Connect with us

Türk İstiklâl Mücadelesi

Batı Cephesi Kurmay Başkanı Orgeneral Asım Gündüz Anlatıyor: Büyük Taarruz Nasıl Hazırlandı?

Published

on

Büyük Taarruzun Hazırlıkları

Siyasi hazırlıklar

İnönü savaşlarından sonra, EskişehirKütahya‘da galip gelen Yunanlılar, bir hayli şımarmışlar, Ankara’ya gitmeyi kolay sanmışlardı. Yunanlıların büyük koruyucuları İngiliz Başvekili Lloyd George, Parlamentoda: “Yunanlıların bu muvaffakiyetinden sonra, onları Sevr hudutları içinde bırakmak doğru olmaz!” diyordu, fakat Sakarya’da yedikleri darbe çok ağır olmuş, Avrupa devletleri ve büyük koruyucuları karşısında, itibarları bir hayli sarsılmıştı.

20 Ekim’de Fransızlarla imzaladığımız İtilafname ile Adana ve havalisinde, düşmandan eser kalmamıştı. Rusya’dan sonra, Fransa da Misakı Milli hudutlarını tanıyordu. Doğudan olduğu gibi, şimdi de güneydeki kuvvetlerimizi batıya kaydırabilecektik.

Fransa ve Rusya ile yapılan siyasi anlaşmalar, diğer Avrupa devletlerini de uyarmış, Türkiye lehinde bir cereyan doğurmuştu. Bu meyanda bir mütareke için yapılan teklifleri, Trakya ve İstanbul ile Batı Anadolu’nun boşaltılmasındaki anlaşmazlık yüzünden, reddetmek mecburiyetinde kaldık.

Askeri hazırlıklar

Sakarya’da yenilen düşman, Ekim ayı içinde Sakarya nehrinin kuzey kolundan başlayarak (1550 rakımlı tepeAlpu köy-Seyitgazi-Afyonkarahisar) hattında yeni bir mevzi hazırlamıştı.

Başkumandan, Sakarya’da çözülen düşmanı, bir yerde tutundurmadan yurttan atmak, neticeyi almak kararında idi. Evvela süvari, sonra da 2 nci Kolordu ve 6-7 nci tümenlerle yaptığımız taarruzlar Yunanlıların ihtiyatlarını yerinde ve zamanında kullanması sonucu muvaffakiyete ulaşamadı. Birliklerimiz, Eskişehir- Kütahya, Sakarya savaşlarında bir hayli erimiş, cephane ve malzeme bakımından elinde olanları tüketmişti. Bunların yerine konması için bir zamana, birliklerin araç ve gereçlerini tamamlamaya ve çalışmaya ihtiyaç vardı. Kış da gelmişti. Bu müddet içinde Yunanlılardan bir taarruz beklenemezdi. Onlar da ikmallerini Yunanistan’dan yapacaklardı. Sakarya mağlubiyeti, içerdeki siyasi durumu bir hayli karıştırmış bulunuyordu. Bizim taarruzun devamı korkusundan olacak, mütemadiyen Trakya’da, Yunanistan’da taarruz hazırlığından bahseden haberlerle bizi meşgul etmek, Sakarya mağlubiyetini örtmek, İngilizlere karşı durumlarını düzeltmek ve biraz daha yardım ve para koparmak için uğraşıyorlardı.

Batı Cephesi karargâhını Elagöz‘den evvela Sivrihisar‘a, sonra da cepheye daha yakın olması için Akşehir‘e nakletmiştik. Sakarya’dan sonra 1 nci, 3 ncü, 4 ncü Kolorduları Sivrihisar bölgesine, 2 nci ve 5 nci Süvari Kolordularıyla 6 ncı ve 8 nci tümenleri Afyon bölgesinde toplamıştık.

Adana’da durumun düzelmesi ile ikmal (Adana-Konya-Akşehir) üzerinden yapmak üzere, ağırlık bölgesini güneye kaydırmak mecburiyetini hissettik. Böylece ilerde yapacağımız bir taarruzla Yunan ordusunun gerisine düşmek, İzmir-Afyon demiryolunu ele geçirerek, Yunan ordusunu ikmalden ve geri çekilmeden mahrum etmek istiyorduk.

Bu sırada, Malta‘da esaretten bırakılan Ali İhsan Sabis, Ankara’ya gelmişti. Akademiden benim ve Mustafa Kemal’in sınıf arkadaşı idi. Birinci Dünya Savaşında, Irak muharebelerinde büyük şöhret yapmıştı. Mustafa Kemal’in bütün yakınlarına karşı sevgi ve hatır kırmazlığı malumdu. Kendisini ziyaret ederek “Bu savaşta bir er gibi hizmete hazırım!” diyen ve vazife almakta ısrar eden Sabis‘e, Mustafa Kemal, evvela Güney Cephesi kumandanlığını vermeyi düşünmüş, fakat bunun evvelce denendiğini hatırlayarak, Batı Cephesini bölmekten vazgeçip, Ordu kumandanlığına tayin etmişti. 1 nci, 2 nci, 4 ncü Kolordularla 6 ve 8 nci tümenler Ali İhsan Sabis emrindeki 1 nci Orduya bağlanmıştı.

6 Ekim’de kurulan Birinci Ordudan sonra, Aralık ayında da, Yakup Şevki Paşanın

Malta’dan kurtularak Anadolu’ya katılması üzerine, 2 nci Ordu da teşkil edilerek 2 nci ve 3 ncü Kolordular, bu ordunun emrine verilmiş, Akarçay, her iki ordunun arasında ara hattı olarak kabul edilmişti. Kuzeydeki Halit Paşanın Kocaeli Grubu, doğrudan doğruya Başkumandanlığa bağlı bulunuyordu. Kışın birdenbire bastırması üzerine, taarruzu ilkbahara bırakmak mecburiyeti hâsıl oldu. Biz taarruz planını uzun çalışmalar neticesi hazırlamıştık. Buna (S), daha doğrusu eski harflerle (Sad planı) diyorduk. Kış için orduya bir çalışma planı yaptık.

Bu plana göre:

  1. Birliklerde, şimdiye kadar yapılan savaşlardan aldığımız tecrübelere göre, yeni bir eğitim planı düzenleyerek birliklerin savaş gücünü artırmak,
  2. Küçük ve orta kumanda kademesinin tabiye bilgilerini geliştirmek,
  3. İstanbul’dan, Ankara talimgahından subay, depo alaylarında yetiştirilecek erlerle noksan kadroları doldurmak, yeni ihtiyatlar meydana getirmek,
  4. Lojistik noksanların İstanbul’daki depolardan veya Fransız, Rus ve İtalyanlardan bir an evvel ikmaline çalışmak,
  5. Orduda ve bulunduğumuz bölgedeki halk üzerinde moral eğitimine ehemmiyet verecektik.

Birkaç ay sonra, kumanda kademesinde yeni bir değişikliğe ihtiyaç görüldü. Ali İhsan Paşanın, Garp Cephesi emirlerini yerine getirmemesi, sert hareketleriyle İnönüler, Eskişehir-Kütahya ve Sakarya savaşlarında fedakârlıkları görülmüş kumandanları kırması, kendisinin bu vazifeden uzaklaştırılmasını ve yerine Nurettin Paşanın 1 nci Ordu Kumandanlığına getirilmesini mecbur kılmıştı.

Teşkilat

Tümenleri yeniden düzenlemiş, doğudan ve güneyden getirdiğimiz birliklerle, yeni kuruluşlar yapmıştık. Birliklerdeki silahlar çok değişik modelde idi, bu yönden bundan evvelki savaşlarda çok güçlük çekmiştik. Bu kış devresinden faydalanarak, birliklerdeki muhtelif cinsleri aynı cins yapmak üzere, silah değişimi yaptırarak ikmal işini kolaylaştırdık.

Her tümen üç piyade alayı, bir hücum taburu, bir topçu alayı, bir süvari bölüğü, bir sıhhiye bölüğü, bir muhabere takımı, bir istihkâm bölüğü, bir ekmekçi takımı ve bando bölüğünden kurulu idi.

Topçu adayları: Biri dağ, biri sahra iki taburlu ve ayrıca bir obüs bataryası mevcuttu.

İkmal İşleri

Başlangıçtan beri ikmalimizi, İstanbul’daki ecnebi işgalinde bulunan depolarımızdan gizlice, fedakâr subay ve halkımızın yardımı ile sağlıyorduk. Doğu ve güneyden de şimdi yardımlar daha artmaya başlamış, Sakarya’daki noksanları böyle sağlamakla beraber, Rus, İtalyan ve Fransızlardan elbise ve silah satın alabilmiştik. Ateş kuvveti bakımından, Yunanlılardan çok geri idik. Bir taarruzda, baskın kadar, ateş kuvvetine de ihtiyaç vardır.

Ayrıca Ankara’da kurduğumuz imalathanede top, tüfek, makineli tüfek tamiri yapabilecek tesisleri de mümkün olduğu kadar geliştirmiştik.

Ufak bir hava kuvveti meydana getirmiş, keşif işlerinde çok faydalı bilgiler alma imkânını sağlamıştık. Bilhassa Yunan ordusu gerisinde kurduğumuz haber alma teşkilatı, gerek Yunanlılara propaganda bakımından vermek istediğimiz, gerekse bizim öğrenmek istediğimiz bilgiler yönünden çok iyi neticeler alıyorduk.

Ulaştırma araçları bakımından fakirdik, Sakarya savaşına kadar at, araba, kağnı, kervan ve mekkâre kolları ile ikmalimizi yapmıştık. Şimdi yapılacak bir taarruzda, süratli ikmal yapmak için, bu gelişmiş orduya bir motorlu ulaştırma gücü eklemek lazımdı. Fransızlardan 150 adet, bir buçuk tonluk, Berliye kamyonu alarak, bu ihtiyaç da giderilmişti. İkmal teşkilatını yeniden düzenleyerek Efesultan, Şuhut ve Sandıklı‘da yiyecek ve cephane ikmal depoları kurmuştuk.

Yığınak ve Plan

Taarruz planı için uzun zamandır çalışıyorduk. Birkaç defa Başkumandan cepheye gelmiş, Meclisin kendini sıkıştırdığını söylemiş, savaşı bilmeyen, kaidelerinden anlamayanlara, bunu anlatmanın güçlüğünden uzun uzun şikâyet etmişti. Kendisine hazırlıklarımızın tamamlanmak üzere olduğunu söylüyorduk. Bu hazırlıklar olmadan kumandanlardan taarruza razı olmayanlar da vardı. Nitekim 2 nci Ordu Kumandanı Yakup Şevki Paşa, Garp Cephesine Bolvadin‘den yazdığı 2 Temmuz, 1674 sayılı raporunda, fikrini şöyle beyan ediyordu:

“… İki taraf ordularının her türlü durumu mukayese ve karşılaştırılınca, herhangi bir şekilde olursa olsun, bir savaşta galibiyet veya mağlubiyet aynı derecede ihtimal içindedir. Bu halde, Akarçay güneyindeki büyük bir yenilginin bizim için ne kadar kötü bir sonuç olacağı ve artık netice ve sonun tamiri imkânsız bir vaziyet doğuracağı, inkâr edilemez bir hakikattir.” Biraz sonra da “şu mütalaalarıma bakıp da 2 nci Ordunun taarruz fikri olmadığına hükmetmemenizi rica ederim” diyen paşa daha aşağıda “… On aydan beri taarruz hazırlığımızı, noksanlarımızı, tertibatımızı ikmal edemedik ve edemeyeceğiz de, böyle olduğu halde nasıl olur da, tehlikeli vaziyetlerden taarruza kalkmaya veyahut da birbirinden çok uzak çifte taarruzlar yapmaya veyahut tekmil kuvvetlerimizle değil, ancak nısfı ile taarruz yapmaya karar vermeye cesaret edebiliyoruz.” diyordu.

Ordu içinde bu şekilde düşünenler, hep bir yenilginin doğuracağı sonuçtan, elimizde kalmış ufak bir vatan parçasını da büsbütün kaybetmeyip, daha kuvvetli bir hale geldikten sonra bu taarruzu yapmak fikrinde idi. Bu çok doğru idi ama zaman bize bu fırsatı verecek durumda değildi. Paramız yoktu. Dostlarımız ise kolay kolay bize yardım edeceklerden değildi. Daha fazla beklemek, Millet Meclisindekiler gibi, milletin de ve başındakilerin de bir muvaffakiyet sağlayacak kudrette olmadıkları fikrini doğurabilirdi. Bunun için Başkumandan ve cephe kumandanı, 2 nci Ordu kumandanının muhalefetine rağmen taarruz fikrinde ısrar ediyordu.

Taarruz Planında Neler Düşünmüştük

Düşünce hedefimiz: Yunanlıları sağ yanlarında kuşatarak, İzmir’e olan bağlarını koparmak ve anavatanda yok etmekti. Bunun için de, ağırlık bölgesini Akarçay‘ın batısında, Afyon dolaylarında toplamış, 1 nci Orduyu tamamen bu bölgeye almış, 2 nci ve 4 ncü Kolordularla pekleştirerek, asıl taarruz grubu vazifesini vermişti.

Yarma, Kaleciksivrisi-Tınaztepe bölgesinden 4-5 tümenle yapılacak, taarruzun kuzey istikametinde ilerlemesi sağlanacaktı.

Süvari Kolordusu, daha Batıdan, düşmanın sarplığına güvenerek boş bıraktığı Ahırdağları’nı aşacak, İzmir’le ikmal bağlantısını kesecek, geriden taarruz ederek ihtiyat kuvvetlerini cepheye yardımdan men edecek ve İzmir ve havalisinden yeni bir kuvvet gelmesini önleyecekti. 1 inci Ordunun emrinde, kuvvet olarak 1 inci, 2 nci, 4 üncü Kolordularla 5 inci Süvari Kolordusu, 6 ncı Tümenle 3 ncü Süvari Tümeni bulunuyordu. Mürettep süvari tümeni de BahşayişDöğer istikametinde taarruza katılacaktı.

İkinci Orduya gelince; vazifesi cephedeki Yunan kuvvetlerini kavrayıp oyalamak, Eskişehir-Afyon irtibatını keserek, Afyon’u kuzeyden kuşatmaktı. Cephede büyük bir gizliliğe ehemmiyet vermiş, düşmana yakın bölgeleri tamamen boşaltmış, buraya askeri kuvvetlerden başka kimsenin girmesine mani olacak bir yasak bölge kurmuştuk. Birliklere gece bile ateş yaktırmıyor, cepheye giden yolları onarıyor, köprüleri tamir ettiriyor, birliklerin yer değiştirmesini gece yaptırtıyorduk. Gündüz, birlikler oldukları yerde İstirahat ediyor, böylece düşmanın hazırlığımız hakkında bilgi sahibi olmamasına çalışıyorduk. Köylü kıyafetine koyduğumuz subaylarla, Yunan bölgesinde keşifler yaptırmıştık. Aynı zamanda, bizim bir taarruz gücüne sahip olmadığımız, Yunanlılardan bir taarruz beklediğimiz, bu maksatla savunma tertipleri aldığımız hissini uyandırıyorduk. Bu propagandamıza Yunanlılar o kadar inanmışlardı ki, bizim bu taarruz hazırladığımız sırada onlar Afyon’da zafer baloları tertiplemişler, Yunanistan’dan eşlerini ve misafirlerini getirmişlerdi.

Ahırdağları’ndan Süvari Kolordusu da birçok subaylarını köylü kıyafetinde göndererek, geçit yerlerini tespit ve böylece düşman gerisine düşmek imkânını elde etmişti. Dış âlemle de irtibatı kesmiş, İstanbul’a herhangi bir haberin sızmamasını sağlamak maksadıyla Akşehir’de muhaberatı idare için Kurmay Binbaşı Nuri Beyi postanenin başına bırakmıştık. Yığınakta birlikler şu bölgelere alınmıştı:

Asıl taarruz grubu olan Birinci Ordunun en sağında, 4 üncü Kolordu, solunda 1 inci Kolordu bulunacak, ordunun ihtiyatı olarak 2 nci Kolordu kalacaktı. Süvari

Kolordusu, daha batıda, Çukurca-Çayhisar üzerinden (Akçalar-Beşkimse) istikametinde demiryolunu kesecek, Ahırdağları’nı gece aşarak, düşman gerisine düşecekti. Bir alay kuvvetindeki Dinar müfrezesini tugay yapmış, Denizli bölgesine almıştık. 3 üncü Süvari Tümeni, Çal bölgesinde toplanarak, Eşme yönünde ilerleyecekti.

Depo alaylarımızda 30.000 kadar ikmal eri eğitim görmekte idi. Mühim bir kısmı da cepheye kumandanlarıyla beraber getirilmiş, savaşa katılabilecek halde idi.

Yığınaktaki kuvvetlerimizin genel olarak mevcudu: 4.864 subay, 92.600 er, 47.342 tüfek, 480 ağır 379 hafif makineli tüfek, 165 top, 14.724 topçu mermisi, 3.183.510 piyade mermisi idi. Taarruz müddetince de bu cephane ve mermilerin sayısına bir tane dahi ilave etmemize imkân yoktu. Bu maksatla, bütün kıtaata cephanesini çok idareli kullanılmasını bildirmiştik. Nitekim taarruz sırasında cephanesinin bittiğini bildiren Tümen Kumandanına, 5 inci Süvari Kolordu Kumandanı General Fahrettin Altay, “Kılıcınız var ya!” cevabını vermiştir.

Taarruza hazırlanan bir ordunun en evvel düşüneceği şey, hazırlığın düşman tarafından öğrenilmemesidir. Bizim bunda muvaffak olmamız, düşmanın yenilmesinde en büyük amillerden biri olmuştur.

Yunanlıların bir gafleti de, taarruzdan hemen bir ay kadar evvel, Anadolu‘dan Trakya‘ya bazı birliklerini kaydırarak, İstanbul‘u işgale kalkmaları idi. İstihbaratta biraz kulağı delik olsa idi, Anadolu’da kendisine hazırlanan oyundan haberdar olması lazım gelirdi. Bizim aldığımız haberlere göre İstanbul için, Çatalca bölgesinde, Kocaeli’ni ele geçirmek için de, Bursa’da hazırlığa geçmişti. Ayrıca Altıntaş-Döğer‘deki bir kısım ihtiyatlarını kuzeye almıştı. Biz de, Atina’da toplanan Kraliyet Konseyi kararı ile Yunan Ordusunun daha gerilere, Sevr hattına çekileceğini haber alıyorduk. Bütün bu ihtimaller karşısında, ordulara 6 Temmuz 1922‘de şu emri vermiştik:

1 – Yunanlıların, herhangi bir askeri faaliyet için, müzakerelerde bulunduklarına dair haberler vardır. Düşmanın bu yönden alacağı kararlar şöyle olabilir:

a) Bir genel taarruz yapabilir,

b) Zayıf kuvvetlerle tuttuğumuz bölgeye yönelerek, işgal bölgelerini genişletebilir,

c) Sevr’le hudutlanmış olan bölgeye çekilebilir.

2 – Bütün bu ihtimaller karşısında durumu şöyle görüyoruz: Düşman, genel saldırısı olmayarak, Kocaeli bölgesinde arazi elde etmek için yapacağı teşebbüse, şu suretle cevap verebiliriz. Düşman bu taarruz için 11 nci tümenden başka daha bir tümen tahsis ettiği takdirde, asıl taarruzumuzun, Çay-Afyon demiryolu hattı ile Sandıklı-Afyon yolu arasındaki bölgeden yönetilmesi ve kuzeyde bir kısım kuvvetlerimize, Eskişehir ve Afyon cephelerine yanaşarak ve kısmen düşmanın  Afyon grubunun kuzey yanını, Döğer genel istikametinde kuşatmak üzere, bir taarruz yapılması düşünülmektedir.

Düşman, mümkünse, bu tek taraflı taarruzu Dinar ve daha güneydeki araziye yönelttiği takdirde, bu hareketi yapan az bir kuvvetse, buna üstün gelebilecek bir kuvvetle karşı taarruz yapacağız. Eğer düşman Dinar bölgesine en az iki tümen gibi mühim bir kuvvet ayırırsa, Akarçay güneyini bağımsız tümenlere bırakarak, düşmanın Afyon grubu aleyhine, Döğer genel istikametinde asıl taarruzumuzu yapacağız. Bu halde 18 inci Tümen de güneye kaydırılarak Porsuk kuzeyinde düşman gerilerine tevcih olunacaktır.

Akarçay kuzeyinde yapılacak taarruzlar, 2 nci, 3 üncü, 4 üncü, 6 ncı Kolordulardan başka, 1 inci Kolordu ve Süvari Kolordusunun; 1 inci Ordu bölgesindeki yapılacak taarruza, üç bağımsız tümenden başka, 1, 4 ve 5 inci Kolorduların da katılması düşünülmüştür. Asıl taarruz hangi ordu bölgesinde yapılırsa, Akşehir menzil hattı ve araçları o ordu emrine verilecektir. Bu araçların katılması ve toplanan ikmal malzemesi ile düşünülen taarruzların başarı ile sonuçlanacağı hesap olunmaktadır.

3 – Genel bir düşman taarruzuna karşı, Belpınar ile Hayrangölü arasında evvel emirde, düşman taarruzunu kabul etmek hususundaki kararımızda bir değişiklik yoktur. Bu halde, düşman mühim kuvvetlerle Ankara istikametinde ilerlerken, ihtiyatlarımız da sağ kanadımıza yanaşacaklardı. Düşman bu ihtiyatlarımıza yönelmeden, ileri yürüyüşüne devam ederken, Belpınar civarında düşmanın yan ve gerilerine taarruza geçeceğiz. Düşmanın asıl kuvvetlerle Aziziye istikametine yönelmesi daha muhtemeldir.

4 – Düşmanın Sevr hududuna çekilme kararını vermesi, çok uzak bir ihtimaldir. Bu halde, düşman bölünerek bir kısmı ile Bursa ve çoğu ile İzmir istikametinde çekilirse, kuzeye çekilen düşmanı bırakarak, bütün kuvvetimizle güneydeki düşman asıl kuvvetlerine taarruz niyetindeyiz. Eğer düşman bütün kuvvetiyle İzmir istikametine çekilirse, genel taarruza karar vermediğimiz halde, bir taraftan fasılasız taciz ve tazyik etmek ve bu suretle Bursa cephesini söktürecek bir kuvvet ayırarak Bursa, Balıkesir üzerinden bir tesir düşünülebilir. Bu ihtimalin tahakkuku halinde bizim için en mühim mesele, memleketimizi tahribe vakit bırakmadan çekilmeyi çabuklaştırmaktır.

Bütün ihtimalleri düşünmüş ve hesaplarımızı buna göre yapmıştık. Her şeye rağmen, kararın Başkumandanda olduğu, Başkumandanın da düşmanı biran evvel yurttan atmayı hedef tutan kararı, hepimizce malumdu. Bütün hazırlıklarımıza rağmen, düşmanın memleketi tahribine mani olamamıştık. Temmuz ortalarında Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa, üç kurmay subayla beraber son hazırlıkları görmek maksadı ile cepheye geldiler. Porsuk‘tan Sarayköy‘e kadar bütün cepheyi dolaşarak kolordu, tümen ve alay kumandanları ile görüştüler. Subay ve eratla konuştular. Birçok yerde halkla da temasa gelerek, maneviyatın artmasında mühim rol oynadılar. En ileri hatlara kadar giden Genelkurmay Başkanı dönüşte hazırlık derecesini Başkumandana anlatmışlardı. 6 Ağustos‘ta da, düşmanın Trakya’da yaptığı geniş hazırlığı, Anadolu‘ya geçirmeden taarruza geçeceğimizi çok gizli olarak ordulara bildirmiştik.

Ağustos başında, Başkumandanlık ve Genelkurmay Başkanlığı karargâhları Ankara’dan Akşehir’e geldi. 24 Ağustos’ta Garp Cephesi ve Başkumandanlık karargâhları Akşehir‘den Şuhut‘a ve 24/25 gecesi de, Şuhut‘tan Kocatepe güney batısı sırtlarındaki Çadırlı muharebe idare yerine taşınmıştı. Artık taarruz başlayacak, Türk’ün tarihi parlayacak, Afyon’dan doğacak güneş Ege’ye kadar kararan Batı Anadolu ufuklarını aydınlatacaktı.

 

KAYNAKLAR

İhsan ILGAR (Yayınlayan), “Asım Gündüz Büyük Taarruzu Anlatıyor”, Hayat Tarih Mecmuası, Sayı 8 (Ağustos 1974), s. 28-31

Garp Cephesi Kurmay Başkanı Asım (Gündüz), “Büyük Taarruz Nasıl Hazırlandı?”, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, Sayı: 18 (Ağustos 1986), s. 36-39; Sayı: 7 (Ağustos 1997), s. 54-58; Sayı: 13 (Ağustos 2000), s. 70-75;

Türk İstiklâl Mücadelesi

Mudanya Mütarekesi (11 Ekim 1922)

Published

on

Mudanya Mütarekesi, Türk milletinin 20. Yüzyılın emperyalist güçleri karşısındaki milli bir zaferidir. Türk ve Yunan ordusu arasındaki harbi sona erdirmiş olması bakımından, Türk İstiklal Harbi’nin en önemli safhalarından biridir. Mütareke, Devlet-i Aliyye-i Osmaniye’nin sonu anlamına gelen Mondros Mütarekesi’ni geçersiz kılmakla birlikte Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temelini atan Lozan Anlaşması’nın şartlarını hazırlamıştır.

Mudanya Mütarekesi’nde Türkiye’yi İsmet Paşa, İngiltere’yi General Harington (Heringtın), Fransa’yı General Charpy (Şarpi), İtalya’yı General Monbelli (Monbeli) temsil etmiştir. Yunanistan temsilcisi General Mazarakis, Mudanya’ya geldiği gemiden çıkmamış ve görüşlerini yazılı olarak bildirmiştir. Görüşmelere 3 Ekim 1922’de başlanmış, çetin pazarlıklar ve tartışmalar sonucunda 11 Ekim 1922’de Mudanya Mütarekesi imzalanmıştır.

Aşağıda, [Hâkimiyet-i Milliye, 13 Ekim 1922, No: 633, s. 1, sütun: 1-4]’te Osmanlı Türkçesi ile yayımlanan [Konferans Safahatına Dair Levhalar] başlıklı haber metni çevrim yazı olarak sunulmuştur. Görseller, metni açıklayıcı, tamamlayıcı ve destekleyici unsur olarak araştırmacı tarafından yerleştirilmiştir.

—***—

[Mudanya] Konferans Safahatına Dair Levhalar

İmza neden sabaha kadar gecikti?

Mükâleme-i memurinin getirdiği haber, yazı makinesi ile başlıyor

Mudanya: 11[Ekim 1922] (Muhabir-i mahsusamızın telgrafıdır)-Size bu telgrafımla Mudanya Konferansının imzaya müncer [hazır] olduğu geceki safahatı bildireceğim. Burada biz gazeteciler ve halk arasında pek büyük merakı mucip olan bu safahat ve bilhassa imzanın sabaha kadar uzaması herhalde Hâkimiyet karilerinde [okuyucularında] de aynı merakı uyandırmıştır. Filhakika [hakikaten] imza merasimi tam nısfı’l-leylide [gece yarısında] icra edilecekti. Fakat nısfı’l-leyli bir buçuk saat geçtiği halde müttefikin murahhasları [delegeleri] gemilerinden inmediler. Bunun üzerine bir mükâleme memuru giderek tehirin sebebini sual etmiştir. Vuku bulan mükâlemede bu tehirin Yunan murahhaslarının almış olduğu vaziyetten mütevellit bulunduğu anlaşılmıştır. Nısfı’l-leylile doğru İngiliz zırhlısında toplanmış olan üç müttefik hükumet generalleri nezdine Mazarakis ve Miralay Sarıyanis giderek imzaya karşı olan vaziyetlerini teşrih [şerh] eylemişlerdir. Yunanlıların ne vaziyet aldığı malumdur. Saat üçte General Harington karaya çıkmış ve birkaç dakika fasıla ile Fransız ve İtalyan generalleri gelmişlerdir. Bunun üzerine celse derhal küşat olunarak uzun bir protokol müsveddeleri kıraat edilmiş ve mutabık bulunduğu için tebyizine [beyaza çekilmesine] emir verilmiştir. İşte bu anda derin bir sükûtu yalnız yazı makinelerinin tıkırtıları ihlal ediyordu. Nebahat Hanım, Safvet Lütfullah beylerle daha iki zat bizim heyet-i murahhassanın protokollerini tebyiz ediyordu. İngiliz, Fransız heyetlerinden müfrez [ayrılmış] diğer beş zat da mukabil tarafın mukavelesini makineye geçiriyordu. Bu iş gecenin beşine kadar devam etti ve saat beşi çeyrek geçe teneffüs edilmek üzere celseye nihayet verildi.

Herkes memnun, mızıkalar çalıyor, hararetli musafahalar [el sıkışmalar, tokalaşmalar], bütün Mudanya ahalisi bu geceyi ayakta ve uykusuz geçirmiş ve müzakerenin olduğu binanın etrafını kesif bir halk tabakası doldurmuştur. General Harington bizzat sokak kapısına kadar inerek bandodan muhtelif havalar talep etmiş ve bütün istediği parçalar çalınınca bunları hayretler içinde dinlemiştir.

Herkes protokol müsveddelerinde mutabık kalındığını haber aldığı zaman artık imzanın merasim meselesinden başka bir şey olmadığını anlamıştı. Bu hal halk kadar bütün murahhasların çehrelerinde de görülüyordu. Bilhassa Franklin Buyyon Bey büyük bir meserret [sevinç] içinde idi. General Harington İsmet Paşa Hazretleriyle adeta kendisini kucaklarcasına mükerrer musafahalarda bulundu. General Şarpi aynı memnuniyeti izhar eyliyordu.  Bu sırada salonlarda fevkalade bir hareket, bir kaynaşma görülüyordu. Bilhassa gazetecilerin faaliyetini görmek insana hakiki bir zevk veriyor, Amerika muhabirlerinin dört yazı makinesi mütemadiyen işliyordu.  Artık kırk sekiz saatlik bütün yorgunluklar bu heyecan ve endişe içerisinde unutulmuş, tebyiz üç saat on üç dakikada kâmilen ikmal edilmişti.

Ben, Yunanlıların Protokolü Kabul Etmedikleri Manasını Çıkarıyorum! Hayır, Yunanlıların Ehemmiyeti Yok!

Şimdi saat yediye yirmi yedi var. (Bütün saatler İstanbul ayarıdır.) Herkes yeşil masanın etrafındaki yerlerinde ahz-ı mevki etmiş bulunuyorlar. Konferans Reisi İsmet Paşa Hazretlerinin önündeki çifte lamba dışardan gelen yeni müteharrik beyazlıklar arasında sarı lemalarla kıpırdıyor. İsmet Paşa’nın karşısında General Harington, İngiliz generalinin sağında General Monbelli, solunda diğerleri sırasıyla ahz-ı mevki etmişlerdi. İlk defa General Harington söz alarak Mazarakis ve Sarıyanis’in tahriri kuyıt itirazına serd ederek imzadan imtina eylediğini söyledi ve bu itiraznameyi okudu. Bunun üzerine İsmet Paşa pek ciddi bir tavır ve hareketle:

  • Bundan, ben Yunan murahhaslarının protokol münderacatını kabul etmedikleri manasını çıkarıyorum, dedi.

Buna General Harington:

  • Hayır! Yunanlıların bu hareketine imtina manası verilemez. Vesait-i muhabereleri karma karışık. Mamafih asıl imzaya salahiyettar murahhaslar General Mazarakis, Miralay Sarıyanis değil, Paris’te bulunan mümessilleridir. Üç güne kadar bütün imzaların hitam bulacağını temin ederim.

Bunun üzerine vapurda bulunan Yunan zabitlerinin konferansça hiçbir ehemmiyeti olmadığı şekli kabul olundu.  

Bütün Kalemler Mukavele Üstünde Gıcırdıyor! Harington da Tanışmayarak Geldik, Dost Olarak Gidiyoruz, Diyor

Saat yediye on yedi var. Bütün eller bir an içinde kalemlere ve hokkalara uzanıyor. İlk kalem gıcırtıları protokolün birinci sahifesine dört generalin imzalarını tespit etti. Protokolün her sahifesi ve sonu ayrı ayrı imzalandı. İmzalanan beş nüshadır. İmza muamelesi tam yediyi bir geçe hitam buldu. General Harington imzayı müteakip sarih, kısa ve yumuşak bir sesle bir nutuk irat eyledi ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükumetine, Başkumandan Paşa Hazretlerine, Konferans Reisi İsmet Paşaya, Erkan-ı Harbiye Reisimize ve Erkan-ı Harp umera ve zabitana ayrı ayrı teşekkürde bulundu ve sonra Türkiye halkına ve mümessillerine ve Mudanya şehrine ayrı ayrı teşekkür ederek:

  • Tanışmayarak geldik, dost olarak gidiyoruz ve bu hissi daima muhafaza edeceğiz, dedi.

İsmet Paşa Hazretleri General Harington’ın nutkuna kısa bir cevapla mukabele ederek, bu konferansın sulh-ı umumiye mukaddema olacağı ümidinde bulunduğunu söyledi.

General Harington konferans salonundan çıkarken etrafını alan gazetecilerin kendisine ne kadar muğber [gücenmiş, küskün] olduğunu anladığını gösteren bir tavırla beyan-ı itizar etti [özür diledi]. Bidayette matbuat müntesiplerinin konferansa girmemeleri için teşebbüsatta bulunduğunu itiraf,  fakat burada kendilerinden pek çok muavenetler gördüğünü ilave etti ve her birine ayrı ayrı ve mükerrer surette teşekkürde bulundu. Bu esnada salonlar hınca hınç dolu idi. Bilhassa Mösyö Fraklin Buyyon bir türlü yerinde duramıyor, izhar-ı meserret eyliyordu [sevinç gösteriyordu].

Mudanya’dan İnfikak [ayrılma]; Yunan Şilebi Galya Emniyet Edilmeyerek Muhafaza Altına Alınmış!

Avdet [dönüş]-Generaller aşağı indikleri zaman pek muntazam bir kıtaa-i askeriyemiz resm-i selamı ifa ediyor ve askeri mızıkalar terennümsaz oluyordu [terennüm ediyordu, şarkı söylüyordu]. Yediyi çeyrek geçe herkes vapurlarına çekilmiş bulunuyordu. Tam sekizde, başta İtalyan ve en sonra Yunan gemileri olduğu halde Mudanya tarihi konferansının bütün ecnebi murahhaslarını İstanbul’a doğru götürmeye başladılar. Bir müddet sonra İngiliz torpidolarından biri geriye dönerek Yunan şilebini önüne kattı ve bunu bir Fransız gemisi takip etti. [1]

—***—

Mudanya Zaferi Ve İstanbul’daki Tesirleri

İstanbul, 13 [Ekim 1922] (Muhabir-i mahsusamızın [özel muhabirimizin] telgrafıdır)-Mukavele-i askeriyenin imzası haberi İstanbul’da fevkalade bir meserret [sevinç] uyandırmış ve derhal her taraf donatılmıştır. Öyle ki İstanbul, ilk defa olarak baştanbaşa kırmızı-siyaha boyanmış ve ay-yıldıza kavuşmuş bulunuyordu. Bu sefer Bab-ı Ali de geçen seferki soğukluğunu bırakmış ve bütün devair-i resmiyenin [resmi dairelerin] tezyinini [süslenmesini] emretmiştir. Bundan başka, ikinci garip manzara Rumların da bu bayrama iştirak ederek bayrak çekmeleridir. Ecnebi müessesatı [yabancı kuruluşlar] da kendi bayraklarının yanına Türk sancağını çekmişlerdir. Gece muntazam bir fener alayı tertip edilmiştir.

Bütün gazeteler, sahifelerini Mudanya Konferansı’nın mesut neticelerine hasretmişlerdir [ayırmışlardır]. İstanbul matbuatı bunun Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükumetinin büyük siyasi zaferi olduğunu müttehiden beyan etmekte ve mukaddemat-ı sulhiyeye [barışın başlangıcına] esas demek olan bu mukavelenin, sulh konferansındaki muvaffakiyetlerimizin derecesini bile göstermekte olduğunu söylemektedirler.

Bu zaferi Beyoğlu Yunan matbuatı da saklamamakta ve Türklerin tam bir vatanperver olarak bu neticeleri elde ettiklerini söylemektedirler. Bilhassa (Pronodos) gazetesi şu şayan-ı dikkat cümleleri yazmaktadır:

Türkler ne kadar icray-ı şadmani eyleseler [sevinirlerse sevinsinler], o kadar haklıdırlar, çünkü bugün milli emellerini tamamıyla tahakkuk ettirmişler ve herkesin bir daha yerinden kalkmamak üzere gömdüğünü zannettikleri Türkiye’yi diriltmişlerdir. Türklerin son senelerde gösterdikleri eser-i rüşt her millet için bir numune-i imtisaldir. Bu son senelerde her şeyden istifadeyi bilmişlerdir. Yunanlılar ise ancak Yunanlılığın mahvına çalışmışlar, Türklerin ise yegâne düşüncesi Türklüğün ihyası olmuştur.” [2]  

DİPNOTLAR

[1] Hâkimiyet-i Milliye, 13 Teşrinievvel [Ekim] 1922, No: 633, s. 1, sütun: 1-4

[2] Hâkimiyet-i Milliye, 15 Teşrinievvel [Ekim]1922, No: 634, s. 1, sütun: 1-2

Continue Reading

Türk İstiklâl Mücadelesi

Gençliğe Hitabe’nin Dil, Tarih ve Coğrafya ile İlişkisi

Published

on

Özet

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün 15-20 Ekim 1927’de Cumhuriyet Halk Fırkası’nın ikinci kurultayında okuduğu Gençliğe Hitabe, Cumhuriyet’in temel değerlerini gelecek nesillere aktaran bir “milli vasiyet” niteliğindedir. Bu çalışmada, Hitabe’nin dil, tarih ve coğrafya boyutları üzerinden incelenmesi amaçlanmaktadır.

Anahtar Kelimeler: Atatürk, Gençliğe Hitabe, Dil, Tarih, Coğrafya, Kolektif Hafıza, Milli Kimlik

Giriş

Gençliğe Hitabe, Türk milli kimliğinin inşasında dil, tarih ve coğrafyanın nasıl bir bütünlük oluşturduğunu gözler önüne seren temel bir belgedir. Atatürk’ün hitabesi, geçmişin acı tecrübelerinden hareketle geleceğe dair bir bilinç ve görev yüklemesi yapmaktadır. [1]

I. Dil ve Gençliğe Hitabe

1.1. Dilin Sadeleşmesi

Cumhuriyet’in ilk yıllarında dil, milli kimliğin en önemli unsuru kabul edilmiştir. Osmanlı’nın Arapça-Farsça karışımı karmaşık dilinden uzaklaşılarak, herkesin anlayabileceği sade bir Türkçe benimsenmiştir. [2]

1.2. Retorik ve Söylem

Ey Türk gençliği!” ifadesi, Türkçe’nin en yalın ve en güçlü hitap biçimidir. Emir kipleriyle kurulan cümleler — “müdafaa edeceksin”, “düşünmeyeceksin” — dilin buyurucu gücünü ortaya koymaktadır. Bu söylem, yalnızca gençlere değil, bütün millete yönelik bir bilinç uyandırmayı amaçlamaktadır. [3]

1.3. Dilin Kolektif Hafızaya Etkisi

Türkçe’nin sade kullanımı, metni kuşaklar boyu aktarılabilir hale getirmiştir. Böylece dil, toplum hafızasının canlı kalmasını sağlayan bir araç olmuştur. [4]

II. Tarih ve Gençliğe Hitabe

2.1. Tarihi Arka Plan

Hitabenin temelinde Mondros Mütarekesi (30.10.1918), Sevr Antlaşması (10.08.1920) ve Türk İstiklal Harbi (19.05.1919–11.10.1922) deneyimleri vardır.[5] Atatürk, bu tarihi tecrübeleri, gelecekte benzer tehditlerin yaşanabileceğine dair bir uyarı olarak kullanmıştır.

2.2. Tarihten Çıkarılan Dersler

  • İç Tehditler: “Dâhilî bedhahlar” ifadesi, işgal yıllarındaki işbirlikçi unsurları çağrıştırır. [6]
  • Dış Tehditler: “İktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler” sözü, emperyalist müdahalelerin sürekliliğine işaret eder.[7]
  • Milli Mücadele Hafızası: “İmkân ve şeraitin çok namüsait olduğu bir zamanda” bağımsızlığın kazanılması, milli hafızanın temel derslerinden biridir.[8]

2.3. Tarihin Geleceğe Taşınması

Hitabe, yalnızca geçmişi hatırlatmaz; aynı zamanda geleceğe yönelik bir görev ve sorumluluk bırakır. Bu yönüyle tarih, milli bilincin daima canlı tutulmasını sağlayan bir rehber görevi üstlenir.[9]

III. Coğrafya ve Gençliğe Hitabe

3.1. Türkiye’nin Stratejik Konumu

Türkiye, üç kıtanın kesişim noktasında yer alması sebebiyle tarih boyunca istilalara maruz kalmıştır. Bu konum, milli hafızada sürekli bir teyakkuz hali yaratmıştır.[10]

3.2. Vatan Toprağı ve Kutsallık

İstiklâl ve Cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen” ifadesi, yalnızca siyasi rejimi değil, aynı zamanda vatan toprağını da koruma sorumluluğunu yükler. [11]

3.3. İç ve Dış Tehlikeler

Memleketin dâhilinde” vurgusu, hem dış tehditleri hem de içteki parçalanma risklerini kapsamaktadır. Bu durum, coğrafyanın milli kimlikle özdeşleşmesini sağlamıştır. [12]

IV. Dil, Tarih ve Coğrafyanın Kolektif Hafıza ile İlişkisi

4.1. Unsurların Birleşimi

  • Dil: Birleştirici unsur.
  • Tarih: Uyarıcı hafıza.
  • Coğrafya: Aidiyetin mekânı.

4.2. Milli Kimlik ve Süreklilik

Gençliğe Hitabe, dil, tarih ve coğrafyayı bir araya getirerek milli kimliği gelecek kuşaklara taşımayı amaçlamaktadır.

Sonuç

Gençliğe Hitabe, dilin birleştirici gücü, tarihin öğretici yönü ve coğrafyanın kutsallığıyla Türk milli bilincini pekiştiren bir metindir. Atatürk, bu hitabeyle gelecek nesillere yalnızca bir öğüt değil, aynı zamanda bir görev ve sorumluluk da bırakmıştır.

Dipnotlar

[1] Kemal Atatürk, Nutuk, Cilt: II 1920-1927, M. E. B. Devlet Kitapları, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1969, s. 897-898

[2] Nihad Sami Banarlı, Türkçenin Sırları, Kubbealtı Yayınları, İstanbul, 1972, s. 15–18.

[3]   Kemal Atatürk, Nutuk, s. 897.

[4]  Berna Moran, Türk Dili ve Edebiyatı Üzerine Makaleler, İletişim Yayınları, İstanbul, 1990, s. 42.

[5] Sina Akşin, Kurtuluş Savaşı Kronolojisi, İmge Kitabevi, Ankara, 1992, s. 27–34.

[6] Kemal Atatürk, Nutuk, s. 897.

[7] Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, çev. Metin Kıratlı, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1961, s. 202.

[8] Kemal Atatürk, Nutuk, s. 898.

[9] Erik J. Zürcher, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, İletişim Yayınları, İstanbul, 2003, s. 145.

[10] Halil İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu Klasik Çağ (1300–1600), Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2004, s. 13–15.

[11] Kemal Atatürk, Nutuk, s. 897.

[12] Zürcher, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, s. 147.

Continue Reading

Özel Günler ve Anlamları

26 Eylül Türk Dil Bayramı: Tarihî Arka Planı, Atatürk’ün Dil Politikaları ve Günümüze Yansımaları

Published

on

Giriş

26 Eylül, Türk Dil Bayramı olarak Türkiye’de her yıl kutlanan önemli bir kültürel tarihtir. Kökenini 1932 yılında toplanan Birinci Türk Dil Kurultayı’ndan alan bu gün, Türk Dil Kurumu’nun kuruluşuna işaret etmekte ve Cumhuriyet’in kültür politikaları arasında dil inkılabının oynadığı merkezi rolü simgelemektedir.

Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında dil, modernleşme ve millet-devlet inşasının merkezî unsurlarından biri olarak değerlendirilmiştir. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde gerçekleştirilen dil inkılabı, yalnızca alfabe değişikliğiyle sınırlı kalmamış, Türkçenin yabancı unsurlardan arındırılması ve halkın konuştuğu dil ile yazı dili arasındaki mesafenin kapatılması hedeflenmiştir. 26 Eylül 1932’de Dolmabahçe Sarayı’nda toplanan Birinci Türk Dil Kurultayı, bu dönemin başlangıç noktası olmuş ve 26 Eylül tarihinin Türk Dil Bayramı olarak kutlanmasına zemin hazırlamıştır.

1. Birinci Türk Dil Kurultayı ve TDK’nın Kuruluşu

26 Eylül 1932’de başlayan Birinci Türk Dil Kurultayı, Cumhuriyet’in dil politikalarında kurumsallaşmanın ilk adımıdır. Kurultayın ardından Türk Dili Tetkik Cemiyeti (bugünkü TDK) kurulmuş ve Türkçenin söz varlığının zenginleştirilmesi, bilim dili hâline getirilmesi yönünde çalışmalar başlamıştır.

2. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Dil Anlayışı

Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Türk milletinin bağımsızlığını korumasında olduğu gibi kültürel varlığını sürdürmesinde de dilin belirleyici bir unsur olduğunu vurgulamıştır. Onun Sadri Maksudi Arsal’ın “Türk Dili İçin” (Ankara 1930, s. 3) adlı eserinin başına 2 Eylül 1930 tarihinde el yazısıyla kaleme aldığı şu satırlar, bu anlayışı en özlü şekilde yansıtmaktadır:

Millî his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin millî ve zengin olması millî hissin inkişafında başlıca müessirdir. Türk dili, dillerin en zenginlerindendir; yeter ki bu dil, şuurla işlensin… Ülkesini, yüksek istiklâlini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.”

Bu ifadeler, Atatürk’ün Türkçeyi sadece bir iletişim aracı olarak değil, aynı zamanda millî bilincin ve milli bağımsızlığın en temel dayanağı olarak gördüğünü göstermektedir.

3. Günümüzde Türk Dil Bayramı’nın Yansımaları

Günümüzde 26 Eylül, üniversitelerde, okullarda ve kültürel kurumlarda çeşitli etkinliklerle kutlanmaktadır. TDK her yıl bildiriler yayımlamakta, gençler arasında Türkçe’nin doğru ve güzel kullanımını teşvik eden projeler yürütmektedir. Ancak yabancı dillerin artan etkisi ve dijital kültürün getirdiği yozlaşma, Türk Dil Bayramı’nın amaçlarını ve beklentilerini daha da anlamlı kılmaktadır.

Sonuç

26 Eylül Türk Dil Bayramı, Cumhuriyet’in dil inkılabı mirasını simgeleyen ve Türkçenin gelişimi için toplum farkındalığı oluşturan önemli bir tarihtir. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün dil anlayışı, modern millet-devlet inşasının temel taşlarından biri olarak bugün de geçerliliğini korumaktadır. Günümüzde yapılması gereken, bu mirası yalnızca anmak değil; Türkçeyi bilim, sanat, kültür ve teknoloji dili olarak daha da güçlendirmektir.

Continue Reading

En Çok Okunanlar