Türk İstiklâl Mücadelesi
Büyük Taarruz | 26 Ağustos-9 Eylül 1922

Published
3 yıl agoon
By
drkemalkocak
(26 Ağustos-9 Eylül 1922)
26 Ağustos, “Büyük Taarruz”un başlangıcının, 30 Ağustos, “Başkumandanlık Meydan Savaşı/Dumlupınar Meydan Muharebesi”nin yıldönümüdür.
“Büyük Zafer”in 103. yıldönümü Türk Milletine ve Türk-İslam Âlemi’ne kutlu olsun.Gazi Mustafa Kemal başta olmak üzere, Türk milleti, vatanı ve devletinin istiklal ve istikbali uğruna canını feda eden devlet, siyaset ve bilim adamları ile aziz şehitlerimizi minnet ve rahmetle anarım.
—***—
GAZİ BAŞKUMANDANIMIZIN MİLLETİMİZE BEYANNAMESİ [1]
Büyük, Asil Türk Milleti,
Garp cephesinde 26 Ağustos 38’den beri harekât-ı taarruziyemiz Afyonkarahisar, Altuntaş, Dumlupınar arasında büyük bir meydan muharebesi hâlinde beş gün beş gece devam etti. Türkiye Büyük Millet Meclisi ordularının şecâati, şiddeti, ser-ati tevfikat-ı Sübhaneye vesile-i tecelli oldu. Zâlim ve mağrur düşman ordusunun anâsır-ı asliyesi akıllara dehşet verecek kat’îyetle imha edildi.
Teşkilât ve teçhizat gibi an’anât ve muzafferiyet ve ismi münhasıran milletimizin şuûrundan ve ezeli ve ebedi olan imanından vücut bulan ordularımızı fedakârlıklara lâyık olarak size takdim ediyorum. En büyük kumandanından en genç neferine kadar ordularımızda hâkim olan fikir, milletin gösterdiği vazife uğrunda şehid olmaktır. Bunun muharebe meydanında yakından müşâhede ederek büyük milletime haber veriyorum.
Milletimizin bünyesindeki kudret ve mefkûreyi üç buçuk sene evvel refikay-ı mesâim ile ifade etmekten başlayarak tahammülsüz müşkülât içinde devam eden mücahedatımızın netayici tezahür ediyor. Milletin rey ve iradesine istinat eden her işin neticesi millet için hayır ve saâdet olduğu sabittir. Milletimizin istikbâli emindir ve nusret-i mev’ûdeyi ordularımızın istihsâl etmesi muhakkaktır.
1-9-38 (1338/1922) Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi Başkumandan
Mustafa Kemal
GAZİ BAŞKUMANDANIMIZIN ORDUMUZA BEYANNAMESİ [2]
Afyonkarahisar-Dumlupınar Büyük Meydan Muharebesi’nde zâlim ve mağrûr bir ordunun anâsır-ı asliyesini inanılmayacak kadar az bir zamanda imhâ eden büyük ve necip milletimizin fedakârlıklarına lâyık olduğunuzu ispat ediyorsunuz.
Sahibimiz olan büyük Türk milleti istikbâlinden emin olmaya haklıdır. Muharebe meydanındaki mahâret ve fedâkârlıklarınızı yakından müşâhede ve takip ediyorum. Milletimizin hakkınızdaki takdiratına delâlet etmek vazifemi mütevâliyen ve mütemâdiyen ifâ edeceğim.
Başkumandanlığa teklifatta bulunulmasını cephe kumandanlığına emrettim. Bütün arkadaşlarımın Anadolu’da daha başka meydan muharebeleri verileceğini nazar-ı dikkate alarak ilerlemesini ve herkesin kuvây-ı akliyesini ve menâbi’-i celâdet ve hamiyyetini müsabaka ile ind-Allah devam eylemesini talep ederim.
Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz’dir; ileri!
1-9-38 (1338/1922) Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi Başkumandan
Mustafa Kemal
—***—
Sakarya Meydan Muharebesi kazanıldıktan sonra Başkumandan Gazi Mustafa Kemal Paşa, düşmana tasarladığı son ve öldürücü darbeyi indirmek ve onu saldırmaya cüret ettiği Türk anavatanında boğup imha etmek için planlı bir faaliyete girişti. Bu faaliyetin hedefi, Türk ordusunun savaş gücünü en üst noktaya çıkarmak ve bu görevi başaracak duruma getirmekti. Tabii bu da zamana bağlı idi.
Bu arada İtilaf devletleri, bir mütareke ve arkasından da yeni barış teklifinde bulundular. Ancak barış şartları Milli Misak prensiplerine ve Türk milletinin çıkarlarına aykırı görüldüğünden kabul edilmedi. Çünkü yeni şartlar, İstanbul hükumetinin imzalamış olduğu Sevr Antlaşması’nın Türkiye lehine az çok değiştirilmiş şeklinden başkası değildi. Milli hükumet, yeni görüşmelere zemin hazırlamak için bir mütarekeyi kabul edebileceğini, bunun ilk şartının da Anadolu’nun düşman kuvvetlerinden boşaltılması olacağını ileri sürdü. İtilaf devletleri, bunu kabul etmediklerinden barış teşebbüsleri bir daha suya düştü.
Milli Misak, artık Türk süngüsü ile kabul ettirilecekti.
Başkumandanlık Kanunu, 4 Şubat 1922’de yeniden uzatılmıştı. Süresi 3 Mayıs 1922’de sona eriyordu. İkinci uzatma teklifi Meclis’te birçok tartışmalara yol açmış, sonunda kanun çıkmıştı. Mayıs ayında üçüncü uzatma müzakereleri sırasında, Meclis’te çoktan beri hazırlanmakta olan muhaliflerin şiddetli karşı koymaları yüzünden olumlu sonuç alınamadı. Ancak Mustafa Kemal’in gizli bir celsede vermiş olduğu izahat üzerine Başkumandanlık Kanunu yeniden üç ay uzatıldı. Bu konuda Temmuz ayında geçen görüşmeler sonunda ise T.B.M.M. Başkumandanlığın Gazi Mustafa Kemal Paşa’ya süresiz olarak verilmesi kabul edildi.
Sakarya Meydan Muharebesi’nden sonra, Yunan ordusunun büyük kısmı Afyonkarahisarı-Dumlupınar arasında bulunuyordu. Başka kuvvetli bir grubu da Eskişehir bölgesinde yer almıştı. Bunların arasında ise ihtiyat kuvvetleri vardı. Sağ kanadını Menderes bölgesinde bulundurduğu kuvvetlerle korumakta idi. Böylece Menderes nehrinden Marmara denizine kadar uzayan bir cephe meydana gelmişti.
Yunan ordusunun genel kuruluşu, üç kolordu ile bir takım müstakil birlikler şeklinde idi. Bu üç kolordu, 12 tümeni kapsıyordu. Müstakil birliklerin toplam üç tümeni bulunuyordu.
Garp cephesindeki Türk kuvvetleri, iki ordu halinde idi. Ayrıca cephe karargâhına bağlı birlikler vardı. Genel mevcut 18 tümendi. Bunlardan başka 3 tümenli bir süvari kolordusu ve daha az mevcutlu ayrı iki süvari alayı vardı.
Türk ordusunun birincisine Ali İhsan (Sabis) Paşa, ikincisine Yakup Şevki Paşa kumanda ediyordu. Bir süre sonra Birinci Ordu Kumandanlığına Nurettin Paşa getirildi.
Kuruluşları değişik olan Türk ve Yunan orduları kıyaslanırsa, insan ve tüfek sayısı birbirine eşit gibiydi. Yalnız Türk ordusunun süvari kuvveti daha fazla, buna karşılık Yunan ordusu top, makineli tüfek, ulaştırma araçları, cephane ve fenni malzeme bakımlarından daha üstündü. Üstelik Yunan ordusu, dünyanın serbest ve destekleyici endüstrisinin himayesine dayanıyordu.
Türk İstiklal Orduları Başkumandanı Gazi Mustafa Kemal Paşa 23 Temmuz 1922’de Garp Cephesi karargâhının bulunduğu Akşehir’e gitti. Genelkurmay Başkanı’nın da katıldığı toplantıda harekât hakkında genel bir görüşme yapıldı.
Mustafa Kemal Paşa, Konya’ya kadar gelmiş olan İngiliz Generali Tovzend ile görüşmek üzere Konya’ya gitti. 27 Temmuz’da Akşehir’e döndü. O gece yapılan görüşmelerde, bütün taarruz hazırlıklarının 15 Ağustos’a kadar tamamlanması kararlaştırıldı.
Ertesi günü, bir futbol müsabakası bahanesiyle ordu ve bir kısım kolordu kumandanları Akşehir’e davet edildiler. O gece Mustafa Kemal Paşa kendileri ile taarruz hakkında görüşüp düşüncelerini sordu. Karşılığında da kendi düşüncelerini onlara açıkladı.
Garp Cephesi Kumandanlığı, 6 Ağustos 1922 günü gizli olarak ordulara taarruz hazırlığı emrini verdi.
Mustafa Kemal Paşa, taarruz kararını verdiğini hükumet üyelerine henüz açıklamamıştı. Ankara’ya dönüşünde, onlarla bir toplantı yaparak birlikte iç ve dış durumu görüştü. Askeri durumumuz hakkında gerekli bilgileri verdi. Birlikte geçen görüşme ve konuşmalardan sonra, taarruz konusunda hükumetle mutabık kaldı.
Bu sırada muhalifler, ordunun kötü durumda bulunduğu, yerinden kıpırdayamayacak halde olduğu hakkındaki propagandalarını en son dereceye çıkarmışlardı. Bu durum, Türk ordusunun işine yaramıştı. Böylece gerçek durum ve taarruz kararının uygulanması için yapılan nihai hazırlıklar, Yunanlılardan daha kolay ve kendiliğinden gizlenmişti. Onlar da tamamen bu yanlış propagandanın etkisi altında kalmışlar ve gerekli tedbirleri almamışlardı.
Yalnız, devletin önemli ve sorumlu mevkilerinde bulunan bazı kimselerde de bu olumsuz propagandanın tesirleri görülmeye başlamıştı. Bunu ilerisi için zararlı gören Mustafa Kemal Paşa, onlarla baş başa konuşmalar yaparak ordunun gerçek durumu hakkında kendilerini ikna etti ve sonra cepheye gitti.
Kendisinden önce oraya gelmiş olan Genelkurmay Başkanı ile buluştu. Ankara’dan ayrıldığını son derece gizli tutmuştu. Bunu birkaç yakınından başka kimse bilmiyordu. Arkadaşları, kendisi Ankara’da imiş gibi hareket edeceklerdi. Gazi Paşa’nın 21 Ağustos’ta Çankaya Köşkü’nde bir çay ziyafeti vereceğini gazete ve ajanslar ilan ederlerken, kendisi 22 Ağustos 1922 günü öğleden sonra saat 16.00’da Akşehir’de Garp Cephesi karargâhında bulunuyordu.
Burada, Cephe Kumandanına 26 Ağustos 1922 sabahı düşmana taarruz edilmesi emrini verdi.
O gece Birinci ve İkinci Ordu kumandanlarını karargâhına çağırdı ve kendilerine taarruzun nasıl yapılacağını bir harp oyunu şeklinde izah etti. Bunun başarılabilmesi için, yığınağın ve tertiplerin mutlaka çok gizli olması gerekiyordu. Bu yüzden bütün hareketler gece yapılacak, birlikler gündüzleri köylerde ve ağaçlar altında dinlenecekti.
Mustafa Kemal Paşa, 24 Ağustos 1922 günü Başkumandanlık karargâhını Akşehir’den taarruz cephesinin gerisinde bulunan Şuhut kasabasına nakletti. 25 Ağustos 1922 sabahı da Şuhut’tan savaşın idare edileceği Kocatepe’nin batısında çadırlı ordugâha geçildi.

Başkumandan Gazi Mustafa Kemal Paşa, 26 Ağustos Cumartesi günü sabah saat 05.30’da yanında Genelkurmay Başkanı ve Garp Cephesi kumandanı olduğu halde Kocatepe’de idi. Bir akşam öncesinden Anadolu’nun dışarı ile her türlü yazı ve telgraf haberleşmesi kesilmiş bulunuyordu.
Türk ordusunun taarruzu şu şekilde düzenlenmişti: 12 piyade ve 3 süvari tümeninden kurulu Birinci Ordu, Akarçay-Ahırdağ bölgesinden kuzeye doğru taarruza geçecek, 2 kolordu ve 1 süvari tümeninden kurulu İkinci Ordu, cepheden düşmana tespit taarruzunda bulunacak, 3 tümenli süvari kolordusu Ahırdağ’ın doğusundan geçip düşmanın yan ve gerilerine hücum edecekti.
Diğer taraftan, düşmanın yapması yapması mümkün bütün hareketleri inceden inceye hesaplanmış bulunuyordu. Kabul edilen esas, ne olursa olsun asıl ağırlık merkezinden diğer cephelere kuvvet ayırmamaktı. Eskişehir-Akarçay arasındaki 130 km.lik cepheye 5 piyade ve 1 süvari tümeni tahsis edilmişti. Akarçay’ın batısında 14 tümen bulunduruluyordu. Ağırlık bölgesinin hemen batısında 6 tümenle taarruza geçilecek ve bu suretle genel taarruz 20 tümenle yapılmış olacaktı. Taarruz planının amacı, düşmanın sağ kanadına kesin bir darbe vurarak Ege Denizi ile bağlantısını kesmek ve böylece onu vatan toprakları içinde boğup imha etmekti. Kuvvetli ve yoğun bir topçu hazırlık ateşinden sonra, taarruz tam bir baskın şeklinde başladı ve Mehmetçiğin yiğitçe ve fedakârca hücumları ile devam etti. Daha ilk saatlerden itibaren düşmanın birçok kesimlerine nüfuz edilmişti. Taarruz, akşama kadar şiddetini hiç kaybetmeden devam etti. Düşmanın maddi ve manevi gücü, bu müthiş hücum karşısında adamakıllı sarsıldı. Akşamüstü, Afyon’un güney doğusundaki düşman sağ kanadının kilit noktaları olan Kaleciksivrisi ile Belentepe ve ayrıca büyük bir dayanak noktası olan Tınaztepe ele geçirilmiş bulunuyordu.
İkinci Ordu, Kazdağı yönünden yaptığı taarruzla düşmanı bulunduğu yere çakarak kendisinden beklenen görevi başarmıştı. Bu yüzden büyük ihtiyatlarını asıl ağırlık bölgesine sürememiş bulunuyordu. Esasen 26 Ağustos akşamına kadar cephenin her noktasından aynı şiddetle devam eden taarruzlara uğramış ve böylece asıl ağırlık noktasını sezememişti.
27 Ağustos sabahı başlayan Türk piyade taarruzu, asıl amacı açığa vurmuşsa da artık iş işten geçmiş bulunuyordu. Bu taarruzlar sonucunda, Afyon’un güneyinde 50 km ve doğusunda 25-30 km kadar uzanmış ve bir yıldır büyük bir itina ile tahkim edilmiş olan düşman mevzileri yarıldı ve Yunanlılar kuzeye doğru çekilmek zorunda kaldılar. Türk piyadesinin taarruzu ise devam etti. Bunun sonucunda, düşmanın savunma gücü kırılarak büyük kısmı Sincanlı ovasına sürüldü ve burada açıkta savaşmak zorunda bırakıldı.
Daha 25/26 Ağustos gecesi, Ahırdağ’ın güneyinden geçip düşman hatlarının sağ yan gerilerine inmiş bulunan Fahrettin (Altay) Paşa kumandasındaki Türk Süvari Kolordusu, onun batı ile bütün bağlantısını kesmiş ve tam bir çember içine alınmasını sağlamıştı. Bu suretle kuzeyden ilerleyen İkinci Ordu, düşmanın Afyon ve Eskişehir grupları arasına girmek suretiyle kuvvetlerini ikiye bölmüş oldu. Asıl kuvvetler ise kuzeyde kalanlardı.
28 Ağustos akşamına kadar bu kısım batıdan çevrilerek tamamen sarıldı. Diğerleri de 29 Ağustos akşamına kadar geçen takip ve çevirme hareketleri ile sarılmış oldu.

BAŞKUMANDANLIK MEYDAN MUHAREBESİ VE BÜYÜK ZAFER
Böylece yenilen düşman kuvvetleri 30 Ağustos günü Aslıhanlar civarında kuşatılmış bulunuyordu. Bundan sonra geçen ve Başkumandanlık Meydan Muharebesi diye anılan safha, hayatını hiçe sayarak savaşlara müdahale eden Mustafa Kemal Paşa tarafından 30 Ağustos günü Dumlupınar’da uygulandı ve parlak bir başarı ile sona erdi.
Bu harekât sonucunda, düşmanın asıl kuvvetleri çok yakın mesafeden ve iki yandan sarıldı. Adatepe ormanlarına sürüldü. Çekilme yolları, süvari kolordusu tarafından kesilmiş bulunuyordu. Düşman ordusu tamamen yok edildi. Yunan ordusu Başkumandanı Trikopis esir alındı. Dört taraftan hücuma uğrayan düşman, dar bir sahada üst üste yığılan cesetlerden kanlı öbekler bırakmış ve Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın vaat ettiği şekilde “Vatanın harim-i ismetinde” boğulmuş, buraya ayak atmaya cesaret edenler bir daha geriye dönemeden mahvolup gitmişlerdi.
Bu savaştan canını kurtarabilmiş, pek az Yunan ordusu artıkları ile daha aşağıda bulunup imhadan kurtulan birlikler, geri ve menzil teşkilatında ve işgal edilmiş yerlerde muhafaza hizmetinde bırakılmış kuvvetleri de birlikte sürükleyerek Uşak üzerinden İzmir-Çeşme yönünde kaçmaya başladılar. Bunlar, gece gündüz amansız bir şekilde takip edilip yetişildikçe kanlı çarpışmalarla batıya doğru sürülmeye başlandılar. Aynı zamanda Yunanlıların Eskişehir grubu, üçüncü kolordu ile İzmit grubunu teşkil eden tümenler tarafından mağlup ve perişan bir halde Bursa-Mudanya-Erdek hattına sürüldü. Sonra bir kısmı burada yok edildi. Bir kısmı takibe devam edilip denize döküldü.
Takip hareketi başlarken Başkumandan Gazi Mustafa Kemal Paşa ordulara hitaben şu emri yayımlamıştı:
“Türkiye Büyük Millet Meclisi orduları!
Afyonkarahisarı, Dumlupınar Meydan Muharebesinde zalim ve mağrur bir ordunun asıl unsurlarını inanılmayacak kadar bir zamanda imha ederek büyük ve necip milletimizin fedakârlıklarına layık olduğunuzu ispat ediyorsunuz. Sahibimiz olan büyük Türk milleti geleceğinden emin olmaya haklıdır. Savaş alanındaki maharet ve fedakârlıklarınızı yakından görüyor ve takip ediyorum. Milletimizin hakkınızdaki takdirlerine delalet etmek görevimi arka arkaya ve durmadan yapacağım. Başkumandanlığa tekliflerde bulunmasını cephe kumandanına emrettim. Bütün arkadaşlarımın Anadolu’da daha başka meydan muharebeleri verileceğini dikkat nazarına alarak ilerlemesini ve herkesin akıl gücünü ve celadet ve kahramanlık kaynaklarını yarışırcasına bezletmeye devamlarını dilerim.
Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir ileri!”
Kahraman Türk ordusu, bu emri eksiksiz olarak yerine getirmek için 300 km’lik bir mesafeyi 11 günde alarak Akdeniz’e varmıştır.
Gazi Mustafa Kemal Paşa diyor ki:
“Bana bizzat verilen bir telgrafta, İzmir’deki İtilaf devletleri konsoloslarına benimle müzakerelerde bulunma yetkisini verdiklerinden, hangi gün ve nerede buluşulabileceği soruluyordu. Buna verdiğim cevapta, 9 Eylül’de Nif’te buluşabileceğimizi bildirmiştim. Hakikaten ben, dediğim gün Nif’te bulundum. Fakat mülakat isteyenler orada değildi. Çünkü ordularımız İzmir rıhtımında ilk verdiğim hedefe, Akdeniz’e varmış bulunuyorlardı.”
Evet, Türk orduları 9 Eylül’de İzmir’e girmiş bulunuyor, böylece Orta Doğu’nun bu sihirli beldesi hakiki sahibine ebediyen kavuşmuş oluyordu. 200.000 kişilik Yunan ordusu bu süre içinde mahvolmuş, Anadolu’nun içinde yok edilmiş ve ancak perişan kalıntıları İzmir rıhtımlarından Türk süngüsü ile Akdeniz’e dökülmüştür.
Zafer, eksizdi. Bu zafer, 10 Eylül 1922 günü yanında Genelkurmay Başkanı Fevzi (Çakmak) Paşa bulunduğu halde, halkın coşkun gösterileri arasında İzmir’e girmiş olan Başkumandan Mustafa Kemal Paşa tarafından bir beyanname ile büyük Türk milletine ilan edilmişti.

Yine bu zafer, Milli Misak esaslarına uygun bir barışı sağlamış ve “İlelebed Payidar” olacak yeni bir Türk Devleti’nin, Türkiye Cumhuriyeti’nin doğmasına yol açmıştır.
DİPNOTLAR:
[1] Hâkimiyet-i Milliye Gazetesi, 2 Eylül 1338 (1922), No: 596, s.1, sütun:4-6; http://gazeteler.ankara.edu.tr/dergiler/milli_kutup/1541/1541_6/0094.pdf
[2] Hâkimiyet-i Milliye Gazetesi, 2 Eylül 1338 (1922), No: 596, s.1, sütun:4-6; http://gazeteler.ankara.edu.tr/dergiler/milli_kutup/1541/1541_6/0094.pdf
KAYNAKLAR:
Mithat SERTOĞLU, Alparslan’dan Atatürk’e Kadar Türk Zaferleri Ansiklopedisi, Yeni İstanbul Gazetesi yayını, (Tarihsiz), İstanbul, s.261-264
Nutuk II, Baskıya Hazırlayanlar: Doç. Dr. Birol EMİL–Melin HAS-ER, Kültür Bakanlığı Yayınları:389 Atatürk Serisi:2, İkinci Basılış Millî Eğitim Basımevi, İstanbul 1980, s.268-287
Kemal ATATÜRK, Nutuk Cilt: II 1920-1927, MEB, İstanbul 1997, s.665-680
You may like
Mudanya Mütarekesi (11 Ekim 1922)
Mustafa Kemal Paşa’nın Neue Freie Presse Muhabirine Cumhuriyet Hakkında Beyanatı [Demeci]
Mareşal Mustafa Fevzi Çakmak’ın 30 Ağustos Zaferine ve İzmir’in Kurtuluşuna Ait Hatıraları
Birinci İnönü Muharebesi (6-11 Ocak 1921)
Gazi̇ Mustafa Kemal Paşa’nın “Dumlupınar Meçhul Asker Anıtı”nın Temel Atma Töreni̇nde Yaptığı Konuşma
Dün: 19 Mayıs 1919 Türk İstiklal Mücadelesinin Başlangıcı-Bugün: 19 Mayıs 2024 Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı
Türk İstiklâl Mücadelesi
Mudanya Mütarekesi (11 Ekim 1922)

Published
6 saat agoon
Ekim 12, 2025By
drkemalkocak
Mudanya Mütarekesi, Türk milletinin 20. Yüzyılın emperyalist güçleri karşısındaki milli bir zaferidir. Türk ve Yunan ordusu arasındaki harbi sona erdirmiş olması bakımından, Türk İstiklal Harbi’nin en önemli safhalarından biridir. Mütareke, Devlet-i Aliyye-i Osmaniye’nin sonu anlamına gelen Mondros Mütarekesi’ni geçersiz kılmakla birlikte Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temelini atan Lozan Anlaşması’nın şartlarını hazırlamıştır.
Mudanya Mütarekesi’nde Türkiye’yi İsmet Paşa, İngiltere’yi General Harington (Heringtın), Fransa’yı General Charpy (Şarpi), İtalya’yı General Monbelli (Monbeli) temsil etmiştir. Yunanistan temsilcisi General Mazarakis, Mudanya’ya geldiği gemiden çıkmamış ve görüşlerini yazılı olarak bildirmiştir. Görüşmelere 3 Ekim 1922’de başlanmış, çetin pazarlıklar ve tartışmalar sonucunda 11 Ekim 1922’de Mudanya Mütarekesi imzalanmıştır.
Aşağıda, [Hâkimiyet-i Milliye, 13 Ekim 1922, No: 633, s. 1, sütun: 1-4]’te Osmanlı Türkçesi ile yayımlanan [Konferans Safahatına Dair Levhalar] başlıklı haber metni çevrim yazı olarak sunulmuştur. Görseller, metni açıklayıcı, tamamlayıcı ve destekleyici unsur olarak araştırmacı tarafından yerleştirilmiştir.
—***—
[Mudanya] Konferans Safahatına Dair Levhalar
İmza neden sabaha kadar gecikti?
Mükâleme-i memurinin getirdiği haber, yazı makinesi ile başlıyor

Mudanya: 11[Ekim 1922] (Muhabir-i mahsusamızın telgrafıdır)-Size bu telgrafımla Mudanya Konferansının imzaya müncer [hazır] olduğu geceki safahatı bildireceğim. Burada biz gazeteciler ve halk arasında pek büyük merakı mucip olan bu safahat ve bilhassa imzanın sabaha kadar uzaması herhalde Hâkimiyet karilerinde [okuyucularında] de aynı merakı uyandırmıştır. Filhakika [hakikaten] imza merasimi tam nısfı’l-leylide [gece yarısında] icra edilecekti. Fakat nısfı’l-leyli bir buçuk saat geçtiği halde müttefikin murahhasları [delegeleri] gemilerinden inmediler. Bunun üzerine bir mükâleme memuru giderek tehirin sebebini sual etmiştir. Vuku bulan mükâlemede bu tehirin Yunan murahhaslarının almış olduğu vaziyetten mütevellit bulunduğu anlaşılmıştır. Nısfı’l-leylile doğru İngiliz zırhlısında toplanmış olan üç müttefik hükumet generalleri nezdine Mazarakis ve Miralay Sarıyanis giderek imzaya karşı olan vaziyetlerini teşrih [şerh] eylemişlerdir. Yunanlıların ne vaziyet aldığı malumdur. Saat üçte General Harington karaya çıkmış ve birkaç dakika fasıla ile Fransız ve İtalyan generalleri gelmişlerdir. Bunun üzerine celse derhal küşat olunarak uzun bir protokol müsveddeleri kıraat edilmiş ve mutabık bulunduğu için tebyizine [beyaza çekilmesine] emir verilmiştir. İşte bu anda derin bir sükûtu yalnız yazı makinelerinin tıkırtıları ihlal ediyordu. Nebahat Hanım, Safvet Lütfullah beylerle daha iki zat bizim heyet-i murahhassanın protokollerini tebyiz ediyordu. İngiliz, Fransız heyetlerinden müfrez [ayrılmış] diğer beş zat da mukabil tarafın mukavelesini makineye geçiriyordu. Bu iş gecenin beşine kadar devam etti ve saat beşi çeyrek geçe teneffüs edilmek üzere celseye nihayet verildi.
Herkes memnun, mızıkalar çalıyor, hararetli musafahalar [el sıkışmalar, tokalaşmalar], bütün Mudanya ahalisi bu geceyi ayakta ve uykusuz geçirmiş ve müzakerenin olduğu binanın etrafını kesif bir halk tabakası doldurmuştur. General Harington bizzat sokak kapısına kadar inerek bandodan muhtelif havalar talep etmiş ve bütün istediği parçalar çalınınca bunları hayretler içinde dinlemiştir.
Herkes protokol müsveddelerinde mutabık kalındığını haber aldığı zaman artık imzanın merasim meselesinden başka bir şey olmadığını anlamıştı. Bu hal halk kadar bütün murahhasların çehrelerinde de görülüyordu. Bilhassa Franklin Buyyon Bey büyük bir meserret [sevinç] içinde idi. General Harington İsmet Paşa Hazretleriyle adeta kendisini kucaklarcasına mükerrer musafahalarda bulundu. General Şarpi aynı memnuniyeti izhar eyliyordu. Bu sırada salonlarda fevkalade bir hareket, bir kaynaşma görülüyordu. Bilhassa gazetecilerin faaliyetini görmek insana hakiki bir zevk veriyor, Amerika muhabirlerinin dört yazı makinesi mütemadiyen işliyordu. Artık kırk sekiz saatlik bütün yorgunluklar bu heyecan ve endişe içerisinde unutulmuş, tebyiz üç saat on üç dakikada kâmilen ikmal edilmişti.
Ben, Yunanlıların Protokolü Kabul Etmedikleri Manasını Çıkarıyorum! Hayır, Yunanlıların Ehemmiyeti Yok!
Şimdi saat yediye yirmi yedi var. (Bütün saatler İstanbul ayarıdır.) Herkes yeşil masanın etrafındaki yerlerinde ahz-ı mevki etmiş bulunuyorlar. Konferans Reisi İsmet Paşa Hazretlerinin önündeki çifte lamba dışardan gelen yeni müteharrik beyazlıklar arasında sarı lemalarla kıpırdıyor. İsmet Paşa’nın karşısında General Harington, İngiliz generalinin sağında General Monbelli, solunda diğerleri sırasıyla ahz-ı mevki etmişlerdi. İlk defa General Harington söz alarak Mazarakis ve Sarıyanis’in tahriri kuyıt itirazına serd ederek imzadan imtina eylediğini söyledi ve bu itiraznameyi okudu. Bunun üzerine İsmet Paşa pek ciddi bir tavır ve hareketle:
- Bundan, ben Yunan murahhaslarının protokol münderacatını kabul etmedikleri manasını çıkarıyorum, dedi.
Buna General Harington:
- Hayır! Yunanlıların bu hareketine imtina manası verilemez. Vesait-i muhabereleri karma karışık. Mamafih asıl imzaya salahiyettar murahhaslar General Mazarakis, Miralay Sarıyanis değil, Paris’te bulunan mümessilleridir. Üç güne kadar bütün imzaların hitam bulacağını temin ederim.
Bunun üzerine vapurda bulunan Yunan zabitlerinin konferansça hiçbir ehemmiyeti olmadığı şekli kabul olundu.
Bütün Kalemler Mukavele Üstünde Gıcırdıyor! Harington da Tanışmayarak Geldik, Dost Olarak Gidiyoruz, Diyor
Saat yediye on yedi var. Bütün eller bir an içinde kalemlere ve hokkalara uzanıyor. İlk kalem gıcırtıları protokolün birinci sahifesine dört generalin imzalarını tespit etti. Protokolün her sahifesi ve sonu ayrı ayrı imzalandı. İmzalanan beş nüshadır. İmza muamelesi tam yediyi bir geçe hitam buldu. General Harington imzayı müteakip sarih, kısa ve yumuşak bir sesle bir nutuk irat eyledi ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükumetine, Başkumandan Paşa Hazretlerine, Konferans Reisi İsmet Paşaya, Erkan-ı Harbiye Reisimize ve Erkan-ı Harp umera ve zabitana ayrı ayrı teşekkürde bulundu ve sonra Türkiye halkına ve mümessillerine ve Mudanya şehrine ayrı ayrı teşekkür ederek:
- Tanışmayarak geldik, dost olarak gidiyoruz ve bu hissi daima muhafaza edeceğiz, dedi.
İsmet Paşa Hazretleri General Harington’ın nutkuna kısa bir cevapla mukabele ederek, bu konferansın sulh-ı umumiye mukaddema olacağı ümidinde bulunduğunu söyledi.
General Harington konferans salonundan çıkarken etrafını alan gazetecilerin kendisine ne kadar muğber [gücenmiş, küskün] olduğunu anladığını gösteren bir tavırla beyan-ı itizar etti [özür diledi]. Bidayette matbuat müntesiplerinin konferansa girmemeleri için teşebbüsatta bulunduğunu itiraf, fakat burada kendilerinden pek çok muavenetler gördüğünü ilave etti ve her birine ayrı ayrı ve mükerrer surette teşekkürde bulundu. Bu esnada salonlar hınca hınç dolu idi. Bilhassa Mösyö Fraklin Buyyon bir türlü yerinde duramıyor, izhar-ı meserret eyliyordu [sevinç gösteriyordu].
Mudanya’dan İnfikak [ayrılma]; Yunan Şilebi Galya Emniyet Edilmeyerek Muhafaza Altına Alınmış!
Avdet [dönüş]-Generaller aşağı indikleri zaman pek muntazam bir kıtaa-i askeriyemiz resm-i selamı ifa ediyor ve askeri mızıkalar terennümsaz oluyordu [terennüm ediyordu, şarkı söylüyordu]. Yediyi çeyrek geçe herkes vapurlarına çekilmiş bulunuyordu. Tam sekizde, başta İtalyan ve en sonra Yunan gemileri olduğu halde Mudanya tarihi konferansının bütün ecnebi murahhaslarını İstanbul’a doğru götürmeye başladılar. Bir müddet sonra İngiliz torpidolarından biri geriye dönerek Yunan şilebini önüne kattı ve bunu bir Fransız gemisi takip etti. [1]
—***—
Mudanya Zaferi Ve İstanbul’daki Tesirleri
İstanbul, 13 [Ekim 1922] (Muhabir-i mahsusamızın [özel muhabirimizin] telgrafıdır)-Mukavele-i askeriyenin imzası haberi İstanbul’da fevkalade bir meserret [sevinç] uyandırmış ve derhal her taraf donatılmıştır. Öyle ki İstanbul, ilk defa olarak baştanbaşa kırmızı-siyaha boyanmış ve ay-yıldıza kavuşmuş bulunuyordu. Bu sefer Bab-ı Ali de geçen seferki soğukluğunu bırakmış ve bütün devair-i resmiyenin [resmi dairelerin] tezyinini [süslenmesini] emretmiştir. Bundan başka, ikinci garip manzara Rumların da bu bayrama iştirak ederek bayrak çekmeleridir. Ecnebi müessesatı [yabancı kuruluşlar] da kendi bayraklarının yanına Türk sancağını çekmişlerdir. Gece muntazam bir fener alayı tertip edilmiştir.
Bütün gazeteler, sahifelerini Mudanya Konferansı’nın mesut neticelerine hasretmişlerdir [ayırmışlardır]. İstanbul matbuatı bunun Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükumetinin büyük siyasi zaferi olduğunu müttehiden beyan etmekte ve mukaddemat-ı sulhiyeye [barışın başlangıcına] esas demek olan bu mukavelenin, sulh konferansındaki muvaffakiyetlerimizin derecesini bile göstermekte olduğunu söylemektedirler.
Bu zaferi Beyoğlu Yunan matbuatı da saklamamakta ve Türklerin tam bir vatanperver olarak bu neticeleri elde ettiklerini söylemektedirler. Bilhassa (Pronodos) gazetesi şu şayan-ı dikkat cümleleri yazmaktadır:
“Türkler ne kadar icray-ı şadmani eyleseler [sevinirlerse sevinsinler], o kadar haklıdırlar, çünkü bugün milli emellerini tamamıyla tahakkuk ettirmişler ve herkesin bir daha yerinden kalkmamak üzere gömdüğünü zannettikleri Türkiye’yi diriltmişlerdir. Türklerin son senelerde gösterdikleri eser-i rüşt her millet için bir numune-i imtisaldir. Bu son senelerde her şeyden istifadeyi bilmişlerdir. Yunanlılar ise ancak Yunanlılığın mahvına çalışmışlar, Türklerin ise yegâne düşüncesi Türklüğün ihyası olmuştur.” [2]
DİPNOTLAR
[1] Hâkimiyet-i Milliye, 13 Teşrinievvel [Ekim] 1922, No: 633, s. 1, sütun: 1-4
[2] Hâkimiyet-i Milliye, 15 Teşrinievvel [Ekim]1922, No: 634, s. 1, sütun: 1-2
Türk İstiklâl Mücadelesi
Gençliğe Hitabe’nin Dil, Tarih ve Coğrafya ile İlişkisi

Published
2 hafta agoon
Ekim 1, 2025By
drkemalkocak
Özet
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün 15-20 Ekim 1927’de Cumhuriyet Halk Fırkası’nın ikinci kurultayında okuduğu Gençliğe Hitabe, Cumhuriyet’in temel değerlerini gelecek nesillere aktaran bir “milli vasiyet” niteliğindedir. Bu çalışmada, Hitabe’nin dil, tarih ve coğrafya boyutları üzerinden incelenmesi amaçlanmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Atatürk, Gençliğe Hitabe, Dil, Tarih, Coğrafya, Kolektif Hafıza, Milli Kimlik

Giriş
Gençliğe Hitabe, Türk milli kimliğinin inşasında dil, tarih ve coğrafyanın nasıl bir bütünlük oluşturduğunu gözler önüne seren temel bir belgedir. Atatürk’ün hitabesi, geçmişin acı tecrübelerinden hareketle geleceğe dair bir bilinç ve görev yüklemesi yapmaktadır. [1]
I. Dil ve Gençliğe Hitabe
1.1. Dilin Sadeleşmesi
Cumhuriyet’in ilk yıllarında dil, milli kimliğin en önemli unsuru kabul edilmiştir. Osmanlı’nın Arapça-Farsça karışımı karmaşık dilinden uzaklaşılarak, herkesin anlayabileceği sade bir Türkçe benimsenmiştir. [2]
1.2. Retorik ve Söylem
“Ey Türk gençliği!” ifadesi, Türkçe’nin en yalın ve en güçlü hitap biçimidir. Emir kipleriyle kurulan cümleler — “müdafaa edeceksin”, “düşünmeyeceksin” — dilin buyurucu gücünü ortaya koymaktadır. Bu söylem, yalnızca gençlere değil, bütün millete yönelik bir bilinç uyandırmayı amaçlamaktadır. [3]
1.3. Dilin Kolektif Hafızaya Etkisi
Türkçe’nin sade kullanımı, metni kuşaklar boyu aktarılabilir hale getirmiştir. Böylece dil, toplum hafızasının canlı kalmasını sağlayan bir araç olmuştur. [4]
II. Tarih ve Gençliğe Hitabe
2.1. Tarihi Arka Plan
Hitabenin temelinde Mondros Mütarekesi (30.10.1918), Sevr Antlaşması (10.08.1920) ve Türk İstiklal Harbi (19.05.1919–11.10.1922) deneyimleri vardır.[5] Atatürk, bu tarihi tecrübeleri, gelecekte benzer tehditlerin yaşanabileceğine dair bir uyarı olarak kullanmıştır.
2.2. Tarihten Çıkarılan Dersler
- İç Tehditler: “Dâhilî bedhahlar” ifadesi, işgal yıllarındaki işbirlikçi unsurları çağrıştırır. [6]
- Dış Tehditler: “İktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler” sözü, emperyalist müdahalelerin sürekliliğine işaret eder.[7]
- Milli Mücadele Hafızası: “İmkân ve şeraitin çok namüsait olduğu bir zamanda” bağımsızlığın kazanılması, milli hafızanın temel derslerinden biridir.[8]
2.3. Tarihin Geleceğe Taşınması
Hitabe, yalnızca geçmişi hatırlatmaz; aynı zamanda geleceğe yönelik bir görev ve sorumluluk bırakır. Bu yönüyle tarih, milli bilincin daima canlı tutulmasını sağlayan bir rehber görevi üstlenir.[9]
III. Coğrafya ve Gençliğe Hitabe
3.1. Türkiye’nin Stratejik Konumu
Türkiye, üç kıtanın kesişim noktasında yer alması sebebiyle tarih boyunca istilalara maruz kalmıştır. Bu konum, milli hafızada sürekli bir teyakkuz hali yaratmıştır.[10]
3.2. Vatan Toprağı ve Kutsallık
“İstiklâl ve Cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen” ifadesi, yalnızca siyasi rejimi değil, aynı zamanda vatan toprağını da koruma sorumluluğunu yükler. [11]
3.3. İç ve Dış Tehlikeler
“Memleketin dâhilinde” vurgusu, hem dış tehditleri hem de içteki parçalanma risklerini kapsamaktadır. Bu durum, coğrafyanın milli kimlikle özdeşleşmesini sağlamıştır. [12]
IV. Dil, Tarih ve Coğrafyanın Kolektif Hafıza ile İlişkisi
4.1. Unsurların Birleşimi
- Dil: Birleştirici unsur.
- Tarih: Uyarıcı hafıza.
- Coğrafya: Aidiyetin mekânı.
4.2. Milli Kimlik ve Süreklilik
Gençliğe Hitabe, dil, tarih ve coğrafyayı bir araya getirerek milli kimliği gelecek kuşaklara taşımayı amaçlamaktadır.
Sonuç
Gençliğe Hitabe, dilin birleştirici gücü, tarihin öğretici yönü ve coğrafyanın kutsallığıyla Türk milli bilincini pekiştiren bir metindir. Atatürk, bu hitabeyle gelecek nesillere yalnızca bir öğüt değil, aynı zamanda bir görev ve sorumluluk da bırakmıştır.
Dipnotlar
[1] Kemal Atatürk, Nutuk, Cilt: II 1920-1927, M. E. B. Devlet Kitapları, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1969, s. 897-898
[2] Nihad Sami Banarlı, Türkçenin Sırları, Kubbealtı Yayınları, İstanbul, 1972, s. 15–18.
[3] Kemal Atatürk, Nutuk, s. 897.
[4] Berna Moran, Türk Dili ve Edebiyatı Üzerine Makaleler, İletişim Yayınları, İstanbul, 1990, s. 42.
[5] Sina Akşin, Kurtuluş Savaşı Kronolojisi, İmge Kitabevi, Ankara, 1992, s. 27–34.
[6] Kemal Atatürk, Nutuk, s. 897.
[7] Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, çev. Metin Kıratlı, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1961, s. 202.
[8] Kemal Atatürk, Nutuk, s. 898.
[9] Erik J. Zürcher, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, İletişim Yayınları, İstanbul, 2003, s. 145.
[10] Halil İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu Klasik Çağ (1300–1600), Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2004, s. 13–15.
[11] Kemal Atatürk, Nutuk, s. 897.
[12] Zürcher, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, s. 147.
Özel Günler ve Anlamları
26 Eylül Türk Dil Bayramı: Tarihî Arka Planı, Atatürk’ün Dil Politikaları ve Günümüze Yansımaları

Published
2 hafta agoon
Eylül 26, 2025By
drkemalkocak
Giriş
26 Eylül, Türk Dil Bayramı olarak Türkiye’de her yıl kutlanan önemli bir kültürel tarihtir. Kökenini 1932 yılında toplanan Birinci Türk Dil Kurultayı’ndan alan bu gün, Türk Dil Kurumu’nun kuruluşuna işaret etmekte ve Cumhuriyet’in kültür politikaları arasında dil inkılabının oynadığı merkezi rolü simgelemektedir.
Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında dil, modernleşme ve millet-devlet inşasının merkezî unsurlarından biri olarak değerlendirilmiştir. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde gerçekleştirilen dil inkılabı, yalnızca alfabe değişikliğiyle sınırlı kalmamış, Türkçenin yabancı unsurlardan arındırılması ve halkın konuştuğu dil ile yazı dili arasındaki mesafenin kapatılması hedeflenmiştir. 26 Eylül 1932’de Dolmabahçe Sarayı’nda toplanan Birinci Türk Dil Kurultayı, bu dönemin başlangıç noktası olmuş ve 26 Eylül tarihinin Türk Dil Bayramı olarak kutlanmasına zemin hazırlamıştır.
1. Birinci Türk Dil Kurultayı ve TDK’nın Kuruluşu
26 Eylül 1932’de başlayan Birinci Türk Dil Kurultayı, Cumhuriyet’in dil politikalarında kurumsallaşmanın ilk adımıdır. Kurultayın ardından Türk Dili Tetkik Cemiyeti (bugünkü TDK) kurulmuş ve Türkçenin söz varlığının zenginleştirilmesi, bilim dili hâline getirilmesi yönünde çalışmalar başlamıştır.

2. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Dil Anlayışı
Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Türk milletinin bağımsızlığını korumasında olduğu gibi kültürel varlığını sürdürmesinde de dilin belirleyici bir unsur olduğunu vurgulamıştır. Onun Sadri Maksudi Arsal’ın “Türk Dili İçin” (Ankara 1930, s. 3) adlı eserinin başına 2 Eylül 1930 tarihinde el yazısıyla kaleme aldığı şu satırlar, bu anlayışı en özlü şekilde yansıtmaktadır:
“Millî his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin millî ve zengin olması millî hissin inkişafında başlıca müessirdir. Türk dili, dillerin en zenginlerindendir; yeter ki bu dil, şuurla işlensin… Ülkesini, yüksek istiklâlini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.”
Bu ifadeler, Atatürk’ün Türkçeyi sadece bir iletişim aracı olarak değil, aynı zamanda millî bilincin ve milli bağımsızlığın en temel dayanağı olarak gördüğünü göstermektedir.
3. Günümüzde Türk Dil Bayramı’nın Yansımaları
Günümüzde 26 Eylül, üniversitelerde, okullarda ve kültürel kurumlarda çeşitli etkinliklerle kutlanmaktadır. TDK her yıl bildiriler yayımlamakta, gençler arasında Türkçe’nin doğru ve güzel kullanımını teşvik eden projeler yürütmektedir. Ancak yabancı dillerin artan etkisi ve dijital kültürün getirdiği yozlaşma, Türk Dil Bayramı’nın amaçlarını ve beklentilerini daha da anlamlı kılmaktadır.
Sonuç
26 Eylül Türk Dil Bayramı, Cumhuriyet’in dil inkılabı mirasını simgeleyen ve Türkçenin gelişimi için toplum farkındalığı oluşturan önemli bir tarihtir. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün dil anlayışı, modern millet-devlet inşasının temel taşlarından biri olarak bugün de geçerliliğini korumaktadır. Günümüzde yapılması gereken, bu mirası yalnızca anmak değil; Türkçeyi bilim, sanat, kültür ve teknoloji dili olarak daha da güçlendirmektir.
En Çok Okunanlar
- Türkler ve Zaferleri3 yıl ago
Anafartalar Kumandanı Mustafa Kemal ile Mülakat [Görüşme] (1)
- Maarifimizde İstikamet3 yıl ago
AİLE KUCAĞINDA VATAN TERBİYESİ
- Türk Tarihi3 yıl ago
6 EKİM İSTANBUL’UN KURTULUŞ GÜNÜ
- Türk İstiklâl Mücadelesi3 yıl ago
LOZAN BARIŞ ANTLAŞMASI
- Tarihi Toplantılar3 yıl ago
İSTİKLÂL MARŞI’NIN YAZILIŞI ve MİLLÎ MARŞ OLARAK KABULÜ
- Türk İstiklâl Mücadelesi3 yıl ago
Mustafa Kemal Paşa’nın Sivas Kongresi’ni Açış Konuşması (4 Eylül 1919)
- Türk Tarihi3 yıl ago
CABER KALESİ [TÜRK MEZARI (MEZAR-I TÜRK)]
- Türk Tarihi3 yıl ago
KIZI FERİDE HANIMEFENDİ İLE DAMADI MUHİDDİN AKÇOR, İSTİKLÂL MARŞI ŞAİRİMİZİ ANLATIYOR…