Türk İstiklâl Mücadelesi
ÇANAKKALE CEPHESİNDE 3. KOLORDU KOMUTANI MEHMET ESAD PAŞA’NIN HATIRALARI

Published
3 yıl agoon
By
drkemalkocak
ÇANAKKALE’DE TÜRK ORDUSU
—***—
18 Mart 1915-18 Mart 2025
Çanakkale Deniz Zaferinin 110. Yıldönümü
Çanakkale Muharebeleri (3 Kasım 1914-9 Ocak 1916); deniz, kara ve hava harekâtları olarak gerçekleşmiştir. Bu vatan uğruna bir gül bahçesine girercesine canlarını veren aziz şehitlerimizi rahmet ve minnetle anarım.
Türk Milletinin istiklal ve istikbal mücadelesinde-özellikle Çanakkale deniz ve kara muharebelerinde-emeği geçen Çanakkale Müstahkem Mevkii komutanı Cevat (Çobanlı) Paşa, Kuzey Grubu ve 3. Kolordu komutanı Mehmet Esat (Bülkat) Paşa ve Kurmaybaşkanı Yb. Fahrettin (Altay), 19. Tümen ve Anafartalar Grup komutanı Mustafa Kemal, Kurmaybaşkanı İzzettin (Çalışlar) olmak üzere komutan, devlet adamı ve topun namlusundan cepheyi gören erlerin aziz hatırasını rahmet ve minnetle yâd ederim.
—***—
GİRİŞ
Çanakkale’nin Ünlü Kumandanlarından Esat Paşa
Esat Paşa, son devir Türk tarihinin değerli askerlerindendir. 1862’de, babası Mehmed Emin Efendi’nin belediye reisi bulunduğu Yanya’da doğdu. Büyük babası Yanya emlak-i seniye nazırı Vehib Efendi, onun babası Yanya mütesellimi Mehmed Efendi’dir. 1890’da askeri tahsilini tamamladı ve kurmay yüzbaşı oldu. Almanya’ya gönderildi ve orada 4 yıl staj gördü. Müşir vonder Golç Paşa’nın yardımcısı oldu. 1897 Türk-Yunan Savaşı’na, Yanya kolordusu kurmayında vazife alarak katıldı. Sonra Harbiye’ye muallim ve 1899’da miralay (albay) rütbesiyle ders nazırı oldu. Zamanla rütbesi mirliva ve ferikliğe yükseldi. 1907’de Selanik’teki III. Ordu kumandan muavinliğine tayin olundu. Meşrutiyet’ten sonra rütbelerin tasfiyesi kanunu mucibince, rütbesi mirlivalığa indirildi. 1911’de Gelibolu’daki 5. Fırka (Tümen) kumandanı ve Çanakkale Savaşı’nda kolordu kumandanı oldu. Kurmay Yarbay Mustafa Kemal Bey’in 19. Fırkası, bu kolordunun 3 tümeninden birini teşkil ediyordu.
Çanakkale Savaşı’nda Esat Paşa’nın adı dünyaca tanındı. Bu savaştaki başarılarından dolayı rütbesi tekrar ferikliğe (korgeneralliğe) yükseltildi. Çanakkale Savaşı’ndan sonra 1. Ordu kumandanı olarak İstanbul’a geldi. Askeri Mektepler Umum Müfettişi, II. Ordu Kumandanı, 1920’de Salih Paşa kabinesinde iki hafta kadar Bahriye Nazın oldu. İsteğiyle emekliye ayrıldı. İki defa vazifeyle Yunanistan’a gönderildi. 2 Kasım 1952’de 90 yaşında öldü ve Karacaahmet mezarlığına defnedildi.
Son devrin değerli askerlerinden Vehib Paşa (1877-1940), Esat Paşa’nın kardeşidir.
Esat Paşa, Harbiye’ de okunmak üzere telif ve tercüme ettiği matematik ve geometri üzerinde 4 basılı eserin sahibidir. Bunlardan çok daha önemli olarak, askeri hatıralarını gayet etraflı şekilde kaleme almıştır. Birinci Dünya Savaşı ve ondan önceki devre için orijinal bilgi veren bu hatıraların mahdut bir kısmı Hayat Mecmuasında neşredilmiştir. Tamamı henüz basılmamıştır ve yeğeni Kazım Taşkent’in elindedir. [1]
Bir fikir vermek için, bu hatıraların Çanakkale Savaşları’na ait bir bölümünü, Çanakkale Deniz Zaferi’nin 107’ci yıldönümünde sunuyoruz.
—***—
ÇANAKKALE’DE TÜRK ORDUSU
Türk ordusu birbirinden çok uzak, kuvvet kaydırması imkânsız ve ikmal yollan olmayan cephelerde çarpışıyordu. Türk Başkomutan Vekili Enver Paşa’nın mevsim ve zamanını seçemediği için Sarıkamış taarruzu başarıya ulaşamamıştı. Zamanında uygulanamayan bu saldın buradaki 3’üncü Türk ordusunun yarısının elden çıkmasına sebep olmuştu.
Güneyde de Kanal harekâtı, bütün çabalara rağmen gerektiği kadar malzeme olmadığından başarısızlıkla sonuçlandı. Petrolün ilerdeki rolünü çok iyi takdir eden İngilizler, Hindistan’ da meydana getirdiği birliklerle Irak cephesinde ilerliyor, para ile satın aldıkları Arap aşiretlerinden de yardım görüyorlardı.
Başkomutanlık 23 Temmuz 1914’te yayınladığı emirde yeni ordu kuruluşunu bildiriyor, ordu müfettişlerini kaldırıyordu, emirde: ” … Başkomutanlığa bağlı savaşa hazır birlikler, Birinci, İkinci, Üçüncü ordularla Karadeniz ve Çanakkale Boğazı müstahkem bölge komutanları ve donanma komutanlığıdır. Mareşal Liman von Sanders Paşa, komutasındaki Birinci Ordu, İstanbul’ da, Birinci Müstakil Süvari Tugayı, 1’inci, 2’nci, 3’üncü, 6’ncı Kolordular ile Ağır Seri Obüs Taburu, Edime’ deki 8’inci Ağır Topçu, Edirne’de kalesinden kurulu olarak bulunacaktır.” diyordu. Başkomutanlık 24 Temmuzdaki emriyle de 3’üncü Kolorduyu doğrudan doğruya kendine bağlıyordu. 1’inci, 5’inci, 6’ncı Kolordular İstanbul’da, 2’nci Kolordu Trakya, 4’üncü Kolordu da Bandırma ve Balıkesir bölgesinde idi.
Ufukların kararması üzerine Tekirdağ’da bulunan 3’üncü Kolordunun Gelibolu’ya, Çanakkale çıkarmalarına karşı görev alması kararlaştırılmıştı. Kolordunun komutanı Balkan Savaşı’nda, Yanya’da savunması ile ün almış olan Tuğgeneral Esat (Bülkat) Paşa bulunmakta idi. Kolordu Kurmaybaşkanı olarak Kurmay Yb. Fahrettin (Altay) görev almıştı.
3’üncü Kolordu, 7′ ve 19’uncu Tümenlerle bağlı birliklerden kurulu olup, 19’uncu Tümenin başında Kurmay Yarbay Mustafa Kemal (Atatürk), Kurmaybaşkanı İzzettin (Çalışlar) görev almıştı.
Savaş bulutlan Türkiye üzerinde görüldüğü zaman, Çanakkale bölgesinde yalnız 9’uncu Tümen ve Jandarma birlikleri bulunmaktaydı. Savaşın ilanından sonra önce 7’nci Tümen ile Kolordu Karargâhı gelmiş, daha sonra 19’uncu Tümen bölgeye getirtilmişti.
Müttefik donanmasının saldırısı başladığı zaman, Gelibolu Yarımadası’nın Bolayır’dan Anafartalar’a Ağıldere’ye kadar olan kısmı, 3’üncü Kolordu tarafından tutulmuştu. 7’nci Tümen Kavaksuyu’ndan Deliyani limanına kadar olan bölgede görev almıştı. Onun güneyinde iki jandarma taburu yerleştirilmişti. Mustafa Kemal’in 19’uncu Tümeni, beklenen bir çıkarmaya karşı ihtiyatta tutulmuştu.
Yarımadanın güney kısmı müstahkem mevki komutanı Cevat (Çobanlı) Paşa‘nın emrinde 9’uncu Tümen tarafından tutuluyordu. Anadolu yakasında ise müstahkem mevki emrinde jandarma birlikleri ile 64’üncü Alay yer almıştı.
Düşman donanma ateşiyle Boğaz girişindeki tahkimat ve topçu mevzilerinin tahribi, Başkomutanlığı uyarmış oluyordu. İlk iş olarak 2’nci Kolordunun 5’inci Tümeni Saros kuzeyine, Yeniköy’e ve 4’üncü Kolordunun 11’inci Tümeni, Ezine’ye getirildiği gibi, 9’uncu Tümen de Gelibolu Yarımadası’nda bir savunma savaşı verecek olan 3’üncü Kolordunun emrine verildi.
ÇANAKKALE MÜSTAHKEM MEVKİİ
Savaşın kara bulutlan ufukta görünmeden önce müstahkem mevki, üç alaylı bir topçu tugayı ile istihkâm ve muharebe bölükleri, telsiz telgraf, torpil döşeme birlikleri ile istihkâm inşaat taburundan kurulu idi. Tahkimat eski usulde, taş ve toprak kazı ve dolgudan ibaretti. Almanya’dan gelen bir uzmanlar kurulu, kendi görüş ve bilgilerine dayanarak, eski topları atmak, bir kısmının yerlerini değiştirmek, uzun ateş menzili olan toplarla Boğaz girişini pekleştirmek, torpil hatları yerine, torpido bataryaları kurma yolunda çalışmalara girişmişlerdi. Fakat bu çalışma uzun bir zamana ihtiyaç gösteriyordu.
Bir kısım topların yerinden alınması ile 32 batarya, 22’ye inmiş, müstahkem mevkiinin ateş gücü zayıflamıştı ki, tam bu sırada seferberlik ilan edilmek ve bir savaşa hazır olmak durumu ile karşılaşıldı.
Daha sonra olaylar, en çok atış mesafesi 16 kilometre olan adi ateşli toplarla Boğaz giriş tahkimatının kuvvetlendirilmeye kalkışmanın hiç de doğru olmadığını, mayın hatlarının ise çok önemli görevler yapabileceğini ve düşman donanmasını sarsacağını gösterecekti.
Seferberlikle, Alman uzmanlarının projelerinin uygulanmasının çok zaman istemesi dolayısıyla geri bıraktırılmış, eski usule dönülerek Edirne Kalesi’nden getirtilen, donanmadan çıkarılan toplarla savunma gücünün arttırılmasına gayret edilmişti.
Ayrıca donanmadan 4 torpido bot, 2 kıyı koruma ve 1 uçak birliği verilmişti. Deniz kuvvetleri de Kilitbahir ve Çimenlik’te torpil depoları kurmuştu. Toplarından faydalanılmak üzere eski Mesudiye zırhlısı da Kepez kuzeyinde yer aldı. Gemi burada gerekirse kuma oturtularak bir direnek görevi yapacaktı. Yalnız Boğaz’a sızan İngiliz denizaltısı, bu işi engellemede gecikmedi. Zavallı Mesudiye, Boğaz sularına aldığı bir torpille gömülüverdi.
Yapılacak bir deniz saldırısına karşı ileri bir savunma topçu mevzii olarak, 15’ten 28 santim çapına kadar 19 top ile eski sistem mantelli toplardan kurulu Gelibolu Yarımadası’nda Seddilbahir, Ertuğrul bataryaları, Anadolu yakasında da Kumkale, Orhaniye tabyaları yer almıştı. Bunlar düşmanı oyalayacak ve baskınlar engelleyecekti. Giriş ateş gücü, acele olarak 6 havan ve 4 mantelli topla da pekleştirilmişti.
Kepez-Soğanlıdere hattı ile Nara-Değirmendere arasındaki bölgede Boğaz’ın iki kıyısında ise asıl mevziler ve tahkimat bulunuyordu ki, Çanakkale kuzeyinde Nara, Mecidiye; güneyinde Çimenlik, Hamidiye tabyaları ve Kepez burnu güneyinde Dardanos tabyası yer almıştı. Gelibolu Yarımadası’nda ise; Kilitbahir kuzeyinde Değirmendere, Kilitbahir güneyinde Namazgâh, Hamidiye, Mecidiye tabyaları göreve hazırdı. Bu tabyalarda en büyükleri 6 adet 35,5’luk, 13 adet 24’lük olmak üzere toplam olarak 137 top ateşe hazırdı ki, en uzunu 16.900 metreye ateş edebiliyordu. Oysa donanma daha uzaktan ateş açabilecekti. Ayrıca bölgeye sahra bataryaları da getirilmesi düşünülmüştü.
Girişi kapayacak bataryalarla, merkez tabyaları arasındaki boşluğu kapamak üzere 24 adet 15’lik obüs, 10 adet 21’lik havan, 8 adet 12’lik top konmuştu. Bunlar düşman donanmasının uzaktan serbestçe merkez tahkimatını ateş altına almasını önleyecekti.
Deniz geçitini kapamak üzere Soğanlıdere doğrusu ile Dardanos tabyası arasından Kilitbahir-Çanakkale hattına kadar 9 torpil hattı yapılmış, denizaltılar için ağlar, çok basit tel ve malzemedendi.
İngiliz ajanları seferberliğe kadar bu bölgede av vesair bahanelerle dolaşarak her şeyi öğrenmiş gibiydiler. Yalnız seferberlik ilanı üzerine yerleştirilen toplar ve getirilen birliklerle tahkimattan habersizdiler. Bu bilgilere dayanan İngiliz görüşü, kendi donanmalarının üstün ve cehennemi topçu atışına, Türk savunmasının dayanamayacağı idi.
MÜTTEFİK DONANMASININ SALDIRI PLANI
Çanakkale Boğazı’nın denizden geçilmesine İngiltere’nin sayılı deniz otoritelerinden Amiral Lord Fisher karşı koymuşsa da, 28 Ocak 1915 toplantısında kesin karar alınmıştı. İngilizler, 1907’de Amiral Dakvort‘un komutası altında Boğaz’ı geçen donanmada bulunan bir İngiliz deniz subayı anılarına şu satırları ekliyordu:
“Çok şükür şu meşum Boğaz’dan ucuz kurtulduk!“
Onlar umutlarını bizim Balkan ve Sarıkamış yenilgimize bağlamışlardı. Ama buna rağmen kara ve deniz harekâtını birleştirememeleri, General Hamilton’un 18 Mart’ta karaya çıkmayı düşünmemesi büyük hataları olacaktı.
Amiral Karden’in saldırı planı şöyleydi:
1. Önce giriş tahkimatı tahrip edilecek,
2. Merkeze kadar torpiller taranacak, buradaki tabyalar susturulacak,
3. Kepez’de olması düşünülen torpil tarlaları temizlenecek,
4. Kilitbahir ve Çanakkale istihkâmları tahrip edilecek,
5. Donanmanın Marmara’ya girişi ve Marmara’daki harekâtı ve Boğaz’ın korunması.
Boğaz’ın ilk bombardımanını 3 Kasım 1914‘te 28 savaş gemisi ile yapılmış ve bu saldırı 17 dakika sürmüştü.
13 Aralık 1914′ te de, B. II Denizaltısı Mesudiye’yi torpillemişti. 19 Şubat 1915’te Müttefik donanma, bizim topların atış menzili dışında yerleşerek girişteki bataryaları ateş altına aldı. Onlara cevap verecek uzun menzilli topumuz yoktu. Girişteki tabyalarımız tahrip edildi.
27 Şubat’ta da üç savaş gemisi, Boğaz’ dan içeri girdi. Yerleri, onlarca belli olmayan obüslerimizin ateşleri karşısında, geri çekilmek zorunda kaldılar. 18 Mart’ta, bugün donanmayla zorlamaya karar vermişlerdi. Harekâtı, taarruz planını hazırlayan Amiral Dö Robek idare edecekti. Donanma, saat 10.30′ da iki hat halinde ilerledi. Karanlık limanda donanmanın 274 modern topuna karşın biz 78 adi ateşli topla karşı koymak zorundaydık.
Amiral Dö Robek, torpil tarama gemilerini ileri sürmüştü. Bunlar denizi temizleyecek, donanma da kolayca ilerleyecekti. Kıyı bataryaları üçünü ateşi ile tahrip edince, donanmada bir şaşkınlık belirtileri başladı. Onu Fransızların Büve zırhlısının torpile çarpıp batması izledi. Arkasından İngilizlerin İnflexible ve İrresistible gemilerinin torpile çarpmaları takip etti.
Daha ileri gidilirse, donanmanın yarısından fazlasının elden çıkacağından korkan Amiral Dö Robek, saat 17.30’da çekilme emri vermek zorunda kaldı. Bu sırada dönüş manevrası yapan Ocean zırhlısı da, saat 18.00’de torpile çarptı.
Nusret mayın gemimizin cesur kaptanı Tophaneli Hakkı Bey‘in gayretiyle bir gecede, kötü hava şartlarına rağmen, Boğaz’ı mayınlayıvermişti. Yenilmez armanda, üç zırhlıyı Boğaz sularına bırakmış, Golva, Süfren, İnflexitible olmak üzere üç zırhlıyı da ağır yaralı olarak geri götürmek zorunda kalmıştı. Diğer gemilerde de insan kayıpları vardı. Yalnız Bouvet’te 600 insan sulara gömülmüştü. Bizim ise kaybımız 3 subay, 22 er şehit, 2 subay ve 59 er yaralımız vardı. Az kayıpla tarihe şan veren bir zafer kazanmıştık. Düşman ateşi bir 24’lük topumuzun tahribi ne yol açmış, yara alan toptan 2 adedi hariç, diğerleri onarılarak ertesi gün savaşa hazır olmuşlardı.
18 Mart yenilgisi, İngiliz ve Fransızlara acı bir ders vermişti. Boğaz ancak kara ve deniz kuvvetlerinin beraber düzenleyeceği plan ve harekât sonrası geçilebilirdi.
ÇANAKKALE KIYILARINDA ÇIKARMA HAREKÂTI
18 Mart yenilgisi, İtilaf Devletlerine acı bir ders vermişti. Donanmanın kara kuvvetiyle işbirliği yapmadan başarıya ulaşamayacağı kesin olarak ortaya çıkmış bulunuyordu. Mutlaka savaşı yönetecek bir kara ve deniz işbirliği karargâhının kurulması doğru olurdu.
İngiliz ve Fransızları kara ve deniz kurmay başkanlarının yaptığı toplantıda şu hedefleri kapsayan bir harekât planı hazırlanmıştı:
1. Türk savunmasını yanıltmak maksadıyla Bolayır ve Beşike kıyılarına sahte hareketler yapılacak.
2. Anadolu kıyılarına, Kumkale’ye gösteriş hareketleri.
3. Kabatepe kuzeyine, Türk kuvvetlerini dağıtma amacıyla çıkarma yapmak.
4. Seddülbahir bölgesine asıl kuvvetler çıkarılacak, Alçıtepe ele geçirildikten sonra Kilitbahir yönünde ilerlenecek.
İngilizlerin Çanakkale Boğazı’nı ele geçirmek için hazırladığı kuvvetler, 28 Mart’a kadar Mısır’da toplamaya başlamışlardı. Deniz piyade tümeni Portsait’te diğer birlikler İskenderiye’de bulunuyordu.
İlk kademede toplanan savaş gücü, 80 bine yakındı. Ve 84 gemi ile hareketleri şöyle düzenlenmişti:
Gemi | Er | Hayvan | ||
Anzak Kolordusu | 30 | 27.500 | 6.900 | (İskenderiye) |
29’uncu Tümen | 15 | 17.000 | 3.962 | (İskenderiye) |
Anzak Tugayı | 5 | 4.800 | 690 | (Mondros’ta) |
Fransız Tümeni | 22 | 16.700 | 3.550 | (İskenderiye’de) |
Deniz P. Tümeni | 12 | 10.800 | 1.369 | (Portsait’te) |
88 | 75.000 | 16.481 |
Mısır kuzeyindeki toplanan kuvvetler, miktarının öğrenilmesi, hedefini de ortaya çıkarmıştı. Müttefikler Türk kuvvetlerini Boğazlar bölgesine tutmak, Rusların işini kolaylaştırmak ve Mısır’ı korumak istiyorlardı. Toplanan kuvvetler çıkarma eğitimi yapıyor ve komutanlar, beraber çalışmanın ilerde çıkacak güçlükleri karşılama bakımından yararlanıyordu.
ÇANAKKALE VE GELİBOLU’DA TÜRK KUVVETLERİ VE İKİ TARAFIN HAZIRLIKLARI
İngiliz ve Fransızların Bozcaada ve Limni’de toplandıkları öğrenilmişti. Düşman gemileri Saros Körfezi’ndeki küçük adalar bölgesine gelerek keşifler yapıyor, Rumlarla gizli haberleşmelerle kuvvetleri öğrenmek istiyorlardı. Bunlardan birkaçı da Üçüncü Kolordu birlikleri tarafından casusluk suçu ile yakalanmıştı.
Bu devrede Boğaz kıyılarının savunması 3’üncü Kolorduya verilmişti. Bu kolordu Yanya kahramanı olarak tanınan Esat (Bülkat) Paşa’nın komutasında Tekirdağ’da seferberliğini yapmış, 8’inci Tümenini Şam’a gönderdikten sonra yeniden 19’uncu Tümeni kurmuştu. Kolordu, 24 Martta Birinci Ordu Kumandanlığından yeni kurulan 5’inci Ordu Komutanlığına gelen Liman von Sanders‘in emirlerine uyarak tümeniyle Gelibolu’ya, 19’uncu Tümeni ile de Eceabat’a gelmiş bulunuyordu.
9 Nisan, Kolordu: 7, 9, 19’uncu Tümenlerden, topçu ve bağlı birliklerden kurulmuş bulunuyordu.
7’nci Tümenin kuruluşunda 19, 20 ve 2l’inci Piyade Alayları,
9’uncu Tümenin kuruluşunda 25, 26, 27’nci Piyade Alayları,
19’uncu Tümenin kuruluşunda 57, 72, 77’nci Piyade Alayları,
görev almışlardı.
23 Nisan 1915‘te üç İngiliz uçağı, kendilerinin çıkarmayı tasarladığı bölgeye yakın olan Eceabat’ı ve oradaki birlikleri bombalıyordu. Burada dört er kaybetmiş, dokuz yaralı vermiştik. Bu bölgeye önem verilmesi gerektiğini anlayan Başkomutanlık, İstanbul’dan 3’üncü Tümen ile Beyoğlu Jandarma Alayını da 5’inci Ordu emrine vermişti. Düşmanın hareketleri hakkında çok değişik bilgiler alınıyordu. Kıbns’ta toplanan kuvvetlerle Mersin ve Suriye kıyılarına bir çıkarmanın da planlandığı ileri sürülüyordu. İngiliz haberalma örgütü Türk gücünü dağıtmak için elinden gelen gayreti geri bırakmıyordu.
3’üncü Kolordu, düşmanı karaya çıkarmamak, onu kıyıda bütün gücü ile yok etmek kararındaydı. Fakat ordu komutanı, Anadolu kıyılarını çıkarmaya daha elverişli görüyor, burayı kuvvetlendirmek amacı ile Başkomutanlığın gönderdiği 3’üncü Tümen ile Beyoğlu Jandarma Alayını buraya göndererek, buradaki 11’inci Tümenle beraber 15’inci Kolorduyu meydana getirdi.
Ordu komutanı, Bozcaada’nın Anadolu kıyılarına yakın olması, önemli tabyaların burada bulunmasını önce sürerek düşmanın Boğaz’ı buradan susturmak isteyeceğini hesaplıyordu.
Seddülbahir ve kuzey kıyıları ordu komutanı için ikinci derecede bir önem taşıyordu. Bu bakımdan kıyıların gözetleme ile yetinilerek kuvvetli ihtiyatların çıkarmaları karşı taarruzlarla atacak bir savunma düzeninde tertiplenmesini istiyordu.
İngilizler ise, hiç de ordu komutanı gibi düşünmüyorlardı. Onların görüşüne göre Anadolu kıyıları fazla dağlık, kıyıda bataklıklar vardı. Bu bakımdan Gelibolu’da Seddülbahir bölgesinin çıkarma yerleri yeterince müsaitti. Ayrıca bu bölgede Kabatepe, Arıburnu, Suvla, Saros gibi diğer çıkarmaya oldukça elverişli bölgeler de bulunuyordu.
İngiliz ve Fransız Kuvvetleri Komutanı Hamilton, bölgeyi uzun uzun etüt ettikten ve bir kurmay çalışmasından sonra asıl kuvvetleri Seddülbahir’e yani yarımadanın ucuna çıkarmak istiyordu. Ayrıca Kabatepe kuzeyine çıkaracağı kuvvetlerle Türkleri buraya çekmek isteyecekti.
Fransızlar ise bu görüşe katılmıyordu. Onlar Boğaz’ı daha gerilerden dolaşarak çökertmek davasında idiler. Fransız generaline göre, Edremit kıyılarına çıkılarak Balıkesir-Bandırma yönünden gelişecek bir taarruzun daha doğru olacağı ve bu bölgedeki azınlıklardan da faydalanılacağı kanısı idi.
Bu çok kuvvet isteyen bir plandı. Fransız Genelkurmayı da bu düşünceye yanaşmamış, Beşike limanına bir çıkarma yapmayı daha uygun bulmuştu.
Bu hazırlıklar Balkanlara da umut aşılamaktaydı. Sırplar Avusturyalılara karşı bir direnme gücü kazanacaklarını düşünürken, Yunanlılar İzmir’i ele geçirmek hevesiyle bir tümenle donanmalarını İngilizlerin emrine vermek istiyordu. Fakat Bulgarlar Balkan Savaşı sonu kendilerine oynanan oyunu çok iyi bildikleri için, kendilerini kazanmak isteyen İtilaf Devletlerine yanaşmıyordu. Ruslar da Sırplara duyduğu sempatiyi, Boğazlara el atma korkusuyla Bulgarlardan esirgiyordu. İtilaf Devletleri harcadıkları çaba sonu, Adriyatik kıyılarını vadederek İtalya’yı Avusturya ve Almanlardan koparmışlardı.
Ruslar Müttefiklerinin gözlerini Boğazlara bir an önce çevirmek için 28 ve 29 Mart’ta Karadeniz Boğaz’ı tahkimatını bombardıman ettirmişlerdi. Odesa’da bir kolordu hazırladıkları halde Yavuz’dan çekinerek bir çıkarmaya girişemiyorlardı. Rus amirali Eberhart, İtilaf Devletleri donanması, Çanakkale’yi geçip Marmara’ya girildiği zamanı çıkarma için uygun bir zaman olarak bildiriyordu. [2]
DİPNOTLAR
[1] Esat Paşa’nın Çanakkale Savaşı Hatıraları, Yayına Hazırlayanlar: İhsan ILGAR-Nurer UĞURLU, Örgün Yayınevi, İstanbul, 2004, s. 5-6
[2] A. g. e., s. 29-41
You may like
TÜRK İSTİKLAL MÜCADELESİNİN BAŞLANGICI: 19 MAYIS 1919’DA MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN SAMSUN’A ÇIKIŞI
ÇANAKKALE DENİZ ZAFERİ
İSTİKLÂL MARŞI’NIN YAZILIŞI ve MİLLÎ MARŞ OLARAK KABULÜ
429, 430 ve 431 SAYILI İNKILAP KANUNLARININ KABULÜNÜN (03.03.1924-03.03.2025) 101.YILDÖNÜMÜ
REİSİCUMHUR GAZİ MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN KASTAMONU/İNEBOLU GEZİSİ VE İNEBOLU TÜRK OCAĞI’NDA YAPTIĞI KONUŞMA
REİSİCUMHUR GAZİ MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN MUALLİMLER BİRLİĞİ KONGRESİ’NE KATILAN TEMSİLCİLERE YAPTIĞI KONUŞMA
Türk İstiklâl Mücadelesi
Mudanya Mütarekesi (11 Ekim 1922)

Published
8 saat agoon
Ekim 12, 2025By
drkemalkocak
Mudanya Mütarekesi, Türk milletinin 20. Yüzyılın emperyalist güçleri karşısındaki milli bir zaferidir. Türk ve Yunan ordusu arasındaki harbi sona erdirmiş olması bakımından, Türk İstiklal Harbi’nin en önemli safhalarından biridir. Mütareke, Devlet-i Aliyye-i Osmaniye’nin sonu anlamına gelen Mondros Mütarekesi’ni geçersiz kılmakla birlikte Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temelini atan Lozan Anlaşması’nın şartlarını hazırlamıştır.
Mudanya Mütarekesi’nde Türkiye’yi İsmet Paşa, İngiltere’yi General Harington (Heringtın), Fransa’yı General Charpy (Şarpi), İtalya’yı General Monbelli (Monbeli) temsil etmiştir. Yunanistan temsilcisi General Mazarakis, Mudanya’ya geldiği gemiden çıkmamış ve görüşlerini yazılı olarak bildirmiştir. Görüşmelere 3 Ekim 1922’de başlanmış, çetin pazarlıklar ve tartışmalar sonucunda 11 Ekim 1922’de Mudanya Mütarekesi imzalanmıştır.
Aşağıda, [Hâkimiyet-i Milliye, 13 Ekim 1922, No: 633, s. 1, sütun: 1-4]’te Osmanlı Türkçesi ile yayımlanan [Konferans Safahatına Dair Levhalar] başlıklı haber metni çevrim yazı olarak sunulmuştur. Görseller, metni açıklayıcı, tamamlayıcı ve destekleyici unsur olarak araştırmacı tarafından yerleştirilmiştir.
—***—
[Mudanya] Konferans Safahatına Dair Levhalar
İmza neden sabaha kadar gecikti?
Mükâleme-i memurinin getirdiği haber, yazı makinesi ile başlıyor

Mudanya: 11[Ekim 1922] (Muhabir-i mahsusamızın telgrafıdır)-Size bu telgrafımla Mudanya Konferansının imzaya müncer [hazır] olduğu geceki safahatı bildireceğim. Burada biz gazeteciler ve halk arasında pek büyük merakı mucip olan bu safahat ve bilhassa imzanın sabaha kadar uzaması herhalde Hâkimiyet karilerinde [okuyucularında] de aynı merakı uyandırmıştır. Filhakika [hakikaten] imza merasimi tam nısfı’l-leylide [gece yarısında] icra edilecekti. Fakat nısfı’l-leyli bir buçuk saat geçtiği halde müttefikin murahhasları [delegeleri] gemilerinden inmediler. Bunun üzerine bir mükâleme memuru giderek tehirin sebebini sual etmiştir. Vuku bulan mükâlemede bu tehirin Yunan murahhaslarının almış olduğu vaziyetten mütevellit bulunduğu anlaşılmıştır. Nısfı’l-leylile doğru İngiliz zırhlısında toplanmış olan üç müttefik hükumet generalleri nezdine Mazarakis ve Miralay Sarıyanis giderek imzaya karşı olan vaziyetlerini teşrih [şerh] eylemişlerdir. Yunanlıların ne vaziyet aldığı malumdur. Saat üçte General Harington karaya çıkmış ve birkaç dakika fasıla ile Fransız ve İtalyan generalleri gelmişlerdir. Bunun üzerine celse derhal küşat olunarak uzun bir protokol müsveddeleri kıraat edilmiş ve mutabık bulunduğu için tebyizine [beyaza çekilmesine] emir verilmiştir. İşte bu anda derin bir sükûtu yalnız yazı makinelerinin tıkırtıları ihlal ediyordu. Nebahat Hanım, Safvet Lütfullah beylerle daha iki zat bizim heyet-i murahhassanın protokollerini tebyiz ediyordu. İngiliz, Fransız heyetlerinden müfrez [ayrılmış] diğer beş zat da mukabil tarafın mukavelesini makineye geçiriyordu. Bu iş gecenin beşine kadar devam etti ve saat beşi çeyrek geçe teneffüs edilmek üzere celseye nihayet verildi.
Herkes memnun, mızıkalar çalıyor, hararetli musafahalar [el sıkışmalar, tokalaşmalar], bütün Mudanya ahalisi bu geceyi ayakta ve uykusuz geçirmiş ve müzakerenin olduğu binanın etrafını kesif bir halk tabakası doldurmuştur. General Harington bizzat sokak kapısına kadar inerek bandodan muhtelif havalar talep etmiş ve bütün istediği parçalar çalınınca bunları hayretler içinde dinlemiştir.
Herkes protokol müsveddelerinde mutabık kalındığını haber aldığı zaman artık imzanın merasim meselesinden başka bir şey olmadığını anlamıştı. Bu hal halk kadar bütün murahhasların çehrelerinde de görülüyordu. Bilhassa Franklin Buyyon Bey büyük bir meserret [sevinç] içinde idi. General Harington İsmet Paşa Hazretleriyle adeta kendisini kucaklarcasına mükerrer musafahalarda bulundu. General Şarpi aynı memnuniyeti izhar eyliyordu. Bu sırada salonlarda fevkalade bir hareket, bir kaynaşma görülüyordu. Bilhassa gazetecilerin faaliyetini görmek insana hakiki bir zevk veriyor, Amerika muhabirlerinin dört yazı makinesi mütemadiyen işliyordu. Artık kırk sekiz saatlik bütün yorgunluklar bu heyecan ve endişe içerisinde unutulmuş, tebyiz üç saat on üç dakikada kâmilen ikmal edilmişti.
Ben, Yunanlıların Protokolü Kabul Etmedikleri Manasını Çıkarıyorum! Hayır, Yunanlıların Ehemmiyeti Yok!
Şimdi saat yediye yirmi yedi var. (Bütün saatler İstanbul ayarıdır.) Herkes yeşil masanın etrafındaki yerlerinde ahz-ı mevki etmiş bulunuyorlar. Konferans Reisi İsmet Paşa Hazretlerinin önündeki çifte lamba dışardan gelen yeni müteharrik beyazlıklar arasında sarı lemalarla kıpırdıyor. İsmet Paşa’nın karşısında General Harington, İngiliz generalinin sağında General Monbelli, solunda diğerleri sırasıyla ahz-ı mevki etmişlerdi. İlk defa General Harington söz alarak Mazarakis ve Sarıyanis’in tahriri kuyıt itirazına serd ederek imzadan imtina eylediğini söyledi ve bu itiraznameyi okudu. Bunun üzerine İsmet Paşa pek ciddi bir tavır ve hareketle:
- Bundan, ben Yunan murahhaslarının protokol münderacatını kabul etmedikleri manasını çıkarıyorum, dedi.
Buna General Harington:
- Hayır! Yunanlıların bu hareketine imtina manası verilemez. Vesait-i muhabereleri karma karışık. Mamafih asıl imzaya salahiyettar murahhaslar General Mazarakis, Miralay Sarıyanis değil, Paris’te bulunan mümessilleridir. Üç güne kadar bütün imzaların hitam bulacağını temin ederim.
Bunun üzerine vapurda bulunan Yunan zabitlerinin konferansça hiçbir ehemmiyeti olmadığı şekli kabul olundu.
Bütün Kalemler Mukavele Üstünde Gıcırdıyor! Harington da Tanışmayarak Geldik, Dost Olarak Gidiyoruz, Diyor
Saat yediye on yedi var. Bütün eller bir an içinde kalemlere ve hokkalara uzanıyor. İlk kalem gıcırtıları protokolün birinci sahifesine dört generalin imzalarını tespit etti. Protokolün her sahifesi ve sonu ayrı ayrı imzalandı. İmzalanan beş nüshadır. İmza muamelesi tam yediyi bir geçe hitam buldu. General Harington imzayı müteakip sarih, kısa ve yumuşak bir sesle bir nutuk irat eyledi ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükumetine, Başkumandan Paşa Hazretlerine, Konferans Reisi İsmet Paşaya, Erkan-ı Harbiye Reisimize ve Erkan-ı Harp umera ve zabitana ayrı ayrı teşekkürde bulundu ve sonra Türkiye halkına ve mümessillerine ve Mudanya şehrine ayrı ayrı teşekkür ederek:
- Tanışmayarak geldik, dost olarak gidiyoruz ve bu hissi daima muhafaza edeceğiz, dedi.
İsmet Paşa Hazretleri General Harington’ın nutkuna kısa bir cevapla mukabele ederek, bu konferansın sulh-ı umumiye mukaddema olacağı ümidinde bulunduğunu söyledi.
General Harington konferans salonundan çıkarken etrafını alan gazetecilerin kendisine ne kadar muğber [gücenmiş, küskün] olduğunu anladığını gösteren bir tavırla beyan-ı itizar etti [özür diledi]. Bidayette matbuat müntesiplerinin konferansa girmemeleri için teşebbüsatta bulunduğunu itiraf, fakat burada kendilerinden pek çok muavenetler gördüğünü ilave etti ve her birine ayrı ayrı ve mükerrer surette teşekkürde bulundu. Bu esnada salonlar hınca hınç dolu idi. Bilhassa Mösyö Fraklin Buyyon bir türlü yerinde duramıyor, izhar-ı meserret eyliyordu [sevinç gösteriyordu].
Mudanya’dan İnfikak [ayrılma]; Yunan Şilebi Galya Emniyet Edilmeyerek Muhafaza Altına Alınmış!
Avdet [dönüş]-Generaller aşağı indikleri zaman pek muntazam bir kıtaa-i askeriyemiz resm-i selamı ifa ediyor ve askeri mızıkalar terennümsaz oluyordu [terennüm ediyordu, şarkı söylüyordu]. Yediyi çeyrek geçe herkes vapurlarına çekilmiş bulunuyordu. Tam sekizde, başta İtalyan ve en sonra Yunan gemileri olduğu halde Mudanya tarihi konferansının bütün ecnebi murahhaslarını İstanbul’a doğru götürmeye başladılar. Bir müddet sonra İngiliz torpidolarından biri geriye dönerek Yunan şilebini önüne kattı ve bunu bir Fransız gemisi takip etti. [1]
—***—
Mudanya Zaferi Ve İstanbul’daki Tesirleri
İstanbul, 13 [Ekim 1922] (Muhabir-i mahsusamızın [özel muhabirimizin] telgrafıdır)-Mukavele-i askeriyenin imzası haberi İstanbul’da fevkalade bir meserret [sevinç] uyandırmış ve derhal her taraf donatılmıştır. Öyle ki İstanbul, ilk defa olarak baştanbaşa kırmızı-siyaha boyanmış ve ay-yıldıza kavuşmuş bulunuyordu. Bu sefer Bab-ı Ali de geçen seferki soğukluğunu bırakmış ve bütün devair-i resmiyenin [resmi dairelerin] tezyinini [süslenmesini] emretmiştir. Bundan başka, ikinci garip manzara Rumların da bu bayrama iştirak ederek bayrak çekmeleridir. Ecnebi müessesatı [yabancı kuruluşlar] da kendi bayraklarının yanına Türk sancağını çekmişlerdir. Gece muntazam bir fener alayı tertip edilmiştir.
Bütün gazeteler, sahifelerini Mudanya Konferansı’nın mesut neticelerine hasretmişlerdir [ayırmışlardır]. İstanbul matbuatı bunun Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükumetinin büyük siyasi zaferi olduğunu müttehiden beyan etmekte ve mukaddemat-ı sulhiyeye [barışın başlangıcına] esas demek olan bu mukavelenin, sulh konferansındaki muvaffakiyetlerimizin derecesini bile göstermekte olduğunu söylemektedirler.
Bu zaferi Beyoğlu Yunan matbuatı da saklamamakta ve Türklerin tam bir vatanperver olarak bu neticeleri elde ettiklerini söylemektedirler. Bilhassa (Pronodos) gazetesi şu şayan-ı dikkat cümleleri yazmaktadır:
“Türkler ne kadar icray-ı şadmani eyleseler [sevinirlerse sevinsinler], o kadar haklıdırlar, çünkü bugün milli emellerini tamamıyla tahakkuk ettirmişler ve herkesin bir daha yerinden kalkmamak üzere gömdüğünü zannettikleri Türkiye’yi diriltmişlerdir. Türklerin son senelerde gösterdikleri eser-i rüşt her millet için bir numune-i imtisaldir. Bu son senelerde her şeyden istifadeyi bilmişlerdir. Yunanlılar ise ancak Yunanlılığın mahvına çalışmışlar, Türklerin ise yegâne düşüncesi Türklüğün ihyası olmuştur.” [2]
DİPNOTLAR
[1] Hâkimiyet-i Milliye, 13 Teşrinievvel [Ekim] 1922, No: 633, s. 1, sütun: 1-4
[2] Hâkimiyet-i Milliye, 15 Teşrinievvel [Ekim]1922, No: 634, s. 1, sütun: 1-2
Türk İstiklâl Mücadelesi
Gençliğe Hitabe’nin Dil, Tarih ve Coğrafya ile İlişkisi

Published
2 hafta agoon
Ekim 1, 2025By
drkemalkocak
Özet
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün 15-20 Ekim 1927’de Cumhuriyet Halk Fırkası’nın ikinci kurultayında okuduğu Gençliğe Hitabe, Cumhuriyet’in temel değerlerini gelecek nesillere aktaran bir “milli vasiyet” niteliğindedir. Bu çalışmada, Hitabe’nin dil, tarih ve coğrafya boyutları üzerinden incelenmesi amaçlanmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Atatürk, Gençliğe Hitabe, Dil, Tarih, Coğrafya, Kolektif Hafıza, Milli Kimlik

Giriş
Gençliğe Hitabe, Türk milli kimliğinin inşasında dil, tarih ve coğrafyanın nasıl bir bütünlük oluşturduğunu gözler önüne seren temel bir belgedir. Atatürk’ün hitabesi, geçmişin acı tecrübelerinden hareketle geleceğe dair bir bilinç ve görev yüklemesi yapmaktadır. [1]
I. Dil ve Gençliğe Hitabe
1.1. Dilin Sadeleşmesi
Cumhuriyet’in ilk yıllarında dil, milli kimliğin en önemli unsuru kabul edilmiştir. Osmanlı’nın Arapça-Farsça karışımı karmaşık dilinden uzaklaşılarak, herkesin anlayabileceği sade bir Türkçe benimsenmiştir. [2]
1.2. Retorik ve Söylem
“Ey Türk gençliği!” ifadesi, Türkçe’nin en yalın ve en güçlü hitap biçimidir. Emir kipleriyle kurulan cümleler — “müdafaa edeceksin”, “düşünmeyeceksin” — dilin buyurucu gücünü ortaya koymaktadır. Bu söylem, yalnızca gençlere değil, bütün millete yönelik bir bilinç uyandırmayı amaçlamaktadır. [3]
1.3. Dilin Kolektif Hafızaya Etkisi
Türkçe’nin sade kullanımı, metni kuşaklar boyu aktarılabilir hale getirmiştir. Böylece dil, toplum hafızasının canlı kalmasını sağlayan bir araç olmuştur. [4]
II. Tarih ve Gençliğe Hitabe
2.1. Tarihi Arka Plan
Hitabenin temelinde Mondros Mütarekesi (30.10.1918), Sevr Antlaşması (10.08.1920) ve Türk İstiklal Harbi (19.05.1919–11.10.1922) deneyimleri vardır.[5] Atatürk, bu tarihi tecrübeleri, gelecekte benzer tehditlerin yaşanabileceğine dair bir uyarı olarak kullanmıştır.
2.2. Tarihten Çıkarılan Dersler
- İç Tehditler: “Dâhilî bedhahlar” ifadesi, işgal yıllarındaki işbirlikçi unsurları çağrıştırır. [6]
- Dış Tehditler: “İktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler” sözü, emperyalist müdahalelerin sürekliliğine işaret eder.[7]
- Milli Mücadele Hafızası: “İmkân ve şeraitin çok namüsait olduğu bir zamanda” bağımsızlığın kazanılması, milli hafızanın temel derslerinden biridir.[8]
2.3. Tarihin Geleceğe Taşınması
Hitabe, yalnızca geçmişi hatırlatmaz; aynı zamanda geleceğe yönelik bir görev ve sorumluluk bırakır. Bu yönüyle tarih, milli bilincin daima canlı tutulmasını sağlayan bir rehber görevi üstlenir.[9]
III. Coğrafya ve Gençliğe Hitabe
3.1. Türkiye’nin Stratejik Konumu
Türkiye, üç kıtanın kesişim noktasında yer alması sebebiyle tarih boyunca istilalara maruz kalmıştır. Bu konum, milli hafızada sürekli bir teyakkuz hali yaratmıştır.[10]
3.2. Vatan Toprağı ve Kutsallık
“İstiklâl ve Cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen” ifadesi, yalnızca siyasi rejimi değil, aynı zamanda vatan toprağını da koruma sorumluluğunu yükler. [11]
3.3. İç ve Dış Tehlikeler
“Memleketin dâhilinde” vurgusu, hem dış tehditleri hem de içteki parçalanma risklerini kapsamaktadır. Bu durum, coğrafyanın milli kimlikle özdeşleşmesini sağlamıştır. [12]
IV. Dil, Tarih ve Coğrafyanın Kolektif Hafıza ile İlişkisi
4.1. Unsurların Birleşimi
- Dil: Birleştirici unsur.
- Tarih: Uyarıcı hafıza.
- Coğrafya: Aidiyetin mekânı.
4.2. Milli Kimlik ve Süreklilik
Gençliğe Hitabe, dil, tarih ve coğrafyayı bir araya getirerek milli kimliği gelecek kuşaklara taşımayı amaçlamaktadır.
Sonuç
Gençliğe Hitabe, dilin birleştirici gücü, tarihin öğretici yönü ve coğrafyanın kutsallığıyla Türk milli bilincini pekiştiren bir metindir. Atatürk, bu hitabeyle gelecek nesillere yalnızca bir öğüt değil, aynı zamanda bir görev ve sorumluluk da bırakmıştır.
Dipnotlar
[1] Kemal Atatürk, Nutuk, Cilt: II 1920-1927, M. E. B. Devlet Kitapları, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1969, s. 897-898
[2] Nihad Sami Banarlı, Türkçenin Sırları, Kubbealtı Yayınları, İstanbul, 1972, s. 15–18.
[3] Kemal Atatürk, Nutuk, s. 897.
[4] Berna Moran, Türk Dili ve Edebiyatı Üzerine Makaleler, İletişim Yayınları, İstanbul, 1990, s. 42.
[5] Sina Akşin, Kurtuluş Savaşı Kronolojisi, İmge Kitabevi, Ankara, 1992, s. 27–34.
[6] Kemal Atatürk, Nutuk, s. 897.
[7] Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, çev. Metin Kıratlı, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1961, s. 202.
[8] Kemal Atatürk, Nutuk, s. 898.
[9] Erik J. Zürcher, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, İletişim Yayınları, İstanbul, 2003, s. 145.
[10] Halil İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu Klasik Çağ (1300–1600), Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2004, s. 13–15.
[11] Kemal Atatürk, Nutuk, s. 897.
[12] Zürcher, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, s. 147.
Özel Günler ve Anlamları
26 Eylül Türk Dil Bayramı: Tarihî Arka Planı, Atatürk’ün Dil Politikaları ve Günümüze Yansımaları

Published
2 hafta agoon
Eylül 26, 2025By
drkemalkocak
Giriş
26 Eylül, Türk Dil Bayramı olarak Türkiye’de her yıl kutlanan önemli bir kültürel tarihtir. Kökenini 1932 yılında toplanan Birinci Türk Dil Kurultayı’ndan alan bu gün, Türk Dil Kurumu’nun kuruluşuna işaret etmekte ve Cumhuriyet’in kültür politikaları arasında dil inkılabının oynadığı merkezi rolü simgelemektedir.
Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında dil, modernleşme ve millet-devlet inşasının merkezî unsurlarından biri olarak değerlendirilmiştir. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde gerçekleştirilen dil inkılabı, yalnızca alfabe değişikliğiyle sınırlı kalmamış, Türkçenin yabancı unsurlardan arındırılması ve halkın konuştuğu dil ile yazı dili arasındaki mesafenin kapatılması hedeflenmiştir. 26 Eylül 1932’de Dolmabahçe Sarayı’nda toplanan Birinci Türk Dil Kurultayı, bu dönemin başlangıç noktası olmuş ve 26 Eylül tarihinin Türk Dil Bayramı olarak kutlanmasına zemin hazırlamıştır.
1. Birinci Türk Dil Kurultayı ve TDK’nın Kuruluşu
26 Eylül 1932’de başlayan Birinci Türk Dil Kurultayı, Cumhuriyet’in dil politikalarında kurumsallaşmanın ilk adımıdır. Kurultayın ardından Türk Dili Tetkik Cemiyeti (bugünkü TDK) kurulmuş ve Türkçenin söz varlığının zenginleştirilmesi, bilim dili hâline getirilmesi yönünde çalışmalar başlamıştır.

2. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Dil Anlayışı
Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Türk milletinin bağımsızlığını korumasında olduğu gibi kültürel varlığını sürdürmesinde de dilin belirleyici bir unsur olduğunu vurgulamıştır. Onun Sadri Maksudi Arsal’ın “Türk Dili İçin” (Ankara 1930, s. 3) adlı eserinin başına 2 Eylül 1930 tarihinde el yazısıyla kaleme aldığı şu satırlar, bu anlayışı en özlü şekilde yansıtmaktadır:
“Millî his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin millî ve zengin olması millî hissin inkişafında başlıca müessirdir. Türk dili, dillerin en zenginlerindendir; yeter ki bu dil, şuurla işlensin… Ülkesini, yüksek istiklâlini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.”
Bu ifadeler, Atatürk’ün Türkçeyi sadece bir iletişim aracı olarak değil, aynı zamanda millî bilincin ve milli bağımsızlığın en temel dayanağı olarak gördüğünü göstermektedir.
3. Günümüzde Türk Dil Bayramı’nın Yansımaları
Günümüzde 26 Eylül, üniversitelerde, okullarda ve kültürel kurumlarda çeşitli etkinliklerle kutlanmaktadır. TDK her yıl bildiriler yayımlamakta, gençler arasında Türkçe’nin doğru ve güzel kullanımını teşvik eden projeler yürütmektedir. Ancak yabancı dillerin artan etkisi ve dijital kültürün getirdiği yozlaşma, Türk Dil Bayramı’nın amaçlarını ve beklentilerini daha da anlamlı kılmaktadır.
Sonuç
26 Eylül Türk Dil Bayramı, Cumhuriyet’in dil inkılabı mirasını simgeleyen ve Türkçenin gelişimi için toplum farkındalığı oluşturan önemli bir tarihtir. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün dil anlayışı, modern millet-devlet inşasının temel taşlarından biri olarak bugün de geçerliliğini korumaktadır. Günümüzde yapılması gereken, bu mirası yalnızca anmak değil; Türkçeyi bilim, sanat, kültür ve teknoloji dili olarak daha da güçlendirmektir.
En Çok Okunanlar
- Türkler ve Zaferleri3 yıl ago
Anafartalar Kumandanı Mustafa Kemal ile Mülakat [Görüşme] (1)
- Maarifimizde İstikamet3 yıl ago
AİLE KUCAĞINDA VATAN TERBİYESİ
- Türk Tarihi3 yıl ago
6 EKİM İSTANBUL’UN KURTULUŞ GÜNÜ
- Türk İstiklâl Mücadelesi3 yıl ago
LOZAN BARIŞ ANTLAŞMASI
- Tarihi Toplantılar3 yıl ago
İSTİKLÂL MARŞI’NIN YAZILIŞI ve MİLLÎ MARŞ OLARAK KABULÜ
- Türk İstiklâl Mücadelesi3 yıl ago
Mustafa Kemal Paşa’nın Sivas Kongresi’ni Açış Konuşması (4 Eylül 1919)
- Türk Tarihi3 yıl ago
CABER KALESİ [TÜRK MEZARI (MEZAR-I TÜRK)]
- Türk Tarihi3 yıl ago
KIZI FERİDE HANIMEFENDİ İLE DAMADI MUHİDDİN AKÇOR, İSTİKLÂL MARŞI ŞAİRİMİZİ ANLATIYOR…