Connect with us

Mustafa Kemal Atatürk

MUSTAFA KEMAL PAŞA VE TEMSİL HEYETİNİN ANKARA’YA GELİŞİ (27 Aralık 1919)

Published

on

GİRİŞ

Bugün, 27 Aralık 2019. Mustafa Kemal Paşa ve Temsil Heyeti üyelerinin Sivas’tan Ankara’ya gelişinin 100. yıl dönümüdür. Mustafa Kemal ve Temsil Heyeti üyelerinin gelişi ile Ankara, “Milli Mücadele”nin ve “Türk. İnkılabı”nın merkezi olmuştur.

“Türk İstiklal Harbi ve Türk İnkılabı”nı gerçekleştiren başta merhum Gazi Mareşal Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere silah arkadaşlarını, şehitlerimizi rahmetle anar, gazilerimize sağlık ve mutluluklar dilerim.

Aşağıda, Mustafa Kemal Paşa ve Temsil Heyeti üyelerinin; Sivas-Kayseri-Hacıbektaş-Mucur-Kırşehir-Kaman-Beynam güzergahından Ankara’ya gelişleri hakkında yapılan alıntıdan bir bölüm okumak-incelemek-anlamak ve değerlendirmek amacıyla sunulmuştur.

Sivas’tan Ankara’ya

1919 yılı Aralık ayının on sekizinci Perşembe günü sabahı… Hava çok soğuk, her yer karla örtülü ve kar yağışı sürüp gitmekte. Buna rağmen, bütün Sivaslılar, coşkun sevgi gösterileri içinde, sokaklara dökülmüş, yolları doldurmuş, lisenin önünde toplanmışlardı. Mustafa Kemal Paşa, bu göz yaşartıcı eşsiz sevgi taşkınlığı içinde Sivas’tan ayrılıyor, Köprübaşı’nda yurtsever Sivaslılarla son ayrılık görüşmesini yaparak, beraberinde birkaç yakın arkadaşı, üç Heyet-i Temsiliye üyesi ve maiyeti olduğu halde, ikisi dolma tekerlekli üç açık otomobil ile ve kar yağışı altında Ankara’ya doğru yola çıkıyor (V. C. Aşkun, Sivas Kongresi: 197-201).

Sivas Valisi Reşit Paşa, usul gereğince, olayı bir telgrafla Dâhiliye Nezâreti’ne haber veriyor. Dâhiliye Nâzırı da, Sivas Valiliği’nden aldığı bilgiye dayanarak, Anadolu ve Rumeli Müdafaa- Hukuk Cemiyeti Heyet-i Temsiliyesi’nin 18 Aralık 1919’da Sivas’tan Ankara’ya hareket etmiş olduğunu, bir yazıyla sadrazama bildiriyor (Belgelerle Türk Tarihi: 2/17).

Mustafa Kemal Paşa, Şarkışla’ya (Şehirkışla) gelince, buradan Anadolu ve Rumeli Müdafaa- Hukuk Cemiyeti Sivas Heyet-i Merkeziyesi’ne bir telgraf çekerek “Sivas bölgesinden ayrılırken sayın kurulunuza selam ve saygılarımızı sunar, vatanın iyiliği ve milletin kurtuluşu uğrundaki kutsal savaşınızda başarılar dileriz” diyor. (Mf.v., Tarih Vesikaları: 10)

1919 Aralık ayının on dokuzuncu Cuma günü akşamüzeri, geç vakit Kayseri’ye varan Mustafa Kemal Paşa, bir haftadır yolunu gözleyen yurtsever Kayserililer tarafından şehre bir buçuk saatlik mesafede karşılanıyor. Şehre kadar bütün yolu doldurmuş olan halk ve öğrenciler Mustafa Kemal Paşa’ya büyük sevgi gösterilerinde bulunuyor. Bu ulusal coşkunluk karşısında, şehre varmadan otomobilinden inen Mustafa Kemal Paşa halkı selamlıyor ve eşsiz sevgi gösterileri arasında şehre giriyor. Sivas kapısındaki İmam zade Reşit Ağa’nın konağına gidiyor. Halk sokaklarda fener alayı yaparken Mustafa Kemal Paşa, akşam yemeğini burada yiyor ve geceyi bu konakta geçiriyor.

Ertesi gün, 20 Aralık 1919’da, başlarında Kızıklı Hacı Kasım Efendi olduğu halde Kayseri’nin din bilginleriyle görüşen Mustafa Kemal Paşa, yurtsever Kayserililerden gördüğü gönül doyurucu karşılamaya cevap olarak duygularını dile getiren bir bildiri yayınlıyor.

Aynı gün, Burdur Askerlik Şubesi Başkanı, milli mücadeleci İsmail Bey’den bir telgraf alıyor. Bu telgrafta; İsparta, Burdur, Antalya halkının yorgun ve güçsüz görünmekle beraber, ulusal bağımsızlığın korunması uğrunda her fedakârlığa hazır bulunduğu, fakat halkın henüz gereği gibi teşkilatlanmadığı, işgal kuvvetlerinin (İtalyanların) halka bazı kolaylıklar göstermesinin Antalya ve Burdur bölgelerinde sosyal ve düşünsel bunalımlara sebep olduğu, milli mücadele çabalarının sadece Aydın Cephesi’ne para ve gönüllü göndermekten ibaret kaldığı, il ve ilçelerdeki milli kuruluşlara, doğru yolu gösterici ve bunu uygulayıcı çalışma kolları ekleyerek ve bildiriler yayınlayarak özellikle köylüleri aydınlatmak ve milli birliğe yöneltmek gerektiği anlatılmaktaydı. Mustafa Kemal Paşa bu konu üzerinde önemle durmuş ve Ankara’ya varınca yayınladığı bir bildiriyle bu noktaya dikkati çekmiştir (Tarih Vesikaları: 15).

Kayseri’de bir gece daha kalan Mustafa Kemal Paşa, aynı coşkun sevgi gösterileriyle uğurlanıyor (Tarih Vesikaları: 10, 15; M. M. Kansu, Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le: 90, 492; Ziya Oranlı, Atatürk’ün Yayınlanmamış Anıları: 4; M. T. Gökbilgin, Milli Mücadele Başlarken: 2/293; E. B. Şapolyo: Kemal Atatürk ve Milli Mücadele Tarihi; A. H. Kalaç; Kendi Kitabım).

1919 yılı Aralık ayının yirmi birinci günü akşamı Mustafa Kemal Paşa Mucur’dadır. Apansız geldiği Mucur’da hükümet konağının önünde karşılanır ve hükümet konağının emrine tahsis edilmiş olduğu kendisine bildirilir. Mustafa Kemal Paşa hemen kasaba ileri gelenlerini toplatır, gece onlarla yurt sorunlarını görüşür ve geceyi Mucur’da geçirerek ertesi gün Hacıbektaş’a doğru yola çıkar (M. M. Kansu, Ölümüne Kadar Atatürk’le: 492; E. B.Şapolyo, Kemal Atatürk: 355).

1919 yılı Aralık ayının yirmi ikinci Pazartesi günü Hacıbektaş kasabası yakınındaki bir çiftlikte öğle yemeğini yiyen Mustafa Kemal Paşa, bir arabayla buraya kadar gelen Hacı Bektaş-ı Veli Tekkesi’nin Şeyhi Salih Niyazi Baba tarafından karşılanıyor, onun arabasına binerek kasabaya geliyor ve Hacı Bektaş-ı Veli Tekkesi Çelebisi Cemaleddin Efendi’nin “saray” denen konağına gidiyor. Derhal misafir odasına alınıyor. Birkaç dakika sonra da Çelebi Cemaleddin Efendi odaya gelip Mustafa Kemal Paşa’ya “Hoş geldiniz” diyor.

Mustafa Kemal Paşa, Çelebi Cemaleddin Efendi’nin evine misafir oluyor. Beraber yemek yiyor, birlikte rakı içiyor ve bu arada yurt sorunlarını görüşüyorlar. Sonunda, düşünce birliğine varılıyor ve Çelebi Cemaleddin Efendi milli harekete katıldığını, Kuva-yı Milliyeciliği kabullendiğini, hemen kendi adamlarına gerekli emri vereceğini bildiriyor.

Geceyi Çelebi Cemaleddin Efendi’nin konağında geçiren Mustafa Kemal Paşa, ertesi günün öğle yemeğinde Şeyh Salih Niyazi Baba’nın misafiri oluyor ve yemekten sonra Hacı Bektaş-ı Veli’nin türbesi ziyaret ediliyor, Mustafa Kemal Paşa dua ederek Hacı Bektaş-ı Veli’nin manevi gücünden yardım istiyor. Akşam üzeri Hacıbektaş’tan ayrılıyor, yine Mucur’a geliyor, 23-24 Aralık 1919 gecesini de Mucur’da geçiriyor (M. M. Kansu, Ölümüne Kadar Atatürk’le: 493-495; Z. Oranlı, Atatürk’ün Yayınlanmamış Anıları: 45-49; E. B. Şapolyo, Ke mal Atatürk: 355-356).

1919 yılı Aralık ayının yirmi dördüncü Çarşamba günü öğle vakti Mustafa Kemal Paşa Kırşehir’dedir. Kurbanlar kesip büyük sevgi gösterilerinde bulunan yurtsever Kırşehirliler, Mustafa Kemal Paşa’yı doğruca Kırşehir Gençlik Derneği’ne götürdüler. Kırşehir gençliğinin kendi kendine teşkilatlanmış olmasından memnunluk duyan ve duygulanan Mustafa Kemal Paşa burada bir konuşma yapıyor ve bu konuşmasında her şeyi ve özellikle teşkilatlanmayı yukarıdan, hükümetten beklemenin doğru olmadığını, nitekim musibetlerle uyanan milletin de kendi kendine teşkilatlanma yoluna girdiğini, milli kuruluşların hareket noktalarının “milli kuvvetleri yapıcı, milli iradeyi egemen kılmak” olduğunu, bağımsız yaşayabilmek için çizilen sınırlar içinde yabancı bırakmamak gerektiğini, milli kuruluşlara ruh kazandırabilmek için milletin her bireyinin düşünce hayatını geliştirmek zorunluluğunda bulunduğunu, böylece milletin tek bir varlık haline getirilebileceğini, bu konuda aydınlara çok iş düştüğünü, ancak aydınların sadece halka milli birlik düşüncesini aşılamakla görevlerinin bitmediğini, başka milletlere karşı varlığımızı koruyabilme tedbirlerinin de alınması gerektiğini anlatıyor. Sonra derneğin hatıra defterine Kırşehir gençliğini öven birkaç satır yazıp, Rauf
(Orbay), Mazhar Müfit (Kansu), Hakkı Behiç (Bayiç), Ahmed Rüstem (Alfred Rüstem) Beylerle birlikte imzalıyor.

Akşam yemeğini Kırşehir ileri gelenleri özenerek hazırlamışlardı. Ziyafete Mutasarrıf Ekrem Bey (Ankara Müdafaai Hukuk Cemiyeti kurucularından olup, sonra birçok yerde valilik yapacak olan Ankaralı Ekrem Engür) ile birlikte gidiyor. O sırada yurtsever Kırşehirliler, Mustafa Kemal Paşa şerefine, şehirde fener alayı gösterileri yapmaktadır. Bir ara, havanın çok soğuk olmasına rağmen, ziyafet verilen evin önünde toplanıp Mustafa Kemal Paşa’ya coşkun ve taşkın sevgi gösterilerinde bulunuyorlar. Bundan son derece duygulanan Mustafa Kemal Paşa, bir konuşma yapıyor ve bu konuşması sırasında şunları söylüyor:

“Bu milletin içinden çıkan bir Kemal: Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini/Yok imiş kurtaracak bahtı kara mâderini demiş. Yine bu milletin bağrından çıkan bir Kemal de: Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini/Bulunur kurtaracak bahtı kara mâderini diyor.”

(Bu sözleri Büyük Millet Meclisi kürsüsünde de tekrarlanacaktır.) Mustafa Kemal Paşa geceyi Kırşehir’de geçiriyor (Tarih Vesikaları: 10; M. M. Kansu, Ölümüne Kadar Atatürk’le: 495-496).

1919 yılı Aralık ayının yirmi beşinci Perşembe günü, Kırşehir’den ayrılan Mustafa Kemal Paşa, Kaman bucağına geliyor ve bir gece de burada kalıyor (M. M. Kansu, Ölümüne Kadar Atatürk’le: 496).

1919 yılı Aralık ayının yirmi altıncı Cuma günü, Kaman’dan yola çıkan Mustafa Kemal Paşa, akşam geç vakit, Beynam köyüne varıyor ve geceyi Muhtar Hasan Çavuş’un evinde geçiriyor (Z. Oranlı, Atatürk’ün Yayınlanmamış Anıları: 44-49; E. B. Şapolyo, Kemal Atatürk: 356-357; M. M. Kansu, Ölümüne Kadar Atatürk’le: 497).

Nihayet 1919 yılı Aralık ayının yirmi yedinci Cumartesi günü öğleden sonra Mustafa Kemal Paşa, Ankara’ya ulaşıyor. Kendisini karşılamak için günlerdir heyecanla bekleyen Ankara’ya…

Mondros Mütarekesi’nden kısa bir süre sonra, 1919 yılı başlarında trenle gelen iki bölük kadar İngiliz askeri tren garında karargâh kurarak, istasyonu ve şehri işgale başlamıştı. Sonra bir Fransız askeri birliği de gelmiş ve yapımı henüz bitmemiş olan Ulus’taki İttihat ve Terakki Kulübü binasında (sonradan İnkılap Müzesi olan ilk Büyük Millet Meclisi binası) karargâh kurmuştu. Şehrin içinde yabancı devlet askerleri dolaşıyor, Türk ve Müslüman halka sarkıntılık ve saldırı olayları gün geçtikçe artıyordu. Sadrazam Ferit Paşa’nın yakın adamı olan Ankara Valisi Muhittin Paşa (Ulunay) da, körü körüne İstanbul Hükümeti’ne bağlanmış olduğundan işgal kuvvetleriyle işbirliği yapmış, adeta onların buyruğu altına girmişti.

Bu durum karşısında, kendilerini korumak zorunda kalmış olan Ankaralılar gizli bir kuruluşla yabancıların ve azınlıkların kötülüklerine engel olmaya çalışıyorlardı. Fakat Vali Muhittin Paşa, İngilizlerin baskısı ile aralarında Kınacızade Şakir, Aktarbaşı Sadullah, Bulgurluzade Mehmet, Hanifzade Mehmet, Haymana Eski Kaymakamı Rıfat Beylerle Karabiberin Hasan ve Hacı Bayram Türbesi Şeyhi Şemseddin Efendilerin de aralarında bulunduğu doksan üç kişiyi tutuklamıştı. Bir yandan da İngiliz Muhipler Cemiyeti’nin gelişmesine çalışıyordu.

Fakat yurtsever Ankaralılar, bütün bu baskılara rağmen yılmamışlar, İngiliz Muhipler Cemiyeti’ne karşı “Azmi Milli Cemiyeti”ni kurmuşlardı. 24. Tümen Komutanı Yarbay Mahmut, Kimyager Avni Refik (Berkman), Öğretmen Ayaşlı Ali Rıza, Öğretmen Mahir (İz), Yakup, Ekrem ve Fevzi Beylerin kurduğu bu dernek, müsamereler vererek halkın moralini yükseltmeye çalışmış, Avukat Mustafa Kemal Bey Selâmet ve Operatör Vasfi (Öz) Bey Mefkûre adlı gazeteleriyle bu çabalara yardımcı olmuşlardı. Ve bütün milli mücadele çabalarının başında, Ankaralıların sevgi, saygı ve güvenle bağlandıkları 20. Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa vardı.

İstanbul’daki valiler toplantısından dönen Vali Muhittin Paşa, aldığı yeni direktiflerle, daha da sertleşip baskıyı arttırınca Ankara ileri gelenleri, milli mücadeleci Defterdar Yahya Galip Bey’in evinde toplanmışlar ve Vali Muhittin Paşa’yı bertaraf etmeye karar vermişlerdi. Karar, Sivas’ta bulunan Mustafa Kemal Paşa’ya bildirilmiş, Muhittin Paşa’nın yakalanıp Sivas’a gönderilmesi emri gelmiş, yakalama görevi Keskin’den Hamitli Rıza (Kırşehir Mebusu) ve Polatlı’dan Kara Sait Milli Müfrezeleri’ne verilmişti. 24. Tümen Komutanı Mahmut ve Kurmay Başkanı Ömer Halis Beylerle görüşerek gerekli direktifleri alan müfrezeler derhal yola çıkarak Çorum’dan Ankara’ya gelmekte olan Vali Muhittin Paşa’ya ulaşmış ve koruma görevlileri gibi yolculuğuna katılmış, Elmadağı ile Yahşihan arasındaki Kılıçlıbel’e geldikleri zaman da Vali Muhittin Paşa’yı tutuklayıp Sivas’a götürmüşlerdi. Muhittin Paşa’dan kurtulan Ankaralılar da hemen “Hakan” dedikleri Defterdar Yahya Galip (Kargı) Bey’i vali vekilliğine getirmişlerdi. İstanbul Hükümeti ise, Ankara Valiliği’ne Ziya Paşa’yı tayin etmiş ve yola çıkarmıştı. Bunun üzerine, derhal Ziya Paşa’ya haber gönderilerek Ankara’ya gelmemesi, gelirse onun da tutuklanacağı bildirilmiş ve türlü baskı ve ricalara rağmen İstanbul yanlısı vali, Ankara’ya sokulmamıştı.

Ankara bu iç mücadelenin içinde iken Sivas Kongresi toplanmış ve Ankaralılar bu kongreye katılamamışlardı. Fakat Mustafa Kemal Paşa, Ankara Eski Mebusu Ömer Mümtaz Bey’i Sivas’a gelememiş olmasına rağmen, Heyet-i Temsiliye üyesi yaptırmıştı. Üzerlerindeki ağır baskı kalkınca, Ankaralılar Ömer Mümtaz Bey’i Sivas’a göndermişler ve Sivas’tan dönen Ömer Mümtaz Bey’in getirdiği direktifler üzerine de Müftü Rıfat Efendi’nin (Börekçi) başkanlığında Kütükçüzade Ali (belediye başkanı), Ömer Mümtaz (eski mebus), Çayırlıoğlu Hilmi (eski mebus), Ekrem (Engür), Beynamlı Hacı MustafaÇakallı Hacı Süleyman Beylerle Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin, Ankara Heyet-i Merkeziyesi’ni kurmuşlardı. Sonra Kuva-yı Milliye müfrezeleri kurma kararına varılmış, bu çabaların başına da yine Müftü Rıfat Efendi getirilmişti (Şeref Erdoğdu, Ankaram: 37-52).

Bu sırada, Mustafa Kemal Paşa’nın Ankara’ya geleceği duyulmuş ve yola çıktığı haber alınmıştı. Vali Vekili Yahya Galip Bey ile Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Başkanı Rıfat Efendi, Mustafa Kemal Paşa’yı olağanüstü bir şekilde karşılamak ve bu arada Ankara’daki İngiliz ve Fransızlara da Kuva-yı Milliye’nin gücünü göstermek için geceli gündüzlü çalışmışlar, bölgedeki bütün seymenlerin karşılama törenine katılmalarını sağlamaya uğraşmışlardı. İstanbul Hükümeti’nden yana olanlar ise karşılama töreninin sönük geçmesi için, törene gelecek seymenlerin cepheye gönderilecekleri söylentisini çıkarmışlardı. Fakat Haymana Kaymakamı Cemal Bey’in (Bardakçı), kendi bölgesinden topladığı iki yüz kadar atlı ile Ankara’ya gelip birkaç gün şehirde gösteriler yapması, karşı propagandaları çürütmüş,
törene katılacakların sayısı her gün biraz daha artmış ve sonunda sanki bütün Ankara ayaklanmıştı (C. Bardakçı, Atatürk’ün Ankara’ya İlk Gelişi, Yakın Tarihimiz: 4).

Ve 1919 yılı Aralık ayının yirmi yedinci günü Mustafa Kemal Paşa, milli mücadele heyecanıyla coşan Ankara şehrinin sınırlarından içeri giriyordu. Çevredeki tepelerin karlarla örtülüp ak pak olduğu, Dikmen ve Çankaya sırtlarında sert ve soğuk yellerin estiği, pırıl pırıl güneşli bir gün ortasında…

Vali Vekili Yahya Galip (Kargı) Bey ile 20. Kolordu Komutanı Ali Fuat (Cebesoy) Paşa, Kırşehir-Ankara yolunun, Gölbaşı ile şehir merkezi arasındaki en yüksek yerinde Mustafa Kemal Paşa’yı karşılıyorlar.

Birinci otomobilde Mustafa Kemal Paşa ile Heyet-i Temsiliye Üyesi Rauf Bey (Orbay), Heyet-i Temsiliye İstişarî Üyesi Ahmet Rüstem (Alfred Rüstem), Yaver Yüzbaşı Cevad Abbas (Gürer); ikinci otomobilde Heyet-i Temsiliye Üyesi Mazhar Müfit (Kansu) ve Hakkı Behiç Beylerle Batı Anadolu’nun Sivas Kongresi’ndeki delegesi İbrahim Süreyya Bey (Yiğit) ve sekreterler; üçüncüde de Dr. Binbaşı Refik Bey (Saydam), Kurmay Binbaşı Hüsrev Bey (Gerede) ile hizmetlilerden oluşan kafile ilk olarak bu tepede durdu. Mustafa Kemal Paşa otomobilinden inerek karşılayıcılarla görüştü ve Ali Fuat Paşa ile Yahya Galip Bey’i kendi otomobiline alarak yoluna devam etti. Otomobiller bugünkü Dikmen şosesinin yönünü izleyen yolda, karla örtülü beyaz tepeler arasından kıvrıla kıvrıla şehre doğru ilerledi.

Bir süvari birliğinin önünde 24. Tümen Komutanı Yarbay Mahmut Bey ile Kurmay Başkanı Binbaşı Ömer Halis Bey (Bıyıktay) ve Ankara Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Başkanı Müftü Hoca Rıfat Efendi (Börekçi) ile Ankara ileri gelenleri Kınacızade Şakir, Aktarbaşızade Rasim, Toygarzade Ahmet, Âdemzade Ahmet, Hatip Ahmet, Kütükçüzade Ali, Hanifzade Mehmet, Bulgurzade Mehmet Beylerle Naşit Efendi ve Eskişehir Mebusu Emin Bey (Sazak) vardı. Mustafa Kemal Paşa burada da otomobilinden inip sevgi gösterilerinde bulunan Ankaralılarla görüştü ve yine yoluna devam etti.

Şimdiki Milli Savunma Bakanlığı’nın bulunduğu yerdeki Kızılyokuş’ta karşılayıcılar tarafından ilk kurbanlar kesildi. Sonra, içinde tek bir evin bulunduğu Harmanyeri’ne gelindi. Seymenler otomobilleri durdurup kurban kestiler. Hükümet ileri gelenleri de Mustafa Kemal Paşa’yı burada karşıladılar.

Biraz daha ileride, şimdiki Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Kız Sanat Enstitüsü ve Radyoevi’nin bulunduğu yerde Ankaralı bilginler, din ve tarikat adamları tertemiz özel kılıkları içinde toplanmışlardı. Şehir halkı bu yerin üst tarafındaki Namazgâh adlı tepede (sonradan bir dönem Türk Ocağı ve Halkevi binasının yer aldığı tepe) bekliyordu. Mustafa Kemal Paşa her rastladığı toplulukla görüşüp teşekkürlerini bildirerek yoluna devam ediyordu.

Nihayet kafile, o sırada İngilizlerin elinde bulunan demiryolu istasyonuna doğru dönüp ilerledi. İngiliz karargâhının önündeki istasyon meydanı hıncahınç dolmuştu. Karşılıklı dizilmiş seymenler Mustafa Kemal Paşa’yı havaya kaldırdıkları palaların altından geçirdiler, yiğitçe sevinç naraları attılar. Jandarma ve polis birlikleri saygı ile selama durdular. Halk, davul ve zurna sesleri içinde, coşkun sevgi gösterilerinde bulundu. Ulus’a doğru yol boyunca dizilmiş öğrenciler Mustafa Kemal Paşa’yı sevinçle alkışladılar.

Fransız Karakolu’nun (şimdi müze olan ilk meclis binasının) önünden geçildi. Hacı Bayram Camii’ne varıldı. Hacı Bayram Velî’nin türbesi ziyaret edildi, dualar edilip Tanrı’ya yalvarıldı. Dönülüp hükümet konağına (sonradan valilik binası olarak kullanılan) gelindi. Vali Vekili Yahya Galip Bey, kısa bir konuşma ile Mustafa Kemal Paşa’ya “Hoş geldiniz” dedi. Dışişleri Bakanlığı’nda görevli Fahrettin Bey, uzun bir konuşma yapmak istediyse de heyecandan tıkanıp kısa kesti. Mustafa Kemal Paşa valilik binasında, halk da hükümet konağı önündeki kahvehanelerde oturup dinlendi. Kahveler, çaylar içildi. Sonunda, hem Mustafa Kemal Paşa’nın, hem de Heyet-i Temsiliye’nin kalması ve çalışması için hazırlanmış olan Keçiören sırtlarındaki Ankara Tarım Ortaokulu’na (sonradan bir süre meteoroloji binası olarak kullanılmış olan eski Ziraat Mektebi binası) gidildi (A. F. Cebesoy, Milli Mücadele Hâtıraları: 265-267; Z. Oranlı, Atatürk’ün Yayınlanmamış Anıları: 49-54; İsmet Kür, Anılarıyla Atatürk: 34; E. B. Şapolyo, Kemal Atatürk: 357-376; M. M. Kansu, Ölümüne Kadar Atatürk’le: 497-499; Selâhaddin Tansel, Atatürk ve Kurtuluş Savaşı: 48; Ş. Erdoğdu, Ankaram: 55-65).

Burada bir noktaya dikkati çekmekte fayda var: O sırada herkesin, Mustafa Kemal Paşa ile birlikte Ankara’ya gelenleri Heyet-i Temsiliye üyesi sandığı anlaşılmaktadır. Nitekim Ankara’daki hazırlıklar buna göre yapılmış, Sivas Valisi İçişleri Bakanı’na, İçişleri Bakanı da sadrazama bu yolda bilgi vermişti. Ankara’nın o günkü Ankara isimli haftalık resmi gazetesi, Mustafa Kemal Paşa’nın gelişini anlatırken, beraberindekileri “Heyet-i Temsiliye Üyeleri” diye takdim ediyordu. Ali Fuat Paşa bile, Mustafa Kemal Paşa’nın beraberindekilerden hep “Heyet-i Temsiliye Üyeleri” diye söz eder.

Oysa Mustafa Kemal Paşa ile birlikte Ankara’ya gelenler arasında, Sivas’ta kurulan Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin on altı kişilik Heyet-i Temsiliye’sinden yalnız üç kişi vardı: Rauf Bey, Mazhar Müfit Bey, Hakkı Behiç Bey.

Ne var ki, Mustafa Kemal Paşa’nın tutum ve davranışları da bu anlayışı pekiştirmeye çalışan bir yönde idi. O da etrafındakilerin hepsini Heyet-i Temsiliye üyeleri gibi tanıtmaya yani Heyet-i Temsiliye’yi beraberindeymiş gibi göstermeye çalışıyor, bütün yazışma ve konuşmalarını Heyet-i Temsiliye’ye malediyor ve herkesin de durumu böyle bilmesine dikkat ediyordu. Nitekim, Mustafa Kemal Paşa bu çabasında başarıya ulaşmış ve o günden bu yana konu üzerine eğilenler genellikle Heyet-i Temsiliye üyelerinden hiç olmazsa çoğunluğunun Mustafa Kemal Paşa ile birlikte Ankara’ya gelmiş olduğunu sanmıştır.

Bu anlayışta, kullanılagelmekte olan “Sivas Heyet-i Temsiliyesi” ifadesinin de büyük etkisi olduğu şüphesizdir. Çünkü “Sivas Heyet-i Temsiliyesi” olarak adlandırılan heyet, Sivas Kongresi sonunda ve onun kararı ile kurulmuş olan Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin on altı kişilik Heyet-i Temsiliyesi’dir. Fakat bu on altı kişinin hepsi Sivas Kongresi’nde seçilmemiştir. Şarkî Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin on kişilik Heyet-i
Temsiliyesi, Sivas Kongresi’nde altı üye daha eklenmek suretiyle on altı kişiye çıkarılmış ve Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’ne mal edilmiştir. Yani Sivas Heyet-i Temsiliyesi denen “Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Heyet-i Temsiliyesi”, Erzurum Kongresi’nde seçilmiş olan ve sonra tüzüğün özel bir hükmünden yararlanılarak dokuzdan ona çıkarılan “Şarkî Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Heyet-i Temsiliyesi”nin yine tüzüğün verdiği imkânla üst sınır olan on altı kişiye çıkarılması ile meydana getirilmiştir (M. Goloğlu, Sivas Kongresi: 120).

Fakat konunun gerçeğindeki bu özellik bilinmediğinden, Sivas Heyet-i Temsiliyesi denen Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Heyet-i Temsiliyesi’nin Sivas Kongresi tarafından seçilmiş ayrı ve yeni bir Heyet-i Temsiliye olduğu kanısına varılmış, on altı üyeyi bulabilmek için de o sırada Mustafa Kemal Paşa’nın yanında olanların hepsi Heyet-i Temsiliye üyesi sanılmış ve bu yanlış anlama bugüne kadar devam edegelmiştir. Bu yüzden Sivas Heyet-i Temsiliyesi denen Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Heyet-i Temsiliyesi üyelerinin kimler olduğu kesinlikle bilinememiş, kongre temsilciliği yani delegeliği ile Heyet-i Temsiliye üyeliği birbirine karıştırılmış, hatta her fedakârlığı görülen kimsenin Heyet-i Temsiliye üyesi sanılması gibi yanlış düşüncelere de varılmış ve çok sonraları Heyet-i Temsiliye üyeleriyle ilgili kanunların hazırlanma ve uygulanmalarında da bu düşüncelerin etkisi altında kalınarak yanlışlıklar yapılmıştır (1948/5269 ve 1961/280 sayılı kanunlarda olduğu gibi).

Bununla beraber, Mustafa Kemal Paşa Ankara’ya geldiği zaman, yine Heyet-i Temsiliye’nin tamamı ya da çoğunluğu beraberindeymiş gibi davranıyor, böyle sanılmasını istiyor, imzasını “Heyet-i Temsiliye adına” atıyordu.

Nitekim Ankara’ya vardığı gün, kalması için hazırlanmış olan Tarım Okulu’na gelir gelmez “Heyet-i Temsiliye adına” bir bildiri yayınladı ve bu bildiride Heyet-i Temsiliye’nin gerek yol boyunca, gerekse Ankara’da çok sıcak ve içten gösterilerle karşılandığını, milletçe gösterilen bu birlik ve kararlılığın memleketin geleceğine olan güveni güçlendirip arttırdığını, “Heyet-i Temsiliye Merkezi”nin şimdilik Ankara olduğunu bildirdi (Nutuk: 332).

Fakat gerçek oydu ki, artık Heyet-i Temsiliye yoktu, sadece Mustafa Kemal Paşa vardı. “Heyet-i Temsiliye adına” imzalanan her yazı, sadece Mustafa Kemal Paşa’ya aitti. Nitekim kısa bir süre sonra, yanındaki üç Heyet-i Temsiliye üyesi de İstanbul’a gidecek, Mustafa Kemal Paşa, Ankara’daki tek Heyet-i Temsiliye üyesi olacak, tam anlamıyla tek başına çalışacak ve imzasını yine de “Heyet-i Temsiliye adına” atacaktır (L. Kinross, Atatürk: 04; Y. Nadi, Ankara’nın İlk Günleri: 88).

Mustafa Kemal Paşa, 29 Aralık 1919’da bir bildiri daha yayınlayarak, Eskişehir-Ankara demiryolunun işletmeye açılmış olması sebebiyle, Eskişehir yerine Ankara’da buluşup görüşmenin daha kolay olacağını, her livadan seçilip gönderilecek delege mebuslarla Ankara’da bir Danışma Kurulu halinde çalışılacağını, Heyet-i Temsiliye Danışma Üyeliği’ne seçilecek mebusların ocak ayı başından itibaren Ankara’ya gelmeleri gerektiğini bildirdi ve gönderilecek mebusların yola çıkışlarının Heyet-i Temsiliye’ye yani kendisine bildirilmesini istedi, seçilip gönderilecek mebuslarla yapılacak görüşmelere öteki mebuslardan da mümkün olduğu kadar çok katılımın arzulandığını anlattı (Nutuk, Vesika: 214).

Mustafa Kemal Paşa bunu yapmakla, Meclis-i Mebusan’a gidecek mebuslara önceden Anadolu’daki milli mücadele çabalarının tek amaç ve yolunu anlatacak, İstanbul’da da aynı amaçla ve aynı yolda çalışabilmeleri için Meclis-i Mebusan’da bir “Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Grubu” kurmalarını öğütleyecek, böylece parlamento çalışmalarını da kendi çalışma düzenine göre yönetme imkânını sağlayacak, hatta bu yolla Meclis-i Mebusan’a başkan olacak, belki Heyet-i Temsiliye’nin “geçici” olarak Ankara’ya getirdiği merkezini de İstanbul’a aktaracaktı.

Fakat aynı günlerde, İstanbul Hükümeti adına Dâhiliye Nazırı ve İstanbul’daki mebuslar adına da Aydın Mebusu Hüseyin Kâzım Bey (Şeyh Muhsin-i Fânî takma adı ile çağının yazı hayatına girmiş olan, Trabzon’un eski ve ünlü valilerinden Kadir Bey’in oğlu), bütün illere çektikleri telgraflarla, seçilen mebusların hiçbir yere uğramadan hemen ve doğruca İstanbul’a gelmelerini bildirmişlerdi. Bu durum arşısında kesin bir davranış kararına varamamış olan bazı mebuslar ne yapmaları gerektiğini Mustafa Kemal Paşa’dan soruyorlardı.

Mustafa Kemal Paşa, hemen soru sahiplerine cevap vererek, durumdan bilgisiz olan Hüseyin Kâzım Bey’in telgrafına önem verilmemesini bildirdi. İstanbul’da bulunan Çanakkale Mevkii Müstahkem Kumandanı ve İstanbul’daki milli mücadelecilerin aracısı Şevket Bey’e de başvurarak durumu anlattı ve Hüseyin Kâzım Bey’in herhalde yapılan tebliğlerden haberi olmadığını, Bekir Sami Bey’de bulunan tebligat örneğini okumasını ve dilerse onun da hemen Ankara’ya gelip toplantılara katılmasını istedi (Nutuk, 337; Vesika: 215).

Buna karşılık, Heyet-i Temsiliye’nin İstişarî Üyesi ve İstanbul Hükümeti’nin Harbiye Nâzırı Cemal Paşa’dan gelen bir telgrafta; Hüseyin Kâzım, Tahsin, Celâleddin Arif, Hamit Beylerin ve bazı mebusların aşağıdaki tekliflerde bulundukları belirtiliyordu:

  1. Meclisin tez elden açılması gerektiği bir sırada, mebusların Ankara’ya çağrılmaları gecikmeye sebep olacaktır.
  2. Bu çağrı, yasama gücünün başka kuvvetlerin etkisi altında bulunduğu gibi, yanlış anlamlarla dışta güvensizlik doğuracaktır.
  3. Bu durumda meclisin, kendisinden beklenen hizmeti yapması imkânsız olacaktır.
  4. Mebuslarla görüşülmek isteniyorsa, geniş yetkili biri İstanbul’a gelmelidir.
  5. Çağrıdan vazgeçilmesi ve Ankara’ya varmış olan mebusların da hemen İstanbul’a gönderilmesi için yeniden bir bildiri yayımlanması beklenmektedir.

Bunun üzerine Mustafa Kemal Paşa, adları bildirilen mebuslara da bir telgraf çekerek, bir iki gün için Ankara’ya gelip görüşmelere katılmalarının meclis toplantısını geciktirmeyeceğini, buna karşılık pek önemli konularda görüşme imkânı sağlanacağını bildirdi.

Cemal Paşa’ya verdiği cevapta da, mebusların Ankara’ya gelip görüşmelerinin, memleketin kurtuluşu yolundaki çalışmalarını birleştirmek için olduğunu, bunun genel bir toplantı niteliğinde olmadığını anlattı.

Gerçekten de Ankara’da bir mebuslar toplantısı yapılamadı. Bir kısım mebuslar Ankara’ya hiç gelmediler. Bazı mebuslar çağrıya uyarak Ankara’ya uğradıktan sonra İstanbul’a gittiler, bazıları da İstanbul’a giderken yol üzeri olduğu için uğrayıp görüştüler. Mustafa Kemal Paşa görüşebildiği mebuslara vatanı kurtarmak, bağımsızlığı sağlamak için iyi yönetilen bir kuruluşa sahip olmak gerektiğini, bunun için de İstanbul’da açılacak olan Meclis-i Mebusan’da üyeleri birbirlerine sımsıkı bağlı ve güçlü bir Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Grubu kurmalarını öğütledi (Nutuk: 360-362; M. T. Gökbilgin, Milli Mücadele Başlarken: 300).

Bu sırada, Mustafa Kemal Paşa bir yandan da, milli mücadeleci Vali Vekili Yahya Galip Bey emrindeki il basımevinden yararlanarak bir gazetenin çıkarılabilmesi imkânlarını arıyordu. Sivas’taki İrade-i Milliye gazetesinin devamı gibi olan Hâkimiyet-i Milliye gazetesi işte bu çabaların sonunda, Recep Zühtü Bey’in (Soyak) yönetiminde, ilk kez 10 Ocak 1920’de olmak üzere haftada birkaç defa yayınlanmaya başlamıştır.

(Mahmut GOLOĞLU, Milli Mücadele Tarihi III 1920 Üçüncü Meşrutiyet Birinci Büyük Millet Meclisi, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara 2006, s. 1-6)

Mustafa Kemal Atatürk

Kazım Karabekir Paşanın T. B. M. M.’ne Telgrafı

Published

on

5.- MUHTELİF EVRAK

1.- Şark Cephesi Kumandanı Kâzım Karabekir Paşanın, İstanbul’da inikat eden Şûrayı Saltanatta Sevr Muahedesinin imza edilmesine karar verenlerle muahedeyi imza edenlerin hiyaneti vataniye ile ittiham olunmalarına dair telgrafı.

REİS — Kâzım Karabekir Paşadan mevrut bir telgraf var okunacak.

Erzurum;

             Ankara’da Meclisi Milli Riyasetine

Vatansız, vicdansız üç serserinin, yine kendileri gibi millet ve vatanla alakası olmayan bir kaç kişi namına sulh muahedesini imza ettiklerini ajansta gördük. Mücadelei milliyemizde daha büyük bir azim ve imanla devamı tekiden ahdettiğimizi arz eylerim. İstanbul’da teşekkülünü evvelce duyduğumuz Şûrayı Saltanatta Türkiye’nin hayatı mevcudiyetini söndüren bu zalim muahedenin imza edilmesine karar ve rey veren esamileri malum eşhasın ve muahedenameye vazı imza edenlerin ihaneti vataniye ile ittiham olunmasını ve haklarında hükmü gıyabi verilmesini bu vatansızların isimlerinin her yerde lanetle yadedilmesinin ilan ve tamim olunmasını arz ve teklif eylerim.

17 Ağustos 1336 [1920]

Şark Cephesi Kumandanı

Kâzım Karabekir

REİS — Kâzım Paşanın bu teklifini tensip buyuruyor musunuz? (Hay hay) tensip buyuranlar ellerini kaldırsın. Tensip edildi efendim.

T. B. M. M. ZABIT CERİDESİ, Elliüçüncü İçtima, 19.8.1336 Perşembe, Devre: 1, Cilt: 3, İçtima Senesi: 1, s. 333

https://www5.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/TBMM/d01/c003/tbmm01003053.pdf

Continue Reading

Türk İstiklâl Mücadelesi

Mustafa Kemal Paşa’nın Balıkesir Zağnos Paşa Camiinde Halkla Konuşması

Published

on

(7 Şubat 1923)

GİRİŞ

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Gazi Mustafa Kemal [ATATÜRK] önderliğinde gerçekleştirilen Türk İstiklal Harbi/Milli Mücadele’den sonra kurulmuştur. Türk Milletinin bağımsızlığını kazanmasından sonra Gazi, zaman zaman yurt gezilerine çıkmıştır. Bu gezilerinde, Millî Mücadele sırasında düşmana karşı omuz omuza birlikte mücadele ettiği milleti ile daha yakından temas kurma imkânına kavuşmuştur. Gezilerinde, uzun süren harplerden yeni çıkmış olan halka moral vermiş, yeni kurulan “Türk Milletinin/Milli Kültürümüzün” muasır medeniyetler seviyesine ulaşması için yapılması gerekenler hakkında, kulluk/kölelikten kurtularak hürriyetine kavuşan vatandaşları bilgilendirmiş, yapılan inkılâpların uygulanışını görmüş ve yapılacak inkılâplarla hakkında kamuoyu oluşturmuştur. İhtiyaç duyduğu kamuoyu desteğini sağladığına kanaat getirdikten sonra, yapmak istediği inkılâpları Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sunmuş ve uygulamaya/hayata geçirmiştir.

Bu geziler, Gazi’i görmek isteyen Türk halkı tarafından büyük bir sabırsızlıkla beklenmiştir. Nitekim geziler öncesinde zaman zaman Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği tarafından karşılama töreni yapılmaması istenmesine rağmen kadını-erkeği, genci-yaşlısı bütün Türk halkı, Gazi’ye olan sevgi ve saygısını göstermek için büyük bir heyecan ve coşkuyla geçeceği yollar üzerine toplanmıştır. Halkın ilgisinden ziyadesiyle memnun olan Gazi, gittiği her yerde özellikle vatandaşlarla yüz yüze görüşebileceği ve fikir alışverişinde bulunabileceği belediye, okul, Cumhuriyet Halk Fırkası, Türk Ocağı ve diğer kurum ve kuruluşları ziyaret etmiştir. Bu görüşmelerin katkısıyla halkın beklentileri hükümet programlarında ve uygulamalarında anlamını ve yerini bulmuştur. Bu sebeple Gazi’nin yurt gezileri, genellikle önemli siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel değişim ve gelişmelerin yaşandığı/yaşanacağı günlerin öncesi veya sonrasında gerçekleşmiş olması bakımından anlamlıdır.

Gazi Mustafa Kemal, yurt gezileri kapsamında Balıkesir’i biri cumhuriyetin ilanından önce, altısı ilan edildikten sonra olmak üzere yedi defa ziyaret etmiştir. Cumhuriyetin ilanından önce Balıkesir’e ilk defa 6-8 Şubat 1923’te gelmiştir. Cumhuriyet’in ilanından sonraki ilk ziyareti ise 8-10 Ekim 1925’te gerçekleşmiştir.  Bunu, 13-15 Haziran 1926, 7-8 Şubat 1931, 21-22 Ocak 1933, 15 Nisan 1934 ve 24-25 Haziran 1934’teki ziyaretleri takip etmiştir.

Aşağıda, Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın 6-8 Şubat 1923’teki Balıkesir seyahatinde kendisine eşlik eden Hâkimiyet-i Milliye Gazetesi Sahibi Recep Zühdü [SOYAK]’ın kaleminden “GAZİ MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN BALIKESİR SEYAHATİ”nin, Hâkimiyet-i Milliye Gazetesi’nin 11 Şubat 1923 tarihli nüshasında yayımlanan “BALIKESİR’DE FEVKALADE MÜHİM BİR NUTUK- BALIKESİR’DE HALKLA KONUŞMA (7 ŞUBAT 1923)” başlıklı bölümü, Osmanlı Türkçesinden çeviri yazı olarak sunulmuştur.

***

BALIKESİR’DE FEVKALADE MÜHİM BİR NUTUK

Mustafa Kemal Paşa Hazretleri hutbeler ve hilafet hakkındaki izahatından sonra mesail-i siyasiye ve içtimaiye ve iktisadiyemize [siyasi, sosyal ve ekonomik meselelere] geçmişlerdir

BALIKESİR’DE HALKLA KONUŞMA

(7 ŞUBAT 1923)

Balıkesir: 7 [Şubat 1923 Çarşamba] (AA ) – Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri, bugün öğle namazını büyük bir cemaat ile Paşa [Zağnos Paşa] Camii Şerifi’nde kılmışlardır. Namazdan ve ervah-ı şühedaya [şehitlerin ruhlarına] ithafen kıraat edilen [okunan] mevlidi nebeviden sonra Paşa Hazretleri minbere çıkarak şu hutbeyi [nutku/konuşmayı] irat buyurmuşlardır [yapmışlardır]:

“Millet! Allah birdir. Şanı büyüktür. Allah’ın selameti, atifeti [iyiliği] ve hayrı üzerinize olsun. Peygamberimiz Efendimiz Hazretleri, Cenabı Hak tarafından insanlara hakayıkı [hakikatleri] tebliğe memur ve resul olmuştur. Kanunu esasisi, cümlenizce [hepinizce] malumdur ki, Kur’an-ı azimüşşandaki nusustur [naslardır]. İnsanlara feyz ruhu vermiş olan dinimiz, son dindir. Ekmel dindir. Çünkü dinimiz akla, mantığa, hakikate tamamen tevafuk ve tetabuk ediyor [uyuyor ve denk düşüyor]. Eğer akla, mantığa ve hakikate tevafuk etmemiş [uymamış] olsaydı, bununla diğer kavanin-i tabiiye-i ilahiye beyninde [tabii ilahi kanunlar arasında] tezat [zıtlık] olması icap ederdi. Çünkü bilcümle kavanin-i künyeyi [bütün kâinatın kanunlarını] yapan, Cenabı Hak’tır.

Arkadaşlar, Cenabı Peygamber, mesaisinde iki eve, iki haneye malik [sahip] bulunuyordu. Biri kendi hanesi, diğeri Allah’ın evi idi. Millet işlerini, Allah’ın evinde yapardı. Hazreti Peygamber’in eser-i mübareklerine [mübarek eserlerine] iktifaen [uyarak] bu dakikada milletimize, milletimizin hal ve istikbaline [bugününe ve geleceğine] ait hususatı [hususları] görüşmek maksadıyla bu dar-ı kutside [kutsal evde], Allah’ın huzurunda bulunuyoruz. Beni buna mazhar eden, Balıkesir’in dindar ve kahraman insanlarıdır. Bundan dolayı çok memnunum. Bu vesile ile büyük bir sevaba nail olacağımı ümit ediyorum.

Efendiler, camiler birbirimizin yüzüne bakmaksızın yatıp kalkmak için yapılmamıştır. Camiler itaat ve ibadet ile beraber din ve dünya için neler yapılmak lazım geldiğini düşünmek, yani meşveret için yapılmıştır. Millet işlerinde her ferdin zihni başlı başına faaliyette bulunmak elzemdir. İşte biz de burada din ve dünya için, istikbal ve istiklalimiz [gelecek ve bağımsızlığımız] için, bilhassa hâkimiyetimiz için neler düşündüğümüzü meydana koyalım. Ben yalnız kendi düşüncemi söylemek istemiyorum. Hepinizin düşündüklerinizi anlamak istiyorum. Amal-ı milliye [milli emeller], irade-i milliye [milli irade] yalnız bir şahsın düşünmesinden değil, bilumum efrad-ı milletin [bütün millet fertlerinin] arzularının, emellerinin muhassalasından [bileşkesinden] ibarettir. Binaenaleyh [dolayısıyla] benden ne öğrenmek, ne sormak istiyorsanız, serbestçe sormanızı rica ederim.”

Müşarünileyh [adı geçen], badehu [ondan sonra] minberden aşağıya inmişler ve muhtelif zevat tarafından irat edilen [sorulan] yirmiyi mütecaviz suali [yirmiden fazla soruyu] tespit ettikten sonra cevaplarını vermişlerdir. Hutbeler hakkındaki ilk suale [soruya] cevaben demişlerdir ki:

“Hutbeler hakkında irat edilen sualden [sorulan sorudan] anlıyorum ki, bugünkü hutbelerin tarzı, milletimizin hissiyat-ı fikriyesi [fikri hissiyatı] ve lisanıyla ve ihtiyacat-ı medeniye [medeni ihtiyaçlar] ile mütenasip [uyumlu] görülmemektedir. Efendiler, hutbe demek nasa [insanlara] hitap etmek, yani söz söylemek demektir. Hutbenin manası budur. Hutbe denildiği zaman, bundan birtakım mefhum [kavram] ve manalar istihraç edilmemelidir [çıkarılmamalıdır]. Hutbeyi irat eden [söyleyen], hatiptir. Yani söz söyleyen demektir. Biliyoruz ki, Hazreti Peygamber zamanı saadetlerinde hutbeyi kendisi irat ederlerdi [söylerlerdi]. Gerek Peygamber Efendimiz ve gerek hulefay-ı raşidinin [dört halifenin] hutbelerini okuyacak olursanız görürsünüz ki, gerek Peygamber’in, gerek hulefay-ı raşidinin [dört halifenin] söylediği şeyler, o günün meseleleridir; o günün askeri, idari, mali ve siyasi, içtimai hususatıdır [toplumsal hususlarıdır]. Ümmet-i İslamiye [İslam ümmeti] tekessür [çoğalmaya] ve memalik-i İslamiye [İslam memleketleri] tevsie [genişlemeye] başlayınca, Cenabı Peygamber’in ve hulefay-ı raşidinin [dört halifenin] hutbeyi her yerde bizzat kendilerinin irat etmelerine [söylemelerine] imkân kalmadığından, halka söylemek istedikleri şeyleri iblağa [bildirmeye] birtakım zevatı memur etmişlerdir. Bunlar her halde en büyük rüesa [reisler] idi. Onlar camii şerifte ve meydanlarda ortaya çıkar, halkı tenvir [aydınlatmak] ve irşat [uyarmak] için ne söylemek lazımsa söylerlerdi. Bu tarzın devam edebilmesi için bir şart lazımdı. O da milletin reisi olan zatın halka doğruyu söylemesi, halkı dinlemesi ve halkı aldatmaması! Halkı ahval-ı umumiyeden [genel durumdan] haberdar etmek, son derecede haiz-i ehemmiyettir [ehemmiyetlidir].

Çünkü her şey açık söylendiği zaman halkın dimağı hal-i faaliyette [faaliyet halinde] bulunacak, iyi şeyleri yapacak ve milletin zararına olan şeyleri reddederek şunun veya bunun arkasından gitmeyecektir. Ancak millete ait olan işleri milletten gizli ettiler. Hutbelerin halkın anlayamayacağı bir lisanda olması ve onların da bugünkü icabat[icapları]nıza ve ihtiyaçlarınıza temas etmemesi, halife ve padişah namını taşıyan müstebitlerin arkasından köle gibi gitmeye mecbur etmek içindi. Hutbeden maksat, ahalinin tenvir ve irşadıdır [aydınlatılması ve uyarılmasıdır], başka şey değildir. Yüz, iki yüz, hatta bin sene evvelki hutbeleri okumak, insanları cehalet ve gaflet içinde bırakmak demektir. Hatibanın [hatiplerin] her halde nasın [insanların] kullandığı lisanla görüşmesi elzemdir. Geçen sene Millet Meclisi’nde irat ettiğim bir nutukta demiştim ki: “Minberler halkın dimağları, vicdanları için bir menba-ı feyz [feyiz kaynağı], bir menba-ı nur [nur kaynağı] olmuştur.” Böyle olabilmek için minberlerden aksedecek sözlerin bilinmesi ve anlaşılması ve hakayık-ı fenniye ve ilmiyeye [fenni ve ilmi hakikatlere] mutabık [uygun] olması lazımdır. Hatibay-ı kiramın [değerli hatiplerin] ahval-i siyasiye [siyasi ahvali], ahval-i içtimaiye ve medeniyeyi [toplumsal ve medeni ahvali] her gün takip etmeleri zaruridir. Bunlar bilinmediği takdirde halka yanlış telkinat [telkinler] verilmiş olur. Binaenaleyh [dolayısıyla] hutbeler tamamen Türkçe ve icabat-ı zamana mutabık [zamanın icaplarına uygun] olmalıdır ve olacaktır.”

Badehu [ondan sonra] hilafet hakkındaki suale [soruya] nakl-i kelam ederek [sözü getirerek] yalnız Türkiya değil, bütün âlem-i İslam’a [İslam âlemine] ait olan bu makama vazife ve salahiyet vermek, Türkiya devletinin salahiyeti haricinde ve fevkinde [üzerinde] olduğunu beyandan sonra demişlerdir ki:

“Dünya yüzünde Osmanlı devletinin inkırazından [bitişinden] sonra bir Türkiya devleti teşekkül etmiştir. Bu devlet İran ve Afganistan gibi müstakil [bağımsız] ve Müslümandır. Yeni Türkiya devletini milletin vekillerinden mürekkep olan [meydana gelen] Türkiya Büyük Millet Meclisi idare eder. Bu şerait[şartlar] dâhilinde halifeye, yalnız Türkiya devleti nam ve hesabına kanun-ı mahsusla [özel kanunla] verilmiş olduğundan başka bir hak ve salahiyet verilmek icap ederse, milletin hâkimiyeti takit edilmiş [kısıtlanmış] ve bilnetice [neticede] bu hâkimiyet inkısama uğratılmış [parçalanmış] olur ki, bu, eski halin avdetinden [dönmesinden] başka bir şey olamaz.”

Müteakiben Lozan Konferansı hakkında irat edilen suale [sorulan soruya] geçerek şu sözleri söylemişlerdir:

“Mamafih [ne yazık ki], adli, mali kapitülasyonlar mesailinde [meselelerinde] muhataplarımız eski zihniyetlerini tebdil etmemişlerdir [değiştirmemişlerdir]. Bu mesailde [meselelerde] İtalyanlar ve bilhassa Fransızlar müşkülat ihdas etmişlerdir [çıkarmışlardır]. Bu iki sebepten dolayı Lozan Konferansı’nın mesai-i ciddiyesi [ciddi mesaisi] tevkif etmiştir [durmuştur]. İtilaf devletleri heyet-i murahhasları [delege heyetleri], hükümetleriyle temasta bulunmak üzere Lozan’dan müfarekat etmişlerdir [ayrılmışlardır]. Bizim heyet-i murahhasımızın [delege heyetimizin] da hükümet ve Büyük Millet Meclisi ile müşavere etmek üzere gelmesi memuldür [muhtemeldir]. Biliyorsunuz ki, Lozan’da İtilaf heyet-i murahhası [delege heyeti] aylardan beri devam eden mesaiden sonra bize bir sulh [barış] projesi vermişlerdir. Bu proje kapitülasyonlar hakkında ihtiva ettiği mevaddan [maddelerden] dolayı milletimizce katiyen kabil-i kabul değildir [kabul edilemez]. Kapitülasyonlar bir devleti behemehâl [mutlaka] münkariz eder [bitirir]. Devlet-i Osmaniye [Osmanlı devleti] ile Hindistan Türk ve İslam imparatorlukları bunun en büyük delilidir. Efendiler, biz hukuk-ı meşru ve hayatımızı [meşru ve hayati haklarımızı] dünyay-ı medeniyet ve insaniyete [medeniyet ve insaniyet dünyasına] tasdik ve teslim ettirmek için çalışıyoruz. Bunu tasdik ve teslim ettirmek için icap eden her türlü tedbirlere tevessülde [girişmekte] tereddüt göstermeyeceğiz. Milletin irade-i hakikiyesinin [hakiki iradesinin] bu merkezde olduğuna kaniyim.” (Hay hay sesleri)

Badehu [Ondan sonra] Düyunu Umumiye’nin Türkiya’dan ayrılacak mahallere taksim olunduktan sonra tanınacağından ve rejinin şu veya bu şekilde olmasının her zaman kabil-i tezekkür olduğundan [konuşulabileceğinden], ticarete, ziraate ve sanayiye fevkalade ehemmiyet verilmek icap ettiğinden, kadınların hayat-ı içtimaiyemizde [toplumsal hayatımızda] erkekler derecesinde sahib-i hak [hak sahibi] olması lazım geldiğinden bahsetmişler ve Halk Fırkası hakkındaki soruya aşağıdaki cevabı vermişlerdir:

“Bu milletin siyasi fırkalardan çok canı yanmıştır. Şunu arz edeyim ki, memalik-i sairede [diğer memleketlerde], fırkalar behemehâl [mutlaka] iktisadi maksatlar üzerine teessüs etmiş ve etmektedir. Çünkü o memleketlerde muhtelif sınıflar vardır. Bir sınıfın menfaatını muhafaza için teşekkül eden siyasi bir fırkaya mukabil [karşılık] diğer bir sınıfın menfaatını muhafaza maksadıyla başka bir fırka teşekkül eder. Bu pek tabiidir. Güya bizim memleketimizde de ayrı ayrı sınıflar varmış gibi teessüs eden siyasi fırkalar yüzünden şahit olduğumuz neticeler malumdur. Hâlbuki Halk Fırkası dediğimiz zaman bunun içinde bir kısım değil, bütün millet dâhildir. Bir defa halkımızı gözden geçirelim: Biliyorsunuz ki, memleketimiz çiftçi memleketidir. O halde milletimizin ekseriyet-i azimesi [büyük çoğunluğu] çiftçi ve çobandır. Bu böyle olunca buna karşı büyük arazi ve çiftlik sahipleri varid-i hatır olur [hatıra gelir]. Bizde büyük araziye kaç kişi maliktir [sahiptir]? Bu arazinin miktarı nedir? Tedkit edilirse [incelenirse] görülür ki, memleketimizin vüsatına [genişliğine] nazaran hiç kimse büyük araziye malik [sahip] değildir. Binaenaleyh [dolayısıyla] bu arazi sahipleri de himaye edilecek insanlardır. Sonra sanat sahipleriyle kasabalarda ticaret eden küçük tüccaran [tüccarlar] gelir. Bittabi bunların menfaatlarını, hal ve atilerini [bugünlerini ve geleceklerini] temin ve muhafaza etmek mecburiyetindeyiz. Çiftçilerin karşısında olduğunu farz ettiğimiz büyük arazi sahipleri gibi bu ticaret erbabının karşısında da büyük sermaye sahibi tüccarların bulunduğu varid-i hatır olabilir [hatıra gelebilir]. Hâlbuki bizim memleketimizde büyük sermaye sahibi insanlar yoktur. Kaç milyonerimiz var! Hiç. Binaenaleyh [dolayısıyla] biraz parası olanlara da düşman olacak değiliz. Bilakis memleketimizde birçok milyonerlerin hatta milyarderlerin yetişmesine çalışacağız. Sonra amele gelir. Bugün memleketimizde fabrika, imalathane vesaire gibi müessesat çok mahduttur [müesseseler çok sınırlıdır]. Mevcut amelemizin miktarı yirmi bini geçmez. Hâlbuki memleketi teali eylemek [yükseltmek] için çok fabrikalara muhtacız. Bunun için de amele lazımdır. Binaenaleyh [dolayısıyla] tarlada çalışan çiftçilerden farkı olmayan ameleyi de himaye ve sıyanet [korumak] etmek icap eder. Bundan sonra münevveran [aydınlar] ve ulema denilen zevat gelir. Bu münevveran ve ulema kendi kendilerine toplanıp halka düşman olabilir mi? Bunlara terettüp eden [düşen] vazife, halkın içine girerek onları irşat [uyarmak] ve ilâ etmek [yükseltmek]  ve onlara terakki [ilerleme] ve temeddünde [medenileşmekte] pişva [öncü] olmaktır. İşte ben milletimizi böyle görüyorum. Binaenaleyh mesalik-i muhtelife erbabının [çeşitli meslekler sahiplerinin] menafi [menfaatları]  yekdiğerine memzuc [karışmış] olduğundan, onları sınıflara ayırmak imkânı yoktur ve heyet-i umumiyesi [tamamı] halktan ibarettir.

Halk Fırkası halkımıza terbiye-i siyasiye [siyasi terbiye] vermek için bir mektep olacaktır. Beni çok seven ve hayatımı düşünen bazı arkadaşlarım bana böyle bir fırka-ı siyasiye [siyasi fırka] teşkil etmemekliğimi tavsiye etmişlerdir. Filhakika [hakikaten] vazife-i milliyenin hitamında [milli vazifenin sonunda] köşeye çekilerek istirahat etmekliğim benim için bir menfaattır. Bunu yapabilmek için şimdiye kadar istihsal [elde] olunan neticelerin tespit olunduğu gibi devam edeceğine itimat etmek icap eder. Fakat bu hususta henüz bi-endişe [endişesiz olamam. Hiçbirinizin de bi-endişe olmamanızı tavsiye ederim. Şimdiye kadar istihsal ettiğimiz muvaffakiyetler üç dört seneye sığmayacak kadar çoktur. Her tarafta olduğu gibi bizde de yeni hareketler ve cereyanlar karşısında onu hazmedemeyen kuvvetler zuhur edebilir [ortaya çıkabilir].

Mateessüf [ne yazık ki], bu daima vardır. Nitekim bu hususta ahkâm-ı şer’iyeye muvafık [şer’i hükümlere uygun]  olmayan ve maalesef Meclis’te aza [üye] bulunan bir zat tarafından risale de yazılmıştır. Bu teşebbüs eski Osmanlı devletini iadeden başka bir şey değildir. Bunu yapan o zat, hükümet ve millet nazarında mürtecidir.

Efendiler, şunu katiyetle bilmek icap eder ki, kazanılan şey, hayat ve namustur. Buna tecavüz, hayat ve namusumuza tecavüzdür. Her ferdin bu gibi hareketlere dikkat etmesi ve onlara karşı son derece müteyakkız [uyanık] bulunması lazımdır. İşte bu nokta-ı nazardan [bakımdan] milletin içinde bir fert olarak ve tekrar milletin intihabına [seçmesine] nail olur isem, Türkiya Büyük Millet Meclisi’nde aza sıfatıyla çalışmayı vazife telakki [kabul] ediyorum.

Efendiler, ne ben ve ne siz, şahıslarımız üzerinde vaziyetler ihdasına [meydana getirmeye] kalkışmayalım. Biz hepimiz o suretle çalışalım ki, kuracağımız şey milli bir müessese olsun. Bu da millete terbiye-i siyasi [siyasi terbiye] vermekle olur.

Asırların bize verdiği dersten milletimizin lüzumu kadar mütenebbih [uyanmış] olduğunu görüyorum. Milletimizin evsaf-ı mahsusası [özel vasıfları] her işimizde muvaffakiyetimizin teminatıdır. Muvaffakiyetimiz bittabi vahdetle [birlikle] olacaktır. Eğer millet müşterek gayeye müştereken sarf-ı faaliyet [faaliyet sarf] ederek yürürse, behemehâl [mutlaka] muvaffak olacaktır. İşte bunları düşünerek mesai-i müstakbelede de [gelecekteki mesaide] de muvaffak olacağına kani bulunuyorum.”

Paşa Hazretleri hasbihâllerine şu suretle son vermişlerdir:

“Arkadaşlar, buraya gelinceye kadar birçok yerlere uğradım. O yerlerin halkıyla yani kardeşleriniz, dindaşlarınız ve hemdertlerinizle aynı suretle musahabelerde [sohbetlerde] bulundum ve onların da sizin gibi memleketin hal ve atisiyle [bugünü ve geleceğiyle] fevkalade alakadar olduklarını gördüm. Sonra yine bu seyahatim esnasında ordumuzu gördüm; askerlerimiz, subaylarımız ve kumandanlarımızla temasa geldim.

Tetebbu tedkikat ve teftişatım [İnceleme ve teftişlerimin] neticesi bizi mağrur edecek bir haldedir. Çünkü vaziyetimiz çok kuvvetlidir. Memleketimiz halkında ve ordusunda gördüğüm kudret ve kabiliyet, bilhassa azim ve celadet [kahramanlık], hakkımızı behemehâl [mutlaka] istihsale [elde etmeye] kâfi ve kefildir.”

KAYNAKÇA

Hâkimiyet-i Milliye, 11 Şubat 1923, No: 736, s. 2, sütun: 1-4

https://dspace.ankara.edu.tr/xmlui/bitstream/handle/20.500.12575/67476/0131.pdf?sequence=131&isAllowed=y

Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri II, Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Yayınları, Ankara, 1959, s. 94-99

Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt: 15 (1923), Kaynak Yayınları, İstanbul, 2005, s. 117-121

Continue Reading

Özel Günler ve Anlamları

Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni Açış Konuşması

Published

on

(1 Kasım 1938)

GİRİŞ

Türk’ü reayalıktan vatandaşlığa, saltanattan cumhuriyete kavuşturan, Türk kadınını yok sayılmaktan kurtarıp varlık sahnesine çıkaran, Göktürklerden bu yana kaybolan Türk kimliğini inşa eden Türk İstiklal Harbinin Başkumandanı, Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu, Türk İnkılabının planlayıcı ve uygulayıcı önderi ilk Cumhurbaşkanımız Mareşal Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ü, fani âlemden baki âleme göç edişinin 85. yıldönümünde minnet ve rahmetle anarım.

Cumhuriyetin 15. yıldönümü törenlerine ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılışa hastalığı sebebiyle katılamayan ilk Cumhurbaşkanımız Mareşal Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün; 1 Kasım 1938 günü Türkiye Büyük Millet Meclisi Açış Konuşmasını Başbakan Celal Bayar yapmıştır.

***

Başvekil Celal Bayar (İzmir) – (Başvekil alkışlar arasında kürsüye geldiler.) Teşkilatı Esasiye Kanunu’nun 36. maddesi hükmüne göre Cumhurreisimiz Atatürk’ten aldığım emir üzerine bu seneye ait nutuklarını okuyorum. (Alkışlar.)

Sayın Milletvekilleri,

Hepinizi sevgi ve saygı ile selamlarım. . .

Geçen sene aziz Kamutayı [Türkiye Büyük Millet Meclisi] arkadaşlarıma millet ve memleket için ne gibi feyizli işler başarmak istediğimizi izah etmiştim. Bugün de bunlardan hangilerinin bu yıl içinde yapıldığını bildirmek isterim.

Sayın Arkadaşlarım,

Her şeyden evvel size kıvançla arz edeyim ki millet ve memleket geçen seneyi de tam bir huzur ve sükûn içinde yükselme ve kalkınma faaliyetiyle geçirmiştir.

Uzun yıllardan beri devam eden ve zaman zaman had bir şekil alan Tunçeli’ndeki toplu eşkıyalık hadiseleri, belirli bir program dâhilindeki çalışmaların neticesi olarak kısa bir zamanda bertaraf edilmiş, o mıntıkada bu gibi vakalar bir daha tekerrür etmemek üzere tarihe devrolunmuştur. (Bravo sesleri.)

Cumhuriyet’in feyzinden yurdun diğer evlatları gibi oradakiler de tamamıyla istifade edeceklerdir.

Hususi idare ve belediyelerin bu yılki faaliyetleri geçen senelerden fazla ve daha verimli olmuştur.

İmar işlerinde belediyeleri türeli [muntazam, düzenli]  surette aydınlatmak, kılavuzlamak ve faaliyetlerini takip etmek ve denetlemek üzere merkezde bir teknik büro teşkili, yol ve yapı kanununda işlerin ve istimlak muamelelerinin süratle yürümesini temin edecek tadilat yapılması, Belediyeler Bankası’nın imar işlerinde yardımını genişletmesi, çiftçi mallarının emniyetini korumak ve zirai suçlan süratle meydana çıkarıp suçluların cezalandırılması için Yüksek Kamutay’a sunulmak üzere, birer kanun tasarısı hazırlanmıştır.

Büyük Meclis’in tasvibine arz edilmiş olan yeni nüfus kanununun kabul ve tatbiki nüfus işlerinin daha modem ve muntazam bir şekilde yürütülmesini temine hizmet edecektir.

Muhterem Arkadaşlar,

Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekâleti kendisine verilen sağlık ve toplumsal yardım

vazifelerine, iskan ve göçmen işlerine Yüksek Meclis’in kabul buyurduğu tahsisat dahilinde başarı ile devam etmiştir.

Bu senenin ilkbaharında Orta Anadolu’da, bilhassa Kırşehir ve Yozgat havalisinde

bir kısım köylerimizi harap eden ve aziz vatandaşlarımızdan bazılarının ölümüne sebebiyet vermekle bizi çok üzen bir yer sarsıntısı olmuştu. Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekâleti ve aynı zamanda bu işle vazifelendirilen Kızılay Cemiyeti felakete uğrayan vatandaşlarımızı korumak için derhal gereken tedbirleri almışlardır. Bu sahada yapılmasına karar verilen 2114 evden bir kısmı bitmiştir. Bir kısmının da inşaatı ilerlemektedir. Bu hizmet ve mesaiyi memnuniyetle kaydederim.

Yüce Saylavlar [Milletvekilleri],

Memlekette mevcut huzur ve asayişe paralel olarak adalet cihazı da intizamla işlemektedir.

Meşhut Cürümler Kanunu’nun tatbikatından elde edilen iyi neticelerden örnek alınarak bu kanun kapsamına ağır cezalı cürümler de alınmıştır.

İnkılabımızın istikrarını teyit için yeni kanuni tedbirler alınmıştır. Bu maksatla Türk Ceza Kanunu’ndaki devletin şahsiyetiyle ve devlet kuvvetleri aleyhine alakalı cürümler daha kuvvetli müeyyidelere bağlanmıştır.

Cezaevlerinin terbiye, ıslah ve iş esaslarına göre düzeltilmesi yolundaki hayırlı faaliyetin genişletilmesi, cemiyete, doğru yoldan saparak hürriyetini kaybetmiş olan binlerce vatandaşı faydalı birer uzuv olarak kazandırmaktadır.

Sayın Milletvekilleri,

Devletin ekonomik sahadaki yapıcı ve yaptırıcı kudret ve prensibinin kapsamına ziraat işlerimizin de alınması yolunda bir numune olmak üzere hükmi şahsiyeti haiz “Ziraat İşletmeleri Kurumu” teşkil edilmiştir.

Geçen seneki nutkumuzda:

“Milli ekonominin temeli ziraattır. Bunun içindir ki, ziraatta kalkınmamıza büyük önem vermekteyiz. Köylere kadar yapılacak programlı ve pratik çalışmalar bu maksada ermeyi kolaylaştıracaktır. Fakat bu hayati işi isabetle amacına ulaştırmak için, ilkönce ciddi etütlere dayalı bir ziraat siyaseti tespit etmek ve onun için de her köylünün ve bütün vatandaşların kolayca kavrayabileceği ve severek tatbik edebileceği bir ziraat rejimi kurmak lazımdır” tavsiyesinde bulunmuştuk.

Buna ait etütler tamamlanmıştır.

Cumhuriyet’in on beşinci yılı, planlı, sistemli ziraat ve köy kalkınmasının başlangıcı olmalıdır.

Sayın Arkadaşlar,

Ekonomi işlerimiz normal gelişme yolunu takip etmektedir.

Bu yıl da üretimin, mübadelenin ve kredinin düzenlenmesiyle sanayileşme ve teşkilatlanma sahalarında olumlu neticeler alınmıştır.

Maden tetkik ve arama işleriyle maden işletmeleri mevcut programına göre gelişmektedir.

Dış ticaret politikamız vaziyete, milli ve milletlerarası konjonktüre uyarak, karşılıklı menfaat ve müsaadeler esasına bağlı kalmakta devam etmiştir.

İhracatın denetimi ve ihraç mallarımızın standartlanması yolundaki çalışmalar yürümekte ve hayırlı neticeler elde edilmektedir. Bu sene yeniden birtakım ihraç mallarımız daha denetlenen mallar arasına girmiştir.

Böylece ihracatımızın ve ihracatımızın itibarını yükselttiğini gördüğümüz bu usulün sahası genişletilmektedir.

Halkımızın bedii [güzel sanatlara ilişkin] kabiliyetlerini yansıtan ve her günkü ihtiyaçlarımızın büyük bir kısmını karşılayan el ve ev küçük sanatlarının Cumhuriyet rejiminde layık olduğu mertebeye yükseltilmesi icap eder. Bunun için teşvikler yapılmasını ve bu konudaki tasarının bir an evvel müzakeresini tavsiyeye değer bulurum.

Geçen toplantı devresinde Yüksek Meclis’in kabul buyurduğu “sermayesinin tamamı devlet tarafından verilmek suretiyle kurulan iktisadi teşekküllerin teşkilatıyla idare ve denetimleri” hakkındaki kanunun tatbiki için teşkilata başlanmıştır.

Memleketin muhtelif yerlerinde kredi ve satış kooperatiflerinin ve birliklerinin kurulmasına devam edilmiştir. Bu cümleden olarak Karadeniz mıntıkasında fındık mahsulümüz için beş kooperatif ve bunlar için merkezi Giresun’da olmak üzere bir birlik teşkil olunmuştur.

Küçük esnafa ve küçük sanayi erbabına muhtaç oldukları kredileri temin etmek üzere Halk Bankası ve halk sandıkları kurulmuştur.

Kredinin normal şartlar altında ucuzlatılmasının ekonomik alandaki mühim tesiri malumdur. Büyük Millet Meclisi’nin kabul buyurduğu kanun ile faiz hadlerinin indirilmesini memnuniyetle karşılarım.

Büyük Millet Meclisi Denizbank’ı kurmakla çok isabetli bir harekette bulunmuştur. Birinci beş senelik sanayi planımız muvaffakiyetle bitmek üzeredir. Buna ilaveten üç senelik bir maden işletme programı tanzim edilmiş ve tatbikine başlanmıştır. Bu üç senelik maden programının büyük bir kısmını içine almak ve şeker sanayiini de genişletmek suretiyle makine, kimya, gıda maddeleri, toprak ve su mahsulleri, ev yakacağı sanayiiyle l iman inşasını ve nakliye vasıtalarının çoğaltılmasını ve deniz işleri için duyduğumuz ihtiyaçları ihtiva ve ifade eden dört senelik üç numaralı yeni bir program yapılmış ve ilan edilmiştir.  Bu plan için sarf olunacak para 85 ila 90 milyon lira arasında tahmin edilmektedir. Buna ait kredinin temin edildiği malumdur.

Memleket için faydalı olan her teşebbüsü yüksek bir vatanseverlik duygusuyla destekleyen ve himaye eden değerli Kamutay’ın bu planı da desteğine mazhar kılacağından şüphe etmiyorum.

Muhterem Milletvekilleri,

Memleketin imarı ve kalkınması yolunda çok mühim vazifeler alan Cumhuriyet nafıasının bu yıl içindeki çalışmalarının azami randıman vermiş olduğunu görmekteyim.

Geçide açılan büyük köprülerin bu yıl 115’e ulaştığını kayıt ve adetlerinin ihtiyaçla orantılı olarak süratle çoğaltılmasını temenni ederim.

İstanbul’dan başlayan Avrupa turistik asfalt yolunun birinci kısmı tamamlanmıştır. Ve son kısımlarının inşaatına devam edilmektedir.

Memleketin umumi su siyasetinin büyük ehemmiyeti üzerinde durmaktayız. Geçen devrede kabul buyurduğunuz bir kanunla Adana ovasının sulama işlerine hız verilmiş olmasını memnuniyetle kaydederim. Diğer su işlerimiz de program dâhilinde yürümektedir.

Geçen sene yapılmasına başlandığını bildirdiğim radyo merkezi stüdyosu tamamlanmıştır.

Şirketlerden elimize geçen demiryollarının ıslahına ve çekici ve çekilen araçların her türlü ihtiyaca cevap verecek surette tamamlanmasına çalışılmaktadır.

Memlekette nakliye hacmi artmaktadır. Muhtelif malların sevkini kolaylıkla temin etmek için yeni nakliye vasıtaları sipariş edilmiş ve üç numaralı programda da bu hususa ayrıca yer verilmiştir.

Geçen yıl Divriği’ye ulaştığını gördüğümüz demiryolunun bu yıl Erzincan’a vardığını ve önümüzdeki yıl içinde de Erzurum şehrine ulaşacağını kıvançla müjdelerim.

Arkadaşlar,

Maliyemiz denk bütçe, sağlam ödeme, vergi sistemlerini mükellef lehine ıslah ve hafifletme ve milli paranın istikrarını muhafaza prensiplerini tam bir sadakat ve muvaffakiyetle takip ve tatbik etmektedir.

Halkın ve çiftçinin vergi yükünü hafifletmek yolunda öteden beri güdülen prensibin imkân nispetinde tatbikine bu yıl da devam edilmiştir.

Kazanç ve denge vergilerinde yünlü ve pamuklu kumaşların tüketim vergisinde ve hayvan vergilerinde indirmeler yapılmış, hayvan vergisinin at ve katıra ait kısmıyla tıbbi ve ispençiyari [eczacılık] maddelerin tüketim vergisi tamamen kaldırılmıştır.

Bir kısım vergilerde yapılan mühim indirmelere rağmen tahsilat tahmin olunan gelirden geçen sene de 29 milyon fazlalık göstermiştir.

Bu seneki tahsilatın da tahminlerden ziyade olacağı umulmaktadır.

Ekonomik sahadaki gelişmeyle orantılı olarak daima bütçe tahminlerini aşan devlet gelirinin devamlı artışı, bir taraftan vergi indirmelerini belirli bir program dairesinde tahakkuk ettirmeye, diğer taraftan muhtelif sahalarda verimli işlere ve milli müdafaa hizmetlerine daha çok pay ayırmaya imkân vermektedir.

Teşviki Sanayi Kanunu’ndan istifade eden müesseselere hariçten getirdikleri hammaddelerle makine, alet ve edevat için verilmiş olan gümrük muafiyeti kaldırılarak zikrolunan kanundan istifade eden ve etmeyen bütün sanayi erbabını kapsamak üzere bu nevi hammaddelerle makine, alet ve edevatın gümrük vergilerinin cüzi bir hadde indirilmesi ve makine alet ve edevatı için muamele vergisi muafiyetinin kabul edilmesi memleket sanayii üzerinde hayırlı neticeler verecek bir tedbir olmuştur.

Bir kısım vergilerimizin tarh ve cibayet usullerinin ıslahı ve tatbikatta sadelik ve

birlik temini maksadıyla hazırlanarak Yüksek Kamutay’a sunulan layihanın bir an evvel çıkarılmasını temenniye değer bulurum.

Sayın Arkadaşlarım,

İnhisarlar İdaresi [tekel] kurumlarının mali monopol [mali tekel], ticari teşekkül ve mali valorizasyon [değerini artırma, değerlendirme] kurumu karakterini kazanması için icap eden esaslı tedbirler alınmakta ve semereleri de elde edilmektedir.

Çok kıymetli ve nefis mahsullerimizden biri olan tütünün ziraat usullerini düzeltmek, ziraatçıları, mahsulünü işletmek ve değer fiyatıyla satmak bakımından aydınlatmak ve korumak, tütünlerimizi dünya piyasalarına daha çok tanıtarak ihracatını azami hadde çıkarmak yolundaki gayretler iyi neticeler vermektedir.

Diğer tekel maddelerinin üretim ve tüketiminde de gelişmeler görülmektedir.

Sevgili Arkadaşlarım,

Yüksek tahsil gençlerini istediğimiz ve muhtaç olduğumuz gibi milli şuurlu ve modem kültürlü olarak yetiştirmek için, İstanbul Üniversitesi’nin gelişmesi, Ankara Üniversitesi’nin tamamlanması ve Şark Üniversitesi’nin yapılan etütlerle tespit edilmiş olan esaslar dairesinde Van Gölü civarında kurulması mesaisine hızla ve önemle devam edilmektedir.

Geçen sene tecrübelerinin ümit verici mahiyette olduğunu kaydettiğim eğitmen okulları çok iyi neticeler vermiş ve eğitim kadrosuna bu yıl 1500 kişi daha ilave edilmiştir. Önümüzdeki yıllar içinde bu miktarın artırılacağı şüphesizdir.

Türk Tarih ve Dil Kurumlarının çalışmaları takdire layık kıymet ve mahiyet arz etmektedir. Tarih tezimizi reddedilmez delil ve vesikalarla ilim dünyasına tanıtan Tarih Kurumu, memleketin muhtelif yerlerinde yeniden kazılar yaptırmış ve milletlerarası toplantılara muvaffakiyetle iştirak ederek yaptığı tebliğlerle yabancı uzmanların alaka ve takdirlerini kazanmıştır.

Dil Kurumu, en güzel ve feyizli bir iş olarak, türlü ilimlere ait Türkçe terimleri tespit etmiş ve bu suretle dilimiz yabancı dillerin tesirinden kurtulma yolunda esaslı adımını atmıştır.

Bu yıl okullarımızda eğitimin Türkçe terimlerle yazılmış kitaplarla başlamış olmasını kültür hayatımız için mühim bir hadise olarak kaydetmek isterim.

Türk gençliğinin kültürde olduğu gibi spor sahasında da idealine ulaştırılması için

Yüksek Kamutay’ın kabul ettiği Beden Terbiyesi Kanunu’nun tatbikine geçildiğini görmekle memnunum.

Muhterem Arkadaşlarım,

Vatanın ve rejimin koruyucusu olmakla kalmayıp, en geniş ve hakiki manasıyla bir barış etkeni ve bir eğitim ve öğretim ocağı olan yenilmez ordumuzun, geçen sene de işaret ve izah ettiğim gibi, son sistem silah ve motorlu vasıtalarla cihazlandırılması yolundaki çalışmalara hız verilmiştir. (Bravo sesleri, şiddetli alkışlar.)

Geçen sene, Büyük Kamutay’ın kabul buyurduğu tahsisat üzerine bir genel silahlanma programı yapılmıştır. Tatbikatı ilerlemektedir.

Deniz kuvvetlerimizin takviyesi için lüzumlu olan harp gemilerimizin küçük bir kısmı sipariş edilmiştir. Büyük bir kısmı da sipariş edilmek üzeredir. (Alkışlar.)

Bu doğrultuda mevcut gemilerimizin daha mükemmel bir hale konulması için tertibat alınmaktadır.

Bu sene Gölcük harp tersanemizin inşasına başlanacaktır.

Hava programımız önemle tatbik olunmaktadır. Şanlı adını andıkça gönül ferahı

ve sonsuz gurur duyduğumuz kıymetli ordumuz, bu yaz doğu bölgesinde tabiatın en çetin ve haşin şartlan içinde yaptığı manevralarda her gün artan kudret ve kabiliyetini bir kere daha göstermiştir. (Şiddetli alkışlar.)

Çok değerli komutan ve subaylarımızla kahraman erlerimizi huzurunuzda iftihar ve takdirle selamlarım. (Bravo sesleri, sürekli alkışlar.)

Sayın Milletvekilleri,

Harici siyasetimizin son sene zarfındaki gelişmesi geçen sene ana vasıflarını çizmiş olduğum esaslar dairesinde cereyan etmiştir.

Son aylar zarfında barış çetin bir imtihan geçirdi. Şimdi ne kadar süreceğini ancak daha bir müddet sonra anlayabileceğimiz yeni bir sükûn devresi içindeyiz.

Barış, milletleri refah ve saadete eriştiren en iyi yoldur. Fakat bu kavram bir defa ele geçirilince, daimi bir ihtimam ve itina ve her milletin ayrı ayrı hazırlığını ister.

Memleketimizi her gün daha çok kuvvetlendirmek, her sahada her türlü ihtimallere karşı koyabilecek bir halde bulundurmak ve dünya hadiselerinin bütün safhalarını büyük bir teyakkuzla takip etmek, barışsever siyasetimizin dayandığı esasların başlıcasıdır. (Bravo sesleri, alkışlar.)

Milletlerin emniyeti ya iki taraflı veyahut çok taraflı genel müşterek anlaşmalarla, uzlaşmalarla temin edilebilir diye mutlak mahiyette ortaya atılan ve her biri diğerlerine zıt sayılan prensipler barışın muhafazası işinde bizim için kati ve isabetli değildir ve olamaz. (Bravo sesleri.) Bunların her birini coğrafi ve siyasi icap ve vaziyetlere göre kullanarak barış yolundaki ihtimamı realitelere uydurmak her millet için ayrı ayrı bir vazifedir.

Cumhuriyet hükümeti bu hakikati görmüş, tatbik etmiş, en yakın komşularıyla olduğu kadar en uzak devletlerle olan münasebetlerini, dostluklarını, ittifaklarını ona göre tanzim etmeyi bilmiş ve bu sayede harici siyasetimizi sağlam esaslara dayandırmıştır. (Alkışlar.)

Balkan siyaseti, Balkanlar’ın ayrı ve müşterek menfaatlarının en açık bir ifadesi, Balkan milletlerinin her birinin ayrı ayrı kuvvetleşmesi de barış yolundaki dinamik anlayış tarzının fiili bir misalidir.

Burada memnuniyetle kaydetmek istediğim bir hadise, Balkan milletlerini birbirine büsbütün yakınlaştırmakta kuvvetli etken olmuştur ve yarın için de ümitler vaat eden bir eserdir. Selanik’te Balkan Antlaşması devletleri namına Konsey Reisi ve Muhterem Yunan Başvekili General Metaksas ile Sayın Bulgar Başvekili Mösyö Köseivanof arasında imza edilmiş olan anlaşmadan bahsetmek istediğim anlaşılmıştır. Bu anlaşma da barış yolundaki devamlı gayretlerimizin ve Balkan devletlerinin takip edegeldikleri salim politikanın hayırlı bir tecellisidir. (Bravo sesleri.)

Yine ayrı realiteler, aynı dinamizm ve aynı yüksek gayeler, Sadabad akitlerinin maziden miras kalan hurafeleri nasıl bir hamlede yıkarak, münasebetlerini yeni ve doğurgan esaslara dayandırmayı bildiklerini göstermiştir.

Türkiye’nin diğer devletlerle olan münasebetleri geçen sene açık olarak gösterdiğim yolda dostane gelişmesini takip ederek ilerlemekte bulunuyor.

Hatay meselesinin son sene zarfında geçirmiş olduğu safhalar malumunuzdur. Bu milli davayı bir Türk-Fransız dostane anlaşmasıyla halletmek yolundaki mesai muvaffakiyete erdi. Türk ve Fransız askerlerinin geçici ve müşterek işgali bu anlaşmanın bariz tezahürü oldu. Bu sayede sükûn yerleşti ve seçimler tamamlandı. Nihayet Hatay, Millet Meclisi’ne ve bağımsızlığına kavuştu. (Bravo sesleri, şiddetli ve sürekli alkışlar.) Bağımsız Hatay devleti bugün inzibat kuvvetlerini tanzim eylemek ve memleketin dâhili emniyetini de kendi vasıtalarıyla temin etmekle meşguldür. Bunun da yakında başarılacağını ümit ediyoruz.

Geçen sene “Yarınki Türk-Fransız münasebetlerinin dilediğimiz yolda gelişmesine, Hatay işinin iyi bir yönde yürümesi esaslı bir ölçü ve etken olacaktır” demiştim. Hakikaten, Hatay işindeki Türk-Fransız anlaşması, iki devlet arasındaki münasebetleri çok dostane bir duruma getirmiştir. Hatay işinde elde edilen neticelerin istikrarının Türk-Fransız dostluğunun da gelişme ve billurlaşmasına bir esas teşkil edeceği kanaatindeyim.

Cumhuriyet hükûmeti, geçen seneden beri muhtelif devletlerle iktisadi münasebetlerini tanzim eden mukavele ve anlaşmalar imza etmiş bulunuyor.

Bu doğrultuda İngiltere hükûmetiyle yapılan ticaret anlaşması ve aynı zamanda 16 milyon İngiliz liralık bir ticaret ve silahlanma kredisi mukavelesini zikretmek isterim ki, esasen bununla alakalı kanun yüksek tasdikinize sunulmuştur.

Birkaç gün evvel memleketimizi ziyaret eden Almanya’nın mümtaz İktisat Nazırı

Bay Funk ile 150 milyon marklık bir kredinin esaslarında mutabakat hâsıl oldu. Teferruat yakında iki hükûmeti arasında tespit edilecektir.

Bu kredi anlaşmalarını memleketimizin mali itibarına karşı gösterilen ciddi emniyetin ve harici siyasetimizdeki dürüst hareketin bir tecellisi olarak kabul etmek lazım gelir. (Bravo sesleri.)

Hükûmetin yaptığı mukaveleler arasında hukuki sahada muhtelif anlaşmalar mevcut olduğu gibi, bağımsızlığına kavuşan dost Mısır devletiyle yapılan bir de dostluk, ikamet ve tabiiyet mukavelenamesi mevcut bulunmaktadır.

Büyük komşu ve dostumuz Sovyet İttihadı Cumhuriyeti’yle geçen yıl içinde yeni bir sınır mukavelesi imza edilerek iki memleketin sınır münasebetleri bu suretle iki taraf tecrübelerinin gösterdiği salim esaslara bağlanmıştır. Bu mukavelenin yakında yürürlüğe konulması beklenilmektedir.

Yine geçen yıl içinde İtalya hükûmeti Montrö’de imza edilen ve kendi iştirakine açık bırakılan Boğazlar Mukavelesi’ne katılmış ve bu komşu büyük memleketin bize karşı olan bu dostane hareketi memleketimizin de aynı dostane hissiyatıyla karşılanmıştır.

Büyük Kamutay, şimdiye kadar olduğu gibi bütün işlerinizde başarılar dilerim.

(Şiddetli ve sürekli alkışlar.)

KAYNAKÇA

 T. B. M. M. Zabıt Ceridesi, 01.11.1938, Cilt: 27, Devre: V, İçtima: 4, s. 3-7

https://www5.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/TBMM/d05/c027/tbmm05027001.pdf

Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt: 30 (1937-1938), Kaynak Yayınları, İstanbul, 2011, s. 312-320

Continue Reading

En Çok Okunanlar