İnsan ruhu üzerine, en büyük tesirleri, en derin heyecanları uyandırmış, yeni dünyalar yaratmış, yeni medeniyetler kurmuş, inkılâplar, ihtilaller vücuda getirmiş, hudutları alt üst etmiş, taçları, tahtları kasırgaya tutulmuş yapraklar gibi süpürüp götürmüş, iki kadir fikir vardır: Din fikri, milliyet fikri. Bu iki fikir en büyük hararetini çarpışmalardan alır. Bizim Türklüğümüz din ve lisandan mürekkep bir halitadır.
Maarifimizin ikinci hedefi, terkibi din ve dilden ibaret olan milliyete, Türklüğe doğrudur.
GARP MEDENİYETİ İÇİNDE BENLİĞİMİZ NE OLACAK
—***—
Maarifimizde ikinci hedef: Terkibi din ve devletten ibaret olan milliyete, Türklüğe doğru…
—***—
-3-
Garp Medeniyeti beynelmileldir, beynelbeşerdir. Bu beynelmilliyet içinde bütün milletlerin lisanları, mezhepleri, tamamı ile mahfuz kalmıştır. Yalnız mahfuz kalmamıştır. Kurunu Vusta [Orta Çağ]’nın uzun tahammür [mayalama] devrinden vücuda gelen yeni milletler aralarında müşterek olan müessesata rağmen kuvveti her gün biraz daha artan şahsiyetle yekdiğerinden temeyyüz etmişlerdir. Ehl-i salip ordularının bir araya toplandığı Avrupa Hristiyanları bugün Roma’dan gelen, kiliselerin kürsülerinde tekrar edilen bir emirle uzak maksatlar için harbe sürüklenemezler. Dinde “reform” ıslahat hareketi vücuda getiren, her millete kendi dilinde ibadet edeceksin diyen Protestanlık cereyanı ile büyük Fransız İhtilâli’nin ortaya attığı ve bütün insaniyete mal ettiği düsturlar, milliyet umdeleri üzerine müesses yeni bir Avrupa kurmuştur. Bu milliyetçi Avrupa eski Hristiyan Avrupa’dan bin defa daha kuvvetlidir.
Garp Medeniyeti içinde benzerlik ve ayrılık vardır. Medeniyet birliğini vücuda getiren müşterek müessesata mukabil hars ayrılığı vücuda getiren din, mezhep, ahlâk, halkiyat, ince sanat farkları göze çarpar. Garp Medeniyeti içinde İngiliz, Fransız iki ayrı millettir. Bu şâmil ve kadir medeniyet yayıldığı yerlerde bir nev’i tahlil vücuda getirerek imparatorlukların ve büyük kiliselerin, şahsiyetlerinden ayırmak istedikleri milletleri uyandırmış, âsi kılmış ve taraf taraf millî hükumetlere nail etmiştir.
Garp Medeniyetinin tesirleri, yama gibi birbirine eklenmiş milletleri çözmüş, ayrı parçalar haline koymuştur. Din ıslahatından ve Fransız İhtilâli’nin neşrettiği düsturlardan doğan yeni Avrupa içinde her millet kendi lisanına âşıktır. Her millet kendine mahsus olan mümeyyiz vasıfları muhafaza etmeye en büyük ehemmiyeti atfeder. Büyük Fredrik devrinde bile Almancayı köylü lisanı, kaba lisan telakki eden Almanlar, seksen sene evveline gelinceye kadar bir salonda ana dilini söylemekten utanan Macarlar, kibar mahfillerde, Rusça yerine Fransızca veya Almanca söylemeyi tercih eden Ruslar, benliklerinin en büyük umdesi olan ana dillerine meftuniyet ile sarılmışlardır. Garp Medeniyetinin biz diyen hitabı içinde her millerin ben diyen nidası yükselir. Garp Medeniyetinin Osmanlı İmparatorluğu aleyhine vücuda getirdiği Balkan hükûmetleri, Ortodoks kilisesinin, Rumluk lehine vaki olan birleştirme hareketini, Bulgarlığı, Sırplığı, Ulahlığı uyandırmak suretiyle akim bırakmıştır.
Unutmamalı ki Hristiyanlık milliyeti nefy ve reddeden bir esas istinat eder. Fakat çocukluktan, vesayete muhtaç bir yaştan çıkarak rüşte, şuura, benlik fikirlerine yetişmiş milletler, hatta kiliselerini millî bir müessese haline koymuşlardır. Fakat Müslüman Şark, aynı medeniyetin, aynı milliyet cereyanlarının tesiri altında kendini kaybetmek tehlikesine maruz değil midir? Başkalarına benzeyecek, şimdiye kadar mensup olduğumuz dinî medeniyetten uzaklaşacak mıyız?
Bütün eski medeniyetler Mısır, Asur, Yunan, Roma, Hint ve Arabistan medeniyetleri hepsi dinden doğmuştur. Hepsi dinî medeniyetlerdir, fakat bütün bu medeniyetler, istisnasız olmak üzere, başka dinlerin sahalarına yayılmışlardır, başka dinlerin topraklarında da müessir olmuşlardır. Hangi kuvvetli medeniyet, kendini dünyaya getiren memleketin dinî ve siyasî hudutları içinde mahpus kalmıştır? Endülüs’ten Araplar çekildikten sonra bile asırlarca devam eden İslâm Medeniyeti izlerini nasıl izah edelim? Ehl-i salip ordularının muzaffer veya mağlup, Avrupa’ya avdetlerinde, kendi memleketlerine götürdükleri İslâm tesirlerini nasıl izah edelim? Kurunu Vusta’da İtalya’nın ta şimaline varıncaya kadar en hurda sanatlarda göze çarpan Araplığı ne suretle tefsir etmeli? Fenike’de olduğu gibi Yunan’da da Yunan’da olduğu gibi Roma’da da İslâm Medeniyetinde de ilim, sanat ve zanaat hepsi beşiğini terk etmiş, başka dinlerin, başka milletlerin topraklarına nüfuz etmiştir. Bazıları zannediyorlar ki, bir medeniyet herhangi bir memlekete davet-i mahsusa ile girebilir. Bir medeniyetin girmesine istersek müsaade ederiz, istersek müsaade etmeyiz veya iyiyi kötüyü ayırmak için bir murakabe vaz’ edebiliriz, bir nev’i gümrük kor, bazı şeylere, siz içeri, bazı diğerlerine siz dışarı diyebiliriz. Medeniyet birliktir. Hepsi beraber geliyor. Büyük, müthiş cereyanı önüne manialar koydukça seddin önünde kabaran nehir gibi yükseliyor, fakat yine taşıyor, yine geliyor. Milletler yeni şeylere karşı olmamış meyveyi ısırır gibi evvela yüzlerini ekşitiyorlar, sonra yavaş yavaş alışıyorlar ve kabul ediyorlar. Yalnız yüz sene zarfında kaç bedbaht, başlangıçta nefret ve istikrah uyandıran, kaç Avrupa yapması müessese, usul, kıyafet, bugün alışılmış kabul edilmiş hatta halkın himaye ve ilzamına mazhar millî ve mahallî bir malımız olmuştur? Gelenler böyle, gelecekler de böyle. Her gün işitirsiniz. Adabı muaşeretimizdeki idraksizlikten şikâyet ederler. Evlerimizin içindeki muhtelif üsluptaki eşyadan şikâyet ederler. Kanunlarımızda şark ile garbın birbirine yabancı komşuluğundan şikâyet ederler. Millet içinde ikilikten şikâyet ederler, mektepte, idarede, ailede tekerrür etmemiş, birbirine girift olmuş yerli ve yabancı usullerden şikâyet ederler.
Efendiler!
Bir kelime ile söyleyelim. Etrafımızda bir perişanlık var. Bu perişanlık her sahada göze çarpıyor. Etrafımızda yerini muhafaza etmek isteyen bir medeniyetle, yeniden girip birleşmek isteyen bir medeniyet arasında bir muharebe olmuştur. Biz bu muharebenin vücuda getirdiği enkaz ortasında duruyoruz. Perişanlık bize ait olan medeniyetin mağlubiyetinden hasıl olmuştur. Asıl mesele, yeni kıyafet, yeni mektep, yeni ordu, yeni tababet, yeni usul-i idare, yeni hükûmet ve yeni aile şeklinde aramızda, cemiyetimizde tekerrür etmek isteyen bu garp medeniyeti bizim dinî ve millî i benliğimiz üzerinde nasıl tesirat husule getiriyor? Bunu bilmektir.
Efendiler!
İnsan ruhu üzerine, en büyük tesirleri, en derin heyecanları uyandırmış, yeni dünyalar yaratmış, yeni medeniyetler kurmuş, inkılâplar, ihtilaller vücuda getirmiş, hudutları alt üst etmiş, taçları, tahtları kasırgaya tutulmuş yapraklar gibi süpürüp götürmüş, iki kadir fikir vardır: Din fikri, milliyet fikri. Bu iki fikir en büyük hararetini çarpışmalardan alır. Bizim Türklüğümüz din ve lisandan mürekkep bir halitadır. Memleketimiz dahilinde çok uzun senelerden beri, Katoliklik veya Protestanlık namına telkinatta bulunanlar; mekteple, hastane ile her cins müessesat-ı hayriye ile kalp ve dimağ yollarında, halkımızın ruhuna girmek isteyenler, kaç Türkü dalâlet yoluna çevirip götürebildi? Türk dinini değiştirmiyor. Rusya İslâmları dinin zırhı arkasında Ruslaşmaktan kurtuldular. Bulgaristan Müslümanları onun tedafii kuvvetiyle kendilerini muhafaza ediyorlar. Esaret altına düşen bütün İslâm memleketlerine bakınız, nerede şahsiyet-i diniyeden tecerrüt diyebileceğimiz bir harekete tesadüf ediyoruz?
Dilimize gelince, milliyetin dinle beraber ikinci umdesi lisandır. İddia ederim bütün dünyada Türkler kadar anadillerine sadık olan bir millet yoktur. Türkçe, dahil olduğu bütün memleketlerde en kuvvetli diğer lisanları mağlup etmiştir. Çünkü Türk, mâzinin en büyük mirası olan, içinde binlerce senenin hâtıraları, tecrübeleri ve düşünceleri yaşayan diline vefa ile sadakatle bağlıdır. O, harikulade kudretli olan dili sayesinde birçok memleketleri parça parça yutmuş, Türkleştirmiştir. Çin’in bir kısmında Türkçe konuşulur, oraya Türkistan Çini derler. Eski kavi, derin, Çin Medeniyeti Türkü Çinleştirmeye kifayet etmemiştir. Rusya topraklarında Rus Türkistan’ı, Fergana, Buhara, Hive, Hokant, Kazan, Kırım denilen memleketler vardır. Burada yaşayan Türkler, Rus tesiratı altında dinlerini kaybetmedikleri gibi dillerini de kaybetmemişlerdir. Bunun için Çin’in olduğu gibi Rusya’nın da koskoca bir parçası Türk’tür. İran’ın şimalinde Türkçe konuşan bir millet vardır. İran Asya’nın eski Yunanistan’ıdır. İran dünyanın en müessir ve en fazla işlenmiş lisanlarından birine maliktir. İran en büyük medeniyetlerden birinin sahibidir. Türkçe Acemistan’da Acemce’yi mağlup etmiştir. Bunu biz Şark işlerini en mükemmel surette tetebbu eden Garplılar söylüyorlar. İstediğiniz tafsilatı [Victor Bérard] Viktor Berar’ın “İsyan Eden Asya” unvanlı kitabından alabilirsiniz. İran’ın şimali, Türk lisanının hükümranisi altındadır. Acemistan’ın da bir kısmı Türk’tür. Acemce Türkçe’yi unutturamamıştır.
Acaba Kafkasya’da böyle değil mi? Kafkas Azerbaycanı’nda yerleşmiş olan Türkçe, Kafkas’ın sayısız unsurları arasında beynelmilel lisandır. Kafkas’ın büyük bir kısmı da bu sayede Türk kalmıştır.
Anadolu’ya gelince, Roma Medeniyetinin, Bizans Medeniyetinin mağlup olduğu Anadolu’da Türk, din birliği, dil birliği vücuda getirmiştir. Akdeniz sahillerinde kökleşen Türkçe, diğer Türk lehçeleri ile birleşerek Çin içerilerine, Aksay-ı Şark [Uzakdoğu]’a kadar devam eder. Romanya Dobruca’sı, Bulgar Dobruca’sı Türkçe söyler, eski ve yeni Bulgaristan, yedi sekiz yüz bin Türk ile Türk lisanını hâlâ bugün konuşup duruyor. Balkanların Arnavutluk içlerine kadar Türkçe söyleyen kısımlarını bilirsiniz. Türk lisanı Balkanların da bir kısmını yutmuştur. Bizi biz yapan dinimiz ve milliyetimizdir. Bunların kuvvetini, mukavemetini bir defa daha hayâlimizin önünden geçirmiş olduk. Kim diyebilir ki Garptan gelen tesisler bu esasları çürütecek ve bizi yabancı bir milliyete, bir dine temsil edecektir. Bunu iddia edenler evvelâ Avrupa’yı, sonra bütün Asya’yı ihtilâca [çarpıntıya] düşüren milliyet cereyanlarının mânâsını anlamayanlardır. Tunus’ta genç Tunuslular, Mısır’da genç Mısırlılar, Hint’te Hint milliyetperverleri ve İslâmlar, Garp Medeniyetinin hatta esaret ve felâket getirerek girdiği memleketlerde, uyuyan ruhları, nasıl kıyama getirdiğini göstermiyorlar mı? Bu ihtilâller de isyanlar da aynı medeniyetin uyandırma kımıldatma kabiliyetinden doğuyor.
Biliyorum, ortada mevcut olan, koskoca buhran-ı diniyi, Garptan gelen tesir ile izah ediyorlar. Münevverlerin ibadetten uzaklaşan hayatını Garp Medeniyetinin meşum neticesi addediyorlar. Ne gariptir ki aynı buhran Garbın içinde de doğmuştur. Fakat Garp uleması din buhranını halletmek için nâzırların, vekillerin, emirlerinden istianeye [yardım istemeye] lüzum görmemişlerdir. En yakın günlerde yeni bir tecrübesine şahit olduğumuz üzere, memlekette olduğu gibi maarifimizde de dinî şikâyetleri izale edecek tedbir nâzırların emrinden gelmeyecektir. Ana dili, hakikî ilim, yüksek belagat, bedii cazibeler, külfetsizlik, başka memleketlerde hasıl ettiği mesut neticeleri bizim memleketimizde de verebilir. Fakat menfi gayretlerden uzaklaşarak buhranın menbalarına kadar çıkacak âlimlerimiz nerede?
Bu kısmı bitirmek için hülâsa ediyorum: Maarifimizin ikinci hedefi terkibi din ve dilden ibaret olan milliyete, Türklüğe doğrudur. [1, 2]
—***—
DİPNOTLAR
(*) (Emekli) Kastamonu Üniversitesi Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi, mkemalkocak@gmail.com, drkkocak@gmail.com
[1] Hâkimiyet-i Milliye, 26 Teşrinisani 1338 (1922), No: 670, s. 2, sütun: 1-4
[2] Hamdullah Suphi TANRIÖVER, Dağ Yolu 2 (Haz.: Dr. Fethi TEVETOĞLU), Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 1000 Temel Eser Dizisi 130, İstiklal Matbaası İzmir 1987s. 137-143