Connect with us

Türk İstiklâl Mücadelesi

Erzurum Kongresi Beyannamesi [Bildirgesi]

Published

on

 

GİRİŞ

Erzurum Kongresi, Amasya Genelgesinde belirtildiği gibi Meşrutiyetin yıldönümü olan Rumi/Mali takvime göre 10, Miladi takvime göre 23 Temmuz 1919’da toplanmıştır.

Kongre için eski bir okul binasında (Ermeni Sansaryan Mektebi ki bu bina sonradan yıkılmış ve yerine şimdiki Yapı Usta Okulu binası yapılmıştır) bir salon hazırlanmıştı. Kolordu bandosu marşlar çalmaktadır. Delegeler okulun bahçesinde toplanmıştır. Saat on bire doğru bahçedeki açılış töreni başladı. Kurbanlar kesildi. Trabzon’un Şiran delegesi Müftü Hasan Efendi bir dua ve amaca uygun bir konuşma yaptı. Açılıştan sonra, delegeler salona geçmiştir. Açılış gibi kapanış da dualarla olmuştur Törende Kazım Karabekir Paşa da bulunmuş fakat toplantı salonuna girmeyip yanındaki subaylarla birlikte ayrılmıştır.

Kongre delegeleri, içeriden ve dışarıdan, her yanından düşmanlar ve tehlikelerle sarılmış bir vatanın evlatları olarak yok olmaktan kurtulma çabası içinde, dünyaya meydan okumaya, Türkün yok edilemeyecek bir millet olduğunu apaçık göstermeye, Türk Millî Mücadelesi’nin “Millî Birlik” temelini atmaya hazırlanmaktadırlar. Kongrenin güvenliğini sağlamak amacıyla okul kapısında bir nöbet hizmeti düzenlenmiştir. Mustafa Kemal’in yaveri Cevat Abbas ve Recep Zühtü ile daha başkaları burada muhafız olarak görev almışlardır.

Bu sırada Mondros Mütarekesi hükümleri gereğince Türk ordusuna ait silahları toplayarak işgal kuvvetlerinin kontrolündeki depolara sevk ve ordunun terhis işini kontrol etme, Mütareke şartlarının yerine getirilip getirilmediğini denetleme, aslında bağımsız bir Ermenistan kurulması imkânlarını araştırmakla görevlendirilen Alfred Rawlinson çalışmalarını sürdürmektedir. Kongreden bir gün önce Mustafa Kemal’i ziyaret eden Rawlinson, Kongrenin toplanmamasının daha iyi olacağını ısrarla savunup bunun sakıncalarını tekrar etmiştir. Rawlinson’un bu küstahlığı karşısında hiddetlenen ve hayretler içinde kalan Mustafa Kemal Paşa; “Kongrenin muhakkak toplanacağını, milletin buna karar verdiğini, ne İngiltere Hükümeti’nden ne Rawlinson’dan müsaade istenmediğini” söylemiştir. Kongre fikrinden vazgeçilmezse buna kuvvet kullanarak engel olunacağı tehdidine karşılık olarak “Türk milletinin mecburi ve zaruri olarak, kuvvete kuvvetle karşı koyarak milletin kararını yerine getireceğini, ne pahasına olursa olsun kongrenin toplanacağını” kesin olarak ifade etmiştir. Tehditleri boşa giden Rawlinson, kongreyi yakından takip etmek ve bilgi almakla yetinmiştir.

KONGRE ÇALIŞMALARI

Kongre salonu öğrenci sıraları ile doldurulmuştur. Ön tarafta da orta büyüklükte bir başkan kürsüsü ve iki yanında kâtiplerin oturacağı yerler bulunmaktadır. Delegeler ve Mustafa Kemal Paşa öğrenci sıralarına oturdular. Kongre başladı. Kongreyi en yaşlı delege sıfatıyla Trabzonlu Eyübzade İzzet Efendi açacaktır. İzzet Efendi Erzurumlulara karşı bir dostluk gösterisinde bulunarak, Kongreyi açma şerefini Erzurumlu Hoca Raif Efendiye bırakmıştır. Hoca Raif Efendi kürsüye çıktı. Delegelerin yoklaması yapıldı.

Kongreye toplam 56 delege katılmıştır. Yayımlanmış delege listelerinde bu sayı genellikle 54 ya da 53 olarak kaydedilmişse de bunun hatıraların yazılması sırasındaki unutkanlıklardan ileri geldiği tahmin edilmektedir.  Erzurum Kongresi başkanlık divanı kâtip üyesi Trabzon’un Vakfı Kebir delegesi öğretmen Abdullah Hasib Bey tarafından delege sayısı 56 olarak gösterilmiştir. Diyarbakır ve Elazığ delegeleri ise Damat Ferit’e bağlı valilerin engellemeleri sebebiyle Kongreye katılamamışlardır.

Yoklama tamamlandıktan sonra geçici başkan Hoca Raif Efendi kısa bir açış konuşması yapmıştır. Kısa konuşmasında, “Hakkımızda düşünülen şey idam kararıdır. Oturtulmak istenilen yer de idam sehpasıdır” dedikten sonra Kongreyi yönetecek bir başkan seçilmesini isteyerek sözlerini bitirdi. Bunun üzerine Trabzon’un Sürmene delegesi Ömer Fevzi Bey, delegelerin yeni bir araya geldiklerini, uygun bir başkanın bulunabilmesi için başkanlık divanı seçiminin ertesi güne bırakılmasını, böylece delegelerin birbirlerini tanımak imkânı bulacaklarını söyledi. Buna karşılık Trabzon’un Merkez delegesi Servet Bey, aday göstermek mecburiyeti olmadığını, herkesin serbestçe istediğine oy verebileceğini, seçimlerin ertesi güne bırakılmasının lüzumsuz olduğunu ifade etti. Sonunda seçimlerin ertelenmesini isteyenlerin ısrar ve dayatmalarına rağmen teklifleri reddedilerek başkanlık divanı seçimine geçildi. İlk olarak başkan seçimi yapıldı. Mustafa Kemal Paşa’dan başka aday yoktu. Gizli oylamaya başvuruldu. Kongre tutanağına göre oy sayımı sonucunda Mustafa Kemal Paşa 38 oyla kongre başkanlığına seçildi. Raif Efendiye 2, Servet Beye 1 oy verilmiş, 3 olumsuz ve 3 çekimser oy kullanılmıştır. Buna göre delegelerden 5 ya da 8 kişi oylamaya katılmamıştır.

Başkanlık kürsüsüne çıkan Mustafa Kemal, delegelere teşekkür eden ve içinde bulunulan durumu ana hatlarıyla sergileyen bir konuşma yapmıştır.

https://www.drkemalkocak.com/2022/07/27/mustafa-kemal-pasanin-erzurum-kongresinin-acilisinda-yaptigi-konusma/

Kongre başkanının bu konuşmasından sonra, kongre başkanlık divanı(kurulu) seçimleri yapılmıştır. İki başkan vekilliğinden birine Erzurumlu Hoca Raif Efendi, ötekine Trabzonlu İzzet Bey, kâtipliklere de Erzurum Karaköse delegesi Necati Bey ile Trabzon’un Vakfıkebir delegesi Abdullah Hasib Efendi seçilmişlerdir.

Erzurum Kongresinde 14 gün süren çalışmalar sonucunda; amacı, savunulacak/uyulacak/uygulanacak ilkeleri ve teşkilatın işleyişini içeren bir kararlar demeti (nizamname) ile temel görüşleri açıklayan bir bildiri(beyanname) hazırlanmış ve kabul edilmiştir. Kongrenin son günü 7 Ağustos 1919’da yapılan 13. Oturumda Temsilciler Kurulu (Temsil Heyeti) seçimleri yapılmıştır. Temsilciler Kuruluna aşağıdaki 9 kişi seçilmiştir:

 

Mustafa Kemal PaşaSabık Üçüncü Ordu Müfettişi, askerlikten müstafi
Rauf BeyBahriye Nazırı Esbakı
İzzet BeySabık Trabzon Mebusu
Raif EfendiSabık Erzurum Mebusu
Servet BeySabık Trabzon Mebusu
Şeyh Fevzi EfendiErzincan’da Nakşi Şeyhi
Bekir Sami BeyEsbak Beyrut Valisi
Sadullah EfendiSabık Bitlis Mebusu
Hacı Musa BeyMutki Aşiret Reisi

Delege olmalarına rağmen Erzurum’a gelemeyen Bekir Sami ve Hacı Musa Beyler ile Sadullah Efendi, kendileri yokken Temsil Heyetine seçilmişlerdir. Bu durum, kabul edilen nizamname (tüzük) hükümlerine uymanın yanında, bulundukları bölgelerde etkili olan kişileri kurula almak anlayışının bir sonucudur.

Çalışmalarını bitiren Erzurum Kongresi, Mustafa Kemal’in kısa bir konuşması ile kapanmıştır:

“Muhterem Efendiler,

Milletimizin ümidi necat ile çırpındığı en heyecanlı bir zamanda fedakâr Heyeti muhteremeniz her türlü mezahime [mezalime] katlanarak burada, Erzurum’da toplandı. Hassas ve necip bir ruh ve pek salâbetli [isabetli] bir iman ile vatan ve milletimizin halâsına ait esaslı mukarrerat [kararlar] ittihaz etti [aldı]. Bilhassa bütün cihana karşı milletimizin mevcudiyetini ve birliğini gösterdi. Tarih bu kongremizi şüphesiz ender ve büyük bir eser olarak kaydedecektir. Heyeti muhteremenizin [muhterem heyetinizin], rüfekayı kiramımın [şerefli arkadaşlarımın] hakkımda gösterdiği samimi muhabbet [sevgi] ve itimat [güven] âsarına buradan alenen teşekkür etmeyi bir vecibe [görev] addederim. Bu felâhpira [kurtuluşu süsleyen] içtimaımız [oturumumuz]  hitampezir [sona ererken] olurken Cenabı Vahibül’âmal Hazretlerinden avnü hidayet ve Peygamberi Zişanımızın ruhu pür fütuhundan feyzü şefaat niyaziyle vatan ve milletimize ve devleti ebed müddetimize mes’ut akibetler temenni ederim.”

Kongrenin sona erdiği gün, kongre adına yayımlanan ve Erzurum’da 10.8.1335 [1919] tarihinde “Türk Basımevi”nde basımı yapılan beyanname kongrenin sona erdiği gece bütün ülkeye telgrafla duyurularak ilan edildiği gibi matbu olarak da her tarafa binlerce nüsha halinde gönderilmiştir.

 

ŞARKİ ANADOLU MÜDAFAAİ HUKUK CEMİYETİ

Erzurum:

7 Ağustos 1335

 

Şarki Anadolu Vilâyatının Erzurum Kongresi Beyannamesi

 [Doğu Anadolu Vilayetlerinin Erzurum Kongresi Beyannamesidir]

Mütarekenin akdini müteakip gittikçe artan ahdi şikenane [anlaşma tanımaz]  muamelat [muameleler] ve İzmir, Antalya, Adana ve havalisi gibi aksamı mühimmei memalikimizin [memleketimizin önemli kısımlarının] fiilen işgali ve Aydın vilayetinde ika edilen [yapılan] tahammülsüz [tahammül edilemez] Yunan fecayii [faciaları] ve Ermenilerin Kafkasya dâhilinde hudutlarımıza kadar dayanan katliam ve imhayı İslam siyasetiyle istila hazırlıkları ve Karadeniz sahilinde Pontus hayalini tahakkuk ettirmek [gerçekleştirmek] gayesiyle hazırlıklar yapılması ve sırf bu maksatla Rusya sahillerinden akın akın muhacir namı altında gelen yabancı Rumların ve bu meyanda [bunların arasında]  da müsellah eşkiya [silahlı eşkiya] çetelerinin sevk ve celb edilmesi gibi hadisat [hadiseler] karşısında mukaddes vatanın inkisam [bölünme] ve inhilal [yok olma] tehlikesini gören milletimiz hiçbir iradei milliyeye [milli iradeye] istinad etmeyen [dayanmayan] hükûmeti merkeziyetimizin [merkezi hükumetimizin] bu alam [acılar] ve fecayie [facialara] çaresaz olamayacağına [çare bulamayacağına] emsali meş’umesiyle [uğursuz örnekleriyle] kani ve birçok müessirat tahtında [etkiler altında]  ihtimal ki daha elim [acı] ve gayrı kabili hazım [sindirilemez] ve kabul mukarrerata [kabul edilemez kararlara] da serfüru edeceğinden [boyun eğeceğinden] tamamiyle endişenak [endişeli] bulunuyor. Binaenaleyh kendini en yakın ve en hunin [kanlı] tehlikeler karşısında gören Şarki Anadolu vilâyatının [Doğu Anadolu Vilayetlerinin] mukadderatını bizzat muhafaza gayesiyle her taraftan vicdanı milliden doğmuş cemiyetlerin iştirakiyle [katılmasıyla] ahiren mün’akid olan [yapılan] Erzurum Kongresi 7 Ağustos sene 1335 [7 Ağustos 1919] tarihinde mesaisine hitam [son] vererek biltaffı taala [Allah’ın lütfuyla] bervechiati [aşağıdaki] mukarreratı [kararları] ittihaz etti [aldı]:

1 — Trabzon vilâyeti ve Canik sancağiyle Vilayatı Şarkiye namını taşıyan Erzurum, Sivas, Diyarbekir, Mamuretülaziz, Van, Bitlis vilayatı [vilayetleri] ve bu saha dâhilindeki elviyei müstakile [müstakil sancaklar] hiçbir sebep ve bahane ile yekdiğerinden ve camiayı Osmaniye’den ayrılmak imkânı tasavvur edilmeyen bir küldür[bütündür]. Saadet ve felâkette iştiraki tammı [tam ortaklığı] kabul ve mukadderatı hakkında ayni maksadı hedef ittihaz eyler[alır]. Bu sahada yaşayan bilcümle anasırı İslâmiye [bütün İslami unsurlar] yekdiğerine karşı mütekabil [karşılıklı] bir hissi fedakâri [fedakârlık hissi] ile meşhun [dolu] ve vaziyeti ırkiye ve ictimaiyelerine [ırki/etnik ve sosyal durumlarına] riayetkâr [saygı gösteren, sayan] öz kardeştirler.

2 — Osmanlı vatanının tamamiyeti [bütünlüğü] ve istiklâli millimizin [milli bağımsızlığımızın] temini ve makamı saltanat ve hilâfetin [saltanat ve hilafet makamının] masuniyeti [dokunulmazlığı] için Kuvayı Milliye’yi âmil [etken, etkili] ve iradei milliyeyi hâkim [milli iradeyi egemen] kılmak esastır.

3 — Her türlü işgal ve müdahale, Rumluk ve Ermenilik teşkili gayesine matuf [yönelik] telâkki edileceğinden [anlaşılacağından/görüleceğinden] müttehiden [birlikte] müdafaa ve mukavemet esası kabul edilmiştir. Hâkimiyeti siyasiye [siyasi egemenliği] ve muvazenei içtimaiyeyi [sosyal dengeyi] muhil olacak [bozacak]  surette anasır-ı Hristiyaniyeye [Hristiyan unsurlara] yeni bir takım imtiyazat itası [ayrıcalıklar verilmesi] kabul edilmeyecektir.

4 — Hükûmeti merkeziyenin [merkezi hükumetin] bir tazyiki düveli [devletlerin bir baskısı] karşısında buraları terk ve ihmal iztırarında [mecburiyetinde] kalması ihtimaline göre makamı hilafet ve saltanata [hilafet ve saltanat makamına] merbutiyeti [bağlılığı] ve mevcudiyet ve hukuku milliyeyi [milli varlığı ve hakları] kafil [garanti edici] tedabir [tedbirler] ve mukarrerat [kararlar] ittihaz olunmuştur [alınmıştır].

5 — Vatanımızda öteden beri birlikte yaşadığımız anasırı gayri müslimenin [Müslüman olmayan unsurların] kavanini devleti Osmaniye [Osmanlı Devleti kanunları] ile müeyyed [teyid edilmiş, kuvvetlendirilmiş] hukuku mükteseblerine [kazanılmış haklarına] tamamiyle riayetkârız [saygılıyız]. Mal ve can ve ırzlarının masuniyeti [dokunulmazlığı] zaten mukteziyatı diniye [dinin gereği/gerektirdiği] an’anatı milliye [milli gelenekler] ve esasatı kanuniyemizden [kanunu esaslarımızdan] olmakla, bu esas kongremizin kanati umumiyesiyle [genel kanatiyle] de teyid olunmuştur.

6 — Düveli itilafiyece [İtilaf Devletlerince], mütarekenin imza olunduğu 30 Teşrinievvel sene 1334 [30 Ekim 1918] tarihindeki hududumuz dâhilinde [sınırlarımız içinde]  kalan ve her mıntakasında [bölgesinde] olduğu gibi Şarki Anadolu vilayetlerinde de ekseriyeti kahireyi [ezici çoğunluğu] İslamlar teşkil eden ve harsi [kültürel], iktisadi tefevvuku [üstünlüğü] Müslümanlara ait bulunan ve yekdiğerinden gayri kabili infikak [ayrılması imkânsız] öz kardeş olan din ve ırkdaşlarımızla meskûn memalikimizin [topraklarımızın] mukasemesi [bölünmesi] nazariyesinden bil kulliye [bütünüyle] sarfı nazarla [vazgeçerek] mevcudiyetimize [varlığımıza], hukuku tarihiye, örfiye ve diniyemize [dini, örfi ve tarihi haklarımıza] riayet edilmesine ve bunlara mugayir [aykırı] teşebbüslerin tervic olunmamasına [desteklenmemesine] ve bu suretle tamamiyle hak ve adle [adalete] mustenid [dayanan] bir karara intizar olunur [beklenilmektedir].

7 — Milletimiz insani, asri gayeleri tebcil [yüceltir] ve fenni, sınai ve iktisadi hal ü ihtiyacımızı [hal ve ihtiyacımızı] takdir eder. Binaenaleyh [bunun üzerine, bundan dolayı] devlet ve milletimizin dâhili [iç] ve harici [dış] istiklali [bağımsızlığı] ve vatanımızın tamamisi [vatanımızın bütünlüğü] mahfuz [saklı] kalmak şartiyle altıncı maddede musarrah [belirtilen] hudud dâhilinde [sınır içinde] milliyet esaslarına riayetkâr ve memleketimize karşı istila emeli beslemiyen herhangi devletin fenni, sınai, iktisadi muavenetini [yardımını] memnuniyetle karşılarız ve bu şeraiti adile ve insaniyeyi  [adil ve insani şartları] muhtevi [içeren, kapsayan] bir sulhun da acilen takarrürü [kararlaştırılması] selameti beşer [insanlığın selameti] ve sükûnu âlem [âlemin sükûnu] namına ahzı amali milliyemizdir [başlıca milli emellerimizdendir].

8 — Milletlerin kendi mukadderatını bizzat tayin ettiği bu tarihi devirde hükûmeti merkeziyemizin [merkezi hükumetimizin] de iradei milliyeye [milli iradeye] tabi olması zaruridir. Çünkü: iradei milliyeye gayrı müstenid [dayanmayan] herhangi bir hey’eti hükûmetin [hükumet heyetinin] indi [kendince] ve şahsi mukarreratı [şahsi kararları] milletçe muta [verilmiş] olmadıktan başka haricen [dışarıda] de muteber [geçerli] olmadığı ve olamayacağı şimdiye kadar mesbuk ef’al [yapılan işler] ve netayic [neticeler] ile sabit olmuştur. Binaenaleyh milletin içinde bulunduğu hali zicret [sıkıntı] ve endişeden kurtulmak çarelerine bizzat tevessülüne [başvurmaya] hacet kalmadan hükûmeti merkeziyemizin meclisi milliyi [milli meclisi] hemen bila ifatei an [an kaybetmeden] toplaması ve bu suretle mukadderatı millet ve memleket hakkında ittihaz eyleyeceği [alacağı] bilcümle mukarreratı [bütün kararları] meclisi millinin murakabesine [denetimine] arz etmesi mecburidir.

9 — Vatanımızın maruz kaldığı alam [acılar] ve hadisat [hadiseler, olaylar] ile ve tamamen ayni maksatla vicdanı milliden doğan cemiyetlerin ittihat [birleşmesinden] ve ittifakından hâsıl [meydana gelen, oluşan] olan kitlei umumiye [genel kitle/topluluk] bu kerre “Şarki Anadolu Müdafaai Hukuk Cemiyeti” ünvaniyle tevsim olunmuştur [adlandırılmıştır]. İşbu cemiyet her türlü fırkacılık [particilik] cereyanlarından aridir [arınmıştır]. Bilcümle [bütün] İslam vatandaşlar, cemiyetin azayı tabiiyesindendir [tabii/doğal üyelerindendir].

10 — Kongre tarafından müntehip [seçilmiş] bir “Hey’eti Temsiliye” kabul ve köylerden bil itibar [başlayarak] vilayat merakizine [vilayet merkezlerine] kadar mevcut teşkilatı milliye [milli teşkilat] tevhid [birleştirilmiş] ve teyid olunmuştur.

Kongre Hey’eti

SONUÇ

Mustafa Kemal Paşa, Doğu illerinde tanıdığı aşiret reisleri ile şeyhlere de (Nutuk Cilt: III Vesikalar’da vesika numarası ile yer verilen) mektuplar göndermiştir. 13 Ağustos 1919’da, Bitlis’te Küfrevizade Şeyh Abdübakî Efendi’ye (Vesika: 48), Şırnaklı Abdurrahman, Derşevli Ömer, Muşaslı Resul ağalara (Vesika: 49), Bitlis Eski Mebusu Sadullah (Vesika: 50), Şeyh Mahmut (Vesika: 51), Nurşinli Şeyh Ziyaeddin’e (Vesika: 52) ve Garzan’da aşiret reisi Cemil Çeto Bey’e (Vesika: 53) Şarki Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Nizamnamesi (tüzüğü) ile Kongre sonunda yayınlanan Beyanname‘yi göndererek, vatanseverlik duygularına dokunan ifadelerle tez elden bölgelerinde teşkilat kurmalarını istemiştir.

Böylece, bir yandan bildiriler, bir yandan özel mektuplar ve telgraflarla, bütün Doğu bölgesi Şarki Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin kuruluş hazırlıkları kapsamına alınarak hızlandırılmış oldu.

Mustafa Kemal Paşa, 24 Ağustos 1919 tarihli bir yazı ile Erzurum Valiliğine başvurmuştur. Bölgede aynı amaç için kurulmuş bulunan derneklerin Şarki Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adıyla birleştirildiği/kurulduğunu ve Temsil Heyetine seçilenlerin isim, adres ve kısa bir hal tercümelerini kaydeden bir beyanname ile nizamname Erzurum Valiliğine verilmiş ve cemiyetin resmi faaliyeti için ruhsat verilmesi istenmiştir (Vesika: 41).

Böylece Doğu ve Kuzeydoğu Anadolu illerindeki çeşitli kuruluşların (merkezi İstanbul’da bulunan Vilâyat-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti’nin Doğu Anadolu’daki şubeleri ile merkezi Trabzon’da olan Muhafaza-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti’nin Doğu Karadeniz Bölgesindeki kuruluşları) merkezi şimdilik Erzurum’da olmak üzere yeni kurulmuş olan Şarki Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adı altında birleştirilmiştir.  Bu durumda bu kuruluşlar yeni cemiyetin şubeleri olmuşlardır. Sonuç olarak Millî Mücadele tarihinin millî birliğe doğru gidiş yolundaki ilk ve önemli evresi tamamlanmıştır.

KAYNAKÇA

Kâzım Karabekir, İstiklâl Harbinin Esasları, Sinan Matbaası ve Neşriyat Evi, İstanbul 1951

Kâzım Karabekir, İstiklâl Harbimiz, Türkiye Yayınevi, İstanbul 1960

Midhat SERTOĞLU, “Erzurum Kongresinin Bilinmeyen İki Belgesi”, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, Sayı: 13 (Ekim 1968), İstanbul

M. Fahrettin KIRZIOĞLU, “Yayınlanmamış Belgelerle Erzurum Kongresinin İlk Günü”, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, Sayı: 35 (Ağustos 1970), İstanbul

Hayri MUTLUÇAĞ, “Erzurum Kongresinin Tutanak ve Kararları”, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, Sayı: 61 (Ekim 1972), İstanbul

Kemal ATATÜRK, Nutuk, Cilt: III Vesikalar, M. E. B. Devlet Kitapları, Millî Eğitim Basımevi, İstanbul 1982

Fahri BELEN, Türk Kurtuluş Savaşı, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara 1983

Mazhar Müfit KANSU, Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber I. Cilt, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1997

Cevat DURSUNOĞLU, Millî Mücadelede Erzurum, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2000

Mahmut GOLOĞLU, Millî Mücadele Tarihi-I Erzurum Kongresi, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

Şevket Süreyya AYDEMİR, Tek Adam Mustafa Kemal 1919-1922, Cilt: II, Remzi Kitabevi, İstanbul 1999

Türk İstiklâl Mücadelesi

Mudanya Mütarekesi (11 Ekim 1922)

Published

on

Mudanya Mütarekesi, Türk milletinin 20. Yüzyılın emperyalist güçleri karşısındaki milli bir zaferidir. Türk ve Yunan ordusu arasındaki harbi sona erdirmiş olması bakımından, Türk İstiklal Harbi’nin en önemli safhalarından biridir. Mütareke, Devlet-i Aliyye-i Osmaniye’nin sonu anlamına gelen Mondros Mütarekesi’ni geçersiz kılmakla birlikte Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temelini atan Lozan Anlaşması’nın şartlarını hazırlamıştır.

Mudanya Mütarekesi’nde Türkiye’yi İsmet Paşa, İngiltere’yi General Harington (Heringtın), Fransa’yı General Charpy (Şarpi), İtalya’yı General Monbelli (Monbeli) temsil etmiştir. Yunanistan temsilcisi General Mazarakis, Mudanya’ya geldiği gemiden çıkmamış ve görüşlerini yazılı olarak bildirmiştir. Görüşmelere 3 Ekim 1922’de başlanmış, çetin pazarlıklar ve tartışmalar sonucunda 11 Ekim 1922’de Mudanya Mütarekesi imzalanmıştır.

Aşağıda, [Hâkimiyet-i Milliye, 13 Ekim 1922, No: 633, s. 1, sütun: 1-4]’te Osmanlı Türkçesi ile yayımlanan [Konferans Safahatına Dair Levhalar] başlıklı haber metni çevrim yazı olarak sunulmuştur. Görseller, metni açıklayıcı, tamamlayıcı ve destekleyici unsur olarak araştırmacı tarafından yerleştirilmiştir.

—***—

[Mudanya] Konferans Safahatına Dair Levhalar

İmza neden sabaha kadar gecikti?

Mükâleme-i memurinin getirdiği haber, yazı makinesi ile başlıyor

Mudanya: 11[Ekim 1922] (Muhabir-i mahsusamızın telgrafıdır)-Size bu telgrafımla Mudanya Konferansının imzaya müncer [hazır] olduğu geceki safahatı bildireceğim. Burada biz gazeteciler ve halk arasında pek büyük merakı mucip olan bu safahat ve bilhassa imzanın sabaha kadar uzaması herhalde Hâkimiyet karilerinde [okuyucularında] de aynı merakı uyandırmıştır. Filhakika [hakikaten] imza merasimi tam nısfı’l-leylide [gece yarısında] icra edilecekti. Fakat nısfı’l-leyli bir buçuk saat geçtiği halde müttefikin murahhasları [delegeleri] gemilerinden inmediler. Bunun üzerine bir mükâleme memuru giderek tehirin sebebini sual etmiştir. Vuku bulan mükâlemede bu tehirin Yunan murahhaslarının almış olduğu vaziyetten mütevellit bulunduğu anlaşılmıştır. Nısfı’l-leylile doğru İngiliz zırhlısında toplanmış olan üç müttefik hükumet generalleri nezdine Mazarakis ve Miralay Sarıyanis giderek imzaya karşı olan vaziyetlerini teşrih [şerh] eylemişlerdir. Yunanlıların ne vaziyet aldığı malumdur. Saat üçte General Harington karaya çıkmış ve birkaç dakika fasıla ile Fransız ve İtalyan generalleri gelmişlerdir. Bunun üzerine celse derhal küşat olunarak uzun bir protokol müsveddeleri kıraat edilmiş ve mutabık bulunduğu için tebyizine [beyaza çekilmesine] emir verilmiştir. İşte bu anda derin bir sükûtu yalnız yazı makinelerinin tıkırtıları ihlal ediyordu. Nebahat Hanım, Safvet Lütfullah beylerle daha iki zat bizim heyet-i murahhassanın protokollerini tebyiz ediyordu. İngiliz, Fransız heyetlerinden müfrez [ayrılmış] diğer beş zat da mukabil tarafın mukavelesini makineye geçiriyordu. Bu iş gecenin beşine kadar devam etti ve saat beşi çeyrek geçe teneffüs edilmek üzere celseye nihayet verildi.

Herkes memnun, mızıkalar çalıyor, hararetli musafahalar [el sıkışmalar, tokalaşmalar], bütün Mudanya ahalisi bu geceyi ayakta ve uykusuz geçirmiş ve müzakerenin olduğu binanın etrafını kesif bir halk tabakası doldurmuştur. General Harington bizzat sokak kapısına kadar inerek bandodan muhtelif havalar talep etmiş ve bütün istediği parçalar çalınınca bunları hayretler içinde dinlemiştir.

Herkes protokol müsveddelerinde mutabık kalındığını haber aldığı zaman artık imzanın merasim meselesinden başka bir şey olmadığını anlamıştı. Bu hal halk kadar bütün murahhasların çehrelerinde de görülüyordu. Bilhassa Franklin Buyyon Bey büyük bir meserret [sevinç] içinde idi. General Harington İsmet Paşa Hazretleriyle adeta kendisini kucaklarcasına mükerrer musafahalarda bulundu. General Şarpi aynı memnuniyeti izhar eyliyordu.  Bu sırada salonlarda fevkalade bir hareket, bir kaynaşma görülüyordu. Bilhassa gazetecilerin faaliyetini görmek insana hakiki bir zevk veriyor, Amerika muhabirlerinin dört yazı makinesi mütemadiyen işliyordu.  Artık kırk sekiz saatlik bütün yorgunluklar bu heyecan ve endişe içerisinde unutulmuş, tebyiz üç saat on üç dakikada kâmilen ikmal edilmişti.

Ben, Yunanlıların Protokolü Kabul Etmedikleri Manasını Çıkarıyorum! Hayır, Yunanlıların Ehemmiyeti Yok!

Şimdi saat yediye yirmi yedi var. (Bütün saatler İstanbul ayarıdır.) Herkes yeşil masanın etrafındaki yerlerinde ahz-ı mevki etmiş bulunuyorlar. Konferans Reisi İsmet Paşa Hazretlerinin önündeki çifte lamba dışardan gelen yeni müteharrik beyazlıklar arasında sarı lemalarla kıpırdıyor. İsmet Paşa’nın karşısında General Harington, İngiliz generalinin sağında General Monbelli, solunda diğerleri sırasıyla ahz-ı mevki etmişlerdi. İlk defa General Harington söz alarak Mazarakis ve Sarıyanis’in tahriri kuyıt itirazına serd ederek imzadan imtina eylediğini söyledi ve bu itiraznameyi okudu. Bunun üzerine İsmet Paşa pek ciddi bir tavır ve hareketle:

  • Bundan, ben Yunan murahhaslarının protokol münderacatını kabul etmedikleri manasını çıkarıyorum, dedi.

Buna General Harington:

  • Hayır! Yunanlıların bu hareketine imtina manası verilemez. Vesait-i muhabereleri karma karışık. Mamafih asıl imzaya salahiyettar murahhaslar General Mazarakis, Miralay Sarıyanis değil, Paris’te bulunan mümessilleridir. Üç güne kadar bütün imzaların hitam bulacağını temin ederim.

Bunun üzerine vapurda bulunan Yunan zabitlerinin konferansça hiçbir ehemmiyeti olmadığı şekli kabul olundu.  

Bütün Kalemler Mukavele Üstünde Gıcırdıyor! Harington da Tanışmayarak Geldik, Dost Olarak Gidiyoruz, Diyor

Saat yediye on yedi var. Bütün eller bir an içinde kalemlere ve hokkalara uzanıyor. İlk kalem gıcırtıları protokolün birinci sahifesine dört generalin imzalarını tespit etti. Protokolün her sahifesi ve sonu ayrı ayrı imzalandı. İmzalanan beş nüshadır. İmza muamelesi tam yediyi bir geçe hitam buldu. General Harington imzayı müteakip sarih, kısa ve yumuşak bir sesle bir nutuk irat eyledi ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükumetine, Başkumandan Paşa Hazretlerine, Konferans Reisi İsmet Paşaya, Erkan-ı Harbiye Reisimize ve Erkan-ı Harp umera ve zabitana ayrı ayrı teşekkürde bulundu ve sonra Türkiye halkına ve mümessillerine ve Mudanya şehrine ayrı ayrı teşekkür ederek:

  • Tanışmayarak geldik, dost olarak gidiyoruz ve bu hissi daima muhafaza edeceğiz, dedi.

İsmet Paşa Hazretleri General Harington’ın nutkuna kısa bir cevapla mukabele ederek, bu konferansın sulh-ı umumiye mukaddema olacağı ümidinde bulunduğunu söyledi.

General Harington konferans salonundan çıkarken etrafını alan gazetecilerin kendisine ne kadar muğber [gücenmiş, küskün] olduğunu anladığını gösteren bir tavırla beyan-ı itizar etti [özür diledi]. Bidayette matbuat müntesiplerinin konferansa girmemeleri için teşebbüsatta bulunduğunu itiraf,  fakat burada kendilerinden pek çok muavenetler gördüğünü ilave etti ve her birine ayrı ayrı ve mükerrer surette teşekkürde bulundu. Bu esnada salonlar hınca hınç dolu idi. Bilhassa Mösyö Fraklin Buyyon bir türlü yerinde duramıyor, izhar-ı meserret eyliyordu [sevinç gösteriyordu].

Mudanya’dan İnfikak [ayrılma]; Yunan Şilebi Galya Emniyet Edilmeyerek Muhafaza Altına Alınmış!

Avdet [dönüş]-Generaller aşağı indikleri zaman pek muntazam bir kıtaa-i askeriyemiz resm-i selamı ifa ediyor ve askeri mızıkalar terennümsaz oluyordu [terennüm ediyordu, şarkı söylüyordu]. Yediyi çeyrek geçe herkes vapurlarına çekilmiş bulunuyordu. Tam sekizde, başta İtalyan ve en sonra Yunan gemileri olduğu halde Mudanya tarihi konferansının bütün ecnebi murahhaslarını İstanbul’a doğru götürmeye başladılar. Bir müddet sonra İngiliz torpidolarından biri geriye dönerek Yunan şilebini önüne kattı ve bunu bir Fransız gemisi takip etti. [1]

—***—

Mudanya Zaferi Ve İstanbul’daki Tesirleri

İstanbul, 13 [Ekim 1922] (Muhabir-i mahsusamızın [özel muhabirimizin] telgrafıdır)-Mukavele-i askeriyenin imzası haberi İstanbul’da fevkalade bir meserret [sevinç] uyandırmış ve derhal her taraf donatılmıştır. Öyle ki İstanbul, ilk defa olarak baştanbaşa kırmızı-siyaha boyanmış ve ay-yıldıza kavuşmuş bulunuyordu. Bu sefer Bab-ı Ali de geçen seferki soğukluğunu bırakmış ve bütün devair-i resmiyenin [resmi dairelerin] tezyinini [süslenmesini] emretmiştir. Bundan başka, ikinci garip manzara Rumların da bu bayrama iştirak ederek bayrak çekmeleridir. Ecnebi müessesatı [yabancı kuruluşlar] da kendi bayraklarının yanına Türk sancağını çekmişlerdir. Gece muntazam bir fener alayı tertip edilmiştir.

Bütün gazeteler, sahifelerini Mudanya Konferansı’nın mesut neticelerine hasretmişlerdir [ayırmışlardır]. İstanbul matbuatı bunun Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükumetinin büyük siyasi zaferi olduğunu müttehiden beyan etmekte ve mukaddemat-ı sulhiyeye [barışın başlangıcına] esas demek olan bu mukavelenin, sulh konferansındaki muvaffakiyetlerimizin derecesini bile göstermekte olduğunu söylemektedirler.

Bu zaferi Beyoğlu Yunan matbuatı da saklamamakta ve Türklerin tam bir vatanperver olarak bu neticeleri elde ettiklerini söylemektedirler. Bilhassa (Pronodos) gazetesi şu şayan-ı dikkat cümleleri yazmaktadır:

Türkler ne kadar icray-ı şadmani eyleseler [sevinirlerse sevinsinler], o kadar haklıdırlar, çünkü bugün milli emellerini tamamıyla tahakkuk ettirmişler ve herkesin bir daha yerinden kalkmamak üzere gömdüğünü zannettikleri Türkiye’yi diriltmişlerdir. Türklerin son senelerde gösterdikleri eser-i rüşt her millet için bir numune-i imtisaldir. Bu son senelerde her şeyden istifadeyi bilmişlerdir. Yunanlılar ise ancak Yunanlılığın mahvına çalışmışlar, Türklerin ise yegâne düşüncesi Türklüğün ihyası olmuştur.” [2]  

DİPNOTLAR

[1] Hâkimiyet-i Milliye, 13 Teşrinievvel [Ekim] 1922, No: 633, s. 1, sütun: 1-4

[2] Hâkimiyet-i Milliye, 15 Teşrinievvel [Ekim]1922, No: 634, s. 1, sütun: 1-2

Continue Reading

Türk İstiklâl Mücadelesi

Gençliğe Hitabe’nin Dil, Tarih ve Coğrafya ile İlişkisi

Published

on

Özet

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün 15-20 Ekim 1927’de Cumhuriyet Halk Fırkası’nın ikinci kurultayında okuduğu Gençliğe Hitabe, Cumhuriyet’in temel değerlerini gelecek nesillere aktaran bir “milli vasiyet” niteliğindedir. Bu çalışmada, Hitabe’nin dil, tarih ve coğrafya boyutları üzerinden incelenmesi amaçlanmaktadır.

Anahtar Kelimeler: Atatürk, Gençliğe Hitabe, Dil, Tarih, Coğrafya, Kolektif Hafıza, Milli Kimlik

Giriş

Gençliğe Hitabe, Türk milli kimliğinin inşasında dil, tarih ve coğrafyanın nasıl bir bütünlük oluşturduğunu gözler önüne seren temel bir belgedir. Atatürk’ün hitabesi, geçmişin acı tecrübelerinden hareketle geleceğe dair bir bilinç ve görev yüklemesi yapmaktadır. [1]

I. Dil ve Gençliğe Hitabe

1.1. Dilin Sadeleşmesi

Cumhuriyet’in ilk yıllarında dil, milli kimliğin en önemli unsuru kabul edilmiştir. Osmanlı’nın Arapça-Farsça karışımı karmaşık dilinden uzaklaşılarak, herkesin anlayabileceği sade bir Türkçe benimsenmiştir. [2]

1.2. Retorik ve Söylem

Ey Türk gençliği!” ifadesi, Türkçe’nin en yalın ve en güçlü hitap biçimidir. Emir kipleriyle kurulan cümleler — “müdafaa edeceksin”, “düşünmeyeceksin” — dilin buyurucu gücünü ortaya koymaktadır. Bu söylem, yalnızca gençlere değil, bütün millete yönelik bir bilinç uyandırmayı amaçlamaktadır. [3]

1.3. Dilin Kolektif Hafızaya Etkisi

Türkçe’nin sade kullanımı, metni kuşaklar boyu aktarılabilir hale getirmiştir. Böylece dil, toplum hafızasının canlı kalmasını sağlayan bir araç olmuştur. [4]

II. Tarih ve Gençliğe Hitabe

2.1. Tarihi Arka Plan

Hitabenin temelinde Mondros Mütarekesi (30.10.1918), Sevr Antlaşması (10.08.1920) ve Türk İstiklal Harbi (19.05.1919–11.10.1922) deneyimleri vardır.[5] Atatürk, bu tarihi tecrübeleri, gelecekte benzer tehditlerin yaşanabileceğine dair bir uyarı olarak kullanmıştır.

2.2. Tarihten Çıkarılan Dersler

  • İç Tehditler: “Dâhilî bedhahlar” ifadesi, işgal yıllarındaki işbirlikçi unsurları çağrıştırır. [6]
  • Dış Tehditler: “İktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler” sözü, emperyalist müdahalelerin sürekliliğine işaret eder.[7]
  • Milli Mücadele Hafızası: “İmkân ve şeraitin çok namüsait olduğu bir zamanda” bağımsızlığın kazanılması, milli hafızanın temel derslerinden biridir.[8]

2.3. Tarihin Geleceğe Taşınması

Hitabe, yalnızca geçmişi hatırlatmaz; aynı zamanda geleceğe yönelik bir görev ve sorumluluk bırakır. Bu yönüyle tarih, milli bilincin daima canlı tutulmasını sağlayan bir rehber görevi üstlenir.[9]

III. Coğrafya ve Gençliğe Hitabe

3.1. Türkiye’nin Stratejik Konumu

Türkiye, üç kıtanın kesişim noktasında yer alması sebebiyle tarih boyunca istilalara maruz kalmıştır. Bu konum, milli hafızada sürekli bir teyakkuz hali yaratmıştır.[10]

3.2. Vatan Toprağı ve Kutsallık

İstiklâl ve Cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen” ifadesi, yalnızca siyasi rejimi değil, aynı zamanda vatan toprağını da koruma sorumluluğunu yükler. [11]

3.3. İç ve Dış Tehlikeler

Memleketin dâhilinde” vurgusu, hem dış tehditleri hem de içteki parçalanma risklerini kapsamaktadır. Bu durum, coğrafyanın milli kimlikle özdeşleşmesini sağlamıştır. [12]

IV. Dil, Tarih ve Coğrafyanın Kolektif Hafıza ile İlişkisi

4.1. Unsurların Birleşimi

  • Dil: Birleştirici unsur.
  • Tarih: Uyarıcı hafıza.
  • Coğrafya: Aidiyetin mekânı.

4.2. Milli Kimlik ve Süreklilik

Gençliğe Hitabe, dil, tarih ve coğrafyayı bir araya getirerek milli kimliği gelecek kuşaklara taşımayı amaçlamaktadır.

Sonuç

Gençliğe Hitabe, dilin birleştirici gücü, tarihin öğretici yönü ve coğrafyanın kutsallığıyla Türk milli bilincini pekiştiren bir metindir. Atatürk, bu hitabeyle gelecek nesillere yalnızca bir öğüt değil, aynı zamanda bir görev ve sorumluluk da bırakmıştır.

Dipnotlar

[1] Kemal Atatürk, Nutuk, Cilt: II 1920-1927, M. E. B. Devlet Kitapları, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1969, s. 897-898

[2] Nihad Sami Banarlı, Türkçenin Sırları, Kubbealtı Yayınları, İstanbul, 1972, s. 15–18.

[3]   Kemal Atatürk, Nutuk, s. 897.

[4]  Berna Moran, Türk Dili ve Edebiyatı Üzerine Makaleler, İletişim Yayınları, İstanbul, 1990, s. 42.

[5] Sina Akşin, Kurtuluş Savaşı Kronolojisi, İmge Kitabevi, Ankara, 1992, s. 27–34.

[6] Kemal Atatürk, Nutuk, s. 897.

[7] Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, çev. Metin Kıratlı, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1961, s. 202.

[8] Kemal Atatürk, Nutuk, s. 898.

[9] Erik J. Zürcher, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, İletişim Yayınları, İstanbul, 2003, s. 145.

[10] Halil İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu Klasik Çağ (1300–1600), Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2004, s. 13–15.

[11] Kemal Atatürk, Nutuk, s. 897.

[12] Zürcher, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, s. 147.

Continue Reading

Özel Günler ve Anlamları

26 Eylül Türk Dil Bayramı: Tarihî Arka Planı, Atatürk’ün Dil Politikaları ve Günümüze Yansımaları

Published

on

Giriş

26 Eylül, Türk Dil Bayramı olarak Türkiye’de her yıl kutlanan önemli bir kültürel tarihtir. Kökenini 1932 yılında toplanan Birinci Türk Dil Kurultayı’ndan alan bu gün, Türk Dil Kurumu’nun kuruluşuna işaret etmekte ve Cumhuriyet’in kültür politikaları arasında dil inkılabının oynadığı merkezi rolü simgelemektedir.

Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında dil, modernleşme ve millet-devlet inşasının merkezî unsurlarından biri olarak değerlendirilmiştir. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde gerçekleştirilen dil inkılabı, yalnızca alfabe değişikliğiyle sınırlı kalmamış, Türkçenin yabancı unsurlardan arındırılması ve halkın konuştuğu dil ile yazı dili arasındaki mesafenin kapatılması hedeflenmiştir. 26 Eylül 1932’de Dolmabahçe Sarayı’nda toplanan Birinci Türk Dil Kurultayı, bu dönemin başlangıç noktası olmuş ve 26 Eylül tarihinin Türk Dil Bayramı olarak kutlanmasına zemin hazırlamıştır.

1. Birinci Türk Dil Kurultayı ve TDK’nın Kuruluşu

26 Eylül 1932’de başlayan Birinci Türk Dil Kurultayı, Cumhuriyet’in dil politikalarında kurumsallaşmanın ilk adımıdır. Kurultayın ardından Türk Dili Tetkik Cemiyeti (bugünkü TDK) kurulmuş ve Türkçenin söz varlığının zenginleştirilmesi, bilim dili hâline getirilmesi yönünde çalışmalar başlamıştır.

2. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Dil Anlayışı

Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Türk milletinin bağımsızlığını korumasında olduğu gibi kültürel varlığını sürdürmesinde de dilin belirleyici bir unsur olduğunu vurgulamıştır. Onun Sadri Maksudi Arsal’ın “Türk Dili İçin” (Ankara 1930, s. 3) adlı eserinin başına 2 Eylül 1930 tarihinde el yazısıyla kaleme aldığı şu satırlar, bu anlayışı en özlü şekilde yansıtmaktadır:

Millî his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin millî ve zengin olması millî hissin inkişafında başlıca müessirdir. Türk dili, dillerin en zenginlerindendir; yeter ki bu dil, şuurla işlensin… Ülkesini, yüksek istiklâlini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.”

Bu ifadeler, Atatürk’ün Türkçeyi sadece bir iletişim aracı olarak değil, aynı zamanda millî bilincin ve milli bağımsızlığın en temel dayanağı olarak gördüğünü göstermektedir.

3. Günümüzde Türk Dil Bayramı’nın Yansımaları

Günümüzde 26 Eylül, üniversitelerde, okullarda ve kültürel kurumlarda çeşitli etkinliklerle kutlanmaktadır. TDK her yıl bildiriler yayımlamakta, gençler arasında Türkçe’nin doğru ve güzel kullanımını teşvik eden projeler yürütmektedir. Ancak yabancı dillerin artan etkisi ve dijital kültürün getirdiği yozlaşma, Türk Dil Bayramı’nın amaçlarını ve beklentilerini daha da anlamlı kılmaktadır.

Sonuç

26 Eylül Türk Dil Bayramı, Cumhuriyet’in dil inkılabı mirasını simgeleyen ve Türkçenin gelişimi için toplum farkındalığı oluşturan önemli bir tarihtir. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün dil anlayışı, modern millet-devlet inşasının temel taşlarından biri olarak bugün de geçerliliğini korumaktadır. Günümüzde yapılması gereken, bu mirası yalnızca anmak değil; Türkçeyi bilim, sanat, kültür ve teknoloji dili olarak daha da güçlendirmektir.

Continue Reading

En Çok Okunanlar