aynı yer, s. 90-93

[6] Aynı yer, s. 93-97

[7] Aynı yer, s. 99-100

[8] Mazhar Müfit KANSU, a. g. e. s. 599-600

Continue Reading
Click to comment

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Türk İstiklâl Mücadelesi

Büyük Âlim Ziya Gökalp’in Vefatı

Published

on

[25 Ekim 1924]

Giriş

Türk sosyolojisinin kurucusu ve Türk milliyetçiliğinin en önemli düşünürlerinden biri olan Ziya GÖKALP [1], “bedenimin babası Ali Rıza Efendi, hislerimin babası Namık Kemal, fikirlerimin babası ise Ziya Gökalp’tir” sözünü sarf eden Mustafa Kemal ATATÜRK’ün en fazla etkilendiği kişiler arasında yer alır.

Vefatının 100. yıldönümünde Ziya Gökalp’i minnet ve rahmetle anarım. Bu münasebetle başta Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK olmak üzere Türk milleti, vatanı ve devleti uğrunda hizmet eden bilim, kültür, sanat, devlet, asker ve siyaset adamları ile Türk Mehmetçiklerinden bu dünyadan göç edenlere rahmet, hayatta olanlara sağlık, mutluluk ve başarılar dilerim.

Hafızalarımızı tazeleyip zihin jimnastiği yapmak amacıyla GÖKALP’in vefatının ertesi günü [Hâkimiyet-i Milliye, 26 Teşrinievvel 1924, No: 1256, s. 1, sütun: 2-3]’te yayımlanan “Hamdullah Suphi [TANRIÖVER],” ve “Ziya Gökalp Büyük Âlim Ziya Gökalp’in Ziyaı” başlıklı haber metinleri Osmanlı Türkçesi’nden çevrim yazı olarak aşağıda sunulmuştur.

***

ZİYA GÖKALP

“Ne elim bir haberle dilhunuz [içimiz kan ağlıyor]. Türk milliyetperverleri bir baş, hakiki bir mürşit kaybettiler. Türkçülük mefkûresinin bir meşalesi olan bu asil zekâ, kendi izinde yürüyecek binlerce muakkip [takipçi] bıraktı. Onun Türk tarihini, Türk içtimaiyatını, Türk harsını aydınlatan tahlil ve tasnif kuvveti, asırlardır ruhumuzda biriken karanlıkları derece derece eritmişti. Geçtiği yol evvelce bir izdi, şimdi bir şehrahtır [ana yoldur]. Türk vatanı en aziz evladından birini kaybetmekle taziye edilmek lazım gelen bir felakete uğradı. Ziya Gökalp’in hatırası önünde başlarımızı eğdiğimiz bu acı dakikalarda, tesellimiz odur ki, onun ufkumuzda dalgalandırdığı manevi bayrağı yere düşürmeyecek bir gençlik; memleketin her köşesinde bu imanın mahfuziyeti [korunması] için ayakta silahlanmış duruyor.” [2]

Hamdullah Suphi [TANRIÖVER]

***

BÜYÜK ÂLİM ZİYA GÖKALP’İN ZİYAI

Diyarbakır Mebus-ı Muhteremi; çok kıymetli eserlerini Türklüğe ve gençliğe hatıra bırakarak aramızdan ebediyen ayrılmıştır

Reisicumhurumuz ve İsmet Paşa hazeratı birer telgrafla merhum müşarünileyhin [adı geçenin] ailesine teessürlerini [üzüntülerini] iblağ buyurmuşlardır [bildirmişlerdir]. Bir Ziya Gökalp Cemiyeti teşkil edilmiştir.

***

Bir müddetten beri rahatsız bulunan ve son günlerde hastalığının şiddetlenmesi dolayısıyla hastahaneye nakledilen Diyarbakır Mebusu Ziya Gökalp Bey üstadımız dün [25 Ekim 1924] sabaha karşı irtihal-i dar-ı beka [ahirete göç] eylemiş ve bu müellim [elem veren] haber şehrimizde birden bire şayi olarak [duyularak] umumi ve derin bir teessürle [keder ve üzüntüyle] karşılanmıştır.

Reisicumhur Gazi Paşa Hazretleriyle Başvekil ve Hariciye Vekili İsmet Paşa Hazretleri merhum müşarünileyhin ailesine birer taziye telgrafı çekmek suretiyle teessürlerini iblağ buyurdukları gibi hükumet tarafından lazım gelenlere cenaze merasiminin pek mutantan bir surette icrası için de emirler verilmiştir.

İstanbul’da icra edilecek olan cenaze merasiminde Türkiye Büyük Millet Meclisi namına orada bulunan İkinci Reis Vekili Şarkikarahisar Mebusu Ali Sururi Bey hazır bulunacaktır. Merhum müşarünileyhin ailesine bu devreye ait olan tahsisatın kâmilen verilmesi ve ayrıca hidmet-i vataniye [vatana hizmet] tertibinden maaş tahsisi takarrür etmiştir [kararlaştırılmıştır]. Müdafaa-i Milliye Vekili Kazım Paşa Hazretleri ordu namına, beyan-ı taziyet edilmesini Üçüncü Kolordu Kumandanlığına ve Maarif Vekili Vasıf Bey Efendi de cenaze merasiminin icra edildiği gün bütün mekteplerin kapatılmasını ve bilumum muallimlerle talebelerin merasime iştirak etmelerini İstanbul’daki memurin-i aidesine emreylemişlerdir.

Vasıf Bey Efendi merhumun ailesine çektikleri telgrafta; kendisiyle beraber bilumum muallimlerin muhtaç-ı taziye ve teselliye bir halde olduklarını ve merhumun hatırasının gençlik için kuvvetli bir menba-ı ilham [ilham kaynağı]  olacağını ve bir arzuları varsa muhatap olmak istediğini bildirmiş ve ayrıca Muallimler Birliği, Türk Ocakları Heyet-i Merkeziyelerince telgrafla beyan-ı tessesür ve arz-ı taziyet olunmuştur.

Dün gece Ankara’da Türkçülük Cereyanının maruf simaları, mebuslar ve Türkçü gençler bir içtima akdederek [toplantı yaparak] bir “Ziya Gökalp Cemiyeti” tesis etmişlerdir. Cemiyetin Birinci Reisliğine Sinop Mebusu sabık Sıhhiye Vekili Doktor Ziya Nur Bey, İkinci Reisliğine Zonguldak Mebusu Ragıp beyler bil ittifak intihap edilmişlerdir [seçilmişlerdir]. Cemiyet Ziya Gökalp Beyin bütün Türk şehirlerindeki muhiplerinden ve talebesinden taazzuv edecektir [meydana gelecektir]. Cemiyetin programı ve gayesi; Ziya Gökalp Beyin kitaplarının tabı [basımı], yazılarının ve hatıralarının cemi [toplanması] ve ihtifallerinin [törenlerinin] tertibi olacaktır.

Diğer taraftan “Türk Ocakları Merkez Heyeti ve Hars Heyeti” ve “Ziya Gökalp Cemiyeti” şu suretle derin teessürlerini ve hissiyat-ı taziyetkaranelerini ifade etmektedirler:

Türklüğe ve Türk Ocaklarına ifa ettiği layemut [ölmez] hidmetler ile kalbimizde ebediyen yaşayacak bir minnet ve şükran hatırası bırakmış olan büyük âlim ve rehber Ziya Gökalp’in vefatı dolayısıyla Türk milletine en samimi taziyetlerimizi ve memleketin umumi kederine bütün mevcudiyetimizle iştirak ettiğimizi beyan ederiz.

Anadolu Ajansı da şu satırlarla teessürlerini bildirmektedir:

Türk vatanı en büyük ilim adamını kaybetti. Milli Mücadelenin ruhu ve istinatgâhı olan milliyet fikirlerini neşretmek hususunda Ziya Gökalp Beyin ifa ettiği hidmetler Türk milletinin kalbinde ebedi bir minnet bırakmıştır. Anadolu Ajansı bu büyük ziya [kayıp] karşısında duyduğu derin teessürleri beyan ve Türk milletini bütün ruhuyla taziye eder [başsağlığı diler].”

Üstadın son hayatına ait ajans tarafından verilen malumat ber-vech-i atidir [aşağıdadır]:

Ajans ve matbuat mensubini [mensupları] namına üstat Ziya Gökalp Beyi 23 Teşirinievvel’de [23 Ekim 1924] ziyaret eden Anadolu Ajansının İstanbul mümessili [temsilcisi] Edhem Hidayet Bey o günkü tarihle şu telgrafı ajansa göndermiştir:

İstanbul: 23 [Ekim 1924] (A. A.)-Ziya Gökalp Beye gittim. Çok dalgın, etrafındakileri tanıyamaz bir halde idi. Hiçbir şey söyleyemiyor ve ızdırap alameti gösteriyordu. Dünkü konsültasyon neticesinde kati olmamak üzere dimağında iltihap olduğu teşhis edildiğini ve doktorların ümitvar bulunmadığını biraderi Nihad Bey ifade etti. Kemal-i teessürle arz ederim.”

Anadolu Ajansının üstadın hastalığına ve irtihaline dair müteakip telgrafları da ber-vech-i atidir [aşağıdadır]:

İstanbul: 24 [Ekim 1924] (A. A.)-Ziya Gökalp Beyin vaziyet-i sıhhiyesine [sağlık durumuna] dair bu akşamki tabip raporu ber-vech-i atidir:

Hastanın ahval-i umumiyesi git gide kesb-i vahamet ediyor. Hastalık süratle seyrini takip ediyor. Ziya Bey artık etrafındakileri tanımıyor. Kalp mukavemet ediyor. Hastalığın vahameti bütün kuvvetiyle bakidir.” [2]

DİP NOTLAR

[1] https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/bilgi/ziya-gokalp-1876-1924/

[2] Hâkimiyet-i Milliye, 26 Teşrinievvel 1924, No: 1256, s. 1, sütun: 2-3

Continue Reading

Türk İstiklâl Mücadelesi

Başkent Ankara’nın Her Köşesinde Keser Sesleri

Published

on

Giriş

Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Hükûmet, 23 Nisan 1920’den beri Ankara’da bulunmaktadır. Bu sebeple Ankara, Türkiye’nin fiilen merkezidir. Hukuken Ankara’nın başkent yapılması için, işgal askerlerinin Türkiye’den çekip gitmeleri beklenmektedir.

9 Eylül 1922 Büyük Zafer’den sonra, Yunan askerleri Türkiye’den atılmış, İngiliz, Fransız ve İtalyan askerlerinin bir kısmı Türkiye’de kalmıştı. Bunların da ülkelerine gitmeleri için Türkiye ile İtilaf Devletleri arasında Londra’da bir protokol imzalanmıştı. Bu protokol, Lozan Antlaşması’nın XIV. ekini teşkil etmekte ve “Britanya, Fransa ve İtalya Birliklerince İşgal Edilen Türkiye Topraklarının Boşaltılmasına İlişkin Protokol” adını taşımaktaydı. Kısaca “Boşaltma Protokolü” (Tahliye Protokolü) olarak bilinmekteydi. Protokol ile yabancı askerlerin Türk topraklarını boşaltmaları şu şarta bağlanmıştır: Önce Türkiye Büyük Millet Meclisi Lozan Antlaşması’nı onaylayacak, antlaşmanın onaylandığı İtilaf Devletlerinin İstanbul’daki yüksek komiserlerine resmen duyurulacak, sonraki altı hafta içinde yabancı askerlerin Türkiye topraklarını boşaltmaları tamamlanmış olacaktır.

Lozan Antlaşması, 24 Temmuz 1923’te imzalandı. Bir ay sonra 23 Ağustos 1923’te Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından onaylandı. Meclisin onay kararı aynı gün saat 22.30’da İstanbul’daki İtilaf Devletleri yüksek komiserlerine resmen duyuruldu. O anda, altı haftalık süre için geriye sayma işlemi başladı. 2 Ekim 1923’te yabancı askerlerin son kalıntıları, İstanbul’da Dolmabahçe önünde Türk bayrağını ve Türk askerini selamladıktan sonra çekilip gittiler. Böylece Türk toprakları düşmandan temizlendi. İşte o zaman Türkiye Devleti’nin başkent işi gündeme geldi.

Bütün düşünceler, yeni Türkiye Devleti’nin başkentinin Anadolu’da ve Ankara şehri olması gerektiğinde toplanmaktaydı… Devletin başkentini bir an önce tespit ederek iç ve dış kararsızlıklara son vermek çok gerekmekteydi. 9 Ekim 1923’te Malatya Mebusu İsmet Paşa ve rüfekası [arkadaşları] tarafından Meclis Riyasetine [Başkanlığına]  verilmiş olan teklif-i kanuni [kanun teklifi] şudur: [1]

Lozan Muahedenamesinin mütemmimlerinden [tamamlayanlarından] olan tahliye protokolünün tatbikatı hitam [son] bulmuş ve baştanbaşa ecnebi işgalinden kurtulan Türkiye’nin fiilen tamamiyeti tahakkuk eylemiştir [gerçekleşmiştir]. Milletimizin en kıymettar mallarından İstanbul’umuz Hilâfet-i İslâmiye’nin makarrı [İslam Hilafetinin merkezi] olan vaziyetini, Âlem-i İslâm içinde tahsisen [en çok] ve hasren [özellikle] Türk Milleti’nin vesait-i müdafaasına mevdu [emanet edilmiş] olarak ilelebet muhafaza edecektir. Diğer taraftan Türkiye Devleti’nin makarrı idaresi [idare merkezi] için Büyük Millet Meclisi’nde karar vermek zamanı gelmiştir.

Bir devletin merkezini tayin için esas olacak mülâhazat [düşünceler], yeni Türkiye’nin makarr-ı idaresi Anadolu’da ve Ankara şehrinde intihap edilmek [seçilmek] lüzumunu emreder. Mülâhazat-ı mezkûre [anılan düşünceler] muahedename [andlaşma] ile Boğazlar için kabul edilen ahkâm [hükümler],  yeni Türkiye’nin esas-ı mevcudiyeti [varlık esasları], memleketin menabi-i kuvvet [kuvvet kaynakları] ve inkişafını [gelişmesini], Anadolu’nun merkezinde tesis etmek lüzumunu, vaziyet-i coğrafiye [coğrafi durum] ve sevk-ül-ceyşiyenin [stratejinin] müsaadesi, dâhili [iç] ve harici [dış] emniyet ve istidadı [kabiliyeti] hususunda mesbuk [arkada bırakılmış]olan tecârüb [denemeler, deneyişler] ile hulâsa olunabilir [özetlenebilir]. Bu mülâhazatın [düşüncelerin]  her biri başlı başına bir ehemmiyet-i katiyeyi haizdir [kati öneme sahiptir].

Devletin makarr-ı idaresinin yeni bir şekilde tesis [kurma] ve inkişafına [gelişmesine] bir an evvel başlamak ve dâhili ve harici tereddütlere nihayet vermek için atideki [aşağıdaki] madde-i kanuniyenin [kanun maddesinin] kabulünü arz ve teklif ederiz.

9 Teşrinievvel [Ekim] 1339[1923]

Madde-i Kanuniye: Türkiye Devleti’nin makarr-ı idaresi Ankara şehridir.

İsmet (Malatya), Ferid Recai (Çorum), Zülfü (Diyarbekir), Dr. Fikret (Ertuğrul), Seyfi (Kütahya), Hilmi (Malatya), Mahir (Kastamonu), Rüşdü (Erzurum), Sabit (Erzincan), Rasim (Sivas), Necati (Bursa), Mehmed Kâmil (Karahisarı Sahib), Ali Rıza (İstanbul), Kazım Hüsnü (Konya), Refet (Bursa).

Kanun teklifi 10 Ekim 1923’’te Layiha Komisyonundan ve aynı gün Anayasa Komisyonundan geçti ve 13 Ekim 1923’te Meclis genel kuruluna geldi.

Riyaset-i Celileye [2]

Ankara şehrinin Türkiye Devleti’nin makarr-ı idaresi olduğuna dair Malatya Mebusu İsmet Paşa Hazretleriyle rüfekası [arkadaşları] tarafından mu’ta [verilmiş] 9 Teşrinievvel 339 tarihli muhavvel [havale edilen, gönderilen] teklif-i kanuni Encümenimizce mütalaa ve tetkik olundu. İstihdaf ettiği [hedeflediği] gaye-i askeriye ve siyasiyeye [askeri ve siyasi amaçlara] nazaran [göre] şayan-ı müzakere [müzakereye uygun] görülmekle Heyet-i Umumiyeye [Genel Kurula] takdimine karar verildi.

10 Teşrinievvel[Ekim]1339[1923]

Layiha Encümeni Reisi Emin (Tokat), Mazbata Muharriri Ahmet Saki (Antalya), Kâtip Necip Ali

Kanun-ı Esasi Encümeni’nin tertip eylediği esbab-ı mucibe [gerekçe] layihası da ber-vech-i-atidir [aşağıdaki gibidir].

Riyaset-i Celileye [3]

Esbab-ı Mucibe Mazbatası

“Encümenimize 10-10-[13]39 [1923] tarihiyle havale buyurulan Ankara şehrinin Türkiye Devleti’nin makarr-ı olmasına dair Malatya Mebusu İsmet Paşa Hazretleriyle rüfekası tarafından muta [verilmiş] Layiha Encümeni’nce şayan-ı müzakere görülen teklif-i kanuni Encümenimizce de bilmüzakere musib [isabetli]  ve muvafık görüldü. Hadisat-ı ahire, Anadolu’nun hemen vasatında kâin bulunan Ankara’yı zaten makarr-ı tabii olarak irae [tayin etme] ve idad ettiğinden [hazırladığından]  bu teklif-i kanuni bir şe’niyetin tesbitinden ibarettir.

Mezkûr teklif-i kanunide münderiç madde-i kanuniyenin bilahare tanzim ve kabul kılınacak mufassal Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’muzun silsile-i mevaddı meyanına idhali temenniyatının Heyet-i Umumiye’ye arzına müttefikan karar verilmiştir.”

Kanun-ı Esasi Encümeni Reisi Yunus Nadi (Menteşe), Mazbata Muharriri Celal Nuri (Gelibolu), Kâtip Feridun Fikri (Dersim), Aza Necati (İzmir), Aza İbrahim Süreyya (İzmit), Aza Ebubekir Hazım (Niğde), Aza Ahmet (Kars) (bulunamadı), Aza Ahmed Süreyya (Karesi), Aza Refet (Bursa), Aza Münir Hüsrev (Erzurum)

Yapılan tartışmalardan sonra [4], kanun teklifi oy çokluğuyla kabul edildi. Oturum başkanı Ali Fuat Paşa’nın oy çokluğuyla [ekseriyet-i azimeyle kabul edilmiştir] sözüne bazı milletvekilleri “oy birliğiyle” [ittifakla] sesleriyle itiraz etmesi üzerine, Ali Fuat Paşa [Efendim kalkmayan el vardır. Müttefikan diyemem, gördüm, ekseriyet-i azimeyle kabul edilmiştir.] diyerek oturumu sonlandırdı. Kanun teklifi biçiminde gündeme gelen bu konu karar biçimine dönüştürüldü: 

Karar 27: Ankara şehrinin Türkiye devletinin başkenti olmasına ilişkin Malatya Milletvekili İsmet Paşa’nın 2/188 sayılı kanun teklifi üzerine Anayasa Komisyonunca düzenlenen 10.10.1923 tarihli mazbata TBMM’nin 13.10.1923 tarihli otuz beşinci birleşiminin ikinci oturumunda okunarak olduğu gibi kabul edilmiş ve Ankara şehrinin Türkiye Devleti’nin başkenti olması büyük çoğunlukla kararlaştırılmıştır. Kabul edilen karar Ankara’nın, Mustafa Kemal ve Heyet-i Temsiliye’nin şehre gelişinden itibaren fiilî olarak sürdürdüğü merkez olma özelliğini, başkent sıfatıyla taçlandırmıştır. Bu metin bir kanun değil TBMM kararı olduğundan, daha sonra Anayasamızda yer almıştır.

Nitekim 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet’in ilanından ve Halifeliğin kaldırılmasından (3 Mart 1924) sonra 20 Nisan 1924’te Türkiye Büyük Millet Meclisince benimsenen Anayasa’nın 2. maddesinde Türkiye Devleti’nin başkentinin Ankara olduğu belirtilmiştir. [5]

Böylece Ankara, Türkiye’nin resmen başkenti oldu.

Meclis kararı, yeni başkentte büyük sevinç gösterileriyle kutlanmıştır. Şehir bayraklarla donatılmış ve gece fener alayları düzenlenmiştir. [6]

Eğitim-öğretimi etkileyen ve eğitim-öğretimden etkilenen kişi, kurum ve kuruluş temsilcilerinin-özellikle öğrencilerimizin-tarihsel duyarlılık, tarihsel duyarlılık ile Türk milleti, Türk devleti, Türk vatanı ve Türk bayrağına sevgi, saygı ve takdir duygularını, yerel tarihi ve yakın geçmişi millî tarih ile ilişkilendirerek millî bilinç ve tarih duyarlılığını geliştirmelerine katkıda bulunmak amacıyla Ankara’nın, Milli Mücadele dönemindeki durumunu Türkiye Devleti’nin başkenti olmasının gerekçelerini açıklayan Ankara Belediye Başkanı Kütükçü Ali Bey’in anlatımını içeren  [Hâkimiyet-i Milliye, 14 Teşrinievvel [Ekim] 1923, No: 940, s: 3, sütun: 3-4]te Osmanlı Türkçesi ile yayımlanan metin, araştırmacı tarafından çevrim yazı olarak aşağıda sunulmuştur:

ANKARA’NIN HER KÖŞESİNDE KESER SESLERİ

****************************************************************

         Halk Fırkası, devletin merkezini Ankara olarak tespit ettiği gün on binlerce liralık arsa alım satımı başlamıştır.

         Ankaralılar ihmalkâr vatandaşlar değil, hesaplı insanlardır.

****************************************************************

İstanbul gazetelerinde, Cemiyet-i Umumiye-i Belediyenin [Genel Belediye Derneğinin] hükûmet merkezinin İstanbul’a naklini temin maksadıyla teşebbüsatta [teşebbüslerde, girişimlerde] bulunacağını, azadan [üyeden] bir zatın cemiyete bu babda bir takrir [önerge] vereceğini okuduktu. Ancak bu havadisi okuduğumuz günlerde, Halk Fırkası, hükûmet merkezinin Ankara’da kalmasını kabul etmiş bulunuyordu. Mesele böylece en mantıki ve tabii şekliyle bitmiş addolunabileceği sırada, Cemiyet-i Umumiye-i Belediye azasından Ziya Molla Bey, (Vakit) refikimize beyanatında, bir İstanbullu sıfatı ile merkez meselesini İstanbul lehine muhakeme ederken, Ankaralılar hakkında da artık biraz da modası çoktan geçmiş bazı beyanatta bulunmuştur. Bu beyanatta, Ankaralıların, Ankara’yı merkez-i hükûmet görmek iste[me]dikleri zikrolunuyor ve buna misal olarak Ankara Belediye Reisine atf ve isnat olunan bazı beyanat, hakikaten artık lüzumsuz ve bayat bir delil olarak öne sürülüyor.

Dün bir muharririmiz [yazarımız] Ali Bey’i ziyaret etti. (Vakit) refikimizdeki beyanat dolayısıyla fikrini almak istedi. Muharririmiz anlatıyor: [Kütükçü] Ali Bey zaten müteessir olmuş [üzülmüş ], bahis [konu] açılır açılmaz dedi ki:

  • “Bu nasıl sözdür? Her şeyden sarf-ı nazar [vazgeçmek], bir kimse tasavvur eder [göz önüne getirir] misiniz ki, maddi menfaatine yüz çevirsin. Mesela ben kendi hesabıma, Ankara’nın hükûmet merkezi olarak kalmasını bir nimet-i azime [büyük nimet] telakki [kabul] ederim. Bütün Ankaralıların böyle telakki ettiğine hiç şüphe etmeyiniz. Çünkü merkez kalacak Ankara, imar olunacak ve imar edilmiş bir Ankara’da ise emlak sahibi olanlar bittabi azami bir menfaat elde etmiş olacaklardır. İstanbullu, İzmirli, Sivaslı herhangi bir zat, memleketin merkez olmasını şiddetle arzu eder de Ankaralı neden bu arzuyu duymaz? Böyle bir iddianın mantıkla alakası yoktur. İşitiyorum, diyorlar ki, “Biz Ankara’nın merkez kalması hususunda hiçbir teşebbüste bulunmamışız”, filhakika [hakikaten] bir gürültülü bir surette hiçbir talepte bulunmadık. Lakin bu arzumuzun olmadığına hamledilebilir [dayanak olabilir]  mi? Ankara,  bundan üç sene evvel, bağrına bastığı ve daima varını yoğunu emri yoluna döktüğü milli hükûmetin merkezi olarak kalacağına kani idi. Mamafih [bununla beraber] eğer memleketin ali menfaati [yüksek yararı], siyasi bir nokta-i nazardan [görüşten] merkezin Ankara’dan naklini icap ederse Ankaralılar buna karşı ne diyebilirler? Biz şahsi menfaatimizi, ammenin [kamunun] menfaati mevzu-i bahs [söz konusu] olan yerde hiç kaale almadık.

Şimdi uzak bir tarih gibi kalan günlerde, üç sene evvel Sivas’ta başlayan milli harekete Ankara, bütün mevcudiyetiyle iltihak ettiği ve o zaman nasıl yüksek ve necip bir alaka ve fedakârlık yaptığı unutulmamıştır. Gazi Paşamız Ankara’ya gelirken, bütün Ankara, kırlara, Gazi’nin yoluna dökülmüştü. O münciyi [kurtarıcıyı], daha henüz milli hareket bir nüve iken düşman henüz bütün kuvvetiyle yanı başımızda iken bağrına basmış, onun arkasına düşmüştü. O gün uman Ankara, bugün umduğunu bulmuş olmakla bahtiyardır.”

[Kütükçü] Ali Bey, bu sözleri heyecanlı bir ifade ile anlatıyordu. Belli idi ki, ikide birde Ankara ve Ankaralılar hakkında söylenen sözlerden çok müteessirdi. Ali Bey bahsi Ankara’nın imarına intikal ettirdi; dedi ki:

-“Bizim için şehirlerini imar edememişler, edemiyorlar diyenler var. Bu zevata hatırlatmak isterim ki, Ankaralılar düşman denize döküldüğü ve vatan tam bir istiklal ve serbesti ile bize kaldığı günden itibaren her tarafta inşaat ve tamirata başlamış bulunuyor. Vaktiyle, Abdülhamit devrinde saraydan defterdarlığa sık sık şu emir gelirdi: “Şu kadar gün zarfında merkeze on bin lira göndermezseniz azliniz mukarrerdir.” Defterdar, koltuğundan ayrılmamak için bu parayı kırbaçlı tahsildarları ve jandarmaları vasıtasıyla halktan toplar, gönderirdi. Bu bir düzeye böyle devam ederdi. Hâlbuki o zamanlar refah içinde yaşayan her Hristiyan evinin kapısını birkaç erkek açardı. Bir Türk için 18 yaşına gelmiş bir delikanlı serhatlerde fenayab [mahv] olmaya mahkûmdu. Emniyetsiz, atisiz [geleceksiz] bir hayat… Böyle bir devirde Anadolu yapılamıyordu çünkü yıkılıyordu. Sonra meşrutiyet ilan edildi. Milli hâkimiyetin bahşayişinden [nimetlerinden] istifade edeceğimizi umduğumuz o günler de bitmez tükenmez harplerle geçti.

Sonra, “Ankara üç senedir merkez olduğu halde ne yapıldı?” diyorlar. Lakin düşünmüyorlar ki, düşman Sakarya boyundan çekileli henüz iki sene ve vatan harp ihtimalini bertaraf edeli henüz iki buçuk ay oldu. Ankara, Milli Mücadele günlerinde bizzaruri ve bittabi kaldırımını, evini düşünmemiş düşünememiştir. Çünkü her şeyden evvel vatanın kurtarılması için, bütün diğer ihtiyaçlara sarf edilecek zaman bırakmayan bir cidal ile meşguldü. Ankara, Sakarya Meydan Harbi devam ettiği günlerde, kendi yiyeceğini unutarak, bütün fırınlarını askere tahsis etmiş, yevmiye 80 bin çift ekmek yetiştiriyordu. Yine o günlerde yaralı gaziler için (5000) kat yatak takımı tedarik etmişti. Demircileri askere süngü ve kasatura yapıyor, en fakir evler, mermiler için bakırlarını, susuz Haymana Ovası’ndaki mücahitlere su taşımak için tenekelerini, hülasa nesi var ise her şeyini feda ediyordu. Şimendiferleri o dar zamanda işletecek odun bulunamaması ihtimaline karşı Ankaralılar müttefikan, evlerimizi söker, kerestesiyle treni işletiriz, diye ahdetmişlerdi.

Bugün hamdolsun o tehlikeli günler geçti. Millet mukadderatını bizzat eline alarak dâhili umran [bayındırlık, medeniyet] ve inkişaf [gelişme] mücadelesine koyulacak günlere erişti. Şimdi artık, ne milletin parasını kırbaçla toplayıp saraya gönderecek defterdarların hüküm sürdüğü, ne de milli varlığı esaret ile heba edecek, çökertecek ve yaşamak imkânından mahrum bırakacak bir devirde değiliz. Onun içindir ki, millet kendini kendi yurdunda hür ve müstakil bulduğu, atisinden ümitvar olabildiği içindir ki, bugün Ankara’nın her sokağında dülgerlerin (keser) sesleri işitiliyor. Belediye Dairesi, geçen sene yalnız (20) adet inşaat tezkeresi [izini] vermişti. Zaferden sonra bu sene zarfında (500) tezkere verdi. Merkezin Ankara’da kalacağı Halk Fırkasınca takarrür etmesi [karalaştırılması] üzerine bu tehalük [can atma, koşuşma, istekle atılma] derhal artmıştır. Evvelki gün Yeğen Bey Caddesi başında bir arsa Attarbaşı Hacı Kerim Efendi tarafından 10 bin liraya satın alındı; işittiğime göre burada 20-30 bin lira sarf ederek büyük bir otel yaptıracaktır. Yine dün bu civarda bir arsa 3000 liraya alındı. Bu faaliyet tabii günden güne artacaktır. Hülasa, Ankara, Türk milletinin varlığını kurtarmak ve korumak için yaptığı harikaengiz [harika yaratan] mücadele ve mücahedenin merkezi olmuşsa, hür ve müstakil Türkiye Devleti’nin de asri ve mükemmel bir merkezi olacaktır. Ankaralılar, bu büyük nimetin manevi ve maddi menafiini [yararlarını, çıkarlarını] idrak etmekle bahtiyar ve mesuttur. Bu tabii keyfiyeti ilama bilmem ki hacet var mıdır? [7]

DİP NOTLAR

[1] T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, Devre: II, Cilt: 2, İçtima Senesi: 1, 13 Teşrinievvel 1339, s. 665

https://www.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/TBMM/d02/c002/tbmm02002035.pdf

[2, 3] T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, Devre: II, Cilt: 2, İçtima Senesi: 1, 13 Teşrinievvel 1339, s. 666

[4] T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, Devre: II, Cilt: 2, İçtima Senesi: 1, 13 Teşrinievvel 1339, s. 666-670

[5] https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/bilgi/ankaranin-baskent-olusu/

[6] Hâkimiyet-i Milliye, 16 Teşrinievvel 1923, No: 942, “Ankara’da Üç Gün Üç Gece Şenlik”, s. 3, sütun: 5-6

[7] Hâkimiyet-i Milliye, 14 Teşrinievvel [Ekim] 1923, No: 940, s: 3, sütun: 3-4

Continue Reading

Türk İstiklâl Mücadelesi

6 Ekim, İstanbul’un Düşman İşgalinden Kurtuluş Günü

Published

on

Giriş

30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasından sonra İtilâf Devletleri donanması 13 Kasım 1918’de İstanbul’a gelmiştir. Böylece fiilî işgal dönemi başlamış ve bu durum 16 Mart 1920’de resmî bir nitelik kazanmıştır. İstanbul’un resmen işgali sonucunda 23 Nisan 1920’de Ankara’da TBMM açılmıştır. Mustafa Kemal Paşa yönetimindeki Milli Mücadele’nin başarıyla sonuçlanmasından TBMM Hükümeti ile İtilâf Devletleri arasında Mudanya Mütarekesi imzalanmıştır (11 Ekim 1922). Mudanya Mütarekesi hükümleri, İtilâf Devletleri’ne barış antlaşması imzalanıncaya kadar İstanbul ve Boğazlar bölgesinde kalma hakkı tanımıştı. 20 Kasım 1922’de başlayan Lozan barış görüşmelerinde İstanbul’un tahliyesi meselesi, İtilâf Devletleri heyetleriyle Türk heyeti arasındaki müzakerelerde önemli yer tutmuş ve en son halledilen meselelerden biri olmuştu. Neticede, 24 Temmuz 1923’te Lozan Barış Antlaşması imzalanmış ve 23 Ağustos 1923’te TBMM’nin antlaşmayı tasdik etmesinden [1] sonra İstanbul’daki işgal kuvvetleri, protokol gereği 6 hafta içinde tahliyeyi tamamlayarak 2 Ekim 1923’te şehirden ayrılmışlardır. Böylece, 5 yıl süren esaret sona ererken 6 Ekim 1923’te Türk ordusu İstanbul’a girmiştir.

İstanbul’un işgal günleri “Halide Edip Adıvar, Ateşten Gömlek; Selâhaddin Enis Atabeyoğlu, Cehennem Yolcuları; Münevver Ayaşlı, Pertev Bey’in Üç Kızı; Şükûfe Nihal Başar, Yalnız Dönüyorum; Haydar Berköz, İkinci Ergenekon; Kemal Bilbaşar, Bedoş; Tarık Buğra, Firavun İmamı; Kemal Tahir, Esir Şehrin İnsanları, Esir Şehrin Mahpusu, Yorgun Savaşçı; Hasan İzzettin Dinamo, Kutsal İsyan, Türk Kelebeği; Emine Işınsu, Cumhuriyet Türküsü; Attila İlhan, Dersaadet’te Sabah Ezanları, Sırtlan Payı; Esat Mahmut Karakurt,  Allahaısmarladık;  Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Sodom ve Gomore; Samim Kocagöz, Kalpaklılar, Doludizgin; Mithat Cemal Kuntay, Üç İstanbul; Ayla Kutlu, Bir Göçmen Kuştu O; Agâh Sırrı Levend, Acılar; Mehmet Rauf, Halas;  Burhan Cahit Morkaya, Nişanlılar;  Peyami Safa, Biz İnsanlar, Sözde Kızlar; Cevdet Kudret Solok, Sınıf Arkadaşları; Mükerrem Kâmil Su; Dinmez Ağrı; Ercüment Ekrem Talu, Kan ve İman; Ahmet Hamdi Tanpınar, Sahnenin Dışındakiler; Hilmi Ziya Ülken, Posta Yolu” [2] Türk romanlarında işlenmiştir.

ÖĞRETİM PROGRAMLARINDA KURTULUŞ GÜNLERİ

2017 Sosyal Bilgiler, Türkiye Cumhuriyeti İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük dersleri öğretim programlarında; “6. Millî ve dinî bayramlar, mahallî kurtuluş ve kutlama günleri, önemli olaylar, belirli gün ve haftalardan yararlanılarak öğrencilerin tarihsel duyarlılığı geliştirilmelidir.” [3] “4. Millî ve dinî bayramlar, mahallî kurtuluş ve kutlama günleri, önemli olaylar, belirli gün ve haftalardan yararlanılarak öğrencilerin tarihsel duyarlılıkları ile Türk milletine, Türk devletine, Türk vatanına ve Türk bayrağına sevgi, saygı ve takdir duyguları geliştirilmelidir.” [4] “12) Ders içeriğine uygun olacak şekilde yerel tarih ile ilgili araştırma görevleri vererek öğrencilerin yerel tarihi ve yakın geçmişi millî tarih ile ilişkilendirmeleri sağlanmalı, bu yolla öğrencilerde millî bilinç ve tarih duyarlılığı oluşturmaya çalışılmalıdır.” [5] yönergelerine yer verilmiştir.

Eğitim-öğretimi etkileyen ve eğitim-öğretimden etkilenen kişi, kurum ve kuruluş temsilcilerinin-özellikle öğrencilerimizin-tarihsel duyarlılık, tarihsel duyarlılık ile Türk milleti, Türk devleti, Türk vatanı ve Türk bayrağına sevgi, saygı ve takdir duygularını, yerel tarihi ve yakın geçmişi millî tarih ile ilişkilendirerek millî bilinç ve tarih duyarlılığını geliştirmelerine katkıda bulunmak amacıyla Hâkimiyet-i Milliye Gazetesi’nin 07 Ekim 1923 tarih ve 934 sayılı nüshasında 2. Sayfa, 4-6. sütunlarda yayımlanan “Muzaffer ve Kahraman Kıtaatımız Dün Sevgili İstanbul’a Girmiştir” başlıklı haberin çevrim yazısını sunuyoruz:

MUZAFFER VE KAHRAMAN KITAATIMIZ [BİRLİKLERİMİZ] DÜN SEVGİLİ İSTANBUL’A GİRMİŞTİR

* * *

Muzaffer Türk orduları yarın sabah hürriyetine kavuşan İstanbul’a giriyor.

Türk askerinin (Hicri 857) de ilk defa fethettiği İstanbul, genç Türkiye’nin muzaffer orduları (Hicri 1342) de ikinci ve son defa yarın fethediyorlar. Cihan ve tarih için büyük bir ehemmiyeti haiz olan bu hadisede acaba yeni bir kurunun [çağın]  başlangıcı mıdır?

İlk fetih:857 [1453] –Son fetih:1342 [1923] [6]

* * *

İstanbul’un yaptığı tezahürat emsalsizdir. Alkışlar fasılasız saatlerce devam etmiştir.

Sabah saat onda kumandan Şükrü Naili Paşa, öğleden sonra ikide de kahraman kıtaatımız İstanbul’a girmişlerdir.

* * *

Şükrü Naili Paşa İstanbul’da

Ankara: 6 [Ekim 1923] (A. A.)-İstanbul’dan yazılıyor: Şükrü Naili Paşa ile karargâhı (Pendik) vapuru ile şafakla beraber halkın alkışları ve payansız [sonsuz] tezahüratı [gösterileri] arasında (Hereke)’den hareket etmiştir. Anadolu sahilleri ve adalarda vapuru selamlamak için binlerce halk toplanmıştı. Vapur yolda Yavuz zırhlısı tarafından selamlanmış ve limanda kâmilen [tamamen] bayraklarla donanan bütün vapurların mütemadi [aralıksız] düdük sesleriyle istikbal edilmiştir [karşılanmıştır]. Onda Sirkeci’ye muvasalat etmiştir [varmıştır]. İskele civarında caddelere halılar serilmiş ve güzergâhın [geçilen yerin]  her tarafında tak-ı zaferler [zafer kemerleri]  rekz olunmuştur [kurulmuştur]  .

Mektep talebesi, muhtelif cemiyetler, İstanbul’daki kıtaat-ı askeriye [askeri birlikler] güzergâhta durmuşlar ve yüz binlerce halk İstanbul’un şimdiye kadar görmediği tezahürat ile paşayı istikbal etmişlerdir [karşılamışlardır]. Ankara’dan gelen mebuslar heyeti, İstanbul murahhası [delege] Adnan ve vali Haydar beylerle Selahaddin Paşa, müessesat-ı ecnebiye [yabancı ülkeler kurumları] direktörleri, Rum ve Ermeni patrik vekilleri, haham başı, Katolik ve Keldani patrikleri iskelede hazır idiler.

Heyecan Verici Bir Zafer Alayı

Şükrü Naili Paşa, Selahaddin Adil Paşa ile bir otomobile rakib olmuş [binmiş]  ve karargâh heyeti ile müstakbilini [karşılıyanını] hamil [taşıyan] kırk otomobil tarafından takip edildiği halde kumandanlığa azimet eylemiştir [gitmiştir]. Caddelerden geçerken müteaddit [birçok] noktalarda kurbanlar kesilmiş ve tezahürat yapılmıştır.

Ordunun Duyduğu Sevinç

Şükrü Naili Paşa makamında, şehir namına şehremini [belediye reisi/başkanı] vekili Haydar Bey’in ve rüseay-ı ruhaniye [papaslar, piskoposlar] ile diğer zevatın [kişilerin] tebrikatını [tebriklerini] kabul etmiş ve gazetecilere beyanatta bulunarak “ordunun ahz-ı [alma] emeli olan İstanbul’a kavuşmasından mütehassıl [meydana gelen] meserretini [sevincini]” izhar eylemiştir [göstermiştir]. Karargâhta, İstanbul kumandanlığı karargâhı tarafından Şükrü Naili Paşa ve karargâhı şerefine bir öğle ziyafeti keşide edilmiştir [düzenlenmiştir]. Şehremaneti   [belediye] tarafından bu akşam Fatih daire-i belediyesinde [belediyesinde] bir ziyafet verilecek ve gece fener alayı yapılacaktır. İstanbul ve Beyoğlu’nun her tarafı baştanbaşa donatılmış, bütün İstanbul halkı caddeleri ve sokakları doldurmuştur.

* *

Ankara: 6 (A. A.)-İstanbul’dan yazılıyor: Şükrü Naili Paşa ve karargâhı bugün onda Sirkeci’ye muvasalat etti [vardı, ulaştı]. Hakkında fevkalade [olağanüstü] tezahürat yapılmıştır. Alkışlar içinde kumandanlığa azimet etti.

Saat ikide İstanbul’a geçecek kıtaatımızı [birliklerimizi] karşılamak için şimdiden bütün İstanbul halkı güzergâha dökülmüştür. Mektepler, ahali ve esnaf cemiyetleri, kıtaat-ı askeriye [askeri birlikler] caddelerdeki muayyen [kararlaştırılan] mevkilerini aldılar. İstanbul emsali görülmemiş bir bayram günü yaşıyor.

* *

Muzaffer Kıtaatımızın İstikbali

Ankara: 6 (A. A.)-İstanbul’dan bildiriliyor: Sabahtan beri Gülhane Parkı’nda tecemmu eden [toplanan] kıtaatımız saat ikide refakatinde Selahaddin Adil Paşa olduğu halde otomobille gelen Şükrü Naili Paşa tarafından teftiş edilmiştir.

Halkın Verdiği Şükran Çiçekleri

Badehu [ondan sonra] önde kumandan paşanın otomobili olduğu halde birçok otomobillerde erkân-ı harbiye heyetleri müteakiben [arka arkaya] kıtaatımız göğüsleri ve otomobilleri halk tarafından verilen çiçek demetleriyle süslenmiş olduğu halde şiddetli alkışlar ve “Yaşa!” sesleri arasında ve tezahürat-ı fevkalade [olağanüstü gösteri] ile parktan çıkarak Sirkeci, Köprü, Karaköy, Tepebaşı, Galatasaray tarikleriyle [yoluyla] Taksim Kışlası’na gitmişlerdir. Bahriye Mızıkası ile Ertuğrul Mızıkası kıtaatımıza refakat [eşlik] ediyordu.

Minarelerde Tekbirler

Yollarda tak-ı zaferler altında kurbanlar kesilmiş ve alkışlar merasimin sonuna kadar hiç fasılaya uğramamıştır. Kıtaat geçerken bütün minarelerden tekbirler alınmakta idi. Bu gece minarelerde mahyalar kurulacak, sabaha kadar şenlikler yapılacaktır. [7]

DİPNOTLAR

[1] https://www.tbmm.gov.tr/tutanaklar/KANUNLAR_KARARLAR/kanuntbmmc002/kanuntbmmc002/kanuntbmmc00200343.pdf

[2] https://www.hurriyet.com.tr/5-yillik-isgale-28-roman-sigdi-54715

[3] 2017 SOSYAL BİLGİLER DERSİ ÖĞRETİM PROGRAMI (İlkokul ve Ortaokul 4, 5, 6 ve 7. Sınıflar), s. 12

[4] 2017 T.C. İNKILAP TARİHİ VE ATATÜRKÇÜLÜK DERSİ ÖĞRETİM PROGRAMI (Ortaokul 8. Sınıf), s. 10

[5] 2017 ORTAÖĞRETİM T.C. İNKILAP TARİHİ VE ATATÜRKÇÜLÜK DERSİ ÖĞRETİM PROGRAMI, s. 24

[6] Hâkimiyet-i Milliye, 5 Ekim 1923, No: 933, s. 1, sütun: 1-3

[7] http://gazeteler.ankara.edu.tr/dergiler/milli_kutup/1541/1541_9/0284.pdf

Continue Reading

En Çok Okunanlar