26 Ağustos 2024, Malazgirt Meydan Muharebesi-Zaferi’nin 953. yıl dönümüdür. “Ne mutlu Türküm diyene!” kutlu olsun. Bu münasebetle “Anadolu’ya Türk’ün yerleşmesini” gerçekleştirerek “can verme sırrına eren” şehitlerimizi rahmetle anarım.
Alparslan, Büyük Selçuklu hükümdarı Tuğrul Bey’in kardeşinin oğludur. 20 Ocak 1029’da doğmuştur. Babası Davud Çağrı Bey’dir. Alparslan’ın göbek adı Mehmet, lakabı Adududdevle, künyesi Ebu Şuca’dır.
Alparslan, babasının sağlığında mertliği, cesareti ve kumandanlıktaki mahareti ile tanınmıştı. Büyük Selçuklu Devleti’ne bağlı Horasan tahtında bulunan babası Çağrı Bey’in son zamanlarında idare tamamen onun eline geçmiş bulunuyordu. Babası 1059’da vefat edince Horasan tahtına çıktı ve amcası Tuğrul Bey’in evlat bırakmadan ölmesi üzerine Büyük Selçuklu tahtına oturdu. 27 Nisan 1064’te Abbasi Halifesi Kaaim Biemrullah tarafından kendisine “Sultan” ünvanı verildi. Aynı yıl, ordusu ile Bizans sınırlarına yürüdü. Gürcistan’ı kendisine tabi kıldıktan sonra Ani ve Kars’ı aldı. Sonra Merv şehrine döndü.
Ertesi yıl beylerini Anadolu’ya akına gönderdi. Bunlar, Doğu Anadolu’da Dicle ve Fırat nehirleri arasında birçok başarılar kazandı. 1067’de Anadolu sınır kumandanı Bizans ordusunu yendiği gibi Kayseri’yi alıp akınlarını Orta Anadolu’ya kadar ilerletti.
Alparslan, 1068’de bazı şehzadelerle beyleri tekrar Anadolu’ya gönderdi. Şehzadeler arasında bulunan Eryasgun oğlu Kurdcu, Sultan’ın hem amcazadesi ve hem de eniştesi idi. Bu sırada Bizans tahtına oturmuş olan Romanos Diogenes, Türk akınlarını durdurmak için bizzat sefere çıkmış bulunuyordu. 1069’da Türk akıncılarının toplu yeri olan Ahlat’ı almaya karar vererek bir kısım kuvvetleriyle o tarafa doğru yürüdü. Palu’ya vardığı zaman güneyden saldıran Türk kuvvetlerinin Malatya’da bırakmış olduğu asıl ordusunu perişan ettiklerini ve Konya şehrine girdiklerini haber aldı. Bunun üzerine hemen geri döndü. Türkleri durdurmaya Manuel Komnen’i görevlendirmişti. Manuel, Kurdcu taratından mağlup ve esir edildi.
Kurdcu, bir müddet sonra eniştesi Sultan Alparslan’a isyan edip Manuel’i ve esir aldığı diğer Bizans generallerini serbest bırakarak kendisini şiddetle takip eden Afşin’in elinden kurtulmak için Bizans’a sığındı. Afşin, ilerlemeye devam ederek Ege kıyılarıan kadar geldi. Kurdcu’yu yakalayamadı ve geri döndü.
Alparslan, 1070’te Mısır’ı zapetmeye karar vererek aynı yıl ortalarında ordusu ile Azaerbaycan’a geldi. Van Gölü’nün kuzeyinden dolaşıp Malazgirt’e ulaştı ve bu müstahkem yeri kolaylıkla aldı. Sonra güneye dönüp Diyarbakır’a yürüdü. Buraya hakim olan Nasr ve Saad kardeşler, hemen itaatlerini arz ettiler. Sultan, güneye doğru ilerlemeye devam ederek Urfa’yı sarıp elli gün sıkıştırdı. Hükümdarı Mahmut, karşı durmadan itaatini bildirdi ve Sultan’a tabi oldu.
BİZANS OYUNU
1071 yılı başlarında Bizans İmparatoru’nun elçisi gelerek barış isteğinde bulundu ve bütün şartları kabul ederek dostluk teminatı verip geri döndü. Ancak bu sadece bir oyalama idi. İmparator, onu kandırmak ve arkadan vurmak niyetinde idi. Nitekim Sultan Alparslan, Mısır üzerine varmak için Halep’ten hareketinden bir gün sonra, Ronanos Diogenes’in ordusu ile doğuya doğru ilerlediğini haber aldı. Bunun üzerine ordusunun bir kısmını Suriye’yi almak üzere bırakıp kendisi süratle geri döndü.
Bizans İmparatoru önce Sivas’a varmış, sonra Erzurum’a doğru ilerlemeye başlamıştı. Erzurum’da sonra da Malazgirt üzerine varıp burasını geri aldı ve Ahlat üzerine yürüdü.
Alparslan 27 Nisan 1071’de Fırat’ı aştı. Musul-Urfa-Siverek-Diyarbakır yönünde ilerledi. Casusları vasıtasıyla Türk ordusunun harekatını takip eden Romanos Diogenes, Alparslan’ın bu yönü tutmasından kaçmakta olduğunu sanarak sevindi, korkusu dağıldı, gururu arttı.
Sultan Alparslan’ın planı, Silvan-Garzan-Bitlis-Ahlat yolu ile Malazgirt’e varmaktı. Sanduk Bey kumandasında 10.000 kişilik bir öncü kuvvetini Ahlat üzerine yolladı. Sanduk Bey, yolda Bizans ordusunun bazı birliklerine rastlayıp bunları dağıttı. İmparator bunu haber alaınca, kumandanlarından cesaret ve kahramanlığı, ayrıca pek sağlam zırhı ile meşhur Basilak’ı onun üzerine gönderdi. Geçen çarpışmalar sonunda Bizans kuvvetleri yenildi ve Basilak esir düşerek Alparslan’a gönderildi. Sultan, ona iyi davrandı. Ordusunu gösterdi ve İmparator ordusu hakkında bilgi aldı. Sonra süratle ilerleyip Ahlat üzerinden 23 Ağustos 1071 günü Malazgirt önlerine vardı.
Bu geliş, İmparatoru şaşkına çevirmişti. Çünkü kendisi, Sultan’ın ordusu ile karşılaşmadan İran’ı alıp Horasan’a varmayı ummaktaydı.
Alparslan’ın yanında 54.000 kişilik bir ordu vardı. Bunun 4.000’ini hassa askerleri, 40.000’ini toprak dirliğine sahip süvariler ve 10.000’ini gönüllüler teşkil ediyordu.
Bizans ordusunun asker sayısı 200.000’e ulaşıyordu. Bunun çoğunluğu, çok iyi savaşan meşhur Bizans lejyonları, yani piyade askeriydi. Ayrıca süvari, istihkam ve ulaştırma birlikleri vardı. Askerlerinin hemen hepsi zırhlı idi. Türk askerleri ise zırhlı değillerdi.
25 Ağustos günü Türk ordusu, Malazgirt Ovası’nın doğusundaki tepeleri tutmuş bulunuyordu. İki ordunun ordugahları, Rahva ovasının doğu ve batı uçlarında bulunduğu için birbirlerini gözetleyebiliyorlardı.
Alparslan, düşmanın nispetsiz sayı üstünlüğü karşısında tereddüde kapıldı. Çünkü yenilgi ona her şeyi kaybettirebilir, hatta genç ve kudretli Selçuklu Devleti’ni ortadan kaldırabilirdi. Bu yüzden harpsiz bir anlaşma zemini aramak için Halifenin arabulucusu Elganaim ile kendi kumandanlarından Savtekin’i elçi olarak İmparatora gönderdi.
Elçiler, Romanos Diogenes’e şu haberleri getirmişlerdi:
-Sultan Alparslan, harbe hazırdır. Ancak bu topraklar iki tarafı da besleyecek kudrette olduğundan ara yerde boş yere insan kanını dökülmemesini arzu etmektedir. Aynı isteği gösterdiği takdirde İmparatorla yeni bir barış andlaşması yapmaya hazırdır.
DİOGENES’İN GURURU
Elçilik heyetini debdebeli bir törenle kabul eden Romanos Diogenes, büyük bir gurur içinde şu cevabı verdi:
-Ben buraya muazzam ve yenilmez bir ordu ile gelmiş bulunuyorum. Bir savaş olursa, Sultanınızın mağlup olacağı muhakkaktır. Onu; süratle, kolaylıkla ve kesinlikle yeneceğim. Bundan kimsenin şüphesi olmasın ve olamaz. Amma, kendisi eğer mutlaka barış istiyorsa şartlarımı münakaşasız kabul etmelidir. Buna, ancak böylelikle nail olabilir. Barış görüşmelerine, ancak Rey şehrinde başlayabilirim. Kendisi buradan çekilmeli ve bu şehri bana teslim etmelidir. Bundan başka, garantiler de isterim. Bunun için oğullarını ve seçeceğim kumandanlarını rehin olarak verecektir. Barışın ilk ve değişmez şartı ise Türklerin Anadolu’dan tamamen çekilmeleri ve giderken de silahlarını bana vermeleridir.
Bunlar, kabulü imkansız şartlardı. Elçiler, bunu bildikleri için şu karşılığı verdiler:
-Sultan Alparslan’ın bu söylediklerinizi duymak bile istemeyeceğini bildiğimiz için bize verdiği yetkiye dayanarak bu şartları red ediyoruz. Eğer hakikaten barışı arzu ediyorsanız daha makul isteklerde bulununuz.
Bizans İmparatoru:
-Bu şartlar, ilk ve son tekliflerimizdir. Bunlardan fedakarlıkta bulunacağımızı ummayın. Ya bunları yahut savaşı kabul etmek zorundasınız! diye haykırdı.
Elçiler kibarca ve soğukkanlılıkla cevap verdiler:
-Bu şartları kabul etmiyoruz.
-Öyle ise silahlar konuşacaktır.
Elçiler, geri dönerek durumu Sultan Alparslan’a anlattılar.
ALPARSLAN ALLAH’A SIĞINIYOR
İşte o zaman Türk ordusunda bulunan Hanefi imamlardan Abdulmelik oğlu Mehmet Buhari ayağa kalkıp Sultan’a hitaben şu sözleri söyledi:
-Sen Cenab-ı Hakk’ın öbür dinlere üstün ve muzaffer kılacağını vaadettiği bir din uğruna savaşıyorsun. Bunun için onun bu zaferi sana vereceğini umarım. Şu halde Cuma günü bütün İislam ülkelerinde hatipler minberde iken düşmana saldır. Çünkü onlar o sırada İslam askerinin zaferi için Ulu Tanrı’ya yakarmakta bulunacaklardır.
Alparslan, bunun üzerine Allah’a sığınarak ve Türk askerinin mertlik ve cesaretine güvenerek harp kararını verdi. Esasen ordugahını kurar kurmaz araziyi incelemiş, harp planını hazırlamıştı.
1071 yılının Ağustos ayının 26’ncı Cuma günü idi. Sultan Alparslan gazi yiğitler ile Cuma namazını kıldı. Dua etti ve ağladı. Gazi yiğitler de “Amin” deyip ağlaştılar ve birbirleriyle helalleşip ölüm eri oldular.
O zaman Alparslan’ın süslü elbiselerini çıkarıp beyaz bir örtüye bürünmüş ve serdengeçtilik alameti olarak atının kuyruğunu bağlamış olduğunu gördüler.
Askerilerine kısaca hitap etti:
-İşte Rum hükümdarı yer götürmez ordusu ile gelmiş, bizimle savaşmak istemektedir. Onlarla daha önce de savaştık. Ama nasıl savaştığımızı bilirsiniz. Biz; töremize, yasamıza ve dinimize uyduk. Kadınlara, yaşlılara ve bütün silahsız halka el kaldırmadık. Asla haddi aşmadık. Mertçe ve yiğitçe döğüştük. Savaşta bile hile yoluna tenezzül etmedik. Onlar ise daima ele geçirdikleri Türk ve İslam halkını kadın, çocuk, ihtiyar demeden öldürdüler.
Ben, bu savaşa taraftar değildim. Çünkü düşman bize sayı olarak dört misli üstündür. Gazileri boş yere kızdırmak istemedim. Ancak Rum hükümdarı kabul edilmeyecek kadar ağır şartlar ileri sürdü. Allah’ın ulu adını yüceltmek, onun imdadının her şeyden üstün olduğunu, zaferi ancak onun verebileceğini ispat etmek ve milletimizin Rum milletinden üstün olduğunu ve her zaman da üstün olacağını aleme duyurmak için döğüşeceğiz. Bu yolda ölenler şehittir, ne mutlu onlara. Kalanlar gazidir, ne mutlu onlara. İşte ben de Ulu Tanrı’dan şehitlik dileyerek kefenimi elimle giydim. Benim gibi ölmeye hazır olanlar peşimden gelsin. İstemeyenler dönüp gitsin. Ölümün kalımdan fazla olacağı bu savaşa kimseyi zorlamıyorum. Bugün Sultan ve kumandan yoktur. Ben de sizler gibi sadece bir erim. İşte yayımı kırıyorum ve oklarımı atıyorum. Düşmanla göğüs göğüse döğüşmek için yalnız kılıç, kalkan ve topuzumu alıyorum. Şehit olursam, beni düştüğüm yere gömünüz. Benden sonra oğlum Melikşah’a tabi olunuz.
Alparslan sustu. Orduda hiçbir hareket yoktu. Hiç kimse ayrılıp gitmeyi aklına getirmiyordu. Alparslan son derece memnun kaldı. Aynı zamanda askerlerinin de kendisi gibi beyazlara büründüğünü gördü. Hatipler minbere çıktığı anda Türk ordusu tekbir sesleriyle hücuma geçti.
MALAZGİRT MARŞI
Aylardan Ağustos, günlerden Cuma
Gün doğmadan evvel iklîm-i Rum’a
Bozkurtlar ordusu geçti hücuma
Yeni bir şevk ile gürledi gökler
Ya Allah… Bismillah… Allahuekber!..
Önde yalın kılıç Türkmen Başbuğu
Ardında Oğuz’un ellibin tuğu
Andırır Altay’dan kopan bir çığı
Budur, Peygamberin övdüğü Türkler…
Ya Allah… Bismillah… Allahuekber!..
Türk, Ulu Tanrı’nın soylu gözdesi
Malazgirt Bizans’ın Türk’e secdesi
Bu ses insanlığa Hakk’ın müjdesi
Bu seste birleşir bütün yürekler…
Ya Allah… Bismillah… Allahuekber!..
Nağramızdır bu gün gök gürültüsü,
Kanımızdır bugün yerin örtüsü
Gazi atlarımın nal parıltısı
Kılıçlarımızdır çakan şimşekler…
Ya Allah… Bismillah… Allahuekber!..
Yiğitler kan döker, bayrak solmaya,
Anadolu başlar, vatan olmaya…
Kızılelma’ya hey… Kızılelma’ya!!!
En güzel marşını vurmadan mehter
Ya Allah… Bismillah… Allahuekber
Niyazi Yıldırım GENÇOSMANOĞLU
Meşhur meydan savaşı başladı. Sultan Alparslan ordusunu merkez, sağ kanat ve sol kanat olmak üzere üçe ayırmıştı. Merkeze kendisi kumanda edecekti. İhtiyat kuvveti ayırmamıştı. Bunun yerine her bölümün sonunda savaşa en son girecek bir kısım vardı. Merkez kuvvetleri üç bölümün en zayıfı idi. Görevi, düşmanı üzerine çekmekti. Asıl yoğun kuvvetler sağ ve sol kanatlarda toplanmış ve bunların büyük kısmı tepelerin arkasında gizlenip pusuya yatmıştı.
Plan, merkezden vurmak ve kanatlardan kuşatmaktı.
Bizans ordusu da merkez, sağ ve sol kanatlar düzenindeydi. Ayrıca önemli bir ihtiyat kuvveti ayrılmıştı. Merkez, Romanos Diogenes emrinde bulunuyordu ve Türk ordusunun tersine, asıl yoğun kuvvetler burada toplanmıştı. Sol kanatta Rumeli yaya askeri ve bu kanat ucunda Bizanslıların Uz dediği Hristiyan Oğuz Türkleri, sağ kanatta ise Anadolu askeriyle yine bu kanat ucunda Oğuzlarla akraba bulunan ve Gök Tanrı inancını muhafaza eden Peçenek Türkleri yer almış bulunuyorlardı. Tamamen süvarı olan Uzlar ve Peçenekler, Bizans ordusunda ücretli asker olarak vazife görmekteydiler.
SAVAŞ BAŞLIYOR
Türk hücumu, çok süratli olarak gelişti. Alparslan, süvarileriyle düşman merkez kuvvetlerine saldırmış, onların ok ateşiyle karşılanmıştı. Düşen düştü, kalan düşmana yetişip kılıç ve topuzla girişti.
Türk bahadırları arslanlar gibi döğüşüyor, önlerine çıkan düşman askerlerini tepeleyerek Bizans ordusunun saflarını parçalıyor, birliklerini birbirine katıyordu. Aynı anda Türk ordusunun sağ ve sol kanatları, pusu yerinden iki tarafa açılarak hücuma geçtiler.
Bizans ordusunda ücretli asker olarak hizmet eden Uzlar, düşman diye kendi dillerini konuşan Türklerle karşılaşınca şaşırıp kalmışlardı. Halbuki İmparator onları, “Araplarla döğüşeceksiniz.” diye yola çıkarmıştı. Yaralı bir Türk erinin başına toplanıp durumu ondan anlayınca başbuğları 15.000 süvari ile Türklere katılmaya karar verdi.
Türk ordusunun her bölümü muntazam birliklere ayrılmış ve düşman ordusuna her noktadan saldırmıştı. Her birlik, tanınmış bir kumandanın emrinde idi. Sultanın kardeşi Yakuti Bey ve Süleyman Şah kendi yanında bulunuyorlardı. Kutalmış oğulları başta olmak üzere, Savtekin, Sanduk, Afşin, Ahmet Şah, Altuntaş, Emir Atsız, Aksungur, Emir Danişment, Emir Mengücek, Aytekin, Emir Porsuk, Gevherayin birliklerin kumandasını üzerlerine almışlardı.
Bizans ordusunun sağ kanadına Kapadıkyalı Alyates, sol kanadına Nikefor Briyennos kumanda etmekte idiler. Geride bekleyen ihtiyat kuvvetlerinin kumandanı da Andronik Dukas’tı.
Merkez kuvveti, ilk başarılı çarpışmadan sonra Alparslan’ın planına göre yavaş yavaş çekilmeye ve Bizans ordusunu da birlikte çekmeye başladı. Romanos Diogenes, bunu bir yenilgi başlangıcı sanarak merkez kuvvetlerini ihtiyatlarla da takviye edip olduğu gibi ileri sürdü. Ancak Bizans ordusu, bütün çabasına rağmen pek ağır ilerleyebiliyordu. Asıl inisiyatifi elinde tutan Sultan Alparslan, çekilmeyi istediği hızda devam ettirmekteydi.
Türk ordusunun çekiliş akşama kadar sürdü. Bu sırada Bizans ordusunun sağ ve sol kanat uçlarında bulunan Uzlarla Peçenekler, kitle halinde Türk ordusuna geçtiler. Bu durum, düşman ordusunda büyük bir karışıklık yarattı. Aynı zamanda müthiş bir hücuma geçen Türk sol kanat kuvvetleri, Bizans sağ kanadını param parça edip dağıttı. Böylece düşman ordusunun sağ kanadı açık ve savunmasız kalmıştı. Türk sağ ve sol kanatları da bu arada bütün kuvvetleriyle yüklenmişler ve önlerine çıkan birlikleri silip süpürerek geniş çapta bir kuşatma hareketine girişmişlerdi.
Romanos Diogenes ne de olsa tecrübeli bir askerdi. Bu yüzden ordusunun düşmüş olduğu tehlikeli durumu hemen sezdi. İlk iş olarak açıkta kalan sağ tarafını korumak için o tarafa kuvvet kaydırmak istediyse de Türk birliklerinin müdahalesi bunu önledi. Düşman ordusunda büyük bir kargaşalık başlamış, kumanda zinciri yer yer kopmuş ve irtibat bozulmuştu. Türk kanat kuvvetleri ise kuşatmayı büyük bir başarı ile devam ettiriyorlardı. Bizans İmparatoru, çıkan kargaşalığı gidermek için üst üste emirler veriyor, haberler gönderiyordu. Ancak artık bu emirlerin yerine getirilmediğini de fark etmekteydi. Bizans askerlerinin şimdi gönülden itaat edecekleri bir emir kalmış bulunuyordu: Ric’at!.. Yani geri çekiliş!.. İmparator, bir taraftan dapek fazla uzaklaşmış olduğu ordugahının her an Türk akıncılarının baskınına uğrayacağını düşünerek ürpermekteydi. İhtiyatların çoğunu ileri sürdüğü için Bizans ordugahı Türklerin eline geçebilir ve böylece yanlarından sonra arkası da sarılmış olurdu.
Bunun üzerine askerlerinin dört gözle beklediği emri verdi: Ric’at!.. Böylece kalan ihtiyatlarla daha geride kuvvetli bir savunma hattı kurmayı ve Türkleri püskürtüp tekrar hücuma geçmeyi tasarlıyordu.
GENEL HÜCUM EMRİ
Bu aslında iyi bir plandı, daha doğrusu duruma göre yapılabilecek tek hareketti. Ancak Alparslan’ın beklediği bu idi. Hemen genel hücum emri verdi.
Böylece tepelerin ardında gizlenerek henüz savaşa girmemiş bütün kuvvetlerle beraber, kendi kumandasında bulunan merkez kuvvetleri de yakın mesafeden düşmana saldırdılar. Bizans ordusu, bu sert hücum karşısında kısa zamanda savaş düzenini tamamen kaybetti. Biraz sonra genel bozgun başladı. Ancak kaçanlar da, henüz karşı koyanlar da yıldırım gibi yetişen Türk süvarilerinin kılıçlarına hedef oluyorlardı. Bir kısmı ise kitle halinde teslim olmaya başlamıştı. Bu sırada kuşatma da tamamlanmış, sağ ve sol Türk kanatları Bizans ordugahında buluşarak burasını zapt ve yağma etmişlerdi.
Düşman ordusu tam bir kıskaç içine alınmış bulunuyordu. Türk yiğitleri zafer neşesiyle büsbütün çoşarak her taraftan hücum ediyor, imha meydan savaşı, artık son safhasına yaklaşıyordu.
Romanos Diogenes, durumu gördüğü ve hiçbir ümit kalmadığını anladığı halde yanındaki hassa askeriyle ve şiddetli direnmekte devam ediyordu. Bu durumu, her ne olursa olsun, sonuna kadar sürdürmeye karar vermişti. Ortalık karardığı zaman her tarafı sarılmış ve bir çember içine alınmış bulunmaktaydı. Nihayet Emir Gevherayin emrindeki birliklerle ona karşı son hücuma geçerek kuvvetlerini dağıttı. Kölelerinden birisi yaralı İmparatoru yakalayarak çadırına götürdü ve zincire vurdu. Bizanslı esirlerden onun İmparator olduğunu öğrenmiş bulunuyordu.
Böylece Malazgirt Meydan Muharebesi sona ermiş, 54.000 Türk yiğidi, 200.000 kişilik düşman ordusunu mağlup ve imha etmişti. Güneş batarken harp meydanında yalnız ölüler ve yaralılar kalmıştı. Kalan düşman kuvvetleri esir alınmış, bütün silahlar, her türlü harp araçları, ordu ağırlıkları ve hazine Türklerin eline geçmişti.
Zafer, muhteşem ve noksansızdı.
Bizans İmparatorunu esir eden köle, durumu efendisi Emir Gevherayin’e haber vermişti. Romanos Diogenes, o geceyi kapatıldığı çadırda zincire vurulmuş olarak geçirdi. Artık o meşhur gururundan eser kalmamış, tamamen çöküp yıkılmıştı. Üstelik, uğrayacağı akibeti ve kendisini bekleyen yeni felaketleri düşünüyordu. Türklerle savaşmaya kalkışmakla ne büyük bir hataya düştüğünü şimdi anlamaktaydı. Sultan Alparslan’ın sunduğu barışı reddetmiş, savaşla daha fazlasını elde edebileceğini sanmıştı. O muhteşem ordusuna güvenmişti. O muhteşem ordu, Türk gücü karşısında gözünün önünde eriyip yok olmuş, kendisi ise daha o sabah Bizans, yani Doğu Roma İmparatoru iken şimdi boynu, elleri ve ayakları zincirler içinde sefil bir savaş esiri haline gelmişti. Kendisini bekleyen en tabi sonucun ağır işkencelerle öldürülmek olduğunu tahmin ediyordu. Eğer böyle bir vartaya uğramazsa kendisi için zincire vurulmuş olarak memleket memleket gezdirilip vahşi bir hayvan gibi demir kafeslerle teşhir edilmekten daha hafif bir akibet düşünemiyordu. Böylece kabuslar içinde sabahı etti. Sabahleyin köle onu Emir Gevherayin’e götürdü. O da yaralı ve zincirli İmparatoru, zafer tebriklerini kabul etmekte olan Sultan Alparslan’ın huzuruna iletti.
ESİR DEĞİL, MİSAFİR
Alparslan, yanına getirilen bu perişan yaratığın muhteşem Doğu Roma İmparatoru olduğuna önce inanmak istemedi ancak daha önce yanına elçilikle gidenler, kendisini tanıdılar. Ayrıca esir Bizanslı kumandan Basilak onu görünce hemen ayaklarına kapanıp “Ey benim muhteşem efendim. Sizi bu halde gördüğüm için Allah’ın en bahtsız kulu şüphesiz ki benim!” diye ağlamaya başlayınca hiç şüphesi kalmadı.
Alparslan, bunun üzerine hemen İmparatorun zincirlerini çözdürdü. Sonra hafif olan yarasını sardırdı. Kendisine karşı saygılı davrandı. Bir esir değil, misafir bir hükümdar muamelesinde bulundu. Uğradığı felaketten dolayı teselli etti.
Bu konuda yalnız İslam kaynakları değil, Bizans, Ermeni ve Süryani kaynakları da aynı durumu naklederler. Alparslan, onun ordusu bozulduğu halde sonuna kadar mertçe savaşmasını takdir etmiş ve hakkında bir kahramana layık muamelede bulunulmasını istemişti.
Sonra konuştular. Türk ordusunda esir olarak bulunan Fransız papazı Piyer Bilin, memleketine dönüşünde anlattığına göre, bu konuşma şöyle geçmiştir:
Sultan Alparslan sordu:
-Sen beni yenmeye, Türkleri Anadolu’dan sürmeye, sonra yurdumu istilaya geldin. Savaştan önce sana sunduğum barışı kabule yanaşmadın. Çok mağrurdun ve orduna çok güveniyordun. Lakin bahtın yar olmadı. Allah’ın inayeti ve gazi yiğitlerin gayreti ile zafer bize yüz gösterdi. O muhteşem ordun bir hiç oldu ve sen elime düştün. Lakin bunun aksi olsaydı, yani ben yenilip senin eline esir düşseydim bana ne yapardın?
Romanos Diogenes tereddütsüz cevap verdi:
-Seni her sabah törenle kırbaçlatırdım.
-Bu cevaptan mert bir kimse olduğunu anladım. Peki, ya şimdi benim sana ne yapacağımı sanıyorsun?
İmparator biraz düşündü ve bu soruyu şöyle cevaplandırdı:
-İlk akla gelen beni işkencelerle öldürtmendir. Böyle yapmadığın takdirde her halde bir demir kafes içinde memleket memleket, şehir şehir dolaştırır, teşhir edersin.
Alparslan güldü:
-Hayır, bilemedin. Sana bunların hiçbirini yapmayacağım ve hiçbir kötülükte de bulunmayacağım.
Romanos Diogenes, duyduklarına inanamıyordu. Bunun için saklayamadığı bir hayretle sordu:
-Peki ama neden?
-Çünkü ben Türküm ve bütün Türkler gibi benim de kendisini savunma yeteneği olmayana ve esirlere elim kalkmaz. Üstelik savaş meydanında sen bana layık bir rakiptin. Gerçi yenildin, lakin şerefinle yenildin. Esirim değil, misafirimsin. Bunun için de istediğin zaman kalkıp gitmekte serbestsin. Buna karşı senden istediğim, savaştan önce teklif ettiğim barıştır.
Bizans İmparatoru, bu görülmemiş ve duyulmamış büyüklük karşısında derin bir heyecana kapıldı. Ne yapacağını bilemedi. Elinde olmayarak onun ayaklarına kapanmak ve minnet duygularını bu suretle ifade etmek istediyse de, Alparslan buna engel oldu. Sonra barış görüşmeleri başladı ve kısa zamanda sonuçlandı.
Bu barışın esasları şunlardı:
1. İmparator, Sultana savaş tazminatı ve fidye olarak bir buçuk milyon altın ödeyecektir.
2. Bizans İmparatorları, İslam Halifelerine yılda üç yüz altmış bin altın vergi verecektir.
3. Anadolu’da Türklerin elinde bulunan yerler onlarda kalacağı gibi evvelce Türklerin elinde bulunmuş iken Bizans tarafından zaptedilmiş olan yerler de geri verilecektir. Böylece iki devlet arasındaki sınır, aşağı yukarı belli oluyor ve bunu Kızılırmak teşkil ediyordu.
4. Bütün Türk ve İslam esirleri serbest bırakılacaktır.
5. İmparator, kızlarından birisini Sultanın oğullarından birisine nikahla verecektir.
6. Arada 50 yıl süreli bir barış bulunacaktır.
Barıştan sonra İmparator, esir kumandanlarıyla birlikte serbest bırakıldı. Ancak Bizans’a dönmeden önce hal edildiğini, yerine oğlu Mihael Parapinakis’in geçirildiğini ve Bizans’ın onun yaptığı andlaşmayı reddettiğini haber aldı. İmparatorluğu tekrar ele geçirmek için mücadeleye giriştiyse de bunu kaybetti.
Vaktiyle çok iyilik etmiş olduğu Andronik Dukas, onu yakalayıp oğlunun adamlarına teslim etti. Talihsiz İmparator Kotiyeon’a (Kütahya) götürüldü. Gözleri oyularak bir manastıra kapatıldı ve orada öldü.
Malazgirt Meydan Muharebesi ile Bizans’ın mukavemeti kırıldı. Türklerin Anadolu’da yerleşmesi ve genişlemesi gerçekleşti. Sultan Alparslan, beylerine Anadolu’nun fethini emretti. Fetihler sonucunda, Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu’da ilk Türk beylikleri kuruldu. Bu beylikler şunlardır:
Saltukoğulları Beyliği (1072-1202)
Ebul Kasım Saltuk tarafından Erzurum merkez olmak üzere Kars ve Bayburt bölgesinde kuruldu. Süleyman Şah tarafından varlıklarına son verildi.
Mengücekoğulları Beyliği (1080-1228)
Mengücek Gazi tarafından merkez Erzincan olmak üzere Kemah ve Divriği bölgesinde kuruldu. I. Alaeddin Keykubat’ın Erzincan’ı almasıyla ortadan kalktı.
Danişmentoğulları Beyliği (1080-1178)
Ahmet Gazi tarafından Sivas merkez olmak üzere Çorum, Tokat, Amasya ve Malatya’yı içine alan bölgede kuruldu. Haçlılar ile başarıyla mücadele ettiler. II. Kılıçarslan Malatya’ya girerek varlıklarına son verdi.
Çubukoğulları Beyliği (1085-1112)
Çubuk Bey ve oğlu Mehmet Bey tarafından Fırat Nehri batısında Çemişgezek merkez olmak üzere Palu, Genç, Eğin ve Arapgir civarında kuruldu. 1112’de Artuklu hakimiyetine girdi.
Artukoğulları Beyliği (1080-1178)
Artuk Bey ve oğulları tarafından Güneydoğu Anadolu’da kuruldu. Artuk Bey’in ölümüyle Diyarbakır (Hasankeyf), Mardin ve Harput olmak üzere üç koldan yönetildiler. Haçlılara karşı başarıyla mücadele ettiler.
Diyarbakır kolunun kurucusu Sökmen Bey’dir. Eyyubiler tarafından yıkıldı.
Mardin kolunun kurucusu İlgazi Bey’dir. Karakoyunlular tarafından yıkıldı.
Harput kolunun kurucusu Melik Ebubekir’dir. Anadolu Selçuklu Sultanı I. Alaeddin Keykubat tarafından yıkıldı.
KAYNAKLAR:
Mithat SERTOĞLU, Alparslan’dan Atatürk’e Kadar Türk Zaferleri Ansiklopedisi, Yeni İstanbul Gazetesi Yayınları, Tarihsiz, İstanbul, s. 3-10
Erol KÜKÇÜOĞLU, “Başlangıcından Malazgirt Savaşına Kadar Selçuklu-Bizans Münasebetleri”, Türkler, Cilt: 4, s. 694-704
http://www.altayli.net/baslangicindan-malazgirt-savasina-kadar-selcuklu-bizans-munasebetleri.html/1-6
Claude CAHEN, “İslam Kaynaklarına Göre Malazgirt Savaşı”, Türkler, Cilt: 6, s. 203-213
http://www.altayli.net/islam-kaynaklarina-gore-malazgirt-savasi.html/1-4