Connect with us

Türk İstiklâl Mücadelesi

Ali Fuat Cebesoy’un Milli Mücadele Hatıraları’na Göre Amasya Kararları-Amasya Genelgesi

Published

on

Ali Fuat CEBESOY (1882-1968)

GİRİŞ

Ali Fuat (Cebesoy) Eylül 1882’de İstanbul’da doğmuştur. Babası Sökeli Korgeneral İsmail Fazıl Paşa, Annesi Zekiye Hanım 1877-1878 Osmanlı Rus Savaşında Tuna Orduları Umum Kumandanı olan Müşir Mehmet Ali Paşa’nın kızıdır. İlköğrenimini Erzincan Askeri Rüştiyesi’nde tamamlayan Ali Fuat Bey, sırasıyla Saint Joseph Lisesi (1899), Harp Okulu (1902) ve Harb Akademisi’nden (1904) mezun olmuştur. Harp Okulu’nun o sırada diğer öğrencileri arasında Enver (Paşa)Ali Fethi OkyarCafer Tayyar EğilmezKazım KarabekirSelahattin Adil ve Halil Kut (Paşa)lar da bulunmaktaydı. Harp okulunu başarıyla bitirdikten sonra Harp Akademisine kabul edilmiştir. Ali İhsan Sabis ve Asım Gündüz’ün de yer aldığı akademide Ali Fuat, Mustafa Kemal ile sıra arkadaşlığı yapmıştır. Harp Akademisini sekizinci olarak bitiren Ali Fuat’ın Mustafa Kemal ile arkadaşlığı mezuniyetten sonra da devam etmiştir. [1]

Mondros Mütarekesi (30 Ekim 1918) imzalandığında Ali Fuat Paşa, 20. Kolordu Kumandanlığına asaleten ve Mersinli Cemal Paşa’dan boşalan 7. Ordu birliklerine de vekâleten komuta etmekteydi. Yıldırım Orduları Kumandanı Mustafa Kemal Paşa idi. Bu günlerde İngilizler İskenderun’un boşaltılmasını talep etmekteydi. Nitekim ısrarlı teklif ve hatta tehditler karşısında Adana vilayeti Pozantı’ya kadar boşaltılmıştır. İngilizler, Çukurova’daki Osmanlı askerlerinin çekilmesini istiyorlardı. Fuat Paşa, bölgenin geleceği için 20. Kolordu’nun uygun gördüğü subaylarını polis ve jandarmaya aktarmak, diğer birliklerini ise terhis etmeden barış zamanındaki konuşlanma bölgesine ulaştırmak için çalışmıştır. Kolordu’nun kalan birlikleri zor şartlarda Toroslar’ı aşarak trenle Niğde’ye, daha sonra İngilizlerin engellemesi üzerine kara yoluyla Ereğli, Kırşehir üzerinden Ankara’ya nakledilmiştir. Bu kuvvetler Milli Mücadele”nin bel kemiğini teşkil edecektir.

Birinci Dünya Harbi’nin kaybı üzerine hemen hemen bütün komutanlar İstanbul’da toplanmaya başlamıştır. İstanbul’daki endişeli hava içinde yapılacaklar düşünülüp tartışılmaktadır. İşgal altındaki İstanbul’da herhangi bir şey yapılamayacağı kanaati ağırlık kazandığından, asker- sivil vatanseverler birer görev veya vesileyle Anadolu’ya geçmeye başladılar. Mustafa Kemal Paşa ise geniş yetkilerle 9. Ordu Kıtaatı Müfettişliği’ne tayin edilmiştir. Ali Fuat Paşa, onun bu göreve getirilişinde İsmail Fazıl Paşa ile Fuat Paşa’nın eniştesi Dâhiliye Nazırı Mehmet Ali Bey’in yardımları olduğunu ifade etmektedir. Mustafa Kemal Paşa’nın olağanüstü yetkilerle Samsun’a hareketi ile yerel alanda başlayan Milli Mücadele teşkilatlı bir güce kavuşmuştur.

15. Kolordu Komutanı Kazım Karabekir Paşa, 12 Nisan 1919’da Erzurum’a hareket etmiştir. 20. Kolordu Kumandanı Ali Fuat Paşa ise, kolordunun barış zamanında konuşlanma yeri olan Ankara’ya, 13 Mayıs 1919’da gelmiştir. Mustafa Kemal Paşa müfettişlik göreviyle 16 Mayıs 1919’da İstanbul’dan Samsun’a hareket etmiştir. Yanında Refet (Bele) Bey de bulunmaktaydı. 23 Mayıs’ta yola çıkan Rauf Bey ise Balıkesir, Salihli, Denizli, Afyon’da Teşkilat-ı Mahsusa ve mahalli direniş teşkilatlarıyla ilgili çalışmalardan sonra Ankara’ya ulaşmıştır. Fuat Paşa’nın, Mustafa Kemal Paşa’yı Rauf Bey’in gelişi konusunda bilgilendirmesinden sonra Millî Mücadelenin bu dört öncüsü Amasya’da buluşarak “Amasya Kararları”nı hazırladılar. Mersinli Cemal ve Kazım Karabekir paşaların olumlu görüş ve onaylarının alınmasından sonra Amasya Kararları, “Amasya Tamimi” olarak ilgililere duyurulmuştur. Milletin istiklalini, yine milletin azim ve kararının kurtaracağını belirten bu tamim, Milli Mücadele’nin ilk büyük adımıdır.

Aşağıda, Milli Mücadele’nin öncüleri Mustafa Kemal Paşa, Ali Fuat Paşa, Kazım Karabekir Paşa, Refet Bele Paşa, Rauf Orbay ve diğer tarihi şahsiyetlerin hatıralarını karşılaştırarak okumak, incelemek suretiyle milli tarih bilincinin kazanılması ve geliştirilmesine katkıda bulunmak amacıyla, Ali Fuat Cebesoy’un dilinden, Amasya buluşması, Amasya Kararlarının hazırlanması, Amasya Tamiminin ilanı hakkında yapılan çalışmalar sunulmuştur.

—***—

Ankara’dan hareket

12 Haziran 1919’da Tosya – Osmancık – Merzifon yoluyla Havza’ya gitmek üzere atlı arabalarla Ankara’dan ayrılmıştık. 24 üncü fırka kumandanı genç ve güzide arkadaşım Kaymakam Mahmut Bey bizi şehir hududuna kadar selametlemiş ve ayrılırken;

– İnşallah hayırlı haberlerle dönersiniz.

Demişti. Mühim bir şey olduğu takdirde beni derhal haberdar edecekti. Kendisine Vali Muhittin Paşanın her hareketi ile yakından alâkadar olmasını, bilhassa İstanbul ile vaki temaslarını öğrenmesini söylemiştim. Yeni Dâhiliye Nazırı Ali Kemal Beyin Vali Paşayı fena bir yola sevk etmesinden endişe ediyordum. Bu endişemde pek haklı olduğumu bilâhare gördüm. Hareketimizin ikinci günü bu istikamet yerine Sungurlu – Çorum – Merzifon yolunu tercih bize daha uygun gelmişti. Yaverim mülazımı evvel İdris Çora Beyin almış olduğu tedbirler sayesinde 18 Haziran’da hadisesiz olarak Havza’nın birkaç kilometre cenubundaki değirmenlere muvasalat etmiştik. Burada yaptığımız tahkikatta Mustafa Kemal Paşanın birkaç gün evvel Amasya istikametine geçtiğini öğrendik.

Havza kasabası Fransızların işgalinde bulunduğu cihetle kasabaya girmeyerek Mustafa Kemal Paşa ile telgrafla irtibat tesisi ve mülâkat mahallini tespit etmek üzere yaverim İdris Çora’yı Havza’ya gönderdim. Havza’ya girmeğe ve telgraf müdürünün yardımı ile Mustafa Kemal Paşa karargâhı ile irtibat tesisine muvaffak olan yaverim, Mustafa Kemal Paşanın bizlere Amasya’da intizar ettiği ve memlekette mevcut üç ordu müfettişliğinden merkezi Konya’da bulunan Yıldırım Kıtaatı müfettişliğinin ikinci ve dokuzuncu ordu müfettişliğinin de Üçüncü Ordu kıtaatı müfettişliğine kalbedildiği haberlerini getirmişti. İkinci ordunun başında Mersinli Cemal Paşa bulunuyordu.

Amasya’da

Geceyi Değirmen’de geçirerek sabahleyin erkenden Amasya’ya müteveccihen yola çıktık… Kasabaya yaklaşırken sanki bir yeşillik denizi içinden geçiyorduk. Her taraf zümrüt gibi yeşildi. Hele nehir boyunca sıralanmış bostan dolaplarının suladığı bahçeler ne güzel bir manzara arz ediyordu.

Başta Mustafa Kemal Paşa olmak üzere Amasyalıların candan tezahüratı ile karşılanmıştık (bk. https://www.drkemalkocak.com/2022/06/10/mustafa-kemal-amasyada/). Merasim cidden parlaktı. İstikbalimize hemen hemen kasabanın bütün halkı çıkmıştı. Arabalardan indiğimiz zaman Paşa;

– Sizleri zahmete soktuk; fakat buluşmamız çok iyi oldu.

Dedi. Hepimizin ellerini hararetle sıktı. Kafilemiz şehrin yüksek bir yerinde bulunan kumandanlık dairesinde misafir edilmişti. Yorgunluğumuzu almak için soyunup dökünecek ve biraz da istirahat edecektik. Fakat mümkün olmadı, istikbalimize gelenlerin ziyaretleri hava kararıncaya kadar sürdü. Bu arada tabiatıyla Paşa ile konuşmak imkânını bulamadık.

Başbaşa

Aksam yemeğine hep beraber oturmuştuk. Hasbihallerimiz umumi mahiyette oluyor, mühim meselelerin hiçbirine temas edilmiyordu. Yemekten sonra Mustafa Kemal Paşa, Hüseyin Rauf Bey ve ben baş başa kalmıştık. Ordu müfettişliği Erkânıharp Reisi Miralay Kazım (rahmetli Kazım Dirik) Bey yazı işlerimizi ve muhaberatımızı temin maksadıyla yanımızda bulunuyordu. Bazen Erkanıharp Binbaşısı Hüsrev (sayın Hüsrev Gerede) Bey de odaya girip çıkıyor, Mustafa Kemal Paşadan telakki ettiği emirleri süratle yerine getiriyordu. Söze Mustafa Kemal Paşa başlamış, Samsun’a çıktığı tarih olan 19 Mayıs 1919’dan bugüne kadar gerek askeri ve gerekse mülki makamlarla yaptığı temasları anlatmış, sonra Rauf Beyin Garbi Anadolu’daki seyahat intibalarını dinlemişti. Yirminci kolordunun ve benim hareket tarzımdan daha evvel muhtelif vesile ve muhaberelerle malumattar olduğu için bazı sualler sormakla iktifa etmişti. Verdiğim cevaplardan memnun kalıyordu. Umumi vaziyetin müzakere ve münakaşasına geçmeden evvel Erzurum’da bulunan ve içtimaımıza gelemeyen 15 inci kolordu kumandanı Kazım Karabekir Paşaya toplandığımızı haber vermeği münasip görmüştük. Mustafa Kemal Paşanın imzası ile kendisine bir telgraf çekilmişti:

İstanbul’da zevatı aliye ve rüfeka ile ariz ve amik müdavelei efkâr neticesinde bize mülaki olmak üzere hareket eden Bahriye Nazırı esbakı Rauf Beyefendi İzmir içinden geçerek ve oradaki kumandan arkadaşlarımızın da noktai nazarını alarak Ankara üzerinden yirminci kolordu kumandanı Ali Fuat Pasa ile birlikte bugün Amasya’ya teşrif eylediler. Vaziyeti umumiye hakkında görüşüyoruz. Neticeyi yarın arz edeceğiz. Hepimiz ayrı ayrı selam ve ihtiram ile gözlerinizden öperiz.

Vardığımız müşterek netice

İçtimaımız fasılasız olarak saatlerce sürmüştü. Vatanın uğradığı istila tehlikesi, istiklali tammımızın masuniyeti ve hukuku millimizin muhafazası gibi en mühim meselelerin formüle edilmesi pek kolay olmamıştı. Detaylara girdikçe türlü müşküllerle karşılaşıyor, bazen mevzu ister istemez dağılıyordu. Mustafa Kemal Paşanın hazırlamış olduğu kısa bir muhtıranın kararlarımızı formüle etmek bakımından bize bir hayli yardımı dokunmuştu. Vardığımız müşterek kanaat şu birkaç satırla hulasa edilebilirdi: Mademki, Padişah ve onun hükumeti milletin haklarını, vatanın istiklalini müdafaada aciz gösteriyor, hatta milli mukavemete karşı düşmanlarımızla beraber cephe alıyor, istiklalimizi ve vatanın tamamiyetini tehlikeye sokmaktan çekinmiyordu. Artık ondan medet ummakta ve onunla beraber yürümekte mana yoktu. Milletin istiklalini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktı. Haklı davasını bütün cihana ilan edecek, her türlü tesir ve murakabeden masun bir milli heyet kurulmalıydı. Bunun için de vilayetlerden gelecek mümessillerle milli bir kongrenin akdine lüzumu kat’i vardı. Kongrenin toplanması için en emin yer Sivas’tı.

Verilen kararlar

Verdiğimiz kararları bir kâğıda not etmiştik. Yarın veya öbür gün Amasya’ya gelmesini beklediğimiz 3 üncü kolordu kumandanı Miralay Refet (Sayın General Refet Bele) Bey’e de okuyacak ve onun da mütalaasını alacaktık. Ayrıca Konya’da ikinci ordu müfettişi bulunan Mersinli Cemal Paşa ile Kazım Karabekir Paşa’nın fikir ve mütalaalarını soracak, verdiğimiz karara iştirak edip etmediklerini öğrenecektik. Cemal Paşa ile ben, Karabekir Paşa ile de Mustafa Kemal muhabere edecek ve bu suretle sür’at temin olunacaktı. Müfettişlik Erkânıharp reisi Miralay Kazım Bey de Mustafa Kemal Paşadan alacağı emir ve notlarla gerek kararımızı ve gerekse bu karardan haberdar edeceğimiz kumandanlarla bazı mühim zevata yazılacak telgrafları ve mektupları ertesi akşama kadar hazırlamaya çalışacaktı.

Kazım Karabekir Paşanın bir itirazı

Ertesi günü derhal faaliyete geçmiştik. Mersinli Cemal Paşa ile makine başında giriştiğimiz muhabere hüsnü suretle neticelenmişti. Kararlarımıza tamamen iştirak ettiğini bildirmişti. Hatta İtalyanlardan kâfi miktarda silah ve cephane tedarik ederek halka dağıtabileceği vaadinde de bulunmuştu.

Mustafa Kemal Paşa da aynı şekilde Kazım Karabekir Pasa ile muhabere etmiş, onun da muvafakat reyini almıştı. Yalnız Karabekir Paşa, Sivas umumi kongresinden evvel Erzurum’daki vilayatı şarkiye kongresinin toplanmasını ve Mustafa Kemal Pasa ile Rauf Beyin toplantıya iştirak için Erzurum’a gelmelerini rica etmişti. Paşanın bu arzusu bizim tarafımızdan da kabul olunmuştu. Bununla beraber ufak da olsa bir görüş ihtilafı kendisini belli etmiş demekti. Ne yazık ki, bu ihtilaf ileride ve bilhassa Sivas Kongresine takaddüm eden günlerde kendisini ziyadesiyle hissettirmişti. Mustafa Kemal Paşa bana:

– Erzurum’dan böyle bir cevap alacağımı tahmin etmiştim. Yanılmamışım. İstanbul’da kendisiyle görüştüğüm zaman Şarkta muhtelif namlar altında toplanmış olan teşekkülleri birleştirerek Erzurum’da bir mukavemet merkezi yaratılmasının ve milli bir Türk hükumetinin esaslarını kurarak yine buradan harekete geçilmesinin isabetinden bahsetmişti.

Demiş ve sonra ilave etmişti:

– Memleketi Şark ve Garp diye ikiye ayırmak doğru değildir. Vatanı bir kül olarak mütalaa etmeli. Kurtuluş için umumi çareler aramalıdır.

Aralarında İstanbul’da geçmiş olan bu mülakattan daha evvel “Milli Mücadele hakkında neler düşünüyorlardı?” faslında anlatmış ve kendi mütalaamı da eklemiştim.

Amasya mukarreratı [kararları]

Karabekir Paşanın da arzusunu ilave ettikten sonra mukarreratımız şu şekli almıştı:

1 – Vatanın tamamiyeti ve milletin istiklali tehlikededir. Hükumeti merkeziye İtilaf Devletlerinin tesir ve murakabesi altında bulunduğundan deruhte ettiği mesuliyetin icabatını ifa edememektedir. Bu hal milletimizi madum tanıttırıyor. Milletin istiklalini, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır. Milletin hal ve vaziyetini derpiş etmek ve sadayı hukukunu cihana işittirmek için her türlü tesir ve murakabeden azade bir heyeti milliyenin vücudu elzemdir. Bunun için bilmuhabere her taraftan vaki olan teklif ve arzuyu milli üzerine bilvücuh Sivas’ta milli bir kongrenin serian in’ikadı tekarrür etmiştir. Bu maksatla, tekmil Vilayatı Osmaniyenin her livasından fırka ihtilafatı dikkat nazarına alınmaksızın muktedir ve milletin itimadına mazhar üç kadar zatın süratle yola çıkarılması icap etmektedir. Her ihtimale karşı bunun bir milli sır halinde tutularak dağdağaya mahal verilmemesi ve lüzum görülen mahallerde seyahatin mütenekkiren icrası.

2 – Doğu vilayetleri namına 10 Temmuz’da Erzurum’da toplanması mukarrer kongre için mezkûr vilayetlerin Müdafaai Hukuku Milliye ve Reddi İlhak Cemiyetlerinden müntehap azalar zaten Erzurum’a müteveccihen yola çıkarılmışlardır, o vakte kadar vilayatı sairemizin murahhasları da Sivas’a vasıl olabileceklerinden Erzurum Kongresinin azası, tensip edeceği zamanda umumi toplantıya iştirak etmek üzere Sivas’a hareket edecektir.

3 – Yukarıdaki mevada göre murahhaslar Müdafaai Hukuk ve Reddi İlhak Cemiyetleri ve Belediyeler tarafından vesair suretlerle intihap edilecektir.

4 – Bu mukarreratın tatbikına Üçüncü Ordu Müfettişi Mustafa Kemal Paşa, esbak Bahriye Nazırı Hüseyin Rauf Bey, 15 inci Kolordu Kumandanı Kazım Karabekir Paşa, 13 üncü Kolordu Kumandan Vekili Miralay Cevdet ve 3 üncü Kolordu Kumandanı Miralay Refet Bey, Canik Mutasarrıfı Hamit Bey, 2 nci Ordu Müfettişi Ferik Cemal Paşa, 12 nci Kolordu Kumandanı Miralay Salahattin Bey, 20 nci Kolordu Kumandanı Ali Fuat Paşa, Bursa’da 17 nci Kolordu Kumandanı Miralay Bekir Sami Bey, Edirne’de Kolordu Kumandanı Miralay Cafer Tayyar Bey ve diğer bazı mülki ve askeri mühim zevat tarafından çalışılacaktır.  Bundan başka sadrı esbak Müşir Ahmet İzzet Paşa, Nafia Nazırı Ferit Bey ve ayan azasından Ahmet Rıza Bey gibi zevatın fikir ve mütalaaları alınacaktır.

5 – Reddi İlhak ve Müdafaai Hukuku Milliye Cemiyetlerinin verecekleri telgrafların yalnız telgrafhanelerde kabul edilerek çekilmemesi Posta ve Telgraf Umum Müdürlüğünden tamim edilmiştir. Bu husus sureti kat’iyede reddedilerek muhaberatın behemehâl serbestçe temini için tezahüratta bulunularak muhaberat temin edilecek ve temin edilinceye kadar tezahürata devam olunacaktır.

6 – Teşkilatı askeriye ve milliye hiçbir suretle ilga edilmeyecektir. Kumanda hiçbir suretle terk ve ahara tevdi olunmayacaktır. Vatanın herhangi bir tarafından yeniden vaki olacak düşman işgal harekâtı umum orduyu alakadar edecek ve hâsıl olan vaziyete nazaran müdafaai memlekete müştereken tevessül olunacaktır. Bu sebeple kumandanlar derhal birbirlerini haberdar edeceklerdir. Esliha ve mühimmat kat’iyen elden çıkarılmayacaktır.

Cevdet, Salahattin Beyler ve Mersinli Cemal Paşa…

Dördüncü maddede adı geçenlerden 13 üncü Kolordu Kumandan Vekili Miralay Cevdet Bey hiçbir şeye karışmamış, Erkânı Harp Reisi Halit Bey kararlarımıza iştirak etmiştir. Kara Vasıf Beyin sonradan bize bildirdiğine göre Cevdet Bey aldığı talimatı Harbiye Nezaretine de yazarak emir talep etmiş, 12 nci Kolordu Kumandanı Salahattin Bey Harbiye Nezaretinde başka bir vazifeye tayin edilerek mevkiinden ayrılmıştır. Mersinli Cemal Paşayı ise bilahare Anadolu ile anlaşmış, İstanbul hükumetlerinin birinde Harbiye Nazın olarak görülmüştü.

Son İçtimaımız

21 Haziran 1919 akşamı Amasya’da son defa olarak toplandık. Samsun Mutasarrıfı Hamit Bey müstacel işleri dolayısıyla içtimaımıza iştirak imkânını bulamamıştı. Miralay Refet Bey (Sayın General Refet Bele) seyahatten dönerek bize katılmıştı. Mustafa Kemal Paşa ordu erkânıharp reisi Miralay Kazım Beye bazı emirler dikte ediyordu. Bir taraftan da İstanbul’a yazılan mektuplar tebyiz olunuyordu. Bunları bizimle beraber gelen maliye müfettişi Arif Bey götürecek, Kara Vasıf Beye verecekti. Tevziat onun vasıtasıyla yapılacaktı. Alınacak cevaplar da yine onun kanalından bize bildirilecekti. Bu fikri bize Hüseyin Rauf Bey vermişti. Kara Vasıf Bey ve arkadaşları İstanbul’da gizlice faaliyette bulunuyorlar, muhitlerini gittikçe genişletiyorlardı. Bu teşkilattan Mustafa Kemal Paşanın da haberi vardı. İstanbul’da bulunduğu sıralarda kendileri ile temas etmişti.

Amasya mukarreratının imzası

Miralay Refet Bey bize iştirak edebilmek için hazırlanmış olan yazıları ve kararları gözden geçiriyordu. Yazı işleri bitinceye kadar içtima odasına girip çıkıyor, bu arada diğer salonda bulunan Paşanın maiyet erkânı ile konuşuyorduk. Ekserisini eskiden tanıyordum. Bunların arasında erkânıharp kaymakamı Arif, Doktor Binbaşı Refik (rahmetli Başvekil Refik Saydam) beyler de vardı. Bu sırada yaverim mülazımı evvel İdris Bey (Dışişleri Bakanlığı Levazım Müdürü Sayın İdris Çora) bir telgraf getirmişti. Ankara’da yerime vekil olarak bıraktığım kaymakam Mahmut Beyden geliyordu. Şifre ile verilmişti. Vali Muhittin Paşa kazaları teftişe çıkmıştı. Benim arkamdan onun da ayrılmış olmasına bir mana verememiştim. Çünkü bu seyahatten bana hiç bahsetmemişti. Telgrafta tafsilat yoktu.

Yaverlerden biri salona gelerek:

– Paşa hazretleri sizi rica ediyorlar.

Dedi. İçtima odasına döndüm. Hüseyin Rauf Bey de orada idi. Mustafa Kemal Paşa:

– Hamdolsun işlerimiz tamamlandı. Burada bulunmayıp da kararlarımıza iştirakini temin eylediğimiz arkadaşlarla da muhabere ederek mutabakatı efkâr hâsıl olduğunu gördük. Öyle ise şimdi kararlarımızı imzalayabiliriz… dedi.

Hüseyin Rauf Bey ile ben imzaladıktan sonra sıra Refet Beye gelmişti. Refet Bey ufak bir tereddüdü müteakip bana döndü:

– Kongrenin icabında bir hükumet teşkil edeceği anlaşılıyor. Acaba siz de böyle mi anlıyorsunuz?

Diye sordu.

– Evet, kongrenin her şeyi tetkik ve müzakere ettikten sonra milletin hürriyet ve istiklalini temin maksadıyla bir hükumet tesisi de lazım geliyorsa bunu yapabileceğini ben de anlıyorum.

Cevabım verdim. Bunun üzerine itiraz etmedi. Mustafa Kemal Paşanın uzattığı kararnamenin altına imzasını koydu.

Amasya mukarreratının kıymeti

Bu fasla nihayet vermeden evvel bir iki söz daha söylemeliyim. Amasya içtimaı ve mukarreratını kurtuluş gününe kadar harikalar yaratan milletimizin milli kıyamına tam bir mebde olarak kabul etmek doğru değildir. Ondan evvel de buna benzer içtimalar olmuş, İzmir’de Müdafaa-i Hukuk-u Osmaniye, Edirne’de Trakya-Paşaeli, merkezi İstanbul’da bulunan Vilayet-i Şarkiye Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti ve Reddi İlhak gibi cemiyetler kurulmuş, Adana ihtilali hazırlığı yapılmış, İzmir hinterlandı cephesinin tesisine başlanmış, Erzurum kongresi içtimaa çağrılmıştı. Fakat Amasya içtimaı ve mukarreratının ehemmiyet ve hususiyeti çok daha başkadır. Münferit ve mıntakavi teşebbüsler birleştirilmiş, bütün milletin, istiklal ve vatanımızın uğradığı tehlike etrafında müttehit olduğu gerek harice ve gerekse dâhile gösterilmiştir.

Mukaddes ittifak” adını verdiğim Amasya mukarreratı toplayıcı bir ruh taşımaktadır. Şunu hemen ilave etmeliyim ki, bunun başlıca amili de Mustafa Kemal Paşadır.

Amasya’dan ayrılırken

Amasya’da mülaki olduğumuz arkadaşlara 22 Haziran 1919’da veda ettim. Bir an evvel Ankara’ya dönmek, Vali Paşa teftişten gelmeden orada bulunmak istiyordum. Hüseyin Rauf Bey ve müzakerelerimizde dinleyici sıfatıyla bulunup kararlarımıza iştirak eden eski İzmit mutasarrıfı Süreyya Bey, Mustafa Kemal Paşanın refakatinde Erzurum’a gideceklerdi. Seyahatleri gayet gizli tutulacak, hareket tarihi hiçbir suretle ifşa edilmeyecekti.

Yaverim İdris Çora Bey ile İstanbul’daki zevata yazılan mektupları Kara Vasıf Beye götürecek olan maliye müfettişi Arif Bey beraberimde bulunuyorlardı. Mustafa Kemal Paşa hareketimden biraz evvel beni bir kenara çekerek:

– Fuat Paşa, demişti. Beni ordu müfettişliği makamında uzun müddet bırakacaklarına ihtimal vermiyorum. Şu önümüzdeki birkaç gün içinde vaziyet anlaşılacaktır. Seni temin ederim ki, mücadelemize sıfat ve salahiyetten azade olarak da devam edeceğim. Arkadaşlarımın aynı yakınlığı ve vefayı göstereceğinden eminim.

Paşanın ne demek istediğini anlamıştım. İstanbul’daki son mit mülakatımızda verdiğim cevabı tekrarladım:

– Vaziyet ne şekilde tecelli ederse etsin, ben ve kolordum daima emrinde kalacaktır.

Biraz durdu:

– Bu adamlar seni de kolordunun başından ve hatta askerlikten ayırabilirler.

– Bu takdirde dahi seninle beraberim Paşam.

Elimi heyecanla sıktı.

– Biliyorum, biliyorum Fuat.

Dedi ve sonra ilave etti:

Haydi, uğurlar olsun, Vali Muhittin Paşaya hürmetlerimi söylemeyi unutma. [2]

DİPNOTLAR

[1] https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/bilgi/ali-fuat-cebesoy-1882-1968/

https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/bilgi/amasya-tamimi/

[2] Ali Fuat Cebesoy, Milli Mücadele Hatıraları, Vatan Neşriyatı, İstanbul 1953, s. 69-77

Türk İstiklâl Mücadelesi

Saltanatın Kaldırılmasına Dair Türkiye Büyük Millet Meclisinin Genel Kurul Kararı

Published

on

(1 Kasım 1922)

Sadrazam Tevfik Paşa 17 Ekim 1922’de Mustafa Kemal Paşa’ya çektiği telgrafta [1], Büyük Zafer’i saltanat makamı ile Babıâli’ye varlığını sürdürecek bir unsur olarak görmüş, hatta Barış Konferansı’nda İstanbul Hükûmetinin yanında yer almak suretiyle Ankara’nın son vazifesini yapmasını bekler vaziyette bulunmuştur. Mustafa Kemal Paşa, Tevfik Paşa’nın telgrafına cevap olmak üzere TBMM’nin İstanbul’daki siyasî temsilcisi Hamit Bey’e Bursa’dan çektiği 18 Ekim 1922 tarihli telgrafta [2], “…Teşki­lât-ı Esasiye Kanunu ile şekil ve mahiyeti taayyün eden Türkiye Devletinin tarihi teessüsünden beri Türkiye mukadderatına vaziülyet ve bundan mes’ul yalnız ve ancak Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükumeti olduğu”nu belirtmiş, aynı kanun gereğince Türkiye’yi konferansta TBMM Hükûmeti’nin temsil edeceğini bildirmiştir. Hamit Bey, Gazi Paşa’nın talimatı doğrultusunda Tevfik Paşa’ya tebligatta bulunmasına rağmen sonuç elde edememiştir.

27 Ekim 1922’de İngiliz, Fransız, İtalyan temsilcileri ayrı ayrı verdikleri şifahi notalarla İstanbul ve Ankara Hükûmetlerini aynı anda, 13 Kasım 1922’ de İsviçre’nin Lozan şehrinde yapılacak konferansa davet ettiler. 23 Ekim’de Ankara bu daveti kabul ettiğini bildirmiş, 29 Ekim’de Tevfik Paşa tarafından TBMM Başkanlığına çekilen telgrafta[3], birlikte katılma teklifinde bulunulmuştur.

Mustafa Kemal Paşa, Barış Konferansı’nda ikiliği ortadan kaldırmak için saltanatın hemen kaldırılması doğrultusunda kararını vermiştir. Bu konuda Rauf Bey ile Kâzım Karabekir Paşa’dan kararının uygun olduğuna dair meclis kürsüsünde konuşma yapmalarını istemiştir. Bu istek kabul görmüş, hatta Rauf Bey daha ileri giderek bu günün bayram ilân edilmesini teklif etmiştir.

Sadrazam Tevfik Paşa’nın barış konferansına birlikte katılma teklifi TBMM’de büyük tepki ile karşılanmıştır. Bu konu, 30 Ekim 1922 tarihindeki birleşimde görüşülmüştür. Vahi­deddin’in ve Hükûmetlerinin Millî Mücadeledeki karşı icraatları açıklanarak saltanat makamını suçlayan konuşmalar yapılmıştır. Bu sebeple kimi mebuslar İstanbul Hükûmetinin konferansa katılma haklarının bulunmadığını ifade ederken, kimileri de İstanbul Hükûmetinin yok sayılmasını ve hatta saltanatın kaldırılmasını istemişlerdir. Aynı birleşimde saltanatın kaldırılmasına dair Dr. Rıza Nur ve arkadaşlarınca verilen 81 imzalı altı maddelik önerge [4] Meclis Başkanlığına sunulmuş, 131 kabul, 2 ret, 3 çekimser oya karşılık çoğunluk sağlanamadığından işlem tamamlanamamış ve 1 Kasım Çarşamba günü tekrar oylama yapılmak üzere oturuma son verilmiştir. TBMM’nin çalışmalarına ara verdiği 31 Ekim Salı günü Müdafaa-i Hukuk Grubu toplantısında Mustafa Kemal Paşa, saltanatın kaldırılmasının mecburi olduğuna dair açıklamada bulunmuştur. 1 Kasım Çarşamba günkü 130. birleşimin birinci oturumunda konu tekrar gündeme getirilmiştir.

 Dr. Rıza Nur ve arkadaşları önergelerinin altıncı maddesine yönelik değişiklik teklifinde bulundular[5]. Teklifte, hilâfetin Türklere, özellikle Osmanlı hanedanına ait olduğu kabul edilmiş ve halifenin ne şekilde, kim tarafından belirleneceğine açıklık getirilmiştir. İkinci Grup liderlerinden Hüseyin Avni (Ulaş) Bey ve arkadaşlarınca verilen 26 imzalı iki maddelik bir önergede[6], İstanbul Hükûmetinin 16 Mart 1920’den itibaren tarihe karıştığı belirtilmiş olmasına rağmen saltanatın kaldırılmasına yönelik herhangi bir açıklamada bulunulmamıştır. Bu önerge sadece İstanbul Hükûmeti’ni hedef almıştır. Mustafa Kemal Paşa her iki teklif üzerinde yapmış olduğu uzunca konuşmasında hilâfetle saltanatın birbirinden ayrılabileceğini, tarihten örnekler vererek açıklamış neticede söz konusu tekliflerin Şer’iye, Adliye ve Kanun-ı Esasi encümenlerinden meydana gelen ortak komisyona havalesi kabul olunarak birinci oturuma son verilmiştir.

Teklifler, ortak komisyonda görüşülürken, durumu yakından takip eden Mustafa Kemal Paşa, toplantı odasına girerek komisyona hitaben bir konuşma yapmıştır. Konuşmasında; hâkimiyet ve saltanatın kuvvet ve kudretle alınabileceğini, milletin ayaklanarak zaten bunları elde ettiğini, yapılacak işin fiili durumu resmîleştirmekten ibaret bulunduğunu, aksi takdirde bazı kafaların kesileceğini ifade etmiştir. Bu konuşmayla aydınlanan komisyon üyeleri, bu görüşler doğrultusunda bir karar tasarısı metni hazırlayıp meclis başkanlığına sunmuşlardır.

TBMM Genel Kurulunun 130. birleşiminin ikinci oturumunda ittifakla kabul edilen iki maddelik “TBMM’nin Hukuk-ı Hâkimiyet ve Hükümranının Mümessil-i Hakikisi Olduğuna Dair Hey’et-i Umumiye Kararı”na [7] göre;  saltanatla hilâfet birbirinden ayrılmış, saltanat kaldırılmış, hilâfetin varlığı korunmuş, hilâfet makamının Osmanlı hanedanına ait olduğu, ilim ve ahlâk bakımlarından hanedanın en iyi ve en olgun mensubunun bu makama TBMM tarafından seçileceği belirtilmiştir. Aynı kararda İstanbul Hükûmetinin varlığına son verilmiştir.

Türkiye Büyük Millet Meclisinin Hukuk-ı Hâkimiyet ve Hükümranının Mümessil-i Hakikisi Olduğuna Dair Hey’et-i Umumiye Kararı

Numara: 308

Birkaç asırdır Saray ve Bab-ı Âlinin cehâlet ve sefâhati yüzünden devlet azim felâketler içinde müthiş bir surette çalkandıktan sonra nihayet tarihe intikal etmiş bulunduğu bir anda, Osmanlı İmparatorluğunun müessisi ve sahib-i hakikisi olan Türk milleti, Anadolu’da hem harici düşmanlarına karşı kıyam etmiş hem de o düşmanlarla birleşip millet aleyhine harekete gelmiş olan Saray ve Bab-ı Âli aleyhine mücâhedeye atılarak Türkiye’de Büyük Millet Meclisi ve onun Hükûmeti ve ordularını bitteşkil harici düşmanlar, Saray ve Bab-ı Âli ile fiilen ve müsellahan ve malum müşkilât-ı şedide ve mahrumiyet-i elime içinde cidâle girişmiş, bugünkü halâs gününe vasıl olmuştur.

Türk milleti, Saray ve Bab-ı Âlinin hıyanetini gördüğü zaman Teşkilât-ı Esasiye Kanununu ısdar ederek onun birinci maddesiyle hâkimiyeti padişahtan alıp bizzat millete ve ikinci maddesiyle icrai ve teşri kuvvetleri onun yed-i kudretine vermiştir. Yedinci madde ile de harp ilânı, sulh akdi gibi bütün hukuk-ı hükümraniyi milletin nefsinde cem eylemiştir.

Binaenaleyh; o zamandan beri eski Osmanlı İmparatorluğu tarihe intikal edip yerine yeni ve milli bir Türkiye devleti, yine o zamandan beri padişahlık merfu olup yerine Türkiye Büyük Millet Meclisi kaim olmuştur. Yani bugün İstanbul’da bulunan heyet mevcudiyetini usulen himaye edecek hiçbir meşru ve gayr-i meşru ecnebi kuvvete ve müzâheret-i milliyeye malik olmayıp bir zıll-ı zâil halindedir. Millet, şahsi hükümranlık ve saray halkı ve etrafının sefâhati esası üzerine müessis bir saltanat yerine, asıl halk kitlesinin ve köylünün hukukunu himaye ve saadetini tekeffül eden bir halk Hükûmeti idaresi tesis ve vaz’edilmiştir.

Hal böyle iken İstanbul’da düşmanlarla teşrik-i mesâi etmiş olanların elan hukuk-ı hilâfet ve saltanat ve hukuk-ı hanedandan bahs eylemelerini görmekle müstekreh-i hayret bulunuyoruz. Tevfik Paşanın telgrafı kadar garip ve acayip ve hilâf-ı mavaka’ı bir vesika tarihte nadir görülmüştür. Binaenaleyh Türkiye Büyük Millet Meclisi bervechi ati mevadı neşr ve ilâna karar vermiştir:

1-Teşkilât-ı Esasiye Kanunuyla Türkiye halkı, hukuk-ı hâkimiyet ve hükümranisini mümessil-i hakikisi olan Türkiye Büyük Millet Meclisinin şahsiyet-i maneviyesinde gayr-i kabili terk ve tecezzi ve ferağ olmak üzere temsile ve bilfiil istimale ve irade-i milliyeye istinad etmeyen hiçbir kuvvet ve heyeti tanımamağa karar verdiği cihetle Misak-ı Milli hudutları dâhilinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmetinden başka şekl-i Hükûmeti tanımaz. Binaenaleyh Türkiye halkı, hâkimiyet-i şahsiyeye müstenid olan İstanbul’daki şekl-i Hükûmeti 16 Mart 1336’dan itibaren ve ebediyen tarihe müntakil addeylemiştir.

2-Hilâfet; Hanedan-ı Âli Osman’a ait olup halifeliğe Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından bu Hanedanın ilmen ve ahlâken erşed ve eslâh olanı intihap olunur. Türkiye devleti makam-ı hilâfetin istinatgâhıdır.

1-2 Teşrinisani 1338 [1-2 Kasım 1922]

DİP NOTLAR

[1] T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, 30.10. 1338, Devre: 1, Cilt: 24, İçtima Senesi: 3, s. 269; Kemal Atatürk, Nutuk Cilt: III Vesikalar, Vesika: 260, MEB Devlet Kitapları, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1982, s.1236-1237

[2] Kemal Atatürk, Nutuk Cilt: III Vesikalar, Vesika: 262, MEB Devlet Kitapları, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1982, s.1237

[3] T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, 30.10. 1338, Devre: 1, Cilt: 24, İçtima Senesi: 3, s. 270; Kemal Atatürk, Nutuk Cilt: III Vesikalar, Vesika: 263, MEB Devlet Kitapları, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1982,s.1238-1239

[4] T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, 30.10. 1338, Devre: 1, Cilt: 24, İçtima Senesi: 3, s. 292-293

[5] T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, 1.11. 1338, Devre: 1, Cilt: 24, İçtima Senesi: 3, s. 304

[6] T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, 1.11. 1338, Devre: 1, Cilt: 24, İçtima Senesi: 3, s. 304-305

[7] T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, 1.11. 1338, Devre: 1, Cilt: 24, İçtima Senesi: 3, s. 313-314; Büyük Millet Meclisi Kavanin Mecmuası, Cilt:1, s. 487-488; Bekir Sıtkı Yalçın-İsmet Gönülal, Atatürk İnkılâbı Kanunlar-Kararlar Tamimler-Bildiriler Belgeler-Gerekçe ve Tutanaklarıyla- Kültür ve Turizm Bakanlığı, Ankara 1984, s. 286-288

Continue Reading

Türk İstiklâl Mücadelesi

Mustafa Kemal Paşa’nın Neue Freie Presse Muhabirine Cumhuriyet Hakkında Beyanatı [Demeci]

Published

on

(22 Eylül 1923)

Giriş

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Gazi Mustafa Kemal [ATATÜRK] önderliğinde gerçekleştirilen Türk İstiklal Harbi/Milli Mücadele’den sonra kurulmuştur. Türk Milletinin bağımsızlığını kazanmasından sonra Gazi, zaman zaman yurt gezilerine çıkmıştır. Bu gezilerinde, Millî Mücadele sırasında düşmana karşı omuz omuza birlikte mücadele ettiği milleti ile daha yakından temas kurma imkânına kavuşmuştur. Gezilerinden, uzun süren harplerden yeni çıkmış olan halka moral vermiş, yeni kurulan “Türk Milletinin/Milli Kültürümüzün” muasır medeniyetler seviyesine ulaşması için yapılması gerekenler hakkında, kulluk/kölelikten kurtularak hürriyetine kavuşan vatandaşları bilgilendirmiş, yapılan inkılâpların uygulanışını görmüş ve yapılacak inkılâplarla hakkında kamuoyu oluşturmuştur. İhtiyaç duyduğu kamuoyu desteğini sağladığına kanaat getirdikten sonra, yapmak istediği inkılâpları Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sunmuş ve uygulamaya/hayata geçirmiştir.

Bu sebeple Gazi’nin yurt gezileri yanında yabancı asker ve siyasi temsilciler ve gazetecilerle temas ve görüşmeleri, genellikle önemli siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel değişim ve gelişmelerin yaşandığı/yaşanacağı günlerin öncesi veya sonrasında gerçekleşmiş olması bakımından anlamlıdır. Bu kapsamda, Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın Nöye Fraye Prese [Neue Freie Presse] adındaki Avusturya gazetesi muhabirine verdiği “Cumhuriyetin ilanını öngören” demeç, Osmanlı Türkçesi ile yayımlandığı [Hâkimiyet-i Milliye, 27 Eylül 1923, No: 926, s. 1, sütun: 1-3]’ten çevrim yazı olarak aşağıda sunulmuştur.

***

Büyük Millet Meclisi Reisi Başkumandan Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’nin Viyana’da münteşir [yayımlanan] “Nöye Fraye Prese” [Neue Freie Presse] namındaki Avusturya gazetesine vaki beyanatının asıl metni.

Ankara, 26 [Eylül 1923], (A. A.) – İki üç günden beri Ankara ve İstanbul gazetelerinde Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’ne atfedilen beyanat, salahiyettar olmayan zevat tarafından neşredilmiştir [yayımlanmıştır]. Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’nin şehrimizde bulunan Nöye Fraye Prese Muhabiri Mösyö Jozef Hans Lazar’a vaki olan beyanatı aynen ber-vech-i atidir [aşağıdadır]:

Muharririn [yazarın], Türkiye Teşkilatı Esasiye Kanunu’ndaki müstakbel tadilatın [gelecekteki değişikliğin] ne olacağı hakkındaki sualine [sorusuna] Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri şu suretle cevap vermiştir:

Yeni Türkiye Teşkilatı Esasiye Kanunu’nun ilk maddelerini size tekrar edeceğim:

Hâkimiyet bila kaydu şart [kayıtsız şartsız] milletindir. İcra kudreti, teşri kudreti [kanun yapma] salahiyeti, milletin yegâne hakiki mümessili [temsilcisi] olan Meclis’te tecelli etmiş ve toplanmıştır.

Bu iki maddeyi bir kelimede hülasa etmek kabildir [özetlemek mümkündür]: “Cumhuriyet“.

Yeni Türkiye’nin umur-ı teceddüdü [yenileşme işi] daha nihayet bulmamıştır. Ancak yolun sonuna kadar gidilmelidir. Harpten sonra Türk Teşkilatı Esasiye’sinin inkişafı [gelişmesi] henüz kati bir şekil almış addedilemez [sayılamaz]. Tadilat [değişiklikler] ve tashihat [düzeltmeler] yapmak ve daha mükemmel bir hale getirmek elzemdir. İkmaline [tamamlanmasına] başlanan bu iş henüz bitmemiştir. Kısa bir zaman zarfında Türkiye’nin bugün fiilen almış bulunduğu şekil kanunen de tespit edilecektir. Yakın bir atide [gelecekte] bu meseleye ait hükûmet teklifatı [teklifleri] Meclis’e arz edilecektir. Bu teklifatın [tekliflerin] bütün mevadı [maddeleri] Teşkilatı Esasiye Kanunu’nun inkişaf [gelişme] ve ikmaline [tamamlanmasına] ait bulunacaktır.

Bütün Avrupa ve Amerika’daki cumhuriyetler nasıl esas itibariyle yekdiğerinden ayrı değilse ve aralarındaki fark nasıl yalnız şekle ait bulunuyorsa, Türkiye’nin da bu cumhuriyetlerden farkı sırf bir şekil meselesidir. Diğer cumhuriyet usulüyle idare edilen memleketlerde olduğu gibi bizim de hâkimiyete malik [sahip] bir parlamentomuz vardır. Yalnız bizde Büyük Millet Meclisi hem teşri [kanun yapma] hem de icrai salahiyete maliktir [icra salahiyetine sahiptir]. Başka yerde olduğu gibi, bizde de vekiller kendi vekâletlerine ait işlerden mesuldürler. Başka yerlerde yeni Türkiye devleti icra vekillerinin Millet Meclisi elinde bir oyuncak olduğu zannediliyor; bu, hatadır. Vekillerin mesuliyetine ve vazifesine ait meselede, Teşkilatı Esasiye Kanunu’nda yapılacak tadilat ile [değişikliklerle] tespit edilmiş olacaktır. Netice itibariyle reisicumhurdan, reisi hükûmetten [hükûmet reisinden] ve mesul vekillerden müteşekkil bir hükûmet teşkil edeceğiz.

Yeni Türkiye’nin payitahtı meselesine gelince, bunun cevabı kendiliğinden zahir olur [ortaya çıkar]: Ankara, Türkiye Cumhuriyeti’nin payitahtıdır.

S[ual]  – Avrupa’da, Türkiye’nin Avrupa’ya ve Garplılığa [Batılılığa] husumeti [düşmanlığı] bulunduğu fikri vardır. Türk matbuatında da bu nokta hakkında bir münakaşa açılmıştı. Bu münakaşada Garplılık müdafaa ediliyor veya aleyhinde bulunuluyordu. Bu hususta ne düşünülüyor?

C[evap]  – Asırlardan beri düşmanlarımız Avrupa akvamı [milletleri] arasında Türklere karşı kin ve husumet [düşmanlık] fikirleri telkin etmişlerdir. Garp zihinlerine yerleşmiş olan bu fikirler, hususi [özel] bir zihniyet vücuda getirmişlerdir. Bu zihniyet hala her şeye ve bütün hadisata [hadiselere] rağmen mevcuttur. Ve Avrupa’da hala Türk’ün her türlü terakkiye [ilerlemeye] hasım [düşman] bir adam olduğu, manen ve fikren inkişafa [gelişmeye] gayr-i müstaid [kabiliyetsiz] bir adam olduğu zannedilmektedir. Bu, azim [büyük] bir hatadır. Cevabımı basitleştirmek için size şu misali serdedeceğim [vereceğim]: Farz ediniz ki, karşınızda iki adam var; bunlardan biri zengin ve emrine her türlü vesait muhya [vasıtalar hazır], diğeri de fakir ve elinde hiçbir vasıta mevcut değil. Bu vesait fıkdanından [vasıta yokluğundan] başka ikincinin manevi ruhu da diğerinden hiç farkı ve maduniyeti [geriliği] yoktur. İşte Avrupa ile Türkiye yekdiğerine karşı bu vaziyettedir. Bizi madun [geri] olmaya mahkûm bir kavim olarak tanımakla iktifa etmemiş [yetinmemiş] olan Garp, harabiyetimizi [haraplığımızı] tacil [çabuklaştırmak] için ne yapmak lazımsa yapmıştır. Garp ve Şark  [Doğu] zihinlerinde yekdiğeriyle muarız [çatışan] iki prensip mevzu bahs [söz konusu] olduğu vakit, bunun en mühim menbaını [kaynağını] bulmak için Avrupa’ya bakmalı. İşte Avrupa’da mütemadiyen [devamlı] olarak mücadele ettiğimiz bu zihniyet mevcuttur.

İmparatorluk zamanında sultanın hükûmetleri Türk milletinin Avrupa ile temasına mani olmak için ellerinden geleni yapmışlar ve milletin arzu ve iradesinden uzak ve ayrı olarak icray-ı hükûmet [hükûmet icra] etmişler ve Türk milletini terakkiden [ilerlemeden] hariç bırakmışlardır.

Biz milliyetperverler gözleri açık adamlarız. Gözlerimizi her gün daha ziyade açmakta ve gerek dâhilde ve gerek hariçte olup biteni görüyoruz. Milletimizin mütemeddin [medeni] milletlerle temasını teshil etmek [kolaylaştırmak] menafimiz [menfaatlarımız]  mukteziyatındandır [gereklerindendir].

Bu temasın, münasebetlerin yeniden tesisini yalnız arzu etmekle kalmıyoruz, onları inkişaf ettirmek [geliştirmek] için her şeyi yapıyoruz. Bu tavrımız, çok açık ve tartışmasız olarak, Türklerin zenofobisi [yabancı korkusu] bulunduğu şeklindeki yanlış zannı çürütmektedir.

Matbuatla milliyetperver Türkiye’nin ecnebi [yabancı] düşmanı olduğu ilan edilirse, büyük bir hata irtikâp edilmiş [işlenmiş] ve hakikaten mevcut olan şeyin aksi iddia edilmiş olur.

İkinci noktaya gelince, yani Türk matbuatında da Garplılık [Batılılık] ve Şarklılık [Doğululuk] münakaşası açıldığına gelince, matbuat, istediği bahiste istediği veçhile [şekilde] tefsiratta [yorumlarda] bulunabilir. Matbuat, hiçbir veçhile [şekilde] tahakküm ve nüfuza tabi tutulamaz. Benim bu hususta şahsi nokta-ı nazarım [görüşüm] şudur ki, muhafazakâr olan ve bu hususta yalnız olan Tevhidi Efkâr’ın karşısında Türk matbuatının kesreti [çoğunluğu] var. Bu matbuat Garplılaşmak [Batılılaşmak] veçhesini [yönünü] müdafaa ediyor. Tevhidi Efkâr’ın fikri bizim inkişafımızın [gelişmemizin] Garp usulünde vaki olmasını tadil edemez [değiştiremez]. Onun hareketi Garp matbuatına karşı aksülamel [tepki] diye telakki [kabul] edilebilir. O Garp matbuatı ki, ekseriyeti [çoğunluğu] mukaddema [başlangıçta] bizim aleyhimizde bulunuyordu. Vaki olan tebeddülata [değişikliklere] rağmen eski metotlarını değiştirmiyorlar.

SLozan sulhu [barışı] hakkındaki fikr-i devletlileri [devletlilerinin fikri]?

C Lozan sulhu heyet-i umumiyesi [bütünü] itibariyle bizi tatmin ediyor. Biz bu muahedeye [antlaşmaya] tamamıyla riayet edeceğiz. Buna rağmen şunu söylemekten kendimizi men edemeyiz ki, daha taleplerimiz vardır ve bunların kuvveden [düşünceden] fiile çıktığını ahiren [son zamanda] Avrupa akvamının [milletlerinin] zihinlerinde vaki olan Türkiye’ye müsait yeni bir temayül [eğilim] vasıtasıyla görmek istiyoruz.

Muallak mesail [meseleler] için dostane tarz-ı tasfiyeler [çözüm tarzları] bulunacağını ümit etmek istiyoruz. Uzak bir atide [gelecekte] değil yakın bir istikbalde [gelecekte] şimdiye kadar halledilemeyen mesailin [meselelerin] kati hal şekline iktiran ettiğini [kavuştuğunu] görmek istiyoruz.

[Hâkimiyet-i Milliye, 27 Eylül 1923, No: 926, s. 1, sütun: 1-3;

Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt: 16 (1924), Kaynak Yayınları, İstanbul, 2005, s. 117-119]

Continue Reading

Türk İstiklâl Mücadelesi

Büyük Âlim Ziya Gökalp’in Vefatı

Published

on

[25 Ekim 1924]

Giriş

Türk sosyolojisinin kurucusu ve Türk milliyetçiliğinin en önemli düşünürlerinden biri olan Ziya GÖKALP [1], “bedenimin babası Ali Rıza Efendi, hislerimin babası Namık Kemal, fikirlerimin babası ise Ziya Gökalp’tir” sözünü sarf eden Mustafa Kemal ATATÜRK’ün en fazla etkilendiği kişiler arasında yer alır.

Vefatının 100. yıldönümünde Ziya Gökalp’i minnet ve rahmetle anarım. Bu münasebetle başta Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK olmak üzere Türk milleti, vatanı ve devleti uğrunda hizmet eden bilim, kültür, sanat, devlet, asker ve siyaset adamları ile Türk Mehmetçiklerinden bu dünyadan göç edenlere rahmet, hayatta olanlara sağlık, mutluluk ve başarılar dilerim.

Hafızalarımızı tazeleyip zihin jimnastiği yapmak amacıyla GÖKALP’in vefatının ertesi günü [Hâkimiyet-i Milliye, 26 Teşrinievvel 1924, No: 1256, s. 1, sütun: 2-3]’te yayımlanan “Hamdullah Suphi [TANRIÖVER],” ve “Ziya Gökalp Büyük Âlim Ziya Gökalp’in Ziyaı” başlıklı haber metinleri Osmanlı Türkçesi’nden çevrim yazı olarak aşağıda sunulmuştur.

***

ZİYA GÖKALP

“Ne elim bir haberle dilhunuz [içimiz kan ağlıyor]. Türk milliyetperverleri bir baş, hakiki bir mürşit kaybettiler. Türkçülük mefkûresinin bir meşalesi olan bu asil zekâ, kendi izinde yürüyecek binlerce muakkip [takipçi] bıraktı. Onun Türk tarihini, Türk içtimaiyatını, Türk harsını aydınlatan tahlil ve tasnif kuvveti, asırlardır ruhumuzda biriken karanlıkları derece derece eritmişti. Geçtiği yol evvelce bir izdi, şimdi bir şehrahtır [ana yoldur]. Türk vatanı en aziz evladından birini kaybetmekle taziye edilmek lazım gelen bir felakete uğradı. Ziya Gökalp’in hatırası önünde başlarımızı eğdiğimiz bu acı dakikalarda, tesellimiz odur ki, onun ufkumuzda dalgalandırdığı manevi bayrağı yere düşürmeyecek bir gençlik; memleketin her köşesinde bu imanın mahfuziyeti [korunması] için ayakta silahlanmış duruyor.” [2]

Hamdullah Suphi [TANRIÖVER]

***

BÜYÜK ÂLİM ZİYA GÖKALP’İN ZİYAI

Diyarbakır Mebus-ı Muhteremi; çok kıymetli eserlerini Türklüğe ve gençliğe hatıra bırakarak aramızdan ebediyen ayrılmıştır

Reisicumhurumuz ve İsmet Paşa hazeratı birer telgrafla merhum müşarünileyhin [adı geçenin] ailesine teessürlerini [üzüntülerini] iblağ buyurmuşlardır [bildirmişlerdir]. Bir Ziya Gökalp Cemiyeti teşkil edilmiştir.

***

Bir müddetten beri rahatsız bulunan ve son günlerde hastalığının şiddetlenmesi dolayısıyla hastahaneye nakledilen Diyarbakır Mebusu Ziya Gökalp Bey üstadımız dün [25 Ekim 1924] sabaha karşı irtihal-i dar-ı beka [ahirete göç] eylemiş ve bu müellim [elem veren] haber şehrimizde birden bire şayi olarak [duyularak] umumi ve derin bir teessürle [keder ve üzüntüyle] karşılanmıştır.

Reisicumhur Gazi Paşa Hazretleriyle Başvekil ve Hariciye Vekili İsmet Paşa Hazretleri merhum müşarünileyhin ailesine birer taziye telgrafı çekmek suretiyle teessürlerini iblağ buyurdukları gibi hükumet tarafından lazım gelenlere cenaze merasiminin pek mutantan bir surette icrası için de emirler verilmiştir.

İstanbul’da icra edilecek olan cenaze merasiminde Türkiye Büyük Millet Meclisi namına orada bulunan İkinci Reis Vekili Şarkikarahisar Mebusu Ali Sururi Bey hazır bulunacaktır. Merhum müşarünileyhin ailesine bu devreye ait olan tahsisatın kâmilen verilmesi ve ayrıca hidmet-i vataniye [vatana hizmet] tertibinden maaş tahsisi takarrür etmiştir [kararlaştırılmıştır]. Müdafaa-i Milliye Vekili Kazım Paşa Hazretleri ordu namına, beyan-ı taziyet edilmesini Üçüncü Kolordu Kumandanlığına ve Maarif Vekili Vasıf Bey Efendi de cenaze merasiminin icra edildiği gün bütün mekteplerin kapatılmasını ve bilumum muallimlerle talebelerin merasime iştirak etmelerini İstanbul’daki memurin-i aidesine emreylemişlerdir.

Vasıf Bey Efendi merhumun ailesine çektikleri telgrafta; kendisiyle beraber bilumum muallimlerin muhtaç-ı taziye ve teselliye bir halde olduklarını ve merhumun hatırasının gençlik için kuvvetli bir menba-ı ilham [ilham kaynağı]  olacağını ve bir arzuları varsa muhatap olmak istediğini bildirmiş ve ayrıca Muallimler Birliği, Türk Ocakları Heyet-i Merkeziyelerince telgrafla beyan-ı tessesür ve arz-ı taziyet olunmuştur.

Dün gece Ankara’da Türkçülük Cereyanının maruf simaları, mebuslar ve Türkçü gençler bir içtima akdederek [toplantı yaparak] bir “Ziya Gökalp Cemiyeti” tesis etmişlerdir. Cemiyetin Birinci Reisliğine Sinop Mebusu sabık Sıhhiye Vekili Doktor Ziya Nur Bey, İkinci Reisliğine Zonguldak Mebusu Ragıp beyler bil ittifak intihap edilmişlerdir [seçilmişlerdir]. Cemiyet Ziya Gökalp Beyin bütün Türk şehirlerindeki muhiplerinden ve talebesinden taazzuv edecektir [meydana gelecektir]. Cemiyetin programı ve gayesi; Ziya Gökalp Beyin kitaplarının tabı [basımı], yazılarının ve hatıralarının cemi [toplanması] ve ihtifallerinin [törenlerinin] tertibi olacaktır.

Diğer taraftan “Türk Ocakları Merkez Heyeti ve Hars Heyeti” ve “Ziya Gökalp Cemiyeti” şu suretle derin teessürlerini ve hissiyat-ı taziyetkaranelerini ifade etmektedirler:

Türklüğe ve Türk Ocaklarına ifa ettiği layemut [ölmez] hidmetler ile kalbimizde ebediyen yaşayacak bir minnet ve şükran hatırası bırakmış olan büyük âlim ve rehber Ziya Gökalp’in vefatı dolayısıyla Türk milletine en samimi taziyetlerimizi ve memleketin umumi kederine bütün mevcudiyetimizle iştirak ettiğimizi beyan ederiz.

Anadolu Ajansı da şu satırlarla teessürlerini bildirmektedir:

Türk vatanı en büyük ilim adamını kaybetti. Milli Mücadelenin ruhu ve istinatgâhı olan milliyet fikirlerini neşretmek hususunda Ziya Gökalp Beyin ifa ettiği hidmetler Türk milletinin kalbinde ebedi bir minnet bırakmıştır. Anadolu Ajansı bu büyük ziya [kayıp] karşısında duyduğu derin teessürleri beyan ve Türk milletini bütün ruhuyla taziye eder [başsağlığı diler].”

Üstadın son hayatına ait ajans tarafından verilen malumat ber-vech-i atidir [aşağıdadır]:

Ajans ve matbuat mensubini [mensupları] namına üstat Ziya Gökalp Beyi 23 Teşirinievvel’de [23 Ekim 1924] ziyaret eden Anadolu Ajansının İstanbul mümessili [temsilcisi] Edhem Hidayet Bey o günkü tarihle şu telgrafı ajansa göndermiştir:

İstanbul: 23 [Ekim 1924] (A. A.)-Ziya Gökalp Beye gittim. Çok dalgın, etrafındakileri tanıyamaz bir halde idi. Hiçbir şey söyleyemiyor ve ızdırap alameti gösteriyordu. Dünkü konsültasyon neticesinde kati olmamak üzere dimağında iltihap olduğu teşhis edildiğini ve doktorların ümitvar bulunmadığını biraderi Nihad Bey ifade etti. Kemal-i teessürle arz ederim.”

Anadolu Ajansının üstadın hastalığına ve irtihaline dair müteakip telgrafları da ber-vech-i atidir [aşağıdadır]:

İstanbul: 24 [Ekim 1924] (A. A.)-Ziya Gökalp Beyin vaziyet-i sıhhiyesine [sağlık durumuna] dair bu akşamki tabip raporu ber-vech-i atidir:

Hastanın ahval-i umumiyesi git gide kesb-i vahamet ediyor. Hastalık süratle seyrini takip ediyor. Ziya Bey artık etrafındakileri tanımıyor. Kalp mukavemet ediyor. Hastalığın vahameti bütün kuvvetiyle bakidir.” [2]

DİP NOTLAR

[1] https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/bilgi/ziya-gokalp-1876-1924/

[2] Hâkimiyet-i Milliye, 26 Teşrinievvel 1924, No: 1256, s. 1, sütun: 2-3

Continue Reading

En Çok Okunanlar