Türk İstiklâl Mücadelesi
Batı Cephesi Kurmay Başkanı Orgeneral Asım Gündüz Anlatıyor: Büyük Taarruz Nasıl Hazırlandı?
Published
2 yıl agoon
By
drkemalkocakBüyük Taarruzun Hazırlıkları
Siyasi hazırlıklar
İnönü savaşlarından sonra, Eskişehir–Kütahya‘da galip gelen Yunanlılar, bir hayli şımarmışlar, Ankara’ya gitmeyi kolay sanmışlardı. Yunanlıların büyük koruyucuları İngiliz Başvekili Lloyd George, Parlamentoda: “Yunanlıların bu muvaffakiyetinden sonra, onları Sevr hudutları içinde bırakmak doğru olmaz!” diyordu, fakat Sakarya’da yedikleri darbe çok ağır olmuş, Avrupa devletleri ve büyük koruyucuları karşısında, itibarları bir hayli sarsılmıştı.
20 Ekim’de Fransızlarla imzaladığımız İtilafname ile Adana ve havalisinde, düşmandan eser kalmamıştı. Rusya’dan sonra, Fransa da Misakı Milli hudutlarını tanıyordu. Doğudan olduğu gibi, şimdi de güneydeki kuvvetlerimizi batıya kaydırabilecektik.
Fransa ve Rusya ile yapılan siyasi anlaşmalar, diğer Avrupa devletlerini de uyarmış, Türkiye lehinde bir cereyan doğurmuştu. Bu meyanda bir mütareke için yapılan teklifleri, Trakya ve İstanbul ile Batı Anadolu’nun boşaltılmasındaki anlaşmazlık yüzünden, reddetmek mecburiyetinde kaldık.
Askeri hazırlıklar
Sakarya’da yenilen düşman, Ekim ayı içinde Sakarya nehrinin kuzey kolundan başlayarak (1550 rakımlı tepe–Alpu köy-Seyitgazi-Afyonkarahisar) hattında yeni bir mevzi hazırlamıştı.
Başkumandan, Sakarya’da çözülen düşmanı, bir yerde tutundurmadan yurttan atmak, neticeyi almak kararında idi. Evvela süvari, sonra da 2 nci Kolordu ve 6-7 nci tümenlerle yaptığımız taarruzlar Yunanlıların ihtiyatlarını yerinde ve zamanında kullanması sonucu muvaffakiyete ulaşamadı. Birliklerimiz, Eskişehir- Kütahya, Sakarya savaşlarında bir hayli erimiş, cephane ve malzeme bakımından elinde olanları tüketmişti. Bunların yerine konması için bir zamana, birliklerin araç ve gereçlerini tamamlamaya ve çalışmaya ihtiyaç vardı. Kış da gelmişti. Bu müddet içinde Yunanlılardan bir taarruz beklenemezdi. Onlar da ikmallerini Yunanistan’dan yapacaklardı. Sakarya mağlubiyeti, içerdeki siyasi durumu bir hayli karıştırmış bulunuyordu. Bizim taarruzun devamı korkusundan olacak, mütemadiyen Trakya’da, Yunanistan’da taarruz hazırlığından bahseden haberlerle bizi meşgul etmek, Sakarya mağlubiyetini örtmek, İngilizlere karşı durumlarını düzeltmek ve biraz daha yardım ve para koparmak için uğraşıyorlardı.
Batı Cephesi karargâhını Elagöz‘den evvela Sivrihisar‘a, sonra da cepheye daha yakın olması için Akşehir‘e nakletmiştik. Sakarya’dan sonra 1 nci, 3 ncü, 4 ncü Kolorduları Sivrihisar bölgesine, 2 nci ve 5 nci Süvari Kolordularıyla 6 ncı ve 8 nci tümenleri Afyon bölgesinde toplamıştık.
Adana’da durumun düzelmesi ile ikmal (Adana-Konya-Akşehir) üzerinden yapmak üzere, ağırlık bölgesini güneye kaydırmak mecburiyetini hissettik. Böylece ilerde yapacağımız bir taarruzla Yunan ordusunun gerisine düşmek, İzmir-Afyon demiryolunu ele geçirerek, Yunan ordusunu ikmalden ve geri çekilmeden mahrum etmek istiyorduk.
Bu sırada, Malta‘da esaretten bırakılan Ali İhsan Sabis, Ankara’ya gelmişti. Akademiden benim ve Mustafa Kemal’in sınıf arkadaşı idi. Birinci Dünya Savaşında, Irak muharebelerinde büyük şöhret yapmıştı. Mustafa Kemal’in bütün yakınlarına karşı sevgi ve hatır kırmazlığı malumdu. Kendisini ziyaret ederek “Bu savaşta bir er gibi hizmete hazırım!” diyen ve vazife almakta ısrar eden Sabis‘e, Mustafa Kemal, evvela Güney Cephesi kumandanlığını vermeyi düşünmüş, fakat bunun evvelce denendiğini hatırlayarak, Batı Cephesini bölmekten vazgeçip, Ordu kumandanlığına tayin etmişti. 1 nci, 2 nci, 4 ncü Kolordularla 6 ve 8 nci tümenler Ali İhsan Sabis emrindeki 1 nci Orduya bağlanmıştı.
6 Ekim’de kurulan Birinci Ordudan sonra, Aralık ayında da, Yakup Şevki Paşanın
Malta’dan kurtularak Anadolu’ya katılması üzerine, 2 nci Ordu da teşkil edilerek 2 nci ve 3 ncü Kolordular, bu ordunun emrine verilmiş, Akarçay, her iki ordunun arasında ara hattı olarak kabul edilmişti. Kuzeydeki Halit Paşanın Kocaeli Grubu, doğrudan doğruya Başkumandanlığa bağlı bulunuyordu. Kışın birdenbire bastırması üzerine, taarruzu ilkbahara bırakmak mecburiyeti hâsıl oldu. Biz taarruz planını uzun çalışmalar neticesi hazırlamıştık. Buna (S), daha doğrusu eski harflerle (Sad planı) diyorduk. Kış için orduya bir çalışma planı yaptık.
Bu plana göre:
- Birliklerde, şimdiye kadar yapılan savaşlardan aldığımız tecrübelere göre, yeni bir eğitim planı düzenleyerek birliklerin savaş gücünü artırmak,
- Küçük ve orta kumanda kademesinin tabiye bilgilerini geliştirmek,
- İstanbul’dan, Ankara talimgahından subay, depo alaylarında yetiştirilecek erlerle noksan kadroları doldurmak, yeni ihtiyatlar meydana getirmek,
- Lojistik noksanların İstanbul’daki depolardan veya Fransız, Rus ve İtalyanlardan bir an evvel ikmaline çalışmak,
- Orduda ve bulunduğumuz bölgedeki halk üzerinde moral eğitimine ehemmiyet verecektik.
Birkaç ay sonra, kumanda kademesinde yeni bir değişikliğe ihtiyaç görüldü. Ali İhsan Paşanın, Garp Cephesi emirlerini yerine getirmemesi, sert hareketleriyle İnönüler, Eskişehir-Kütahya ve Sakarya savaşlarında fedakârlıkları görülmüş kumandanları kırması, kendisinin bu vazifeden uzaklaştırılmasını ve yerine Nurettin Paşanın 1 nci Ordu Kumandanlığına getirilmesini mecbur kılmıştı.
Teşkilat
Tümenleri yeniden düzenlemiş, doğudan ve güneyden getirdiğimiz birliklerle, yeni kuruluşlar yapmıştık. Birliklerdeki silahlar çok değişik modelde idi, bu yönden bundan evvelki savaşlarda çok güçlük çekmiştik. Bu kış devresinden faydalanarak, birliklerdeki muhtelif cinsleri aynı cins yapmak üzere, silah değişimi yaptırarak ikmal işini kolaylaştırdık.
Her tümen üç piyade alayı, bir hücum taburu, bir topçu alayı, bir süvari bölüğü, bir sıhhiye bölüğü, bir muhabere takımı, bir istihkâm bölüğü, bir ekmekçi takımı ve bando bölüğünden kurulu idi.
Topçu adayları: Biri dağ, biri sahra iki taburlu ve ayrıca bir obüs bataryası mevcuttu.
İkmal İşleri
Başlangıçtan beri ikmalimizi, İstanbul’daki ecnebi işgalinde bulunan depolarımızdan gizlice, fedakâr subay ve halkımızın yardımı ile sağlıyorduk. Doğu ve güneyden de şimdi yardımlar daha artmaya başlamış, Sakarya’daki noksanları böyle sağlamakla beraber, Rus, İtalyan ve Fransızlardan elbise ve silah satın alabilmiştik. Ateş kuvveti bakımından, Yunanlılardan çok geri idik. Bir taarruzda, baskın kadar, ateş kuvvetine de ihtiyaç vardır.
Ayrıca Ankara’da kurduğumuz imalathanede top, tüfek, makineli tüfek tamiri yapabilecek tesisleri de mümkün olduğu kadar geliştirmiştik.
Ufak bir hava kuvveti meydana getirmiş, keşif işlerinde çok faydalı bilgiler alma imkânını sağlamıştık. Bilhassa Yunan ordusu gerisinde kurduğumuz haber alma teşkilatı, gerek Yunanlılara propaganda bakımından vermek istediğimiz, gerekse bizim öğrenmek istediğimiz bilgiler yönünden çok iyi neticeler alıyorduk.
Ulaştırma araçları bakımından fakirdik, Sakarya savaşına kadar at, araba, kağnı, kervan ve mekkâre kolları ile ikmalimizi yapmıştık. Şimdi yapılacak bir taarruzda, süratli ikmal yapmak için, bu gelişmiş orduya bir motorlu ulaştırma gücü eklemek lazımdı. Fransızlardan 150 adet, bir buçuk tonluk, Berliye kamyonu alarak, bu ihtiyaç da giderilmişti. İkmal teşkilatını yeniden düzenleyerek Efesultan, Şuhut ve Sandıklı‘da yiyecek ve cephane ikmal depoları kurmuştuk.
Yığınak ve Plan
Taarruz planı için uzun zamandır çalışıyorduk. Birkaç defa Başkumandan cepheye gelmiş, Meclisin kendini sıkıştırdığını söylemiş, savaşı bilmeyen, kaidelerinden anlamayanlara, bunu anlatmanın güçlüğünden uzun uzun şikâyet etmişti. Kendisine hazırlıklarımızın tamamlanmak üzere olduğunu söylüyorduk. Bu hazırlıklar olmadan kumandanlardan taarruza razı olmayanlar da vardı. Nitekim 2 nci Ordu Kumandanı Yakup Şevki Paşa, Garp Cephesine Bolvadin‘den yazdığı 2 Temmuz, 1674 sayılı raporunda, fikrini şöyle beyan ediyordu:
“… İki taraf ordularının her türlü durumu mukayese ve karşılaştırılınca, herhangi bir şekilde olursa olsun, bir savaşta galibiyet veya mağlubiyet aynı derecede ihtimal içindedir. Bu halde, Akarçay güneyindeki büyük bir yenilginin bizim için ne kadar kötü bir sonuç olacağı ve artık netice ve sonun tamiri imkânsız bir vaziyet doğuracağı, inkâr edilemez bir hakikattir.” Biraz sonra da “şu mütalaalarıma bakıp da 2 nci Ordunun taarruz fikri olmadığına hükmetmemenizi rica ederim” diyen paşa daha aşağıda “… On aydan beri taarruz hazırlığımızı, noksanlarımızı, tertibatımızı ikmal edemedik ve edemeyeceğiz de, böyle olduğu halde nasıl olur da, tehlikeli vaziyetlerden taarruza kalkmaya veyahut da birbirinden çok uzak çifte taarruzlar yapmaya veyahut tekmil kuvvetlerimizle değil, ancak nısfı ile taarruz yapmaya karar vermeye cesaret edebiliyoruz.” diyordu.
Ordu içinde bu şekilde düşünenler, hep bir yenilginin doğuracağı sonuçtan, elimizde kalmış ufak bir vatan parçasını da büsbütün kaybetmeyip, daha kuvvetli bir hale geldikten sonra bu taarruzu yapmak fikrinde idi. Bu çok doğru idi ama zaman bize bu fırsatı verecek durumda değildi. Paramız yoktu. Dostlarımız ise kolay kolay bize yardım edeceklerden değildi. Daha fazla beklemek, Millet Meclisindekiler gibi, milletin de ve başındakilerin de bir muvaffakiyet sağlayacak kudrette olmadıkları fikrini doğurabilirdi. Bunun için Başkumandan ve cephe kumandanı, 2 nci Ordu kumandanının muhalefetine rağmen taarruz fikrinde ısrar ediyordu.
Taarruz Planında Neler Düşünmüştük
Düşünce hedefimiz: Yunanlıları sağ yanlarında kuşatarak, İzmir’e olan bağlarını koparmak ve anavatanda yok etmekti. Bunun için de, ağırlık bölgesini Akarçay‘ın batısında, Afyon dolaylarında toplamış, 1 nci Orduyu tamamen bu bölgeye almış, 2 nci ve 4 ncü Kolordularla pekleştirerek, asıl taarruz grubu vazifesini vermişti.
Yarma, Kaleciksivrisi-Tınaztepe bölgesinden 4-5 tümenle yapılacak, taarruzun kuzey istikametinde ilerlemesi sağlanacaktı.
Süvari Kolordusu, daha Batıdan, düşmanın sarplığına güvenerek boş bıraktığı Ahırdağları’nı aşacak, İzmir’le ikmal bağlantısını kesecek, geriden taarruz ederek ihtiyat kuvvetlerini cepheye yardımdan men edecek ve İzmir ve havalisinden yeni bir kuvvet gelmesini önleyecekti. 1 inci Ordunun emrinde, kuvvet olarak 1 inci, 2 nci, 4 üncü Kolordularla 5 inci Süvari Kolordusu, 6 ncı Tümenle 3 ncü Süvari Tümeni bulunuyordu. Mürettep süvari tümeni de Bahşayiş–Döğer istikametinde taarruza katılacaktı.
İkinci Orduya gelince; vazifesi cephedeki Yunan kuvvetlerini kavrayıp oyalamak, Eskişehir-Afyon irtibatını keserek, Afyon’u kuzeyden kuşatmaktı. Cephede büyük bir gizliliğe ehemmiyet vermiş, düşmana yakın bölgeleri tamamen boşaltmış, buraya askeri kuvvetlerden başka kimsenin girmesine mani olacak bir yasak bölge kurmuştuk. Birliklere gece bile ateş yaktırmıyor, cepheye giden yolları onarıyor, köprüleri tamir ettiriyor, birliklerin yer değiştirmesini gece yaptırtıyorduk. Gündüz, birlikler oldukları yerde İstirahat ediyor, böylece düşmanın hazırlığımız hakkında bilgi sahibi olmamasına çalışıyorduk. Köylü kıyafetine koyduğumuz subaylarla, Yunan bölgesinde keşifler yaptırmıştık. Aynı zamanda, bizim bir taarruz gücüne sahip olmadığımız, Yunanlılardan bir taarruz beklediğimiz, bu maksatla savunma tertipleri aldığımız hissini uyandırıyorduk. Bu propagandamıza Yunanlılar o kadar inanmışlardı ki, bizim bu taarruz hazırladığımız sırada onlar Afyon’da zafer baloları tertiplemişler, Yunanistan’dan eşlerini ve misafirlerini getirmişlerdi.
Ahırdağları’ndan Süvari Kolordusu da birçok subaylarını köylü kıyafetinde göndererek, geçit yerlerini tespit ve böylece düşman gerisine düşmek imkânını elde etmişti. Dış âlemle de irtibatı kesmiş, İstanbul’a herhangi bir haberin sızmamasını sağlamak maksadıyla Akşehir’de muhaberatı idare için Kurmay Binbaşı Nuri Beyi postanenin başına bırakmıştık. Yığınakta birlikler şu bölgelere alınmıştı:
Asıl taarruz grubu olan Birinci Ordunun en sağında, 4 üncü Kolordu, solunda 1 inci Kolordu bulunacak, ordunun ihtiyatı olarak 2 nci Kolordu kalacaktı. Süvari
Kolordusu, daha batıda, Çukurca-Çayhisar üzerinden (Akçalar-Beşkimse) istikametinde demiryolunu kesecek, Ahırdağları’nı gece aşarak, düşman gerisine düşecekti. Bir alay kuvvetindeki Dinar müfrezesini tugay yapmış, Denizli bölgesine almıştık. 3 üncü Süvari Tümeni, Çal bölgesinde toplanarak, Eşme yönünde ilerleyecekti.
Depo alaylarımızda 30.000 kadar ikmal eri eğitim görmekte idi. Mühim bir kısmı da cepheye kumandanlarıyla beraber getirilmiş, savaşa katılabilecek halde idi.
Yığınaktaki kuvvetlerimizin genel olarak mevcudu: 4.864 subay, 92.600 er, 47.342 tüfek, 480 ağır 379 hafif makineli tüfek, 165 top, 14.724 topçu mermisi, 3.183.510 piyade mermisi idi. Taarruz müddetince de bu cephane ve mermilerin sayısına bir tane dahi ilave etmemize imkân yoktu. Bu maksatla, bütün kıtaata cephanesini çok idareli kullanılmasını bildirmiştik. Nitekim taarruz sırasında cephanesinin bittiğini bildiren Tümen Kumandanına, 5 inci Süvari Kolordu Kumandanı General Fahrettin Altay, “Kılıcınız var ya!” cevabını vermiştir.
Taarruza hazırlanan bir ordunun en evvel düşüneceği şey, hazırlığın düşman tarafından öğrenilmemesidir. Bizim bunda muvaffak olmamız, düşmanın yenilmesinde en büyük amillerden biri olmuştur.
Yunanlıların bir gafleti de, taarruzdan hemen bir ay kadar evvel, Anadolu‘dan Trakya‘ya bazı birliklerini kaydırarak, İstanbul‘u işgale kalkmaları idi. İstihbaratta biraz kulağı delik olsa idi, Anadolu’da kendisine hazırlanan oyundan haberdar olması lazım gelirdi. Bizim aldığımız haberlere göre İstanbul için, Çatalca bölgesinde, Kocaeli’ni ele geçirmek için de, Bursa’da hazırlığa geçmişti. Ayrıca Altıntaş-Döğer‘deki bir kısım ihtiyatlarını kuzeye almıştı. Biz de, Atina’da toplanan Kraliyet Konseyi kararı ile Yunan Ordusunun daha gerilere, Sevr hattına çekileceğini haber alıyorduk. Bütün bu ihtimaller karşısında, ordulara 6 Temmuz 1922‘de şu emri vermiştik:
1 – Yunanlıların, herhangi bir askeri faaliyet için, müzakerelerde bulunduklarına dair haberler vardır. Düşmanın bu yönden alacağı kararlar şöyle olabilir:
a) Bir genel taarruz yapabilir,
b) Zayıf kuvvetlerle tuttuğumuz bölgeye yönelerek, işgal bölgelerini genişletebilir,
c) Sevr’le hudutlanmış olan bölgeye çekilebilir.
2 – Bütün bu ihtimaller karşısında durumu şöyle görüyoruz: Düşman, genel saldırısı olmayarak, Kocaeli bölgesinde arazi elde etmek için yapacağı teşebbüse, şu suretle cevap verebiliriz. Düşman bu taarruz için 11 nci tümenden başka daha bir tümen tahsis ettiği takdirde, asıl taarruzumuzun, Çay-Afyon demiryolu hattı ile Sandıklı-Afyon yolu arasındaki bölgeden yönetilmesi ve kuzeyde bir kısım kuvvetlerimize, Eskişehir ve Afyon cephelerine yanaşarak ve kısmen düşmanın Afyon grubunun kuzey yanını, Döğer genel istikametinde kuşatmak üzere, bir taarruz yapılması düşünülmektedir.
Düşman, mümkünse, bu tek taraflı taarruzu Dinar ve daha güneydeki araziye yönelttiği takdirde, bu hareketi yapan az bir kuvvetse, buna üstün gelebilecek bir kuvvetle karşı taarruz yapacağız. Eğer düşman Dinar bölgesine en az iki tümen gibi mühim bir kuvvet ayırırsa, Akarçay güneyini bağımsız tümenlere bırakarak, düşmanın Afyon grubu aleyhine, Döğer genel istikametinde asıl taarruzumuzu yapacağız. Bu halde 18 inci Tümen de güneye kaydırılarak Porsuk kuzeyinde düşman gerilerine tevcih olunacaktır.
Akarçay kuzeyinde yapılacak taarruzlar, 2 nci, 3 üncü, 4 üncü, 6 ncı Kolordulardan başka, 1 inci Kolordu ve Süvari Kolordusunun; 1 inci Ordu bölgesindeki yapılacak taarruza, üç bağımsız tümenden başka, 1, 4 ve 5 inci Kolorduların da katılması düşünülmüştür. Asıl taarruz hangi ordu bölgesinde yapılırsa, Akşehir menzil hattı ve araçları o ordu emrine verilecektir. Bu araçların katılması ve toplanan ikmal malzemesi ile düşünülen taarruzların başarı ile sonuçlanacağı hesap olunmaktadır.
3 – Genel bir düşman taarruzuna karşı, Belpınar ile Hayrangölü arasında evvel emirde, düşman taarruzunu kabul etmek hususundaki kararımızda bir değişiklik yoktur. Bu halde, düşman mühim kuvvetlerle Ankara istikametinde ilerlerken, ihtiyatlarımız da sağ kanadımıza yanaşacaklardı. Düşman bu ihtiyatlarımıza yönelmeden, ileri yürüyüşüne devam ederken, Belpınar civarında düşmanın yan ve gerilerine taarruza geçeceğiz. Düşmanın asıl kuvvetlerle Aziziye istikametine yönelmesi daha muhtemeldir.
4 – Düşmanın Sevr hududuna çekilme kararını vermesi, çok uzak bir ihtimaldir. Bu halde, düşman bölünerek bir kısmı ile Bursa ve çoğu ile İzmir istikametinde çekilirse, kuzeye çekilen düşmanı bırakarak, bütün kuvvetimizle güneydeki düşman asıl kuvvetlerine taarruz niyetindeyiz. Eğer düşman bütün kuvvetiyle İzmir istikametine çekilirse, genel taarruza karar vermediğimiz halde, bir taraftan fasılasız taciz ve tazyik etmek ve bu suretle Bursa cephesini söktürecek bir kuvvet ayırarak Bursa, Balıkesir üzerinden bir tesir düşünülebilir. Bu ihtimalin tahakkuku halinde bizim için en mühim mesele, memleketimizi tahribe vakit bırakmadan çekilmeyi çabuklaştırmaktır.
Bütün ihtimalleri düşünmüş ve hesaplarımızı buna göre yapmıştık. Her şeye rağmen, kararın Başkumandanda olduğu, Başkumandanın da düşmanı biran evvel yurttan atmayı hedef tutan kararı, hepimizce malumdu. Bütün hazırlıklarımıza rağmen, düşmanın memleketi tahribine mani olamamıştık. Temmuz ortalarında Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa, üç kurmay subayla beraber son hazırlıkları görmek maksadı ile cepheye geldiler. Porsuk‘tan Sarayköy‘e kadar bütün cepheyi dolaşarak kolordu, tümen ve alay kumandanları ile görüştüler. Subay ve eratla konuştular. Birçok yerde halkla da temasa gelerek, maneviyatın artmasında mühim rol oynadılar. En ileri hatlara kadar giden Genelkurmay Başkanı dönüşte hazırlık derecesini Başkumandana anlatmışlardı. 6 Ağustos‘ta da, düşmanın Trakya’da yaptığı geniş hazırlığı, Anadolu‘ya geçirmeden taarruza geçeceğimizi çok gizli olarak ordulara bildirmiştik.
Ağustos başında, Başkumandanlık ve Genelkurmay Başkanlığı karargâhları Ankara’dan Akşehir’e geldi. 24 Ağustos’ta Garp Cephesi ve Başkumandanlık karargâhları Akşehir‘den Şuhut‘a ve 24/25 gecesi de, Şuhut‘tan Kocatepe güney batısı sırtlarındaki Çadırlı muharebe idare yerine taşınmıştı. Artık taarruz başlayacak, Türk’ün tarihi parlayacak, Afyon’dan doğacak güneş Ege’ye kadar kararan Batı Anadolu ufuklarını aydınlatacaktı.
KAYNAKLAR
İhsan ILGAR (Yayınlayan), “Asım Gündüz Büyük Taarruzu Anlatıyor”, Hayat Tarih Mecmuası, Sayı 8 (Ağustos 1974), s. 28-31
Garp Cephesi Kurmay Başkanı Asım (Gündüz), “Büyük Taarruz Nasıl Hazırlandı?”, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, Sayı: 18 (Ağustos 1986), s. 36-39; Sayı: 7 (Ağustos 1997), s. 54-58; Sayı: 13 (Ağustos 2000), s. 70-75;
You may like
Mareşal Mustafa Fevzi Çakmak’ın 30 Ağustos Zaferine ve İzmir’in Kurtuluşuna Ait Hatıraları
Birinci İnönü Muharebesi (6-11 Ocak 1921)
Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni Açış Konuşması
Türk Ordusu İzmir’de (9 Eylül 1922)
Gazi̇ Mustafa Kemal Paşa’nın “Dumlupınar Meçhul Asker Anıtı”nin Temel Atma Töreni̇nde Yaptığı Konuşma
İkinci İnönü Muharebesi (23 Mart-1 Nisan 1921)
Türk İstiklâl Mücadelesi
Saltanatın Kaldırılmasına Dair Türkiye Büyük Millet Meclisinin Genel Kurul Kararı
Published
2 ay agoon
Kasım 17, 2024By
drkemalkocak(1 Kasım 1922)
Sadrazam Tevfik Paşa 17 Ekim 1922’de Mustafa Kemal Paşa’ya çektiği telgrafta [1], Büyük Zafer’i saltanat makamı ile Babıâli’ye varlığını sürdürecek bir unsur olarak görmüş, hatta Barış Konferansı’nda İstanbul Hükûmetinin yanında yer almak suretiyle Ankara’nın son vazifesini yapmasını bekler vaziyette bulunmuştur. Mustafa Kemal Paşa, Tevfik Paşa’nın telgrafına cevap olmak üzere TBMM’nin İstanbul’daki siyasî temsilcisi Hamit Bey’e Bursa’dan çektiği 18 Ekim 1922 tarihli telgrafta [2], “…Teşkilât-ı Esasiye Kanunu ile şekil ve mahiyeti taayyün eden Türkiye Devletinin tarihi teessüsünden beri Türkiye mukadderatına vaziülyet ve bundan mes’ul yalnız ve ancak Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükumeti olduğu”nu belirtmiş, aynı kanun gereğince Türkiye’yi konferansta TBMM Hükûmeti’nin temsil edeceğini bildirmiştir. Hamit Bey, Gazi Paşa’nın talimatı doğrultusunda Tevfik Paşa’ya tebligatta bulunmasına rağmen sonuç elde edememiştir.
27 Ekim 1922’de İngiliz, Fransız, İtalyan temsilcileri ayrı ayrı verdikleri şifahi notalarla İstanbul ve Ankara Hükûmetlerini aynı anda, 13 Kasım 1922’ de İsviçre’nin Lozan şehrinde yapılacak konferansa davet ettiler. 23 Ekim’de Ankara bu daveti kabul ettiğini bildirmiş, 29 Ekim’de Tevfik Paşa tarafından TBMM Başkanlığına çekilen telgrafta[3], birlikte katılma teklifinde bulunulmuştur.
Mustafa Kemal Paşa, Barış Konferansı’nda ikiliği ortadan kaldırmak için saltanatın hemen kaldırılması doğrultusunda kararını vermiştir. Bu konuda Rauf Bey ile Kâzım Karabekir Paşa’dan kararının uygun olduğuna dair meclis kürsüsünde konuşma yapmalarını istemiştir. Bu istek kabul görmüş, hatta Rauf Bey daha ileri giderek bu günün bayram ilân edilmesini teklif etmiştir.
Sadrazam Tevfik Paşa’nın barış konferansına birlikte katılma teklifi TBMM’de büyük tepki ile karşılanmıştır. Bu konu, 30 Ekim 1922 tarihindeki birleşimde görüşülmüştür. Vahideddin’in ve Hükûmetlerinin Millî Mücadeledeki karşı icraatları açıklanarak saltanat makamını suçlayan konuşmalar yapılmıştır. Bu sebeple kimi mebuslar İstanbul Hükûmetinin konferansa katılma haklarının bulunmadığını ifade ederken, kimileri de İstanbul Hükûmetinin yok sayılmasını ve hatta saltanatın kaldırılmasını istemişlerdir. Aynı birleşimde saltanatın kaldırılmasına dair Dr. Rıza Nur ve arkadaşlarınca verilen 81 imzalı altı maddelik önerge [4] Meclis Başkanlığına sunulmuş, 131 kabul, 2 ret, 3 çekimser oya karşılık çoğunluk sağlanamadığından işlem tamamlanamamış ve 1 Kasım Çarşamba günü tekrar oylama yapılmak üzere oturuma son verilmiştir. TBMM’nin çalışmalarına ara verdiği 31 Ekim Salı günü Müdafaa-i Hukuk Grubu toplantısında Mustafa Kemal Paşa, saltanatın kaldırılmasının mecburi olduğuna dair açıklamada bulunmuştur. 1 Kasım Çarşamba günkü 130. birleşimin birinci oturumunda konu tekrar gündeme getirilmiştir.
Dr. Rıza Nur ve arkadaşları önergelerinin altıncı maddesine yönelik değişiklik teklifinde bulundular[5]. Teklifte, hilâfetin Türklere, özellikle Osmanlı hanedanına ait olduğu kabul edilmiş ve halifenin ne şekilde, kim tarafından belirleneceğine açıklık getirilmiştir. İkinci Grup liderlerinden Hüseyin Avni (Ulaş) Bey ve arkadaşlarınca verilen 26 imzalı iki maddelik bir önergede[6], İstanbul Hükûmetinin 16 Mart 1920’den itibaren tarihe karıştığı belirtilmiş olmasına rağmen saltanatın kaldırılmasına yönelik herhangi bir açıklamada bulunulmamıştır. Bu önerge sadece İstanbul Hükûmeti’ni hedef almıştır. Mustafa Kemal Paşa her iki teklif üzerinde yapmış olduğu uzunca konuşmasında hilâfetle saltanatın birbirinden ayrılabileceğini, tarihten örnekler vererek açıklamış neticede söz konusu tekliflerin Şer’iye, Adliye ve Kanun-ı Esasi encümenlerinden meydana gelen ortak komisyona havalesi kabul olunarak birinci oturuma son verilmiştir.
Teklifler, ortak komisyonda görüşülürken, durumu yakından takip eden Mustafa Kemal Paşa, toplantı odasına girerek komisyona hitaben bir konuşma yapmıştır. Konuşmasında; hâkimiyet ve saltanatın kuvvet ve kudretle alınabileceğini, milletin ayaklanarak zaten bunları elde ettiğini, yapılacak işin fiili durumu resmîleştirmekten ibaret bulunduğunu, aksi takdirde bazı kafaların kesileceğini ifade etmiştir. Bu konuşmayla aydınlanan komisyon üyeleri, bu görüşler doğrultusunda bir karar tasarısı metni hazırlayıp meclis başkanlığına sunmuşlardır.
TBMM Genel Kurulunun 130. birleşiminin ikinci oturumunda ittifakla kabul edilen iki maddelik “TBMM’nin Hukuk-ı Hâkimiyet ve Hükümranının Mümessil-i Hakikisi Olduğuna Dair Hey’et-i Umumiye Kararı”na [7] göre; saltanatla hilâfet birbirinden ayrılmış, saltanat kaldırılmış, hilâfetin varlığı korunmuş, hilâfet makamının Osmanlı hanedanına ait olduğu, ilim ve ahlâk bakımlarından hanedanın en iyi ve en olgun mensubunun bu makama TBMM tarafından seçileceği belirtilmiştir. Aynı kararda İstanbul Hükûmetinin varlığına son verilmiştir.
Türkiye Büyük Millet Meclisinin Hukuk-ı Hâkimiyet ve Hükümranının Mümessil-i Hakikisi Olduğuna Dair Hey’et-i Umumiye Kararı
Numara: 308
Birkaç asırdır Saray ve Bab-ı Âlinin cehâlet ve sefâhati yüzünden devlet azim felâketler içinde müthiş bir surette çalkandıktan sonra nihayet tarihe intikal etmiş bulunduğu bir anda, Osmanlı İmparatorluğunun müessisi ve sahib-i hakikisi olan Türk milleti, Anadolu’da hem harici düşmanlarına karşı kıyam etmiş hem de o düşmanlarla birleşip millet aleyhine harekete gelmiş olan Saray ve Bab-ı Âli aleyhine mücâhedeye atılarak Türkiye’de Büyük Millet Meclisi ve onun Hükûmeti ve ordularını bitteşkil harici düşmanlar, Saray ve Bab-ı Âli ile fiilen ve müsellahan ve malum müşkilât-ı şedide ve mahrumiyet-i elime içinde cidâle girişmiş, bugünkü halâs gününe vasıl olmuştur.
Türk milleti, Saray ve Bab-ı Âlinin hıyanetini gördüğü zaman Teşkilât-ı Esasiye Kanununu ısdar ederek onun birinci maddesiyle hâkimiyeti padişahtan alıp bizzat millete ve ikinci maddesiyle icrai ve teşri kuvvetleri onun yed-i kudretine vermiştir. Yedinci madde ile de harp ilânı, sulh akdi gibi bütün hukuk-ı hükümraniyi milletin nefsinde cem eylemiştir.
Binaenaleyh; o zamandan beri eski Osmanlı İmparatorluğu tarihe intikal edip yerine yeni ve milli bir Türkiye devleti, yine o zamandan beri padişahlık merfu olup yerine Türkiye Büyük Millet Meclisi kaim olmuştur. Yani bugün İstanbul’da bulunan heyet mevcudiyetini usulen himaye edecek hiçbir meşru ve gayr-i meşru ecnebi kuvvete ve müzâheret-i milliyeye malik olmayıp bir zıll-ı zâil halindedir. Millet, şahsi hükümranlık ve saray halkı ve etrafının sefâhati esası üzerine müessis bir saltanat yerine, asıl halk kitlesinin ve köylünün hukukunu himaye ve saadetini tekeffül eden bir halk Hükûmeti idaresi tesis ve vaz’edilmiştir.
Hal böyle iken İstanbul’da düşmanlarla teşrik-i mesâi etmiş olanların elan hukuk-ı hilâfet ve saltanat ve hukuk-ı hanedandan bahs eylemelerini görmekle müstekreh-i hayret bulunuyoruz. Tevfik Paşanın telgrafı kadar garip ve acayip ve hilâf-ı mavaka’ı bir vesika tarihte nadir görülmüştür. Binaenaleyh Türkiye Büyük Millet Meclisi bervechi ati mevadı neşr ve ilâna karar vermiştir:
1-Teşkilât-ı Esasiye Kanunuyla Türkiye halkı, hukuk-ı hâkimiyet ve hükümranisini mümessil-i hakikisi olan Türkiye Büyük Millet Meclisinin şahsiyet-i maneviyesinde gayr-i kabili terk ve tecezzi ve ferağ olmak üzere temsile ve bilfiil istimale ve irade-i milliyeye istinad etmeyen hiçbir kuvvet ve heyeti tanımamağa karar verdiği cihetle Misak-ı Milli hudutları dâhilinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmetinden başka şekl-i Hükûmeti tanımaz. Binaenaleyh Türkiye halkı, hâkimiyet-i şahsiyeye müstenid olan İstanbul’daki şekl-i Hükûmeti 16 Mart 1336’dan itibaren ve ebediyen tarihe müntakil addeylemiştir.
2-Hilâfet; Hanedan-ı Âli Osman’a ait olup halifeliğe Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından bu Hanedanın ilmen ve ahlâken erşed ve eslâh olanı intihap olunur. Türkiye devleti makam-ı hilâfetin istinatgâhıdır.
1-2 Teşrinisani 1338 [1-2 Kasım 1922]
DİP NOTLAR
[1] T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, 30.10. 1338, Devre: 1, Cilt: 24, İçtima Senesi: 3, s. 269; Kemal Atatürk, Nutuk Cilt: III Vesikalar, Vesika: 260, MEB Devlet Kitapları, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1982, s.1236-1237
[2] Kemal Atatürk, Nutuk Cilt: III Vesikalar, Vesika: 262, MEB Devlet Kitapları, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1982, s.1237
[3] T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, 30.10. 1338, Devre: 1, Cilt: 24, İçtima Senesi: 3, s. 270; Kemal Atatürk, Nutuk Cilt: III Vesikalar, Vesika: 263, MEB Devlet Kitapları, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1982,s.1238-1239
[4] T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, 30.10. 1338, Devre: 1, Cilt: 24, İçtima Senesi: 3, s. 292-293
[5] T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, 1.11. 1338, Devre: 1, Cilt: 24, İçtima Senesi: 3, s. 304
[6] T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, 1.11. 1338, Devre: 1, Cilt: 24, İçtima Senesi: 3, s. 304-305
[7] T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, 1.11. 1338, Devre: 1, Cilt: 24, İçtima Senesi: 3, s. 313-314; Büyük Millet Meclisi Kavanin Mecmuası, Cilt:1, s. 487-488; Bekir Sıtkı Yalçın-İsmet Gönülal, Atatürk İnkılâbı Kanunlar-Kararlar Tamimler-Bildiriler Belgeler-Gerekçe ve Tutanaklarıyla- Kültür ve Turizm Bakanlığı, Ankara 1984, s. 286-288
Türk İstiklâl Mücadelesi
Mustafa Kemal Paşa’nın Neue Freie Presse Muhabirine Cumhuriyet Hakkında Beyanatı [Demeci]
Published
3 ay agoon
Ekim 26, 2024By
drkemalkocak(22 Eylül 1923)
Giriş
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Gazi Mustafa Kemal [ATATÜRK] önderliğinde gerçekleştirilen Türk İstiklal Harbi/Milli Mücadele’den sonra kurulmuştur. Türk Milletinin bağımsızlığını kazanmasından sonra Gazi, zaman zaman yurt gezilerine çıkmıştır. Bu gezilerinde, Millî Mücadele sırasında düşmana karşı omuz omuza birlikte mücadele ettiği milleti ile daha yakından temas kurma imkânına kavuşmuştur. Gezilerinden, uzun süren harplerden yeni çıkmış olan halka moral vermiş, yeni kurulan “Türk Milletinin/Milli Kültürümüzün” muasır medeniyetler seviyesine ulaşması için yapılması gerekenler hakkında, kulluk/kölelikten kurtularak hürriyetine kavuşan vatandaşları bilgilendirmiş, yapılan inkılâpların uygulanışını görmüş ve yapılacak inkılâplarla hakkında kamuoyu oluşturmuştur. İhtiyaç duyduğu kamuoyu desteğini sağladığına kanaat getirdikten sonra, yapmak istediği inkılâpları Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sunmuş ve uygulamaya/hayata geçirmiştir.
Bu sebeple Gazi’nin yurt gezileri yanında yabancı asker ve siyasi temsilciler ve gazetecilerle temas ve görüşmeleri, genellikle önemli siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel değişim ve gelişmelerin yaşandığı/yaşanacağı günlerin öncesi veya sonrasında gerçekleşmiş olması bakımından anlamlıdır. Bu kapsamda, Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın Nöye Fraye Prese [Neue Freie Presse] adındaki Avusturya gazetesi muhabirine verdiği “Cumhuriyetin ilanını öngören” demeç, Osmanlı Türkçesi ile yayımlandığı [Hâkimiyet-i Milliye, 27 Eylül 1923, No: 926, s. 1, sütun: 1-3]’ten çevrim yazı olarak aşağıda sunulmuştur.
***
Büyük Millet Meclisi Reisi Başkumandan Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’nin Viyana’da münteşir [yayımlanan] “Nöye Fraye Prese” [Neue Freie Presse] namındaki Avusturya gazetesine vaki beyanatının asıl metni.
Ankara, 26 [Eylül 1923], (A. A.) – İki üç günden beri Ankara ve İstanbul gazetelerinde Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’ne atfedilen beyanat, salahiyettar olmayan zevat tarafından neşredilmiştir [yayımlanmıştır]. Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’nin şehrimizde bulunan Nöye Fraye Prese Muhabiri Mösyö Jozef Hans Lazar’a vaki olan beyanatı aynen ber-vech-i atidir [aşağıdadır]:
Muharririn [yazarın], Türkiye Teşkilatı Esasiye Kanunu’ndaki müstakbel tadilatın [gelecekteki değişikliğin] ne olacağı hakkındaki sualine [sorusuna] Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri şu suretle cevap vermiştir:
–Yeni Türkiye Teşkilatı Esasiye Kanunu’nun ilk maddelerini size tekrar edeceğim:
“Hâkimiyet bila kaydu şart [kayıtsız şartsız] milletindir. İcra kudreti, teşri kudreti [kanun yapma] salahiyeti, milletin yegâne hakiki mümessili [temsilcisi] olan Meclis’te tecelli etmiş ve toplanmıştır.“
Bu iki maddeyi bir kelimede hülasa etmek kabildir [özetlemek mümkündür]: “Cumhuriyet“.
Yeni Türkiye’nin umur-ı teceddüdü [yenileşme işi] daha nihayet bulmamıştır. Ancak yolun sonuna kadar gidilmelidir. Harpten sonra Türk Teşkilatı Esasiye’sinin inkişafı [gelişmesi] henüz kati bir şekil almış addedilemez [sayılamaz]. Tadilat [değişiklikler] ve tashihat [düzeltmeler] yapmak ve daha mükemmel bir hale getirmek elzemdir. İkmaline [tamamlanmasına] başlanan bu iş henüz bitmemiştir. Kısa bir zaman zarfında Türkiye’nin bugün fiilen almış bulunduğu şekil kanunen de tespit edilecektir. Yakın bir atide [gelecekte] bu meseleye ait hükûmet teklifatı [teklifleri] Meclis’e arz edilecektir. Bu teklifatın [tekliflerin] bütün mevadı [maddeleri] Teşkilatı Esasiye Kanunu’nun inkişaf [gelişme] ve ikmaline [tamamlanmasına] ait bulunacaktır.
Bütün Avrupa ve Amerika’daki cumhuriyetler nasıl esas itibariyle yekdiğerinden ayrı değilse ve aralarındaki fark nasıl yalnız şekle ait bulunuyorsa, Türkiye’nin da bu cumhuriyetlerden farkı sırf bir şekil meselesidir. Diğer cumhuriyet usulüyle idare edilen memleketlerde olduğu gibi bizim de hâkimiyete malik [sahip] bir parlamentomuz vardır. Yalnız bizde Büyük Millet Meclisi hem teşri [kanun yapma] hem de icrai salahiyete maliktir [icra salahiyetine sahiptir]. Başka yerde olduğu gibi, bizde de vekiller kendi vekâletlerine ait işlerden mesuldürler. Başka yerlerde yeni Türkiye devleti icra vekillerinin Millet Meclisi elinde bir oyuncak olduğu zannediliyor; bu, hatadır. Vekillerin mesuliyetine ve vazifesine ait meselede, Teşkilatı Esasiye Kanunu’nda yapılacak tadilat ile [değişikliklerle] tespit edilmiş olacaktır. Netice itibariyle reisicumhurdan, reisi hükûmetten [hükûmet reisinden] ve mesul vekillerden müteşekkil bir hükûmet teşkil edeceğiz.
Yeni Türkiye’nin payitahtı meselesine gelince, bunun cevabı kendiliğinden zahir olur [ortaya çıkar]: Ankara, Türkiye Cumhuriyeti’nin payitahtıdır.
S[ual] – Avrupa’da, Türkiye’nin Avrupa’ya ve Garplılığa [Batılılığa] husumeti [düşmanlığı] bulunduğu fikri vardır. Türk matbuatında da bu nokta hakkında bir münakaşa açılmıştı. Bu münakaşada Garplılık müdafaa ediliyor veya aleyhinde bulunuluyordu. Bu hususta ne düşünülüyor?
C[evap] – Asırlardan beri düşmanlarımız Avrupa akvamı [milletleri] arasında Türklere karşı kin ve husumet [düşmanlık] fikirleri telkin etmişlerdir. Garp zihinlerine yerleşmiş olan bu fikirler, hususi [özel] bir zihniyet vücuda getirmişlerdir. Bu zihniyet hala her şeye ve bütün hadisata [hadiselere] rağmen mevcuttur. Ve Avrupa’da hala Türk’ün her türlü terakkiye [ilerlemeye] hasım [düşman] bir adam olduğu, manen ve fikren inkişafa [gelişmeye] gayr-i müstaid [kabiliyetsiz] bir adam olduğu zannedilmektedir. Bu, azim [büyük] bir hatadır. Cevabımı basitleştirmek için size şu misali serdedeceğim [vereceğim]: Farz ediniz ki, karşınızda iki adam var; bunlardan biri zengin ve emrine her türlü vesait muhya [vasıtalar hazır], diğeri de fakir ve elinde hiçbir vasıta mevcut değil. Bu vesait fıkdanından [vasıta yokluğundan] başka ikincinin manevi ruhu da diğerinden hiç farkı ve maduniyeti [geriliği] yoktur. İşte Avrupa ile Türkiye yekdiğerine karşı bu vaziyettedir. Bizi madun [geri] olmaya mahkûm bir kavim olarak tanımakla iktifa etmemiş [yetinmemiş] olan Garp, harabiyetimizi [haraplığımızı] tacil [çabuklaştırmak] için ne yapmak lazımsa yapmıştır. Garp ve Şark [Doğu] zihinlerinde yekdiğeriyle muarız [çatışan] iki prensip mevzu bahs [söz konusu] olduğu vakit, bunun en mühim menbaını [kaynağını] bulmak için Avrupa’ya bakmalı. İşte Avrupa’da mütemadiyen [devamlı] olarak mücadele ettiğimiz bu zihniyet mevcuttur.
İmparatorluk zamanında sultanın hükûmetleri Türk milletinin Avrupa ile temasına mani olmak için ellerinden geleni yapmışlar ve milletin arzu ve iradesinden uzak ve ayrı olarak icray-ı hükûmet [hükûmet icra] etmişler ve Türk milletini terakkiden [ilerlemeden] hariç bırakmışlardır.
Biz milliyetperverler gözleri açık adamlarız. Gözlerimizi her gün daha ziyade açmakta ve gerek dâhilde ve gerek hariçte olup biteni görüyoruz. Milletimizin mütemeddin [medeni] milletlerle temasını teshil etmek [kolaylaştırmak] menafimiz [menfaatlarımız] mukteziyatındandır [gereklerindendir].
Bu temasın, münasebetlerin yeniden tesisini yalnız arzu etmekle kalmıyoruz, onları inkişaf ettirmek [geliştirmek] için her şeyi yapıyoruz. Bu tavrımız, çok açık ve tartışmasız olarak, Türklerin zenofobisi [yabancı korkusu] bulunduğu şeklindeki yanlış zannı çürütmektedir.
Matbuatla milliyetperver Türkiye’nin ecnebi [yabancı] düşmanı olduğu ilan edilirse, büyük bir hata irtikâp edilmiş [işlenmiş] ve hakikaten mevcut olan şeyin aksi iddia edilmiş olur.
İkinci noktaya gelince, yani Türk matbuatında da Garplılık [Batılılık] ve Şarklılık [Doğululuk] münakaşası açıldığına gelince, matbuat, istediği bahiste istediği veçhile [şekilde] tefsiratta [yorumlarda] bulunabilir. Matbuat, hiçbir veçhile [şekilde] tahakküm ve nüfuza tabi tutulamaz. Benim bu hususta şahsi nokta-ı nazarım [görüşüm] şudur ki, muhafazakâr olan ve bu hususta yalnız olan Tevhidi Efkâr’ın karşısında Türk matbuatının kesreti [çoğunluğu] var. Bu matbuat Garplılaşmak [Batılılaşmak] veçhesini [yönünü] müdafaa ediyor. Tevhidi Efkâr’ın fikri bizim inkişafımızın [gelişmemizin] Garp usulünde vaki olmasını tadil edemez [değiştiremez]. Onun hareketi Garp matbuatına karşı aksülamel [tepki] diye telakki [kabul] edilebilir. O Garp matbuatı ki, ekseriyeti [çoğunluğu] mukaddema [başlangıçta] bizim aleyhimizde bulunuyordu. Vaki olan tebeddülata [değişikliklere] rağmen eski metotlarını değiştirmiyorlar.
S – Lozan sulhu [barışı] hakkındaki fikr-i devletlileri [devletlilerinin fikri]?
C – Lozan sulhu heyet-i umumiyesi [bütünü] itibariyle bizi tatmin ediyor. Biz bu muahedeye [antlaşmaya] tamamıyla riayet edeceğiz. Buna rağmen şunu söylemekten kendimizi men edemeyiz ki, daha taleplerimiz vardır ve bunların kuvveden [düşünceden] fiile çıktığını ahiren [son zamanda] Avrupa akvamının [milletlerinin] zihinlerinde vaki olan Türkiye’ye müsait yeni bir temayül [eğilim] vasıtasıyla görmek istiyoruz.
Muallak mesail [meseleler] için dostane tarz-ı tasfiyeler [çözüm tarzları] bulunacağını ümit etmek istiyoruz. Uzak bir atide [gelecekte] değil yakın bir istikbalde [gelecekte] şimdiye kadar halledilemeyen mesailin [meselelerin] kati hal şekline iktiran ettiğini [kavuştuğunu] görmek istiyoruz.
[Hâkimiyet-i Milliye, 27 Eylül 1923, No: 926, s. 1, sütun: 1-3;
Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt: 16 (1924), Kaynak Yayınları, İstanbul, 2005, s. 117-119]
Türk İstiklâl Mücadelesi
Büyük Âlim Ziya Gökalp’in Vefatı
Published
3 ay agoon
Ekim 25, 2024By
drkemalkocak[25 Ekim 1924]
Giriş
Türk sosyolojisinin kurucusu ve Türk milliyetçiliğinin en önemli düşünürlerinden biri olan Ziya GÖKALP [1], “bedenimin babası Ali Rıza Efendi, hislerimin babası Namık Kemal, fikirlerimin babası ise Ziya Gökalp’tir” sözünü sarf eden Mustafa Kemal ATATÜRK’ün en fazla etkilendiği kişiler arasında yer alır.
Vefatının 100. yıldönümünde Ziya Gökalp’i minnet ve rahmetle anarım. Bu münasebetle başta Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK olmak üzere Türk milleti, vatanı ve devleti uğrunda hizmet eden bilim, kültür, sanat, devlet, asker ve siyaset adamları ile Türk Mehmetçiklerinden bu dünyadan göç edenlere rahmet, hayatta olanlara sağlık, mutluluk ve başarılar dilerim.
Hafızalarımızı tazeleyip zihin jimnastiği yapmak amacıyla GÖKALP’in vefatının ertesi günü [Hâkimiyet-i Milliye, 26 Teşrinievvel 1924, No: 1256, s. 1, sütun: 2-3]’te yayımlanan “Hamdullah Suphi [TANRIÖVER],” ve “Ziya Gökalp Büyük Âlim Ziya Gökalp’in Ziyaı” başlıklı haber metinleri Osmanlı Türkçesi’nden çevrim yazı olarak aşağıda sunulmuştur.
***
ZİYA GÖKALP
“Ne elim bir haberle dilhunuz [içimiz kan ağlıyor]. Türk milliyetperverleri bir baş, hakiki bir mürşit kaybettiler. Türkçülük mefkûresinin bir meşalesi olan bu asil zekâ, kendi izinde yürüyecek binlerce muakkip [takipçi] bıraktı. Onun Türk tarihini, Türk içtimaiyatını, Türk harsını aydınlatan tahlil ve tasnif kuvveti, asırlardır ruhumuzda biriken karanlıkları derece derece eritmişti. Geçtiği yol evvelce bir izdi, şimdi bir şehrahtır [ana yoldur]. Türk vatanı en aziz evladından birini kaybetmekle taziye edilmek lazım gelen bir felakete uğradı. Ziya Gökalp’in hatırası önünde başlarımızı eğdiğimiz bu acı dakikalarda, tesellimiz odur ki, onun ufkumuzda dalgalandırdığı manevi bayrağı yere düşürmeyecek bir gençlik; memleketin her köşesinde bu imanın mahfuziyeti [korunması] için ayakta silahlanmış duruyor.” [2]
Hamdullah Suphi [TANRIÖVER]
***
BÜYÜK ÂLİM ZİYA GÖKALP’İN ZİYAI
Diyarbakır Mebus-ı Muhteremi; çok kıymetli eserlerini Türklüğe ve gençliğe hatıra bırakarak aramızdan ebediyen ayrılmıştır
Reisicumhurumuz ve İsmet Paşa hazeratı birer telgrafla merhum müşarünileyhin [adı geçenin] ailesine teessürlerini [üzüntülerini] iblağ buyurmuşlardır [bildirmişlerdir]. Bir Ziya Gökalp Cemiyeti teşkil edilmiştir.
***
Bir müddetten beri rahatsız bulunan ve son günlerde hastalığının şiddetlenmesi dolayısıyla hastahaneye nakledilen Diyarbakır Mebusu Ziya Gökalp Bey üstadımız dün [25 Ekim 1924] sabaha karşı irtihal-i dar-ı beka [ahirete göç] eylemiş ve bu müellim [elem veren] haber şehrimizde birden bire şayi olarak [duyularak] umumi ve derin bir teessürle [keder ve üzüntüyle] karşılanmıştır.
Reisicumhur Gazi Paşa Hazretleriyle Başvekil ve Hariciye Vekili İsmet Paşa Hazretleri merhum müşarünileyhin ailesine birer taziye telgrafı çekmek suretiyle teessürlerini iblağ buyurdukları gibi hükumet tarafından lazım gelenlere cenaze merasiminin pek mutantan bir surette icrası için de emirler verilmiştir.
İstanbul’da icra edilecek olan cenaze merasiminde Türkiye Büyük Millet Meclisi namına orada bulunan İkinci Reis Vekili Şarkikarahisar Mebusu Ali Sururi Bey hazır bulunacaktır. Merhum müşarünileyhin ailesine bu devreye ait olan tahsisatın kâmilen verilmesi ve ayrıca hidmet-i vataniye [vatana hizmet] tertibinden maaş tahsisi takarrür etmiştir [kararlaştırılmıştır]. Müdafaa-i Milliye Vekili Kazım Paşa Hazretleri ordu namına, beyan-ı taziyet edilmesini Üçüncü Kolordu Kumandanlığına ve Maarif Vekili Vasıf Bey Efendi de cenaze merasiminin icra edildiği gün bütün mekteplerin kapatılmasını ve bilumum muallimlerle talebelerin merasime iştirak etmelerini İstanbul’daki memurin-i aidesine emreylemişlerdir.
Vasıf Bey Efendi merhumun ailesine çektikleri telgrafta; kendisiyle beraber bilumum muallimlerin muhtaç-ı taziye ve teselliye bir halde olduklarını ve merhumun hatırasının gençlik için kuvvetli bir menba-ı ilham [ilham kaynağı] olacağını ve bir arzuları varsa muhatap olmak istediğini bildirmiş ve ayrıca Muallimler Birliği, Türk Ocakları Heyet-i Merkeziyelerince telgrafla beyan-ı tessesür ve arz-ı taziyet olunmuştur.
Dün gece Ankara’da Türkçülük Cereyanının maruf simaları, mebuslar ve Türkçü gençler bir içtima akdederek [toplantı yaparak] bir “Ziya Gökalp Cemiyeti” tesis etmişlerdir. Cemiyetin Birinci Reisliğine Sinop Mebusu sabık Sıhhiye Vekili Doktor Ziya Nur Bey, İkinci Reisliğine Zonguldak Mebusu Ragıp beyler bil ittifak intihap edilmişlerdir [seçilmişlerdir]. Cemiyet Ziya Gökalp Beyin bütün Türk şehirlerindeki muhiplerinden ve talebesinden taazzuv edecektir [meydana gelecektir]. Cemiyetin programı ve gayesi; Ziya Gökalp Beyin kitaplarının tabı [basımı], yazılarının ve hatıralarının cemi [toplanması] ve ihtifallerinin [törenlerinin] tertibi olacaktır.
Diğer taraftan “Türk Ocakları Merkez Heyeti ve Hars Heyeti” ve “Ziya Gökalp Cemiyeti” şu suretle derin teessürlerini ve hissiyat-ı taziyetkaranelerini ifade etmektedirler:
“Türklüğe ve Türk Ocaklarına ifa ettiği layemut [ölmez] hidmetler ile kalbimizde ebediyen yaşayacak bir minnet ve şükran hatırası bırakmış olan büyük âlim ve rehber Ziya Gökalp’in vefatı dolayısıyla Türk milletine en samimi taziyetlerimizi ve memleketin umumi kederine bütün mevcudiyetimizle iştirak ettiğimizi beyan ederiz.”
Anadolu Ajansı da şu satırlarla teessürlerini bildirmektedir:
“Türk vatanı en büyük ilim adamını kaybetti. Milli Mücadelenin ruhu ve istinatgâhı olan milliyet fikirlerini neşretmek hususunda Ziya Gökalp Beyin ifa ettiği hidmetler Türk milletinin kalbinde ebedi bir minnet bırakmıştır. Anadolu Ajansı bu büyük ziya [kayıp] karşısında duyduğu derin teessürleri beyan ve Türk milletini bütün ruhuyla taziye eder [başsağlığı diler].”
Üstadın son hayatına ait ajans tarafından verilen malumat ber-vech-i atidir [aşağıdadır]:
Ajans ve matbuat mensubini [mensupları] namına üstat Ziya Gökalp Beyi 23 Teşirinievvel’de [23 Ekim 1924] ziyaret eden Anadolu Ajansının İstanbul mümessili [temsilcisi] Edhem Hidayet Bey o günkü tarihle şu telgrafı ajansa göndermiştir:
“İstanbul: 23 [Ekim 1924] (A. A.)-Ziya Gökalp Beye gittim. Çok dalgın, etrafındakileri tanıyamaz bir halde idi. Hiçbir şey söyleyemiyor ve ızdırap alameti gösteriyordu. Dünkü konsültasyon neticesinde kati olmamak üzere dimağında iltihap olduğu teşhis edildiğini ve doktorların ümitvar bulunmadığını biraderi Nihad Bey ifade etti. Kemal-i teessürle arz ederim.”
Anadolu Ajansının üstadın hastalığına ve irtihaline dair müteakip telgrafları da ber-vech-i atidir [aşağıdadır]:
İstanbul: 24 [Ekim 1924] (A. A.)-Ziya Gökalp Beyin vaziyet-i sıhhiyesine [sağlık durumuna] dair bu akşamki tabip raporu ber-vech-i atidir:
“Hastanın ahval-i umumiyesi git gide kesb-i vahamet ediyor. Hastalık süratle seyrini takip ediyor. Ziya Bey artık etrafındakileri tanımıyor. Kalp mukavemet ediyor. Hastalığın vahameti bütün kuvvetiyle bakidir.” [2]
DİP NOTLAR
[1] https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/bilgi/ziya-gokalp-1876-1924/
[2] Hâkimiyet-i Milliye, 26 Teşrinievvel 1924, No: 1256, s. 1, sütun: 2-3
Saltanatın Kaldırılmasına Dair Türkiye Büyük Millet Meclisinin Genel Kurul Kararı
Mustafa Kemal Paşa’nın Neue Freie Presse Muhabirine Cumhuriyet Hakkında Beyanatı [Demeci]
Büyük Âlim Ziya Gökalp’in Vefatı
En Çok Okunanlar
- Türkler ve Zaferleri2 yıl ago
Anafartalar Kumandanı Mustafa Kemal ile Mülakat [Görüşme] (1)
- Maarifimizde İstikamet2 yıl ago
AİLE KUCAĞINDA VATAN TERBİYESİ
- Türk Tarihi3 yıl ago
6 EKİM İSTANBUL’UN KURTULUŞ GÜNÜ
- Türk İstiklâl Mücadelesi2 yıl ago
LOZAN BARIŞ ANTLAŞMASI
- Tarihi Toplantılar3 yıl ago
İSTİKLÂL MARŞI’NIN YAZILIŞI ve MİLLÎ MARŞ OLARAK KABULÜ
- Mustafa Kemal Atatürk3 yıl ago
GAZİ MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN KONYA TÜRK OCAĞI’NDA YAPTIĞI KONUŞMA
- Türk İstiklâl Mücadelesi2 yıl ago
Mustafa Kemal Paşa’nın Sivas Kongresi’ni Açış Konuşması (4 Eylül 1919)
- Maarifimizde İstikamet3 yıl ago
1998 İLKÖĞRETİM SOSYAL BİLGİLER DERSİ ÖĞRETİM PROGRAMI 6’NCI SINIF TÜRKİYE TARİHİ ÜNİTESİ AMAÇLARININ KAZANILMIŞLIK DÜZEYİ (Kastamonu Örneği)