Connect with us

Türk İstiklâl Mücadelesi

Mustafa Kemal Paşa ve Temsil Heyetinin Ankara’da Karşılanışı

Published

on

(27 Aralık 1919)

GİRİŞ

27 Aralık 2023, Mustafa Kemal Paşa ve Temsil Heyetinin Sivas’tan Ankara’ya gelişinin 104. yıl dönümüdür. Mustafa Kemal ve Temsil Heyeti üyelerinin gelişi ile Ankara, “Millî Mücadele“nin ve “Türk İnkılâbı“nın merkezi, Türkiye Cumhuriyeti’nin başkenti olmuştur.

Mustafa Kemal Paşa ve Temsil Heyeti, siyasî gelişmeleri yakından takip etmek ve yönetmek için batıdaki bir şehri merkez yapmak istemektedir. Bu sebeple konu, 16-28 Kasım 1919 tarihleri arasında Sivas’ta yapılan “Komutanlar Toplantısı”nda tartışılmış; Ankara, Konya ve Eskişehir üzerinde durulmuş, neticede İstanbul’a bir demiryolu ile bağlantısı bulunan ve millî teşkilâtı kuvvetli olan Ankara, merkez için en uygun şehir olarak kabul edilmiştir.

Mustafa Kemal Paşa ve Temsil Heyeti, Sivas Lisesi önünde toplanan binlerce atlı, arabalı ve yayadan meydana gelen Sivas halkının coşkun sevgi gösterileri arasında üç otomobilden ibaret bir konvoyla 18 Aralık 1919’da hareket etmek suretiyle Ankara yolculuğuna başlamıştır.

Mustafa Kemal ve Temsil Heyeti gelmeden önce Ankara “… daracık sokaklar, karanlık, ışıksız. Eskiden çamlık olduğu söylenen tepeler şimdi çorak, ağaçsız. Yeşil silinmiş Ankara’dan ve her yer boz bulanık bir suskunluk içinde. Ne sağlık kuruluşları, ne kültür hareketleri, ne şenlik, ne spor, ne eğlence. Şehir kendi içine kapanmış… Sıtma yatakları, toz fırtınaları, okulsuz, tiyatrosuz, müzesiz, müziksiz. Kısacası bütün uygarlık nimetlerinden yoksun. Küçük, karanlık hüzünlü bir kasaba”dır. [1]

Mustafa Kemal ve Temsil Heyeti 27 Aralık 1919’da Ankara’ya gelmiştir. “Bu olay tarihin arka plana itilmiş eski bir şehri olan Ankara’yı yeniden tarih sahnesine çıkardı. Ondan sonraki olaylar ise bu şehri, çağımızda dünyanın dikkati çeken sayılı merkezlerinden biri haline getirdi. Bugün Ankara, Türkiye Devleti’nin başkenti ve dünyanın önemli başkentlerinden biridir. Eski Ankara, harap bir kaleyle, hastalık saçan bir bataklık arasında, bu kalenin eteklerine serilen perişan bir Orta Anadolu kasabasıydı. Ama 27 Aralık’tan sonra harap Osmanlı kasabası, Mustafa Kemal hareketinin hem yurt ölçüsünde, hem dünyaya karşı mihveri ve merkezi oldu.“ [2]

“Ankara gerçi haraptı. Ekonomik hayatı gerçi çökmüştü. Fakat kuvvetli gelenekleri olan bir şehirdi. Halkın sosyal yaşantısında, kökleri nice asırlara varan ve artık kutsal anlamlar almış halk kuruluşları henüz ayaktaydılar. Meselâ loncalar. O loncalar ki, kökleri, kuruluşları, kuralları ve hakları, fütuvvetnameler şeklinde kutsal ve tarihî belgelerle nizamlanmıştır. O loncalar ki, aynı zamanda asırlarca, meselâ Ahilik teşkilâtı içinde dinî tarikatlar gibi yaşatılmıştır. Fakat bu Ahilik ve loncalar, aynı zamanda, halkın iç idarede, siyasî hak dayanakları ve siyasî iktidar organları da olabilmişlerdir. Öyle ki, Konya Selçuk Devleti, Moğol istilâsı altında çöküp, yıpranıp da Anadolu çeşitli bölge devletlerine parçalanırken, Ankara’da loncalar iktidarı ele almışlar ve Osmanlıların Ankara’yı fethine kadar burada bir Ahiler Devleti şeklinde gelenek, emek ve barış prensipleri içinde, ilgi çekici bir dürüstlükle devam ettirmişlerdi.

Zaten Anadolu’nun sosyal-ekonomik tarihinde, lonca kuruluşları bakımından Ankara, daima en ileri, en güçlü bir merkez olmuştur. O kadar ki, aslında bir tabak (derici) ve tabaklar (dericiler) loncasının şeyhi olan Ahi Evren, loncalar hareketinde mucizeleriyle bir veli mertebesine çıkartılmış, şöhret ve etkenliği bütün loncalar âlemine yayılmıştı. Ahi Evren’in en büyük mucizesi ise, derilere verdiği ve başka hiç kimsenin başaramadığı renk ve vasıftı.

Loncalardan başka, tekkeler ve bu arada Ankara’da Hacı Bayram gibi bir tarikat ulusunun yaşamış olması, türbesinin Ankara’da bulunuşu, Ankara’da çeşitli tarikatları halk arasında ayakta tutuyordu. Gençler ve orta yaşlılar arasında cirit oyunları gibi eski halk ve ordu sporları galiba yalnız Ankara’da kalmıştı. Belli yöntem gelenekleri olan, bağları, idarecileri, idare yerleri ve yöntemleri bulunan ve aslında şehrin sivil silahlı kuvvetini teşkil eden Seymenler, gene Ankara’da, bozulmamış bir disiplin içinde yaşıyorlardı. Bütün bunlara, diğer esnaf cemiyetlerinin ve hepsinin üstünde eşraf ve ulema zümresinin de varlığını katınca, dışardan kasvetli bir görünüşü olan, harap ve çöküntü halindeki Ankara’nın, Mustafa Kemal’in buraya ayak bastığı günlerde, sürüp giden bir iç yaşantısı ve canlı halk kuvvetleriyle, Orta Anadolu’da hâlâ dikkati çeken bir kale şehri”dir. [3]

O günlerin Ankara’sını şehirde bulunan Enver Behnan ŞAPOLYO şöyle ifade etmektedir:

“Bir sabah İngiliz kuvvetleri Ankara istasyonunu zaptetmişti. İstanbul’dan gelen bir tren 2 bölük kadar İngiliz askerini çıkardı. (13 Mart günlü bir Rapora göre İngiliz birliği 150 kişi idi)… İskoçyalı bir bölük Cebeci’de Demirlibahçe yakınına yerleşti. İngiliz Komutanı Yzb. Withall idi… Karargâhını istasyonda kurmuştu… İngilizlerden sonra Ankara’ya bir takım Faslı subaylar da geldi. Bunlardan sonra bir miktar da Fransız askeri gelerek… Şehir bahçesinde bulunan barakalara yerleştiler. Bunlardan sonra F. D’Esperey Kur. Yzb. Buazo adında birini Ankara’ya gönderdi. Buazo Samanpazarı yakınında Kurşunlu Cami yanında Kalef adında bir Yahudinin evini kiralaldı… Karargâhını da Birinci Millet Meclisinin kurulduğu binanın Taşhan tarafına bakan cephesindeki ilk odayı yapmıştı… Bu yapının üstünde Fransız bayrağı bulunuyordu.

İngilizler Ankara’da İngiliz Muhipler derneğini açmak için bütün çabalarını gösteriyorlardı. Buna karşılık Ankaralı gençler Azm-i Milli Cemiyeti’ni kurdular. Bu derneğin kurulmasına Yrb. Mahmut (Kolordu Komutan Vekili) yardım etmişti. Derneğin yönetim kurulu üyesi kimyager Avni Refik Bekman, öğretmenlerden Ayaşlı Ali Rıza, Yakup, Mahir [İZ] ile Ekrem ve Fevzi Beylerdi.

Bu zamanlar Ankara’da [Avukat Mustafa Kemal Bey tarafından] Selamet ve [Operatör Vasfi [ÖZ] tarafından] Mefkûre adlı iki gazete yayımlanıyordu. Bir de ilin eskiden beri çıkan Ankara adlı bir gazetesi yayımlanmakta idi…” [4] Bütün milli mücadele çabalarının başında, Ankaralıların sevgi, saygı ve güvenle bağlandıkları 20. Ko​lordu Komutanı Ali Fuat [CEBESOY] Paşa vardı.

Mustafa Kemal Paşa ve Temsil Heyeti üyelerinin; Sivas-Kayseri-Mucur-Hacıbektaş-Mucur-Kırşehir-Kaman-Beynam güzergâhından Ankara’ya gelişleri ve Ankaralılar tarafından karşılanışını anlatan “Mustafa Kemal Paşa ve Temsil Heyetinin Ankara’da Karşılanışı” başlıklı metin, 20. Kolordu Kumandanı Ali Fuat [CEBESOY] Paşa’nın [5]; “Milli Mücadele Hatıraları” adlı eserinden alınmış ve  “Tarihsel metinlerin en belirleyici özelliklerinden biri de tarihi olayları inandırıcı bir şekilde yeniden düzene koymasıdır. Bunun da ötesinde tarihsel metinler; tarihin akışı içindeki insanların eğilimlerini, karşılaştıkları sorunları, yaşadıkları karmaşık dünyayı açıklama gücüne sahiptirler. Öykü, biyografi, otobiyografi ve benzeri tarihsel metinleri anlamak için öğrenciler, zihinlerinde canlandırarak okuma yeteneğini geliştirmelidir. Bunu yaparken birey ve grupların; niyetlerini, eğilimlerini, değer yargılarını, fikirlerini, umutlarını, şüphelerini, kararlarını, güçlü ve zayıf yanlarını göz önüne almalıdır.

 Tarihsel metinleri kavramak; ayrıca öğrencilerin tarihsel yaklaşım edinmelerini yani geçmişteki olayları dönemin şartları ve kavramlarıyla bu geçmişi yaşayanların bakış açılarından inceleyebilmelerini gerektirir. Bunun için öğrenciler geçmişe ait buluntuları, belgeleri, günlükleri, mektupları, sanat eserlerini, edebi ürünleri vb. kaynakları incelerken, geçmişi bugünün kavram ve normlarıyla değerlendirmekten kaçınmayı öğrenmeli, olayların meydana geldiği tarihsel bağlamı göz önünde bulundurmalıdırlar. Ayrıca bu önemli kazanımların ötesinde, öğrenciler tarihsel olayları yeniden açıklayan veya yorumlayan anlatıları da kavrayacak becerileri geliştirmeli ve tarihsel akış içinde etkili olmuş güçler arasındaki ilişkiyi ve bu güçlerin olayların gidişatını nasıl etkilediğini analiz edebilmelidir.” biçiminde tanımlanan “Tarihsel Kavrama Becerisi”nin [6]   kazanılmasına ve geliştirilmesine katkıda bulunmak amacıyla aşağıda sunulmuştur.

***

Mustafa Kemal Paşa ve Temsil Heyetinin Ankara’da Karşılanışı

(27 Aralık 1919)

Heyeti Temsiliyenin Ankara’ya Gelişi

Heyeti Temsiliyeyi nasıl karşılamıştık?

Heyeti Temsiliyenin Ankara’da yerleşmesi için yaptığımız hazırlıklar tamamlanır tamamlanmaz, Sivas’a bir telgraf çekmiş, hareketlerine intizar ettiğimi bildirmiştim. Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları 18 Aralıkta Sivas’tan ayrılarak Kayseri-Kırşehir yoluyla 27 Aralıkta Ankara’ya gelmişlerdi. Uğradıkları her yerde büyük tezahüratla karşılanmışlar ve teşyi edilmişlerdi. Fakat Ankara’nın gösterdiği hüsnü kabul hepsinin üstünde olmuştu. O günü hatırladığım zaman aynı heyecanı daima duyarım.

27 Aralıkta saat on birde Temsil Heyetinin üç otomobilden mürekkep kafilesi, Dikmen sırtlarından geçen Kırşehir– Ankara şosesinin Ankara havzasına döndüğü yüksek noktada görünmüştü. Burada, yanımda Vali Vekili Yahya Galip Bey olduğu halde Ankara namına kendilerini karşılamıştım. Birinci otomobilde Mustafa Kemal Paşa, Hüseyin Rauf ve Ahmet Rüstem beylerle yaver Yüzbaşı Cevat Abbas Bey vardı. İkinci otomobilde Temsil Heyetinin diğer azaları Süreyya, Mazhar Müfit ve Hakkı Behiç beylerle kâtipleri yer almışlardı. Üçüncü otomobilden üçüncü ordu müfettişliği karargâhından Paşaya refakat etmiş olan Doktor Binbaşı Refik (rahmetli Başvekil Doktor Refik Saydam), Erkânıharp Binbaşısı Hüsrev (eski Büyükelçilerden Sayın Hüsrev Gerede) beylerle diğer bazı zevat çıkmışlardı.

[Mustafa Kemal Paşa ile Ankara’ya gelenler arasında, Sivas’ta kurulan Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin on altı kişilik Heyet-i Temsiliye’sinden yalnız üç kişi vardır: Rauf Bey, Mazhar Müfit Bey, Hakkı Behiç Bey. ]   

Muhteşem manzara

Otomobillerimizden inmiş, bulunduğumuz yüksek noktadan Ankara’yı seyretmiştik. Etrafta dağlar karla örtülmüştü. Bizi Ankara şehrine götürecek olan yol, bugünkü Dikmen şosesinin istikametini takip ediyor, beyaz karlı tepelerin üstünden kıvrıla kıvrıla İncesu vadisine doğru iniyordu. İstikbale gelenlerin bir ucu bugün Harp Okulunun bulunduğu tepeden başlıyor, dolaşa dolaşa istasyon civarına iniyor ve oradan kıvrılarak hükûmet konağına doğru uzanıyordu. Karşıcı gelenlerin adedini otuz kırk bine çıkaranlar olmuştur. O zamanlar Ankara şehrinin nüfusunun yirmi iki bini geçmediği hatırlanırsa bu muazzam kalabalığın etraftan ve uzaklardan geldiği anlaşılır. Milli müfrezelerimizin atlı miktarı da bini geçmişti. İlk defa Ankara’ya gelen Mustafa Kemal Paşa bu manzara karşısında fevkalade mütehassis olmuş, adeta gözleri dolmuştu.

Kendisine:

Ankara’yı nasıl buldunuz Paşam?

Diye sorunca, heyecanla ellerimi sıkmış:

Cidden fevkalade, tebrik ederim, Ankara hakikaten milli bir merkez haline gelmiş.

Cevabını vermişti. Paşanın bu sözleri, günlerdir devam eden yorgunluğumu unutturmuştu.

Mustafa Kemal Paşa halkı heyecanla selamlıyordu

Mustafa Kemal Paşa:

Karşıcı gelenleri bu soğukta bekletmiyelim!

Dedi. Otomobillere binerek hareket ettik. Paşa, Vali Vekili ile beni kendi arabasına almıştı. Kalabalığa yaklaştığımız sırada başta Ankara Müdafaai Hukuk Cemiyeti Reisi Müftü Rıfat (rahmetli Diyanet İşleri Reisi Rıfat [BÖREKÇİ] Hoca) Efendi olmak üzere Kaymakam Mahmut ve Erkânıharp Reisi Binbaşı Ömer Halis [BIYIKTAY] beyler [ile Ankara ileri gelenleri Kınacızade Şakir, Aktarbaşızade Rasim, Toygarzade Ahmet, Âdemzade Ahmet, Hatip Ahmet, Kütükçüzade Ali, Hanifzade Mehmet, Bulgurzade Mehmet Beylerle Naşit Efendi ve Eskişehir Mebusu Emin [SAZAK] Bey] karşıladılar. Paşa, yol yorgunluğuna bakmaksızın otomobilden inerek ellerini ayrı ayrı sıktı. Teşekkür etti, hatır sordu. Tekrar otomobillerimize binerek yola düzüldük. Bundan sonra ilk tesadüf ettiğimiz atlı milli süvari müfrezelerimizdi. Merhabalarımız “Varol!” nidaları ile karşılanıyordu. İstikbale yaya olarak çıkan halkın baş tarafı bugünkü Milli Savunma Bakanlığının bulunduğu yerde idi. Bunlar yolun sağ tarafında mevki almışlardı. Aralıksız bir kütle halinde şehrin ta içerlerine kadar uzanıyor, aylardan beri adını ve şöhretini işitmiş oldukları aziz misafirlerini ve arkadaşlarını bekliyorlardı.

Mustafa Kemal Paşa bazen arabadan iniyor:

Yaşayın, var olun!

Sadaları, alkışlar arasında halkı selamlıyordu.

Heyeti Temsiliyenin yerleşmesi

Bugünkü Ankara radyo binasının bulunduğu mahalle kadar gelmiştik. Yol evvela istasyona ve sonra şehre dönüyordu. Otomobillerimizden inmiştik. Yaya olarak halkın önünden geçiyorduk. Hacıbayram Camine kadar gitmiş ve buradan hükûmet konağı meydanına gelmiştik. Hükûmet konağında (elyevm Ankara vilayetini içine alan binadır) biraz istirahat etmiştik. Mustafa Kemal Paşa, halkın gösterdiği hüsnü kabulden fevkalade memnun olmuştu.

– Yoruldunuz mu Paşam?

Sualine:

– Hayır, hiç yorulmadım, hatta yol yorgunluğumu da unuttum.

Cevabını vermişti. Vilayette pek az kalmış, otomobillerle şehrin güney batısında bulunan ve bir tepenin üzerinde Ziraat Mektebi [7] olarak inşa edilen büyük binaya gitmiştik. Heyeti Temsiliye ve maiyetleri burada misafir edilecekti. Temsil Heyetinin Sivas’tan Ankara’ya seyahati ve Ankara’da karşılanması hakikaten ve tam manasıyla milli bir tezahürat halini almıştı. Ankara’da bulunan yerli ve yabancı gazete muhabirleri bu milli nümayişi layığı gibi tebarüz ettirmişlerdi. Vilayet merkezinde haftada bir defa çıkan Ankara gazetesinde şu satırlar vardı: “Ankara’nın sahaifi tarihiyesi içinde hiçbir vaka, hiçbir hareket tasavvur edemiyoruz ki, bugünkü tezahürat kadar esas ruhundan, ruhu milletten doğmuş olsun! Bu şekil ve itibar ile de, biz bu tezahüratın samimiyet ve metanetini müdafaai hukuku milliyenin ruhu teşekkül ve tecellisindeki ulviyette, azim ve hedefindeki kudsiyet ve ciddiyetinde buluyoruz. Katiyen anlıyoruz ki, bu millet artık insanca, asrı hazırın insanlık namına kabul ettiği her türlü hukuka sahip olarak yaşamak, böyle yaşamak için de seddi rahı amali olabilecek meşak ve mehaliki hal ve iktihama, ruhu millisinden doğan layezal sebat surette tarsin edici mahiyettedir.” [8]

Mustafa Kemal Paşanın çektiği telgraflar

Aynı günde Mustafa Kemal Paşanın bütün teşkilata çekmiş olduğu 27 Aralık 1919’un tarihi kıymetini tebarüz ettiren telgrafların suretlerini de aşağıya alıyorum:

Müdafaai Hukuk Cemiyeti Heyeti Merkeziyelerine

Adres Cetvelinde Yazılı Kumandanlıklara

“Sivas’tan Kayseri tarikiyle [yoluyla] Ankara’ya hareket eden Heyeti Temsiliye, bütün güzergâhında ve Ankara’da büyük milletimizin har [sıcak] ve samimi tezahüratı vatanperveranesi [vatanperverane tezahüratı] içinde, bugün muvasalat eyledi [ulaştı]. Milletimizin gösterdiği eseri vahdet ve azim [birlik ve azim eseri], memleketimizin temini istikbali [geleceğini temin] hakkındaki kanaatleri, layetezelzel [sarsılmaz] bir surette tarsin edici [sağlamlaştırıcı] mahiyettedir.

Şimdilik, Heyeti Temsiliyenin merkezi Ankara’dır. Takdimi hürmet eyleriz efendim.”

Heyeti Temsiliye namına

Mustafa Kemal [8, 9]

2 Ocak 1920’de aynı maksatla ve yine Mustafa Kemal Paşanın imzası ile şu telgraf çekilmişti:

Cemiyet Heyeti Merkeziyelerine

Hacıbektaş’ta Çelebi Cemalettin Efendi’ye Mutki’de Hacı Musa Bey’e

“ . . . Seyahatimizdeki müşahedat [gözlemlerimiz] ve tetkikatımız [incelemelerimiz], bizlere Cenabu hafızı hakikinin inayeti rabbaniyesi ile tecelli eden milli birliğimizin mesnet olduğu [dayandığı] teşkilatı milliyenin [milli teşkilatın] taazzuv etmiş [şekillenmiş] ve mukadderatı millet ve memleketi tahlis [millet ve memleketin mukadderatını kurtarmak] için bihakkın [hakkıyla] şayanı istinat [dayanmaya değer] bir kuvvet ve kudret haline gelmiş olduğunu maaşşükran [şükranla] gösterdi.

Vaziyeti hariciye [harici vaziyet], bu milli azim ve vahdet [birlik] sayesinde, Erzurum ve Sivas kongresi esasatı [esasları] dairesinde menafii mülk ve millete [millet ve memleket menfaatlarına] müsait [uygun] bir şekle girmiştir.

Mukaddes vahdet ve azim ve imanımıza istinaden [dayanarak] metalibatı meşruamızın [meşru taleplerimizin] temini gününe kadar kemali [büyük] sebat ile çalışılması ve bu beyanatımızdan, köylere kadar milletin dahi haberdar kılınması tamimen rica olunur.”

Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti

                                                             Heyeti Temsiliyesi namına

                                                             Mustafa Kemal [8, 10]

[Mustafa Kemal Paşa’nın Ankaralılarla Konuşması

Mustafa Kemal Paşa Ankara’ya gelişinin ertesi günü Ziraat Mektebi salonunda Ankara ileri gelenleriyle yakın yerlerden gelmiş heyetler ile ticaret ve zanaat sahiplerinden meydana gelen bin kişiyi aşkın topluluk karşısında bir konuşma yapmıştır. Konuşmasında, Mondros Mütarekesi’nden sonra gelişen olayların bir özetini yapmıştır. Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyetinin amacını belirtmiş, istiklal ve istikbal için yapılacak çalışmalara temas etmiştir.] [11, 12]

DİPNOTLAR

[1] Nezihe ARAZ, Mustafa Kemal’in Ankarası, Apa Ofset Basımevi San. Ve Tic. A. Ş., İstanbul, (Tarihsiz), s. 25

[2] Şevket Süreyya AYDEMİR, Tek Adam Mustafa Kemal 1919-1922 Cilt II, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1999, s.181

[3] Şevket Süreyya AYDEMİR, a. g. e.,  s. 184-185

[4] Şerafettin Turan, Türk Devrim Tarihi 2. Kitap Ulusal Direnişten Türkiye Cumhuriyeti’ne, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1992, s. 65

[5] Ali Fuat CEBESOY, https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/bilgi/ali-fuat-cebesoy-1882-1968/

[6] Milli Eğitim Bakanlığı, Ortaöğretim T. C. İnkılap Tarih ve Atatürkçülük Dersi Öğretim Programı, Ankara, 2018, s. 13

[7] Ankara Ziraat Mektebi,  https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/bilgi/ankara-ziraat-mektebi/

[8] Ali Fuat CEBESOY, Milli Mücadele Hatıraları, Vatan Neşriyatı, İstanbul, 1953, s. 265-268

[9] Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt: 5 (1919), Kaynak Yayınları, İstanbul, 2007, s. 384

[10] Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt: 6 (1919-1920), Kaynak Yayınları, İstanbul, 2003, s. 58

[11] Kemal Atatürk, Nutuk Cilt: III Vesikalar, Türk Devrim Tarihi Enstitüsü, MEB Devlet Kitapları, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1969, s. 1178-1190

[12] Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt: 6 (1919-1920), Kaynak Yayınları, İstanbul, 2003, s. 25-32

Türk İstiklâl Mücadelesi

Saltanatın Kaldırılmasına Dair Türkiye Büyük Millet Meclisinin Genel Kurul Kararı

Published

on

(1 Kasım 1922)

Sadrazam Tevfik Paşa 17 Ekim 1922’de Mustafa Kemal Paşa’ya çektiği telgrafta [1], Büyük Zafer’i saltanat makamı ile Babıâli’ye varlığını sürdürecek bir unsur olarak görmüş, hatta Barış Konferansı’nda İstanbul Hükûmetinin yanında yer almak suretiyle Ankara’nın son vazifesini yapmasını bekler vaziyette bulunmuştur. Mustafa Kemal Paşa, Tevfik Paşa’nın telgrafına cevap olmak üzere TBMM’nin İstanbul’daki siyasî temsilcisi Hamit Bey’e Bursa’dan çektiği 18 Ekim 1922 tarihli telgrafta [2], “…Teşki­lât-ı Esasiye Kanunu ile şekil ve mahiyeti taayyün eden Türkiye Devletinin tarihi teessüsünden beri Türkiye mukadderatına vaziülyet ve bundan mes’ul yalnız ve ancak Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükumeti olduğu”nu belirtmiş, aynı kanun gereğince Türkiye’yi konferansta TBMM Hükûmeti’nin temsil edeceğini bildirmiştir. Hamit Bey, Gazi Paşa’nın talimatı doğrultusunda Tevfik Paşa’ya tebligatta bulunmasına rağmen sonuç elde edememiştir.

27 Ekim 1922’de İngiliz, Fransız, İtalyan temsilcileri ayrı ayrı verdikleri şifahi notalarla İstanbul ve Ankara Hükûmetlerini aynı anda, 13 Kasım 1922’ de İsviçre’nin Lozan şehrinde yapılacak konferansa davet ettiler. 23 Ekim’de Ankara bu daveti kabul ettiğini bildirmiş, 29 Ekim’de Tevfik Paşa tarafından TBMM Başkanlığına çekilen telgrafta[3], birlikte katılma teklifinde bulunulmuştur.

Mustafa Kemal Paşa, Barış Konferansı’nda ikiliği ortadan kaldırmak için saltanatın hemen kaldırılması doğrultusunda kararını vermiştir. Bu konuda Rauf Bey ile Kâzım Karabekir Paşa’dan kararının uygun olduğuna dair meclis kürsüsünde konuşma yapmalarını istemiştir. Bu istek kabul görmüş, hatta Rauf Bey daha ileri giderek bu günün bayram ilân edilmesini teklif etmiştir.

Sadrazam Tevfik Paşa’nın barış konferansına birlikte katılma teklifi TBMM’de büyük tepki ile karşılanmıştır. Bu konu, 30 Ekim 1922 tarihindeki birleşimde görüşülmüştür. Vahi­deddin’in ve Hükûmetlerinin Millî Mücadeledeki karşı icraatları açıklanarak saltanat makamını suçlayan konuşmalar yapılmıştır. Bu sebeple kimi mebuslar İstanbul Hükûmetinin konferansa katılma haklarının bulunmadığını ifade ederken, kimileri de İstanbul Hükûmetinin yok sayılmasını ve hatta saltanatın kaldırılmasını istemişlerdir. Aynı birleşimde saltanatın kaldırılmasına dair Dr. Rıza Nur ve arkadaşlarınca verilen 81 imzalı altı maddelik önerge [4] Meclis Başkanlığına sunulmuş, 131 kabul, 2 ret, 3 çekimser oya karşılık çoğunluk sağlanamadığından işlem tamamlanamamış ve 1 Kasım Çarşamba günü tekrar oylama yapılmak üzere oturuma son verilmiştir. TBMM’nin çalışmalarına ara verdiği 31 Ekim Salı günü Müdafaa-i Hukuk Grubu toplantısında Mustafa Kemal Paşa, saltanatın kaldırılmasının mecburi olduğuna dair açıklamada bulunmuştur. 1 Kasım Çarşamba günkü 130. birleşimin birinci oturumunda konu tekrar gündeme getirilmiştir.

 Dr. Rıza Nur ve arkadaşları önergelerinin altıncı maddesine yönelik değişiklik teklifinde bulundular[5]. Teklifte, hilâfetin Türklere, özellikle Osmanlı hanedanına ait olduğu kabul edilmiş ve halifenin ne şekilde, kim tarafından belirleneceğine açıklık getirilmiştir. İkinci Grup liderlerinden Hüseyin Avni (Ulaş) Bey ve arkadaşlarınca verilen 26 imzalı iki maddelik bir önergede[6], İstanbul Hükûmetinin 16 Mart 1920’den itibaren tarihe karıştığı belirtilmiş olmasına rağmen saltanatın kaldırılmasına yönelik herhangi bir açıklamada bulunulmamıştır. Bu önerge sadece İstanbul Hükûmeti’ni hedef almıştır. Mustafa Kemal Paşa her iki teklif üzerinde yapmış olduğu uzunca konuşmasında hilâfetle saltanatın birbirinden ayrılabileceğini, tarihten örnekler vererek açıklamış neticede söz konusu tekliflerin Şer’iye, Adliye ve Kanun-ı Esasi encümenlerinden meydana gelen ortak komisyona havalesi kabul olunarak birinci oturuma son verilmiştir.

Teklifler, ortak komisyonda görüşülürken, durumu yakından takip eden Mustafa Kemal Paşa, toplantı odasına girerek komisyona hitaben bir konuşma yapmıştır. Konuşmasında; hâkimiyet ve saltanatın kuvvet ve kudretle alınabileceğini, milletin ayaklanarak zaten bunları elde ettiğini, yapılacak işin fiili durumu resmîleştirmekten ibaret bulunduğunu, aksi takdirde bazı kafaların kesileceğini ifade etmiştir. Bu konuşmayla aydınlanan komisyon üyeleri, bu görüşler doğrultusunda bir karar tasarısı metni hazırlayıp meclis başkanlığına sunmuşlardır.

TBMM Genel Kurulunun 130. birleşiminin ikinci oturumunda ittifakla kabul edilen iki maddelik “TBMM’nin Hukuk-ı Hâkimiyet ve Hükümranının Mümessil-i Hakikisi Olduğuna Dair Hey’et-i Umumiye Kararı”na [7] göre;  saltanatla hilâfet birbirinden ayrılmış, saltanat kaldırılmış, hilâfetin varlığı korunmuş, hilâfet makamının Osmanlı hanedanına ait olduğu, ilim ve ahlâk bakımlarından hanedanın en iyi ve en olgun mensubunun bu makama TBMM tarafından seçileceği belirtilmiştir. Aynı kararda İstanbul Hükûmetinin varlığına son verilmiştir.

Türkiye Büyük Millet Meclisinin Hukuk-ı Hâkimiyet ve Hükümranının Mümessil-i Hakikisi Olduğuna Dair Hey’et-i Umumiye Kararı

Numara: 308

Birkaç asırdır Saray ve Bab-ı Âlinin cehâlet ve sefâhati yüzünden devlet azim felâketler içinde müthiş bir surette çalkandıktan sonra nihayet tarihe intikal etmiş bulunduğu bir anda, Osmanlı İmparatorluğunun müessisi ve sahib-i hakikisi olan Türk milleti, Anadolu’da hem harici düşmanlarına karşı kıyam etmiş hem de o düşmanlarla birleşip millet aleyhine harekete gelmiş olan Saray ve Bab-ı Âli aleyhine mücâhedeye atılarak Türkiye’de Büyük Millet Meclisi ve onun Hükûmeti ve ordularını bitteşkil harici düşmanlar, Saray ve Bab-ı Âli ile fiilen ve müsellahan ve malum müşkilât-ı şedide ve mahrumiyet-i elime içinde cidâle girişmiş, bugünkü halâs gününe vasıl olmuştur.

Türk milleti, Saray ve Bab-ı Âlinin hıyanetini gördüğü zaman Teşkilât-ı Esasiye Kanununu ısdar ederek onun birinci maddesiyle hâkimiyeti padişahtan alıp bizzat millete ve ikinci maddesiyle icrai ve teşri kuvvetleri onun yed-i kudretine vermiştir. Yedinci madde ile de harp ilânı, sulh akdi gibi bütün hukuk-ı hükümraniyi milletin nefsinde cem eylemiştir.

Binaenaleyh; o zamandan beri eski Osmanlı İmparatorluğu tarihe intikal edip yerine yeni ve milli bir Türkiye devleti, yine o zamandan beri padişahlık merfu olup yerine Türkiye Büyük Millet Meclisi kaim olmuştur. Yani bugün İstanbul’da bulunan heyet mevcudiyetini usulen himaye edecek hiçbir meşru ve gayr-i meşru ecnebi kuvvete ve müzâheret-i milliyeye malik olmayıp bir zıll-ı zâil halindedir. Millet, şahsi hükümranlık ve saray halkı ve etrafının sefâhati esası üzerine müessis bir saltanat yerine, asıl halk kitlesinin ve köylünün hukukunu himaye ve saadetini tekeffül eden bir halk Hükûmeti idaresi tesis ve vaz’edilmiştir.

Hal böyle iken İstanbul’da düşmanlarla teşrik-i mesâi etmiş olanların elan hukuk-ı hilâfet ve saltanat ve hukuk-ı hanedandan bahs eylemelerini görmekle müstekreh-i hayret bulunuyoruz. Tevfik Paşanın telgrafı kadar garip ve acayip ve hilâf-ı mavaka’ı bir vesika tarihte nadir görülmüştür. Binaenaleyh Türkiye Büyük Millet Meclisi bervechi ati mevadı neşr ve ilâna karar vermiştir:

1-Teşkilât-ı Esasiye Kanunuyla Türkiye halkı, hukuk-ı hâkimiyet ve hükümranisini mümessil-i hakikisi olan Türkiye Büyük Millet Meclisinin şahsiyet-i maneviyesinde gayr-i kabili terk ve tecezzi ve ferağ olmak üzere temsile ve bilfiil istimale ve irade-i milliyeye istinad etmeyen hiçbir kuvvet ve heyeti tanımamağa karar verdiği cihetle Misak-ı Milli hudutları dâhilinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmetinden başka şekl-i Hükûmeti tanımaz. Binaenaleyh Türkiye halkı, hâkimiyet-i şahsiyeye müstenid olan İstanbul’daki şekl-i Hükûmeti 16 Mart 1336’dan itibaren ve ebediyen tarihe müntakil addeylemiştir.

2-Hilâfet; Hanedan-ı Âli Osman’a ait olup halifeliğe Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından bu Hanedanın ilmen ve ahlâken erşed ve eslâh olanı intihap olunur. Türkiye devleti makam-ı hilâfetin istinatgâhıdır.

1-2 Teşrinisani 1338 [1-2 Kasım 1922]

DİP NOTLAR

[1] T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, 30.10. 1338, Devre: 1, Cilt: 24, İçtima Senesi: 3, s. 269; Kemal Atatürk, Nutuk Cilt: III Vesikalar, Vesika: 260, MEB Devlet Kitapları, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1982, s.1236-1237

[2] Kemal Atatürk, Nutuk Cilt: III Vesikalar, Vesika: 262, MEB Devlet Kitapları, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1982, s.1237

[3] T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, 30.10. 1338, Devre: 1, Cilt: 24, İçtima Senesi: 3, s. 270; Kemal Atatürk, Nutuk Cilt: III Vesikalar, Vesika: 263, MEB Devlet Kitapları, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1982,s.1238-1239

[4] T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, 30.10. 1338, Devre: 1, Cilt: 24, İçtima Senesi: 3, s. 292-293

[5] T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, 1.11. 1338, Devre: 1, Cilt: 24, İçtima Senesi: 3, s. 304

[6] T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, 1.11. 1338, Devre: 1, Cilt: 24, İçtima Senesi: 3, s. 304-305

[7] T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, 1.11. 1338, Devre: 1, Cilt: 24, İçtima Senesi: 3, s. 313-314; Büyük Millet Meclisi Kavanin Mecmuası, Cilt:1, s. 487-488; Bekir Sıtkı Yalçın-İsmet Gönülal, Atatürk İnkılâbı Kanunlar-Kararlar Tamimler-Bildiriler Belgeler-Gerekçe ve Tutanaklarıyla- Kültür ve Turizm Bakanlığı, Ankara 1984, s. 286-288

Continue Reading

Türk İstiklâl Mücadelesi

Mustafa Kemal Paşa’nın Neue Freie Presse Muhabirine Cumhuriyet Hakkında Beyanatı [Demeci]

Published

on

(22 Eylül 1923)

Giriş

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Gazi Mustafa Kemal [ATATÜRK] önderliğinde gerçekleştirilen Türk İstiklal Harbi/Milli Mücadele’den sonra kurulmuştur. Türk Milletinin bağımsızlığını kazanmasından sonra Gazi, zaman zaman yurt gezilerine çıkmıştır. Bu gezilerinde, Millî Mücadele sırasında düşmana karşı omuz omuza birlikte mücadele ettiği milleti ile daha yakından temas kurma imkânına kavuşmuştur. Gezilerinden, uzun süren harplerden yeni çıkmış olan halka moral vermiş, yeni kurulan “Türk Milletinin/Milli Kültürümüzün” muasır medeniyetler seviyesine ulaşması için yapılması gerekenler hakkında, kulluk/kölelikten kurtularak hürriyetine kavuşan vatandaşları bilgilendirmiş, yapılan inkılâpların uygulanışını görmüş ve yapılacak inkılâplarla hakkında kamuoyu oluşturmuştur. İhtiyaç duyduğu kamuoyu desteğini sağladığına kanaat getirdikten sonra, yapmak istediği inkılâpları Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sunmuş ve uygulamaya/hayata geçirmiştir.

Bu sebeple Gazi’nin yurt gezileri yanında yabancı asker ve siyasi temsilciler ve gazetecilerle temas ve görüşmeleri, genellikle önemli siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel değişim ve gelişmelerin yaşandığı/yaşanacağı günlerin öncesi veya sonrasında gerçekleşmiş olması bakımından anlamlıdır. Bu kapsamda, Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın Nöye Fraye Prese [Neue Freie Presse] adındaki Avusturya gazetesi muhabirine verdiği “Cumhuriyetin ilanını öngören” demeç, Osmanlı Türkçesi ile yayımlandığı [Hâkimiyet-i Milliye, 27 Eylül 1923, No: 926, s. 1, sütun: 1-3]’ten çevrim yazı olarak aşağıda sunulmuştur.

***

Büyük Millet Meclisi Reisi Başkumandan Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’nin Viyana’da münteşir [yayımlanan] “Nöye Fraye Prese” [Neue Freie Presse] namındaki Avusturya gazetesine vaki beyanatının asıl metni.

Ankara, 26 [Eylül 1923], (A. A.) – İki üç günden beri Ankara ve İstanbul gazetelerinde Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’ne atfedilen beyanat, salahiyettar olmayan zevat tarafından neşredilmiştir [yayımlanmıştır]. Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’nin şehrimizde bulunan Nöye Fraye Prese Muhabiri Mösyö Jozef Hans Lazar’a vaki olan beyanatı aynen ber-vech-i atidir [aşağıdadır]:

Muharririn [yazarın], Türkiye Teşkilatı Esasiye Kanunu’ndaki müstakbel tadilatın [gelecekteki değişikliğin] ne olacağı hakkındaki sualine [sorusuna] Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri şu suretle cevap vermiştir:

Yeni Türkiye Teşkilatı Esasiye Kanunu’nun ilk maddelerini size tekrar edeceğim:

Hâkimiyet bila kaydu şart [kayıtsız şartsız] milletindir. İcra kudreti, teşri kudreti [kanun yapma] salahiyeti, milletin yegâne hakiki mümessili [temsilcisi] olan Meclis’te tecelli etmiş ve toplanmıştır.

Bu iki maddeyi bir kelimede hülasa etmek kabildir [özetlemek mümkündür]: “Cumhuriyet“.

Yeni Türkiye’nin umur-ı teceddüdü [yenileşme işi] daha nihayet bulmamıştır. Ancak yolun sonuna kadar gidilmelidir. Harpten sonra Türk Teşkilatı Esasiye’sinin inkişafı [gelişmesi] henüz kati bir şekil almış addedilemez [sayılamaz]. Tadilat [değişiklikler] ve tashihat [düzeltmeler] yapmak ve daha mükemmel bir hale getirmek elzemdir. İkmaline [tamamlanmasına] başlanan bu iş henüz bitmemiştir. Kısa bir zaman zarfında Türkiye’nin bugün fiilen almış bulunduğu şekil kanunen de tespit edilecektir. Yakın bir atide [gelecekte] bu meseleye ait hükûmet teklifatı [teklifleri] Meclis’e arz edilecektir. Bu teklifatın [tekliflerin] bütün mevadı [maddeleri] Teşkilatı Esasiye Kanunu’nun inkişaf [gelişme] ve ikmaline [tamamlanmasına] ait bulunacaktır.

Bütün Avrupa ve Amerika’daki cumhuriyetler nasıl esas itibariyle yekdiğerinden ayrı değilse ve aralarındaki fark nasıl yalnız şekle ait bulunuyorsa, Türkiye’nin da bu cumhuriyetlerden farkı sırf bir şekil meselesidir. Diğer cumhuriyet usulüyle idare edilen memleketlerde olduğu gibi bizim de hâkimiyete malik [sahip] bir parlamentomuz vardır. Yalnız bizde Büyük Millet Meclisi hem teşri [kanun yapma] hem de icrai salahiyete maliktir [icra salahiyetine sahiptir]. Başka yerde olduğu gibi, bizde de vekiller kendi vekâletlerine ait işlerden mesuldürler. Başka yerlerde yeni Türkiye devleti icra vekillerinin Millet Meclisi elinde bir oyuncak olduğu zannediliyor; bu, hatadır. Vekillerin mesuliyetine ve vazifesine ait meselede, Teşkilatı Esasiye Kanunu’nda yapılacak tadilat ile [değişikliklerle] tespit edilmiş olacaktır. Netice itibariyle reisicumhurdan, reisi hükûmetten [hükûmet reisinden] ve mesul vekillerden müteşekkil bir hükûmet teşkil edeceğiz.

Yeni Türkiye’nin payitahtı meselesine gelince, bunun cevabı kendiliğinden zahir olur [ortaya çıkar]: Ankara, Türkiye Cumhuriyeti’nin payitahtıdır.

S[ual]  – Avrupa’da, Türkiye’nin Avrupa’ya ve Garplılığa [Batılılığa] husumeti [düşmanlığı] bulunduğu fikri vardır. Türk matbuatında da bu nokta hakkında bir münakaşa açılmıştı. Bu münakaşada Garplılık müdafaa ediliyor veya aleyhinde bulunuluyordu. Bu hususta ne düşünülüyor?

C[evap]  – Asırlardan beri düşmanlarımız Avrupa akvamı [milletleri] arasında Türklere karşı kin ve husumet [düşmanlık] fikirleri telkin etmişlerdir. Garp zihinlerine yerleşmiş olan bu fikirler, hususi [özel] bir zihniyet vücuda getirmişlerdir. Bu zihniyet hala her şeye ve bütün hadisata [hadiselere] rağmen mevcuttur. Ve Avrupa’da hala Türk’ün her türlü terakkiye [ilerlemeye] hasım [düşman] bir adam olduğu, manen ve fikren inkişafa [gelişmeye] gayr-i müstaid [kabiliyetsiz] bir adam olduğu zannedilmektedir. Bu, azim [büyük] bir hatadır. Cevabımı basitleştirmek için size şu misali serdedeceğim [vereceğim]: Farz ediniz ki, karşınızda iki adam var; bunlardan biri zengin ve emrine her türlü vesait muhya [vasıtalar hazır], diğeri de fakir ve elinde hiçbir vasıta mevcut değil. Bu vesait fıkdanından [vasıta yokluğundan] başka ikincinin manevi ruhu da diğerinden hiç farkı ve maduniyeti [geriliği] yoktur. İşte Avrupa ile Türkiye yekdiğerine karşı bu vaziyettedir. Bizi madun [geri] olmaya mahkûm bir kavim olarak tanımakla iktifa etmemiş [yetinmemiş] olan Garp, harabiyetimizi [haraplığımızı] tacil [çabuklaştırmak] için ne yapmak lazımsa yapmıştır. Garp ve Şark  [Doğu] zihinlerinde yekdiğeriyle muarız [çatışan] iki prensip mevzu bahs [söz konusu] olduğu vakit, bunun en mühim menbaını [kaynağını] bulmak için Avrupa’ya bakmalı. İşte Avrupa’da mütemadiyen [devamlı] olarak mücadele ettiğimiz bu zihniyet mevcuttur.

İmparatorluk zamanında sultanın hükûmetleri Türk milletinin Avrupa ile temasına mani olmak için ellerinden geleni yapmışlar ve milletin arzu ve iradesinden uzak ve ayrı olarak icray-ı hükûmet [hükûmet icra] etmişler ve Türk milletini terakkiden [ilerlemeden] hariç bırakmışlardır.

Biz milliyetperverler gözleri açık adamlarız. Gözlerimizi her gün daha ziyade açmakta ve gerek dâhilde ve gerek hariçte olup biteni görüyoruz. Milletimizin mütemeddin [medeni] milletlerle temasını teshil etmek [kolaylaştırmak] menafimiz [menfaatlarımız]  mukteziyatındandır [gereklerindendir].

Bu temasın, münasebetlerin yeniden tesisini yalnız arzu etmekle kalmıyoruz, onları inkişaf ettirmek [geliştirmek] için her şeyi yapıyoruz. Bu tavrımız, çok açık ve tartışmasız olarak, Türklerin zenofobisi [yabancı korkusu] bulunduğu şeklindeki yanlış zannı çürütmektedir.

Matbuatla milliyetperver Türkiye’nin ecnebi [yabancı] düşmanı olduğu ilan edilirse, büyük bir hata irtikâp edilmiş [işlenmiş] ve hakikaten mevcut olan şeyin aksi iddia edilmiş olur.

İkinci noktaya gelince, yani Türk matbuatında da Garplılık [Batılılık] ve Şarklılık [Doğululuk] münakaşası açıldığına gelince, matbuat, istediği bahiste istediği veçhile [şekilde] tefsiratta [yorumlarda] bulunabilir. Matbuat, hiçbir veçhile [şekilde] tahakküm ve nüfuza tabi tutulamaz. Benim bu hususta şahsi nokta-ı nazarım [görüşüm] şudur ki, muhafazakâr olan ve bu hususta yalnız olan Tevhidi Efkâr’ın karşısında Türk matbuatının kesreti [çoğunluğu] var. Bu matbuat Garplılaşmak [Batılılaşmak] veçhesini [yönünü] müdafaa ediyor. Tevhidi Efkâr’ın fikri bizim inkişafımızın [gelişmemizin] Garp usulünde vaki olmasını tadil edemez [değiştiremez]. Onun hareketi Garp matbuatına karşı aksülamel [tepki] diye telakki [kabul] edilebilir. O Garp matbuatı ki, ekseriyeti [çoğunluğu] mukaddema [başlangıçta] bizim aleyhimizde bulunuyordu. Vaki olan tebeddülata [değişikliklere] rağmen eski metotlarını değiştirmiyorlar.

SLozan sulhu [barışı] hakkındaki fikr-i devletlileri [devletlilerinin fikri]?

C Lozan sulhu heyet-i umumiyesi [bütünü] itibariyle bizi tatmin ediyor. Biz bu muahedeye [antlaşmaya] tamamıyla riayet edeceğiz. Buna rağmen şunu söylemekten kendimizi men edemeyiz ki, daha taleplerimiz vardır ve bunların kuvveden [düşünceden] fiile çıktığını ahiren [son zamanda] Avrupa akvamının [milletlerinin] zihinlerinde vaki olan Türkiye’ye müsait yeni bir temayül [eğilim] vasıtasıyla görmek istiyoruz.

Muallak mesail [meseleler] için dostane tarz-ı tasfiyeler [çözüm tarzları] bulunacağını ümit etmek istiyoruz. Uzak bir atide [gelecekte] değil yakın bir istikbalde [gelecekte] şimdiye kadar halledilemeyen mesailin [meselelerin] kati hal şekline iktiran ettiğini [kavuştuğunu] görmek istiyoruz.

[Hâkimiyet-i Milliye, 27 Eylül 1923, No: 926, s. 1, sütun: 1-3;

Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt: 16 (1924), Kaynak Yayınları, İstanbul, 2005, s. 117-119]

Continue Reading

Türk İstiklâl Mücadelesi

Büyük Âlim Ziya Gökalp’in Vefatı

Published

on

[25 Ekim 1924]

Giriş

Türk sosyolojisinin kurucusu ve Türk milliyetçiliğinin en önemli düşünürlerinden biri olan Ziya GÖKALP [1], “bedenimin babası Ali Rıza Efendi, hislerimin babası Namık Kemal, fikirlerimin babası ise Ziya Gökalp’tir” sözünü sarf eden Mustafa Kemal ATATÜRK’ün en fazla etkilendiği kişiler arasında yer alır.

Vefatının 100. yıldönümünde Ziya Gökalp’i minnet ve rahmetle anarım. Bu münasebetle başta Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK olmak üzere Türk milleti, vatanı ve devleti uğrunda hizmet eden bilim, kültür, sanat, devlet, asker ve siyaset adamları ile Türk Mehmetçiklerinden bu dünyadan göç edenlere rahmet, hayatta olanlara sağlık, mutluluk ve başarılar dilerim.

Hafızalarımızı tazeleyip zihin jimnastiği yapmak amacıyla GÖKALP’in vefatının ertesi günü [Hâkimiyet-i Milliye, 26 Teşrinievvel 1924, No: 1256, s. 1, sütun: 2-3]’te yayımlanan “Hamdullah Suphi [TANRIÖVER],” ve “Ziya Gökalp Büyük Âlim Ziya Gökalp’in Ziyaı” başlıklı haber metinleri Osmanlı Türkçesi’nden çevrim yazı olarak aşağıda sunulmuştur.

***

ZİYA GÖKALP

“Ne elim bir haberle dilhunuz [içimiz kan ağlıyor]. Türk milliyetperverleri bir baş, hakiki bir mürşit kaybettiler. Türkçülük mefkûresinin bir meşalesi olan bu asil zekâ, kendi izinde yürüyecek binlerce muakkip [takipçi] bıraktı. Onun Türk tarihini, Türk içtimaiyatını, Türk harsını aydınlatan tahlil ve tasnif kuvveti, asırlardır ruhumuzda biriken karanlıkları derece derece eritmişti. Geçtiği yol evvelce bir izdi, şimdi bir şehrahtır [ana yoldur]. Türk vatanı en aziz evladından birini kaybetmekle taziye edilmek lazım gelen bir felakete uğradı. Ziya Gökalp’in hatırası önünde başlarımızı eğdiğimiz bu acı dakikalarda, tesellimiz odur ki, onun ufkumuzda dalgalandırdığı manevi bayrağı yere düşürmeyecek bir gençlik; memleketin her köşesinde bu imanın mahfuziyeti [korunması] için ayakta silahlanmış duruyor.” [2]

Hamdullah Suphi [TANRIÖVER]

***

BÜYÜK ÂLİM ZİYA GÖKALP’İN ZİYAI

Diyarbakır Mebus-ı Muhteremi; çok kıymetli eserlerini Türklüğe ve gençliğe hatıra bırakarak aramızdan ebediyen ayrılmıştır

Reisicumhurumuz ve İsmet Paşa hazeratı birer telgrafla merhum müşarünileyhin [adı geçenin] ailesine teessürlerini [üzüntülerini] iblağ buyurmuşlardır [bildirmişlerdir]. Bir Ziya Gökalp Cemiyeti teşkil edilmiştir.

***

Bir müddetten beri rahatsız bulunan ve son günlerde hastalığının şiddetlenmesi dolayısıyla hastahaneye nakledilen Diyarbakır Mebusu Ziya Gökalp Bey üstadımız dün [25 Ekim 1924] sabaha karşı irtihal-i dar-ı beka [ahirete göç] eylemiş ve bu müellim [elem veren] haber şehrimizde birden bire şayi olarak [duyularak] umumi ve derin bir teessürle [keder ve üzüntüyle] karşılanmıştır.

Reisicumhur Gazi Paşa Hazretleriyle Başvekil ve Hariciye Vekili İsmet Paşa Hazretleri merhum müşarünileyhin ailesine birer taziye telgrafı çekmek suretiyle teessürlerini iblağ buyurdukları gibi hükumet tarafından lazım gelenlere cenaze merasiminin pek mutantan bir surette icrası için de emirler verilmiştir.

İstanbul’da icra edilecek olan cenaze merasiminde Türkiye Büyük Millet Meclisi namına orada bulunan İkinci Reis Vekili Şarkikarahisar Mebusu Ali Sururi Bey hazır bulunacaktır. Merhum müşarünileyhin ailesine bu devreye ait olan tahsisatın kâmilen verilmesi ve ayrıca hidmet-i vataniye [vatana hizmet] tertibinden maaş tahsisi takarrür etmiştir [kararlaştırılmıştır]. Müdafaa-i Milliye Vekili Kazım Paşa Hazretleri ordu namına, beyan-ı taziyet edilmesini Üçüncü Kolordu Kumandanlığına ve Maarif Vekili Vasıf Bey Efendi de cenaze merasiminin icra edildiği gün bütün mekteplerin kapatılmasını ve bilumum muallimlerle talebelerin merasime iştirak etmelerini İstanbul’daki memurin-i aidesine emreylemişlerdir.

Vasıf Bey Efendi merhumun ailesine çektikleri telgrafta; kendisiyle beraber bilumum muallimlerin muhtaç-ı taziye ve teselliye bir halde olduklarını ve merhumun hatırasının gençlik için kuvvetli bir menba-ı ilham [ilham kaynağı]  olacağını ve bir arzuları varsa muhatap olmak istediğini bildirmiş ve ayrıca Muallimler Birliği, Türk Ocakları Heyet-i Merkeziyelerince telgrafla beyan-ı tessesür ve arz-ı taziyet olunmuştur.

Dün gece Ankara’da Türkçülük Cereyanının maruf simaları, mebuslar ve Türkçü gençler bir içtima akdederek [toplantı yaparak] bir “Ziya Gökalp Cemiyeti” tesis etmişlerdir. Cemiyetin Birinci Reisliğine Sinop Mebusu sabık Sıhhiye Vekili Doktor Ziya Nur Bey, İkinci Reisliğine Zonguldak Mebusu Ragıp beyler bil ittifak intihap edilmişlerdir [seçilmişlerdir]. Cemiyet Ziya Gökalp Beyin bütün Türk şehirlerindeki muhiplerinden ve talebesinden taazzuv edecektir [meydana gelecektir]. Cemiyetin programı ve gayesi; Ziya Gökalp Beyin kitaplarının tabı [basımı], yazılarının ve hatıralarının cemi [toplanması] ve ihtifallerinin [törenlerinin] tertibi olacaktır.

Diğer taraftan “Türk Ocakları Merkez Heyeti ve Hars Heyeti” ve “Ziya Gökalp Cemiyeti” şu suretle derin teessürlerini ve hissiyat-ı taziyetkaranelerini ifade etmektedirler:

Türklüğe ve Türk Ocaklarına ifa ettiği layemut [ölmez] hidmetler ile kalbimizde ebediyen yaşayacak bir minnet ve şükran hatırası bırakmış olan büyük âlim ve rehber Ziya Gökalp’in vefatı dolayısıyla Türk milletine en samimi taziyetlerimizi ve memleketin umumi kederine bütün mevcudiyetimizle iştirak ettiğimizi beyan ederiz.

Anadolu Ajansı da şu satırlarla teessürlerini bildirmektedir:

Türk vatanı en büyük ilim adamını kaybetti. Milli Mücadelenin ruhu ve istinatgâhı olan milliyet fikirlerini neşretmek hususunda Ziya Gökalp Beyin ifa ettiği hidmetler Türk milletinin kalbinde ebedi bir minnet bırakmıştır. Anadolu Ajansı bu büyük ziya [kayıp] karşısında duyduğu derin teessürleri beyan ve Türk milletini bütün ruhuyla taziye eder [başsağlığı diler].”

Üstadın son hayatına ait ajans tarafından verilen malumat ber-vech-i atidir [aşağıdadır]:

Ajans ve matbuat mensubini [mensupları] namına üstat Ziya Gökalp Beyi 23 Teşirinievvel’de [23 Ekim 1924] ziyaret eden Anadolu Ajansının İstanbul mümessili [temsilcisi] Edhem Hidayet Bey o günkü tarihle şu telgrafı ajansa göndermiştir:

İstanbul: 23 [Ekim 1924] (A. A.)-Ziya Gökalp Beye gittim. Çok dalgın, etrafındakileri tanıyamaz bir halde idi. Hiçbir şey söyleyemiyor ve ızdırap alameti gösteriyordu. Dünkü konsültasyon neticesinde kati olmamak üzere dimağında iltihap olduğu teşhis edildiğini ve doktorların ümitvar bulunmadığını biraderi Nihad Bey ifade etti. Kemal-i teessürle arz ederim.”

Anadolu Ajansının üstadın hastalığına ve irtihaline dair müteakip telgrafları da ber-vech-i atidir [aşağıdadır]:

İstanbul: 24 [Ekim 1924] (A. A.)-Ziya Gökalp Beyin vaziyet-i sıhhiyesine [sağlık durumuna] dair bu akşamki tabip raporu ber-vech-i atidir:

Hastanın ahval-i umumiyesi git gide kesb-i vahamet ediyor. Hastalık süratle seyrini takip ediyor. Ziya Bey artık etrafındakileri tanımıyor. Kalp mukavemet ediyor. Hastalığın vahameti bütün kuvvetiyle bakidir.” [2]

DİP NOTLAR

[1] https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/bilgi/ziya-gokalp-1876-1924/

[2] Hâkimiyet-i Milliye, 26 Teşrinievvel 1924, No: 1256, s. 1, sütun: 2-3

Continue Reading

En Çok Okunanlar