Türk İstiklâl Mücadelesi
Mustafa Kemal Paşa ve Temsil Heyeti’nin Hacıbektaş’ı Ziyaretleri (22 Aralık 1919)
Published
2 yıl agoon
By
drkemalkocakMustafa Kemal Paşa ve arkadaşları Kayseri’den 21 Aralık 1919 Pazar akşamı saat 20.30’da Mucur’a gelmişler, o gece Mucur’da kalmışlar ve 22 Aralık 1919 Pazartesi sabahı iki otomobil ile Hacıbektaş’a hareket etmişlerdir. 22/23 Aralık 1919 gecesi Hacıbektaş’ta geçirildikten sonra Mucur’a dönülmüştür. 24/25 Aralık 1919 gecesi Mucur’da ikinci kez kalınmış ve 25 Aralık 1919’da Kırşehir’e hareket edilmiştir.
Heyet, Hacıbektaş girişinde Beştaşlar mevkiinde Hacıbektaş ileri gelenleri tarafından karşılanmıştır. Kısa bir süre sonra buradaki çiftliğe gelen Salih Niyazi Baba ile öğle yemeğini yemişlerdir. Yemekten sonra kahveler içilmiş ve Hacıbektaş’a hareket edilmiştir. Mustafa Kemal Paşa, Rauf Bey, Salih Niyazi Baba ve Mazhar Müfit Bey bir otomobille, diğer heyet üyeleri ve Mucur Kaymakamı Cevat Bey diğer otomobil ve atlı arabalarla (fayton) Hacıbektaş’ta Çelebi Cemalettin Efendi’nin dergâhına gelmişlerdir.
Çelebi Cemalettin Efendi, Mustafa Kemal Paşa’nın geleceğini öğrenince Hacıbektaş’tan kalkarak karşılama yeri olarak seçtiği Baştarla’ya gitmiştir. Çelebi Cemalettin Efendi, bu şekilde bir karşılama yaparak Mustafa Kemal Paşa’ya verdiği önemi göstermiştir. Mustafa Kemal Paşa ve Temsil Heyeti’ni Hacıbektaş’ta karşılayanlar arasında bulunan Hacıbektaş Kaymakam Vekili Nihat Bey, Mustafa Kemal Paşa’ya:
“ – Paşam, Çelebi’nin bu davranışı davamız için fâli hayırdır.” diyerek, Çelebi Cemalettin Efendi’nin Millî Mücadele yanlısı olduğunu belirtmiştir. Çelebi Cemalettin Efendi, sürekli açık bulundurduğu misafirhanesi dururken konukları kendi evinde ağırlamıştır.
Mustafa Kemal Paşa, Çelebi Cemalettin Efendi’ye heyet üyelerini tanıtmış ve daha sonra Çelebi Cemalettin Efendi’nin dergâhında dinlenmeye çekilmişlerdir. Mustafa Kemal Paşa ve heyet üyeleri, akşam yemeğinde Çelebi Cemalettin Efendi ile bir araya gelmişlerdir. Çelebi Cemalettin Efendi’den Kuvayı Millîye’ye yardım konusunda kesin söz alınmış ve böylece Hacıbektaş ziyareti de amacına ulaşmıştır.
Mustafa Kemal Paşa; yemek sırasında ülkenin ve milletin içinde bulunduğu durumu açıklamıştır. Çelebi Cemalettin Efendi hemen konuyu kavramış, Kuvayı Millîye’nin desteklenmesi için adamlarına gerekli talimatları vermiş ve daha da ileri giderek Cumhuriyet yönetiminden yana olduğunu üstü kapalı olarak anlatmaya çalışmıştır. Mustafa Kemal Paşa, çok önemli bir konuda kalabalık yemek ortamında görüş bildirmeyi ve konuşmayı erken bulduğundan konuyu değiştirmiştir. Yemekten sonra Mustafa Kemal Paşa ve Çelebi Cemalettin Efendi, yatak odası olarak ayrılan bir odada beş-altı saat baş başa, özel bir görüşme yapmışlardır. Bu konuda Çelebi Cemalettin Efendinin 1921 yılında kalp yetmezliğinden ölümü üzerine bütün yetkilerini devralan küçük kardeşi Çelebi Veliyettin Efendi (1867–1940), Mustafa Kemal Paşa ile yemekten sonra yapılan görüşme hakkında şunları söylemiştir. Konuşmanın bir yerinde Çelebi Cemalettin Efendi Mustafa Kemal Paşa’ya:
“ – Paşa hazretleri, cesaretli ve basiretli idarenizde Türk milletinin düşmanı kahredeceğine inancım sonsuzdur. Yüce Allah’ın milletimize müyesser edeceği zaferden sonra cumhuriyet ilanını düşünüyor musunuz ?” şeklindeki sorusuna karşılık Mustafa Kemal Paşa samimi ve kararlı bir ifadeyle şöyle cevap vermiştir;
“ – O mutlu günün ilanına kadar aramızda kalmak kaydıyla evet, Çelebi Hazretleri.”
Bütün Alevî vatandaşların Millî Mücadele’ye tam destek vermeleri konusunda tekrar görüş birliğine vardıkları gibi Çelebi Cemalettin Efendi bütün Alevî teşkilatlarına, Mustafa Kemal Paşa ve Temsil Heyeti’ne yardımda bulunmalarını isteyen bir bildiri yayınlamıştır. Çelebi Cemalettin Efendi’nin bu olumlu yaklaşımı, askerî ve siyasî alanlarda devam etmiş ve T. B. M. M’nin açılışına Kırşehir’i temsilen milletvekili olarak katılmıştır. T. B. M. M’nin 25 Nisan 1920 tarihli oturumunda alınan bir kararla “Meclis Başkan Vekilliği” görevine seçilmiştir.
Heyet, 23 Aralık 1919 Salı günü Hacıbektaş Türbesi’ni ziyaret etmiştir. Salih Niyazi Baba tarafından hazırlatılan öğle yemeğini türbedeki “meydanevi” denilen kısımda, küçük ve alçak masalarda yemiştir. Mustafa Kemal Paşa ve heyet üyeleri yemekten sonra türbenin diğer bölümlerini de ziyaret etmişler, türbenin iç bölümlerindeki tertip ve düzeni beğenerek bölüm yetkililerine ellişer lira bahşiş verdikten sonra, Mucur’a gitmek üzere Hacıbektaş’tan ayrılmışlardır.
Mazhar Müfit Kansu, Mustafa Kemal Paşa ve Temsil Heyeti’nin Hacı Bektaş Veli türbe ve dergâhını ziyaretleri hakkında şöyle demektedir: “…Salih Niyazi Baba’nın öğle yemeği davetinde bulunduk. Salih Baba türbenin ve dergâhının her tarafını gezdirdi. Meydan evi denilen mahalde yere küçük ve alçak bir masanın üzerine konulan büyük bir sininin etrafına oturduk. Hepimizin önünden dolaşan uzun bir havlu, yemekte çatal, bıçak vardı. Çok nefis bir yemek… Can denilen müritler pek mükemmel ve sessizce hizmet ediyorlardı. Doğrusu yemekteki bu intizama hayret ettik. Yemeği müteakip ucu zıvanalı sigaralar ve kahveler de ikram edildi. O gün akşamüstü Mucur’a avdet edileceğinden, hareket zamanına kadar hoş bir sohbet ile vakit geçirildiği gibi, Çelebi ile Baba arasındaki ihtilaf bir derece halledilir bir şekle konuldu.
Alfred Rüstem Bey bu dergâhta çok merakla her şeyi tetkik ediyordu. Ve beraberce Aş Dede’nin odasına girdik; ocağa konulmuş eski zamandan kalma gayet büyük bir kazan vardı, onun yanında pösteki üzerinde çubuğunu içmekte olan bir baba oturuyordu. Baba bu tarihi kazanın muhafızı ve aşa ait hususatın müdürü olacak galiba. Rüstem Bey, Babaya hitaben:
– Baba Efendi, bu kazan hangi tarihten kalmadır ve kimler tarafından kullanılmıştır?
Baba – Pirimiz zamanından kalmadır.
Rüstem Bey – Evet. Tarihi mallım mudur? Nasıl olup da bu ana kadar kalmıştır?
Baba – Eski zamana sizi çok meraklı görüyorum. İşte bu kazan pirimizden kalmıştır. Bize lazım olanı bu; biz bugünü düşünür, yarına Allah kerim deriz. Geçmiş zamana da hu.
Rüstem Bey ile Aş Baba’nın yanından çıktık, Rüstem Bey: “Beklediği kazanın tarihini bilmiyor bu cahil adam !” diye kızdı. Fakat biraz sonra da: – Monşer, Baba’nın felsefesi tuhaf; bu günü düşünmek, yarına Allah kerim, geçmişe hu; evet, bu da bir meslek olabilir. Amma, çok kritik olur.
– Canım Rüstem Bey, dedim, biz buraya felsefe vapmağa, felsefe aramağa gelmedik. İşte Aş Dede bir kazan bekliyor vesselam.
Gülüşerek, sonra Kırklar meydanını, camii, Balım Sultanı ziyaret ettik. Her taraf temiz, işler büyük bir sükûnet ile telaş gösterilmeyerek görülüyor. Herkes vazifesini biliyor. Doğrusu takdirde bulunduk.
Bir sıra Mustafa Kemal Paşa yanıma sokularak: “Büyük babalara ellişer lira verelim.” dedi. Ben de muvafık gördüm. Aş Babadan başlayarak ellişer lira verdik. Hizmet edenleri de sevindirdik. Fakat Aş Baba parayı alırken: -Eyvallah, fakat bu benim şahsıma değil, dergâha aittir, dedi.”
Hacıbektaş halkı ile bütün Anadolu Alevîlerinin Millî Mücadele’de yer almaları konusunda daha önceden çalışmalar yapıldığı anlaşılmaktadır. Mustafa Kemal Paşa Amasya Genelgesi’ni (22 Haziran 1919) yayınladıktan sonra, 26–27 Haziran’da Tokat’a uğramış ve buradaki Alevî vatandaşlar ile yakından ilgilenmiştir. 26 Haziran 1919’da Tokat’tan Konya’da bulunan II. Ordu Müfettişliğine aşağıdaki telgrafı çekmiştir:
Çekildiği Yer: Tokat
Çekildiği Tarih: 26 Haziran 335 [26 Haziran 1919]
Telgrafname No.su: 943
Konya’da İkinci Ordu Müfettişliğine
Tokat ve havalisinin İslâm nüfusunun % 80’i, Amasya havalisinin de önemli bir kısmını Alevî mezhebinde olanlar teşkil ediyorlar ve Kırşehir’deki Baba Efendi Hazretleri’ne fevkalade bağlı bulunuyorlar; vatanın ve milli istiklalin bugünkü tehlikesini fiilen görmekte olan adı geçenin yerleşmiş kanaati şüphe yoktur, buna pek uygundur. Bu sebeple söz sahibi ve güvenilir bazı kişileri görüştürerek kendilerince uygun görecek Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye ve Reddi İlhak cemiyetlerini takviye edecek şekilde birkaç mektup yazdırılarak bu havalideki Alevi nüfuz sahiplerine dağıtılmak üzere Sivas’sa gönderilmesinin pek faydalı görüyorum. Bu konuda yüksek yardımlarınızı istirham ederim.
3.Ordu Müfettişi
Fahri Yaver
Mustafa Kemal
Telgraftaki ifadelerden Mustafa Kemal Paşa’nın, Çelebi Cemalettin Efendi’nin konumunu ve içinde bulunduğu durumu çok iyi bildiği ve siyasî desteğini de alabilmek için teşebbüslerde bulunduğu anlaşılmaktadır.
Temsil Heyeti Sivas’ta iken Hacıbektaş’tan Millî Mücadele’nin benimsendiğini bildiren 8 Ekim 1919 tarihli bir telgraf gelmiştir. Temsil Heyeti adına Mustafa Kemal Paşa, Hacıbektaş Dergâhı postnişini ve türbedarı Salih Niyazi Baba’ya 12 Ekim 1919 tarihli bir telgraf göndermiştir. Hacıbektaş’tan gelen telgrafta, vatanın kurtuluşu için girişilen kutsal mücadele ve yapılan çalışmanın uygun görüldüğü ifade edilmektedir. Buna karşılık Mustafa Kemal Paşa tarafından gönderilen cevabi telgrafta ise Salih Niyazi Baba’dan yardımlarının devam etmesi dileğinde bulunulmaktadır.
Sivas’tan Ankara’ya dönerken Hacıbektaş’a uğrayan Ali Fuat [CEBESOY] Paşa, Çelebi Cemalettin Efendi ve Salih Niyazi Baba ile yaptığı görüşmeler hakkında şöyle demektedir:
“Kayseri’de Kilikya’nın kurtuluşu hazırlıklarını ikmal ettikten sonra Kırşehir yolu ile Ankara’ya hareket etmiştim. Bu yolu seçmemin iki sebebi vardı. Biri Sivas’ta bulunan Temsil Heyeti’nin bu yoldan Ankara’ya gelmesini kararlaştırdığımızdan yol boyunca alınması gereken tedbirleri bir an evvel almak, ikincisi ise Kayseri ve Kırşehir gibi Orta Anadolu’nun ehemmiyetli şehirleri ile muhitlerindeki milli teşkilatın durumunu mahallerinde incelemekti. Kayseri, Kırşehir ve muhitlerinde gerek teşkilattaki inkişafı ve gerekse milli heyecanı memnuniyetle görmüştüm.
11-12 Aralık [1919] gecesini Hacıbektaş’ta Orta ve Şarki Anadolu’nun en tanınmış ve sevilmiş şeyhlerinden Cemalettin Çelebi’nin nezdinde misafir olarak geçirmiştim. Hacı Bektaş’ın kabrini ziyaret ettiğim sırada başta Niyazi Baba olmak üzere diğer babaları da görmüştüm. Birkaç ay evvel Ankara Valisi Muhittin Paşanın burada çevirmek istediği entrikalar tamamen boşa çıkmış, Kırşehir halkı, milli davaya sadakatini ispat etmişti. Kırşehir’den ayrılacağım sırada bizi fevkalade izaz ve ikram eden Cemalettin Çelebi bütün samimiyetiyle aynen şunları söylemişti:
– Paşam, milli birliğe ve teşkilata elimden gelebilen bütün maddi ve manevi yardımı yapacağım.
Çelebi sözünde sonuna kadar durmuştu.”
Çelebi Cemalettin Efendi’nin 26 Haziran 1919 tarihinde Temsil Heyeti Reisi Mustafa Kemal Paşa’ya çekmiş olduğu telgraftan, Millî Mücadele’ye karşı olumlu tutum ve davranışlarının devam ettiği anlaşılmaktadır:
“Devlet, millet, mukaddes vatanın bekâsı ve haklarının muhafazası hususunda kurulan Heyet-i Temsiliye’ye vaki, iştiraki, fakranemizin kabul ve takdir buyrulduğunu tebriş eden telgrafınız alınmakla tazimlerimizi ve teşekkürlerimizi arz ederiz.
Hacıbektaş Çelebisi
Cemalettin”
Mustafa Kemal Paşa ile Çelebi Cemalettin Efendi arasındaki ilişkiler sürekli ve samimi olmuştur. Mustafa Kemal Paşa’nın 20 Ocak 1920’de Çelebi Cemalettin Efendi’ye gönderdiği ve beklentilerini içeren telgraftaki ifadelerden bu samimiyet açıkça anlaşılmaktadır:
“… Yolculuğumuz sırasında görüp işittiklerimiz bizlere, gerçek koruyucu Ulu Tanrı’nın yardımıyla kurulan ulusal birliğimizin dayanağı olan ulusal örgütün kök salmış ve ulusun ve yurdun geleceğini kurtarmak için gerçekten güvenilir bir güç ve erk durumuna gelmiş olduğunu sevinçle gösterdi… Dış durum bu ulusal dayanma ve birlik yüzünden Erzurum ve Sivas Kongreleri ilkelerine göre ulusun ve yurdun yararına elverişli duruma girilmiştir… Kutsal birliğimize, dayanma inancımıza güvenerek, töreye uygun isteklerimizin elde edileceği güne kadar hiç yılmadan çalışılması ve bu bildirimizin üyelerimize ve bütün ulusa duyurulması rica olunur.
Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti
Heyet-i Temsiliye Namına
Mustafa Kemal ”
Sonuç olarak Anadolu Alevîlerinin, bağlı bulundukları Çelebi Cemalettin Efendi ve Hacıbektaş halkının Millî Mücadele’de Mustafa Kemal Paşa’ya yardım ve destekleriyle Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluşunda önemli katkılarda bulundukları bir gerçektir.
KAYNAKÇA
Ali Fuat CEBESOY, Milli Mücadele Hatıraları, Vatan Neşriyatı, İstanbul, 1953, s. 263
Mazhar Müfit KANSU, Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber, II. Cilt, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1986, s. 493-495
Zeki SARIHAN, Kurtuluş Savaşı Günlüğü II, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1994, s. 287
Alper SEYFELİ, Milli Mücadele’de Kırşehir, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Danışman: Yrd. Doç. Dr. Mustafa EKİNCİKLİ, Kayseri, 2004, s. 39-43
Yusuf İzzettin KILINÇER, Atatürk ve Kırşehir (1919-1938), Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Danışman: Prof. Dr. Reşat GENÇ, Ankara, 2006, s. 22-31
Hakan UZUN, “Mustafa Kemal Paşa’nın Milli Mücadele Başlarında Kırşehir’e Gelişi”, H. Ü. Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi, Sayı: 3 (Bahar 2006), s. 66-68
Mahmut GOLOĞLU, Milli Mücadele Tarihi III Üçüncü Meşrutiyet (1920) Birinci Büyük Millet Meclisi, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2010, s. 10-11
Kemal Zeki GENÇOSMAN, Atatürk Ansiklopedisi, Cilt: VI, May Yayınları, İstanbul, s. 158-159
You may like
Mustafa Kemal Paşa’nın Neue Freie Presse Muhabirine Cumhuriyet Hakkında Beyanatı [Demeci]
Mareşal Mustafa Fevzi Çakmak’ın 30 Ağustos Zaferine ve İzmir’in Kurtuluşuna Ait Hatıraları
Kılıç Ali’nin Anlatımıyla Dr. Reşit Galip Olayı
Birinci İnönü Muharebesi (6-11 Ocak 1921)
Mustafa Kemal Paşa ve Temsil Heyetinin Ankara’da Karşılanışı
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ’NİN AÇILIŞI (23 Nisan 1920)
Türk İstiklâl Mücadelesi
Saltanatın Kaldırılmasına Dair Türkiye Büyük Millet Meclisinin Genel Kurul Kararı
Published
2 ay agoon
Kasım 17, 2024By
drkemalkocak(1 Kasım 1922)
Sadrazam Tevfik Paşa 17 Ekim 1922’de Mustafa Kemal Paşa’ya çektiği telgrafta [1], Büyük Zafer’i saltanat makamı ile Babıâli’ye varlığını sürdürecek bir unsur olarak görmüş, hatta Barış Konferansı’nda İstanbul Hükûmetinin yanında yer almak suretiyle Ankara’nın son vazifesini yapmasını bekler vaziyette bulunmuştur. Mustafa Kemal Paşa, Tevfik Paşa’nın telgrafına cevap olmak üzere TBMM’nin İstanbul’daki siyasî temsilcisi Hamit Bey’e Bursa’dan çektiği 18 Ekim 1922 tarihli telgrafta [2], “…Teşkilât-ı Esasiye Kanunu ile şekil ve mahiyeti taayyün eden Türkiye Devletinin tarihi teessüsünden beri Türkiye mukadderatına vaziülyet ve bundan mes’ul yalnız ve ancak Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükumeti olduğu”nu belirtmiş, aynı kanun gereğince Türkiye’yi konferansta TBMM Hükûmeti’nin temsil edeceğini bildirmiştir. Hamit Bey, Gazi Paşa’nın talimatı doğrultusunda Tevfik Paşa’ya tebligatta bulunmasına rağmen sonuç elde edememiştir.
27 Ekim 1922’de İngiliz, Fransız, İtalyan temsilcileri ayrı ayrı verdikleri şifahi notalarla İstanbul ve Ankara Hükûmetlerini aynı anda, 13 Kasım 1922’ de İsviçre’nin Lozan şehrinde yapılacak konferansa davet ettiler. 23 Ekim’de Ankara bu daveti kabul ettiğini bildirmiş, 29 Ekim’de Tevfik Paşa tarafından TBMM Başkanlığına çekilen telgrafta[3], birlikte katılma teklifinde bulunulmuştur.
Mustafa Kemal Paşa, Barış Konferansı’nda ikiliği ortadan kaldırmak için saltanatın hemen kaldırılması doğrultusunda kararını vermiştir. Bu konuda Rauf Bey ile Kâzım Karabekir Paşa’dan kararının uygun olduğuna dair meclis kürsüsünde konuşma yapmalarını istemiştir. Bu istek kabul görmüş, hatta Rauf Bey daha ileri giderek bu günün bayram ilân edilmesini teklif etmiştir.
Sadrazam Tevfik Paşa’nın barış konferansına birlikte katılma teklifi TBMM’de büyük tepki ile karşılanmıştır. Bu konu, 30 Ekim 1922 tarihindeki birleşimde görüşülmüştür. Vahideddin’in ve Hükûmetlerinin Millî Mücadeledeki karşı icraatları açıklanarak saltanat makamını suçlayan konuşmalar yapılmıştır. Bu sebeple kimi mebuslar İstanbul Hükûmetinin konferansa katılma haklarının bulunmadığını ifade ederken, kimileri de İstanbul Hükûmetinin yok sayılmasını ve hatta saltanatın kaldırılmasını istemişlerdir. Aynı birleşimde saltanatın kaldırılmasına dair Dr. Rıza Nur ve arkadaşlarınca verilen 81 imzalı altı maddelik önerge [4] Meclis Başkanlığına sunulmuş, 131 kabul, 2 ret, 3 çekimser oya karşılık çoğunluk sağlanamadığından işlem tamamlanamamış ve 1 Kasım Çarşamba günü tekrar oylama yapılmak üzere oturuma son verilmiştir. TBMM’nin çalışmalarına ara verdiği 31 Ekim Salı günü Müdafaa-i Hukuk Grubu toplantısında Mustafa Kemal Paşa, saltanatın kaldırılmasının mecburi olduğuna dair açıklamada bulunmuştur. 1 Kasım Çarşamba günkü 130. birleşimin birinci oturumunda konu tekrar gündeme getirilmiştir.
Dr. Rıza Nur ve arkadaşları önergelerinin altıncı maddesine yönelik değişiklik teklifinde bulundular[5]. Teklifte, hilâfetin Türklere, özellikle Osmanlı hanedanına ait olduğu kabul edilmiş ve halifenin ne şekilde, kim tarafından belirleneceğine açıklık getirilmiştir. İkinci Grup liderlerinden Hüseyin Avni (Ulaş) Bey ve arkadaşlarınca verilen 26 imzalı iki maddelik bir önergede[6], İstanbul Hükûmetinin 16 Mart 1920’den itibaren tarihe karıştığı belirtilmiş olmasına rağmen saltanatın kaldırılmasına yönelik herhangi bir açıklamada bulunulmamıştır. Bu önerge sadece İstanbul Hükûmeti’ni hedef almıştır. Mustafa Kemal Paşa her iki teklif üzerinde yapmış olduğu uzunca konuşmasında hilâfetle saltanatın birbirinden ayrılabileceğini, tarihten örnekler vererek açıklamış neticede söz konusu tekliflerin Şer’iye, Adliye ve Kanun-ı Esasi encümenlerinden meydana gelen ortak komisyona havalesi kabul olunarak birinci oturuma son verilmiştir.
Teklifler, ortak komisyonda görüşülürken, durumu yakından takip eden Mustafa Kemal Paşa, toplantı odasına girerek komisyona hitaben bir konuşma yapmıştır. Konuşmasında; hâkimiyet ve saltanatın kuvvet ve kudretle alınabileceğini, milletin ayaklanarak zaten bunları elde ettiğini, yapılacak işin fiili durumu resmîleştirmekten ibaret bulunduğunu, aksi takdirde bazı kafaların kesileceğini ifade etmiştir. Bu konuşmayla aydınlanan komisyon üyeleri, bu görüşler doğrultusunda bir karar tasarısı metni hazırlayıp meclis başkanlığına sunmuşlardır.
TBMM Genel Kurulunun 130. birleşiminin ikinci oturumunda ittifakla kabul edilen iki maddelik “TBMM’nin Hukuk-ı Hâkimiyet ve Hükümranının Mümessil-i Hakikisi Olduğuna Dair Hey’et-i Umumiye Kararı”na [7] göre; saltanatla hilâfet birbirinden ayrılmış, saltanat kaldırılmış, hilâfetin varlığı korunmuş, hilâfet makamının Osmanlı hanedanına ait olduğu, ilim ve ahlâk bakımlarından hanedanın en iyi ve en olgun mensubunun bu makama TBMM tarafından seçileceği belirtilmiştir. Aynı kararda İstanbul Hükûmetinin varlığına son verilmiştir.
Türkiye Büyük Millet Meclisinin Hukuk-ı Hâkimiyet ve Hükümranının Mümessil-i Hakikisi Olduğuna Dair Hey’et-i Umumiye Kararı
Numara: 308
Birkaç asırdır Saray ve Bab-ı Âlinin cehâlet ve sefâhati yüzünden devlet azim felâketler içinde müthiş bir surette çalkandıktan sonra nihayet tarihe intikal etmiş bulunduğu bir anda, Osmanlı İmparatorluğunun müessisi ve sahib-i hakikisi olan Türk milleti, Anadolu’da hem harici düşmanlarına karşı kıyam etmiş hem de o düşmanlarla birleşip millet aleyhine harekete gelmiş olan Saray ve Bab-ı Âli aleyhine mücâhedeye atılarak Türkiye’de Büyük Millet Meclisi ve onun Hükûmeti ve ordularını bitteşkil harici düşmanlar, Saray ve Bab-ı Âli ile fiilen ve müsellahan ve malum müşkilât-ı şedide ve mahrumiyet-i elime içinde cidâle girişmiş, bugünkü halâs gününe vasıl olmuştur.
Türk milleti, Saray ve Bab-ı Âlinin hıyanetini gördüğü zaman Teşkilât-ı Esasiye Kanununu ısdar ederek onun birinci maddesiyle hâkimiyeti padişahtan alıp bizzat millete ve ikinci maddesiyle icrai ve teşri kuvvetleri onun yed-i kudretine vermiştir. Yedinci madde ile de harp ilânı, sulh akdi gibi bütün hukuk-ı hükümraniyi milletin nefsinde cem eylemiştir.
Binaenaleyh; o zamandan beri eski Osmanlı İmparatorluğu tarihe intikal edip yerine yeni ve milli bir Türkiye devleti, yine o zamandan beri padişahlık merfu olup yerine Türkiye Büyük Millet Meclisi kaim olmuştur. Yani bugün İstanbul’da bulunan heyet mevcudiyetini usulen himaye edecek hiçbir meşru ve gayr-i meşru ecnebi kuvvete ve müzâheret-i milliyeye malik olmayıp bir zıll-ı zâil halindedir. Millet, şahsi hükümranlık ve saray halkı ve etrafının sefâhati esası üzerine müessis bir saltanat yerine, asıl halk kitlesinin ve köylünün hukukunu himaye ve saadetini tekeffül eden bir halk Hükûmeti idaresi tesis ve vaz’edilmiştir.
Hal böyle iken İstanbul’da düşmanlarla teşrik-i mesâi etmiş olanların elan hukuk-ı hilâfet ve saltanat ve hukuk-ı hanedandan bahs eylemelerini görmekle müstekreh-i hayret bulunuyoruz. Tevfik Paşanın telgrafı kadar garip ve acayip ve hilâf-ı mavaka’ı bir vesika tarihte nadir görülmüştür. Binaenaleyh Türkiye Büyük Millet Meclisi bervechi ati mevadı neşr ve ilâna karar vermiştir:
1-Teşkilât-ı Esasiye Kanunuyla Türkiye halkı, hukuk-ı hâkimiyet ve hükümranisini mümessil-i hakikisi olan Türkiye Büyük Millet Meclisinin şahsiyet-i maneviyesinde gayr-i kabili terk ve tecezzi ve ferağ olmak üzere temsile ve bilfiil istimale ve irade-i milliyeye istinad etmeyen hiçbir kuvvet ve heyeti tanımamağa karar verdiği cihetle Misak-ı Milli hudutları dâhilinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmetinden başka şekl-i Hükûmeti tanımaz. Binaenaleyh Türkiye halkı, hâkimiyet-i şahsiyeye müstenid olan İstanbul’daki şekl-i Hükûmeti 16 Mart 1336’dan itibaren ve ebediyen tarihe müntakil addeylemiştir.
2-Hilâfet; Hanedan-ı Âli Osman’a ait olup halifeliğe Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından bu Hanedanın ilmen ve ahlâken erşed ve eslâh olanı intihap olunur. Türkiye devleti makam-ı hilâfetin istinatgâhıdır.
1-2 Teşrinisani 1338 [1-2 Kasım 1922]
DİP NOTLAR
[1] T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, 30.10. 1338, Devre: 1, Cilt: 24, İçtima Senesi: 3, s. 269; Kemal Atatürk, Nutuk Cilt: III Vesikalar, Vesika: 260, MEB Devlet Kitapları, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1982, s.1236-1237
[2] Kemal Atatürk, Nutuk Cilt: III Vesikalar, Vesika: 262, MEB Devlet Kitapları, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1982, s.1237
[3] T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, 30.10. 1338, Devre: 1, Cilt: 24, İçtima Senesi: 3, s. 270; Kemal Atatürk, Nutuk Cilt: III Vesikalar, Vesika: 263, MEB Devlet Kitapları, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1982,s.1238-1239
[4] T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, 30.10. 1338, Devre: 1, Cilt: 24, İçtima Senesi: 3, s. 292-293
[5] T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, 1.11. 1338, Devre: 1, Cilt: 24, İçtima Senesi: 3, s. 304
[6] T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, 1.11. 1338, Devre: 1, Cilt: 24, İçtima Senesi: 3, s. 304-305
[7] T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, 1.11. 1338, Devre: 1, Cilt: 24, İçtima Senesi: 3, s. 313-314; Büyük Millet Meclisi Kavanin Mecmuası, Cilt:1, s. 487-488; Bekir Sıtkı Yalçın-İsmet Gönülal, Atatürk İnkılâbı Kanunlar-Kararlar Tamimler-Bildiriler Belgeler-Gerekçe ve Tutanaklarıyla- Kültür ve Turizm Bakanlığı, Ankara 1984, s. 286-288
Türk İstiklâl Mücadelesi
Mustafa Kemal Paşa’nın Neue Freie Presse Muhabirine Cumhuriyet Hakkında Beyanatı [Demeci]
Published
3 ay agoon
Ekim 26, 2024By
drkemalkocak(22 Eylül 1923)
Giriş
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Gazi Mustafa Kemal [ATATÜRK] önderliğinde gerçekleştirilen Türk İstiklal Harbi/Milli Mücadele’den sonra kurulmuştur. Türk Milletinin bağımsızlığını kazanmasından sonra Gazi, zaman zaman yurt gezilerine çıkmıştır. Bu gezilerinde, Millî Mücadele sırasında düşmana karşı omuz omuza birlikte mücadele ettiği milleti ile daha yakından temas kurma imkânına kavuşmuştur. Gezilerinden, uzun süren harplerden yeni çıkmış olan halka moral vermiş, yeni kurulan “Türk Milletinin/Milli Kültürümüzün” muasır medeniyetler seviyesine ulaşması için yapılması gerekenler hakkında, kulluk/kölelikten kurtularak hürriyetine kavuşan vatandaşları bilgilendirmiş, yapılan inkılâpların uygulanışını görmüş ve yapılacak inkılâplarla hakkında kamuoyu oluşturmuştur. İhtiyaç duyduğu kamuoyu desteğini sağladığına kanaat getirdikten sonra, yapmak istediği inkılâpları Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sunmuş ve uygulamaya/hayata geçirmiştir.
Bu sebeple Gazi’nin yurt gezileri yanında yabancı asker ve siyasi temsilciler ve gazetecilerle temas ve görüşmeleri, genellikle önemli siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel değişim ve gelişmelerin yaşandığı/yaşanacağı günlerin öncesi veya sonrasında gerçekleşmiş olması bakımından anlamlıdır. Bu kapsamda, Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın Nöye Fraye Prese [Neue Freie Presse] adındaki Avusturya gazetesi muhabirine verdiği “Cumhuriyetin ilanını öngören” demeç, Osmanlı Türkçesi ile yayımlandığı [Hâkimiyet-i Milliye, 27 Eylül 1923, No: 926, s. 1, sütun: 1-3]’ten çevrim yazı olarak aşağıda sunulmuştur.
***
Büyük Millet Meclisi Reisi Başkumandan Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’nin Viyana’da münteşir [yayımlanan] “Nöye Fraye Prese” [Neue Freie Presse] namındaki Avusturya gazetesine vaki beyanatının asıl metni.
Ankara, 26 [Eylül 1923], (A. A.) – İki üç günden beri Ankara ve İstanbul gazetelerinde Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’ne atfedilen beyanat, salahiyettar olmayan zevat tarafından neşredilmiştir [yayımlanmıştır]. Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’nin şehrimizde bulunan Nöye Fraye Prese Muhabiri Mösyö Jozef Hans Lazar’a vaki olan beyanatı aynen ber-vech-i atidir [aşağıdadır]:
Muharririn [yazarın], Türkiye Teşkilatı Esasiye Kanunu’ndaki müstakbel tadilatın [gelecekteki değişikliğin] ne olacağı hakkındaki sualine [sorusuna] Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri şu suretle cevap vermiştir:
–Yeni Türkiye Teşkilatı Esasiye Kanunu’nun ilk maddelerini size tekrar edeceğim:
“Hâkimiyet bila kaydu şart [kayıtsız şartsız] milletindir. İcra kudreti, teşri kudreti [kanun yapma] salahiyeti, milletin yegâne hakiki mümessili [temsilcisi] olan Meclis’te tecelli etmiş ve toplanmıştır.“
Bu iki maddeyi bir kelimede hülasa etmek kabildir [özetlemek mümkündür]: “Cumhuriyet“.
Yeni Türkiye’nin umur-ı teceddüdü [yenileşme işi] daha nihayet bulmamıştır. Ancak yolun sonuna kadar gidilmelidir. Harpten sonra Türk Teşkilatı Esasiye’sinin inkişafı [gelişmesi] henüz kati bir şekil almış addedilemez [sayılamaz]. Tadilat [değişiklikler] ve tashihat [düzeltmeler] yapmak ve daha mükemmel bir hale getirmek elzemdir. İkmaline [tamamlanmasına] başlanan bu iş henüz bitmemiştir. Kısa bir zaman zarfında Türkiye’nin bugün fiilen almış bulunduğu şekil kanunen de tespit edilecektir. Yakın bir atide [gelecekte] bu meseleye ait hükûmet teklifatı [teklifleri] Meclis’e arz edilecektir. Bu teklifatın [tekliflerin] bütün mevadı [maddeleri] Teşkilatı Esasiye Kanunu’nun inkişaf [gelişme] ve ikmaline [tamamlanmasına] ait bulunacaktır.
Bütün Avrupa ve Amerika’daki cumhuriyetler nasıl esas itibariyle yekdiğerinden ayrı değilse ve aralarındaki fark nasıl yalnız şekle ait bulunuyorsa, Türkiye’nin da bu cumhuriyetlerden farkı sırf bir şekil meselesidir. Diğer cumhuriyet usulüyle idare edilen memleketlerde olduğu gibi bizim de hâkimiyete malik [sahip] bir parlamentomuz vardır. Yalnız bizde Büyük Millet Meclisi hem teşri [kanun yapma] hem de icrai salahiyete maliktir [icra salahiyetine sahiptir]. Başka yerde olduğu gibi, bizde de vekiller kendi vekâletlerine ait işlerden mesuldürler. Başka yerlerde yeni Türkiye devleti icra vekillerinin Millet Meclisi elinde bir oyuncak olduğu zannediliyor; bu, hatadır. Vekillerin mesuliyetine ve vazifesine ait meselede, Teşkilatı Esasiye Kanunu’nda yapılacak tadilat ile [değişikliklerle] tespit edilmiş olacaktır. Netice itibariyle reisicumhurdan, reisi hükûmetten [hükûmet reisinden] ve mesul vekillerden müteşekkil bir hükûmet teşkil edeceğiz.
Yeni Türkiye’nin payitahtı meselesine gelince, bunun cevabı kendiliğinden zahir olur [ortaya çıkar]: Ankara, Türkiye Cumhuriyeti’nin payitahtıdır.
S[ual] – Avrupa’da, Türkiye’nin Avrupa’ya ve Garplılığa [Batılılığa] husumeti [düşmanlığı] bulunduğu fikri vardır. Türk matbuatında da bu nokta hakkında bir münakaşa açılmıştı. Bu münakaşada Garplılık müdafaa ediliyor veya aleyhinde bulunuluyordu. Bu hususta ne düşünülüyor?
C[evap] – Asırlardan beri düşmanlarımız Avrupa akvamı [milletleri] arasında Türklere karşı kin ve husumet [düşmanlık] fikirleri telkin etmişlerdir. Garp zihinlerine yerleşmiş olan bu fikirler, hususi [özel] bir zihniyet vücuda getirmişlerdir. Bu zihniyet hala her şeye ve bütün hadisata [hadiselere] rağmen mevcuttur. Ve Avrupa’da hala Türk’ün her türlü terakkiye [ilerlemeye] hasım [düşman] bir adam olduğu, manen ve fikren inkişafa [gelişmeye] gayr-i müstaid [kabiliyetsiz] bir adam olduğu zannedilmektedir. Bu, azim [büyük] bir hatadır. Cevabımı basitleştirmek için size şu misali serdedeceğim [vereceğim]: Farz ediniz ki, karşınızda iki adam var; bunlardan biri zengin ve emrine her türlü vesait muhya [vasıtalar hazır], diğeri de fakir ve elinde hiçbir vasıta mevcut değil. Bu vesait fıkdanından [vasıta yokluğundan] başka ikincinin manevi ruhu da diğerinden hiç farkı ve maduniyeti [geriliği] yoktur. İşte Avrupa ile Türkiye yekdiğerine karşı bu vaziyettedir. Bizi madun [geri] olmaya mahkûm bir kavim olarak tanımakla iktifa etmemiş [yetinmemiş] olan Garp, harabiyetimizi [haraplığımızı] tacil [çabuklaştırmak] için ne yapmak lazımsa yapmıştır. Garp ve Şark [Doğu] zihinlerinde yekdiğeriyle muarız [çatışan] iki prensip mevzu bahs [söz konusu] olduğu vakit, bunun en mühim menbaını [kaynağını] bulmak için Avrupa’ya bakmalı. İşte Avrupa’da mütemadiyen [devamlı] olarak mücadele ettiğimiz bu zihniyet mevcuttur.
İmparatorluk zamanında sultanın hükûmetleri Türk milletinin Avrupa ile temasına mani olmak için ellerinden geleni yapmışlar ve milletin arzu ve iradesinden uzak ve ayrı olarak icray-ı hükûmet [hükûmet icra] etmişler ve Türk milletini terakkiden [ilerlemeden] hariç bırakmışlardır.
Biz milliyetperverler gözleri açık adamlarız. Gözlerimizi her gün daha ziyade açmakta ve gerek dâhilde ve gerek hariçte olup biteni görüyoruz. Milletimizin mütemeddin [medeni] milletlerle temasını teshil etmek [kolaylaştırmak] menafimiz [menfaatlarımız] mukteziyatındandır [gereklerindendir].
Bu temasın, münasebetlerin yeniden tesisini yalnız arzu etmekle kalmıyoruz, onları inkişaf ettirmek [geliştirmek] için her şeyi yapıyoruz. Bu tavrımız, çok açık ve tartışmasız olarak, Türklerin zenofobisi [yabancı korkusu] bulunduğu şeklindeki yanlış zannı çürütmektedir.
Matbuatla milliyetperver Türkiye’nin ecnebi [yabancı] düşmanı olduğu ilan edilirse, büyük bir hata irtikâp edilmiş [işlenmiş] ve hakikaten mevcut olan şeyin aksi iddia edilmiş olur.
İkinci noktaya gelince, yani Türk matbuatında da Garplılık [Batılılık] ve Şarklılık [Doğululuk] münakaşası açıldığına gelince, matbuat, istediği bahiste istediği veçhile [şekilde] tefsiratta [yorumlarda] bulunabilir. Matbuat, hiçbir veçhile [şekilde] tahakküm ve nüfuza tabi tutulamaz. Benim bu hususta şahsi nokta-ı nazarım [görüşüm] şudur ki, muhafazakâr olan ve bu hususta yalnız olan Tevhidi Efkâr’ın karşısında Türk matbuatının kesreti [çoğunluğu] var. Bu matbuat Garplılaşmak [Batılılaşmak] veçhesini [yönünü] müdafaa ediyor. Tevhidi Efkâr’ın fikri bizim inkişafımızın [gelişmemizin] Garp usulünde vaki olmasını tadil edemez [değiştiremez]. Onun hareketi Garp matbuatına karşı aksülamel [tepki] diye telakki [kabul] edilebilir. O Garp matbuatı ki, ekseriyeti [çoğunluğu] mukaddema [başlangıçta] bizim aleyhimizde bulunuyordu. Vaki olan tebeddülata [değişikliklere] rağmen eski metotlarını değiştirmiyorlar.
S – Lozan sulhu [barışı] hakkındaki fikr-i devletlileri [devletlilerinin fikri]?
C – Lozan sulhu heyet-i umumiyesi [bütünü] itibariyle bizi tatmin ediyor. Biz bu muahedeye [antlaşmaya] tamamıyla riayet edeceğiz. Buna rağmen şunu söylemekten kendimizi men edemeyiz ki, daha taleplerimiz vardır ve bunların kuvveden [düşünceden] fiile çıktığını ahiren [son zamanda] Avrupa akvamının [milletlerinin] zihinlerinde vaki olan Türkiye’ye müsait yeni bir temayül [eğilim] vasıtasıyla görmek istiyoruz.
Muallak mesail [meseleler] için dostane tarz-ı tasfiyeler [çözüm tarzları] bulunacağını ümit etmek istiyoruz. Uzak bir atide [gelecekte] değil yakın bir istikbalde [gelecekte] şimdiye kadar halledilemeyen mesailin [meselelerin] kati hal şekline iktiran ettiğini [kavuştuğunu] görmek istiyoruz.
[Hâkimiyet-i Milliye, 27 Eylül 1923, No: 926, s. 1, sütun: 1-3;
Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt: 16 (1924), Kaynak Yayınları, İstanbul, 2005, s. 117-119]
Türk İstiklâl Mücadelesi
Büyük Âlim Ziya Gökalp’in Vefatı
Published
3 ay agoon
Ekim 25, 2024By
drkemalkocak[25 Ekim 1924]
Giriş
Türk sosyolojisinin kurucusu ve Türk milliyetçiliğinin en önemli düşünürlerinden biri olan Ziya GÖKALP [1], “bedenimin babası Ali Rıza Efendi, hislerimin babası Namık Kemal, fikirlerimin babası ise Ziya Gökalp’tir” sözünü sarf eden Mustafa Kemal ATATÜRK’ün en fazla etkilendiği kişiler arasında yer alır.
Vefatının 100. yıldönümünde Ziya Gökalp’i minnet ve rahmetle anarım. Bu münasebetle başta Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK olmak üzere Türk milleti, vatanı ve devleti uğrunda hizmet eden bilim, kültür, sanat, devlet, asker ve siyaset adamları ile Türk Mehmetçiklerinden bu dünyadan göç edenlere rahmet, hayatta olanlara sağlık, mutluluk ve başarılar dilerim.
Hafızalarımızı tazeleyip zihin jimnastiği yapmak amacıyla GÖKALP’in vefatının ertesi günü [Hâkimiyet-i Milliye, 26 Teşrinievvel 1924, No: 1256, s. 1, sütun: 2-3]’te yayımlanan “Hamdullah Suphi [TANRIÖVER],” ve “Ziya Gökalp Büyük Âlim Ziya Gökalp’in Ziyaı” başlıklı haber metinleri Osmanlı Türkçesi’nden çevrim yazı olarak aşağıda sunulmuştur.
***
ZİYA GÖKALP
“Ne elim bir haberle dilhunuz [içimiz kan ağlıyor]. Türk milliyetperverleri bir baş, hakiki bir mürşit kaybettiler. Türkçülük mefkûresinin bir meşalesi olan bu asil zekâ, kendi izinde yürüyecek binlerce muakkip [takipçi] bıraktı. Onun Türk tarihini, Türk içtimaiyatını, Türk harsını aydınlatan tahlil ve tasnif kuvveti, asırlardır ruhumuzda biriken karanlıkları derece derece eritmişti. Geçtiği yol evvelce bir izdi, şimdi bir şehrahtır [ana yoldur]. Türk vatanı en aziz evladından birini kaybetmekle taziye edilmek lazım gelen bir felakete uğradı. Ziya Gökalp’in hatırası önünde başlarımızı eğdiğimiz bu acı dakikalarda, tesellimiz odur ki, onun ufkumuzda dalgalandırdığı manevi bayrağı yere düşürmeyecek bir gençlik; memleketin her köşesinde bu imanın mahfuziyeti [korunması] için ayakta silahlanmış duruyor.” [2]
Hamdullah Suphi [TANRIÖVER]
***
BÜYÜK ÂLİM ZİYA GÖKALP’İN ZİYAI
Diyarbakır Mebus-ı Muhteremi; çok kıymetli eserlerini Türklüğe ve gençliğe hatıra bırakarak aramızdan ebediyen ayrılmıştır
Reisicumhurumuz ve İsmet Paşa hazeratı birer telgrafla merhum müşarünileyhin [adı geçenin] ailesine teessürlerini [üzüntülerini] iblağ buyurmuşlardır [bildirmişlerdir]. Bir Ziya Gökalp Cemiyeti teşkil edilmiştir.
***
Bir müddetten beri rahatsız bulunan ve son günlerde hastalığının şiddetlenmesi dolayısıyla hastahaneye nakledilen Diyarbakır Mebusu Ziya Gökalp Bey üstadımız dün [25 Ekim 1924] sabaha karşı irtihal-i dar-ı beka [ahirete göç] eylemiş ve bu müellim [elem veren] haber şehrimizde birden bire şayi olarak [duyularak] umumi ve derin bir teessürle [keder ve üzüntüyle] karşılanmıştır.
Reisicumhur Gazi Paşa Hazretleriyle Başvekil ve Hariciye Vekili İsmet Paşa Hazretleri merhum müşarünileyhin ailesine birer taziye telgrafı çekmek suretiyle teessürlerini iblağ buyurdukları gibi hükumet tarafından lazım gelenlere cenaze merasiminin pek mutantan bir surette icrası için de emirler verilmiştir.
İstanbul’da icra edilecek olan cenaze merasiminde Türkiye Büyük Millet Meclisi namına orada bulunan İkinci Reis Vekili Şarkikarahisar Mebusu Ali Sururi Bey hazır bulunacaktır. Merhum müşarünileyhin ailesine bu devreye ait olan tahsisatın kâmilen verilmesi ve ayrıca hidmet-i vataniye [vatana hizmet] tertibinden maaş tahsisi takarrür etmiştir [kararlaştırılmıştır]. Müdafaa-i Milliye Vekili Kazım Paşa Hazretleri ordu namına, beyan-ı taziyet edilmesini Üçüncü Kolordu Kumandanlığına ve Maarif Vekili Vasıf Bey Efendi de cenaze merasiminin icra edildiği gün bütün mekteplerin kapatılmasını ve bilumum muallimlerle talebelerin merasime iştirak etmelerini İstanbul’daki memurin-i aidesine emreylemişlerdir.
Vasıf Bey Efendi merhumun ailesine çektikleri telgrafta; kendisiyle beraber bilumum muallimlerin muhtaç-ı taziye ve teselliye bir halde olduklarını ve merhumun hatırasının gençlik için kuvvetli bir menba-ı ilham [ilham kaynağı] olacağını ve bir arzuları varsa muhatap olmak istediğini bildirmiş ve ayrıca Muallimler Birliği, Türk Ocakları Heyet-i Merkeziyelerince telgrafla beyan-ı tessesür ve arz-ı taziyet olunmuştur.
Dün gece Ankara’da Türkçülük Cereyanının maruf simaları, mebuslar ve Türkçü gençler bir içtima akdederek [toplantı yaparak] bir “Ziya Gökalp Cemiyeti” tesis etmişlerdir. Cemiyetin Birinci Reisliğine Sinop Mebusu sabık Sıhhiye Vekili Doktor Ziya Nur Bey, İkinci Reisliğine Zonguldak Mebusu Ragıp beyler bil ittifak intihap edilmişlerdir [seçilmişlerdir]. Cemiyet Ziya Gökalp Beyin bütün Türk şehirlerindeki muhiplerinden ve talebesinden taazzuv edecektir [meydana gelecektir]. Cemiyetin programı ve gayesi; Ziya Gökalp Beyin kitaplarının tabı [basımı], yazılarının ve hatıralarının cemi [toplanması] ve ihtifallerinin [törenlerinin] tertibi olacaktır.
Diğer taraftan “Türk Ocakları Merkez Heyeti ve Hars Heyeti” ve “Ziya Gökalp Cemiyeti” şu suretle derin teessürlerini ve hissiyat-ı taziyetkaranelerini ifade etmektedirler:
“Türklüğe ve Türk Ocaklarına ifa ettiği layemut [ölmez] hidmetler ile kalbimizde ebediyen yaşayacak bir minnet ve şükran hatırası bırakmış olan büyük âlim ve rehber Ziya Gökalp’in vefatı dolayısıyla Türk milletine en samimi taziyetlerimizi ve memleketin umumi kederine bütün mevcudiyetimizle iştirak ettiğimizi beyan ederiz.”
Anadolu Ajansı da şu satırlarla teessürlerini bildirmektedir:
“Türk vatanı en büyük ilim adamını kaybetti. Milli Mücadelenin ruhu ve istinatgâhı olan milliyet fikirlerini neşretmek hususunda Ziya Gökalp Beyin ifa ettiği hidmetler Türk milletinin kalbinde ebedi bir minnet bırakmıştır. Anadolu Ajansı bu büyük ziya [kayıp] karşısında duyduğu derin teessürleri beyan ve Türk milletini bütün ruhuyla taziye eder [başsağlığı diler].”
Üstadın son hayatına ait ajans tarafından verilen malumat ber-vech-i atidir [aşağıdadır]:
Ajans ve matbuat mensubini [mensupları] namına üstat Ziya Gökalp Beyi 23 Teşirinievvel’de [23 Ekim 1924] ziyaret eden Anadolu Ajansının İstanbul mümessili [temsilcisi] Edhem Hidayet Bey o günkü tarihle şu telgrafı ajansa göndermiştir:
“İstanbul: 23 [Ekim 1924] (A. A.)-Ziya Gökalp Beye gittim. Çok dalgın, etrafındakileri tanıyamaz bir halde idi. Hiçbir şey söyleyemiyor ve ızdırap alameti gösteriyordu. Dünkü konsültasyon neticesinde kati olmamak üzere dimağında iltihap olduğu teşhis edildiğini ve doktorların ümitvar bulunmadığını biraderi Nihad Bey ifade etti. Kemal-i teessürle arz ederim.”
Anadolu Ajansının üstadın hastalığına ve irtihaline dair müteakip telgrafları da ber-vech-i atidir [aşağıdadır]:
İstanbul: 24 [Ekim 1924] (A. A.)-Ziya Gökalp Beyin vaziyet-i sıhhiyesine [sağlık durumuna] dair bu akşamki tabip raporu ber-vech-i atidir:
“Hastanın ahval-i umumiyesi git gide kesb-i vahamet ediyor. Hastalık süratle seyrini takip ediyor. Ziya Bey artık etrafındakileri tanımıyor. Kalp mukavemet ediyor. Hastalığın vahameti bütün kuvvetiyle bakidir.” [2]
DİP NOTLAR
[1] https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/bilgi/ziya-gokalp-1876-1924/
[2] Hâkimiyet-i Milliye, 26 Teşrinievvel 1924, No: 1256, s. 1, sütun: 2-3
Saltanatın Kaldırılmasına Dair Türkiye Büyük Millet Meclisinin Genel Kurul Kararı
Mustafa Kemal Paşa’nın Neue Freie Presse Muhabirine Cumhuriyet Hakkında Beyanatı [Demeci]
Büyük Âlim Ziya Gökalp’in Vefatı
En Çok Okunanlar
- Türkler ve Zaferleri2 yıl ago
Anafartalar Kumandanı Mustafa Kemal ile Mülakat [Görüşme] (1)
- Maarifimizde İstikamet2 yıl ago
AİLE KUCAĞINDA VATAN TERBİYESİ
- Türk Tarihi3 yıl ago
6 EKİM İSTANBUL’UN KURTULUŞ GÜNÜ
- Türk İstiklâl Mücadelesi2 yıl ago
LOZAN BARIŞ ANTLAŞMASI
- Tarihi Toplantılar3 yıl ago
İSTİKLÂL MARŞI’NIN YAZILIŞI ve MİLLÎ MARŞ OLARAK KABULÜ
- Mustafa Kemal Atatürk3 yıl ago
GAZİ MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN KONYA TÜRK OCAĞI’NDA YAPTIĞI KONUŞMA
- Türk İstiklâl Mücadelesi2 yıl ago
Mustafa Kemal Paşa’nın Sivas Kongresi’ni Açış Konuşması (4 Eylül 1919)
- Maarifimizde İstikamet3 yıl ago
1998 İLKÖĞRETİM SOSYAL BİLGİLER DERSİ ÖĞRETİM PROGRAMI 6’NCI SINIF TÜRKİYE TARİHİ ÜNİTESİ AMAÇLARININ KAZANILMIŞLIK DÜZEYİ (Kastamonu Örneği)