Connect with us

Mustafa Kemal Atatürk

GAZİ MUSTAFA KEMAL’İN MİLLETVEKİLİ SEÇİLME HAKKINDAN MAHRUM EDİLMESİ TEŞEBBÜSÜ

Published

on

GİRİŞ

Türk İstiklal Harbi (Milli Mücadele)’nin başarıya ulaşmasından ve barışın gerçekleşmesinden sonra yeni bir seçimin yapılacağı herkes tarafından bilinmekte ve beklenmektedir. Mustafa Kemal Paşa’ya göre Meclis, Milli Mücadele başarıya ulaşana kadar milletten yetki almıştır. Şimdi bu başarı sağlandığına göre, Meclisin kendini yenilemesi gereklidir.

2 Aralık 1922’de Erzurum Mebusu Süleyman Necati, Mersin Mebusu Selahattin ve Canik Mebusu Emin Beyler, TBMM’ye Milletvekili Seçimi Kanunu’nun 15’inci maddesinin değiştirilmesi yönünde bir önerge sunmuşlardır. Bu önergenin, Mustafa Kemal Paşa’nın seçilmesini engelleyecek bir içerik taşıması, TBMM’de sert tartışmalara yol açmıştır. Değiştirilmesi teklif edilen söz konusu maddede, “Millet Meclisi’ne aza seçilebilmek için Türkiye’nin bugünkü sınırları dâhilinde doğmuş olmak şarttır. Muhacereten [göç ederek] gelenlerden Türk ve Kürtler yerleşim tarihinden itibaren bir bölgede beş yıl ikamet etmişler ise intihap olunabilirler.” hükmü öngörülmüştür.

Milletvekili Seçimi Kanunu’nda değişiklik önergesi Meclis gündemine geldiğinde, söz alan Mustafa Kemal Paşa, söz konusu önergenin, doğrudan doğruya kendisini vatandaşlık haklarından mahrum etmek amacı doğrultusunda hazırlandığını belirterek şu açıklamayı yapmıştır:

“Maalesef doğum yerim bugünkü Türkiye sınırlarının dışında kalmıştır. Bunun sebebi, Misak-ı Milli sınırlarının tam olarak gerçekleştirilememesidir. Ayrıca herhangi bir bölgede beş yıl süreyle ikamet etmedim. Bunun sebebi de çeşitli cephelerde mücadele etmek suretiyle vatana hizmet etmiş olmamdır.”…. Beni vatandaşlık hukukundan ıskat etmek salahiyeti bu efendilere nereden verilmiştir? Bu kürsüden resmen Heyet-i Alinize, bu efendilerin daireleri intihabiyeleri [seçim çevreleri] halkına ve bütün millete soruyorum ve cevap istiyorum.”

Mustafa Kemal Paşa’nın bu tepkisi üzerine söz alan Erzurum Mebusu Hüseyin Avni Bey, bu önergeden Mustafa Kemal Paşa’nın vatandaşlık hakkından mahrum edilmesini düzenleyen bir anlam çıkarmasına hayret ettiğini belirterek, “Paşa’nın vatanı her yer ve herkesin kalbidir. Fakat Paşa Hazretleri de bu kalplere hürmet etmelidir ki rica ederim, Türkiye’de artık Arnavut mebus, Arap mebus bulunmayacaktır.” demiştir.

Mustafa Kemal Paşa’nın, anılan maddenin açık olduğunu ve yoruma gerek olmadığını ifade etmesine karşılık, Hüseyin Avni Bey, Süleyman Necati Bey ve Emin Bey, önerge üzerinde açıklamalarda bulunmuşlardır. Bu açıklamalarda, teklifi hazırlarlarken Mustafa Kemal Paşa’yı hatırlarına getirmedikleri, Türk kökenli olmayan mebusların Meclise girmesini engellemek istedikleri ve Mustafa Kemal Paşa’nın müstesna olduğu yönünde ifadelerde bulunmuşlardır. Ancak Hüseyin Avni Bey konuşmasının bir yerinde, “Teklif-i kanuniler usulü dairesinde encümene gider, encümen kararını verir. Eğer Mustafa Kemal Paşa’yı Meclis feda ederse o da feda edilsin. Söz Meclisindir.” diyerek kanun teklifinin, Mustafa Kemal Paşa’ya ayrıcalık sağlayacak bir hükmü bulunmadığını itiraf etmiştir. [1]

Milletvekili Seçimi Kanunu’nda değişiklik içeren önerge ve önerge hakkındaki görüşmeler basına da yansımıştır. Meclis’teki tartışmalar kamuoyuna yansıyınca, Mustafa Kemal Paşa’nın çağrısına uyan birçok kişi ve kurum, Meclis Başkanlığı’na protesto mahiyetinde telgraflar çekmişler ve tepkilerini dile getirmişlerdir. Önergeyi veren mebusların seçim çevrelerindeki halk da bu önergeyi kınayan ve Mustafa Kemal Paşa’nın yanında olduklarını belirten telgraflar çekmişlerdir. Elaziz, Arapkir, Zonguldak, Sinop, Ankara, Devrek, Ünye, Sivas, Keban, İstanbul, Dersim, Daday, Diyarbakır, Muş, Erzurum, Mersin, Urfa, Adana, İçel, Karaman, Mecidiye, Feke, Göksun, Eskişehir, Kangal, Ayıntap, Kayseri, Iğdır, Osmaniye ve Beyşehri’nden çekilen telgraf metinleri Hâkimiyet-i Milliye Gazetesi’nin 10, 11, 12, 13, 14, 15, 18, 19 ve 20 Kânunuevvel(Aralık) 1338(1922) tarihli nüshalarında “Mustafa Kemal’in Vatanı!..” başlığı altında yayımlanmıştır. [2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10]

MİLLETVEKİLİ SEÇİMİ KANUNU’NUN 15’İNCİ MADDESİNİN DEĞİŞİKLİĞİ HAKKINDAKİ KANUN TEKLİFİ ÜZERİNDE GÖRÜŞMELER

Dün[02.12.1922], Büyük Millet Meclisi’nde, İntihab-ı Mebusan[Milletvekili Seçimi] Kanunu’nun (15)inci maddesinin tadili[değiştirilmesi] hakkında verilmiş olan bir takrir[önerge], pek heyecanlı ve hararetli bir müzakereyi intac[netice verme, doğurma] eylemiştir. Selahaddin Bey (Mersin), Emin Bey (Canik), Süleyman Necati Bey (Erzurum) tarafından verilen bu takrirde (15)inci maddenin şu suretle tadili talep olunuyordu:

[Millet Meclisi’ne aza intihap olunabilmek için Türkiye’nin bugünkü hudutları dâhilindeki mahalli ahalisinden olmak veya mebus intihap olunacağı daire-i intihabiyede bulunmak meşruttur. Muhacereten gelenlerden Türkler ve Kürtler tarih-i iskânlarından itibaren beş sene mürur etmiş ise intihap olunabilirler. Diğer bilumum anasırın Türkiye’de doğmuş olanları bu haktan müstefit olurlar.]

Bu takririn kıraatı üzerine Büyük Millet Meclisi Reisi Başkumandan Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri kürsüye gelerek Meclis’in derin bir teessür içinde dinledikleri şu beyanatta bulunmuşlardır:

Efendim! Bu teklif-i kanuni bir maksad-ı mahsusu ihtiva ediyor ve bu maksad-ı mahsus doğruca şahsıma taalluk[ilişiği, ilgisi olma, ait olma]  ettiğinden müsaade ederseniz birkaç kelime ile fikrimi arz etmek istiyorum.

Erzurum mebusu Süleyman Necati ve Mersin mebusu Selahaddin ve Canik mebusu Emin Bey efendiler tarafından teklif olunan layiha-i kanuniye[kanun tasarısı] doğrudan doğruya benim şahsımı vatandaşlık hukukundan ıskat[düşürme, düşürülme, yok etme]  etmek nokta-i nazarına[görüşüne] matuftur[yöneltilmiştir]. (Haşa sesleri)

Yusuf Ziya Bey (Bitlis)-Hatıra gelmez.

Salih Efendi (Erzurum)-Şahsın çok muhteremdir.

Mustafa Kemal Paşa Hazretleri devamla-On beşinci maddede yazılı olan satırları gözden geçirecek olursanız orada deniliyor ki:

“Büyük Millet Meclisi’ne aza intihab olunabilmek için Türkiye’nin bugünkü hududları dahilindeki memalik ahalisinden olmak meşrutdur veya daire-i intihabiye dahilinde mütemekkin olmak meşrutdur. Ondan sonra muhacereten gelenlerden Türk ve Kütler tarih-i iskanlarından itibaren beş sene mürur etmiş ise intihab olunabilirler. Maalesef mahall-i tevlidim bugünkü hududlar haricinde kalmış bulunuyor. Saniyen herhangi bir daire-i intihabiyenin beş sene mütemekkini dahi değilim. Memalik-i tevlidim bugünkü hudud-ı millimizin dışında kalmıştır.

Fakat bu böyle ise bunda katiyyen bir kasd ve kabahatim yoktur. (Haşa Paşa Hazretleri sesleri) Bunun sebebi bütün memleketimizi, milletimizi mahv ve müzmehil[yok] etmek isteyen düşmanların harekatında muvaffak olmaktan kısmen men’ edilememiş olmasıdır.

Eğer düşmanlar tamamen maksadlarına muvaffak olmuş olsalardı Allah muhafaza etsin buraya vaz’ül-imza[imza koyan] olan efendilerin dahi memleketleri hudud haricinde kalabilirdi. Bundan başka, bu maddenin talep ettiği şartı haiz bulunmuyorsam, beş sene mütemadiyen bir daire-i intihabiyede sakin olamamış isem o da bu vatana ifa ettiğim hidmet yüzündendir.

Eğer bu maddenin taleb ettiği şartı ihraza[almaya, kazanmaya, elde etmeye] çalışsa idim İstanbul’u kazandırmaktan ibaret olan Arıburnu ve Anafartalar’daki müdafaatımı yapmamaklığım lazım gelirdi. Eğer ben bir yerde beş sene oturmağa mahkum olmuş olsa idim Bitlis ve Muş’u aldıktan sonra Diyarbekir istikametinde tevsi’[genişletme, genişletilme] eden düşmanın karşısına çıkmamaklığım, Bitlis ve Muş’u kurtarmaktan ibaret olan vazife-i vataniyemi yapmamaklığım lazım gelirdi. Bu efendilerin taleb ettiği şeraiti[şartları] ihraz etmek istese idim Suriye’yi tahliye eden orduların enkazından Haleb’de bir ordu teşkil ederek düşmana karşı müdafaa etmemekliğim ve bugün hudud-ı milliye dediğimiz hududu fiilen tesbit etmemekliğim lazım gelirdi. Zannediyorum ki ondan sonraki mesai cümlenin malumudur. Hiçbir yerde beş sene oturmayacak kadar sarf-ı mesai etmiş bulunuyorum. Ben zannediyorum ki bu hidmetimizden dolayı milletimin muhabbetine ve teveccühüne mazhar oldum. (Hay hay sesleri) Belki bütün alem-i İslam’ın muhabbet ve teveccühüne mazharım. Binaenaleyh bu teveccühata mukabil vatandaşlık hukukundan ıskata ma’ruz kalacağımı asla hatıra getirmezdim. Tahmin ediyorum ve ediyordum ki ecnebi düşmanlar bana suikasd etmek suretiyle de memleketimdeki hidmetimden beni tecride çalışacaklardır. Fakat hiçbir zaman hatır ve hayalime getirmezdim ki Meclis-i Aliye’de velev iki üç kişi olsun aynı zihniyette bulunabilsin. Binaenaleyh ben anlamak istiyorum. Bu efendiler daire-i intihabiyeleri halkının ciddi olarak …

İhsan Bey (Cebel-i Bereket)-Paşa Hazretleri kime soruyorsunuz, iki üç kişinin galat[yanlış, yanılmış] ifadesi umum-ı meclise aid olabilir mi?

Mustafa Kemal Paşa Hazretleri-Buraya vaz’ül-imza olan efendilere söylüyorum. Bilmek istiyorum ki bu efendiler daire-i intihabiyeleri halkının ciddi olarak tecüman-ı fikir ve hissi midirler? Yine bu efendilere karşı söylüyorum mebus olmak itibariyle tabii şamil bir sıfatı cami bulunuyorlar. Binaenaleyh demek istiyorum ki millet bu efendilerle hem fikir midir ? (Katiyyen sesleri)

Saniyen efendiler, beni vatandaşlık hukukundan ıskat etmek selahiyeti bu efendilere nereden verilmiştir? Bu kürsüden resmen Heyet-i Aliyenize ve bu efendilerin daire-i intihabiyeleri halkına ve bütün millete soruyorum ve cevab istiyorum.

İhsan Bey (Cebel-i Bereket)- Siz münci-i[kurtaran, halaskar] millet ve müceddid-i[yenileyeni, yenileyici bir şekil ve suret vereni, kurucusu] devletsiniz.

Hüseyin Avni Bey (Erzurum)- Efendiler ortada bir teklif-i kanuni vardır. Her fikir muhterem ve mübecceldir[yüceltilmiş, saygı gösterilmiş, yüce, ulu]. Herkes memleketin selamet ve saadeti için arzu ettiğini teklif eder ve serbesttir. Esasen teklif-i kanuniler hemen kat’iyetle kabul edilmiş mahiyette olmadığından Paşa Hazretlerinin bu işten istisna ve zatlarını vatandaşlık hukukundan ıskat edecek bir mana telakki buyurmalarına hayret ediyorum. Türkiye milleti Paşa Hazretlerini kendilerinin timsali  yaptıktan sonra Paşa’nın vatanı her yer ve herkesin kalbidir. Fakat Paşa Hazretleri de bu kalblere hürmet etmelidir ki rica ederim Türkiye’de artık Arnavud mebus, Arab mebus bulunmayacaktır. (Hay hay sesleri) (Alkışlar) Paşam! Vatandaşlıkta başkalarına kıyas ederseniz bu hususta afvınıza mağruren arz ediyorum ki pek yanlış düşünürsünüz. Siz kalbimize girmiş tarihi temsil etmek mevkiinde dururken başkalarının bir menfaati için şahs-ı devletlerini ileri sürmeyi menafi’-i memleketle kabil-i telif görmüyoruz.

Mustafa Kemal Paşa Hazretleri-Hüseyin Avni Bey madde sarihtir, tefsire hacet yoktur.

Hüseyin Avni Bey (Erzurum) devamla-Paşa Hazretleri şahsınız bunun içerisine girmemiştir ve giremez. Onlarda da o telakki yoktur. (Şiddetli alkışlar) Yalnız burada bir şey vardır. Şahs-ı devletlerini ileri sürerek diğerlerinin bundan istifade etmesine imkan yoktur. Mustafa Kemal Paşa Hazretleri kimseye mukayese edilemez. Teklif-i kanuniler usul-ı dairesinde encümene gider. Encümen kararını verir. Eğer Mustafa Kemal Paşa’yı meclis feda[11] ederse o da feda edilsin. Söz meclisindir. Yoksa üç beş arkadaşımızın hüsn-i niyetle ve gayet muhakkak meşru bir dava hakkında vermiş oldukları takriri bu şekilde tefsir etmemelerini hassaten rica ederim. Kalbimizden çıkacağınız gün atmakta tereddüt etmeyiz. Fakat siz her gün yaşayacaksınız. Esasen bu hususaa isti’cal[acele] olunmaması lazımdır. Paşa Hazretleri arkadaşlarımızın evvel-be-evvel[her şeyden evvel] fikrini sormadan kendilerini dilhun[içi kan ağlayan] edecek vaziyette beyan-ı hal etmelerini bendeniz muvafık bulmam. Arkadaşlarımızı hususi olarak davet edib fikirlerini sormalı idi. O zaman zannediyorum ki benim burada arkadaşlarımın hesabına tercüman olan vicdanımın hakiki doğrularını siz kendilerinden de duyacaktınız. Burada yalnız bir şey olmuştur. Keza müsame-i dahili hilafına şöyle bir müzakere açılmıştır. Bunu na-mücmel[uzun ve çok sözle anlatılmış] görmekteyim. Paşa Hazretleri de bilirler ki o arkadaşlar en samimi insanlardır ve işe en evvel başlamış ve nihayetinde de milleti yaşatmak için en ziyade hidmet eden onlardır. Paşam evvel olduğu gibi en son yine o arkadaşlar ellerini sizin ellerinize vererek beraber çalışacaklardır. Gayemiz budur. Su-i tefehhüme[yanlış anlamaya] mahal yoktur. O su-i tefehhümler icabı ne diyeceğim artık bir şey bulamıyorum. Artık Paşa Hazretleri sizi ben onlarla da temin ediyorum. Meclisimize sizi timsal yaptıktan sonra kendinizi vatandaşlık hukukundan hariç telakki etmek demek bu mesele ile katiyyen alakadar değildir. Hatıra gelmemiştir. Biz Paşa Hazretleri bilmünasebe arz ediyorum. Asırlardan beri Arablara harac verdik. Bu millet çalıştı. Mekke şerefası köylerimizi ziyaret için geldikleri zaman göğsümüze sardığımız insanların kendiniz de kumandanı olduğunuz Arabistan’dan bizi nasıl kovduklarını kendiniz de gördünüz.

Arnavud komiteci ile bütün mevcudiyetimizle hudud bekçiliğini yaptık. Oradan nasıl kovulduğumuzu bilirsiniz? Geçen sene buradan bir Türk evladı gitti. Sokmayın bu insanları dediler. Artık böyle adamlara mebusluk veremeyiz. Mebusum diye milletin hakkını hiçbir zaman isti’mal[kullanma] edemez. (Alkışlar) Ben daire-i intihabiyede[seçim çevresinde] oturmadım o gayede değildim buyurdunuz. Siz herhangi noktada çalışırsanız orası sizin hakk-ı intihabiyenizi temin etmiştir. Vatandaşlık şu veya bu memlekette oturmak esası üzerine değildir. Burada kürsü-i millette yegane söz sahibi Türk ve Kürd olacaktır. (Her Türkiyeli sesleri) Siz o seciyeyi taşıdıkça ebediyyen sizi ser-efraz[başını yukarı kaldıran, yükselten, benzerlerinden üstün olan] olarak başımızda tutacağız. Ta ki bu gayeden inhiraf[dönme, sapma] etmeyiniz. (Şiddetli alkışlar) Siz bundan inhiraf ettiğiniz zaman sizi atmak da bizim için bir vazife olur.

Celal Nuri Bey (Gelibolu)-Bunu ne hatıra getiriyorsunuz?

Hüseyin Avni Bey (Erzurum)-Ben riyakar değilim. Olur, insandır belki hata eder. Riyakar değilim. Samimi söylüyorum. (Yaşa sesleri) Bu arkadaşlarımdan hassaten istirham ediyorum ve kendileri de benim şu taşıdığım hisden başka hiçbir his taşımadığını ve taşımak imkanı olmadığını hissediyorsa, Paşa Hazretlerinden istirham ediyorum bu su-i tefehhüme[yanlış anlamaya] nihayet vererek bu müzakereyi kapatalım. Milletin size hürmeti la-yezaldir[zevalsiz, bitimsiz, sonsuz].

Gazi Mustafa Kemal Paşa (Ankara)-Hüseyin Avni Bey biraderimizin söylediği sözlere bu madde tercüman olmuyor. Beyefendinin söyledikleri başka şeylerdir.

Şevket Bey (Bayezid)-Siz müstesnasınız Paşa…

Mustafa Kemal Paşa (devamla)-Benim müstesna olduğuma dair bir kanun yoktur ve müstesna olamam.

Necati Bey (Erzurum)-Bu layiha-ı kanuniyi verdikten sonra, esas maksadı müsaid bir zamanda izah edecektim. Paşa Hazretleri gibi şahsiyet-i mümtazesi, bütün milletin kalbinde yaşayan bir zat-ı aliye karşı teklifimizin şu şekilde bir telakkiye ma’ruz kıldığından dolayı müteessirim. O nokta-ı nazarı bir tarafa bırakıyorum. Şimdi bu mesele hakkında izahat-ı lazimede bulunacağım.

Efendiler; ma’lumunuzdur ki alelade ferdler nihayet vatanın biz cüz’üdür. Onlar cüz’ü la-yetecezza[parçalanmaz, bölünmez, bütün] kabilinden birer insandırlar. Tarih yapan insanlar bir mevki sahibirler. Tarih yapan insanların vatanı, yalnız falan kıt’a-i arziyede oturmak değildir. Onların rabıtaları gayr-i kabil[imkânsız, olamaz] infikak[ayrılma, çözülme] olan tarihin alakası gibi büyük ve bir timsal-i vatandırlar. Binaenaleyh böyle bir kanun mevzu’ bahs olurken Paşa Hazretleri gibi en büyük bir şahsiyet-i mümtazeyi haiz bir zatı pek ziyade takdir edenlerden ve hatta en evvel takdir edenlerden olmak üzere benim hatırıma gelmez. Efendiler bunu ancak namussuzlar yapar ve ancak bu milletle alakası olmayan menfaatperest, vicdanlarını, hayatlarını, namuslarını satmış olanlar yapar. (Bravo sesleri) (Alkışlar)

Ben vatanın aciz bir ferdiyim. Vatanımdan başka bir şeye gönül vermemişimdir. Binaenaleyh bu vatanı yaşatmakta amil olan bir zatın-belki iddia da edebilirim-çok arkadaşlarımdan ziyade nazarımda mevki’ vardır. Ve bu, beni bilenlerce ve bütün kalbimi ve hayatımı görenlerce ma’lumdur. Böyle bir şeyi hatırımdan geçiremem ve benden böyle bir fikir sadır olamaz. Bendeniz demin de arz ettiğim gibi Paşa Hazretleri nazarımda alelade bir vatandaş değildir. Fakat bu maddeyi niçin teklif ettiğimizi arz edeyim:

Önümüzde, koca bir Osmanlı İmparatorluğu’nun enkazı vardır, bu enkazın avamilini[sebeplerini]  tedkik edersek buna sebeb, büyük Türk milletinin benliğinin çiğnenmesi ve Türklüğün yabancılar elinde kalmasıdır. (Bravo sadaları) Efendiler rica ederim bakınız; dünyanın her yerinde de öyledir… Bir Fransız tebaası ben Fransızım demekten başka bir şey diyebilir mi? Orada bir Fransızlık vardır. Bir kül vardır. Tarihi açınız halbuki bizde böyle olmamıştır. Boşnak Mehmed Paşa, Çerkes Veli Paşa gibi adamlar göreceğiz, hiç Türk yok.

Her ırk kendi hürriyet-i milliyesiyle bu heyet-i ictima’iye içinde yaşamış ve mevkiler ihraz[alma, kazanma, elde etme, erişme]  etmiştir ve bunun neticesinde de Türklük mahv olmuştur.

Bundan sonra Türkiye hududu dahilinde vatandaşlık tesis etmek mecburiyetindeyiz. Artık bu enkaz altında kalmış olan bu hatalarımızı tekrar edemeyiz. Bu teklifin saiki budur. O his, o maddede yazıldığı kadar basit değildir. O maddede muhtelif arkadaşlar arasında bu mahzurlar nazar-ı dikkate alınarak bazı kayıtlar konulmuştur. Bu hususta sırası geldiği zaman esbab-ı mucibesini arz edeceğim. Göreceksiniz bu vatanperverane bir his ile yapılmıştır. Bu veya şu şekildedir. Namuslu bir arkadaşınız olmak sıfatıyla bunu kabul etmem. Biz böyle telakki[şahsi anlayış, şahsi görüş]  ediyoruz. Bunu başka türlü te’vil[sözü çevirme, söze ayrı mana vermeye kalkışma] ve telakki edenler varsa, namussuzluğu onlar irtikab[kötü bir iş işleme]  etmişlerdir yoksa biz değil… (Bravo sadaları, alkışlar)

Emin Bey (Canik)-Muhterem arkadaşlarım!.. Teklifte imzası mevzu’ bahs olan efendilerden birisi de bendenizim. Hüseyin Avni Bey biraderimizle Necati Bey biraderimizin izahatı zannederim maksadımızı tamamen anlatmıştır. Fakat şahsım itibariyle şunu söylüyorum ve bütün mukaddesatımla temin ediyorum ki, o madde yazılırken hiçbir vakit Paşa Hazretlerinin ismi hatıra gelmemiştir ve gelmesi ihtimali de esasen yoktur ve o maddeden böyle bir şey de anlaşılamaz. Çünkü Paşa Hazretleri değil beş seneden, on seneden daha uzun zamandan beri bu vatana hidmet [iş, hizmet, vazife] etmiş, birçok muvaffakiyetler vücuda getirmiş Türklük timsali bir zattır, ben tekrar kemal-i samimiyetle ve bütün mukaddesatımla temin ederim ki, Paşa Hazretlerinin isimleri o madde esnasında mevzu’ bahs olmamış ve hatıra gelmemiştir.

İkinci noktaya gelince: Bendeniz Samsun mebusu olmak sıfatıyla ve kemal-i cüretle ilan ederim ki ve beni intihab eden zevatın tercüman-ı hissiyatı olarak söylüyorum ki: Benim memleketimden bir Arab ve bir Arnavud mebus olamaz ve olması imkanı yoktur ve ben bu sözü söylemekle bütün milletin hissine tercümanım. İşte meydan, bundan on sene sonra da yirmi sene sonra da bu hal, artık bu kadar, bizim düşündüğümüz Türkiye Türklerindir; bu memlekette yaşayan insanlarındır. Bundan haric olanlar: Arnavud dindaşlarımız, Arab dindaşlarımız giderler memleketlerinde hidmet ederler, memleketlerinin huzur ve rahatlarına çalışırlar, biz de iftihar ederiz. Paşa Hazretlerinin tarz-ı telakkilerinden müteessir oldum. Vallahi efendim hatırıma böyle bir şey gelmedi; döndüm kaldım.

Paşa ki bizi kurtaran ve bu memleketi kurtaran bir şahıstır. Biz nankör olalım ki böyle bir telakki sahibi olalım. Nasıl olur ki böyle bir fikir hatıra gelsin.

Yusuf Ziya Bey (Bitlis)-Bütün cihanın takdirine mazhardırlar.

Süleyman Sırrı Bey (Yozgad)-Türkiye’nin müncisidirler [kurtarıcısıdırlar].

Emin Bey devamla- Rica ederim biz de müslümanız biz de kadirşinas adamlarız. İyilikleri hiçbir zaman unutmayız. Böyle bir şeyi hatıra getirmektense ölmek bizim için daha iyidir. Eğer biz muhalefette bulunduğumuzdan dolayı bir şey hatıra geliyorsa ki rica ederim biz şimdiye kadar bu memleketin saadetini muhill[dokunan, sakatlayan, bozan] hiçbir muhalefet göstermedik zannındayım. Hariçte belki Paşa Hazretlerini-iddia ederim-hepinizden fazla seviyorum.

Nafiz Bey (Canik)- Efendim bu mesele esasen mevzu’ bahis değildir.

İhsan Bey (Cebel-i Bereket)- Milli ve dini bünyede bir yara açtınız, tedavi ettirmek için söz söyleyiniz Reis Bey…

Reis-Rica ederim söylemeyiniz demedim ki… [12]

Dün[03.12.1922] Büyük Millet Meclisi’nde, İntihab-ı Mebusan Kanunu’nun 15’inci maddesi ile açılan müzakerat üzerine cereyan eden heyecanlı müzakeratı yazmış ve fakat kesret-i münderecatımız üzerine ma-ba’dını[devamını, sonrasını] bugüne bırakmış idik. Bugün gerek bu müzakeratın ma-ba’dını, derc ediyoruz.

Hüseyin Avni Bey (Erzurum)-Efendim bu meseleyi Paşa Hazretleri açtılar. Ve arkadaşlar da fikirlerini arz ettiler. Eğer Paşa Hazretleri bunun üzerine kendi telakkilerini tashih buyurdularsa mesele bu kadar, müzakere kâfidir. Ve ortada bir şey mevcut değildir. Eğer başkaları, diğer bir tarzda düşünüyorlarsa ebediyen düşünsünler, böyle bir şey yoktur… yoktur… (Müzakere kâfi sesleri)

İlyas Sami Bey (Muş)-Rica ederim bir adam müzakere kâfidir diyemez bu mesele tenevvür[aydınlık olma] etsin.

Reis-Müzakere kâfidir demedim ki…

Hilmi Bey-Buyurun.

Nafiz Bey (Canik)- Meselenin Hilmi Beye ne taalluku[ilişiği, ilgisi olma] vardır. İmza sahipleri söz söylemiştir. Paşa Hazretleri de su-i tefehhümlerini mecliste izah buyurmuşlardır. Hilmi Beye neden söz veriyorsunuz?

Nafiz Bey (Canik)-Efendim, Hilmi Beye ne taalluku vardır?

Reis-Efendim encümene gidecek, orada tadilat görecek ondan sonra müzakere olunabilir. Müsaade buyurursanız müzakerenin kifayetine dair bir takrir geldi. (Hayır sesleri)

Tunalı Hilmi Bey-Reis Beyefendi evvel emirde burada kürsüye çıkan bir arkadaşa karşı nasıl bir söz istimal[kullanma] edilmiştir. Bu söz zemin ve zaman muvafık mıdır, değil midir? Buna dair riyaset icap eden cevabı versinler.

Nafiz Bey-Cevabını ben vereyim. Misal olarak Hilmi Beye veya bendenize taalluku yoktur.

Reis-Siz taalluku yok farz ediyorsunuz, başkaları taalluku farz eder. Müsaadenizle müzakerenin kifayetini reye koyacağım. (Kâfi sesleri) Kifayetin aleyhinde bir kişi vardır söylesin.

İlyas Bey (Muş)-Efendim bu mesele kanun layihası dolayısıyla mevzu bahis olmuştur. Bu mevzu bahis olan şey tarih-i hayatımızda gayet mühim bir hatve-i inkılabiyeye taalluku itibariyle değil, başka noktadan ve belki başka cihetlerden gayet mühim bir meseledir. Ve mesele tenevvür etmeli ondan sonra yine encümene gitmelidir. Arz edeyim: Efendim zaman zaman mevzu bahis olan bu meselenin tarihimizde açtığı ve açacağı acıları nazar-ı dikkatinize arz ediyorum. Bakınız iki kısa kelime ile arz edeceğim. Bir kere bütün Rum ve Ermenileri içimize almak için Osmanlı sıfatını kabul etmişiz.

Necib Bey (Ertuğrul)-Aynı, tabi ki.

İlyas Sami Bey (Muş)-Kemal-i hürmetle rica ediyorum bendeniz dinlediğim gibi siz de beni dinleyiniz. Osmanlı demişiz, Ermeni ve Rum’u kabul ederek hepsini teşmil etmişizdir. Bu uzakta değil, yakın bir mazidedir. Şimdi de ne diyoruz. Hüseyin Avni Beye ihtiram ettiğim efkârını ve diğer bir arkadaşın hâkimiyet-i millîyeyi temsil eden şu kürsüde hala iki anasırdan, hala milletten bahsederek bir millete şu daireyi hasrediyor. Hududumuz budur. Bu hududun dâhilinde yaşamak sıfatına malik anasırlarımız da şudur diyoruz, böyle tahlil ediyoruz. Böyle kasd-ı nazar eden diğerinden mahrum olur. Efendiler bu devlet Kanun-ı Esasisi’nde yazmış ki bu devlet bir İslam devletidir. (Gürültüler) İslamiyet’in rehberi… (Gürültüler) Rica ederim efendim dinleyiniz. Ne kadar söyleseniz boştur.

Reis-Kifayetin aleyhine söylemeyin.

İlyas Sami Bey-Evet efendim şimdi bir kelime ile cevap vermekle zannettiniz ki fikrimi söylemekten vaz geçirirsiniz. Paşa Hazretleri kendi şahsı için endişeye düşmemiştir. Öyle zannetmeyin meclisin kalbinde yaşayan Paşanın mevki için bir su-i zandır. Ve bu Paşa için söylenmemiştir.

Hüseyin Avni Bey (Erzurum)-Sen kimseyi Paşanın gölgesine alma. Bundan istifade etmek istenilir.

İlyas Sami Bey (devamla)- Söyleyeceğim Paşa şeraitinde bir adam tasavvur[zihinde şekillendirme, kurma] ediniz. Hiçbir yerde durmamış, tavattun[yerleşme, yurt tutma, yurtlanma] edememiş, şimdi bunu halledelim.

Avni Bey (Saruhan)-Dışarıda bir milyon Türk var.

İlyas Sami Bey-Ben bu memlekette doğmuşum, bu memlekette büyümüşüm ve bu memlekette okumuşum, bu memleket beni yetiştirmiştir. Kendi insanıma hitap ediyorum. Heyet-i alinize diyorum ki kozmopolit bunlar birer kelimedir. Su-i meşheret, su-i ahlak[ahlak kötülüğü, kötü ahlak] bu kelimedir. Kelimenin tasrihini kimse hiçbirimize veremez, rehberimiz bize ne diyor. Yalnız efendiler rehberimiz Kanun-i Esasimizde (Kanun-i Esasi yoktur, paçavradır. Sesleri) diyor ki neslimden gelen bana tabi olmazsa, vatanperver olmazsa, muteber değildir. Öyle ise efendiler kısa bir şey söyleyeceğim. Bu memlekete gözünü dikmiş (Onlar bizim sesleri) sizin ağuşunuza atılacak ne İslamlar, ne İslamların har-ı muhitleri vardır. Arabın hakkı yoktur, Arnavudun hakkı yoktur, demek kelimedir.

Necib Bey (Ertuğrul)-Neticesini gördük.

İlyas Sami Bey-devamla Bu sözlerin mikyası tatlı kelimedir, manası yoktur. (Gürültülü patırdılar) Gürültünün fazlası yoktur. Gayet yanlış bir sözdür.

Bundan sonra müzakere kafi görülmüştür. [13]

SONUÇ

Mustafa Kemal Paşa’ya çekilen telgrafların gazetelerde yayımlanarak kamuoyu ile paylaşılması, 3 Nisan 1923 tarihindeki Meclis oturumunda,  Hüseyin Avni Bey, “Bu telgrafların sureti vürudu ve tanzimi hakkında bir şey söylemeyeceğim.” diyerek söz konusu telgrafların düzenlenişi ile ilgili şüpheleri olduğunu ima etmiş, Muhalif Grup (II. Grup)’tan Siverek Mebusu Mustafa Lütfi Bey ve Erzincan Mebusu Hüseyin Bey söz konusu telgrafları “Sipariş” ve “Ismarlama” olarak değerlendirmişlerdir. [14]

Muhalif Grup milletvekilleri, Mustafa Kemal Paşa’nın bütün Türk halkının kalbinde yer edindiğini ve bu kanunun düzenleniş amacının onunla hiçbir ilgisi olmadığını ifade etmişlerdir. Ancak Mustafa Kemal Paşa’nın Türk halkının kalbinde yer edinmiş olduğunu gösteren bu telgraflardan rahatsız olmaları ve bu telgrafları “Sipariş” ve “Ismarlama” olarak değerlendirmeleri ile kanunun hazırlanış amacı hakkında Meclis’te söyledikleri sözlerin tutarlı ifadeler olmadığını göstermiştir.

Muhalif grubun, tartışmalara sebep olan Milletvekili Seçimi Kanunu’ndaki değişiklik önergesi, son ciddi girişimi olmuştur. Çünkü bundan kısa bir süre sonra Meclisin yenilenmesi yönündeki karar muhalif grubun da katılımıyla çıkmıştır. Yapılan seçimler sonucunda, Mustafa Kemal Paşa’ya karşı sert bir muhalefet yürüten muhalif grup üyelerinden hiçbiri İkinci Meclis’te yer almamıştır.

DİPNOTLAR

[1] TBMM ZABIT CERİDESİ, Devre:1, Cilt:25, İçtima Senesi:3, s.159-164

https://www.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/TBMM/d01/c025/tbmm01025149.pdf

[2] Hakimiyet-i Milliye, 10 Kanunuevvel 1338(1922), No:682, s.1, sütun:5-6

http://gazeteler.ankara.edu.tr/dergiler/milli_kutup/1541/1541_6/0327.pdf

[3] Hakimiyet-i Milliye, 11 Kanunuevvel 1338(1922), No:683, s.1, sütun:5-6

http://gazeteler.ankara.edu.tr/dergiler/milli_kutup/1541/1541_6/0330.pdf

[4] Hakimiyet-i Milliye, 12 Kanunuevvel 1338(1922), No:684, s.1, sütun:5-6

http://gazeteler.ankara.edu.tr/dergiler/milli_kutup/1541/1541_6/0333.pdf

[5] Hakimiyet-i Milliye, 13 Kanunuevvel 1338(1922), No:685, s.1, sütun:5-6

http://gazeteler.ankara.edu.tr/dergiler/milli_kutup/1541/1541_6/0336.pdf

[6] Hakimiyet-i Milliye, 14 Kanunuevvel 1338(1922), No:686, s.1, sütun:5-6

http://gazeteler.ankara.edu.tr/dergiler/milli_kutup/1541/1541_6/0339.pdf

[7] Hakimiyet-i Milliye, 15 Kanunuevvel 1338(1922), No:687, s.1, sütun:5-6

http://gazeteler.ankara.edu.tr/dergiler/milli_kutup/1541/1541_6/0342.pdf

[8] Hakimiyet-i Milliye, 18 Kanunuevvel 1338(1922), No:689, s.1, sütun:5-6

http://gazeteler.ankara.edu.tr/dergiler/milli_kutup/1541/1541_6/0348.pdf

[9] Hakimiyet-i Milliye, 19 Kanunuevvel 1338(1922), No:690, s.1, sütun:5-6

http://gazeteler.ankara.edu.tr/dergiler/milli_kutup/1541/1541_6/0351.pdf

[10] Hakimiyet-i Milliye, 20 Kanunuevvel 1338(1922), No:691, s.1, sütun:5-6

http://gazeteler.ankara.edu.tr/dergiler/milli_kutup/1541/1541_6/0354.pdf

[11] Hakimiyet-i Milliye, 3 Kanunuevvel 1338(1922), No:676, s.1, sütun:5-6

http://gazeteler.ankara.edu.tr/dergiler/milli_kutup/1541/1541_6/0309.pdf

[12] Hakimiyet-i Milliye, 3 Kanunuevvel 1338(1922), No:676, s.4, sütun:1-2

http://gazeteler.ankara.edu.tr/dergiler/milli_kutup/1541/1541_6/0311.pdf

[13] Hakimiyet-i Milliye, 4 Kanunuevvel 1338(1922), No:677, s.4, sütun:1-3

http://gazeteler.ankara.edu.tr/dergiler/milli_kutup/1541/1541_6/0314.pdf

[14] TBMM ZABIT CERİDESİ, Devre:1, Cilt:28, İçtima Senesi:4, s.328

https://www.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/TBMM/d01/c028/tbmm01028017.pdf

Continue Reading
Click to comment

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Mustafa Kemal Atatürk

Amasya Genelgesi’nin İçerik Analizi: Kavramların Anlam ve Tarihî Değeri

Published

on

Giriş

Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasından sonra İngilizlerin, Karadeniz Bölgesinde asayişi sağlayamaması halinde bölgeyi işgal edecekleri tehdidi üzerine Osmanlı Hükümeti, Mustafa Kemal Paşa’yı 9. Ordu Müfettişi olarak bölgeye göndermeye karar vermiştir. 16 Mayıs 1919’da İstanbul’dan hareket eden Mustafa Kemal Paşa, 18 Mayıs 1919 günü Sinop’a gelmiştir. Sinop’ta şehrin ileri gelenleriyle yaptığı görüşmede, istiklal mücadelesi için hazırlıklı olmaları konusunda uyarmıştır. Mustafa Kemal Paşa, Türk İstiklal Mücadelesinin ilk adımını Sinop’ta atmış, aynı gün akşamüzeri Sinop’tan ayrılmış ve 19 Mayıs’ta Samsun’a ulaşmıştır. Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’daki icraatlarından rahatsız olan İngilizler, onun İstanbul’a geri çağırılması için hükümet üzerinde baskı kurmuştur. Samsun’da güvenliği tehlikede gören Mustafa Kemal Paşa, 25 Mayıs’ta Havza’ya geçmiş ve çalışmalarına orada devam etmiştir. 28 Mayıs’ta İzmir, Manisa ve Aydın’ın işgali haberini alan Mustafa Kemal Paşa, Havza Genelgesini yayınlamıştır. İstanbul’a dönmesi yönünde baskıların artması üzerine, 12 Haziran 1919’da, uzun zamandır tasarladıklarını uygulayabileceği bir yer olarak gördüğü Amasya’ya geçmiştir. Mustafa Kemal Paşa, Amasyalılar tarafından coşkulu bir şekilde karşılanmıştır. Mustafa Kemal Paşa’nın isteği doğrultusunda 14 Haziran’da Amasya Müdafaa-i Hukuk-u Milliye Cemiyeti kurulmuştur. 20 Haziran’da büyük bir katılımla İzmir’in işgalini telin mitingi düzenlenmiştir. Mustafa Kemal Paşa’nın davetine icabet eden Ali Fuat Paşa ve Rauf Bey 19 Haziran’da Amasya’ya gelmişlerdir. Ali Fuat, Rauf Bey, Mustafa Kemal Paşa ve telgrafla olumlu görüş bildiren komutanların da onayları ile 21/22 Haziran 1919 tarihinde Amasya Tamimi/Genelgesi ilan edilmiştir. Böylece Türk İstiklal Mücadelesi fiilen başlamıştır.

Amasya Genelgesi, Türk İstiklâl Harbi’nin siyasi ve ideolojik manifestosu niteliğini taşıyan ilk yazılı belgedir. Bu metin, sınırları şekillenmemiş bir milletin varlığını ilan ettiği, geleceğin millet iradesine dayanan bir yapıyla inşaa edileceğini duyurduğu ve merkezi otoriteye karşı bağımsız bir meşruluk alanı oluşturduğu için yalnızca bir metin değil; bir kopuşun ve doğumun sembolü olmuştur.

Bu makale, Amasya Genelgesi’nin satır aralarında yer alan kavramların tarihi, siyasi ve sembolik anlamlarını inceleyerek bu belgenin niçin bir “Kurucu Metin” olarak değer taşıdığını ortaya koymayı amaçlamaktadır.

1. “Vatanın tamamiyeti, milletin istikbali tehlikededir.”

Bu ifade, genelgenin alarm niteliğini taşıyan çıkış noktalarından biridir. “Vatan” kavramı burada yalnız coğrafi bir sınırın ötesine geçerek, tarihi-manevi bütünlüğü ve toplum aidiyetini de kapsayan bir ümmetten millete geçiş ifadesi olarak yorumlanabilir. Aynı şekilde “milletin istikbali”, bireylerin değil ortak kimliğin geleceği anlamında kullanılmıştır. Bu, yeni bir siyasi yapının doğmakta olduğunun habercisidir.

2. “Hükûmeti merkeziye, deruhte ettiği mesuliyetin icabatını ifa edememektedir. Bu hal milletimizi madun tanıtıyor.”

Burada İstanbul Hükümeti’nin yetersizliği, ilk kez bu kadar açık ve meşruluk sorgulayan bir dille ifade edilmektedir. “Madun” sözcüğü, milletin aşağılanan, edilgen konumuna dikkat çekerken; bağımsızlık taleplerinin ahlaki zeminini oluşturur. Bu ifade, yeni bir merkez kurma niyetinin dolaylı bir ilamıdır.

3. “Milletin istiklâlini yine milletin azim ve karan kurtaracaktır.”

Amasya Genelgesi’nin belki de en çok alıntılanan satırı olan bu ifade, egemenliğin kaynağını saltanattan millete kaydıran dönüşümü ilan eder. “Azim ve karar” ifadesi, milletin edilgen değil aktif bir özne olduğuna işaret eder. Bu satır, Türkiye Cumhuriyeti’nin “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” ilkesiyle doğrudan bağlantılıdır.

4. “Milletin bu hal ve vaziyetini derpiş etmek [öne sürmek] ve sadayı hukukunu cihana işittirmek için her turlu tesir ve murakabeden azade bir heyet-i milliyenin vücudu elzemdir.

Bu satır, merkeziyetten çıkmış, sivil niteliği olan ve milleti temsil eden yeni bir meşruluk zemininin doğacağını duyurur. “Tesir ve murakabe” kavramlarıyla sarayın denetim ve vesayetine karşı bağımsız bir siyasi akıl öngörülürken; “heyet-i milliye” ifadesiyle bu yapının ortak, temsili ve yerel güven temelli olacağı ima edilir.

5. “Anadolu’nun en emin mahalli olan Sivas’ta milli bir kongrenin serian akdi tekerrür etmiştir [kararlaştırılmıştır].

Bu satır, kararın uygulanmasının merkezinin Sivas olacağını belirler. Sivas‛ın seçimi, hem işgalden uzak olması hem de Anadolu için sembolik bir merkez konumunda bulunması ile ilgilidir. “Millî kongre” ifadesi ise bu yapının millet temsiline dayalı ve ortak akıl üzerine kurulacağını ilan eder.

6. “Bunun için tekmil vilayetlerin her livasından milletin itimadına mahzar olmuş üç murahhasın sür’ati mümküne ile yetişmek üzere hemen yola çıkılması icap etmektedir.

Burada “murahhas” yani temsilci kavramı, milletin bölgeler ölçeğinde temsil edileceğini gösterir. Bu, merkezi kararların milletten kopuk değil, yerel tabana dayalı olarak biçimleneceğini ifade eder. Aynı zamanda gelecekteki TBMM yapısının öncülü olarak değerlendirilmelidir.

7. “Her ihtimale karşı bu keyfiyetin milli sır halinde tutulması ve murahhasların lüzum görülen mahallere seyahatlerinin mütenekkiren [kıyafet değiştirerek] icrası lazımdır.

Bu satır, hareketin henüz meşru kabul edilmediği bir ortamda gizlilik ve tedbir mecburiyetini ortaya koyar. “Mütenekkiren” yani kıyafet değiştirerek gizli seyahat, işgal güçlerine karşı taktik bir direnme aracıdır. Bu, Milli Mücadele’nin başlangıçta ahlaki meşruluğa dayandığını gösterir.

8. “Vilayeti Şarkiye namına 13 Temmuz [1]335’te [1919] Erzurum’da bir kongre inikat edecektir [toplanacaktır]. Mezkûr tarihe kadar vilayatı saire murahhasları [temsilcileri, delegeleri] da Sivas’a varid [gelmiş, erişmiş] olabilirlerse Erzurum Kongresi’nin azası da Sivas içtimaı umumisine dâhil olmak üzere hareket edecektir.

Bu satır, yerel direniş hareketlerinin milli direnişle bütünleşmesinin hedeflendiğini gösterir. Erzurum Kongresi’nin bağımsız ama Sivas ile koordine olacak şekilde planlanması, yerel hareketlerin milli yapıya evrilme sürecini temsil eder. Aynı zamanda Doğu Anadolu’nun savunmasına da öncelik tanındığını gösterir.

Sonuç

Amasya Genelgesi, yalnız bir metin değil; bir devrimin eğitim notudur. Kavramların seçimi, dilin dozu ve sıralama mantığı ile yeni bir siyasi yapının, millet iradesine dayanan yeni bir rejimin ilk tohumları atılmıştır. Bu metinle birlikte Osmanlı’nın merkeziyetçi, padişah iradesine dayalı yapısından; milli, temsili ve meşru millet iradesine dayanan modern devlet yapısına geçiş başlatılmıştır. Amasya’da yazılan bu metin, Ankara’da kurulacak bir Cumhuriyet’in ruhi ve siyasi habercisi olmuştur.

Continue Reading

Mustafa Kemal Atatürk

Kazım Karabekir Paşanın T. B. M. M.’ne Telgrafı

Published

on

5.- MUHTELİF EVRAK

1.- Şark Cephesi Kumandanı Kâzım Karabekir Paşanın, İstanbul’da inikat eden Şûrayı Saltanatta Sevr Muahedesinin imza edilmesine karar verenlerle muahedeyi imza edenlerin hiyaneti vataniye ile ittiham olunmalarına dair telgrafı.

REİS — Kâzım Karabekir Paşadan mevrut bir telgraf var okunacak.

Erzurum;

             Ankara’da Meclisi Milli Riyasetine

Vatansız, vicdansız üç serserinin, yine kendileri gibi millet ve vatanla alakası olmayan bir kaç kişi namına sulh muahedesini imza ettiklerini ajansta gördük. Mücadelei milliyemizde daha büyük bir azim ve imanla devamı tekiden ahdettiğimizi arz eylerim. İstanbul’da teşekkülünü evvelce duyduğumuz Şûrayı Saltanatta Türkiye’nin hayatı mevcudiyetini söndüren bu zalim muahedenin imza edilmesine karar ve rey veren esamileri malum eşhasın ve muahedenameye vazı imza edenlerin ihaneti vataniye ile ittiham olunmasını ve haklarında hükmü gıyabi verilmesini bu vatansızların isimlerinin her yerde lanetle yadedilmesinin ilan ve tamim olunmasını arz ve teklif eylerim.

17 Ağustos 1336 [1920]

Şark Cephesi Kumandanı

Kâzım Karabekir

REİS — Kâzım Paşanın bu teklifini tensip buyuruyor musunuz? (Hay hay) tensip buyuranlar ellerini kaldırsın. Tensip edildi efendim.

T. B. M. M. ZABIT CERİDESİ, Elliüçüncü İçtima, 19.8.1336 Perşembe, Devre: 1, Cilt: 3, İçtima Senesi: 1, s. 333

https://www5.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/TBMM/d01/c003/tbmm01003053.pdf

Continue Reading

Türk İstiklâl Mücadelesi

Mustafa Kemal Paşa’nın Balıkesir Zağnos Paşa Camiinde Halkla Konuşması

Published

on

(7 Şubat 1923)

GİRİŞ

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Gazi Mustafa Kemal [ATATÜRK] önderliğinde gerçekleştirilen Türk İstiklal Harbi/Milli Mücadele’den sonra kurulmuştur. Türk Milletinin bağımsızlığını kazanmasından sonra Gazi, zaman zaman yurt gezilerine çıkmıştır. Bu gezilerinde, Millî Mücadele sırasında düşmana karşı omuz omuza birlikte mücadele ettiği milleti ile daha yakından temas kurma imkânına kavuşmuştur. Gezilerinde, uzun süren harplerden yeni çıkmış olan halka moral vermiş, yeni kurulan “Türk Milletinin/Milli Kültürümüzün” muasır medeniyetler seviyesine ulaşması için yapılması gerekenler hakkında, kulluk/kölelikten kurtularak hürriyetine kavuşan vatandaşları bilgilendirmiş, yapılan inkılâpların uygulanışını görmüş ve yapılacak inkılâplarla hakkında kamuoyu oluşturmuştur. İhtiyaç duyduğu kamuoyu desteğini sağladığına kanaat getirdikten sonra, yapmak istediği inkılâpları Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sunmuş ve uygulamaya/hayata geçirmiştir.

Bu geziler, Gazi’i görmek isteyen Türk halkı tarafından büyük bir sabırsızlıkla beklenmiştir. Nitekim geziler öncesinde zaman zaman Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği tarafından karşılama töreni yapılmaması istenmesine rağmen kadını-erkeği, genci-yaşlısı bütün Türk halkı, Gazi’ye olan sevgi ve saygısını göstermek için büyük bir heyecan ve coşkuyla geçeceği yollar üzerine toplanmıştır. Halkın ilgisinden ziyadesiyle memnun olan Gazi, gittiği her yerde özellikle vatandaşlarla yüz yüze görüşebileceği ve fikir alışverişinde bulunabileceği belediye, okul, Cumhuriyet Halk Fırkası, Türk Ocağı ve diğer kurum ve kuruluşları ziyaret etmiştir. Bu görüşmelerin katkısıyla halkın beklentileri hükümet programlarında ve uygulamalarında anlamını ve yerini bulmuştur. Bu sebeple Gazi’nin yurt gezileri, genellikle önemli siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel değişim ve gelişmelerin yaşandığı/yaşanacağı günlerin öncesi veya sonrasında gerçekleşmiş olması bakımından anlamlıdır.

Gazi Mustafa Kemal, yurt gezileri kapsamında Balıkesir’i biri cumhuriyetin ilanından önce, altısı ilan edildikten sonra olmak üzere yedi defa ziyaret etmiştir. Cumhuriyetin ilanından önce Balıkesir’e ilk defa 6-8 Şubat 1923’te gelmiştir. Cumhuriyet’in ilanından sonraki ilk ziyareti ise 8-10 Ekim 1925’te gerçekleşmiştir.  Bunu, 13-15 Haziran 1926, 7-8 Şubat 1931, 21-22 Ocak 1933, 15 Nisan 1934 ve 24-25 Haziran 1934’teki ziyaretleri takip etmiştir.

Aşağıda, Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın 6-8 Şubat 1923’teki Balıkesir seyahatinde kendisine eşlik eden Hâkimiyet-i Milliye Gazetesi Sahibi Recep Zühdü [SOYAK]’ın kaleminden “GAZİ MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN BALIKESİR SEYAHATİ”nin, Hâkimiyet-i Milliye Gazetesi’nin 11 Şubat 1923 tarihli nüshasında yayımlanan “BALIKESİR’DE FEVKALADE MÜHİM BİR NUTUK- BALIKESİR’DE HALKLA KONUŞMA (7 ŞUBAT 1923)” başlıklı bölümü, Osmanlı Türkçesinden çeviri yazı olarak sunulmuştur.

***

BALIKESİR’DE FEVKALADE MÜHİM BİR NUTUK

Mustafa Kemal Paşa Hazretleri hutbeler ve hilafet hakkındaki izahatından sonra mesail-i siyasiye ve içtimaiye ve iktisadiyemize [siyasi, sosyal ve ekonomik meselelere] geçmişlerdir

BALIKESİR’DE HALKLA KONUŞMA

(7 ŞUBAT 1923)

Balıkesir: 7 [Şubat 1923 Çarşamba] (AA ) – Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri, bugün öğle namazını büyük bir cemaat ile Paşa [Zağnos Paşa] Camii Şerifi’nde kılmışlardır. Namazdan ve ervah-ı şühedaya [şehitlerin ruhlarına] ithafen kıraat edilen [okunan] mevlidi nebeviden sonra Paşa Hazretleri minbere çıkarak şu hutbeyi [nutku/konuşmayı] irat buyurmuşlardır [yapmışlardır]:

“Millet! Allah birdir. Şanı büyüktür. Allah’ın selameti, atifeti [iyiliği] ve hayrı üzerinize olsun. Peygamberimiz Efendimiz Hazretleri, Cenabı Hak tarafından insanlara hakayıkı [hakikatleri] tebliğe memur ve resul olmuştur. Kanunu esasisi, cümlenizce [hepinizce] malumdur ki, Kur’an-ı azimüşşandaki nusustur [naslardır]. İnsanlara feyz ruhu vermiş olan dinimiz, son dindir. Ekmel dindir. Çünkü dinimiz akla, mantığa, hakikate tamamen tevafuk ve tetabuk ediyor [uyuyor ve denk düşüyor]. Eğer akla, mantığa ve hakikate tevafuk etmemiş [uymamış] olsaydı, bununla diğer kavanin-i tabiiye-i ilahiye beyninde [tabii ilahi kanunlar arasında] tezat [zıtlık] olması icap ederdi. Çünkü bilcümle kavanin-i künyeyi [bütün kâinatın kanunlarını] yapan, Cenabı Hak’tır.

Arkadaşlar, Cenabı Peygamber, mesaisinde iki eve, iki haneye malik [sahip] bulunuyordu. Biri kendi hanesi, diğeri Allah’ın evi idi. Millet işlerini, Allah’ın evinde yapardı. Hazreti Peygamber’in eser-i mübareklerine [mübarek eserlerine] iktifaen [uyarak] bu dakikada milletimize, milletimizin hal ve istikbaline [bugününe ve geleceğine] ait hususatı [hususları] görüşmek maksadıyla bu dar-ı kutside [kutsal evde], Allah’ın huzurunda bulunuyoruz. Beni buna mazhar eden, Balıkesir’in dindar ve kahraman insanlarıdır. Bundan dolayı çok memnunum. Bu vesile ile büyük bir sevaba nail olacağımı ümit ediyorum.

Efendiler, camiler birbirimizin yüzüne bakmaksızın yatıp kalkmak için yapılmamıştır. Camiler itaat ve ibadet ile beraber din ve dünya için neler yapılmak lazım geldiğini düşünmek, yani meşveret için yapılmıştır. Millet işlerinde her ferdin zihni başlı başına faaliyette bulunmak elzemdir. İşte biz de burada din ve dünya için, istikbal ve istiklalimiz [gelecek ve bağımsızlığımız] için, bilhassa hâkimiyetimiz için neler düşündüğümüzü meydana koyalım. Ben yalnız kendi düşüncemi söylemek istemiyorum. Hepinizin düşündüklerinizi anlamak istiyorum. Amal-ı milliye [milli emeller], irade-i milliye [milli irade] yalnız bir şahsın düşünmesinden değil, bilumum efrad-ı milletin [bütün millet fertlerinin] arzularının, emellerinin muhassalasından [bileşkesinden] ibarettir. Binaenaleyh [dolayısıyla] benden ne öğrenmek, ne sormak istiyorsanız, serbestçe sormanızı rica ederim.”

Müşarünileyh [adı geçen], badehu [ondan sonra] minberden aşağıya inmişler ve muhtelif zevat tarafından irat edilen [sorulan] yirmiyi mütecaviz suali [yirmiden fazla soruyu] tespit ettikten sonra cevaplarını vermişlerdir. Hutbeler hakkındaki ilk suale [soruya] cevaben demişlerdir ki:

“Hutbeler hakkında irat edilen sualden [sorulan sorudan] anlıyorum ki, bugünkü hutbelerin tarzı, milletimizin hissiyat-ı fikriyesi [fikri hissiyatı] ve lisanıyla ve ihtiyacat-ı medeniye [medeni ihtiyaçlar] ile mütenasip [uyumlu] görülmemektedir. Efendiler, hutbe demek nasa [insanlara] hitap etmek, yani söz söylemek demektir. Hutbenin manası budur. Hutbe denildiği zaman, bundan birtakım mefhum [kavram] ve manalar istihraç edilmemelidir [çıkarılmamalıdır]. Hutbeyi irat eden [söyleyen], hatiptir. Yani söz söyleyen demektir. Biliyoruz ki, Hazreti Peygamber zamanı saadetlerinde hutbeyi kendisi irat ederlerdi [söylerlerdi]. Gerek Peygamber Efendimiz ve gerek hulefay-ı raşidinin [dört halifenin] hutbelerini okuyacak olursanız görürsünüz ki, gerek Peygamber’in, gerek hulefay-ı raşidinin [dört halifenin] söylediği şeyler, o günün meseleleridir; o günün askeri, idari, mali ve siyasi, içtimai hususatıdır [toplumsal hususlarıdır]. Ümmet-i İslamiye [İslam ümmeti] tekessür [çoğalmaya] ve memalik-i İslamiye [İslam memleketleri] tevsie [genişlemeye] başlayınca, Cenabı Peygamber’in ve hulefay-ı raşidinin [dört halifenin] hutbeyi her yerde bizzat kendilerinin irat etmelerine [söylemelerine] imkân kalmadığından, halka söylemek istedikleri şeyleri iblağa [bildirmeye] birtakım zevatı memur etmişlerdir. Bunlar her halde en büyük rüesa [reisler] idi. Onlar camii şerifte ve meydanlarda ortaya çıkar, halkı tenvir [aydınlatmak] ve irşat [uyarmak] için ne söylemek lazımsa söylerlerdi. Bu tarzın devam edebilmesi için bir şart lazımdı. O da milletin reisi olan zatın halka doğruyu söylemesi, halkı dinlemesi ve halkı aldatmaması! Halkı ahval-ı umumiyeden [genel durumdan] haberdar etmek, son derecede haiz-i ehemmiyettir [ehemmiyetlidir].

Çünkü her şey açık söylendiği zaman halkın dimağı hal-i faaliyette [faaliyet halinde] bulunacak, iyi şeyleri yapacak ve milletin zararına olan şeyleri reddederek şunun veya bunun arkasından gitmeyecektir. Ancak millete ait olan işleri milletten gizli ettiler. Hutbelerin halkın anlayamayacağı bir lisanda olması ve onların da bugünkü icabat[icapları]nıza ve ihtiyaçlarınıza temas etmemesi, halife ve padişah namını taşıyan müstebitlerin arkasından köle gibi gitmeye mecbur etmek içindi. Hutbeden maksat, ahalinin tenvir ve irşadıdır [aydınlatılması ve uyarılmasıdır], başka şey değildir. Yüz, iki yüz, hatta bin sene evvelki hutbeleri okumak, insanları cehalet ve gaflet içinde bırakmak demektir. Hatibanın [hatiplerin] her halde nasın [insanların] kullandığı lisanla görüşmesi elzemdir. Geçen sene Millet Meclisi’nde irat ettiğim bir nutukta demiştim ki: “Minberler halkın dimağları, vicdanları için bir menba-ı feyz [feyiz kaynağı], bir menba-ı nur [nur kaynağı] olmuştur.” Böyle olabilmek için minberlerden aksedecek sözlerin bilinmesi ve anlaşılması ve hakayık-ı fenniye ve ilmiyeye [fenni ve ilmi hakikatlere] mutabık [uygun] olması lazımdır. Hatibay-ı kiramın [değerli hatiplerin] ahval-i siyasiye [siyasi ahvali], ahval-i içtimaiye ve medeniyeyi [toplumsal ve medeni ahvali] her gün takip etmeleri zaruridir. Bunlar bilinmediği takdirde halka yanlış telkinat [telkinler] verilmiş olur. Binaenaleyh [dolayısıyla] hutbeler tamamen Türkçe ve icabat-ı zamana mutabık [zamanın icaplarına uygun] olmalıdır ve olacaktır.”

Badehu [ondan sonra] hilafet hakkındaki suale [soruya] nakl-i kelam ederek [sözü getirerek] yalnız Türkiya değil, bütün âlem-i İslam’a [İslam âlemine] ait olan bu makama vazife ve salahiyet vermek, Türkiya devletinin salahiyeti haricinde ve fevkinde [üzerinde] olduğunu beyandan sonra demişlerdir ki:

“Dünya yüzünde Osmanlı devletinin inkırazından [bitişinden] sonra bir Türkiya devleti teşekkül etmiştir. Bu devlet İran ve Afganistan gibi müstakil [bağımsız] ve Müslümandır. Yeni Türkiya devletini milletin vekillerinden mürekkep olan [meydana gelen] Türkiya Büyük Millet Meclisi idare eder. Bu şerait[şartlar] dâhilinde halifeye, yalnız Türkiya devleti nam ve hesabına kanun-ı mahsusla [özel kanunla] verilmiş olduğundan başka bir hak ve salahiyet verilmek icap ederse, milletin hâkimiyeti takit edilmiş [kısıtlanmış] ve bilnetice [neticede] bu hâkimiyet inkısama uğratılmış [parçalanmış] olur ki, bu, eski halin avdetinden [dönmesinden] başka bir şey olamaz.”

Müteakiben Lozan Konferansı hakkında irat edilen suale [sorulan soruya] geçerek şu sözleri söylemişlerdir:

“Mamafih [ne yazık ki], adli, mali kapitülasyonlar mesailinde [meselelerinde] muhataplarımız eski zihniyetlerini tebdil etmemişlerdir [değiştirmemişlerdir]. Bu mesailde [meselelerde] İtalyanlar ve bilhassa Fransızlar müşkülat ihdas etmişlerdir [çıkarmışlardır]. Bu iki sebepten dolayı Lozan Konferansı’nın mesai-i ciddiyesi [ciddi mesaisi] tevkif etmiştir [durmuştur]. İtilaf devletleri heyet-i murahhasları [delege heyetleri], hükümetleriyle temasta bulunmak üzere Lozan’dan müfarekat etmişlerdir [ayrılmışlardır]. Bizim heyet-i murahhasımızın [delege heyetimizin] da hükümet ve Büyük Millet Meclisi ile müşavere etmek üzere gelmesi memuldür [muhtemeldir]. Biliyorsunuz ki, Lozan’da İtilaf heyet-i murahhası [delege heyeti] aylardan beri devam eden mesaiden sonra bize bir sulh [barış] projesi vermişlerdir. Bu proje kapitülasyonlar hakkında ihtiva ettiği mevaddan [maddelerden] dolayı milletimizce katiyen kabil-i kabul değildir [kabul edilemez]. Kapitülasyonlar bir devleti behemehâl [mutlaka] münkariz eder [bitirir]. Devlet-i Osmaniye [Osmanlı devleti] ile Hindistan Türk ve İslam imparatorlukları bunun en büyük delilidir. Efendiler, biz hukuk-ı meşru ve hayatımızı [meşru ve hayati haklarımızı] dünyay-ı medeniyet ve insaniyete [medeniyet ve insaniyet dünyasına] tasdik ve teslim ettirmek için çalışıyoruz. Bunu tasdik ve teslim ettirmek için icap eden her türlü tedbirlere tevessülde [girişmekte] tereddüt göstermeyeceğiz. Milletin irade-i hakikiyesinin [hakiki iradesinin] bu merkezde olduğuna kaniyim.” (Hay hay sesleri)

Badehu [Ondan sonra] Düyunu Umumiye’nin Türkiya’dan ayrılacak mahallere taksim olunduktan sonra tanınacağından ve rejinin şu veya bu şekilde olmasının her zaman kabil-i tezekkür olduğundan [konuşulabileceğinden], ticarete, ziraate ve sanayiye fevkalade ehemmiyet verilmek icap ettiğinden, kadınların hayat-ı içtimaiyemizde [toplumsal hayatımızda] erkekler derecesinde sahib-i hak [hak sahibi] olması lazım geldiğinden bahsetmişler ve Halk Fırkası hakkındaki soruya aşağıdaki cevabı vermişlerdir:

“Bu milletin siyasi fırkalardan çok canı yanmıştır. Şunu arz edeyim ki, memalik-i sairede [diğer memleketlerde], fırkalar behemehâl [mutlaka] iktisadi maksatlar üzerine teessüs etmiş ve etmektedir. Çünkü o memleketlerde muhtelif sınıflar vardır. Bir sınıfın menfaatını muhafaza için teşekkül eden siyasi bir fırkaya mukabil [karşılık] diğer bir sınıfın menfaatını muhafaza maksadıyla başka bir fırka teşekkül eder. Bu pek tabiidir. Güya bizim memleketimizde de ayrı ayrı sınıflar varmış gibi teessüs eden siyasi fırkalar yüzünden şahit olduğumuz neticeler malumdur. Hâlbuki Halk Fırkası dediğimiz zaman bunun içinde bir kısım değil, bütün millet dâhildir. Bir defa halkımızı gözden geçirelim: Biliyorsunuz ki, memleketimiz çiftçi memleketidir. O halde milletimizin ekseriyet-i azimesi [büyük çoğunluğu] çiftçi ve çobandır. Bu böyle olunca buna karşı büyük arazi ve çiftlik sahipleri varid-i hatır olur [hatıra gelir]. Bizde büyük araziye kaç kişi maliktir [sahiptir]? Bu arazinin miktarı nedir? Tedkit edilirse [incelenirse] görülür ki, memleketimizin vüsatına [genişliğine] nazaran hiç kimse büyük araziye malik [sahip] değildir. Binaenaleyh [dolayısıyla] bu arazi sahipleri de himaye edilecek insanlardır. Sonra sanat sahipleriyle kasabalarda ticaret eden küçük tüccaran [tüccarlar] gelir. Bittabi bunların menfaatlarını, hal ve atilerini [bugünlerini ve geleceklerini] temin ve muhafaza etmek mecburiyetindeyiz. Çiftçilerin karşısında olduğunu farz ettiğimiz büyük arazi sahipleri gibi bu ticaret erbabının karşısında da büyük sermaye sahibi tüccarların bulunduğu varid-i hatır olabilir [hatıra gelebilir]. Hâlbuki bizim memleketimizde büyük sermaye sahibi insanlar yoktur. Kaç milyonerimiz var! Hiç. Binaenaleyh [dolayısıyla] biraz parası olanlara da düşman olacak değiliz. Bilakis memleketimizde birçok milyonerlerin hatta milyarderlerin yetişmesine çalışacağız. Sonra amele gelir. Bugün memleketimizde fabrika, imalathane vesaire gibi müessesat çok mahduttur [müesseseler çok sınırlıdır]. Mevcut amelemizin miktarı yirmi bini geçmez. Hâlbuki memleketi teali eylemek [yükseltmek] için çok fabrikalara muhtacız. Bunun için de amele lazımdır. Binaenaleyh [dolayısıyla] tarlada çalışan çiftçilerden farkı olmayan ameleyi de himaye ve sıyanet [korumak] etmek icap eder. Bundan sonra münevveran [aydınlar] ve ulema denilen zevat gelir. Bu münevveran ve ulema kendi kendilerine toplanıp halka düşman olabilir mi? Bunlara terettüp eden [düşen] vazife, halkın içine girerek onları irşat [uyarmak] ve ilâ etmek [yükseltmek]  ve onlara terakki [ilerleme] ve temeddünde [medenileşmekte] pişva [öncü] olmaktır. İşte ben milletimizi böyle görüyorum. Binaenaleyh mesalik-i muhtelife erbabının [çeşitli meslekler sahiplerinin] menafi [menfaatları]  yekdiğerine memzuc [karışmış] olduğundan, onları sınıflara ayırmak imkânı yoktur ve heyet-i umumiyesi [tamamı] halktan ibarettir.

Halk Fırkası halkımıza terbiye-i siyasiye [siyasi terbiye] vermek için bir mektep olacaktır. Beni çok seven ve hayatımı düşünen bazı arkadaşlarım bana böyle bir fırka-ı siyasiye [siyasi fırka] teşkil etmemekliğimi tavsiye etmişlerdir. Filhakika [hakikaten] vazife-i milliyenin hitamında [milli vazifenin sonunda] köşeye çekilerek istirahat etmekliğim benim için bir menfaattır. Bunu yapabilmek için şimdiye kadar istihsal [elde] olunan neticelerin tespit olunduğu gibi devam edeceğine itimat etmek icap eder. Fakat bu hususta henüz bi-endişe [endişesiz olamam. Hiçbirinizin de bi-endişe olmamanızı tavsiye ederim. Şimdiye kadar istihsal ettiğimiz muvaffakiyetler üç dört seneye sığmayacak kadar çoktur. Her tarafta olduğu gibi bizde de yeni hareketler ve cereyanlar karşısında onu hazmedemeyen kuvvetler zuhur edebilir [ortaya çıkabilir].

Mateessüf [ne yazık ki], bu daima vardır. Nitekim bu hususta ahkâm-ı şer’iyeye muvafık [şer’i hükümlere uygun]  olmayan ve maalesef Meclis’te aza [üye] bulunan bir zat tarafından risale de yazılmıştır. Bu teşebbüs eski Osmanlı devletini iadeden başka bir şey değildir. Bunu yapan o zat, hükümet ve millet nazarında mürtecidir.

Efendiler, şunu katiyetle bilmek icap eder ki, kazanılan şey, hayat ve namustur. Buna tecavüz, hayat ve namusumuza tecavüzdür. Her ferdin bu gibi hareketlere dikkat etmesi ve onlara karşı son derece müteyakkız [uyanık] bulunması lazımdır. İşte bu nokta-ı nazardan [bakımdan] milletin içinde bir fert olarak ve tekrar milletin intihabına [seçmesine] nail olur isem, Türkiya Büyük Millet Meclisi’nde aza sıfatıyla çalışmayı vazife telakki [kabul] ediyorum.

Efendiler, ne ben ve ne siz, şahıslarımız üzerinde vaziyetler ihdasına [meydana getirmeye] kalkışmayalım. Biz hepimiz o suretle çalışalım ki, kuracağımız şey milli bir müessese olsun. Bu da millete terbiye-i siyasi [siyasi terbiye] vermekle olur.

Asırların bize verdiği dersten milletimizin lüzumu kadar mütenebbih [uyanmış] olduğunu görüyorum. Milletimizin evsaf-ı mahsusası [özel vasıfları] her işimizde muvaffakiyetimizin teminatıdır. Muvaffakiyetimiz bittabi vahdetle [birlikle] olacaktır. Eğer millet müşterek gayeye müştereken sarf-ı faaliyet [faaliyet sarf] ederek yürürse, behemehâl [mutlaka] muvaffak olacaktır. İşte bunları düşünerek mesai-i müstakbelede de [gelecekteki mesaide] de muvaffak olacağına kani bulunuyorum.”

Paşa Hazretleri hasbihâllerine şu suretle son vermişlerdir:

“Arkadaşlar, buraya gelinceye kadar birçok yerlere uğradım. O yerlerin halkıyla yani kardeşleriniz, dindaşlarınız ve hemdertlerinizle aynı suretle musahabelerde [sohbetlerde] bulundum ve onların da sizin gibi memleketin hal ve atisiyle [bugünü ve geleceğiyle] fevkalade alakadar olduklarını gördüm. Sonra yine bu seyahatim esnasında ordumuzu gördüm; askerlerimiz, subaylarımız ve kumandanlarımızla temasa geldim.

Tetebbu tedkikat ve teftişatım [İnceleme ve teftişlerimin] neticesi bizi mağrur edecek bir haldedir. Çünkü vaziyetimiz çok kuvvetlidir. Memleketimiz halkında ve ordusunda gördüğüm kudret ve kabiliyet, bilhassa azim ve celadet [kahramanlık], hakkımızı behemehâl [mutlaka] istihsale [elde etmeye] kâfi ve kefildir.”

KAYNAKÇA

Hâkimiyet-i Milliye, 11 Şubat 1923, No: 736, s. 2, sütun: 1-4

https://dspace.ankara.edu.tr/xmlui/bitstream/handle/20.500.12575/67476/0131.pdf?sequence=131&isAllowed=y

Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri II, Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Yayınları, Ankara, 1959, s. 94-99

Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt: 15 (1923), Kaynak Yayınları, İstanbul, 2005, s. 117-121

Continue Reading

En Çok Okunanlar