Connect with us

Türk İstiklâl Mücadelesi

Mustafa Kemal Paşa ve Temsil Heyeti’nin Sivas’tan Ankara’ya Gelişi (27 Aralık 1919) (2)

Published

on

GİRİŞ

27 Aralık 2022. Mustafa Kemal Paşa ve Temsil Heyeti üyelerinin Sivas’tan Ankara’ya gelişinin 103. yıl dönümüdür. Mustafa Kemal ve Temsil Heyeti üyelerinin gelişi ile Ankara, “Millî Mücadele“nin ve “Türk İnkılâbı“nın merkezi olmuştur.

Türk İstiklâl Harbi ve Türk İnkılâbı“nı gerçekleştiren başta merhum Gazi Mareşal Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere silâh arkadaşlarını, şehitlerimizi rahmet ve minnetle anar, gazilerimize sağlık ve mutluluklar dilerim.

Mustafa Kemal Paşa ve Temsil Heyeti, siyasî gelişmeleri yakından takip etmek ve yönetmek için batıdaki bir şehri merkez yapmak istemektedir. Bu sebeple konu, 16-28 Kasım 1919 tarihleri arasında Sivas’ta yapılan “Komutanlar Toplantısı”nda tartışılmış; Ankara, Konya ve Eskişehir üzerinde durulmuş, neticede İstanbul’a bir demiryolu ile bağlantısı bulunan ve millî teşkilâtı kuvvetli olan Ankara, merkez için en uygun şehir olarak kabul edilmiştir.

Mustafa Kemal Paşa ve Temsil Heyeti, Sivas Lisesi önünde toplanan binlerce atlı, arabalı ve yayadan meydana gelen Sivas halkının coşkun sevgi gösterileri arasında üç otomobilden ibaret bir konvoyla 18 Aralık 1919’da hareket etmek suretiyle Ankara yolculuğuna başlamıştır.

Mustafa Kemal Paşa ve Temsil Heyeti üyelerinin; Sivas-Kayseri-Mucur-Hacıbektaş-Mucur-Kırşehir-Kaman-Beynam güzergâhından Ankara’ya gelişleri hakkındaki metin; “Tarihsel metinlerin en belirleyici özelliklerinden biri de tarihi olayları inandırıcı bir şekilde yeniden düzene koymasıdır. Bunun da ötesinde tarihsel metinler; tarihin akışı içindeki insanların eğilimlerini, karşılaştıkları sorunları, yaşadıkları karmaşık dünyayı açıklama gücüne sahiptirler. Öykü, biyografi, otobiyografi ve benzeri tarihsel metinleri anlamak için öğrenciler, zihinlerinde canlandırarak okuma yeteneğini geliştirmelidir. Bunu yaparken birey ve grupların; niyetlerini, eğilimlerini, değer yargılarını, fikirlerini, umutlarını, şüphelerini, kararlarını, güçlü ve zayıf yanlarını göz önüne almalıdır.

 

Tarihsel metinleri kavramak; ayrıca öğrencilerin tarihsel yaklaşım edinmelerini yani geçmişteki olayları dönemin şartları ve kavramlarıyla bu geçmişi yaşayanların bakış açılarından inceleyebilmelerini gerektirir. Bunun için öğrenciler geçmişe ait buluntuları, belgeleri, günlükleri, mektupları, sanat eserlerini, edebi ürünleri vb. kaynakları incelerken, geçmişi bugünün kavram ve normlarıyla değerlendirmekten kaçınmayı öğrenmeli, olayların meydana geldiği tarihsel bağlamı göz önünde bulundurmalıdırlar. Ayrıca bu önemli kazanımların ötesinde, öğrenciler tarihsel olayları yeniden açıklayan veya yorumlayan anlatıları da kavrayacak becerileri geliştirmeli ve tarihsel akış içinde etkili olmuş güçler arasındaki ilişkiyi ve bu güçlerin olayların gidişatını nasıl etkilediğini analiz edebilmelidir.” biçiminde tanımlanan “Tarihsel Kavrama Becerisi”nin kazanılmasına ve geliştirilmesine katkıda bulunmak amacıyla aşağıda sunulmuştur.

MUSTAFA KEMAL PAŞA ve TEMSİL HEYETİ’NİN SİVAS’TAN ANKARA’YA YOLCULUĞU

27 Aralık 1919 Cumartesi günü öğleden sonra Mustafa Kemal Paşa ve Heyet, Ankara’ya ulaşıyor. Kendisini kar​şılamak için günlerdir heyecanla bekleyen Ankara’ya…

Mondros Mütarekesi’nden kısa bir süre sonra, 1919 yılı başlarında trenle gelen iki bölük kadar İngiliz askeri tren garında karargâh kurarak, istasyonu ve şehri işgale başlamıştı. Sonra bir Fransız askeri birliği de gelmiş ve yapımı henüz bitmemiş olan Ulustaki İttihat ve Terakki Kulübü binasında [sonradan İnkılap Müzesi olan ilk Büyük Millet Meclisi binası]  karargâh kurmuştu. Şehrin içinde yabancı devlet askerleri dolaşıyor, Türk ve Müslüman halka sarkıntılık ve saldırı olayları gün geçtikçe artıyordu. Sadrazam Ferit Paşa’nın yakın adamı olan Ankara Valisi Muhittin [ULUNAY] Paşa da, körü körüne İstanbul Hükümeti’ne bağlanmış olduğundan işgal kuvvetleriyle işbirliği yapmış, adeta onların buyruğu altına girmişti.

Bu durum karşısında, kendilerini korumak mecburiyetinde kalmış olan Ankaralılar gizli bir kuruluşla yabancıların ve azınlıkların kötülüklerine engel olmaya çalışıyorlardı. Fakat Vali Muhittin Paşa, İngilizlerin baskısı ile aralarında Kınacızade Şakir, Aktarbaşı Sadullah, Bulgurluzade Mehmet, Hanifzade Mehmet, Haymana Eski Kaymakamı Rıfat Beylerle Karabiberin Hasan ve Hacı Bayram Türbesi Şeyhi Şemseddin Efendilerin de aralarında bulunduğu doksan üç kişiyi tutuklamıştı. Bir yandan da İngiliz Muhipler Cemiyeti’nin gelişmesine çalışıyordu.

Fakat vatansever Ankaralılar, bütün bu baskılara rağmen yılmamışlar, İngiliz Muhipler Cemiyeti’ne karşı “Azmi Milli Cemiyeti”ni kurmuşlardı. 24. Tümen Komutanı Yarbay Mahmut, Kimyager Avni Refik [BERKMAN], Öğretmen Ayaşlı Ali Rıza, Öğretmen Mahir [İZ], Yakup, Ekrem ve Fevzi Beylerin kurduğu bu dernek, müsamereler vererek halkın moralini yükseltmeye çalışmış, Avukat Mustafa Kemal Bey Selâmet ve Operatör Vasfi [ÖZ] Bey Mefkûre adlı gazeteleriyle bu çabalara yardımcı olmuşlardı. Bütün milli mücadele çabalarının başında, Ankaralıların sevgi, saygı ve güvenle bağlandıkları 20. Kolordu Komutanı Ali Fuat [CEBESOY] Paşa vardı.

İstanbul’daki valiler toplantısından dönen Vali Muhittin Paşa, aldığı yeni direktiflerle, daha da sertleşip baskıyı arttırınca Ankara ileri gelenleri, milli mücadeleci Defterdar Yahya Galip Bey’in evinde toplanmışlar ve Vali Muhittin Paşa’yı bertaraf etmeye karar vermişlerdi. Karar, Sivas’ta bulunan Mustafa Kemal Paşa’ya bildirilmiş, Muhittin Paşa’nın yakalanıp Sivas’a gönderilmesi emri gelmiş, yakalama görevi Keskin’den Hamitli Rıza [Kırşehir Mebusu] ve Polatlı’dan Kara Sait Milli Müfrezeleri’ne verilmiştir. 24. Tümen Komutanı Mahmut ve Kurmay Başkanı Ömer Halis Beylerle görüşerek gerekli direktifleri alan müfrezeler derhal yola çıkarak Çorum’dan Ankara’ya gelmekte olan Vali Muhittin Paşa’ya ulaşmış ve koruma görevlileri gibi yolculuğuna katılmış, Elmadağı ile Yahşihan arasındaki Kılıçlıbel’e geldikleri zaman da Vali Muhittin Paşa’yı tutuklayıp Sivas’a götürmüşlerdir. Muhittin Paşa’dan kurtulan Ankaralılar da hemen “Hakan” dedikleri Defterdar Yahya Galip [KARGI] Bey’i vali vekilliğine getirmişlerdi. İstanbul Hükümeti ise, Ankara Valiliği’ne Ziya Paşa’yı tayin etmiş ve yola çıkarmıştı. Bunun üzerine, derhal Ziya Paşa’ya haber gönderilerek Ankara’ya gelmemesi, gelirse onun da tutuklanacağı bildirilmiş ve türlü baskı ve ricalara rağmen İstanbul yanlısı vali, Ankara’ya sokulmamıştır.

Ankara bu iç mücadelenin içinde iken Sivas Kongresi toplanmış ve Ankaralılar bu kongreye katılamamışlardı. Fakat Mustafa Kemal Paşa, Ankara Eski Mebusu Ömer Mümtaz Bey’i Sivas’a gelememiş olmasına rağmen, Heyet-i Temsiliye üyesi yaptırmıştı. Üzerlerindeki ağır baskı kalkınca, Ankaralılar Ömer Mümtaz Bey’i Sivas’a göndermişler ve Sivas’tan dönen Ömer Mümtaz Bey’in getirdiği direktifler üzerine de Müftü Rıfat [BÖREKÇİ] Efendi’nin başkanlığında Kütükçüzade Ali (belediye başkanı), Ömer Mümtaz (eski mebus), Çayırlıoğlu Hilmi (eski mebus), Ekrem [ENGÜR], Beynamlı Hacı Mustafa, Çakallı Hacı Süleyman Beylerle Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin, Ankara Heyet-i Merkeziyesi’ni kurmuşlardır. Sonra Kuvayı Milliye müfrezeleri kurma kararına varılmış, bu çabaların başına da yine Müftü Rıfat Efendi getirilmiştir.

Bu sırada, Mustafa Kemal Paşa’nın Ankara’ya geleceği duyulmuş ve yola çıktığı haber alınmıştır. Vali Vekili Yahya Galip Bey ile Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Başkanı Rıfat Efendi, Mustafa Kemal Paşa’yı olağanüstü bir şekilde karşılamak ve bu arada Ankara’daki İngiliz ve Fransızlara da Kuvayı Milliye’nin gücünü göstermek için geceli gündüzlü çalışmışlar, bölgedeki bütün seymenlerin karşılama törenine katılmalarını sağlamaya uğraşmışlardır. İstanbul Hükümeti’nden yana olanlar ise karşılama töreninin sönük geçmesi için, törene gelecek seymenlerin cepheye gönderilecekleri söylentisini çıkarmışlardır. Fakat Haymana Kaymakamı Cemal [BARDAKÇI] Bey’in, kendi bölgesinden topladığı iki yüz kadar atlı ile Ankara’ya gelip birkaç gün şehirde gösteriler yapması, karşı propagandaları çürütmüş, törene katılacakların sayısı her gün biraz daha artmış ve sonunda sanki bütün Ankara ayaklanmıştır.

27 Aralık 1919 Cumartesi günü Mustafa Kemal Paşa, milli mücadele heyecanıyla coşan Ankara şehrinin sınırlarından içeri giriyordu. Çevredeki tepelerin karlarla örtülüp ak pak olduğu, Dikmen ve Çankaya sırtlarında sert ve soğuk yellerin estiği, pırıl pırıl güneşli bir gün ortasında…

Vali Vekili Yahya Galip Bey ile 20. Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa, Kırşehir-Ankara yolunun, Gölbaşı ile şehir merkezi arasındaki en yüksek yerinde Mustafa Kemal Paşa’yı karşı​lıyorlar.

Bir süvari birliğinin önünde 24. Tümen Komutanı Yarbay Mahmut Bey ile Kurmay Başkanı Binbaşı Ömer Halis [BIYIKTAY] Bey ve Ankara Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Başkanı Müftü Hoca Rıfat Efendi ile Ankara ileri gelenleri Kınacızade Şakir, Aktarbaşızade Rasim, Toygarzade Ahmet, Âdemzade Ahmet, Hatip Ahmet, Kütükçüzade Ali, Hanifzade Mehmet, Bulgurzade Mehmet Beylerle Naşit Efendi ve Eskişehir Mebusu Emin [SAZAK]  Bey vardı. Mustafa Kemal Paşa burada da otomobilinden inip sevgi gösterilerinde bulunan Ankaralılarla görüştü ve yoluna devam etti.

Şimdiki Milli Savunma Bakanlığı’nın bulunduğu yerdeki Kızılyokuş’ta karşılayıcılar tarafından ilk kurbanlar kesildi. Sonra, içinde tek bir evin bulunduğu Harmanyeri’ne gelindi. Seymenler otomobilleri durdurup kurban kestiler. Hükümet ileri gelenleri de Mustafa Kemal Paşa’yı burada karşıladılar.

Biraz daha ileride, şimdiki Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Kız Sanat Enstitüsü ve Radyoevi’nin bulunduğu yerde Ankaralı bilginler, din ve tarikat adamları tertemiz özel kılıkları içinde toplanmışlardı. Şehir halkı bu yerin üst tarafındaki Namazgâh adlı tepede [sonradan bir dönem Türk Ocağı ve Halkevi binasının yer aldığı tepe] bekliyordu. Mustafa Kemal Paşa her rastladığı toplulukla görüşüp teşekkür​lerini bildirerek yoluna devam ediyordu.

Kafile, o sırada İngilizlerin elinde bulunan demiryolu istasyonuna doğru dönüp ilerledi.  İngiliz karargâhının önündeki istasyon meydanı hıncahınç dolmuştu. Karşılıklı dizilmiş Seymenler Mustafa Kemal Paşa’yı havaya kaldırdıkları palaların altından geçirdiler, yiğitçe sevinç naraları attılar. Jandarma ve polis birlikleri saygı ile selama durdular. Halk, davul ve zurna sesleri içinde, coşkun sevgi gösterilerinde bulundu. Ulus’a doğru yol boyunca dizilmiş öğrenciler Mustafa Kemal Paşa’yı sevinçle alkışladılar.

Fransız Karakolu’nun [şimdi müze olan ilk meclis binasının] önünden geçildi. Hacı Bayram Camii’ne varıldı. Hacı Bayram Velî’nin türbesi ziyaret edildi, dualar edilip Tanrı’ya yalvarıldı. Dönülüp hükümet konağına [sonradan valilik binası olarak kullanılan] gelindi. Vali Vekili Yahya Galip Bey, kısa bir konuşma ile Mustafa Kemal Paşa’ya “Hoş geldiniz” dedi. Dışişleri Bakanlığı’nda görevli Fahrettin Bey, uzun bir konuşma yapmak istediyse de heyecandan tıkanıp kısa kesti. Mustafa Kemal Paşa valilik binasında, halk da hükümet konağı önündeki kahvehanelerde oturup dinlendi. Kahveler, çaylar içildi. Sonunda, hem Mustafa Kemal Paşa’nın, hem de Heyet-i Temsiliye’nin kalması ve çalışması için hazırlanmış olan Keçiören sırtlarındaki Ankara Tarım Ortaokulu’na [sonradan bir süre meteoroloji binası olarak kullanılmış olan eski Ziraat Mektebi binası] gidildi.

Burada bir noktaya dikkati çekmekte fayda vardır: O sırada herkesin, Mustafa Kemal Paşa ile birlikte Ankara’ya gelenleri Heyet-i Temsiliye üyesi sandığı anlaşılmaktadır. Nitekim Ankara’daki hazırlıklar buna göre yapılmış, Sivas Valisi İçişleri Bakanı’na, İçişleri Bakanı da sadrazama bu yolda bilgi vermişti. Ankara’nın o günkü Ankara isim​li haftalık resmi gazetesi, Mustafa Kemal Paşa’nın gelişini anlatırken, beraberindekileri “Heyet-i Temsiliye Üyeleri” diye takdim ediyordu. Ali Fuat Paşa dahi Mustafa Kemal Paşa’nın beraberindekilerden hep “Heyet-i Temsiliye Üyeleri” diye söz etmektedir.

Mustafa Kemal Paşa ile Ankara’ya gelenler arasında, Sivas’ta kurulan Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin on altı kişilik Heyet-i Temsiliye’sinden yalnız üç kişi vardır: Rauf Bey, Mazhar Müfit Bey, Hakkı Behiç Bey.

Ne var ki, Mustafa Kemal Paşa’nın tutum ve davranışları da bu anlayışı pekiştirmeye çalışan bir yöndedir. O da etrafındakilerin hepsini Heyet-i Temsiliye üyeleri gibi tanıtmaya yani Heyet-i Temsiliye’yi beraberindeymiş gibi göstermeye çalışıyor, bütün yazışma ve konuşmalarını Heyet-i Temsiliye’ye malediyor ve herkesin de durumu böyle bilmesine dikkat etmektedir. Nitekim Mustafa Kemal Paşa bu çabasında başarıya ulaşmış ve o günden bu yana konu üzerine eğilenler genellikle Heyet-i Temsiliye üyelerinden hiç olmazsa çoğunluğunun Mustafa Kemal Paşa ile birlikte Ankara’ya gelmiş olduğunu sanmıştır.

Bu anlayışın yaygınlaşmasında, kullanılmakta olan “Sivas Heyet-i Temsiliyesi” ifadesinin de büyük etkisi olduğu şüphesizdir. Çünkü “Sivas Heyet-i Temsiliyesi” olarak adlandırılan heyet, Sivas Kongresi sonunda ve onun kararı ile kurulmuş olan Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin on altı kişilik Heyet-i Temsiliyesi’dir. Fakat bu on altı kişinin hepsi Sivas Kongresi’nde seçilmemiştir. Şarkî Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin on kişilik Heyet-i Temsiliyesi, Sivas Kongresi’nde altı üye daha eklenerek on altı kişiye çıkarılmak suretiyle Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’ne mal edilmiştir. Yani Sivas Heyet-i Temsiliyesi denen “Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Heyet-i Temsiliyesi”, Erzurum Kongresi’nde seçilmiş olan ve sonra tüzüğün özel bir hükmünden yararlanılarak dokuzdan ona çıkarılan “Şarkî Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Heyet-i Temsiliyesi”nin yine tüzüğün verdiği imkânla üst sınır olan on altı kişiye çıka​rılması ile meydana getirilmiştir.

Bununla beraber, Mustafa Kemal Paşa Ankara’ya geldiği zaman, yine Heyet-i Temsiliye’nin tamamı ya da çoğunluğu beraberindeymiş gibi davranmış, böyle sanılmasını istemiş, imzasını “Heyet-i Temsiliye adına” atmıştır.

Nitekim Ankara’ya vardığı gün, kalması için hazırlanmış olan Tarım Okulu’na gelir gelmez “Heyet-i Temsiliye adına” bir bildiri yayınladı ve bu bildiride Heyet-i Temsiliye’nin gerek yol boyunca, gerekse Ankara’da çok sıcak ve içten gösterilerle karşılandığını, milletçe gösterilen bu birlik ve kararlılığın memleketin geleceğine olan güveni güçlendirip arttırdığını, “Heyet-i Temsiliye Merkezi”nin şimdilik Ankara olduğunu bildirdi:

TAMİM

(27 Aralık 1919)

Telgraf

Ankara

27.12. [13]35[1919]

Müdafaai Hukuk Cemiyeti Heyeti Merkeziyelerine

Adres Cetvelinde Yazılı Kumandanlıklara

Sivas’tan Kayseri tarikiyle [yoluyla] Ankara’ya hareket eden Heyeti Temsiliye, bütün güzergâhında ve Ankara’da, büyük milletimizin har [sıcak]  ve samimî tezahüratı vatanperveranesi içinde, bugün muvasalat eyledi [ulaştı]. Milletimizin gösterdiği eseri vahdet ve azim [birlik ve azim eseri], memleketimizin temini istikbali [memleketimizin geleceğini temin]  hakkındaki kanaatleri, lâyetezelzel [sarsılmaz] bir surette tarsin edici [sağlamlaştırıcı] mahiyettedir.

Şimdilik, Heyeti Temsiliye Merkezi, Ankara’dadır. Takdimi hürmet eyleriz efendim.

Heyeti Temsiliye namına

Mustafa Kemal

Gerçek şudur ki, artık Heyet-i Temsiliye yoktur, sadece Mustafa Kemal Paşa vardır. “Heyet-i Temsiliye adına” imzalanan her yazı, sadece Mustafa Kemal Paşa’ya aittir. Nitekim kısa bir süre sonra, yanındaki üç Heyet-i Temsiliye üyesi de İstanbul’a gidecek, Mustafa Kemal Paşa, Ankara’daki tek Heyet-i Temsiliye üyesi olacak, tam anlamıyla tek başına çalışacak ve imzasını yine de “Heyet-i Temsiliye adına” atacaktır.

Mustafa Kemal Paşa, 29 Aralık 1919’da bir bildiri daha yayınlayarak, Eskişehir-Ankara demiryolunun işletmeye açılmış olması sebebiyle, Eskişehir yerine Ankara’da buluşup görüşmenin daha kolay olacağını, her livadan seçilip gönderilecek delege mebuslarla Ankara’da bir Danışma Kurulu halinde çalışılacağını, Heyet-i Temsiliye Danışma Üyeliği’ne seçilecek mebusların ocak ayı başından itibaren Ankara’ya gelmeleri gerektiğini bildirdi ve gönderilecek mebusların yola çıkışlarının Heyet-i Temsiliye’ye yani kendisine bildirilmesini istedi, seçilip gönderilecek mebuslarla yapılacak görüşmelere öteki mebuslardan da mümkün olduğu kadar çok katılımın arzulandığını anlattı.

17 ARALIK 1919 TARİHLİ TAMİME EK

(29 Aralık 1919)

Şifre

Gayet Aceledir

Ankara, 29.12.1919

17.12.1919 tarih ve numarasız şifreye ektir:

1.Bir suretini Müdafaai Hukuk Cemiyeti merkeziyelerine verilmesi rica olunur.

Ankara-Eskişehir hattının işlemekte bulunması sebebiyle kolaylık bakımından görüşme mahalli olarak Ankara seçilmiştir. Dolayısıyla Heyet Temsiliye üyesi olarak seçilmiş olan muhterem mebusların Ocak’ın beşinden itibaren Ankara’ya gelmeleri beklenir. Hareketleri hakkında Heyeti Temsiliye’ye malumat verilmesi rica olunur.

2.Heyeti Temsiliye her livadan üye sıfatıyla gelecek mebuslarla icra edeceği görüşmeye, diğer şerefli mebuslardan mümkün olduğu kadar fazla miktarda diğer zevatın da görüşmelere katılması son derecede arzu edilmektedir. Bu hususta icap edenlere lüzumlu tebligatta bulunulması rica olunur.

Heyeti Temsiliye namına

Mustafa Kemal

Mustafa Kemal Paşa bunu yapmakla, Meclis-i Mebusan’a gidecek mebuslara önceden Anadolu’daki milli mücadele çabalarının tek amaç ve yolunu anlatacak, İstanbul’da da aynı amaçla ve aynı yolda çalışabilmeleri için Meclis-i Mebusan’da bir “Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Grubu” kurmalarını öğütleyecek, böylece parlamento çalışmalarını da kendi çalışma düzenine göre yönetme imkânını sağlayacaktı. Hatta bu yolla Meclis-i Mebusan’a başkan olacak, belki Heyet-i Temsiliye’nin “geçici” olarak Ankara’ya getirdiği merkezini de İstanbul’a aktaracaktı.

Fakat aynı günlerde, İstanbul Hükümeti adına Dâhiliye Nazırı ve İstanbul’daki mebuslar adına da Aydın Mebusu Hüseyin Kâzım Bey, bütün vilayetlere çektikleri telgraflarla, seçilen mebusların hiçbir yere uğramadan hemen ve doğruca İstanbul’a gelmelerini bildirmişlerdi. Bu durum karşısında kesin bir davranış kararına varamamış olan bazı mebuslar ne yapmaları gerektiğini Mustafa Kemal Paşa’dan soruyorlardı.

Mustafa Kemal Paşa, hemen soru sahiplerine cevap vererek, durumdan bilgisiz olan Hüseyin Kâzım Bey’in telgrafına önem verilmemesini bildirdi. İstanbul’da bulunan Çanakkale Mevkii Müstahkem Kumandanı ve İstanbul’daki milli mücadelecilerin aracısı Şevket Bey’e de başvurarak durumu anlattı ve Hüseyin Kâzım Bey’in herhalde yapılan tebliğlerden haberi olmadığını, Bekir Sami Bey’de bulunan tebligat örneğini okumasını ve dilerse onun da hemen Ankara’ya ge​lip toplantılara katılmasını istedi.

Buna karşılık, Heyet-i Temsiliye’nin İstişarî Üyesi ve İstanbul Hükümeti’nin Harbiye Nâzırı Cemal Paşa’dan gelen bir telgrafta; Hüseyin Kâzım, Tahsin, Celâlettin Arif, Hamit Beylerin ve bazı mebusların aşağıdaki tekliflerde bulundukları belirtiliyordu:

  1. Meclisin tez elden açılması gerektiği bir sırada, mebusların Ankara’ya çağrılmaları gecikmeye sebep olacaktır.
  2. Bu çağrı, yasama gücünün başka kuvvetlerin etkisi altında bulunduğu gibi, yanlış anlamlarla dışta güvensizlik doğuracaktır.
  3. Bu durumda meclisin, kendisinden beklenen hizmeti yapması imkânsız olacaktır.
  4. Mebuslarla görüşülmek isteniyorsa, geniş yetkili biri İstanbul’a gelmelidir.
  5. Çağrıdan vazgeçilmesi ve Ankara’ya varmış olan mebusların da hemen İstanbul’a gönderilmesi için yeniden bir bildiri yayımlanması beklenmektedir.

Bunun üzerine Mustafa Kemal Paşa, adları bildirilen mebuslara da bir telgraf çekerek, bir iki gün için Ankara’ya gelip görüşmelere katılmalarının meclis toplantısını geciktirmeyeceğini, buna karşılık pek önemli konularda görüşme imkânı sağlanacağını bildirdi.

Cemal Paşa’ya verdiği cevapta da, mebusların Ankara’ya gelip görüşmelerinin, memleketin kurtuluşu yolundaki çalışmalarını birleştir​mek için olduğunu, bunun genel bir toplantı niteliğinde olmadığını anlattı.

Gerçekten de Ankara’da bir mebuslar toplantısı yapılamadı. Bir kısım mebuslar Ankara’ya hiç gelmediler. Bazı mebuslar çağrıya uyarak Ankara’ya uğradıktan sonra İstanbul’a gittiler, bazıları da İstanbul’a giderken yol üzeri olduğu için uğrayıp görüştüler. Mustafa Kemal Paşa görüşebildiği mebuslara vatanı kurtarmak, bağımsızlığı sağlamak için iyi yönetilen bir kuruluşa sahip olmak gerektiğini, bunun için de İstanbul’da açılacak olan Meclis-i Mebusan’da üyeleri birbirlerine sımsıkı bağlı ve güçlü bir Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Grubu kurmalarını öğütledi.

Bu sırada, Mustafa Kemal Paşa bir yandan da, milli mücadeleci Vali Vekili Yahya Galip Bey emrindeki il basımevinden yararlanarak bir gazetenin çıkarılabilmesi imkânlarını arıyordu. Sivas’taki İrade-i Milliye gazetesinin devamı gibi olan Hâkimiyet-i Milliye gazetesi işte bu çabaların sonunda, Recep Zühtü Bey’in (Soyak) yönetiminde, ilk kez 10 Ocak 1920’de olmak üzere haftada birkaç defa yayınlanmaya başlamıştır.

KAYNAKLAR

Ali Fuat CEBESOY, Milli Mücadele Hatıraları, Vatan Neşriyatı, İstanbul, 1953, s. 258-315

Kemal ATATÜRK, Nutuk, Cilt: III Vesikalar, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1969

Kemal ATATÜRK, Nutuk, Cilt: I 1919-1920, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1970

Mazhar Müfit KANSU, Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber, II. Cilt, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1986,  s. 487-506

Zeki SARIHAN, Kurtuluş Savaşı Günlüğü II, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1994, s. 282-299

Şevket Süreyya AYDEMİR, Tek Adam Mustafa Kemal 1919-1922, Cilt: II, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1999, s. 179-216

Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt: 6 (1919-1920), Kaynak Yayınları, İstanbul, 2003, s. 33

Alper SEYFELİ, Milli Mücadele’de Kırşehir, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Danışman: Yrd. Doç. Dr. Mustafa EKİNCİKLİ, Kayseri, 2004,  s. 34-50

Yusuf İzzettin KILINÇER, Atatürk ve Kırşehir (1919-1938), Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Danışman: Prof. Dr. Reşat GENÇ, Ankara, 2006, s. 14-44

Hakan UZUN, “Mustafa Kemal Paşa’nın Milli Mücadele Başlarında Kırşehir’e Gelişi”, H. Ü. Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi, Sayı: 3 (Bahar 2006), s. 66-73

Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt: 5 (1919), Kaynak Yayınları, İstanbul, 2007, s. 375-384

Mahmut GOLOĞLU, Milli Mücadele Tarihi III Üçüncü Meşrutiyet (1920) Birinci Büyük Millet Meclisi, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2010, s. 10-15

Milli Eğitim Bakanlığı, Ortaöğretim Türkiye Cumhuriyeti İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük Dersi Öğretim Programı 2018, s. 13

Bengül BOLAT, “Milli Mücadele’ye Tam Destek Vermiş Bir Şehir: Kırşehir”, Milli Mücadele’nin 100. Yılı Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’ya Geçişi ve Kongreler Uluslararası Sempozyumu, 24-26 Nisan 2019-Erzurum, Ankara, 2021, s. 603-608

Türk İstiklâl Mücadelesi

Saltanatın Kaldırılmasına Dair Türkiye Büyük Millet Meclisinin Genel Kurul Kararı

Published

on

(1 Kasım 1922)

Sadrazam Tevfik Paşa 17 Ekim 1922’de Mustafa Kemal Paşa’ya çektiği telgrafta [1], Büyük Zafer’i saltanat makamı ile Babıâli’ye varlığını sürdürecek bir unsur olarak görmüş, hatta Barış Konferansı’nda İstanbul Hükûmetinin yanında yer almak suretiyle Ankara’nın son vazifesini yapmasını bekler vaziyette bulunmuştur. Mustafa Kemal Paşa, Tevfik Paşa’nın telgrafına cevap olmak üzere TBMM’nin İstanbul’daki siyasî temsilcisi Hamit Bey’e Bursa’dan çektiği 18 Ekim 1922 tarihli telgrafta [2], “…Teşki­lât-ı Esasiye Kanunu ile şekil ve mahiyeti taayyün eden Türkiye Devletinin tarihi teessüsünden beri Türkiye mukadderatına vaziülyet ve bundan mes’ul yalnız ve ancak Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükumeti olduğu”nu belirtmiş, aynı kanun gereğince Türkiye’yi konferansta TBMM Hükûmeti’nin temsil edeceğini bildirmiştir. Hamit Bey, Gazi Paşa’nın talimatı doğrultusunda Tevfik Paşa’ya tebligatta bulunmasına rağmen sonuç elde edememiştir.

27 Ekim 1922’de İngiliz, Fransız, İtalyan temsilcileri ayrı ayrı verdikleri şifahi notalarla İstanbul ve Ankara Hükûmetlerini aynı anda, 13 Kasım 1922’ de İsviçre’nin Lozan şehrinde yapılacak konferansa davet ettiler. 23 Ekim’de Ankara bu daveti kabul ettiğini bildirmiş, 29 Ekim’de Tevfik Paşa tarafından TBMM Başkanlığına çekilen telgrafta[3], birlikte katılma teklifinde bulunulmuştur.

Mustafa Kemal Paşa, Barış Konferansı’nda ikiliği ortadan kaldırmak için saltanatın hemen kaldırılması doğrultusunda kararını vermiştir. Bu konuda Rauf Bey ile Kâzım Karabekir Paşa’dan kararının uygun olduğuna dair meclis kürsüsünde konuşma yapmalarını istemiştir. Bu istek kabul görmüş, hatta Rauf Bey daha ileri giderek bu günün bayram ilân edilmesini teklif etmiştir.

Sadrazam Tevfik Paşa’nın barış konferansına birlikte katılma teklifi TBMM’de büyük tepki ile karşılanmıştır. Bu konu, 30 Ekim 1922 tarihindeki birleşimde görüşülmüştür. Vahi­deddin’in ve Hükûmetlerinin Millî Mücadeledeki karşı icraatları açıklanarak saltanat makamını suçlayan konuşmalar yapılmıştır. Bu sebeple kimi mebuslar İstanbul Hükûmetinin konferansa katılma haklarının bulunmadığını ifade ederken, kimileri de İstanbul Hükûmetinin yok sayılmasını ve hatta saltanatın kaldırılmasını istemişlerdir. Aynı birleşimde saltanatın kaldırılmasına dair Dr. Rıza Nur ve arkadaşlarınca verilen 81 imzalı altı maddelik önerge [4] Meclis Başkanlığına sunulmuş, 131 kabul, 2 ret, 3 çekimser oya karşılık çoğunluk sağlanamadığından işlem tamamlanamamış ve 1 Kasım Çarşamba günü tekrar oylama yapılmak üzere oturuma son verilmiştir. TBMM’nin çalışmalarına ara verdiği 31 Ekim Salı günü Müdafaa-i Hukuk Grubu toplantısında Mustafa Kemal Paşa, saltanatın kaldırılmasının mecburi olduğuna dair açıklamada bulunmuştur. 1 Kasım Çarşamba günkü 130. birleşimin birinci oturumunda konu tekrar gündeme getirilmiştir.

 Dr. Rıza Nur ve arkadaşları önergelerinin altıncı maddesine yönelik değişiklik teklifinde bulundular[5]. Teklifte, hilâfetin Türklere, özellikle Osmanlı hanedanına ait olduğu kabul edilmiş ve halifenin ne şekilde, kim tarafından belirleneceğine açıklık getirilmiştir. İkinci Grup liderlerinden Hüseyin Avni (Ulaş) Bey ve arkadaşlarınca verilen 26 imzalı iki maddelik bir önergede[6], İstanbul Hükûmetinin 16 Mart 1920’den itibaren tarihe karıştığı belirtilmiş olmasına rağmen saltanatın kaldırılmasına yönelik herhangi bir açıklamada bulunulmamıştır. Bu önerge sadece İstanbul Hükûmeti’ni hedef almıştır. Mustafa Kemal Paşa her iki teklif üzerinde yapmış olduğu uzunca konuşmasında hilâfetle saltanatın birbirinden ayrılabileceğini, tarihten örnekler vererek açıklamış neticede söz konusu tekliflerin Şer’iye, Adliye ve Kanun-ı Esasi encümenlerinden meydana gelen ortak komisyona havalesi kabul olunarak birinci oturuma son verilmiştir.

Teklifler, ortak komisyonda görüşülürken, durumu yakından takip eden Mustafa Kemal Paşa, toplantı odasına girerek komisyona hitaben bir konuşma yapmıştır. Konuşmasında; hâkimiyet ve saltanatın kuvvet ve kudretle alınabileceğini, milletin ayaklanarak zaten bunları elde ettiğini, yapılacak işin fiili durumu resmîleştirmekten ibaret bulunduğunu, aksi takdirde bazı kafaların kesileceğini ifade etmiştir. Bu konuşmayla aydınlanan komisyon üyeleri, bu görüşler doğrultusunda bir karar tasarısı metni hazırlayıp meclis başkanlığına sunmuşlardır.

TBMM Genel Kurulunun 130. birleşiminin ikinci oturumunda ittifakla kabul edilen iki maddelik “TBMM’nin Hukuk-ı Hâkimiyet ve Hükümranının Mümessil-i Hakikisi Olduğuna Dair Hey’et-i Umumiye Kararı”na [7] göre;  saltanatla hilâfet birbirinden ayrılmış, saltanat kaldırılmış, hilâfetin varlığı korunmuş, hilâfet makamının Osmanlı hanedanına ait olduğu, ilim ve ahlâk bakımlarından hanedanın en iyi ve en olgun mensubunun bu makama TBMM tarafından seçileceği belirtilmiştir. Aynı kararda İstanbul Hükûmetinin varlığına son verilmiştir.

Türkiye Büyük Millet Meclisinin Hukuk-ı Hâkimiyet ve Hükümranının Mümessil-i Hakikisi Olduğuna Dair Hey’et-i Umumiye Kararı

Numara: 308

Birkaç asırdır Saray ve Bab-ı Âlinin cehâlet ve sefâhati yüzünden devlet azim felâketler içinde müthiş bir surette çalkandıktan sonra nihayet tarihe intikal etmiş bulunduğu bir anda, Osmanlı İmparatorluğunun müessisi ve sahib-i hakikisi olan Türk milleti, Anadolu’da hem harici düşmanlarına karşı kıyam etmiş hem de o düşmanlarla birleşip millet aleyhine harekete gelmiş olan Saray ve Bab-ı Âli aleyhine mücâhedeye atılarak Türkiye’de Büyük Millet Meclisi ve onun Hükûmeti ve ordularını bitteşkil harici düşmanlar, Saray ve Bab-ı Âli ile fiilen ve müsellahan ve malum müşkilât-ı şedide ve mahrumiyet-i elime içinde cidâle girişmiş, bugünkü halâs gününe vasıl olmuştur.

Türk milleti, Saray ve Bab-ı Âlinin hıyanetini gördüğü zaman Teşkilât-ı Esasiye Kanununu ısdar ederek onun birinci maddesiyle hâkimiyeti padişahtan alıp bizzat millete ve ikinci maddesiyle icrai ve teşri kuvvetleri onun yed-i kudretine vermiştir. Yedinci madde ile de harp ilânı, sulh akdi gibi bütün hukuk-ı hükümraniyi milletin nefsinde cem eylemiştir.

Binaenaleyh; o zamandan beri eski Osmanlı İmparatorluğu tarihe intikal edip yerine yeni ve milli bir Türkiye devleti, yine o zamandan beri padişahlık merfu olup yerine Türkiye Büyük Millet Meclisi kaim olmuştur. Yani bugün İstanbul’da bulunan heyet mevcudiyetini usulen himaye edecek hiçbir meşru ve gayr-i meşru ecnebi kuvvete ve müzâheret-i milliyeye malik olmayıp bir zıll-ı zâil halindedir. Millet, şahsi hükümranlık ve saray halkı ve etrafının sefâhati esası üzerine müessis bir saltanat yerine, asıl halk kitlesinin ve köylünün hukukunu himaye ve saadetini tekeffül eden bir halk Hükûmeti idaresi tesis ve vaz’edilmiştir.

Hal böyle iken İstanbul’da düşmanlarla teşrik-i mesâi etmiş olanların elan hukuk-ı hilâfet ve saltanat ve hukuk-ı hanedandan bahs eylemelerini görmekle müstekreh-i hayret bulunuyoruz. Tevfik Paşanın telgrafı kadar garip ve acayip ve hilâf-ı mavaka’ı bir vesika tarihte nadir görülmüştür. Binaenaleyh Türkiye Büyük Millet Meclisi bervechi ati mevadı neşr ve ilâna karar vermiştir:

1-Teşkilât-ı Esasiye Kanunuyla Türkiye halkı, hukuk-ı hâkimiyet ve hükümranisini mümessil-i hakikisi olan Türkiye Büyük Millet Meclisinin şahsiyet-i maneviyesinde gayr-i kabili terk ve tecezzi ve ferağ olmak üzere temsile ve bilfiil istimale ve irade-i milliyeye istinad etmeyen hiçbir kuvvet ve heyeti tanımamağa karar verdiği cihetle Misak-ı Milli hudutları dâhilinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmetinden başka şekl-i Hükûmeti tanımaz. Binaenaleyh Türkiye halkı, hâkimiyet-i şahsiyeye müstenid olan İstanbul’daki şekl-i Hükûmeti 16 Mart 1336’dan itibaren ve ebediyen tarihe müntakil addeylemiştir.

2-Hilâfet; Hanedan-ı Âli Osman’a ait olup halifeliğe Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından bu Hanedanın ilmen ve ahlâken erşed ve eslâh olanı intihap olunur. Türkiye devleti makam-ı hilâfetin istinatgâhıdır.

1-2 Teşrinisani 1338 [1-2 Kasım 1922]

DİP NOTLAR

[1] T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, 30.10. 1338, Devre: 1, Cilt: 24, İçtima Senesi: 3, s. 269; Kemal Atatürk, Nutuk Cilt: III Vesikalar, Vesika: 260, MEB Devlet Kitapları, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1982, s.1236-1237

[2] Kemal Atatürk, Nutuk Cilt: III Vesikalar, Vesika: 262, MEB Devlet Kitapları, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1982, s.1237

[3] T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, 30.10. 1338, Devre: 1, Cilt: 24, İçtima Senesi: 3, s. 270; Kemal Atatürk, Nutuk Cilt: III Vesikalar, Vesika: 263, MEB Devlet Kitapları, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1982,s.1238-1239

[4] T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, 30.10. 1338, Devre: 1, Cilt: 24, İçtima Senesi: 3, s. 292-293

[5] T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, 1.11. 1338, Devre: 1, Cilt: 24, İçtima Senesi: 3, s. 304

[6] T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, 1.11. 1338, Devre: 1, Cilt: 24, İçtima Senesi: 3, s. 304-305

[7] T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, 1.11. 1338, Devre: 1, Cilt: 24, İçtima Senesi: 3, s. 313-314; Büyük Millet Meclisi Kavanin Mecmuası, Cilt:1, s. 487-488; Bekir Sıtkı Yalçın-İsmet Gönülal, Atatürk İnkılâbı Kanunlar-Kararlar Tamimler-Bildiriler Belgeler-Gerekçe ve Tutanaklarıyla- Kültür ve Turizm Bakanlığı, Ankara 1984, s. 286-288

Continue Reading

Türk İstiklâl Mücadelesi

Mustafa Kemal Paşa’nın Neue Freie Presse Muhabirine Cumhuriyet Hakkında Beyanatı [Demeci]

Published

on

(22 Eylül 1923)

Giriş

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Gazi Mustafa Kemal [ATATÜRK] önderliğinde gerçekleştirilen Türk İstiklal Harbi/Milli Mücadele’den sonra kurulmuştur. Türk Milletinin bağımsızlığını kazanmasından sonra Gazi, zaman zaman yurt gezilerine çıkmıştır. Bu gezilerinde, Millî Mücadele sırasında düşmana karşı omuz omuza birlikte mücadele ettiği milleti ile daha yakından temas kurma imkânına kavuşmuştur. Gezilerinden, uzun süren harplerden yeni çıkmış olan halka moral vermiş, yeni kurulan “Türk Milletinin/Milli Kültürümüzün” muasır medeniyetler seviyesine ulaşması için yapılması gerekenler hakkında, kulluk/kölelikten kurtularak hürriyetine kavuşan vatandaşları bilgilendirmiş, yapılan inkılâpların uygulanışını görmüş ve yapılacak inkılâplarla hakkında kamuoyu oluşturmuştur. İhtiyaç duyduğu kamuoyu desteğini sağladığına kanaat getirdikten sonra, yapmak istediği inkılâpları Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sunmuş ve uygulamaya/hayata geçirmiştir.

Bu sebeple Gazi’nin yurt gezileri yanında yabancı asker ve siyasi temsilciler ve gazetecilerle temas ve görüşmeleri, genellikle önemli siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel değişim ve gelişmelerin yaşandığı/yaşanacağı günlerin öncesi veya sonrasında gerçekleşmiş olması bakımından anlamlıdır. Bu kapsamda, Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın Nöye Fraye Prese [Neue Freie Presse] adındaki Avusturya gazetesi muhabirine verdiği “Cumhuriyetin ilanını öngören” demeç, Osmanlı Türkçesi ile yayımlandığı [Hâkimiyet-i Milliye, 27 Eylül 1923, No: 926, s. 1, sütun: 1-3]’ten çevrim yazı olarak aşağıda sunulmuştur.

***

Büyük Millet Meclisi Reisi Başkumandan Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’nin Viyana’da münteşir [yayımlanan] “Nöye Fraye Prese” [Neue Freie Presse] namındaki Avusturya gazetesine vaki beyanatının asıl metni.

Ankara, 26 [Eylül 1923], (A. A.) – İki üç günden beri Ankara ve İstanbul gazetelerinde Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’ne atfedilen beyanat, salahiyettar olmayan zevat tarafından neşredilmiştir [yayımlanmıştır]. Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’nin şehrimizde bulunan Nöye Fraye Prese Muhabiri Mösyö Jozef Hans Lazar’a vaki olan beyanatı aynen ber-vech-i atidir [aşağıdadır]:

Muharririn [yazarın], Türkiye Teşkilatı Esasiye Kanunu’ndaki müstakbel tadilatın [gelecekteki değişikliğin] ne olacağı hakkındaki sualine [sorusuna] Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri şu suretle cevap vermiştir:

Yeni Türkiye Teşkilatı Esasiye Kanunu’nun ilk maddelerini size tekrar edeceğim:

Hâkimiyet bila kaydu şart [kayıtsız şartsız] milletindir. İcra kudreti, teşri kudreti [kanun yapma] salahiyeti, milletin yegâne hakiki mümessili [temsilcisi] olan Meclis’te tecelli etmiş ve toplanmıştır.

Bu iki maddeyi bir kelimede hülasa etmek kabildir [özetlemek mümkündür]: “Cumhuriyet“.

Yeni Türkiye’nin umur-ı teceddüdü [yenileşme işi] daha nihayet bulmamıştır. Ancak yolun sonuna kadar gidilmelidir. Harpten sonra Türk Teşkilatı Esasiye’sinin inkişafı [gelişmesi] henüz kati bir şekil almış addedilemez [sayılamaz]. Tadilat [değişiklikler] ve tashihat [düzeltmeler] yapmak ve daha mükemmel bir hale getirmek elzemdir. İkmaline [tamamlanmasına] başlanan bu iş henüz bitmemiştir. Kısa bir zaman zarfında Türkiye’nin bugün fiilen almış bulunduğu şekil kanunen de tespit edilecektir. Yakın bir atide [gelecekte] bu meseleye ait hükûmet teklifatı [teklifleri] Meclis’e arz edilecektir. Bu teklifatın [tekliflerin] bütün mevadı [maddeleri] Teşkilatı Esasiye Kanunu’nun inkişaf [gelişme] ve ikmaline [tamamlanmasına] ait bulunacaktır.

Bütün Avrupa ve Amerika’daki cumhuriyetler nasıl esas itibariyle yekdiğerinden ayrı değilse ve aralarındaki fark nasıl yalnız şekle ait bulunuyorsa, Türkiye’nin da bu cumhuriyetlerden farkı sırf bir şekil meselesidir. Diğer cumhuriyet usulüyle idare edilen memleketlerde olduğu gibi bizim de hâkimiyete malik [sahip] bir parlamentomuz vardır. Yalnız bizde Büyük Millet Meclisi hem teşri [kanun yapma] hem de icrai salahiyete maliktir [icra salahiyetine sahiptir]. Başka yerde olduğu gibi, bizde de vekiller kendi vekâletlerine ait işlerden mesuldürler. Başka yerlerde yeni Türkiye devleti icra vekillerinin Millet Meclisi elinde bir oyuncak olduğu zannediliyor; bu, hatadır. Vekillerin mesuliyetine ve vazifesine ait meselede, Teşkilatı Esasiye Kanunu’nda yapılacak tadilat ile [değişikliklerle] tespit edilmiş olacaktır. Netice itibariyle reisicumhurdan, reisi hükûmetten [hükûmet reisinden] ve mesul vekillerden müteşekkil bir hükûmet teşkil edeceğiz.

Yeni Türkiye’nin payitahtı meselesine gelince, bunun cevabı kendiliğinden zahir olur [ortaya çıkar]: Ankara, Türkiye Cumhuriyeti’nin payitahtıdır.

S[ual]  – Avrupa’da, Türkiye’nin Avrupa’ya ve Garplılığa [Batılılığa] husumeti [düşmanlığı] bulunduğu fikri vardır. Türk matbuatında da bu nokta hakkında bir münakaşa açılmıştı. Bu münakaşada Garplılık müdafaa ediliyor veya aleyhinde bulunuluyordu. Bu hususta ne düşünülüyor?

C[evap]  – Asırlardan beri düşmanlarımız Avrupa akvamı [milletleri] arasında Türklere karşı kin ve husumet [düşmanlık] fikirleri telkin etmişlerdir. Garp zihinlerine yerleşmiş olan bu fikirler, hususi [özel] bir zihniyet vücuda getirmişlerdir. Bu zihniyet hala her şeye ve bütün hadisata [hadiselere] rağmen mevcuttur. Ve Avrupa’da hala Türk’ün her türlü terakkiye [ilerlemeye] hasım [düşman] bir adam olduğu, manen ve fikren inkişafa [gelişmeye] gayr-i müstaid [kabiliyetsiz] bir adam olduğu zannedilmektedir. Bu, azim [büyük] bir hatadır. Cevabımı basitleştirmek için size şu misali serdedeceğim [vereceğim]: Farz ediniz ki, karşınızda iki adam var; bunlardan biri zengin ve emrine her türlü vesait muhya [vasıtalar hazır], diğeri de fakir ve elinde hiçbir vasıta mevcut değil. Bu vesait fıkdanından [vasıta yokluğundan] başka ikincinin manevi ruhu da diğerinden hiç farkı ve maduniyeti [geriliği] yoktur. İşte Avrupa ile Türkiye yekdiğerine karşı bu vaziyettedir. Bizi madun [geri] olmaya mahkûm bir kavim olarak tanımakla iktifa etmemiş [yetinmemiş] olan Garp, harabiyetimizi [haraplığımızı] tacil [çabuklaştırmak] için ne yapmak lazımsa yapmıştır. Garp ve Şark  [Doğu] zihinlerinde yekdiğeriyle muarız [çatışan] iki prensip mevzu bahs [söz konusu] olduğu vakit, bunun en mühim menbaını [kaynağını] bulmak için Avrupa’ya bakmalı. İşte Avrupa’da mütemadiyen [devamlı] olarak mücadele ettiğimiz bu zihniyet mevcuttur.

İmparatorluk zamanında sultanın hükûmetleri Türk milletinin Avrupa ile temasına mani olmak için ellerinden geleni yapmışlar ve milletin arzu ve iradesinden uzak ve ayrı olarak icray-ı hükûmet [hükûmet icra] etmişler ve Türk milletini terakkiden [ilerlemeden] hariç bırakmışlardır.

Biz milliyetperverler gözleri açık adamlarız. Gözlerimizi her gün daha ziyade açmakta ve gerek dâhilde ve gerek hariçte olup biteni görüyoruz. Milletimizin mütemeddin [medeni] milletlerle temasını teshil etmek [kolaylaştırmak] menafimiz [menfaatlarımız]  mukteziyatındandır [gereklerindendir].

Bu temasın, münasebetlerin yeniden tesisini yalnız arzu etmekle kalmıyoruz, onları inkişaf ettirmek [geliştirmek] için her şeyi yapıyoruz. Bu tavrımız, çok açık ve tartışmasız olarak, Türklerin zenofobisi [yabancı korkusu] bulunduğu şeklindeki yanlış zannı çürütmektedir.

Matbuatla milliyetperver Türkiye’nin ecnebi [yabancı] düşmanı olduğu ilan edilirse, büyük bir hata irtikâp edilmiş [işlenmiş] ve hakikaten mevcut olan şeyin aksi iddia edilmiş olur.

İkinci noktaya gelince, yani Türk matbuatında da Garplılık [Batılılık] ve Şarklılık [Doğululuk] münakaşası açıldığına gelince, matbuat, istediği bahiste istediği veçhile [şekilde] tefsiratta [yorumlarda] bulunabilir. Matbuat, hiçbir veçhile [şekilde] tahakküm ve nüfuza tabi tutulamaz. Benim bu hususta şahsi nokta-ı nazarım [görüşüm] şudur ki, muhafazakâr olan ve bu hususta yalnız olan Tevhidi Efkâr’ın karşısında Türk matbuatının kesreti [çoğunluğu] var. Bu matbuat Garplılaşmak [Batılılaşmak] veçhesini [yönünü] müdafaa ediyor. Tevhidi Efkâr’ın fikri bizim inkişafımızın [gelişmemizin] Garp usulünde vaki olmasını tadil edemez [değiştiremez]. Onun hareketi Garp matbuatına karşı aksülamel [tepki] diye telakki [kabul] edilebilir. O Garp matbuatı ki, ekseriyeti [çoğunluğu] mukaddema [başlangıçta] bizim aleyhimizde bulunuyordu. Vaki olan tebeddülata [değişikliklere] rağmen eski metotlarını değiştirmiyorlar.

SLozan sulhu [barışı] hakkındaki fikr-i devletlileri [devletlilerinin fikri]?

C Lozan sulhu heyet-i umumiyesi [bütünü] itibariyle bizi tatmin ediyor. Biz bu muahedeye [antlaşmaya] tamamıyla riayet edeceğiz. Buna rağmen şunu söylemekten kendimizi men edemeyiz ki, daha taleplerimiz vardır ve bunların kuvveden [düşünceden] fiile çıktığını ahiren [son zamanda] Avrupa akvamının [milletlerinin] zihinlerinde vaki olan Türkiye’ye müsait yeni bir temayül [eğilim] vasıtasıyla görmek istiyoruz.

Muallak mesail [meseleler] için dostane tarz-ı tasfiyeler [çözüm tarzları] bulunacağını ümit etmek istiyoruz. Uzak bir atide [gelecekte] değil yakın bir istikbalde [gelecekte] şimdiye kadar halledilemeyen mesailin [meselelerin] kati hal şekline iktiran ettiğini [kavuştuğunu] görmek istiyoruz.

[Hâkimiyet-i Milliye, 27 Eylül 1923, No: 926, s. 1, sütun: 1-3;

Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt: 16 (1924), Kaynak Yayınları, İstanbul, 2005, s. 117-119]

Continue Reading

Türk İstiklâl Mücadelesi

Büyük Âlim Ziya Gökalp’in Vefatı

Published

on

[25 Ekim 1924]

Giriş

Türk sosyolojisinin kurucusu ve Türk milliyetçiliğinin en önemli düşünürlerinden biri olan Ziya GÖKALP [1], “bedenimin babası Ali Rıza Efendi, hislerimin babası Namık Kemal, fikirlerimin babası ise Ziya Gökalp’tir” sözünü sarf eden Mustafa Kemal ATATÜRK’ün en fazla etkilendiği kişiler arasında yer alır.

Vefatının 100. yıldönümünde Ziya Gökalp’i minnet ve rahmetle anarım. Bu münasebetle başta Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK olmak üzere Türk milleti, vatanı ve devleti uğrunda hizmet eden bilim, kültür, sanat, devlet, asker ve siyaset adamları ile Türk Mehmetçiklerinden bu dünyadan göç edenlere rahmet, hayatta olanlara sağlık, mutluluk ve başarılar dilerim.

Hafızalarımızı tazeleyip zihin jimnastiği yapmak amacıyla GÖKALP’in vefatının ertesi günü [Hâkimiyet-i Milliye, 26 Teşrinievvel 1924, No: 1256, s. 1, sütun: 2-3]’te yayımlanan “Hamdullah Suphi [TANRIÖVER],” ve “Ziya Gökalp Büyük Âlim Ziya Gökalp’in Ziyaı” başlıklı haber metinleri Osmanlı Türkçesi’nden çevrim yazı olarak aşağıda sunulmuştur.

***

ZİYA GÖKALP

“Ne elim bir haberle dilhunuz [içimiz kan ağlıyor]. Türk milliyetperverleri bir baş, hakiki bir mürşit kaybettiler. Türkçülük mefkûresinin bir meşalesi olan bu asil zekâ, kendi izinde yürüyecek binlerce muakkip [takipçi] bıraktı. Onun Türk tarihini, Türk içtimaiyatını, Türk harsını aydınlatan tahlil ve tasnif kuvveti, asırlardır ruhumuzda biriken karanlıkları derece derece eritmişti. Geçtiği yol evvelce bir izdi, şimdi bir şehrahtır [ana yoldur]. Türk vatanı en aziz evladından birini kaybetmekle taziye edilmek lazım gelen bir felakete uğradı. Ziya Gökalp’in hatırası önünde başlarımızı eğdiğimiz bu acı dakikalarda, tesellimiz odur ki, onun ufkumuzda dalgalandırdığı manevi bayrağı yere düşürmeyecek bir gençlik; memleketin her köşesinde bu imanın mahfuziyeti [korunması] için ayakta silahlanmış duruyor.” [2]

Hamdullah Suphi [TANRIÖVER]

***

BÜYÜK ÂLİM ZİYA GÖKALP’İN ZİYAI

Diyarbakır Mebus-ı Muhteremi; çok kıymetli eserlerini Türklüğe ve gençliğe hatıra bırakarak aramızdan ebediyen ayrılmıştır

Reisicumhurumuz ve İsmet Paşa hazeratı birer telgrafla merhum müşarünileyhin [adı geçenin] ailesine teessürlerini [üzüntülerini] iblağ buyurmuşlardır [bildirmişlerdir]. Bir Ziya Gökalp Cemiyeti teşkil edilmiştir.

***

Bir müddetten beri rahatsız bulunan ve son günlerde hastalığının şiddetlenmesi dolayısıyla hastahaneye nakledilen Diyarbakır Mebusu Ziya Gökalp Bey üstadımız dün [25 Ekim 1924] sabaha karşı irtihal-i dar-ı beka [ahirete göç] eylemiş ve bu müellim [elem veren] haber şehrimizde birden bire şayi olarak [duyularak] umumi ve derin bir teessürle [keder ve üzüntüyle] karşılanmıştır.

Reisicumhur Gazi Paşa Hazretleriyle Başvekil ve Hariciye Vekili İsmet Paşa Hazretleri merhum müşarünileyhin ailesine birer taziye telgrafı çekmek suretiyle teessürlerini iblağ buyurdukları gibi hükumet tarafından lazım gelenlere cenaze merasiminin pek mutantan bir surette icrası için de emirler verilmiştir.

İstanbul’da icra edilecek olan cenaze merasiminde Türkiye Büyük Millet Meclisi namına orada bulunan İkinci Reis Vekili Şarkikarahisar Mebusu Ali Sururi Bey hazır bulunacaktır. Merhum müşarünileyhin ailesine bu devreye ait olan tahsisatın kâmilen verilmesi ve ayrıca hidmet-i vataniye [vatana hizmet] tertibinden maaş tahsisi takarrür etmiştir [kararlaştırılmıştır]. Müdafaa-i Milliye Vekili Kazım Paşa Hazretleri ordu namına, beyan-ı taziyet edilmesini Üçüncü Kolordu Kumandanlığına ve Maarif Vekili Vasıf Bey Efendi de cenaze merasiminin icra edildiği gün bütün mekteplerin kapatılmasını ve bilumum muallimlerle talebelerin merasime iştirak etmelerini İstanbul’daki memurin-i aidesine emreylemişlerdir.

Vasıf Bey Efendi merhumun ailesine çektikleri telgrafta; kendisiyle beraber bilumum muallimlerin muhtaç-ı taziye ve teselliye bir halde olduklarını ve merhumun hatırasının gençlik için kuvvetli bir menba-ı ilham [ilham kaynağı]  olacağını ve bir arzuları varsa muhatap olmak istediğini bildirmiş ve ayrıca Muallimler Birliği, Türk Ocakları Heyet-i Merkeziyelerince telgrafla beyan-ı tessesür ve arz-ı taziyet olunmuştur.

Dün gece Ankara’da Türkçülük Cereyanının maruf simaları, mebuslar ve Türkçü gençler bir içtima akdederek [toplantı yaparak] bir “Ziya Gökalp Cemiyeti” tesis etmişlerdir. Cemiyetin Birinci Reisliğine Sinop Mebusu sabık Sıhhiye Vekili Doktor Ziya Nur Bey, İkinci Reisliğine Zonguldak Mebusu Ragıp beyler bil ittifak intihap edilmişlerdir [seçilmişlerdir]. Cemiyet Ziya Gökalp Beyin bütün Türk şehirlerindeki muhiplerinden ve talebesinden taazzuv edecektir [meydana gelecektir]. Cemiyetin programı ve gayesi; Ziya Gökalp Beyin kitaplarının tabı [basımı], yazılarının ve hatıralarının cemi [toplanması] ve ihtifallerinin [törenlerinin] tertibi olacaktır.

Diğer taraftan “Türk Ocakları Merkez Heyeti ve Hars Heyeti” ve “Ziya Gökalp Cemiyeti” şu suretle derin teessürlerini ve hissiyat-ı taziyetkaranelerini ifade etmektedirler:

Türklüğe ve Türk Ocaklarına ifa ettiği layemut [ölmez] hidmetler ile kalbimizde ebediyen yaşayacak bir minnet ve şükran hatırası bırakmış olan büyük âlim ve rehber Ziya Gökalp’in vefatı dolayısıyla Türk milletine en samimi taziyetlerimizi ve memleketin umumi kederine bütün mevcudiyetimizle iştirak ettiğimizi beyan ederiz.

Anadolu Ajansı da şu satırlarla teessürlerini bildirmektedir:

Türk vatanı en büyük ilim adamını kaybetti. Milli Mücadelenin ruhu ve istinatgâhı olan milliyet fikirlerini neşretmek hususunda Ziya Gökalp Beyin ifa ettiği hidmetler Türk milletinin kalbinde ebedi bir minnet bırakmıştır. Anadolu Ajansı bu büyük ziya [kayıp] karşısında duyduğu derin teessürleri beyan ve Türk milletini bütün ruhuyla taziye eder [başsağlığı diler].”

Üstadın son hayatına ait ajans tarafından verilen malumat ber-vech-i atidir [aşağıdadır]:

Ajans ve matbuat mensubini [mensupları] namına üstat Ziya Gökalp Beyi 23 Teşirinievvel’de [23 Ekim 1924] ziyaret eden Anadolu Ajansının İstanbul mümessili [temsilcisi] Edhem Hidayet Bey o günkü tarihle şu telgrafı ajansa göndermiştir:

İstanbul: 23 [Ekim 1924] (A. A.)-Ziya Gökalp Beye gittim. Çok dalgın, etrafındakileri tanıyamaz bir halde idi. Hiçbir şey söyleyemiyor ve ızdırap alameti gösteriyordu. Dünkü konsültasyon neticesinde kati olmamak üzere dimağında iltihap olduğu teşhis edildiğini ve doktorların ümitvar bulunmadığını biraderi Nihad Bey ifade etti. Kemal-i teessürle arz ederim.”

Anadolu Ajansının üstadın hastalığına ve irtihaline dair müteakip telgrafları da ber-vech-i atidir [aşağıdadır]:

İstanbul: 24 [Ekim 1924] (A. A.)-Ziya Gökalp Beyin vaziyet-i sıhhiyesine [sağlık durumuna] dair bu akşamki tabip raporu ber-vech-i atidir:

Hastanın ahval-i umumiyesi git gide kesb-i vahamet ediyor. Hastalık süratle seyrini takip ediyor. Ziya Bey artık etrafındakileri tanımıyor. Kalp mukavemet ediyor. Hastalığın vahameti bütün kuvvetiyle bakidir.” [2]

DİP NOTLAR

[1] https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/bilgi/ziya-gokalp-1876-1924/

[2] Hâkimiyet-i Milliye, 26 Teşrinievvel 1924, No: 1256, s. 1, sütun: 2-3

Continue Reading

En Çok Okunanlar