Türk İstiklâl Mücadelesi
ÇANAKKALE CEPHESİNDE 3. KOLORDU KOMUTANI MEHMET ESAD PAŞA’NIN HATIRALARI
Published
2 yıl agoon
By
drkemalkocakÇANAKKALE’DE TÜRK ORDUSU
—***—
18 Mart 1915-18 Mart 2022
Çanakkale Deniz Zaferinin 107. Yıldönümü
Çanakkale Muharebeleri (3 Kasım 1914-9 Ocak 1916); deniz, kara ve hava harekâtları olarak gerçekleşmiştir. Bu vatan uğruna bir gül bahçesine girercesine canlarını veren aziz şehitlerimizi rahmet ve minnetle anarım.
Türk Milletinin istiklal ve istikbal mücadelesinde-özellikle Çanakkale deniz ve kara muharebelerinde-emeği geçen Çanakkale Müstahkem Mevkii komutanı Cevat (Çobanlı) Paşa, Kuzey Grubu ve 3. Kolordu komutanı Mehmet Esat (Bülkat) Paşa ve Kurmaybaşkanı Yb. Fahrettin (Altay), 19. Tümen ve Anafartalar Grup komutanı Mustafa Kemal, Kurmaybaşkanı İzzettin (Çalışlar) olmak üzere komutan, devlet adamı ve topun namlusundan cepheyi gören erlerin aziz hatırasını rahmet ve minnetle yâd ederim.
—***—
GİRİŞ
Çanakkale’nin Ünlü Kumandanlarından Esat Paşa
Esat Paşa, son devir Türk tarihinin değerli askerlerindendir. 1862’de, babası Mehmed Emin Efendi’nin belediye reisi bulunduğu Yanya’da doğdu. Büyük babası Yanya emlak-i seniye nazırı Vehib Efendi, onun babası Yanya mütesellimi Mehmed Efendi’dir. 1890’da askeri tahsilini tamamladı ve kurmay yüzbaşı oldu. Almanya’ya gönderildi ve orada 4 yıl staj gördü. Müşir vonder Golç Paşa’nın yardımcısı oldu. 1897 Türk-Yunan Savaşı’na, Yanya kolordusu kurmayında vazife alarak katıldı. Sonra Harbiye’ye muallim ve 1899’da miralay (albay) rütbesiyle ders nazırı oldu. Zamanla rütbesi mirliva ve ferikliğe yükseldi. 1907’de Selanik’teki III. Ordu kumandan muavinliğine tayin olundu. Meşrutiyet’ten sonra rütbelerin tasfiyesi kanunu mucibince, rütbesi mirlivalığa indirildi. 1911’de Gelibolu’daki 5. Fırka (Tümen) kumandanı ve Çanakkale Savaşı’nda kolordu kumandanı oldu. Kurmay Yarbay Mustafa Kemal Bey’in 19. Fırkası, bu kolordunun 3 tümeninden birini teşkil ediyordu.
Çanakkale Savaşı’nda Esat Paşa’nın adı dünyaca tanındı. Bu savaştaki başarılarından dolayı rütbesi tekrar ferikliğe (korgeneralliğe) yükseltildi. Çanakkale Savaşı’ndan sonra 1. Ordu kumandanı olarak İstanbul’a geldi. Askeri Mektepler Umum Müfettişi, II. Ordu Kumandanı, 1920’de Salih Paşa kabinesinde iki hafta kadar Bahriye Nazın oldu. İsteğiyle emekliye ayrıldı. İki defa vazifeyle Yunanistan’a gönderildi. 2 Kasım 1952’de 90 yaşında öldü ve Karacaahmet mezarlığına defnedildi.
Son devrin değerli askerlerinden Vehib Paşa (1877-1940), Esat Paşa’nın kardeşidir.
Esat Paşa, Harbiye’ de okunmak üzere telif ve tercüme ettiği matematik ve geometri üzerinde 4 basılı eserin sahibidir. Bunlardan çok daha önemli olarak, askeri hatıralarını gayet etraflı şekilde kaleme almıştır. Birinci Dünya Savaşı ve ondan önceki devre için orijinal bilgi veren bu hatıraların mahdut bir kısmı Hayat Mecmuasında neşredilmiştir. Tamamı henüz basılmamıştır ve yeğeni Kazım Taşkent’in elindedir. [1]
Bir fikir vermek için, bu hatıraların Çanakkale Savaşları’na ait bir bölümünü, Çanakkale Deniz Zaferi’nin 107’ci yıldönümünde sunuyoruz.
—***—
ÇANAKKALE’DE TÜRK ORDUSU
Türk ordusu birbirinden çok uzak, kuvvet kaydırması imkânsız ve ikmal yollan olmayan cephelerde çarpışıyordu. Türk Başkomutan Vekili Enver Paşa’nın mevsim ve zamanını seçemediği için Sarıkamış taarruzu başarıya ulaşamamıştı. Zamanında uygulanamayan bu saldın buradaki 3’üncü Türk ordusunun yarısının elden çıkmasına sebep olmuştu.
Güneyde de Kanal harekâtı, bütün çabalara rağmen gerektiği kadar malzeme olmadığından başarısızlıkla sonuçlandı. Petrolün ilerdeki rolünü çok iyi takdir eden İngilizler, Hindistan’ da meydana getirdiği birliklerle Irak cephesinde ilerliyor, para ile satın aldıkları Arap aşiretlerinden de yardım görüyorlardı.
Başkomutanlık 23 Temmuz 1914’te yayınladığı emirde yeni ordu kuruluşunu bildiriyor, ordu müfettişlerini kaldırıyordu, emirde: ” … Başkomutanlığa bağlı savaşa hazır birlikler, Birinci, İkinci, Üçüncü ordularla Karadeniz ve Çanakkale Boğazı müstahkem bölge komutanları ve donanma komutanlığıdır. Mareşal Liman von Sanders Paşa, komutasındaki Birinci Ordu, İstanbul’ da, Birinci Müstakil Süvari Tugayı, 1’inci, 2’nci, 3’üncü, 6’ncı Kolordular ile Ağır Seri Obüs Taburu, Edime’ deki 8’inci Ağır Topçu, Edirne’de kalesinden kurulu olarak bulunacaktır.” diyordu. Başkomutanlık 24 Temmuzdaki emriyle de 3’üncü Kolorduyu doğrudan doğruya kendine bağlıyordu. 1’inci, 5’inci, 6’ncı Kolordular İstanbul’da, 2’nci Kolordu Trakya, 4’üncü Kolordu da Bandırma ve Balıkesir bölgesinde idi.
Ufukların kararması üzerine Tekirdağ’da bulunan 3’üncü Kolordunun Gelibolu’ya, Çanakkale çıkarmalarına karşı görev alması kararlaştırılmıştı. Kolordunun komutanı Balkan Savaşı’nda, Yanya’da savunması ile ün almış olan Tuğgeneral Esat (Bülkat) Paşa bulunmakta idi. Kolordu Kurmaybaşkanı olarak Kurmay Yb. Fahrettin (Altay) görev almıştı.
3’üncü Kolordu, 7′ ve 19’uncu Tümenlerle bağlı birliklerden kurulu olup, 19’uncu Tümenin başında Kurmay Yarbay Mustafa Kemal (Atatürk), Kurmaybaşkanı İzzettin (Çalışlar) görev almıştı.
Savaş bulutlan Türkiye üzerinde görüldüğü zaman, Çanakkale bölgesinde yalnız 9’uncu Tümen ve Jandarma birlikleri bulunmaktaydı. Savaşın ilanından sonra önce 7’nci Tümen ile Kolordu Karargâhı gelmiş, daha sonra 19’uncu Tümen bölgeye getirtilmişti.
Müttefik donanmasının saldırısı başladığı zaman, Gelibolu Yarımadası’nın Bolayır’dan Anafartalar’a Ağıldere’ye kadar olan kısmı, 3’üncü Kolordu tarafından tutulmuştu. 7’nci Tümen Kavaksuyu’ndan Deliyani limanına kadar olan bölgede görev almıştı. Onun güneyinde iki jandarma taburu yerleştirilmişti. Mustafa Kemal’in 19’uncu Tümeni, beklenen bir çıkarmaya karşı ihtiyatta tutulmuştu.
Yarımadanın güney kısmı müstahkem mevki komutanı Cevat (Çobanlı) Paşa‘nın emrinde 9’uncu Tümen tarafından tutuluyordu. Anadolu yakasında ise müstahkem mevki emrinde jandarma birlikleri ile 64’üncü Alay yer almıştı.
Düşman donanma ateşiyle Boğaz girişindeki tahkimat ve topçu mevzilerinin tahribi, Başkomutanlığı uyarmış oluyordu. İlk iş olarak 2’nci Kolordunun 5’inci Tümeni Saros kuzeyine, Yeniköy’e ve 4’üncü Kolordunun 11’inci Tümeni, Ezine’ye getirildiği gibi, 9’uncu Tümen de Gelibolu Yarımadası’nda bir savunma savaşı verecek olan 3’üncü Kolordunun emrine verildi.
ÇANAKKALE MÜSTAHKEM MEVKİİ
Savaşın kara bulutlan ufukta görünmeden önce müstahkem mevki, üç alaylı bir topçu tugayı ile istihkâm ve muharebe bölükleri, telsiz telgraf, torpil döşeme birlikleri ile istihkâm inşaat taburundan kurulu idi. Tahkimat eski usulde, taş ve toprak kazı ve dolgudan ibaretti. Almanya’dan gelen bir uzmanlar kurulu, kendi görüş ve bilgilerine dayanarak, eski topları atmak, bir kısmının yerlerini değiştirmek, uzun ateş menzili olan toplarla Boğaz girişini pekleştirmek, torpil hatları yerine, torpido bataryaları kurma yolunda çalışmalara girişmişlerdi. Fakat bu çalışma uzun bir zamana ihtiyaç gösteriyordu.
Bir kısım topların yerinden alınması ile 32 batarya, 22’ye inmiş, müstahkem mevkiinin ateş gücü zayıflamıştı ki, tam bu sırada seferberlik ilan edilmek ve bir savaşa hazır olmak durumu ile karşılaşıldı.
Daha sonra olaylar, en çok atış mesafesi 16 kilometre olan adi ateşli toplarla Boğaz giriş tahkimatının kuvvetlendirilmeye kalkışmanın hiç de doğru olmadığını, mayın hatlarının ise çok önemli görevler yapabileceğini ve düşman donanmasını sarsacağını gösterecekti.
Seferberlikle, Alman uzmanlarının projelerinin uygulanmasının çok zaman istemesi dolayısıyla geri bıraktırılmış, eski usule dönülerek Edirne Kalesi’nden getirtilen, donanmadan çıkarılan toplarla savunma gücünün arttırılmasına gayret edilmişti.
Ayrıca donanmadan 4 torpido bot, 2 kıyı koruma ve 1 uçak birliği verilmişti. Deniz kuvvetleri de Kilitbahir ve Çimenlik’te torpil depoları kurmuştu. Toplarından faydalanılmak üzere eski Mesudiye zırhlısı da Kepez kuzeyinde yer aldı. Gemi burada gerekirse kuma oturtularak bir direnek görevi yapacaktı. Yalnız Boğaz’a sızan İngiliz denizaltısı, bu işi engellemede gecikmedi. Zavallı Mesudiye, Boğaz sularına aldığı bir torpille gömülüverdi.
Yapılacak bir deniz saldırısına karşı ileri bir savunma topçu mevzii olarak, 15’ten 28 santim çapına kadar 19 top ile eski sistem mantelli toplardan kurulu Gelibolu Yarımadası’nda Seddilbahir, Ertuğrul bataryaları, Anadolu yakasında da Kumkale, Orhaniye tabyaları yer almıştı. Bunlar düşmanı oyalayacak ve baskınlar engelleyecekti. Giriş ateş gücü, acele olarak 6 havan ve 4 mantelli topla da pekleştirilmişti.
Kepez-Soğanlıdere hattı ile Nara-Değirmendere arasındaki bölgede Boğaz’ın iki kıyısında ise asıl mevziler ve tahkimat bulunuyordu ki, Çanakkale kuzeyinde Nara, Mecidiye; güneyinde Çimenlik, Hamidiye tabyaları ve Kepez burnu güneyinde Dardanos tabyası yer almıştı. Gelibolu Yarımadası’nda ise; Kilitbahir kuzeyinde Değirmendere, Kilitbahir güneyinde Namazgâh, Hamidiye, Mecidiye tabyaları göreve hazırdı. Bu tabyalarda en büyükleri 6 adet 35,5’luk, 13 adet 24’lük olmak üzere toplam olarak 137 top ateşe hazırdı ki, en uzunu 16.900 metreye ateş edebiliyordu. Oysa donanma daha uzaktan ateş açabilecekti. Ayrıca bölgeye sahra bataryaları da getirilmesi düşünülmüştü.
Girişi kapayacak bataryalarla, merkez tabyaları arasındaki boşluğu kapamak üzere 24 adet 15’lik obüs, 10 adet 21’lik havan, 8 adet 12’lik top konmuştu. Bunlar düşman donanmasının uzaktan serbestçe merkez tahkimatını ateş altına almasını önleyecekti.
Deniz geçitini kapamak üzere Soğanlıdere doğrusu ile Dardanos tabyası arasından Kilitbahir-Çanakkale hattına kadar 9 torpil hattı yapılmış, denizaltılar için ağlar, çok basit tel ve malzemedendi.
İngiliz ajanları seferberliğe kadar bu bölgede av vesair bahanelerle dolaşarak her şeyi öğrenmiş gibiydiler. Yalnız seferberlik ilanı üzerine yerleştirilen toplar ve getirilen birliklerle tahkimattan habersizdiler. Bu bilgilere dayanan İngiliz görüşü, kendi donanmalarının üstün ve cehennemi topçu atışına, Türk savunmasının dayanamayacağı idi.
MÜTTEFİK DONANMASININ SALDIRI PLANI
Çanakkale Boğazı’nın denizden geçilmesine İngiltere’nin sayılı deniz otoritelerinden Amiral Lord Fisher karşı koymuşsa da, 28 Ocak 1915 toplantısında kesin karar alınmıştı. İngilizler, 1907’de Amiral Dakvort‘un komutası altında Boğaz’ı geçen donanmada bulunan bir İngiliz deniz subayı anılarına şu satırları ekliyordu:
“Çok şükür şu meşum Boğaz’dan ucuz kurtulduk!“
Onlar umutlarını bizim Balkan ve Sarıkamış yenilgimize bağlamışlardı. Ama buna rağmen kara ve deniz harekâtını birleştirememeleri, General Hamilton’un 18 Mart’ta karaya çıkmayı düşünmemesi büyük hataları olacaktı.
Amiral Karden’in saldırı planı şöyleydi:
1. Önce giriş tahkimatı tahrip edilecek,
2. Merkeze kadar torpiller taranacak, buradaki tabyalar susturulacak,
3. Kepez’de olması düşünülen torpil tarlaları temizlenecek,
4. Kilitbahir ve Çanakkale istihkâmları tahrip edilecek,
5. Donanmanın Marmara’ya girişi ve Marmara’daki harekâtı ve Boğaz’ın korunması.
Boğaz’ın ilk bombardımanını 3 Kasım 1914‘te 28 savaş gemisi ile yapılmış ve bu saldırı 17 dakika sürmüştü.
13 Aralık 1914′ te de, B. II Denizaltısı Mesudiye’yi torpillemişti. 19 Şubat 1915’te Müttefik donanma, bizim topların atış menzili dışında yerleşerek girişteki bataryaları ateş altına aldı. Onlara cevap verecek uzun menzilli topumuz yoktu. Girişteki tabyalarımız tahrip edildi.
27 Şubat’ta da üç savaş gemisi, Boğaz’ dan içeri girdi. Yerleri, onlarca belli olmayan obüslerimizin ateşleri karşısında, geri çekilmek zorunda kaldılar. 18 Mart’ta, bugün donanmayla zorlamaya karar vermişlerdi. Harekâtı, taarruz planını hazırlayan Amiral Dö Robek idare edecekti. Donanma, saat 10.30′ da iki hat halinde ilerledi. Karanlık limanda donanmanın 274 modern topuna karşın biz 78 adi ateşli topla karşı koymak zorundaydık.
Amiral Dö Robek, torpil tarama gemilerini ileri sürmüştü. Bunlar denizi temizleyecek, donanma da kolayca ilerleyecekti. Kıyı bataryaları üçünü ateşi ile tahrip edince, donanmada bir şaşkınlık belirtileri başladı. Onu Fransızların Büve zırhlısının torpile çarpıp batması izledi. Arkasından İngilizlerin İnflexible ve İrresistible gemilerinin torpile çarpmaları takip etti.
Daha ileri gidilirse, donanmanın yarısından fazlasının elden çıkacağından korkan Amiral Dö Robek, saat 17.30’da çekilme emri vermek zorunda kaldı. Bu sırada dönüş manevrası yapan Ocean zırhlısı da, saat 18.00’de torpile çarptı.
Nusret mayın gemimizin cesur kaptanı Tophaneli Hakkı Bey‘in gayretiyle bir gecede, kötü hava şartlarına rağmen, Boğaz’ı mayınlayıvermişti. Yenilmez armanda, üç zırhlıyı Boğaz sularına bırakmış, Golva, Süfren, İnflexitible olmak üzere üç zırhlıyı da ağır yaralı olarak geri götürmek zorunda kalmıştı. Diğer gemilerde de insan kayıpları vardı. Yalnız Bouvet’te 600 insan sulara gömülmüştü. Bizim ise kaybımız 3 subay, 22 er şehit, 2 subay ve 59 er yaralımız vardı. Az kayıpla tarihe şan veren bir zafer kazanmıştık. Düşman ateşi bir 24’lük topumuzun tahribi ne yol açmış, yara alan toptan 2 adedi hariç, diğerleri onarılarak ertesi gün savaşa hazır olmuşlardı.
18 Mart yenilgisi, İngiliz ve Fransızlara acı bir ders vermişti. Boğaz ancak kara ve deniz kuvvetlerinin beraber düzenleyeceği plan ve harekât sonrası geçilebilirdi.
ÇANAKKALE KIYILARINDA ÇIKARMA HAREKÂTI
18 Mart yenilgisi, İtilaf Devletlerine acı bir ders vermişti. Donanmanın kara kuvvetiyle işbirliği yapmadan başarıya ulaşamayacağı kesin olarak ortaya çıkmış bulunuyordu. Mutlaka savaşı yönetecek bir kara ve deniz işbirliği karargâhının kurulması doğru olurdu.
İngiliz ve Fransızları kara ve deniz kurmay başkanlarının yaptığı toplantıda şu hedefleri kapsayan bir harekât planı hazırlanmıştı:
1. Türk savunmasını yanıltmak maksadıyla Bolayır ve Beşike kıyılarına sahte hareketler yapılacak.
2. Anadolu kıyılarına, Kumkale’ye gösteriş hareketleri.
3. Kabatepe kuzeyine, Türk kuvvetlerini dağıtma amacıyla çıkarma yapmak.
4. Seddülbahir bölgesine asıl kuvvetler çıkarılacak, Alçıtepe ele geçirildikten sonra Kilitbahir yönünde ilerlenecek.
İngilizlerin Çanakkale Boğazı’nı ele geçirmek için hazırladığı kuvvetler, 28 Mart’a kadar Mısır’da toplamaya başlamışlardı. Deniz piyade tümeni Portsait’te diğer birlikler İskenderiye’de bulunuyordu.
İlk kademede toplanan savaş gücü, 80 bine yakındı. Ve 84 gemi ile hareketleri şöyle düzenlenmişti:
Gemi | Er | Hayvan | ||
Anzak Kolordusu | 30 | 27.500 | 6.900 | (İskenderiye) |
29’uncu Tümen | 15 | 17.000 | 3.962 | (İskenderiye) |
Anzak Tugayı | 5 | 4.800 | 690 | (Mondros’ta) |
Fransız Tümeni | 22 | 16.700 | 3.550 | (İskenderiye’de) |
Deniz P. Tümeni | 12 | 10.800 | 1.369 | (Portsait’te) |
88 | 75.000 | 16.481 |
Mısır kuzeyindeki toplanan kuvvetler, miktarının öğrenilmesi, hedefini de ortaya çıkarmıştı. Müttefikler Türk kuvvetlerini Boğazlar bölgesine tutmak, Rusların işini kolaylaştırmak ve Mısır’ı korumak istiyorlardı. Toplanan kuvvetler çıkarma eğitimi yapıyor ve komutanlar, beraber çalışmanın ilerde çıkacak güçlükleri karşılama bakımından yararlanıyordu.
ÇANAKKALE VE GELİBOLU’DA TÜRK KUVVETLERİ VE İKİ TARAFIN HAZIRLIKLARI
İngiliz ve Fransızların Bozcaada ve Limni’de toplandıkları öğrenilmişti. Düşman gemileri Saros Körfezi’ndeki küçük adalar bölgesine gelerek keşifler yapıyor, Rumlarla gizli haberleşmelerle kuvvetleri öğrenmek istiyorlardı. Bunlardan birkaçı da Üçüncü Kolordu birlikleri tarafından casusluk suçu ile yakalanmıştı.
Bu devrede Boğaz kıyılarının savunması 3’üncü Kolorduya verilmişti. Bu kolordu Yanya kahramanı olarak tanınan Esat (Bülkat) Paşa’nın komutasında Tekirdağ’da seferberliğini yapmış, 8’inci Tümenini Şam’a gönderdikten sonra yeniden 19’uncu Tümeni kurmuştu. Kolordu, 24 Martta Birinci Ordu Kumandanlığından yeni kurulan 5’inci Ordu Komutanlığına gelen Liman von Sanders‘in emirlerine uyarak tümeniyle Gelibolu’ya, 19’uncu Tümeni ile de Eceabat’a gelmiş bulunuyordu.
9 Nisan, Kolordu: 7, 9, 19’uncu Tümenlerden, topçu ve bağlı birliklerden kurulmuş bulunuyordu.
7’nci Tümenin kuruluşunda 19, 20 ve 2l’inci Piyade Alayları,
9’uncu Tümenin kuruluşunda 25, 26, 27’nci Piyade Alayları,
19’uncu Tümenin kuruluşunda 57, 72, 77’nci Piyade Alayları,
görev almışlardı.
23 Nisan 1915‘te üç İngiliz uçağı, kendilerinin çıkarmayı tasarladığı bölgeye yakın olan Eceabat’ı ve oradaki birlikleri bombalıyordu. Burada dört er kaybetmiş, dokuz yaralı vermiştik. Bu bölgeye önem verilmesi gerektiğini anlayan Başkomutanlık, İstanbul’dan 3’üncü Tümen ile Beyoğlu Jandarma Alayını da 5’inci Ordu emrine vermişti. Düşmanın hareketleri hakkında çok değişik bilgiler alınıyordu. Kıbns’ta toplanan kuvvetlerle Mersin ve Suriye kıyılarına bir çıkarmanın da planlandığı ileri sürülüyordu. İngiliz haberalma örgütü Türk gücünü dağıtmak için elinden gelen gayreti geri bırakmıyordu.
3’üncü Kolordu, düşmanı karaya çıkarmamak, onu kıyıda bütün gücü ile yok etmek kararındaydı. Fakat ordu komutanı, Anadolu kıyılarını çıkarmaya daha elverişli görüyor, burayı kuvvetlendirmek amacı ile Başkomutanlığın gönderdiği 3’üncü Tümen ile Beyoğlu Jandarma Alayını buraya göndererek, buradaki 11’inci Tümenle beraber 15’inci Kolorduyu meydana getirdi.
Ordu komutanı, Bozcaada’nın Anadolu kıyılarına yakın olması, önemli tabyaların burada bulunmasını önce sürerek düşmanın Boğaz’ı buradan susturmak isteyeceğini hesaplıyordu.
Seddülbahir ve kuzey kıyıları ordu komutanı için ikinci derecede bir önem taşıyordu. Bu bakımdan kıyıların gözetleme ile yetinilerek kuvvetli ihtiyatların çıkarmaları karşı taarruzlarla atacak bir savunma düzeninde tertiplenmesini istiyordu.
İngilizler ise, hiç de ordu komutanı gibi düşünmüyorlardı. Onların görüşüne göre Anadolu kıyıları fazla dağlık, kıyıda bataklıklar vardı. Bu bakımdan Gelibolu’da Seddülbahir bölgesinin çıkarma yerleri yeterince müsaitti. Ayrıca bu bölgede Kabatepe, Arıburnu, Suvla, Saros gibi diğer çıkarmaya oldukça elverişli bölgeler de bulunuyordu.
İngiliz ve Fransız Kuvvetleri Komutanı Hamilton, bölgeyi uzun uzun etüt ettikten ve bir kurmay çalışmasından sonra asıl kuvvetleri Seddülbahir’e yani yarımadanın ucuna çıkarmak istiyordu. Ayrıca Kabatepe kuzeyine çıkaracağı kuvvetlerle Türkleri buraya çekmek isteyecekti.
Fransızlar ise bu görüşe katılmıyordu. Onlar Boğaz’ı daha gerilerden dolaşarak çökertmek davasında idiler. Fransız generaline göre, Edremit kıyılarına çıkılarak Balıkesir-Bandırma yönünden gelişecek bir taarruzun daha doğru olacağı ve bu bölgedeki azınlıklardan da faydalanılacağı kanısı idi.
Bu çok kuvvet isteyen bir plandı. Fransız Genelkurmayı da bu düşünceye yanaşmamış, Beşike limanına bir çıkarma yapmayı daha uygun bulmuştu.
Bu hazırlıklar Balkanlara da umut aşılamaktaydı. Sırplar Avusturyalılara karşı bir direnme gücü kazanacaklarını düşünürken, Yunanlılar İzmir’i ele geçirmek hevesiyle bir tümenle donanmalarını İngilizlerin emrine vermek istiyordu. Fakat Bulgarlar Balkan Savaşı sonu kendilerine oynanan oyunu çok iyi bildikleri için, kendilerini kazanmak isteyen İtilaf Devletlerine yanaşmıyordu. Ruslar da Sırplara duyduğu sempatiyi, Boğazlara el atma korkusuyla Bulgarlardan esirgiyordu. İtilaf Devletleri harcadıkları çaba sonu, Adriyatik kıyılarını vadederek İtalya’yı Avusturya ve Almanlardan koparmışlardı.
Ruslar Müttefiklerinin gözlerini Boğazlara bir an önce çevirmek için 28 ve 29 Mart’ta Karadeniz Boğaz’ı tahkimatını bombardıman ettirmişlerdi. Odesa’da bir kolordu hazırladıkları halde Yavuz’dan çekinerek bir çıkarmaya girişemiyorlardı. Rus amirali Eberhart, İtilaf Devletleri donanması, Çanakkale’yi geçip Marmara’ya girildiği zamanı çıkarma için uygun bir zaman olarak bildiriyordu. [2]
DİPNOTLAR
[1] Esat Paşa’nın Çanakkale Savaşı Hatıraları, Yayına Hazırlayanlar: İhsan ILGAR-Nurer UĞURLU, Örgün Yayınevi, İstanbul, 2004, s. 5-6
[2] A. g. e., s. 29-41
You may like
TÜRK İSTİKLAL MÜCADELESİNİN BAŞLANGICI: 19 MAYIS 1919’DA MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN SAMSUN’A ÇIKIŞI
ÇANAKKALE DENİZ ZAFERİNİN 107. YILDÖNÜMÜ
İSTİKLÂL MARŞI’NIN YAZILIŞI ve MİLLÎ MARŞ OLARAK KABULÜ
429, 430 ve 431 SAYILI İNKILAP KANUNLARININ KABULÜNÜN (03.03.1924-03.03.2022) 98.YILDÖNÜMÜ
REİSİCUMHUR GAZİ MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN KASTAMONU/İNEBOLU GEZİSİ VE İNEBOLU TÜRK OCAĞI’NDA YAPTIĞI KONUŞMA
REİSİCUMHUR GAZİ MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN MUALLİMLER BİRLİĞİ KONGRESİ’NE KATILAN TEMSİLCİLERE YAPTIĞI KONUŞMA
Türk İstiklâl Mücadelesi
Saltanatın Kaldırılmasına Dair Türkiye Büyük Millet Meclisinin Genel Kurul Kararı
Published
3 hafta agoon
Kasım 17, 2024By
drkemalkocak(1 Kasım 1922)
Sadrazam Tevfik Paşa 17 Ekim 1922’de Mustafa Kemal Paşa’ya çektiği telgrafta [1], Büyük Zafer’i saltanat makamı ile Babıâli’ye varlığını sürdürecek bir unsur olarak görmüş, hatta Barış Konferansı’nda İstanbul Hükûmetinin yanında yer almak suretiyle Ankara’nın son vazifesini yapmasını bekler vaziyette bulunmuştur. Mustafa Kemal Paşa, Tevfik Paşa’nın telgrafına cevap olmak üzere TBMM’nin İstanbul’daki siyasî temsilcisi Hamit Bey’e Bursa’dan çektiği 18 Ekim 1922 tarihli telgrafta [2], “…Teşkilât-ı Esasiye Kanunu ile şekil ve mahiyeti taayyün eden Türkiye Devletinin tarihi teessüsünden beri Türkiye mukadderatına vaziülyet ve bundan mes’ul yalnız ve ancak Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükumeti olduğu”nu belirtmiş, aynı kanun gereğince Türkiye’yi konferansta TBMM Hükûmeti’nin temsil edeceğini bildirmiştir. Hamit Bey, Gazi Paşa’nın talimatı doğrultusunda Tevfik Paşa’ya tebligatta bulunmasına rağmen sonuç elde edememiştir.
27 Ekim 1922’de İngiliz, Fransız, İtalyan temsilcileri ayrı ayrı verdikleri şifahi notalarla İstanbul ve Ankara Hükûmetlerini aynı anda, 13 Kasım 1922’ de İsviçre’nin Lozan şehrinde yapılacak konferansa davet ettiler. 23 Ekim’de Ankara bu daveti kabul ettiğini bildirmiş, 29 Ekim’de Tevfik Paşa tarafından TBMM Başkanlığına çekilen telgrafta[3], birlikte katılma teklifinde bulunulmuştur.
Mustafa Kemal Paşa, Barış Konferansı’nda ikiliği ortadan kaldırmak için saltanatın hemen kaldırılması doğrultusunda kararını vermiştir. Bu konuda Rauf Bey ile Kâzım Karabekir Paşa’dan kararının uygun olduğuna dair meclis kürsüsünde konuşma yapmalarını istemiştir. Bu istek kabul görmüş, hatta Rauf Bey daha ileri giderek bu günün bayram ilân edilmesini teklif etmiştir.
Sadrazam Tevfik Paşa’nın barış konferansına birlikte katılma teklifi TBMM’de büyük tepki ile karşılanmıştır. Bu konu, 30 Ekim 1922 tarihindeki birleşimde görüşülmüştür. Vahideddin’in ve Hükûmetlerinin Millî Mücadeledeki karşı icraatları açıklanarak saltanat makamını suçlayan konuşmalar yapılmıştır. Bu sebeple kimi mebuslar İstanbul Hükûmetinin konferansa katılma haklarının bulunmadığını ifade ederken, kimileri de İstanbul Hükûmetinin yok sayılmasını ve hatta saltanatın kaldırılmasını istemişlerdir. Aynı birleşimde saltanatın kaldırılmasına dair Dr. Rıza Nur ve arkadaşlarınca verilen 81 imzalı altı maddelik önerge [4] Meclis Başkanlığına sunulmuş, 131 kabul, 2 ret, 3 çekimser oya karşılık çoğunluk sağlanamadığından işlem tamamlanamamış ve 1 Kasım Çarşamba günü tekrar oylama yapılmak üzere oturuma son verilmiştir. TBMM’nin çalışmalarına ara verdiği 31 Ekim Salı günü Müdafaa-i Hukuk Grubu toplantısında Mustafa Kemal Paşa, saltanatın kaldırılmasının mecburi olduğuna dair açıklamada bulunmuştur. 1 Kasım Çarşamba günkü 130. birleşimin birinci oturumunda konu tekrar gündeme getirilmiştir.
Dr. Rıza Nur ve arkadaşları önergelerinin altıncı maddesine yönelik değişiklik teklifinde bulundular[5]. Teklifte, hilâfetin Türklere, özellikle Osmanlı hanedanına ait olduğu kabul edilmiş ve halifenin ne şekilde, kim tarafından belirleneceğine açıklık getirilmiştir. İkinci Grup liderlerinden Hüseyin Avni (Ulaş) Bey ve arkadaşlarınca verilen 26 imzalı iki maddelik bir önergede[6], İstanbul Hükûmetinin 16 Mart 1920’den itibaren tarihe karıştığı belirtilmiş olmasına rağmen saltanatın kaldırılmasına yönelik herhangi bir açıklamada bulunulmamıştır. Bu önerge sadece İstanbul Hükûmeti’ni hedef almıştır. Mustafa Kemal Paşa her iki teklif üzerinde yapmış olduğu uzunca konuşmasında hilâfetle saltanatın birbirinden ayrılabileceğini, tarihten örnekler vererek açıklamış neticede söz konusu tekliflerin Şer’iye, Adliye ve Kanun-ı Esasi encümenlerinden meydana gelen ortak komisyona havalesi kabul olunarak birinci oturuma son verilmiştir.
Teklifler, ortak komisyonda görüşülürken, durumu yakından takip eden Mustafa Kemal Paşa, toplantı odasına girerek komisyona hitaben bir konuşma yapmıştır. Konuşmasında; hâkimiyet ve saltanatın kuvvet ve kudretle alınabileceğini, milletin ayaklanarak zaten bunları elde ettiğini, yapılacak işin fiili durumu resmîleştirmekten ibaret bulunduğunu, aksi takdirde bazı kafaların kesileceğini ifade etmiştir. Bu konuşmayla aydınlanan komisyon üyeleri, bu görüşler doğrultusunda bir karar tasarısı metni hazırlayıp meclis başkanlığına sunmuşlardır.
TBMM Genel Kurulunun 130. birleşiminin ikinci oturumunda ittifakla kabul edilen iki maddelik “TBMM’nin Hukuk-ı Hâkimiyet ve Hükümranının Mümessil-i Hakikisi Olduğuna Dair Hey’et-i Umumiye Kararı”na [7] göre; saltanatla hilâfet birbirinden ayrılmış, saltanat kaldırılmış, hilâfetin varlığı korunmuş, hilâfet makamının Osmanlı hanedanına ait olduğu, ilim ve ahlâk bakımlarından hanedanın en iyi ve en olgun mensubunun bu makama TBMM tarafından seçileceği belirtilmiştir. Aynı kararda İstanbul Hükûmetinin varlığına son verilmiştir.
Türkiye Büyük Millet Meclisinin Hukuk-ı Hâkimiyet ve Hükümranının Mümessil-i Hakikisi Olduğuna Dair Hey’et-i Umumiye Kararı
Numara: 308
Birkaç asırdır Saray ve Bab-ı Âlinin cehâlet ve sefâhati yüzünden devlet azim felâketler içinde müthiş bir surette çalkandıktan sonra nihayet tarihe intikal etmiş bulunduğu bir anda, Osmanlı İmparatorluğunun müessisi ve sahib-i hakikisi olan Türk milleti, Anadolu’da hem harici düşmanlarına karşı kıyam etmiş hem de o düşmanlarla birleşip millet aleyhine harekete gelmiş olan Saray ve Bab-ı Âli aleyhine mücâhedeye atılarak Türkiye’de Büyük Millet Meclisi ve onun Hükûmeti ve ordularını bitteşkil harici düşmanlar, Saray ve Bab-ı Âli ile fiilen ve müsellahan ve malum müşkilât-ı şedide ve mahrumiyet-i elime içinde cidâle girişmiş, bugünkü halâs gününe vasıl olmuştur.
Türk milleti, Saray ve Bab-ı Âlinin hıyanetini gördüğü zaman Teşkilât-ı Esasiye Kanununu ısdar ederek onun birinci maddesiyle hâkimiyeti padişahtan alıp bizzat millete ve ikinci maddesiyle icrai ve teşri kuvvetleri onun yed-i kudretine vermiştir. Yedinci madde ile de harp ilânı, sulh akdi gibi bütün hukuk-ı hükümraniyi milletin nefsinde cem eylemiştir.
Binaenaleyh; o zamandan beri eski Osmanlı İmparatorluğu tarihe intikal edip yerine yeni ve milli bir Türkiye devleti, yine o zamandan beri padişahlık merfu olup yerine Türkiye Büyük Millet Meclisi kaim olmuştur. Yani bugün İstanbul’da bulunan heyet mevcudiyetini usulen himaye edecek hiçbir meşru ve gayr-i meşru ecnebi kuvvete ve müzâheret-i milliyeye malik olmayıp bir zıll-ı zâil halindedir. Millet, şahsi hükümranlık ve saray halkı ve etrafının sefâhati esası üzerine müessis bir saltanat yerine, asıl halk kitlesinin ve köylünün hukukunu himaye ve saadetini tekeffül eden bir halk Hükûmeti idaresi tesis ve vaz’edilmiştir.
Hal böyle iken İstanbul’da düşmanlarla teşrik-i mesâi etmiş olanların elan hukuk-ı hilâfet ve saltanat ve hukuk-ı hanedandan bahs eylemelerini görmekle müstekreh-i hayret bulunuyoruz. Tevfik Paşanın telgrafı kadar garip ve acayip ve hilâf-ı mavaka’ı bir vesika tarihte nadir görülmüştür. Binaenaleyh Türkiye Büyük Millet Meclisi bervechi ati mevadı neşr ve ilâna karar vermiştir:
1-Teşkilât-ı Esasiye Kanunuyla Türkiye halkı, hukuk-ı hâkimiyet ve hükümranisini mümessil-i hakikisi olan Türkiye Büyük Millet Meclisinin şahsiyet-i maneviyesinde gayr-i kabili terk ve tecezzi ve ferağ olmak üzere temsile ve bilfiil istimale ve irade-i milliyeye istinad etmeyen hiçbir kuvvet ve heyeti tanımamağa karar verdiği cihetle Misak-ı Milli hudutları dâhilinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmetinden başka şekl-i Hükûmeti tanımaz. Binaenaleyh Türkiye halkı, hâkimiyet-i şahsiyeye müstenid olan İstanbul’daki şekl-i Hükûmeti 16 Mart 1336’dan itibaren ve ebediyen tarihe müntakil addeylemiştir.
2-Hilâfet; Hanedan-ı Âli Osman’a ait olup halifeliğe Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından bu Hanedanın ilmen ve ahlâken erşed ve eslâh olanı intihap olunur. Türkiye devleti makam-ı hilâfetin istinatgâhıdır.
1-2 Teşrinisani 1338 [1-2 Kasım 1922]
DİP NOTLAR
[1] T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, 30.10. 1338, Devre: 1, Cilt: 24, İçtima Senesi: 3, s. 269; Kemal Atatürk, Nutuk Cilt: III Vesikalar, Vesika: 260, MEB Devlet Kitapları, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1982, s.1236-1237
[2] Kemal Atatürk, Nutuk Cilt: III Vesikalar, Vesika: 262, MEB Devlet Kitapları, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1982, s.1237
[3] T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, 30.10. 1338, Devre: 1, Cilt: 24, İçtima Senesi: 3, s. 270; Kemal Atatürk, Nutuk Cilt: III Vesikalar, Vesika: 263, MEB Devlet Kitapları, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1982,s.1238-1239
[4] T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, 30.10. 1338, Devre: 1, Cilt: 24, İçtima Senesi: 3, s. 292-293
[5] T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, 1.11. 1338, Devre: 1, Cilt: 24, İçtima Senesi: 3, s. 304
[6] T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, 1.11. 1338, Devre: 1, Cilt: 24, İçtima Senesi: 3, s. 304-305
[7] T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, 1.11. 1338, Devre: 1, Cilt: 24, İçtima Senesi: 3, s. 313-314; Büyük Millet Meclisi Kavanin Mecmuası, Cilt:1, s. 487-488; Bekir Sıtkı Yalçın-İsmet Gönülal, Atatürk İnkılâbı Kanunlar-Kararlar Tamimler-Bildiriler Belgeler-Gerekçe ve Tutanaklarıyla- Kültür ve Turizm Bakanlığı, Ankara 1984, s. 286-288
Türk İstiklâl Mücadelesi
Mustafa Kemal Paşa’nın Neue Freie Presse Muhabirine Cumhuriyet Hakkında Beyanatı [Demeci]
Published
1 ay agoon
Ekim 26, 2024By
drkemalkocak(22 Eylül 1923)
Giriş
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Gazi Mustafa Kemal [ATATÜRK] önderliğinde gerçekleştirilen Türk İstiklal Harbi/Milli Mücadele’den sonra kurulmuştur. Türk Milletinin bağımsızlığını kazanmasından sonra Gazi, zaman zaman yurt gezilerine çıkmıştır. Bu gezilerinde, Millî Mücadele sırasında düşmana karşı omuz omuza birlikte mücadele ettiği milleti ile daha yakından temas kurma imkânına kavuşmuştur. Gezilerinden, uzun süren harplerden yeni çıkmış olan halka moral vermiş, yeni kurulan “Türk Milletinin/Milli Kültürümüzün” muasır medeniyetler seviyesine ulaşması için yapılması gerekenler hakkında, kulluk/kölelikten kurtularak hürriyetine kavuşan vatandaşları bilgilendirmiş, yapılan inkılâpların uygulanışını görmüş ve yapılacak inkılâplarla hakkında kamuoyu oluşturmuştur. İhtiyaç duyduğu kamuoyu desteğini sağladığına kanaat getirdikten sonra, yapmak istediği inkılâpları Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sunmuş ve uygulamaya/hayata geçirmiştir.
Bu sebeple Gazi’nin yurt gezileri yanında yabancı asker ve siyasi temsilciler ve gazetecilerle temas ve görüşmeleri, genellikle önemli siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel değişim ve gelişmelerin yaşandığı/yaşanacağı günlerin öncesi veya sonrasında gerçekleşmiş olması bakımından anlamlıdır. Bu kapsamda, Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın Nöye Fraye Prese [Neue Freie Presse] adındaki Avusturya gazetesi muhabirine verdiği “Cumhuriyetin ilanını öngören” demeç, Osmanlı Türkçesi ile yayımlandığı [Hâkimiyet-i Milliye, 27 Eylül 1923, No: 926, s. 1, sütun: 1-3]’ten çevrim yazı olarak aşağıda sunulmuştur.
***
Büyük Millet Meclisi Reisi Başkumandan Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’nin Viyana’da münteşir [yayımlanan] “Nöye Fraye Prese” [Neue Freie Presse] namındaki Avusturya gazetesine vaki beyanatının asıl metni.
Ankara, 26 [Eylül 1923], (A. A.) – İki üç günden beri Ankara ve İstanbul gazetelerinde Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’ne atfedilen beyanat, salahiyettar olmayan zevat tarafından neşredilmiştir [yayımlanmıştır]. Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’nin şehrimizde bulunan Nöye Fraye Prese Muhabiri Mösyö Jozef Hans Lazar’a vaki olan beyanatı aynen ber-vech-i atidir [aşağıdadır]:
Muharririn [yazarın], Türkiye Teşkilatı Esasiye Kanunu’ndaki müstakbel tadilatın [gelecekteki değişikliğin] ne olacağı hakkındaki sualine [sorusuna] Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri şu suretle cevap vermiştir:
–Yeni Türkiye Teşkilatı Esasiye Kanunu’nun ilk maddelerini size tekrar edeceğim:
“Hâkimiyet bila kaydu şart [kayıtsız şartsız] milletindir. İcra kudreti, teşri kudreti [kanun yapma] salahiyeti, milletin yegâne hakiki mümessili [temsilcisi] olan Meclis’te tecelli etmiş ve toplanmıştır.“
Bu iki maddeyi bir kelimede hülasa etmek kabildir [özetlemek mümkündür]: “Cumhuriyet“.
Yeni Türkiye’nin umur-ı teceddüdü [yenileşme işi] daha nihayet bulmamıştır. Ancak yolun sonuna kadar gidilmelidir. Harpten sonra Türk Teşkilatı Esasiye’sinin inkişafı [gelişmesi] henüz kati bir şekil almış addedilemez [sayılamaz]. Tadilat [değişiklikler] ve tashihat [düzeltmeler] yapmak ve daha mükemmel bir hale getirmek elzemdir. İkmaline [tamamlanmasına] başlanan bu iş henüz bitmemiştir. Kısa bir zaman zarfında Türkiye’nin bugün fiilen almış bulunduğu şekil kanunen de tespit edilecektir. Yakın bir atide [gelecekte] bu meseleye ait hükûmet teklifatı [teklifleri] Meclis’e arz edilecektir. Bu teklifatın [tekliflerin] bütün mevadı [maddeleri] Teşkilatı Esasiye Kanunu’nun inkişaf [gelişme] ve ikmaline [tamamlanmasına] ait bulunacaktır.
Bütün Avrupa ve Amerika’daki cumhuriyetler nasıl esas itibariyle yekdiğerinden ayrı değilse ve aralarındaki fark nasıl yalnız şekle ait bulunuyorsa, Türkiye’nin da bu cumhuriyetlerden farkı sırf bir şekil meselesidir. Diğer cumhuriyet usulüyle idare edilen memleketlerde olduğu gibi bizim de hâkimiyete malik [sahip] bir parlamentomuz vardır. Yalnız bizde Büyük Millet Meclisi hem teşri [kanun yapma] hem de icrai salahiyete maliktir [icra salahiyetine sahiptir]. Başka yerde olduğu gibi, bizde de vekiller kendi vekâletlerine ait işlerden mesuldürler. Başka yerlerde yeni Türkiye devleti icra vekillerinin Millet Meclisi elinde bir oyuncak olduğu zannediliyor; bu, hatadır. Vekillerin mesuliyetine ve vazifesine ait meselede, Teşkilatı Esasiye Kanunu’nda yapılacak tadilat ile [değişikliklerle] tespit edilmiş olacaktır. Netice itibariyle reisicumhurdan, reisi hükûmetten [hükûmet reisinden] ve mesul vekillerden müteşekkil bir hükûmet teşkil edeceğiz.
Yeni Türkiye’nin payitahtı meselesine gelince, bunun cevabı kendiliğinden zahir olur [ortaya çıkar]: Ankara, Türkiye Cumhuriyeti’nin payitahtıdır.
S[ual] – Avrupa’da, Türkiye’nin Avrupa’ya ve Garplılığa [Batılılığa] husumeti [düşmanlığı] bulunduğu fikri vardır. Türk matbuatında da bu nokta hakkında bir münakaşa açılmıştı. Bu münakaşada Garplılık müdafaa ediliyor veya aleyhinde bulunuluyordu. Bu hususta ne düşünülüyor?
C[evap] – Asırlardan beri düşmanlarımız Avrupa akvamı [milletleri] arasında Türklere karşı kin ve husumet [düşmanlık] fikirleri telkin etmişlerdir. Garp zihinlerine yerleşmiş olan bu fikirler, hususi [özel] bir zihniyet vücuda getirmişlerdir. Bu zihniyet hala her şeye ve bütün hadisata [hadiselere] rağmen mevcuttur. Ve Avrupa’da hala Türk’ün her türlü terakkiye [ilerlemeye] hasım [düşman] bir adam olduğu, manen ve fikren inkişafa [gelişmeye] gayr-i müstaid [kabiliyetsiz] bir adam olduğu zannedilmektedir. Bu, azim [büyük] bir hatadır. Cevabımı basitleştirmek için size şu misali serdedeceğim [vereceğim]: Farz ediniz ki, karşınızda iki adam var; bunlardan biri zengin ve emrine her türlü vesait muhya [vasıtalar hazır], diğeri de fakir ve elinde hiçbir vasıta mevcut değil. Bu vesait fıkdanından [vasıta yokluğundan] başka ikincinin manevi ruhu da diğerinden hiç farkı ve maduniyeti [geriliği] yoktur. İşte Avrupa ile Türkiye yekdiğerine karşı bu vaziyettedir. Bizi madun [geri] olmaya mahkûm bir kavim olarak tanımakla iktifa etmemiş [yetinmemiş] olan Garp, harabiyetimizi [haraplığımızı] tacil [çabuklaştırmak] için ne yapmak lazımsa yapmıştır. Garp ve Şark [Doğu] zihinlerinde yekdiğeriyle muarız [çatışan] iki prensip mevzu bahs [söz konusu] olduğu vakit, bunun en mühim menbaını [kaynağını] bulmak için Avrupa’ya bakmalı. İşte Avrupa’da mütemadiyen [devamlı] olarak mücadele ettiğimiz bu zihniyet mevcuttur.
İmparatorluk zamanında sultanın hükûmetleri Türk milletinin Avrupa ile temasına mani olmak için ellerinden geleni yapmışlar ve milletin arzu ve iradesinden uzak ve ayrı olarak icray-ı hükûmet [hükûmet icra] etmişler ve Türk milletini terakkiden [ilerlemeden] hariç bırakmışlardır.
Biz milliyetperverler gözleri açık adamlarız. Gözlerimizi her gün daha ziyade açmakta ve gerek dâhilde ve gerek hariçte olup biteni görüyoruz. Milletimizin mütemeddin [medeni] milletlerle temasını teshil etmek [kolaylaştırmak] menafimiz [menfaatlarımız] mukteziyatındandır [gereklerindendir].
Bu temasın, münasebetlerin yeniden tesisini yalnız arzu etmekle kalmıyoruz, onları inkişaf ettirmek [geliştirmek] için her şeyi yapıyoruz. Bu tavrımız, çok açık ve tartışmasız olarak, Türklerin zenofobisi [yabancı korkusu] bulunduğu şeklindeki yanlış zannı çürütmektedir.
Matbuatla milliyetperver Türkiye’nin ecnebi [yabancı] düşmanı olduğu ilan edilirse, büyük bir hata irtikâp edilmiş [işlenmiş] ve hakikaten mevcut olan şeyin aksi iddia edilmiş olur.
İkinci noktaya gelince, yani Türk matbuatında da Garplılık [Batılılık] ve Şarklılık [Doğululuk] münakaşası açıldığına gelince, matbuat, istediği bahiste istediği veçhile [şekilde] tefsiratta [yorumlarda] bulunabilir. Matbuat, hiçbir veçhile [şekilde] tahakküm ve nüfuza tabi tutulamaz. Benim bu hususta şahsi nokta-ı nazarım [görüşüm] şudur ki, muhafazakâr olan ve bu hususta yalnız olan Tevhidi Efkâr’ın karşısında Türk matbuatının kesreti [çoğunluğu] var. Bu matbuat Garplılaşmak [Batılılaşmak] veçhesini [yönünü] müdafaa ediyor. Tevhidi Efkâr’ın fikri bizim inkişafımızın [gelişmemizin] Garp usulünde vaki olmasını tadil edemez [değiştiremez]. Onun hareketi Garp matbuatına karşı aksülamel [tepki] diye telakki [kabul] edilebilir. O Garp matbuatı ki, ekseriyeti [çoğunluğu] mukaddema [başlangıçta] bizim aleyhimizde bulunuyordu. Vaki olan tebeddülata [değişikliklere] rağmen eski metotlarını değiştirmiyorlar.
S – Lozan sulhu [barışı] hakkındaki fikr-i devletlileri [devletlilerinin fikri]?
C – Lozan sulhu heyet-i umumiyesi [bütünü] itibariyle bizi tatmin ediyor. Biz bu muahedeye [antlaşmaya] tamamıyla riayet edeceğiz. Buna rağmen şunu söylemekten kendimizi men edemeyiz ki, daha taleplerimiz vardır ve bunların kuvveden [düşünceden] fiile çıktığını ahiren [son zamanda] Avrupa akvamının [milletlerinin] zihinlerinde vaki olan Türkiye’ye müsait yeni bir temayül [eğilim] vasıtasıyla görmek istiyoruz.
Muallak mesail [meseleler] için dostane tarz-ı tasfiyeler [çözüm tarzları] bulunacağını ümit etmek istiyoruz. Uzak bir atide [gelecekte] değil yakın bir istikbalde [gelecekte] şimdiye kadar halledilemeyen mesailin [meselelerin] kati hal şekline iktiran ettiğini [kavuştuğunu] görmek istiyoruz.
[Hâkimiyet-i Milliye, 27 Eylül 1923, No: 926, s. 1, sütun: 1-3;
Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt: 16 (1924), Kaynak Yayınları, İstanbul, 2005, s. 117-119]
Türk İstiklâl Mücadelesi
Büyük Âlim Ziya Gökalp’in Vefatı
Published
1 ay agoon
Ekim 25, 2024By
drkemalkocak[25 Ekim 1924]
Giriş
Türk sosyolojisinin kurucusu ve Türk milliyetçiliğinin en önemli düşünürlerinden biri olan Ziya GÖKALP [1], “bedenimin babası Ali Rıza Efendi, hislerimin babası Namık Kemal, fikirlerimin babası ise Ziya Gökalp’tir” sözünü sarf eden Mustafa Kemal ATATÜRK’ün en fazla etkilendiği kişiler arasında yer alır.
Vefatının 100. yıldönümünde Ziya Gökalp’i minnet ve rahmetle anarım. Bu münasebetle başta Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK olmak üzere Türk milleti, vatanı ve devleti uğrunda hizmet eden bilim, kültür, sanat, devlet, asker ve siyaset adamları ile Türk Mehmetçiklerinden bu dünyadan göç edenlere rahmet, hayatta olanlara sağlık, mutluluk ve başarılar dilerim.
Hafızalarımızı tazeleyip zihin jimnastiği yapmak amacıyla GÖKALP’in vefatının ertesi günü [Hâkimiyet-i Milliye, 26 Teşrinievvel 1924, No: 1256, s. 1, sütun: 2-3]’te yayımlanan “Hamdullah Suphi [TANRIÖVER],” ve “Ziya Gökalp Büyük Âlim Ziya Gökalp’in Ziyaı” başlıklı haber metinleri Osmanlı Türkçesi’nden çevrim yazı olarak aşağıda sunulmuştur.
***
ZİYA GÖKALP
“Ne elim bir haberle dilhunuz [içimiz kan ağlıyor]. Türk milliyetperverleri bir baş, hakiki bir mürşit kaybettiler. Türkçülük mefkûresinin bir meşalesi olan bu asil zekâ, kendi izinde yürüyecek binlerce muakkip [takipçi] bıraktı. Onun Türk tarihini, Türk içtimaiyatını, Türk harsını aydınlatan tahlil ve tasnif kuvveti, asırlardır ruhumuzda biriken karanlıkları derece derece eritmişti. Geçtiği yol evvelce bir izdi, şimdi bir şehrahtır [ana yoldur]. Türk vatanı en aziz evladından birini kaybetmekle taziye edilmek lazım gelen bir felakete uğradı. Ziya Gökalp’in hatırası önünde başlarımızı eğdiğimiz bu acı dakikalarda, tesellimiz odur ki, onun ufkumuzda dalgalandırdığı manevi bayrağı yere düşürmeyecek bir gençlik; memleketin her köşesinde bu imanın mahfuziyeti [korunması] için ayakta silahlanmış duruyor.” [2]
Hamdullah Suphi [TANRIÖVER]
***
BÜYÜK ÂLİM ZİYA GÖKALP’İN ZİYAI
Diyarbakır Mebus-ı Muhteremi; çok kıymetli eserlerini Türklüğe ve gençliğe hatıra bırakarak aramızdan ebediyen ayrılmıştır
Reisicumhurumuz ve İsmet Paşa hazeratı birer telgrafla merhum müşarünileyhin [adı geçenin] ailesine teessürlerini [üzüntülerini] iblağ buyurmuşlardır [bildirmişlerdir]. Bir Ziya Gökalp Cemiyeti teşkil edilmiştir.
***
Bir müddetten beri rahatsız bulunan ve son günlerde hastalığının şiddetlenmesi dolayısıyla hastahaneye nakledilen Diyarbakır Mebusu Ziya Gökalp Bey üstadımız dün [25 Ekim 1924] sabaha karşı irtihal-i dar-ı beka [ahirete göç] eylemiş ve bu müellim [elem veren] haber şehrimizde birden bire şayi olarak [duyularak] umumi ve derin bir teessürle [keder ve üzüntüyle] karşılanmıştır.
Reisicumhur Gazi Paşa Hazretleriyle Başvekil ve Hariciye Vekili İsmet Paşa Hazretleri merhum müşarünileyhin ailesine birer taziye telgrafı çekmek suretiyle teessürlerini iblağ buyurdukları gibi hükumet tarafından lazım gelenlere cenaze merasiminin pek mutantan bir surette icrası için de emirler verilmiştir.
İstanbul’da icra edilecek olan cenaze merasiminde Türkiye Büyük Millet Meclisi namına orada bulunan İkinci Reis Vekili Şarkikarahisar Mebusu Ali Sururi Bey hazır bulunacaktır. Merhum müşarünileyhin ailesine bu devreye ait olan tahsisatın kâmilen verilmesi ve ayrıca hidmet-i vataniye [vatana hizmet] tertibinden maaş tahsisi takarrür etmiştir [kararlaştırılmıştır]. Müdafaa-i Milliye Vekili Kazım Paşa Hazretleri ordu namına, beyan-ı taziyet edilmesini Üçüncü Kolordu Kumandanlığına ve Maarif Vekili Vasıf Bey Efendi de cenaze merasiminin icra edildiği gün bütün mekteplerin kapatılmasını ve bilumum muallimlerle talebelerin merasime iştirak etmelerini İstanbul’daki memurin-i aidesine emreylemişlerdir.
Vasıf Bey Efendi merhumun ailesine çektikleri telgrafta; kendisiyle beraber bilumum muallimlerin muhtaç-ı taziye ve teselliye bir halde olduklarını ve merhumun hatırasının gençlik için kuvvetli bir menba-ı ilham [ilham kaynağı] olacağını ve bir arzuları varsa muhatap olmak istediğini bildirmiş ve ayrıca Muallimler Birliği, Türk Ocakları Heyet-i Merkeziyelerince telgrafla beyan-ı tessesür ve arz-ı taziyet olunmuştur.
Dün gece Ankara’da Türkçülük Cereyanının maruf simaları, mebuslar ve Türkçü gençler bir içtima akdederek [toplantı yaparak] bir “Ziya Gökalp Cemiyeti” tesis etmişlerdir. Cemiyetin Birinci Reisliğine Sinop Mebusu sabık Sıhhiye Vekili Doktor Ziya Nur Bey, İkinci Reisliğine Zonguldak Mebusu Ragıp beyler bil ittifak intihap edilmişlerdir [seçilmişlerdir]. Cemiyet Ziya Gökalp Beyin bütün Türk şehirlerindeki muhiplerinden ve talebesinden taazzuv edecektir [meydana gelecektir]. Cemiyetin programı ve gayesi; Ziya Gökalp Beyin kitaplarının tabı [basımı], yazılarının ve hatıralarının cemi [toplanması] ve ihtifallerinin [törenlerinin] tertibi olacaktır.
Diğer taraftan “Türk Ocakları Merkez Heyeti ve Hars Heyeti” ve “Ziya Gökalp Cemiyeti” şu suretle derin teessürlerini ve hissiyat-ı taziyetkaranelerini ifade etmektedirler:
“Türklüğe ve Türk Ocaklarına ifa ettiği layemut [ölmez] hidmetler ile kalbimizde ebediyen yaşayacak bir minnet ve şükran hatırası bırakmış olan büyük âlim ve rehber Ziya Gökalp’in vefatı dolayısıyla Türk milletine en samimi taziyetlerimizi ve memleketin umumi kederine bütün mevcudiyetimizle iştirak ettiğimizi beyan ederiz.”
Anadolu Ajansı da şu satırlarla teessürlerini bildirmektedir:
“Türk vatanı en büyük ilim adamını kaybetti. Milli Mücadelenin ruhu ve istinatgâhı olan milliyet fikirlerini neşretmek hususunda Ziya Gökalp Beyin ifa ettiği hidmetler Türk milletinin kalbinde ebedi bir minnet bırakmıştır. Anadolu Ajansı bu büyük ziya [kayıp] karşısında duyduğu derin teessürleri beyan ve Türk milletini bütün ruhuyla taziye eder [başsağlığı diler].”
Üstadın son hayatına ait ajans tarafından verilen malumat ber-vech-i atidir [aşağıdadır]:
Ajans ve matbuat mensubini [mensupları] namına üstat Ziya Gökalp Beyi 23 Teşirinievvel’de [23 Ekim 1924] ziyaret eden Anadolu Ajansının İstanbul mümessili [temsilcisi] Edhem Hidayet Bey o günkü tarihle şu telgrafı ajansa göndermiştir:
“İstanbul: 23 [Ekim 1924] (A. A.)-Ziya Gökalp Beye gittim. Çok dalgın, etrafındakileri tanıyamaz bir halde idi. Hiçbir şey söyleyemiyor ve ızdırap alameti gösteriyordu. Dünkü konsültasyon neticesinde kati olmamak üzere dimağında iltihap olduğu teşhis edildiğini ve doktorların ümitvar bulunmadığını biraderi Nihad Bey ifade etti. Kemal-i teessürle arz ederim.”
Anadolu Ajansının üstadın hastalığına ve irtihaline dair müteakip telgrafları da ber-vech-i atidir [aşağıdadır]:
İstanbul: 24 [Ekim 1924] (A. A.)-Ziya Gökalp Beyin vaziyet-i sıhhiyesine [sağlık durumuna] dair bu akşamki tabip raporu ber-vech-i atidir:
“Hastanın ahval-i umumiyesi git gide kesb-i vahamet ediyor. Hastalık süratle seyrini takip ediyor. Ziya Bey artık etrafındakileri tanımıyor. Kalp mukavemet ediyor. Hastalığın vahameti bütün kuvvetiyle bakidir.” [2]
DİP NOTLAR
[1] https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/bilgi/ziya-gokalp-1876-1924/
[2] Hâkimiyet-i Milliye, 26 Teşrinievvel 1924, No: 1256, s. 1, sütun: 2-3
Saltanatın Kaldırılmasına Dair Türkiye Büyük Millet Meclisinin Genel Kurul Kararı
Mustafa Kemal Paşa’nın Neue Freie Presse Muhabirine Cumhuriyet Hakkında Beyanatı [Demeci]
Büyük Âlim Ziya Gökalp’in Vefatı
En Çok Okunanlar
- Türkler ve Zaferleri2 yıl ago
Anafartalar Kumandanı Mustafa Kemal ile Mülakat [Görüşme] (1)
- Maarifimizde İstikamet2 yıl ago
AİLE KUCAĞINDA VATAN TERBİYESİ
- Türk Tarihi2 yıl ago
6 EKİM İSTANBUL’UN KURTULUŞ GÜNÜ
- Türk İstiklâl Mücadelesi2 yıl ago
LOZAN BARIŞ ANTLAŞMASI
- Tarihi Toplantılar2 yıl ago
İSTİKLÂL MARŞI’NIN YAZILIŞI ve MİLLÎ MARŞ OLARAK KABULÜ
- Mustafa Kemal Atatürk2 yıl ago
GAZİ MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN KONYA TÜRK OCAĞI’NDA YAPTIĞI KONUŞMA
- Maarifimizde İstikamet2 yıl ago
1998 İLKÖĞRETİM SOSYAL BİLGİLER DERSİ ÖĞRETİM PROGRAMI 6’NCI SINIF TÜRKİYE TARİHİ ÜNİTESİ AMAÇLARININ KAZANILMIŞLIK DÜZEYİ (Kastamonu Örneği)
- Türk İstiklâl Mücadelesi2 yıl ago
Mustafa Kemal Paşa’nın Sivas Kongresi’ni Açış Konuşması (4 Eylül 1919)