Connect with us

Türk İstiklâl Mücadelesi

Mustafa Kemal Paşa ve Temsil Heyeti’nin Sivas’tan Ankara’ya Gelişi (27 Aralık 1919) (1)

Published

on

GİRİŞ

27 Aralık 2022. Mustafa Kemal Paşa ve Temsil Heyeti üyelerinin Sivas’tan Ankara’ya gelişinin 103. yıl dönümüdür. Mustafa Kemal ve Temsil Heyeti üyelerinin gelişi ile Ankara, “Millî Mücadele“nin ve “Türk İnkılâbı“nın merkezi olmuştur.

Türk İstiklâl Harbi ve Türk İnkılâbı“nı gerçekleştiren başta merhum Gazi Mareşal Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere silâh arkadaşlarını, şehitlerimizi rahmet ve minnetle anar, gazilerimize sağlık ve mutluluklar dilerim.

Mustafa Kemal Paşa ve Temsil Heyeti, siyasî gelişmeleri yakından takip etmek ve yönetmek için batıdaki bir şehri merkez yapmak istemektedir. Bu sebeple konu, 16-28 Kasım 1919 tarihleri arasında Sivas’ta yapılan “Komutanlar Toplantısı”nda tartışılmış; Ankara, Konya ve Eskişehir üzerinde durulmuş, neticede İstanbul’a bir demiryolu ile bağlantısı bulunan ve millî teşkilâtı kuvvetli olan Ankara, merkez için en uygun şehir olarak kabul edilmiştir.

Mustafa Kemal Paşa ve Temsil Heyeti, Sivas Lisesi önünde toplanan binlerce atlı, arabalı ve yayadan meydana gelen Sivas halkının coşkun sevgi gösterileri arasında üç otomobilden ibaret bir konvoyla 18 Aralık 1919’da hareket etmek suretiyle Ankara yolculuğuna başlamıştır.

Mustafa Kemal Paşa ve Temsil Heyeti üyelerinin; Sivas-Kayseri-Mucur-Hacıbektaş-Mucur-Kırşehir-Kaman-Beynam güzergâhından Ankara’ya gelişleri hakkındaki metin; “Tarihsel metinlerin en belirleyici özelliklerinden biri de tarihi olayları inandırıcı bir şekilde yeniden düzene koymasıdır. Bunun da ötesinde tarihsel metinler; tarihin akışı içindeki insanların eğilimlerini, karşılaştıkları sorunları, yaşadıkları karmaşık dünyayı açıklama gücüne sahiptirler. Öykü, biyografi, otobiyografi ve benzeri tarihsel metinleri anlamak için öğrenciler, zihinlerinde canlandırarak okuma yeteneğini geliştirmelidir. Bunu yaparken birey ve grupların; niyetlerini, eğilimlerini, değer yargılarını, fikirlerini, umutlarını, şüphelerini, kararlarını, güçlü ve zayıf yanlarını göz önüne almalıdır.

 Tarihsel metinleri kavramak; ayrıca öğrencilerin tarihsel yaklaşım edinmelerini yani geçmişteki olayları dönemin şartları ve kavramlarıyla bu geçmişi yaşayanların bakış açılarından inceleyebilmelerini gerektirir. Bunun için öğrenciler geçmişe ait buluntuları, belgeleri, günlükleri, mektupları, sanat eserlerini, edebi ürünleri vb. kaynakları incelerken, geçmişi bugünün kavram ve normlarıyla değerlendirmekten kaçınmayı öğrenmeli, olayların meydana geldiği tarihsel bağlamı göz önünde bulundurmalıdırlar. Ayrıca bu önemli kazanımların ötesinde, öğrenciler tarihsel olayları yeniden açıklayan veya yorumlayan anlatıları da kavrayacak becerileri geliştirmeli ve tarihsel akış içinde etkili olmuş güçler arasındaki ilişkiyi ve bu güçlerin olayların gidişatını nasıl etkilediğini analiz edebilmelidir.” biçiminde tanımlanan “Tarihsel Kavrama Becerisi”nin kazanılmasına ve geliştirilmesine katkıda bulunmak amacıyla aşağıda sunulmuştur.

MUSTAFA KEMAL PAŞA ve TEMSİL HEYETİ’NİN SİVAS’TAN ANKARA’YA YOLCULUĞU

18 Aralık 1919 Perşembe günü sabahı… Hava çok soğuk, her yer karla örtülü ve kar yağışı sürüp gitmektedir. Buna rağmen, bütün Sivaslılar, coşkun sevgi gösterileri içinde, sokaklara dökülmüş, yolları doldurmuş, lisenin önünde toplanmışlardı. Mustafa Kemal Paşa, bu göz yaşartıcı eşsiz sevgi taşkınlığı içinde Sivas’tan ayrılıyor, Köprübaşı’nda vatansever Sivaslılarla son ayrılık görüşmesini yaparak, beraberinde birkaç yakın arkadaşı, üç Heyet-i Temsiliye üyesi ve maiyeti olduğu halde, ikisi dolma tekerlekli üç açık otomobil ile ve kar yağışı altında Ankara’ya doğru yola çıkıyor.

Sivas Valisi Reşit Paşa, usul gereğince, olayı bir telgrafla Dâhiliye Nezâreti’ne haber veriyor. Dâhiliye Nâzırı da, Sivas Valiliği’nden aldığı bilgiye dayanarak, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-ı Hukuk Cemiyeti Heyet-i Temsiliyesi’nin 18 Aralık 1919’da Sivas’tan Ankara’ya hareket etmiş olduğunu, bir yazıyla sadrazama bildiriyor.

Mustafa Kemal Paşa, Şarkışla’ya (Şehirkışla) gelince, buradan Sivas Valisi Reşit Paşa’ya çektiği telgrafta “… Sivas’ta hakkımızda göstermiş olduğunuz misafirperverliğe ve kıymettar yardımlarınıza bir kere daha minnettarlığımızı arz etmeyi vazife sayarak…” saygılarını bildirmiştir.

SİVAS VALİSİ REŞİT PAŞA’YA

(18 Aralık 1919)

Sivas Valisi Reşit Paşa Hazretlerine

Çıkış Yeri: Şehirkışla

Numarası: 154

Vilayetiniz sınırını geçerken, Sivas’ta hakkımızda göstermiş olduğunuz misafirperverliğe ve kıymettar yardımlarınıza bir kere daha minnettarlığımızı arz etmeyi vazife sayarak hepimiz ihtiramlarımızı takdim eyleriz.

18.12. [13]35 [1919]

Mustafa Kemal

 

Şarkışla’dan Anadolu ve Rumeli Müdafaa-ı Hukuk Cemiyeti Sivas Heyet-i Merkeziyesi’ne çektiği telgrafta; heyete selam ve saygılarını takdim etmiş, vatanın iyiliği ve milletin kurtuluş uğrundaki mücahedelerinde başarılar temenni etmiştir.

ŞEHİRKIŞLA’DAN SİVAS HEYETİ MERKEZİYESİ’NE

(18 Aralık 1919)

Sivas Heyeti Merkeziyesi’ne

Şehirkışla’dan:

Sivas bölgesini geçerken muhterem heyetinize selam ve ihtiramlarımızı takdim eder, vatanın iyiliği, milletin kurtuluşu uğrundaki mukaddes mücahedelerinizde muvaffakiyetler temenni eyleriz.

Heyeti Temsiliye namına

Mustafa Kemal

19 Aralık 1919 Cuma günü akşamüzeri, geç vakit Kayseri’ye varan Mustafa Kemal Paşa, bir haftadır yolunu gözleyen vatansever Kayserililer tarafından şehre bir buçuk saatlik mesafede karşılanıyor. Şehre kadar bütün yolu doldurmuş olan halk ve öğrenciler Mustafa Kemal Paşa’ya büyük sevgi gösterilerinde bulunuyor. Bu milli coşkunluk karşısında, şehre varmadan otomobilinden inen Mustafa Kemal Paşa halkı selamlıyor ve eşsiz sevgi gösterileri arasında şehre giriyor. Sivas kapısındaki İmam zade Reşit Ağa’nın konağına gidiyor. Halk sokaklarda fener alayı yaparken Mustafa Kemal Paşa, akşam yemeğini burada yiyor ve geceyi bu konakta geçiriyor.

20 Aralık 1919’da, başlarında Kızıklı Hacı Kasım Efendi olduğu halde Kayseri’nin din bilginleriyle görüşen Mustafa Kemal Paşa, vatansever Kayserililerden gördüğü gönül doyurucu karşılamaya cevap olarak duygularını dile getiren bir bildiri yayınlıyor.

Kayseri Muhterem Ahalisine

Anadolu’nun iktisadi hayatında ebedi bir yüksek mevkii olan Kayseri’nin Heyeti Temsiliye’ye açtığı samimiyet ve kardeşlik kucağı o kadar sıcak, o kadar gönül alıcı oldu ki, muhterem Kayserililere aleni bir minnet ve şükran lisanıyla hitap etmeye lüzum gördük. Kadın, erkek, çocuk bütün millet fertlerinin genel bir galeyan ve heyecan ile gösterdiği teveccüh ve samimiyet, Heyet-i Temsiliye’yi teşkil eden naçiz fertlerin şahısları itibariyle değil, asıl, yönelmiş olduğu mukaddes birlik gayesinde istisnasız her kalbin birleşmiş, her kuvvet ve şahsiyetin anlaşmış ve irtibat kurmuş bulunması sebebiyle pek kıymettar ve pek yüce bir mahiyettedir. Heyet etrafında her çehrede ve her Türk’ten taşan muhabbet ve samimiyet tufanı içinde, hayatını vakfetmiş olduğu mesainin milli emellere tamamen dayandığını görmekle bahtiyar ve memleketin bütünlüğünün yegâne koruyucusu ve milletin selametinin ve kurtuluşunun ilk ve son çaresi olan bu birlik devam ettikçe, geleceğin kayıpları telafi edeceğine mutlaka imkân bahşedeceğinden ümitvar oldu. Bu hissiyatla milli gayeye daha ziyade kuvvet ve metanetle yürümek için, milletin azim ve imanına dayandığını hissederek müteşekkir kaldı. Anadolu’nun kalpten heyecanına, bu seyahatimizin ilk merhalesinde, Kayseri’de temas ettik. Bu temasın bıraktığı hürmet ve bağlılık hatırasını ve şahsen mütehassis olduğumuz kardeşlik ve nezaket eserlerinin yarattığı şükran hissini, ömrümüz oldukça muhafaza edeceğiz. Gayemize bağlılık şiddetinin yüreklerimize bahşettiği iftihar hissiyle seyahatimize devam ederken arkamızda, Anadolu’nun bütün vatanperverane çoşkusunu nefsinde en güzel temsil ve tecelli ettirmiş kuvvetli, zeki, muktedir ve samimi bir faaliyet merkezi mevcut olduğunu daima düşünerek iftihar edeceğiz.

Bu hissiyatı ve bu iftihar hislerini bize hissettirdiğinizden dolayı Kayseri’nin muhterem ahalisine teşekkürlerimizi alenen takdim ve gayeye yönelik çalışmalarda daima kalben birleşmiş olarak veda arz ederiz.

Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti

Heyeti Temsiliyesi namına

Mustafa Kemal

Aynı gün, Burdur Askerlik Şubesi Başkanı, milli mücadeleci İsmail Bey’den bir telgraf alıyor. Bu telgrafta; Isparta, Burdur, Antalya halkının yorgun ve güçsüz görünmekle beraber, milli bağımsızlığın korunması uğrunda her fedakârlığa hazır bulunduğu, fakat halkın henüz gereği gibi teşkilatlanmadığı, işgal kuvvetlerinin (İtalyanların) halka bazı kolaylıklar göstermesinin Antalya ve Burdur bölgelerinde içtimai ve fikri bunalımlara sebep olduğu, milli mücadele çabalarının sadece Aydın Cephesi’ne para ve gönüllü göndermekten ibaret kaldığı, il ve ilçelerdeki milli kuruluşlara, doğru yolu gösterici ve bunu uygulayıcı çalışma kolları ekleyerek ve bildiriler yayınlayarak özellikle köylüleri aydınlatmak ve milli birliğe yöneltmek gerektiği anlatılmaktaydı. Mustafa Kemal Paşa bu konu üzerinde önemle durmuş ve Ankara’ya varınca yayınladığı bir bildiriyle bu noktaya dikkati çekmiştir.

Kayseri’de bir gece daha kalan Mustafa Kemal Paşa, aynı coşkun sevgi gösterileriyle uğurlanmıştır.

 21 Aralık 1919 günü akşamı Mustafa Kemal Paşa Mucur’dadır. Apansız geldiği Mucur’da hükümet konağının önünde karşılanır ve hükümet konağının emrine tahsis edilmiş olduğu kendisine bildirilir. Mustafa Kemal Paşa hemen kasaba ileri gelenlerini toplatır, gece onlarla vatan ve millet meselelerini görüşür ve geceyi Mucur’da geçirerek ertesi gün Hacıbektaş’a doğru yola çıkar.

22 Aralık 1919 Pazartesi günü Hacıbektaş kasabası yakınındaki bir çiftlikte öğle yemeğini yiyen Mustafa Kemal Paşa, bir arabayla buraya kadar gelen Salih Niyazi Baba tarafından karşılanıyor, onun arabasına binerek kasabaya geliyor ve Hacı Bektaş Veli Tekkesi Çelebisi Cemalettin Efendi’nin “saray” denen konağına gidiyor. Derhal misafir odasına alınıyor. Birkaç dakika sonra da Çelebi Cemalettin Efendi odaya gelip Mustafa Kemal Paşa’ya “Hoş geldiniz” diyor.

Mustafa Kemal Paşa, Çelebi Cemalettin Efendi’nin evine misafir oluyor. Beraber yemek yiyor ve bu arada vatan ve millet meselelerini görüşüyorlar. Sonunda, fikir birliğine varılıyor ve Çelebi Cemalettin Efendi, milli harekete katıldığını, Kuvayı Milliyeciliği kabullendiğini, hemen kendi adamlarına gerekli emri vereceğini bildiriyor.

Mustafa Kemal Paşa, 22/23 Aralık 1919 gecesini Çelebi Cemaleddin Efendi’nin konağında geçiriyor. Ertesi günün öğle yemeğinde Şeyh Salih Niyazi Baba’nın misafiri oluyor ve yemekten sonra Hacı Bektaş Veli’nin türbesi ziyaret ediliyor. Akşam üzeri Hacıbektaş’tan ayrılıyor, yine Mucur’a geliyor, 23/24 Aralık 1919 gecesini de Mucur’da geçiriyor.

24 Aralık 1919 Çarşamba günü öğle vakti Mustafa Kemal Paşa Kırşehir’dedir. Kurbanlar kesip büyük sevgi gösterilerinde bulunan vatansever Kırşehirliler, Mustafa Kemal Paşa’yı doğruca Kırşehir Gençlik Derneği’ne götürdüler. Kırşehir gençliğinin kendi kendine teşkilâtlanmış olmasından memnunluk duyan ve duygulanan Mustafa Kemal Paşa burada bir konuşma yapıyor ve bu konuşmasında her şeyi ve özellikle teşkilâtlanmayı yukarıdan, hükümetten beklemenin doğru olmadığını, nitekim musibetlerle uyanan milletin de kendi kendine teşkilatlanma yoluna girdiğini, milli kuruluşların hareket noktalarının “kuvayı milliyeyi amil, iradei milliyeyi hâkim kılmak” olduğunu, bağımsız yaşayabilmek için çizilen sınırlar içinde yabancı bırakmamak gerektiğini, milli kuruluşlara ruh kazandırabilmek için milletin her bireyinin düşünce hayatını geliştirmek mecburiyetinde bulunduğunu, böylece milletin tek bir varlık haline getirilebileceğini, bu konuda aydınlara çok iş düştüğünü, ancak aydınların sadece halka milli birlik düşüncesini aşılamakla görevlerinin bitmediğini, başka milletlere karşı varlığımızı koruyabilme tedbirlerinin de alınması gerektiğini anlatıyor:

 MUSTAFA KEMAL’İN KIRŞEHİR GENÇLER DERNEĞİNDEKİ HİTABESİ

 (24 Aralık 1919)

Milletimiz teşkilât fikrini henüz zihnine sokmamıştır. Ekseriya bunu hükûmete terk eder. Bu, milletimizin öteden beri itiyat [adet edinme, alışkanlık] ettiği bir ahlâktır. Büyüklere hürmet, iyi bir ahlâktır. Fakat zaman, hadisat [hadiseler, olaylar]  ve tecarüb [tecrübeler]  gösterdi ki bizatihi [kendiliğinden] milletin mütehassıs ve mütefekkir olması lazım. Her ne şekilde ve vasıfta olursa olsun ahara [başkasına]  terk etmemek lâzımdır, ederse bugünkü netice hâsıl olur.

Nazarımızı [bakışlarımızı] tarihe çevirecek olursak, millet derecei hâkimiyetinden [hâkimiyet derecesinden] aşağı doğru inmeğe başlamıştır. Fakat düşününüz! Milletimizin her ferdi mütefekkir ve mütehassıs bir tarzda yetiştirilmiş olsaydı muhakkak bu hâle gelmeyecekti. Memleketi ve milletin idaresini deruhte etmiş [üstlenmiş]  olanlar, içtihadatında [görüşlerinde] hata etmiş olur, fakat bütün bu hataların netice-i müellimesinden [acı neticelerinden] millet mutazarrır olmuştur [zarar görmüştür].

Mütarekeyi müteakip [takiben]  milletimiz, teessüfle [kederlenerek, acıyarak, tasalanarak] söylenir, mukadderatının müsamahakârı [mukadderatına göz yuman]  bir halde bulunuyor, mevcudiyetimizi imhaya hahişkâr [istekli] olan düşmanlar, acı darbeler indiriyorlar, memleketimiz parçalanmaya namzet [aday] bulunuyordu. Şayanı teşekkürdür [teşekküre değerdir] ki, bazı ahval, haizi kıymet [kıymet sahibi] olan milletimizi teyakkuz ve intibaha [uyanışa]  getirdi. Yer yer efradı milletimiz [millet fertlerimiz], yekdiğerini aramaya, bulmaya başladı. Bunun neticesi olarak, teşkilât meydana geldi. Devletimizin istiklâlini mahvetmeye çalışan ecanib [yabancılar], milletimizden böyle bir ruhun tecelli edeceğine intizar etmiyorlardı [beklemiyorlardı]. Burada yaşayan insanları, hissiz mahlûktan ibaret zannediyorlardı. “Böyle bir milletin ihkak-ı bekası olamaz!” kararlarını ittihazda [almada], bir millet mevcudiyeti nazar-ı dikkate alınmadı, milletimizin hadisat [hadiseler, olaylar] ve darebat [darbeler] neticesi olarak yer yer taazzuv etmesine [şekillenmesine] ehemmiyet vermemişlerdir. Bu ehemmiyet verilmeyen parçaların, müdafaa etmek istedikleri ve verdikleri karar ve bütün milletin kabul ettiği nokta-i esasi [esas nokta]:

Kuvayı milliyenin amil [icracı], iradei milliyenin hâkim olmasıdır.

Ve bu teşkilâtın ruhu budur. Bu maksatla teşkilatı teşmile [yaymaya] başladığı zaman, ecanib [yabancılar] nazarı dikkatlerini Türkiye’ye çevirmeye başladı, mahiyeti asliyesine [asıl mahiyetine] inanamadı; muhtelif [çeşitli] memurlar, heyetler gönderdiler; bizde bir hissi hayat keşif [hayat hissi keşfettiler] ve onu yakından temas ile tetkike [incelemeye] başladılar. Ve binaenaleyh [neticede] anladılar ki, miskin bir millet değildir, altı yüz sene ve daha evvelden beri hâkimiyetini ispat etmiş, efendilik yapmış bir millet, onların tasavvur ettiği esir bir millet değildir. Binaenaleyh [Dolayısıyla] ecanip [yabancılar] tamamen kani olmalıdır ki; Türkiye ve Türkiye’de yaşayan millet, başlı başına bütün cihan milletleri içinde müessir [tesirli, etkili] bir mevcudiyete maliktir [sahiptir], bu izale edilemez [ortadan kaldırılamaz]. Elhamdülillah devletimiz ve milletimizin istiklali mevzuu bahsolmaktan [söz konusu olmaktan] çok uzaklaşmıştır. İstiklalimize her ne suretle hürmet edilmesi tahakkuk etmiştir. Bu bizim için kâfi değildir, bu maksat ve gayemizi temin edemez, maddeten takarrürünü [kararlaştırıldığını] görmek mecburiyetindeyiz. Tamamen mutmain [emin] olmak, atideki [grlrcrktrki] küşayiş [ferahlık] ve temeddünü [medenileşmeyi] bihakkın [hakkıyla] temin edebilmek için, vatan sahibi olarak görüşmeliyiz.

Müstakil yaşamak için feyizli [verimli] vatanın teminine muhtacız. Çizdiğimiz bir hudut vardır, bu hududu ecanibin [yabancıların] eline bırakmayacağız, emniyetimiz pek kavidir [kuvvetlidir].

Bu teşkilât henüz bir şekilden ibarettir, bugün yarın buna bir şekli hendesi [geometri] gibi bakamayız, buna ruh verebilmek için de her ferd-i milletimizin [milletimizin her ferdinin] dimağını inkişaf ettirmek [geliştirmek], heyet-i umumiyenin [herkesin] mukadderatına vuku bulacak taarruz ve tecavüzden kendilerini muhafaza edebilmek için, teşkilata müttehiden [birlikte] tevessül etmek [girişmek] lazımdır.

Vahdeti vatana [vatanın birliğine] ait fikirlerimiz kısa oluyor, diğer vatandaşlarımıza vuku bulacak zarardan müteessir olmuyoruz. Bütün millet bir vücut gibi bir hale getirilmelidir. Her millette olduğu gibi bizde de, bir işe müteşebbisler başlar, en son ferde ve yukarıya doğru sirayet ettirilir. Az zamanda matlup veçhile [talep olunduğu gibi] istikameti hakikiyeye [hakiki istikametine] sevk edebilmek için münevverler [aydınlar] daha çok vazifedardır [vazifelidir]. Münevverlerin vazifeleri gayet büyüktür. Hiç bir millet yoktur ki, ahlak esasatına [esaslarına] istinat etmeden [dayanmadan] tefeyyüz etsin [ilerlesin]. Münevverlerimiz vatan ve millet fikirlerini vermekle beraber, rakip milletlere karşı muhafazai mevcudiyeti [varlığını muhafaza] için lazım olan hususatı [hususları]temin ederlerse, vazifelerini daha vasi [geniş] surette ifa etmiş [yapmış] olurlar.

Daha sonra Mustafa Kemal Paşa, Emekli Subay Yusuf Bey’in evinden getirilen gaz lambasının ışığında Gençler Derneği’nin tüzüğünü alarak inceledikten sonra:

– Sevgili gençler, sizin gösterdiğiniz heyecanlı tavır ve hareketlerinizden çok mutlu olduk. Esaret tehlikesine düşen, hürriyet ve istiklalini elde etme hususundaki davamızın ruhuna inanmış olduğunuza kanaat getirerek tüzüğünüzün çizdiği esaslar cidden takdir edilir şekildedir. İlerde hepinizin şerefli başarılar yolcusu olduğunuzu görmekle iftihar ederiz” şeklinde dernek yöneticilerini duygulandıran ve mutlu eden ifadelerde bulunmuştur.

Mustafa Kemal Paşa, Kırşehir Gençler Derneği’ndeki bu takdir dolu ve anlamlı konuşmasından sonra, dernek yöneticileri tarafından getirilen hatıra defterine, o andaki duygu ve düşüncelerini yansıtan aşağıdaki metni yazarak Temsil Heyeti üyeleri ile birlikte imzalamıştır. Kırşehir gençliği ve Kırşehir halkı için bir iftihar vesilesi olan bu belgedeki sözler şöyledir:

Kırşehir gençliğinin, vatanımızda gençliğin kıymetli bir enmuzeci olduklarını isbat edecek efkâr-ı metine ve musîbe ile mütehallî bulundukları kanaati ile vaz-ı imza eyleriz.” [Kırşehir gençlerinin, ülkemiz gençliğinin değerli bir örneği olduklarını ispat edecek ve doğru görüşlerle donatılmış oldukları kanaati ile imzalarız.]

24 Kânunuevvel 1335 [24 Aralık 1919]

Hakkı Behiç

Alfred RüstemMazhar MüfitHüseyin Rauf

Mustafa Kemal

Kırşehir ileri gelenleri akşam yemeğini itinayla hazırlamışlardır. Ziyafete Mutasarrıf Ekrem Bey [Ankara Müdafaai Hukuk Cemiyeti kurucularından olup, sonra birçok yerde valilik yapacak olan Ankaralı Ekrem ENGÜR] ile birlikte gidiyor. O sırada vatansever Kırşehirliler, Mustafa Kemal Paşa şerefine, şehirde fener alayı gösterileri yapmaktadır. Bir ara, havanın çok soğuk olmasına rağmen, ziyafet verilen evin önünde toplanıp Mustafa Kemal Paşa’ya coşkun ve taşkın sevgi gösterilerinde bulunuyorlar. Bundan son derece duygulanan Mustafa Kemal Paşa, bir konuşma yapıyor ve bu konuşması sırasında şunları söylüyor:

“Bu milletin içinden çıkan bir Kemal:

Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini

Yok imiş kurtaracak bahtı kara mâderini

demiş. Yine bu milletin bağrından çıkan bir Kemal de:

Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini

Bulunur kurtaracak bahtı kara mâderini” diyor.

[Bu sözleri Büyük Millet Meclisi kürsüsünde de tekrarlanacaktır.]

Mustafa Kemal Paşa ve Temsil Heyeti üyeleri geceyi Kırşehir’de geçiriyor. 25 Aralık 1919 Perşembe günü, Kırşehir’den ayrılan Mustafa Kemal Paşa ve Heyet, Kaman bucağına geliyor ve bir gece de burada kalıyor.

26 Aralık 1919 Cuma günü, Kaman’dan yola çıkan Mustafa Kemal Paşa ve Heyet, akşam geç vakit, Beynam köyüne varıyor ve geceyi Muhtar Hasan Çavuş’un evinde geçiriyor.

Türk İstiklâl Mücadelesi

Mudanya Mütarekesi (11 Ekim 1922)

Published

on

Mudanya Mütarekesi, Türk milletinin 20. Yüzyılın emperyalist güçleri karşısındaki milli bir zaferidir. Türk ve Yunan ordusu arasındaki harbi sona erdirmiş olması bakımından, Türk İstiklal Harbi’nin en önemli safhalarından biridir. Mütareke, Devlet-i Aliyye-i Osmaniye’nin sonu anlamına gelen Mondros Mütarekesi’ni geçersiz kılmakla birlikte Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temelini atan Lozan Anlaşması’nın şartlarını hazırlamıştır.

Mudanya Mütarekesi’nde Türkiye’yi İsmet Paşa, İngiltere’yi General Harington (Heringtın), Fransa’yı General Charpy (Şarpi), İtalya’yı General Monbelli (Monbeli) temsil etmiştir. Yunanistan temsilcisi General Mazarakis, Mudanya’ya geldiği gemiden çıkmamış ve görüşlerini yazılı olarak bildirmiştir. Görüşmelere 3 Ekim 1922’de başlanmış, çetin pazarlıklar ve tartışmalar sonucunda 11 Ekim 1922’de Mudanya Mütarekesi imzalanmıştır.

Aşağıda, [Hâkimiyet-i Milliye, 13 Ekim 1922, No: 633, s. 1, sütun: 1-4]’te Osmanlı Türkçesi ile yayımlanan [Konferans Safahatına Dair Levhalar] başlıklı haber metni çevrim yazı olarak sunulmuştur. Görseller, metni açıklayıcı, tamamlayıcı ve destekleyici unsur olarak araştırmacı tarafından yerleştirilmiştir.

—***—

[Mudanya] Konferans Safahatına Dair Levhalar

İmza neden sabaha kadar gecikti?

Mükâleme-i memurinin getirdiği haber, yazı makinesi ile başlıyor

Mudanya: 11[Ekim 1922] (Muhabir-i mahsusamızın telgrafıdır)-Size bu telgrafımla Mudanya Konferansının imzaya müncer [hazır] olduğu geceki safahatı bildireceğim. Burada biz gazeteciler ve halk arasında pek büyük merakı mucip olan bu safahat ve bilhassa imzanın sabaha kadar uzaması herhalde Hâkimiyet karilerinde [okuyucularında] de aynı merakı uyandırmıştır. Filhakika [hakikaten] imza merasimi tam nısfı’l-leylide [gece yarısında] icra edilecekti. Fakat nısfı’l-leyli bir buçuk saat geçtiği halde müttefikin murahhasları [delegeleri] gemilerinden inmediler. Bunun üzerine bir mükâleme memuru giderek tehirin sebebini sual etmiştir. Vuku bulan mükâlemede bu tehirin Yunan murahhaslarının almış olduğu vaziyetten mütevellit bulunduğu anlaşılmıştır. Nısfı’l-leylile doğru İngiliz zırhlısında toplanmış olan üç müttefik hükumet generalleri nezdine Mazarakis ve Miralay Sarıyanis giderek imzaya karşı olan vaziyetlerini teşrih [şerh] eylemişlerdir. Yunanlıların ne vaziyet aldığı malumdur. Saat üçte General Harington karaya çıkmış ve birkaç dakika fasıla ile Fransız ve İtalyan generalleri gelmişlerdir. Bunun üzerine celse derhal küşat olunarak uzun bir protokol müsveddeleri kıraat edilmiş ve mutabık bulunduğu için tebyizine [beyaza çekilmesine] emir verilmiştir. İşte bu anda derin bir sükûtu yalnız yazı makinelerinin tıkırtıları ihlal ediyordu. Nebahat Hanım, Safvet Lütfullah beylerle daha iki zat bizim heyet-i murahhassanın protokollerini tebyiz ediyordu. İngiliz, Fransız heyetlerinden müfrez [ayrılmış] diğer beş zat da mukabil tarafın mukavelesini makineye geçiriyordu. Bu iş gecenin beşine kadar devam etti ve saat beşi çeyrek geçe teneffüs edilmek üzere celseye nihayet verildi.

Herkes memnun, mızıkalar çalıyor, hararetli musafahalar [el sıkışmalar, tokalaşmalar], bütün Mudanya ahalisi bu geceyi ayakta ve uykusuz geçirmiş ve müzakerenin olduğu binanın etrafını kesif bir halk tabakası doldurmuştur. General Harington bizzat sokak kapısına kadar inerek bandodan muhtelif havalar talep etmiş ve bütün istediği parçalar çalınınca bunları hayretler içinde dinlemiştir.

Herkes protokol müsveddelerinde mutabık kalındığını haber aldığı zaman artık imzanın merasim meselesinden başka bir şey olmadığını anlamıştı. Bu hal halk kadar bütün murahhasların çehrelerinde de görülüyordu. Bilhassa Franklin Buyyon Bey büyük bir meserret [sevinç] içinde idi. General Harington İsmet Paşa Hazretleriyle adeta kendisini kucaklarcasına mükerrer musafahalarda bulundu. General Şarpi aynı memnuniyeti izhar eyliyordu.  Bu sırada salonlarda fevkalade bir hareket, bir kaynaşma görülüyordu. Bilhassa gazetecilerin faaliyetini görmek insana hakiki bir zevk veriyor, Amerika muhabirlerinin dört yazı makinesi mütemadiyen işliyordu.  Artık kırk sekiz saatlik bütün yorgunluklar bu heyecan ve endişe içerisinde unutulmuş, tebyiz üç saat on üç dakikada kâmilen ikmal edilmişti.

Ben, Yunanlıların Protokolü Kabul Etmedikleri Manasını Çıkarıyorum! Hayır, Yunanlıların Ehemmiyeti Yok!

Şimdi saat yediye yirmi yedi var. (Bütün saatler İstanbul ayarıdır.) Herkes yeşil masanın etrafındaki yerlerinde ahz-ı mevki etmiş bulunuyorlar. Konferans Reisi İsmet Paşa Hazretlerinin önündeki çifte lamba dışardan gelen yeni müteharrik beyazlıklar arasında sarı lemalarla kıpırdıyor. İsmet Paşa’nın karşısında General Harington, İngiliz generalinin sağında General Monbelli, solunda diğerleri sırasıyla ahz-ı mevki etmişlerdi. İlk defa General Harington söz alarak Mazarakis ve Sarıyanis’in tahriri kuyıt itirazına serd ederek imzadan imtina eylediğini söyledi ve bu itiraznameyi okudu. Bunun üzerine İsmet Paşa pek ciddi bir tavır ve hareketle:

  • Bundan, ben Yunan murahhaslarının protokol münderacatını kabul etmedikleri manasını çıkarıyorum, dedi.

Buna General Harington:

  • Hayır! Yunanlıların bu hareketine imtina manası verilemez. Vesait-i muhabereleri karma karışık. Mamafih asıl imzaya salahiyettar murahhaslar General Mazarakis, Miralay Sarıyanis değil, Paris’te bulunan mümessilleridir. Üç güne kadar bütün imzaların hitam bulacağını temin ederim.

Bunun üzerine vapurda bulunan Yunan zabitlerinin konferansça hiçbir ehemmiyeti olmadığı şekli kabul olundu.  

Bütün Kalemler Mukavele Üstünde Gıcırdıyor! Harington da Tanışmayarak Geldik, Dost Olarak Gidiyoruz, Diyor

Saat yediye on yedi var. Bütün eller bir an içinde kalemlere ve hokkalara uzanıyor. İlk kalem gıcırtıları protokolün birinci sahifesine dört generalin imzalarını tespit etti. Protokolün her sahifesi ve sonu ayrı ayrı imzalandı. İmzalanan beş nüshadır. İmza muamelesi tam yediyi bir geçe hitam buldu. General Harington imzayı müteakip sarih, kısa ve yumuşak bir sesle bir nutuk irat eyledi ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükumetine, Başkumandan Paşa Hazretlerine, Konferans Reisi İsmet Paşaya, Erkan-ı Harbiye Reisimize ve Erkan-ı Harp umera ve zabitana ayrı ayrı teşekkürde bulundu ve sonra Türkiye halkına ve mümessillerine ve Mudanya şehrine ayrı ayrı teşekkür ederek:

  • Tanışmayarak geldik, dost olarak gidiyoruz ve bu hissi daima muhafaza edeceğiz, dedi.

İsmet Paşa Hazretleri General Harington’ın nutkuna kısa bir cevapla mukabele ederek, bu konferansın sulh-ı umumiye mukaddema olacağı ümidinde bulunduğunu söyledi.

General Harington konferans salonundan çıkarken etrafını alan gazetecilerin kendisine ne kadar muğber [gücenmiş, küskün] olduğunu anladığını gösteren bir tavırla beyan-ı itizar etti [özür diledi]. Bidayette matbuat müntesiplerinin konferansa girmemeleri için teşebbüsatta bulunduğunu itiraf,  fakat burada kendilerinden pek çok muavenetler gördüğünü ilave etti ve her birine ayrı ayrı ve mükerrer surette teşekkürde bulundu. Bu esnada salonlar hınca hınç dolu idi. Bilhassa Mösyö Fraklin Buyyon bir türlü yerinde duramıyor, izhar-ı meserret eyliyordu [sevinç gösteriyordu].

Mudanya’dan İnfikak [ayrılma]; Yunan Şilebi Galya Emniyet Edilmeyerek Muhafaza Altına Alınmış!

Avdet [dönüş]-Generaller aşağı indikleri zaman pek muntazam bir kıtaa-i askeriyemiz resm-i selamı ifa ediyor ve askeri mızıkalar terennümsaz oluyordu [terennüm ediyordu, şarkı söylüyordu]. Yediyi çeyrek geçe herkes vapurlarına çekilmiş bulunuyordu. Tam sekizde, başta İtalyan ve en sonra Yunan gemileri olduğu halde Mudanya tarihi konferansının bütün ecnebi murahhaslarını İstanbul’a doğru götürmeye başladılar. Bir müddet sonra İngiliz torpidolarından biri geriye dönerek Yunan şilebini önüne kattı ve bunu bir Fransız gemisi takip etti. [1]

—***—

Mudanya Zaferi Ve İstanbul’daki Tesirleri

İstanbul, 13 [Ekim 1922] (Muhabir-i mahsusamızın [özel muhabirimizin] telgrafıdır)-Mukavele-i askeriyenin imzası haberi İstanbul’da fevkalade bir meserret [sevinç] uyandırmış ve derhal her taraf donatılmıştır. Öyle ki İstanbul, ilk defa olarak baştanbaşa kırmızı-siyaha boyanmış ve ay-yıldıza kavuşmuş bulunuyordu. Bu sefer Bab-ı Ali de geçen seferki soğukluğunu bırakmış ve bütün devair-i resmiyenin [resmi dairelerin] tezyinini [süslenmesini] emretmiştir. Bundan başka, ikinci garip manzara Rumların da bu bayrama iştirak ederek bayrak çekmeleridir. Ecnebi müessesatı [yabancı kuruluşlar] da kendi bayraklarının yanına Türk sancağını çekmişlerdir. Gece muntazam bir fener alayı tertip edilmiştir.

Bütün gazeteler, sahifelerini Mudanya Konferansı’nın mesut neticelerine hasretmişlerdir [ayırmışlardır]. İstanbul matbuatı bunun Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükumetinin büyük siyasi zaferi olduğunu müttehiden beyan etmekte ve mukaddemat-ı sulhiyeye [barışın başlangıcına] esas demek olan bu mukavelenin, sulh konferansındaki muvaffakiyetlerimizin derecesini bile göstermekte olduğunu söylemektedirler.

Bu zaferi Beyoğlu Yunan matbuatı da saklamamakta ve Türklerin tam bir vatanperver olarak bu neticeleri elde ettiklerini söylemektedirler. Bilhassa (Pronodos) gazetesi şu şayan-ı dikkat cümleleri yazmaktadır:

Türkler ne kadar icray-ı şadmani eyleseler [sevinirlerse sevinsinler], o kadar haklıdırlar, çünkü bugün milli emellerini tamamıyla tahakkuk ettirmişler ve herkesin bir daha yerinden kalkmamak üzere gömdüğünü zannettikleri Türkiye’yi diriltmişlerdir. Türklerin son senelerde gösterdikleri eser-i rüşt her millet için bir numune-i imtisaldir. Bu son senelerde her şeyden istifadeyi bilmişlerdir. Yunanlılar ise ancak Yunanlılığın mahvına çalışmışlar, Türklerin ise yegâne düşüncesi Türklüğün ihyası olmuştur.” [2]  

DİPNOTLAR

[1] Hâkimiyet-i Milliye, 13 Teşrinievvel [Ekim] 1922, No: 633, s. 1, sütun: 1-4

[2] Hâkimiyet-i Milliye, 15 Teşrinievvel [Ekim]1922, No: 634, s. 1, sütun: 1-2

Continue Reading

Türk İstiklâl Mücadelesi

Gençliğe Hitabe’nin Dil, Tarih ve Coğrafya ile İlişkisi

Published

on

Özet

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün 15-20 Ekim 1927’de Cumhuriyet Halk Fırkası’nın ikinci kurultayında okuduğu Gençliğe Hitabe, Cumhuriyet’in temel değerlerini gelecek nesillere aktaran bir “milli vasiyet” niteliğindedir. Bu çalışmada, Hitabe’nin dil, tarih ve coğrafya boyutları üzerinden incelenmesi amaçlanmaktadır.

Anahtar Kelimeler: Atatürk, Gençliğe Hitabe, Dil, Tarih, Coğrafya, Kolektif Hafıza, Milli Kimlik

Giriş

Gençliğe Hitabe, Türk milli kimliğinin inşasında dil, tarih ve coğrafyanın nasıl bir bütünlük oluşturduğunu gözler önüne seren temel bir belgedir. Atatürk’ün hitabesi, geçmişin acı tecrübelerinden hareketle geleceğe dair bir bilinç ve görev yüklemesi yapmaktadır. [1]

I. Dil ve Gençliğe Hitabe

1.1. Dilin Sadeleşmesi

Cumhuriyet’in ilk yıllarında dil, milli kimliğin en önemli unsuru kabul edilmiştir. Osmanlı’nın Arapça-Farsça karışımı karmaşık dilinden uzaklaşılarak, herkesin anlayabileceği sade bir Türkçe benimsenmiştir. [2]

1.2. Retorik ve Söylem

Ey Türk gençliği!” ifadesi, Türkçe’nin en yalın ve en güçlü hitap biçimidir. Emir kipleriyle kurulan cümleler — “müdafaa edeceksin”, “düşünmeyeceksin” — dilin buyurucu gücünü ortaya koymaktadır. Bu söylem, yalnızca gençlere değil, bütün millete yönelik bir bilinç uyandırmayı amaçlamaktadır. [3]

1.3. Dilin Kolektif Hafızaya Etkisi

Türkçe’nin sade kullanımı, metni kuşaklar boyu aktarılabilir hale getirmiştir. Böylece dil, toplum hafızasının canlı kalmasını sağlayan bir araç olmuştur. [4]

II. Tarih ve Gençliğe Hitabe

2.1. Tarihi Arka Plan

Hitabenin temelinde Mondros Mütarekesi (30.10.1918), Sevr Antlaşması (10.08.1920) ve Türk İstiklal Harbi (19.05.1919–11.10.1922) deneyimleri vardır.[5] Atatürk, bu tarihi tecrübeleri, gelecekte benzer tehditlerin yaşanabileceğine dair bir uyarı olarak kullanmıştır.

2.2. Tarihten Çıkarılan Dersler

  • İç Tehditler: “Dâhilî bedhahlar” ifadesi, işgal yıllarındaki işbirlikçi unsurları çağrıştırır. [6]
  • Dış Tehditler: “İktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler” sözü, emperyalist müdahalelerin sürekliliğine işaret eder.[7]
  • Milli Mücadele Hafızası: “İmkân ve şeraitin çok namüsait olduğu bir zamanda” bağımsızlığın kazanılması, milli hafızanın temel derslerinden biridir.[8]

2.3. Tarihin Geleceğe Taşınması

Hitabe, yalnızca geçmişi hatırlatmaz; aynı zamanda geleceğe yönelik bir görev ve sorumluluk bırakır. Bu yönüyle tarih, milli bilincin daima canlı tutulmasını sağlayan bir rehber görevi üstlenir.[9]

III. Coğrafya ve Gençliğe Hitabe

3.1. Türkiye’nin Stratejik Konumu

Türkiye, üç kıtanın kesişim noktasında yer alması sebebiyle tarih boyunca istilalara maruz kalmıştır. Bu konum, milli hafızada sürekli bir teyakkuz hali yaratmıştır.[10]

3.2. Vatan Toprağı ve Kutsallık

İstiklâl ve Cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen” ifadesi, yalnızca siyasi rejimi değil, aynı zamanda vatan toprağını da koruma sorumluluğunu yükler. [11]

3.3. İç ve Dış Tehlikeler

Memleketin dâhilinde” vurgusu, hem dış tehditleri hem de içteki parçalanma risklerini kapsamaktadır. Bu durum, coğrafyanın milli kimlikle özdeşleşmesini sağlamıştır. [12]

IV. Dil, Tarih ve Coğrafyanın Kolektif Hafıza ile İlişkisi

4.1. Unsurların Birleşimi

  • Dil: Birleştirici unsur.
  • Tarih: Uyarıcı hafıza.
  • Coğrafya: Aidiyetin mekânı.

4.2. Milli Kimlik ve Süreklilik

Gençliğe Hitabe, dil, tarih ve coğrafyayı bir araya getirerek milli kimliği gelecek kuşaklara taşımayı amaçlamaktadır.

Sonuç

Gençliğe Hitabe, dilin birleştirici gücü, tarihin öğretici yönü ve coğrafyanın kutsallığıyla Türk milli bilincini pekiştiren bir metindir. Atatürk, bu hitabeyle gelecek nesillere yalnızca bir öğüt değil, aynı zamanda bir görev ve sorumluluk da bırakmıştır.

Dipnotlar

[1] Kemal Atatürk, Nutuk, Cilt: II 1920-1927, M. E. B. Devlet Kitapları, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1969, s. 897-898

[2] Nihad Sami Banarlı, Türkçenin Sırları, Kubbealtı Yayınları, İstanbul, 1972, s. 15–18.

[3]   Kemal Atatürk, Nutuk, s. 897.

[4]  Berna Moran, Türk Dili ve Edebiyatı Üzerine Makaleler, İletişim Yayınları, İstanbul, 1990, s. 42.

[5] Sina Akşin, Kurtuluş Savaşı Kronolojisi, İmge Kitabevi, Ankara, 1992, s. 27–34.

[6] Kemal Atatürk, Nutuk, s. 897.

[7] Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, çev. Metin Kıratlı, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1961, s. 202.

[8] Kemal Atatürk, Nutuk, s. 898.

[9] Erik J. Zürcher, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, İletişim Yayınları, İstanbul, 2003, s. 145.

[10] Halil İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu Klasik Çağ (1300–1600), Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2004, s. 13–15.

[11] Kemal Atatürk, Nutuk, s. 897.

[12] Zürcher, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, s. 147.

Continue Reading

Özel Günler ve Anlamları

26 Eylül Türk Dil Bayramı: Tarihî Arka Planı, Atatürk’ün Dil Politikaları ve Günümüze Yansımaları

Published

on

Giriş

26 Eylül, Türk Dil Bayramı olarak Türkiye’de her yıl kutlanan önemli bir kültürel tarihtir. Kökenini 1932 yılında toplanan Birinci Türk Dil Kurultayı’ndan alan bu gün, Türk Dil Kurumu’nun kuruluşuna işaret etmekte ve Cumhuriyet’in kültür politikaları arasında dil inkılabının oynadığı merkezi rolü simgelemektedir.

Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında dil, modernleşme ve millet-devlet inşasının merkezî unsurlarından biri olarak değerlendirilmiştir. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde gerçekleştirilen dil inkılabı, yalnızca alfabe değişikliğiyle sınırlı kalmamış, Türkçenin yabancı unsurlardan arındırılması ve halkın konuştuğu dil ile yazı dili arasındaki mesafenin kapatılması hedeflenmiştir. 26 Eylül 1932’de Dolmabahçe Sarayı’nda toplanan Birinci Türk Dil Kurultayı, bu dönemin başlangıç noktası olmuş ve 26 Eylül tarihinin Türk Dil Bayramı olarak kutlanmasına zemin hazırlamıştır.

1. Birinci Türk Dil Kurultayı ve TDK’nın Kuruluşu

26 Eylül 1932’de başlayan Birinci Türk Dil Kurultayı, Cumhuriyet’in dil politikalarında kurumsallaşmanın ilk adımıdır. Kurultayın ardından Türk Dili Tetkik Cemiyeti (bugünkü TDK) kurulmuş ve Türkçenin söz varlığının zenginleştirilmesi, bilim dili hâline getirilmesi yönünde çalışmalar başlamıştır.

2. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Dil Anlayışı

Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Türk milletinin bağımsızlığını korumasında olduğu gibi kültürel varlığını sürdürmesinde de dilin belirleyici bir unsur olduğunu vurgulamıştır. Onun Sadri Maksudi Arsal’ın “Türk Dili İçin” (Ankara 1930, s. 3) adlı eserinin başına 2 Eylül 1930 tarihinde el yazısıyla kaleme aldığı şu satırlar, bu anlayışı en özlü şekilde yansıtmaktadır:

Millî his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin millî ve zengin olması millî hissin inkişafında başlıca müessirdir. Türk dili, dillerin en zenginlerindendir; yeter ki bu dil, şuurla işlensin… Ülkesini, yüksek istiklâlini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.”

Bu ifadeler, Atatürk’ün Türkçeyi sadece bir iletişim aracı olarak değil, aynı zamanda millî bilincin ve milli bağımsızlığın en temel dayanağı olarak gördüğünü göstermektedir.

3. Günümüzde Türk Dil Bayramı’nın Yansımaları

Günümüzde 26 Eylül, üniversitelerde, okullarda ve kültürel kurumlarda çeşitli etkinliklerle kutlanmaktadır. TDK her yıl bildiriler yayımlamakta, gençler arasında Türkçe’nin doğru ve güzel kullanımını teşvik eden projeler yürütmektedir. Ancak yabancı dillerin artan etkisi ve dijital kültürün getirdiği yozlaşma, Türk Dil Bayramı’nın amaçlarını ve beklentilerini daha da anlamlı kılmaktadır.

Sonuç

26 Eylül Türk Dil Bayramı, Cumhuriyet’in dil inkılabı mirasını simgeleyen ve Türkçenin gelişimi için toplum farkındalığı oluşturan önemli bir tarihtir. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün dil anlayışı, modern millet-devlet inşasının temel taşlarından biri olarak bugün de geçerliliğini korumaktadır. Günümüzde yapılması gereken, bu mirası yalnızca anmak değil; Türkçeyi bilim, sanat, kültür ve teknoloji dili olarak daha da güçlendirmektir.

Continue Reading

En Çok Okunanlar