Connect with us

Türk İstiklâl Mücadelesi

Mustafa Kemal Paşa’nın Erzurum Kongresi’nin Açılışında Yaptığı Konuşma

Published

on

GİRİŞ

Cevat  [DURSUNOĞLU] Bey, Erzurum’da Milli Mücadele’nin sesi Albayrak Gazetesi yayın kurulunda yer almış, gazete sütunlarında İtilâf devletlerinin haksız işgallerine karşı yazılar kaleme almıştır. Aynı zamanda Müdâfaa-i Hukuk Cemiyeti’nin kâtiplik görevini üstlenmiştir. Mustafa Kemal Paşa, Erzurum’a gelinceye kadar Müdâfaa-i Hukuk Cemiyeti, ülkenin içinde bulunduğu şartlara karşı mahalli bir kurtuluş hareketi başlatmıştır. Cevat Bey de hem heyet-i faâle üyesi hem de cemiyetin genel kâtibi olarak bu hareketin içinde yer almıştır. [1]

Cevat Bey, Mustafa Kemal Paşa’nın Erzurum’da askerlikten istifasını [7/8 Temmuz 1919] “Anafartalar kahramanının bütün köprüleri yıkışı” olarak değerlendirmiş, 17 Haziran 1919’da düzenlenen Erzurum Vilâyet Kongresi’ne katılmış, 23 Temmuz 1919 tarihli Erzurum Kongresi’nin toplanması için yapılan hazırlıklarda fiili olarak yer almış ve Erzurum Kongresi merkez delegeliği hakkını Mustafa Kemal’e verip kongreye Hasankale delegesi olarak katılmıştır. 20 Temmuz 1919’da Cemiyet başkanlığına Emekli Binbaşı Kazım Bey ile aşağıdaki istifa dilekçesini vermiştir:

“Vilâyât-ı Şarkiyye Müdâfaa-i Hukuk-i Milliyye Cemiyeti Riyâseti’ne, Erzurum

20 Temmuz [1]335/1919

“Evvelce müzakere edildiği vecihle yerlerimize, Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Beyefendi Hazretleri intihâb edilmek üzere Umumi Kongre Erzurum Mümessilliği’nden isti’fâ’ eylediğimizi arz eyleriz.”

Dursunbeyzâde                                                                     Mütekâid Binbaşı

Cevad                                                                                      Kâzım

Mustafa Kemal Paşa, Nutuk’ta bu istifa hakkında şunları kaydeder: “…Bizim Erzurum Kongresi’ne girmemizi kolaylaştırmak için kongreye Erzurum delegesi olarak seçilmiş olan Emekli Binbaşı Kâzım ve Dursunbeyzâde Cevat Beyler delegelikten istifa ettiler…”

Cevat Bey, Mustafa Kemâl Paşa’yı ilk defa 1916 senesi Eylül ayı başında Bingöl’de III. Kolordu Karargâhı’nda bir yedek subayken tanımıştır. O dönemde Mustafa Kemal Paşa ile tanışıp, konuşma imkânı bulamamıştır. Mustafa Kemâl Paşa ile şahsen ilk teması 3 Temmuz 1919’da Mustafa Kemâl’in Erzurum’a gelişiyle gerçekleşmiştir. Mustafa Kemâl Paşa’yı, Erzurum’dan ayrılışına kadar geçen sürede yakından tanıma fırsatı bulmuştur.

Cevat Bey, Mustafa Kemâl Paşa’nın Erzurum Kongresi hazırlıkları esnasında yapılan toplantılarda direnme yolundaki azmine ve ileri görüşlülüğüne hatıralarında sıkça yer vermiş, bu konu hakkındaki hayranlığını dile getirmiştir.

Cevat Bey, 1960 yılında kendisi ile yapılan bir söyleşide Mustafa Kemal Paşa’yla ile bir konu hakkında şu değerlendirmelerde bulunmuştur:

“Kongrede şöyle bir mesele oldu, bu da Mustafa Kemal’in toleransını ve tahammülünü göstermek bakımından nakle değer. Kongre nizamnamesi görüşülürken bir teklif yapıldı. Her yerde Müdâfaa-i Hukukların reisliğini valiler, ikinci reisliğini de asker heyeti reisleri alsın. Kazalarda da kaymakamlar ve asker şubesi reisleri bu teşkilatın başında olsun. Bu öneri kabul edildiği gün teşkilat milli bir halk teşkilatı olmaktan çıkıyordu. Tabii ilk evvela biz buna karşı cephe aldık. Hatta hiç unutmam ben o gün kitabet yerindeydim. Paşa’dan söz istedim. “Ne yapacaksın?” dedi. Bu teklife mukabele edeceğim dedim. Paşa bir kâğıdın üzerine “Niçin söz istiyorsun? Ne yapacaksın?” yazarak bana verdi. Ben bu teklife karşı mücadele edeceğim dediğimde kâğıda aynen: “Söz veriyorum mutedil ol” diye yazarak bana verdi. Bu tarihi bir vesika idi. Ama tarih cereyan ederken insan vesikalarının değerini bilmez. Ben de kâğıdı okudum ve yırtıp attım. Sözümü alarak çıkıp konuştum. Konuşmanın neticesinde Mustafa Kemâl, işi halledebilmek için tuttu beş kişilik bir heyet seçti. Ama öyle bir seçtirme yaptı ki; heyetten üç kişi teklife muarız, iki kişi ise az çok teklife mutabık idi ki; onlardan biri de Rauf Bey’di. Biz bu konuyu müzakere için toplandık. Biz müzakereyi yaparken bizim esbâb-ı mûcibemiz şuydu: bugün burada Anadolu’da bulunan valilerin hepsi İstanbul Hükümeti tarafından tayin edilmiş adamlardır. Asker reisleri de öyledir. Binaenaleyh, kendi elimizle mukadderimizi onlara teslim ediyoruz. Bunlar şahsen azledilse bile yerlerine yine onlardan biri gelecektir. Bu takdirde millî teşekkül ortadan kalkacaktı. Müzakere çok uzun sürdü. Müzakere esnasında Mustafa Kemal Paşa, bizim bulunduğumuz odaya girdi. Odada bizim şiddetli münakaşamızı görünce Rauf Bey’i bir tarafa çekti. Rauf Bey’le konuşurken, “bu mücadeleyi kısa keselim, işi tatlıya bağlayarak dedikleri hâl noktasından gelirseniz çok daha hayırlı olur” ve iş o noktaya vardı. Bizim teklifimiz aynen kabul edildi.” [2]

“Cevat DURSUNOĞLU, Milli Mücadelede Erzurum, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2000” künyeli eserde “Erzurum Kongresi’nin Açılışı”, şöyle ifade edilmektedir: [3]

ERZURUM KONGRESİ’NİN AÇILIŞI

 Temmuz ayının güzel bir özelliği vardır. Bu aya hürriyet ayı da denilebilir. 4 Temmuz, Amerika’nın bağımsızlık ve hürriyet günüdür. 14 Temmuz, Fransız İhtilali’nin bayramıdır. 23 Temmuz 1908’de İkinci Osmanlı Meşrutiyeti ilan olunmuştur. 23 Temmuz 1919, Erzurum Kongresi’nin açılış günü, milli kurtuluş tarihimizin başlangıcıdır.

O gün Erzurum’un en güzel günlerinden biriydi. Gök bulutsuz ve koyu mavi. Dumlu Dağı’ndan esen serin bir kuzey rüzgârı ovayı yalıyor ve bu bin yıllık Türk şehrine bir tazelik ve ferahlık veriyordu. Sabah saat 11’de başlayacak olan Kongre’nin üyeleri erkenden, şimdiki Yapı Usta Okulu’nun yerindeki “pek mütevazı mektep“in bahçesine kurulmuş çadırlar altında toplanmaya başlamışlardı. Bütün yüzlerde esaslı kararlar vermeye hazırlanmış insanların ciddiliği görünüyordu. “Erzurum Müdafaai Hukuk Cemiyeti” bu binanın küçük bir odasında geçici bir büro kurmuştu. Cemiyet’in ücretli kâtibi Cevri Efendi her zamanki ciddiliğiyle gözlerinde gözlükleri, masanın önüne oturmuş, üyelerin bir cetvelini dolduruyordu.

Pek mütevazı mektep“in yaklaşık 12 metre genişliğinde ve 20 metre uzunluğundaki salonunun doğu tarafına çam tahtasından bir, başkan ve iki kâtip kürsüsü yapılmış ve açılış günü için bu kürsüler halı seccadelerle örtülmüştü. Salonun diğer kısmına yüzleri kürsüye doğru gelmek üzere, basit ve yine çam tahtasından mektep sıraları dizilmişti. Duvarlar, pencereler çıplaktı. Gözü ve gönlü oyalayacak ne bir resim ne de bir yazı vardı.

Üyeler birer ikişer bu salona giriyor, toplantıda oturacakları yerleri tasarlıyor ve dışarıdaki güzel havayı kaçırmamak için tekrar bahçeye çıkıyorlardı. Bahçede, öbek öbek toplanıyor, adeta biraz sonra başlayacak olan Kongre’nin çok ciddi havasından korkarcasına, havadan sudan konuşuyorlar ve kendilerine ikram edilen çay ve kahveleri içiyorlardı. Saat on buçuğa doğru, mektebin kapısında Kolordu’nun ihtişamlı arabası önde olmak üzere, üç araba durdu. Öndeki arabadan Mustafa Kemal Paşa ile Kazım Karabekir Paşa ve bir yaver indiler. Arkadaki arabalardan da Rauf Bey’le birlikte Mazhar Müfit, İbrahim Süreyya beyler ve Paşaların beraberindeki bir iki kurmay subay inmişlerdi. Mustafa Kemal ve Kazım Karabekir Paşalarla Rauf Bey önde yürüyorlar, maiyet erkânı da bir iki adım arkadan geliyorlardı. Mustafa Kemal Paşa ceket giyinmiş ve başına kırmızıya yakın bir fes örtmüştü. Kazım Karabekir Paşa üniformalıydı. Rauf Bey’ in arkasında koyu renkli sade fakat çok düzgün bir sivil elbise vardı. Ev sahibi olan. Erzurum Müdafaai Hukuk Heyeti, Paşa’yı bahçenin ortasında karşıladı. Paşa’nın yüzü sert bir kaya gibiydi. Çok yavaş sesle konuşuyordu. Heyetin birer birer ellerini sıktıktan sonra, hep birlikte yavaş yavaş binaya doğru ilerlendi. Her adımda bir üyeyle karşılaşıyor; hal hatır soruyordu. Esas binanın kapısının yanındaki ağaçların gölgesinde toplanmış olan birkaç arkadaşın yanında durarak sohbetlerine katıldı. Saat on bire birkaç dakika kala Kazım Karabekir Paşa ile diğer kişiler işlerinin başına döndüler. Orada yalnız Kongre’ye katılacak olan Mustafa Kemal Paşa ile Rauf Bey, bir de Amasya’dan seçilmiş olan İbrahim Süreyya Bey kaldılar. Saat on birde hep birden salona girildi. Mustafa Kemal Paşa ön sıralardan birinde oturan Erzincan üyesi Şeyh Hacı Fevzi Efendi’nin yanına oturdu. Üyeler arasında en yaşlısı Trabzonlu Eyüb oğullarından İzzet Bey’di. İzzet Bey. Erzurum Müdafaai Hukuk’una bir cemile olmak üzere bu hakkını Raif Efendi’ye bırakmıştı. Raif Efendi kürsüye geldi. Bir iki cümleyle Kongre’nin açıldığını ve bir başkan seçilmesi gerektiğini bildirdi. Seçimden önce Şiran üyesi Müftü Hasan Erendi çok güzel Türkçe bir dua okudu. Bu dua Kongre’ye manevi bir hava getirdi. Duadan sonra Mustafa Kemal Paşa oybirliğiyle başkan seçildi. Yavaş yavaş kürsüye geldi ve ayakta olarak açış nutkunu okudu (Nutuk, Vesikalar kısmı. No. 38).

Cevat DURSUNOĞLU’nun hatıralarını içeren “Milli Mücadelede Erzurum” adlı eserinde, Mustafa Kemal Paşa’nın Erzurum Kongresi’ni açış nutkuna yer verilmemiş, Nutuk’ta yer verilen 38 numaralı vesikaya atıfta bulunulmuştur.

—***—

 

MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN ERZURUM KONGRESİ’NİN AÇILIŞINDA YAPTIĞI KONUŞMA

(Rumi 10 Temmuz 1335-Miladi 23 Temmuz 1919, Çarşamba)

Muhterem Murahhas [Delege] Efendiler!

Kongremiz heyet-i riyasetine [kurul başkanlığına] acizlerini intihap eylemek [seçmek] suretiyle gösterilen asar-ı itimat ve teveccühe hassaten teşekkür ederim. Bu münasebetle bazı maruzatta bulunmak isterim.

Efendiler!

Tarih ve hadisatın [hadiselerin, olayların] sevkiyle, bilfiil içine düştüğümüz bugünkü kanlı ve kara tehlikeleri görmeyecek ve bundan müteheyyiç [heyecanlanıp] ve müteessir olmayacak [etkilenmeyecek]  hiçbir vatanperver tasavvur edilemez.

Harbi Umuminin [Birinci Dünya Harbinin] sonlarına doğru, milliyetler esasına müstenit [dayanan] vaatler üzerine, Hükumet-i Osmaniye’miz [Osmanlı Hükumetimiz] de adilane bir sulha nail olmak [barışa ulaşmak] emeliyle mütarekeye talip oldu. İstiklal [bağımsızlık] uğrunda namus ve şehametiyle [cesaretiyle] dövüşen milletimiz, 30 Teşrinievvel 1334’te [30 Ekim 1918] imzalanan mütarekename ile silahını elinden bıraktı.

Devletlerin şahsiyet-i maneviyesi [manevi şahsiyeti] ve vazi-ü’limza murahhasların [imza koyan delegelerin] namus-ı zatileri zıman ve kefaletinde [şahsi namuslalrının teminat ve kefaletinde] bulunan işbu mütarekename ahkâmı [hükümleri] bir tarafa bırakılarak, İtilaf Devletleri kuva-yı askeriyesi [askeri kuvvetleri], payitaht-ı saltanat [saltanatın başkenti] ve makarr-ı celil-i hilafet [hilafetin merkezi] olan İstanbul’umuzu işgal etti. Gün geçtikçe artan bir şiddetle, hukuk-ı hilafet ve saltanat, haysiyet-i hukümet, izzet-i nefs-i millimiz [milli izzeti nefsimiz] tecavüz ve taaddilere [saldırılara] uğradı. Tebaa-i Osmaniye’den olan Rum ve Ermeni anasırı [unsurları], gördükleri teşvik ve müzaheretin netayiciyle [yardımın neticesiyle] de, namus-ı millimizi cerihadar edecek [yaralayacak] taşkınlıklardan başlayarak, nihayet hazin ve kanlı safhalara girinceye kadar küstahane tecavüzata [tecavüzlere] koyuldular. Fakat derin bir telehhüf  [üzüntü] ile itiraf etmeliyiz ki, bu cüretler, sekiz aydan beri birbirini takiben mevki-i iktidara geçen, murakakebe-i milliyeden azade [milli denetimden uzak] hükûmat-ı merkeziyenin [merkezi hükumetlerin],  birinin diğerinden daha fena olarak gösterdiği zaaf ve aciz arasından [acizlik belirtilerinden] ve payitahtta ve bazı matbuatta [gazetelerde] görülen pek mezmun ihtirsasattan [aşağılık ihtiraslardan] ve vicdan-ı millinin inkâr, Kuva-yı Milliye’nin ihmal olunmasından naşi vüs’at  [ötürü yayılma ortamı] bulmuştur.

Salifülarz  [arz edilen] esbab [sebepler] ve payitaht-ı saltanatın mahsur [kuşatma] ve tamamıyla murakabeye [denetime] tabi kalması yüzünden, artık bu vatanda mukaddesat ve mukadderatına sahip bir kudret ve irade-i milliyenin mevcut olmadığı zehab-ı batılı [boş inancı] hükümran olmuş ve cansız bir vatan, kansız bir millet nelere müstahak ise, bimehaba [korkusuzca] onların tatbikatına, İtilaf Devletleri’nce başlanmıştır.

İnkısam-ı vatan mevzuubahis [vatanın parçalanması söz konusu] ve karar olarak vilayat-ı şarkiyemizde [doğu vilayetlerimizde] “Ermenistan”, Adana ve Kozan havalisinde “Kilikya” namlarında Ermenistan; Garbi Anadolu’nun İzmir· ve Aydın havalisinde Yunanistan; Trakya’da payitahtımızın kapısına kadar kezalik Yunanistan; Karadeniz sahillerimizde “Pontus” krallığı ve ondan sonra bakıye-i aksam-ı vatanda [vatanın kalan kısımlarında] da ecnebi [yabancı] işgal ve himayesi gibi  artık 650 seneden beri müstakilen [bağımsız olarak] saltanat sürmüş ve tarih-i adl ü celadetini [adalet, doğruluk ve yiğitliğini], vaktiyle Hindistan hududuna, Afrika’nın ortasına ve Macaristan’ın garbine kadar yürütmüş olan bu milletin esarete, kölelik payesine indirilmesi ve nihayet bu devletin sahife-i tarihini kapatarak mezar-ı ebediyete defnetmek gibi insaniyet ve medeniyet ve alelhusus [özellikle, hele] milliyet esasatiyle [esaslarıyla] kabil-i telif olmayan [kabulü mümkün olmayan, bağdaşmayan] emeller cay-i kabul [kabul edilmiş] ve tasvip olunmuş ve görülüyor ki, tatbikat devresi de başlamıştır.

Bu tatbikat, bu anda gözümüzün önünde hazin bir surette cereyan ediyor. İzmir, Aydın, Bergama ve Manisa havalisinde, şimdiye kadar binlerce anaların, babaların, kahramanların ve çocukların revan olan hun-i paki [akıp giden temiz kanı], Aydın gibi Anadolu’muzun en güzide bir şehrinin Yunanlıların zalim ve ateşin tahribatına kurban oluşu, muhtelif aksam-ı memleketin İtalyan vesaire işgali altına alınışı ve dâhile elim bir surette muhaceret yapılması [göç edilmesi], elbette gayretullah’a ve gayret-i milliyeye dokunmuştur.

Efendiler!

Malum hakayiktandır [bilinen hakikatlerdendir] ki, tarih; bir milletin kanını, hakkını, varlığını hiçbir zaman inkâr edemez. Binaenaleyh [dolayısıyla] böyle bir nikab-ı batılın [batıl örtünün] arkasından vatanımız ve milletimiz aleyhinde verilen hükümler, kanaatler muhakkak mahkûm-ı iflastır [iflasa mahkûmdur]! Ve işte bütün bu menfur [iğrenç] zulümlerden ve bu bedbaht acizlerden, tarihimize karşı reva görülen haksızlıklardan üzüntü duyan vicdan-ı milli, nihayet sayha-i intibahını [uyanmış, haykırışını] yükseltmiş ve Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye ve Müdafaa-i Vatan ve Reddi İlhak gibi muhtelif namlarla ve fakat aynı mukaddesatın temin-i sıyanet [korunmasının sağlanması] için tebarüz eden [ortaya çıkan, beliren] milli cereyan, bütün vatanımızda artık bir elektrik şebekesi haline girmiş buluıuyor. İşte bu şebeke-i azimkarenenin [azimli şebekenin] vücuda getirdiği ruh-ı celadettir [kahramanlık ruhu] ki, mübarek vatan ve milletin mukaddesatını tahlis [kurtarmaya] ve himayeye müstenit [dayanan] son sözü söyleyecek ve hükmünü tatbik ettirecektir.

Efendiler!

Vaziyet-i umumiye ve hususiye [genel ve özel durum] hakkında, cümlenizce malum olan bilinen] bazı hususatı [hususları] burada tekrar hatırlatmayı faydadan hali [uzak] bulmuyorum:

a) Dört aydan beri Mısır’da istiklal-i millinin temin ve istirdadı [geri alınması] için pek kanlı vakayi [olaylar] ve ihtilalat [karışıklıklar] devam ediyor. Nihayet, İngilizler tarafından bittevkif [tutuklanarak] Malta’ya götürülmüş olan murahhaslar tahliye olunmuş ve Paris Konferansı’na azimetlerine [gitmelerine] muvafakate [izin vermeye] mecbur olmuşlardır.

b) Hindistan’da istiklal için vasi mikyasta [geniş ölçekte] ihtilaller oluyor. Maksad-ı millilerine vusul [ulaşmak] için bankalar, Avrupa müessesatı, demiryolları bombalarla tahrip ediliyor.

c) Afganistan ordusu da İngilizlerin milliyeti imha siyasetine karşı harp İngilizlerin bel bağladıkları sınır kabailinin [kabilelerinin] dahi Afganlılara iştirak ettiğini ve bu yüzden İngiliz askerlerinin dâhile çekilmeye mecbur olduğunu gazeteleri itiraf etmişlerdir.

d) Suriye’de ve Irak’ta, İngilizlerin ve ecnebilerin tahakküm ve idaresinden tekmil Arabistan hal-i galeyandadır [galeyan halindedir]. Arabistan’ın her yerinde ecnebi boyunduruğu Yalnız refah ve saadet-i memleket [memleketin refah ve saadeti] için, ecnebilerin iktisadi, umrani [bayındırlık], medeni vesaitinden [vasıtalarından] muuavenete [yardıma] rıza gösteriliyor.

Bağdat ve Şam içtima-ı umumileri [genel toplantıları], her tarafa bu kararı neşretmiştir [yayımlamıştır].

e) Ahiren [son zamanlarda] devletler arasında ortaya çıkan rekabet münasebetiyle İngilizlerin Kafkasya’dan kâmilen [tamamen] çekilmesine karar verilmiş ve tatbikat bir müddetten beri başlamıştır. İtalyan kuvvetlerinin Batum tarikiyle [yoluyla] Kafkasya’ya gelmesi mukarrer [kararlaştırılmış] ise de, İtalya’daki ve Kafkasya’daki ahval-i dâhiliye [içteki durumlar, haller] münasebetiyle bu kararın tatbikinden

f) İstiklal-i millilerini tehlikede görün ve her taraftan istilaya maruz kalan [uğrayan] Rus milleti, bu tahakküm-i umumiye karşı bütün efrad-ı milletinin [millet fertlerinin] kudret-i müşterekesiyle [ortak kudretiyle] çarpışıp ve umumun malumu olduğu veçhile [herkesin bildiği gibi] bu kuvvet, kendi memleketleri dâhilinde galebe çalmış [üstün gelmiş] ve kendi üzerine musallat olan milletleri de daire-i nüfuz ve sirayetine [nüfuz ve yayılma etkisine] almakta bulunmuştur.

g) Şimali [kuzey] Kafkas, Azerbaycan ve Gürcistan birbirleriyle ittihat ederek [birleşerek], mevcudiyet-i milliyeleri aleyhine yürümek isteyen Denikin ordusunu harben tazyik [baskı yaparak, zorlayarak] ve Karadeniz sahiline sürmüştür.

h) Ermenistan’a gelince: Bir fikr-i istilaperverde eden [istila fikri sergileyen] Ermeniler, Nahcıvan’dan Oltu’ya kadar bütün ahali-i İslamiyeyi [İslam ahaliyi] tazyik [baskı] ve bazı mahallerde katliam ve yağmagerlikte bulunuyorlar. Hudutlarımıza kadar İslamları mahva mahkûm ve hicrete mecbur ederek vilata-ı şarkiyemiz hakkındaki emellerine doğru emniyetle takarrüp [yaklaşmak] ve bir taraftan da 400 bin olduğunu iddia ettikleri Osmanlı Ermenisini bir istinatgâh [dayanak] olmak üzere memleketimize sürmek istiyorlar.

Karadeniz’in garp tarafındaki vakayie [olaylara] gelince: Macar ve Bulgarlar memleketlerinin mühim kısmını istila etmek isteyenlere karşı bütün mevcudiyet-i milliyeleriyle çarpışıyorlar.

Meriç nehri garbinde, yani Balkan Harbi’nden evvel devletimizin malikânesi olan GarbiTrakya’nın Bulgarlardan alınarak Yunanlılara verilmesi, Düvel-i İtilafiyece

[İtilaf Devletlerince] karargir olmasından naşi [kararlaştırıldığı için] harekâtı- tatbikiye başlamış ve Yunan işgal kuvvetlerine karşı, Bulgar kuvayı milliyesi tarafından takviye edilen Bulgar kuvvetleri, Garbi Trakya mıntakası [bölgesi] dâhilinde verdikleri muharebat [muharebeler] neticesinde çeşitli Yunan fırkalarını def etmiştir.

Vaziyet-i hususiyemize [özel durumumuza] gelince: Daha Dersaadet’ten [İstanbul’dan] çıkmadan evvel, vatan ve milletin çare-i tahlisi [kurtuluş yolları] hakkında, birçok rical-i mesule ve muktedire [sorumlu ve muktedir ileri gelen] kişiyle görüşülmüştü. Payitahttaki münevveranın [aydınların] ve din ü devlete hizmetleri mesbuk [geçmiş] geçmiş zevat-ı aliyenin [üst düzey kişilerin] mesail-i masrufeleri  kıymetdar [yaptıkları çalışmaları değerli] olmakla beraber tesir ve mürakabe [kontrol, denetim] altında mahsur [kuşatılmış] bir muhit kendilerini daima tehdit ve akametle müteessir etmektedir [etkisiz, neticesiz kalmakla üzmektedir. ] Her halde mukadderata hâkim bir idare-i milliyenin müdahaleden masun bir surette zuhuru [milli idarenin müdahaleden korunmuş bir şekilde ortaya çıkışı], ancak Anadolu’dan muntazırdır [beklenmektedir]. Buna istinadendir [dayanarak] ki, bir şura-yı millinin vücudunu ve ancak kuvvetini irade-i milliyeden alacak mesul bir hükümetin mevcudiyetini talep etmek, bilhassa son zamanlarda, payitahtın hemen tekmil tabakat-ı mütefekkirini [düşünen tabakaları] için, bir fikr-i sabit halini almıştır.

Şurada acıklı bir hakikat olmak üzere arz edeyim ki, memleketimizde külliyetli ecnebi parası ve birçok propagandalar cereyan ediyor. Bundaki gaye, pek aşikârdır ki, hareket-i milliyeyi akim [neticesiz, etkisiz] bırakmak, amal-i milliyeyi [milli emelleri] felce uğratmak, Yunan, Ermeni amalini [emellerini] ve bazı aksam-ı mühimme-i vatanı [vatanın bazı önemli bölümlerini] işgal gayelerini teshil etmektir [kolaylaştırmaktır]. Bununla beraber, her devirde, her memlekette ve her zaman zuhur ettiği [ortaya çıktığı] çıktığı gibi bizde de kalp ve asabı [sinirleri]  zayıf, gayr-i müdrik [anlayışsız] insanlarla beraber vatansız ve aynı zamanda refah ve menfaat-i şahsiyesini [şahsi refah ve menfaatini] vatan ve milletin zararında arayan esafil [sefiller] de vardır. Şark umurunu tedvirde [doğu işlerini çevirmekte, görmekte] ve zayıf noktaları arayıp bulmakta pek mahir olan düşmanlarımız, memleketimizde bunu adeta bir teşkilat haline getirmişlerdir. Fakat mukaddesatının gaye-i necatiyle [kurtuluşu amacıyla] çırpınan bütün millet, işbu tarik-i azm [azim yolunda] ve mücahedesinde [mücadelesinde] her türlü mevanii engeli] muhakkak ve mutlaka kırıp sürecektir.

Bütün bu gayeleri istihsal [elde etmek] için vakf-ı amal eyleyen [emellerini vakfeden] millet-i necibemizin [asil milletimizin] içinde, bir ferd-i milli gibi çalışmaktan mütehassıl [doğan] zevk ve mubahatı [kıvancı] burada şükran ve mefharetle [iftiharla] arz ederim.

En son olarak niyazım şudur ki, Cenab-ı Vahib’ül-amal Hazretleri, Habib-i Ekremi hürmetine bu mübarek vatanın sahip ve müdafii [savunucusu] ve Diyanet-i Celile-i Ahmediye’nin ila yevmü’l-kıyam haris-i asdakı olan Millet-i necibemizi ve Makam-ı Saltanat ve Hilafet-i Kübra’yı masun [korumakla] ve mukaddesatımızı düşünmekle mükellef yükümlü olan heyetimizi muvaffak buyursun. Âmin. [4]

 

DİPNOTLAR

[1] https://www.biyografya.com/biyografi/1934

[2] https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/bilgi/cevat-dursunoglu-1892-1970/

[3] Cevat DURSUNOĞLU, Milli Mücadelede Erzurum, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2000, s. 103-105

[4] Kemal ATATÜRK, Nutuk, Cilt: III Vesikalar, M.E.B. Devlet Kitapları, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1982, s. 926-931

M. Fahrettin KIRZIOĞLU, “Yayınlanmamış Belgelerle Erzurum Kongresinin İlk Günü”, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi Dün/Bugün/Yarın, Sayı: 35 (Ağustos 1970), s. 20-23

Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, Türk Kültürü, Sayı 244 (Ağustos 1983), s. 504-507 (8-11)

Mahmut Enes SOYSAL, Müdafaa-ı Hukuk ve Kuva-yı Milliye Hareketi, Tarihi Erzurum Kongresi ve Mustafa Kemal Paşa’nın Erzurum Kongresi’nde Yaptığı Açılış Konuşması, Türk Dünyası Araştırmaları, Sayı: 186 (Haziran 2010), s. 30-39

Türk İstiklâl Mücadelesi

Saltanatın Kaldırılmasına Dair Türkiye Büyük Millet Meclisinin Genel Kurul Kararı

Published

on

(1 Kasım 1922)

Sadrazam Tevfik Paşa 17 Ekim 1922’de Mustafa Kemal Paşa’ya çektiği telgrafta [1], Büyük Zafer’i saltanat makamı ile Babıâli’ye varlığını sürdürecek bir unsur olarak görmüş, hatta Barış Konferansı’nda İstanbul Hükûmetinin yanında yer almak suretiyle Ankara’nın son vazifesini yapmasını bekler vaziyette bulunmuştur. Mustafa Kemal Paşa, Tevfik Paşa’nın telgrafına cevap olmak üzere TBMM’nin İstanbul’daki siyasî temsilcisi Hamit Bey’e Bursa’dan çektiği 18 Ekim 1922 tarihli telgrafta [2], “…Teşki­lât-ı Esasiye Kanunu ile şekil ve mahiyeti taayyün eden Türkiye Devletinin tarihi teessüsünden beri Türkiye mukadderatına vaziülyet ve bundan mes’ul yalnız ve ancak Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükumeti olduğu”nu belirtmiş, aynı kanun gereğince Türkiye’yi konferansta TBMM Hükûmeti’nin temsil edeceğini bildirmiştir. Hamit Bey, Gazi Paşa’nın talimatı doğrultusunda Tevfik Paşa’ya tebligatta bulunmasına rağmen sonuç elde edememiştir.

27 Ekim 1922’de İngiliz, Fransız, İtalyan temsilcileri ayrı ayrı verdikleri şifahi notalarla İstanbul ve Ankara Hükûmetlerini aynı anda, 13 Kasım 1922’ de İsviçre’nin Lozan şehrinde yapılacak konferansa davet ettiler. 23 Ekim’de Ankara bu daveti kabul ettiğini bildirmiş, 29 Ekim’de Tevfik Paşa tarafından TBMM Başkanlığına çekilen telgrafta[3], birlikte katılma teklifinde bulunulmuştur.

Mustafa Kemal Paşa, Barış Konferansı’nda ikiliği ortadan kaldırmak için saltanatın hemen kaldırılması doğrultusunda kararını vermiştir. Bu konuda Rauf Bey ile Kâzım Karabekir Paşa’dan kararının uygun olduğuna dair meclis kürsüsünde konuşma yapmalarını istemiştir. Bu istek kabul görmüş, hatta Rauf Bey daha ileri giderek bu günün bayram ilân edilmesini teklif etmiştir.

Sadrazam Tevfik Paşa’nın barış konferansına birlikte katılma teklifi TBMM’de büyük tepki ile karşılanmıştır. Bu konu, 30 Ekim 1922 tarihindeki birleşimde görüşülmüştür. Vahi­deddin’in ve Hükûmetlerinin Millî Mücadeledeki karşı icraatları açıklanarak saltanat makamını suçlayan konuşmalar yapılmıştır. Bu sebeple kimi mebuslar İstanbul Hükûmetinin konferansa katılma haklarının bulunmadığını ifade ederken, kimileri de İstanbul Hükûmetinin yok sayılmasını ve hatta saltanatın kaldırılmasını istemişlerdir. Aynı birleşimde saltanatın kaldırılmasına dair Dr. Rıza Nur ve arkadaşlarınca verilen 81 imzalı altı maddelik önerge [4] Meclis Başkanlığına sunulmuş, 131 kabul, 2 ret, 3 çekimser oya karşılık çoğunluk sağlanamadığından işlem tamamlanamamış ve 1 Kasım Çarşamba günü tekrar oylama yapılmak üzere oturuma son verilmiştir. TBMM’nin çalışmalarına ara verdiği 31 Ekim Salı günü Müdafaa-i Hukuk Grubu toplantısında Mustafa Kemal Paşa, saltanatın kaldırılmasının mecburi olduğuna dair açıklamada bulunmuştur. 1 Kasım Çarşamba günkü 130. birleşimin birinci oturumunda konu tekrar gündeme getirilmiştir.

 Dr. Rıza Nur ve arkadaşları önergelerinin altıncı maddesine yönelik değişiklik teklifinde bulundular[5]. Teklifte, hilâfetin Türklere, özellikle Osmanlı hanedanına ait olduğu kabul edilmiş ve halifenin ne şekilde, kim tarafından belirleneceğine açıklık getirilmiştir. İkinci Grup liderlerinden Hüseyin Avni (Ulaş) Bey ve arkadaşlarınca verilen 26 imzalı iki maddelik bir önergede[6], İstanbul Hükûmetinin 16 Mart 1920’den itibaren tarihe karıştığı belirtilmiş olmasına rağmen saltanatın kaldırılmasına yönelik herhangi bir açıklamada bulunulmamıştır. Bu önerge sadece İstanbul Hükûmeti’ni hedef almıştır. Mustafa Kemal Paşa her iki teklif üzerinde yapmış olduğu uzunca konuşmasında hilâfetle saltanatın birbirinden ayrılabileceğini, tarihten örnekler vererek açıklamış neticede söz konusu tekliflerin Şer’iye, Adliye ve Kanun-ı Esasi encümenlerinden meydana gelen ortak komisyona havalesi kabul olunarak birinci oturuma son verilmiştir.

Teklifler, ortak komisyonda görüşülürken, durumu yakından takip eden Mustafa Kemal Paşa, toplantı odasına girerek komisyona hitaben bir konuşma yapmıştır. Konuşmasında; hâkimiyet ve saltanatın kuvvet ve kudretle alınabileceğini, milletin ayaklanarak zaten bunları elde ettiğini, yapılacak işin fiili durumu resmîleştirmekten ibaret bulunduğunu, aksi takdirde bazı kafaların kesileceğini ifade etmiştir. Bu konuşmayla aydınlanan komisyon üyeleri, bu görüşler doğrultusunda bir karar tasarısı metni hazırlayıp meclis başkanlığına sunmuşlardır.

TBMM Genel Kurulunun 130. birleşiminin ikinci oturumunda ittifakla kabul edilen iki maddelik “TBMM’nin Hukuk-ı Hâkimiyet ve Hükümranının Mümessil-i Hakikisi Olduğuna Dair Hey’et-i Umumiye Kararı”na [7] göre;  saltanatla hilâfet birbirinden ayrılmış, saltanat kaldırılmış, hilâfetin varlığı korunmuş, hilâfet makamının Osmanlı hanedanına ait olduğu, ilim ve ahlâk bakımlarından hanedanın en iyi ve en olgun mensubunun bu makama TBMM tarafından seçileceği belirtilmiştir. Aynı kararda İstanbul Hükûmetinin varlığına son verilmiştir.

Türkiye Büyük Millet Meclisinin Hukuk-ı Hâkimiyet ve Hükümranının Mümessil-i Hakikisi Olduğuna Dair Hey’et-i Umumiye Kararı

Numara: 308

Birkaç asırdır Saray ve Bab-ı Âlinin cehâlet ve sefâhati yüzünden devlet azim felâketler içinde müthiş bir surette çalkandıktan sonra nihayet tarihe intikal etmiş bulunduğu bir anda, Osmanlı İmparatorluğunun müessisi ve sahib-i hakikisi olan Türk milleti, Anadolu’da hem harici düşmanlarına karşı kıyam etmiş hem de o düşmanlarla birleşip millet aleyhine harekete gelmiş olan Saray ve Bab-ı Âli aleyhine mücâhedeye atılarak Türkiye’de Büyük Millet Meclisi ve onun Hükûmeti ve ordularını bitteşkil harici düşmanlar, Saray ve Bab-ı Âli ile fiilen ve müsellahan ve malum müşkilât-ı şedide ve mahrumiyet-i elime içinde cidâle girişmiş, bugünkü halâs gününe vasıl olmuştur.

Türk milleti, Saray ve Bab-ı Âlinin hıyanetini gördüğü zaman Teşkilât-ı Esasiye Kanununu ısdar ederek onun birinci maddesiyle hâkimiyeti padişahtan alıp bizzat millete ve ikinci maddesiyle icrai ve teşri kuvvetleri onun yed-i kudretine vermiştir. Yedinci madde ile de harp ilânı, sulh akdi gibi bütün hukuk-ı hükümraniyi milletin nefsinde cem eylemiştir.

Binaenaleyh; o zamandan beri eski Osmanlı İmparatorluğu tarihe intikal edip yerine yeni ve milli bir Türkiye devleti, yine o zamandan beri padişahlık merfu olup yerine Türkiye Büyük Millet Meclisi kaim olmuştur. Yani bugün İstanbul’da bulunan heyet mevcudiyetini usulen himaye edecek hiçbir meşru ve gayr-i meşru ecnebi kuvvete ve müzâheret-i milliyeye malik olmayıp bir zıll-ı zâil halindedir. Millet, şahsi hükümranlık ve saray halkı ve etrafının sefâhati esası üzerine müessis bir saltanat yerine, asıl halk kitlesinin ve köylünün hukukunu himaye ve saadetini tekeffül eden bir halk Hükûmeti idaresi tesis ve vaz’edilmiştir.

Hal böyle iken İstanbul’da düşmanlarla teşrik-i mesâi etmiş olanların elan hukuk-ı hilâfet ve saltanat ve hukuk-ı hanedandan bahs eylemelerini görmekle müstekreh-i hayret bulunuyoruz. Tevfik Paşanın telgrafı kadar garip ve acayip ve hilâf-ı mavaka’ı bir vesika tarihte nadir görülmüştür. Binaenaleyh Türkiye Büyük Millet Meclisi bervechi ati mevadı neşr ve ilâna karar vermiştir:

1-Teşkilât-ı Esasiye Kanunuyla Türkiye halkı, hukuk-ı hâkimiyet ve hükümranisini mümessil-i hakikisi olan Türkiye Büyük Millet Meclisinin şahsiyet-i maneviyesinde gayr-i kabili terk ve tecezzi ve ferağ olmak üzere temsile ve bilfiil istimale ve irade-i milliyeye istinad etmeyen hiçbir kuvvet ve heyeti tanımamağa karar verdiği cihetle Misak-ı Milli hudutları dâhilinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmetinden başka şekl-i Hükûmeti tanımaz. Binaenaleyh Türkiye halkı, hâkimiyet-i şahsiyeye müstenid olan İstanbul’daki şekl-i Hükûmeti 16 Mart 1336’dan itibaren ve ebediyen tarihe müntakil addeylemiştir.

2-Hilâfet; Hanedan-ı Âli Osman’a ait olup halifeliğe Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından bu Hanedanın ilmen ve ahlâken erşed ve eslâh olanı intihap olunur. Türkiye devleti makam-ı hilâfetin istinatgâhıdır.

1-2 Teşrinisani 1338 [1-2 Kasım 1922]

DİP NOTLAR

[1] T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, 30.10. 1338, Devre: 1, Cilt: 24, İçtima Senesi: 3, s. 269; Kemal Atatürk, Nutuk Cilt: III Vesikalar, Vesika: 260, MEB Devlet Kitapları, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1982, s.1236-1237

[2] Kemal Atatürk, Nutuk Cilt: III Vesikalar, Vesika: 262, MEB Devlet Kitapları, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1982, s.1237

[3] T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, 30.10. 1338, Devre: 1, Cilt: 24, İçtima Senesi: 3, s. 270; Kemal Atatürk, Nutuk Cilt: III Vesikalar, Vesika: 263, MEB Devlet Kitapları, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1982,s.1238-1239

[4] T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, 30.10. 1338, Devre: 1, Cilt: 24, İçtima Senesi: 3, s. 292-293

[5] T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, 1.11. 1338, Devre: 1, Cilt: 24, İçtima Senesi: 3, s. 304

[6] T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, 1.11. 1338, Devre: 1, Cilt: 24, İçtima Senesi: 3, s. 304-305

[7] T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, 1.11. 1338, Devre: 1, Cilt: 24, İçtima Senesi: 3, s. 313-314; Büyük Millet Meclisi Kavanin Mecmuası, Cilt:1, s. 487-488; Bekir Sıtkı Yalçın-İsmet Gönülal, Atatürk İnkılâbı Kanunlar-Kararlar Tamimler-Bildiriler Belgeler-Gerekçe ve Tutanaklarıyla- Kültür ve Turizm Bakanlığı, Ankara 1984, s. 286-288

Continue Reading

Türk İstiklâl Mücadelesi

Mustafa Kemal Paşa’nın Neue Freie Presse Muhabirine Cumhuriyet Hakkında Beyanatı [Demeci]

Published

on

(22 Eylül 1923)

Giriş

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Gazi Mustafa Kemal [ATATÜRK] önderliğinde gerçekleştirilen Türk İstiklal Harbi/Milli Mücadele’den sonra kurulmuştur. Türk Milletinin bağımsızlığını kazanmasından sonra Gazi, zaman zaman yurt gezilerine çıkmıştır. Bu gezilerinde, Millî Mücadele sırasında düşmana karşı omuz omuza birlikte mücadele ettiği milleti ile daha yakından temas kurma imkânına kavuşmuştur. Gezilerinden, uzun süren harplerden yeni çıkmış olan halka moral vermiş, yeni kurulan “Türk Milletinin/Milli Kültürümüzün” muasır medeniyetler seviyesine ulaşması için yapılması gerekenler hakkında, kulluk/kölelikten kurtularak hürriyetine kavuşan vatandaşları bilgilendirmiş, yapılan inkılâpların uygulanışını görmüş ve yapılacak inkılâplarla hakkında kamuoyu oluşturmuştur. İhtiyaç duyduğu kamuoyu desteğini sağladığına kanaat getirdikten sonra, yapmak istediği inkılâpları Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sunmuş ve uygulamaya/hayata geçirmiştir.

Bu sebeple Gazi’nin yurt gezileri yanında yabancı asker ve siyasi temsilciler ve gazetecilerle temas ve görüşmeleri, genellikle önemli siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel değişim ve gelişmelerin yaşandığı/yaşanacağı günlerin öncesi veya sonrasında gerçekleşmiş olması bakımından anlamlıdır. Bu kapsamda, Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın Nöye Fraye Prese [Neue Freie Presse] adındaki Avusturya gazetesi muhabirine verdiği “Cumhuriyetin ilanını öngören” demeç, Osmanlı Türkçesi ile yayımlandığı [Hâkimiyet-i Milliye, 27 Eylül 1923, No: 926, s. 1, sütun: 1-3]’ten çevrim yazı olarak aşağıda sunulmuştur.

***

Büyük Millet Meclisi Reisi Başkumandan Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’nin Viyana’da münteşir [yayımlanan] “Nöye Fraye Prese” [Neue Freie Presse] namındaki Avusturya gazetesine vaki beyanatının asıl metni.

Ankara, 26 [Eylül 1923], (A. A.) – İki üç günden beri Ankara ve İstanbul gazetelerinde Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’ne atfedilen beyanat, salahiyettar olmayan zevat tarafından neşredilmiştir [yayımlanmıştır]. Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’nin şehrimizde bulunan Nöye Fraye Prese Muhabiri Mösyö Jozef Hans Lazar’a vaki olan beyanatı aynen ber-vech-i atidir [aşağıdadır]:

Muharririn [yazarın], Türkiye Teşkilatı Esasiye Kanunu’ndaki müstakbel tadilatın [gelecekteki değişikliğin] ne olacağı hakkındaki sualine [sorusuna] Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri şu suretle cevap vermiştir:

Yeni Türkiye Teşkilatı Esasiye Kanunu’nun ilk maddelerini size tekrar edeceğim:

Hâkimiyet bila kaydu şart [kayıtsız şartsız] milletindir. İcra kudreti, teşri kudreti [kanun yapma] salahiyeti, milletin yegâne hakiki mümessili [temsilcisi] olan Meclis’te tecelli etmiş ve toplanmıştır.

Bu iki maddeyi bir kelimede hülasa etmek kabildir [özetlemek mümkündür]: “Cumhuriyet“.

Yeni Türkiye’nin umur-ı teceddüdü [yenileşme işi] daha nihayet bulmamıştır. Ancak yolun sonuna kadar gidilmelidir. Harpten sonra Türk Teşkilatı Esasiye’sinin inkişafı [gelişmesi] henüz kati bir şekil almış addedilemez [sayılamaz]. Tadilat [değişiklikler] ve tashihat [düzeltmeler] yapmak ve daha mükemmel bir hale getirmek elzemdir. İkmaline [tamamlanmasına] başlanan bu iş henüz bitmemiştir. Kısa bir zaman zarfında Türkiye’nin bugün fiilen almış bulunduğu şekil kanunen de tespit edilecektir. Yakın bir atide [gelecekte] bu meseleye ait hükûmet teklifatı [teklifleri] Meclis’e arz edilecektir. Bu teklifatın [tekliflerin] bütün mevadı [maddeleri] Teşkilatı Esasiye Kanunu’nun inkişaf [gelişme] ve ikmaline [tamamlanmasına] ait bulunacaktır.

Bütün Avrupa ve Amerika’daki cumhuriyetler nasıl esas itibariyle yekdiğerinden ayrı değilse ve aralarındaki fark nasıl yalnız şekle ait bulunuyorsa, Türkiye’nin da bu cumhuriyetlerden farkı sırf bir şekil meselesidir. Diğer cumhuriyet usulüyle idare edilen memleketlerde olduğu gibi bizim de hâkimiyete malik [sahip] bir parlamentomuz vardır. Yalnız bizde Büyük Millet Meclisi hem teşri [kanun yapma] hem de icrai salahiyete maliktir [icra salahiyetine sahiptir]. Başka yerde olduğu gibi, bizde de vekiller kendi vekâletlerine ait işlerden mesuldürler. Başka yerlerde yeni Türkiye devleti icra vekillerinin Millet Meclisi elinde bir oyuncak olduğu zannediliyor; bu, hatadır. Vekillerin mesuliyetine ve vazifesine ait meselede, Teşkilatı Esasiye Kanunu’nda yapılacak tadilat ile [değişikliklerle] tespit edilmiş olacaktır. Netice itibariyle reisicumhurdan, reisi hükûmetten [hükûmet reisinden] ve mesul vekillerden müteşekkil bir hükûmet teşkil edeceğiz.

Yeni Türkiye’nin payitahtı meselesine gelince, bunun cevabı kendiliğinden zahir olur [ortaya çıkar]: Ankara, Türkiye Cumhuriyeti’nin payitahtıdır.

S[ual]  – Avrupa’da, Türkiye’nin Avrupa’ya ve Garplılığa [Batılılığa] husumeti [düşmanlığı] bulunduğu fikri vardır. Türk matbuatında da bu nokta hakkında bir münakaşa açılmıştı. Bu münakaşada Garplılık müdafaa ediliyor veya aleyhinde bulunuluyordu. Bu hususta ne düşünülüyor?

C[evap]  – Asırlardan beri düşmanlarımız Avrupa akvamı [milletleri] arasında Türklere karşı kin ve husumet [düşmanlık] fikirleri telkin etmişlerdir. Garp zihinlerine yerleşmiş olan bu fikirler, hususi [özel] bir zihniyet vücuda getirmişlerdir. Bu zihniyet hala her şeye ve bütün hadisata [hadiselere] rağmen mevcuttur. Ve Avrupa’da hala Türk’ün her türlü terakkiye [ilerlemeye] hasım [düşman] bir adam olduğu, manen ve fikren inkişafa [gelişmeye] gayr-i müstaid [kabiliyetsiz] bir adam olduğu zannedilmektedir. Bu, azim [büyük] bir hatadır. Cevabımı basitleştirmek için size şu misali serdedeceğim [vereceğim]: Farz ediniz ki, karşınızda iki adam var; bunlardan biri zengin ve emrine her türlü vesait muhya [vasıtalar hazır], diğeri de fakir ve elinde hiçbir vasıta mevcut değil. Bu vesait fıkdanından [vasıta yokluğundan] başka ikincinin manevi ruhu da diğerinden hiç farkı ve maduniyeti [geriliği] yoktur. İşte Avrupa ile Türkiye yekdiğerine karşı bu vaziyettedir. Bizi madun [geri] olmaya mahkûm bir kavim olarak tanımakla iktifa etmemiş [yetinmemiş] olan Garp, harabiyetimizi [haraplığımızı] tacil [çabuklaştırmak] için ne yapmak lazımsa yapmıştır. Garp ve Şark  [Doğu] zihinlerinde yekdiğeriyle muarız [çatışan] iki prensip mevzu bahs [söz konusu] olduğu vakit, bunun en mühim menbaını [kaynağını] bulmak için Avrupa’ya bakmalı. İşte Avrupa’da mütemadiyen [devamlı] olarak mücadele ettiğimiz bu zihniyet mevcuttur.

İmparatorluk zamanında sultanın hükûmetleri Türk milletinin Avrupa ile temasına mani olmak için ellerinden geleni yapmışlar ve milletin arzu ve iradesinden uzak ve ayrı olarak icray-ı hükûmet [hükûmet icra] etmişler ve Türk milletini terakkiden [ilerlemeden] hariç bırakmışlardır.

Biz milliyetperverler gözleri açık adamlarız. Gözlerimizi her gün daha ziyade açmakta ve gerek dâhilde ve gerek hariçte olup biteni görüyoruz. Milletimizin mütemeddin [medeni] milletlerle temasını teshil etmek [kolaylaştırmak] menafimiz [menfaatlarımız]  mukteziyatındandır [gereklerindendir].

Bu temasın, münasebetlerin yeniden tesisini yalnız arzu etmekle kalmıyoruz, onları inkişaf ettirmek [geliştirmek] için her şeyi yapıyoruz. Bu tavrımız, çok açık ve tartışmasız olarak, Türklerin zenofobisi [yabancı korkusu] bulunduğu şeklindeki yanlış zannı çürütmektedir.

Matbuatla milliyetperver Türkiye’nin ecnebi [yabancı] düşmanı olduğu ilan edilirse, büyük bir hata irtikâp edilmiş [işlenmiş] ve hakikaten mevcut olan şeyin aksi iddia edilmiş olur.

İkinci noktaya gelince, yani Türk matbuatında da Garplılık [Batılılık] ve Şarklılık [Doğululuk] münakaşası açıldığına gelince, matbuat, istediği bahiste istediği veçhile [şekilde] tefsiratta [yorumlarda] bulunabilir. Matbuat, hiçbir veçhile [şekilde] tahakküm ve nüfuza tabi tutulamaz. Benim bu hususta şahsi nokta-ı nazarım [görüşüm] şudur ki, muhafazakâr olan ve bu hususta yalnız olan Tevhidi Efkâr’ın karşısında Türk matbuatının kesreti [çoğunluğu] var. Bu matbuat Garplılaşmak [Batılılaşmak] veçhesini [yönünü] müdafaa ediyor. Tevhidi Efkâr’ın fikri bizim inkişafımızın [gelişmemizin] Garp usulünde vaki olmasını tadil edemez [değiştiremez]. Onun hareketi Garp matbuatına karşı aksülamel [tepki] diye telakki [kabul] edilebilir. O Garp matbuatı ki, ekseriyeti [çoğunluğu] mukaddema [başlangıçta] bizim aleyhimizde bulunuyordu. Vaki olan tebeddülata [değişikliklere] rağmen eski metotlarını değiştirmiyorlar.

SLozan sulhu [barışı] hakkındaki fikr-i devletlileri [devletlilerinin fikri]?

C Lozan sulhu heyet-i umumiyesi [bütünü] itibariyle bizi tatmin ediyor. Biz bu muahedeye [antlaşmaya] tamamıyla riayet edeceğiz. Buna rağmen şunu söylemekten kendimizi men edemeyiz ki, daha taleplerimiz vardır ve bunların kuvveden [düşünceden] fiile çıktığını ahiren [son zamanda] Avrupa akvamının [milletlerinin] zihinlerinde vaki olan Türkiye’ye müsait yeni bir temayül [eğilim] vasıtasıyla görmek istiyoruz.

Muallak mesail [meseleler] için dostane tarz-ı tasfiyeler [çözüm tarzları] bulunacağını ümit etmek istiyoruz. Uzak bir atide [gelecekte] değil yakın bir istikbalde [gelecekte] şimdiye kadar halledilemeyen mesailin [meselelerin] kati hal şekline iktiran ettiğini [kavuştuğunu] görmek istiyoruz.

[Hâkimiyet-i Milliye, 27 Eylül 1923, No: 926, s. 1, sütun: 1-3;

Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt: 16 (1924), Kaynak Yayınları, İstanbul, 2005, s. 117-119]

Continue Reading

Türk İstiklâl Mücadelesi

Büyük Âlim Ziya Gökalp’in Vefatı

Published

on

[25 Ekim 1924]

Giriş

Türk sosyolojisinin kurucusu ve Türk milliyetçiliğinin en önemli düşünürlerinden biri olan Ziya GÖKALP [1], “bedenimin babası Ali Rıza Efendi, hislerimin babası Namık Kemal, fikirlerimin babası ise Ziya Gökalp’tir” sözünü sarf eden Mustafa Kemal ATATÜRK’ün en fazla etkilendiği kişiler arasında yer alır.

Vefatının 100. yıldönümünde Ziya Gökalp’i minnet ve rahmetle anarım. Bu münasebetle başta Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK olmak üzere Türk milleti, vatanı ve devleti uğrunda hizmet eden bilim, kültür, sanat, devlet, asker ve siyaset adamları ile Türk Mehmetçiklerinden bu dünyadan göç edenlere rahmet, hayatta olanlara sağlık, mutluluk ve başarılar dilerim.

Hafızalarımızı tazeleyip zihin jimnastiği yapmak amacıyla GÖKALP’in vefatının ertesi günü [Hâkimiyet-i Milliye, 26 Teşrinievvel 1924, No: 1256, s. 1, sütun: 2-3]’te yayımlanan “Hamdullah Suphi [TANRIÖVER],” ve “Ziya Gökalp Büyük Âlim Ziya Gökalp’in Ziyaı” başlıklı haber metinleri Osmanlı Türkçesi’nden çevrim yazı olarak aşağıda sunulmuştur.

***

ZİYA GÖKALP

“Ne elim bir haberle dilhunuz [içimiz kan ağlıyor]. Türk milliyetperverleri bir baş, hakiki bir mürşit kaybettiler. Türkçülük mefkûresinin bir meşalesi olan bu asil zekâ, kendi izinde yürüyecek binlerce muakkip [takipçi] bıraktı. Onun Türk tarihini, Türk içtimaiyatını, Türk harsını aydınlatan tahlil ve tasnif kuvveti, asırlardır ruhumuzda biriken karanlıkları derece derece eritmişti. Geçtiği yol evvelce bir izdi, şimdi bir şehrahtır [ana yoldur]. Türk vatanı en aziz evladından birini kaybetmekle taziye edilmek lazım gelen bir felakete uğradı. Ziya Gökalp’in hatırası önünde başlarımızı eğdiğimiz bu acı dakikalarda, tesellimiz odur ki, onun ufkumuzda dalgalandırdığı manevi bayrağı yere düşürmeyecek bir gençlik; memleketin her köşesinde bu imanın mahfuziyeti [korunması] için ayakta silahlanmış duruyor.” [2]

Hamdullah Suphi [TANRIÖVER]

***

BÜYÜK ÂLİM ZİYA GÖKALP’İN ZİYAI

Diyarbakır Mebus-ı Muhteremi; çok kıymetli eserlerini Türklüğe ve gençliğe hatıra bırakarak aramızdan ebediyen ayrılmıştır

Reisicumhurumuz ve İsmet Paşa hazeratı birer telgrafla merhum müşarünileyhin [adı geçenin] ailesine teessürlerini [üzüntülerini] iblağ buyurmuşlardır [bildirmişlerdir]. Bir Ziya Gökalp Cemiyeti teşkil edilmiştir.

***

Bir müddetten beri rahatsız bulunan ve son günlerde hastalığının şiddetlenmesi dolayısıyla hastahaneye nakledilen Diyarbakır Mebusu Ziya Gökalp Bey üstadımız dün [25 Ekim 1924] sabaha karşı irtihal-i dar-ı beka [ahirete göç] eylemiş ve bu müellim [elem veren] haber şehrimizde birden bire şayi olarak [duyularak] umumi ve derin bir teessürle [keder ve üzüntüyle] karşılanmıştır.

Reisicumhur Gazi Paşa Hazretleriyle Başvekil ve Hariciye Vekili İsmet Paşa Hazretleri merhum müşarünileyhin ailesine birer taziye telgrafı çekmek suretiyle teessürlerini iblağ buyurdukları gibi hükumet tarafından lazım gelenlere cenaze merasiminin pek mutantan bir surette icrası için de emirler verilmiştir.

İstanbul’da icra edilecek olan cenaze merasiminde Türkiye Büyük Millet Meclisi namına orada bulunan İkinci Reis Vekili Şarkikarahisar Mebusu Ali Sururi Bey hazır bulunacaktır. Merhum müşarünileyhin ailesine bu devreye ait olan tahsisatın kâmilen verilmesi ve ayrıca hidmet-i vataniye [vatana hizmet] tertibinden maaş tahsisi takarrür etmiştir [kararlaştırılmıştır]. Müdafaa-i Milliye Vekili Kazım Paşa Hazretleri ordu namına, beyan-ı taziyet edilmesini Üçüncü Kolordu Kumandanlığına ve Maarif Vekili Vasıf Bey Efendi de cenaze merasiminin icra edildiği gün bütün mekteplerin kapatılmasını ve bilumum muallimlerle talebelerin merasime iştirak etmelerini İstanbul’daki memurin-i aidesine emreylemişlerdir.

Vasıf Bey Efendi merhumun ailesine çektikleri telgrafta; kendisiyle beraber bilumum muallimlerin muhtaç-ı taziye ve teselliye bir halde olduklarını ve merhumun hatırasının gençlik için kuvvetli bir menba-ı ilham [ilham kaynağı]  olacağını ve bir arzuları varsa muhatap olmak istediğini bildirmiş ve ayrıca Muallimler Birliği, Türk Ocakları Heyet-i Merkeziyelerince telgrafla beyan-ı tessesür ve arz-ı taziyet olunmuştur.

Dün gece Ankara’da Türkçülük Cereyanının maruf simaları, mebuslar ve Türkçü gençler bir içtima akdederek [toplantı yaparak] bir “Ziya Gökalp Cemiyeti” tesis etmişlerdir. Cemiyetin Birinci Reisliğine Sinop Mebusu sabık Sıhhiye Vekili Doktor Ziya Nur Bey, İkinci Reisliğine Zonguldak Mebusu Ragıp beyler bil ittifak intihap edilmişlerdir [seçilmişlerdir]. Cemiyet Ziya Gökalp Beyin bütün Türk şehirlerindeki muhiplerinden ve talebesinden taazzuv edecektir [meydana gelecektir]. Cemiyetin programı ve gayesi; Ziya Gökalp Beyin kitaplarının tabı [basımı], yazılarının ve hatıralarının cemi [toplanması] ve ihtifallerinin [törenlerinin] tertibi olacaktır.

Diğer taraftan “Türk Ocakları Merkez Heyeti ve Hars Heyeti” ve “Ziya Gökalp Cemiyeti” şu suretle derin teessürlerini ve hissiyat-ı taziyetkaranelerini ifade etmektedirler:

Türklüğe ve Türk Ocaklarına ifa ettiği layemut [ölmez] hidmetler ile kalbimizde ebediyen yaşayacak bir minnet ve şükran hatırası bırakmış olan büyük âlim ve rehber Ziya Gökalp’in vefatı dolayısıyla Türk milletine en samimi taziyetlerimizi ve memleketin umumi kederine bütün mevcudiyetimizle iştirak ettiğimizi beyan ederiz.

Anadolu Ajansı da şu satırlarla teessürlerini bildirmektedir:

Türk vatanı en büyük ilim adamını kaybetti. Milli Mücadelenin ruhu ve istinatgâhı olan milliyet fikirlerini neşretmek hususunda Ziya Gökalp Beyin ifa ettiği hidmetler Türk milletinin kalbinde ebedi bir minnet bırakmıştır. Anadolu Ajansı bu büyük ziya [kayıp] karşısında duyduğu derin teessürleri beyan ve Türk milletini bütün ruhuyla taziye eder [başsağlığı diler].”

Üstadın son hayatına ait ajans tarafından verilen malumat ber-vech-i atidir [aşağıdadır]:

Ajans ve matbuat mensubini [mensupları] namına üstat Ziya Gökalp Beyi 23 Teşirinievvel’de [23 Ekim 1924] ziyaret eden Anadolu Ajansının İstanbul mümessili [temsilcisi] Edhem Hidayet Bey o günkü tarihle şu telgrafı ajansa göndermiştir:

İstanbul: 23 [Ekim 1924] (A. A.)-Ziya Gökalp Beye gittim. Çok dalgın, etrafındakileri tanıyamaz bir halde idi. Hiçbir şey söyleyemiyor ve ızdırap alameti gösteriyordu. Dünkü konsültasyon neticesinde kati olmamak üzere dimağında iltihap olduğu teşhis edildiğini ve doktorların ümitvar bulunmadığını biraderi Nihad Bey ifade etti. Kemal-i teessürle arz ederim.”

Anadolu Ajansının üstadın hastalığına ve irtihaline dair müteakip telgrafları da ber-vech-i atidir [aşağıdadır]:

İstanbul: 24 [Ekim 1924] (A. A.)-Ziya Gökalp Beyin vaziyet-i sıhhiyesine [sağlık durumuna] dair bu akşamki tabip raporu ber-vech-i atidir:

Hastanın ahval-i umumiyesi git gide kesb-i vahamet ediyor. Hastalık süratle seyrini takip ediyor. Ziya Bey artık etrafındakileri tanımıyor. Kalp mukavemet ediyor. Hastalığın vahameti bütün kuvvetiyle bakidir.” [2]

DİP NOTLAR

[1] https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/bilgi/ziya-gokalp-1876-1924/

[2] Hâkimiyet-i Milliye, 26 Teşrinievvel 1924, No: 1256, s. 1, sütun: 2-3

Continue Reading

En Çok Okunanlar