Connect with us

Türk İstiklâl Mücadelesi

Erzurum Kongresi Beyannamesi [Bildirgesi]

Published

on

 

GİRİŞ

Erzurum Kongresi, Amasya Genelgesinde belirtildiği gibi Meşrutiyetin yıldönümü olan Rumi/Mali takvime göre 10, Miladi takvime göre 23 Temmuz 1919’da toplanmıştır.

Kongre için eski bir okul binasında (Ermeni Sansaryan Mektebi ki bu bina sonradan yıkılmış ve yerine şimdiki Yapı Usta Okulu binası yapılmıştır) bir salon hazırlanmıştı. Kolordu bandosu marşlar çalmaktadır. Delegeler okulun bahçesinde toplanmıştır. Saat on bire doğru bahçedeki açılış töreni başladı. Kurbanlar kesildi. Trabzon’un Şiran delegesi Müftü Hasan Efendi bir dua ve amaca uygun bir konuşma yaptı. Açılıştan sonra, delegeler salona geçmiştir. Açılış gibi kapanış da dualarla olmuştur Törende Kazım Karabekir Paşa da bulunmuş fakat toplantı salonuna girmeyip yanındaki subaylarla birlikte ayrılmıştır.

Kongre delegeleri, içeriden ve dışarıdan, her yanından düşmanlar ve tehlikelerle sarılmış bir vatanın evlatları olarak yok olmaktan kurtulma çabası içinde, dünyaya meydan okumaya, Türkün yok edilemeyecek bir millet olduğunu apaçık göstermeye, Türk Millî Mücadelesi’nin “Millî Birlik” temelini atmaya hazırlanmaktadırlar. Kongrenin güvenliğini sağlamak amacıyla okul kapısında bir nöbet hizmeti düzenlenmiştir. Mustafa Kemal’in yaveri Cevat Abbas ve Recep Zühtü ile daha başkaları burada muhafız olarak görev almışlardır.

Bu sırada Mondros Mütarekesi hükümleri gereğince Türk ordusuna ait silahları toplayarak işgal kuvvetlerinin kontrolündeki depolara sevk ve ordunun terhis işini kontrol etme, Mütareke şartlarının yerine getirilip getirilmediğini denetleme, aslında bağımsız bir Ermenistan kurulması imkânlarını araştırmakla görevlendirilen Alfred Rawlinson çalışmalarını sürdürmektedir. Kongreden bir gün önce Mustafa Kemal’i ziyaret eden Rawlinson, Kongrenin toplanmamasının daha iyi olacağını ısrarla savunup bunun sakıncalarını tekrar etmiştir. Rawlinson’un bu küstahlığı karşısında hiddetlenen ve hayretler içinde kalan Mustafa Kemal Paşa; “Kongrenin muhakkak toplanacağını, milletin buna karar verdiğini, ne İngiltere Hükümeti’nden ne Rawlinson’dan müsaade istenmediğini” söylemiştir. Kongre fikrinden vazgeçilmezse buna kuvvet kullanarak engel olunacağı tehdidine karşılık olarak “Türk milletinin mecburi ve zaruri olarak, kuvvete kuvvetle karşı koyarak milletin kararını yerine getireceğini, ne pahasına olursa olsun kongrenin toplanacağını” kesin olarak ifade etmiştir. Tehditleri boşa giden Rawlinson, kongreyi yakından takip etmek ve bilgi almakla yetinmiştir.

KONGRE ÇALIŞMALARI

Kongre salonu öğrenci sıraları ile doldurulmuştur. Ön tarafta da orta büyüklükte bir başkan kürsüsü ve iki yanında kâtiplerin oturacağı yerler bulunmaktadır. Delegeler ve Mustafa Kemal Paşa öğrenci sıralarına oturdular. Kongre başladı. Kongreyi en yaşlı delege sıfatıyla Trabzonlu Eyübzade İzzet Efendi açacaktır. İzzet Efendi Erzurumlulara karşı bir dostluk gösterisinde bulunarak, Kongreyi açma şerefini Erzurumlu Hoca Raif Efendiye bırakmıştır. Hoca Raif Efendi kürsüye çıktı. Delegelerin yoklaması yapıldı.

Kongreye toplam 56 delege katılmıştır. Yayımlanmış delege listelerinde bu sayı genellikle 54 ya da 53 olarak kaydedilmişse de bunun hatıraların yazılması sırasındaki unutkanlıklardan ileri geldiği tahmin edilmektedir.  Erzurum Kongresi başkanlık divanı kâtip üyesi Trabzon’un Vakfı Kebir delegesi öğretmen Abdullah Hasib Bey tarafından delege sayısı 56 olarak gösterilmiştir. Diyarbakır ve Elazığ delegeleri ise Damat Ferit’e bağlı valilerin engellemeleri sebebiyle Kongreye katılamamışlardır.

Yoklama tamamlandıktan sonra geçici başkan Hoca Raif Efendi kısa bir açış konuşması yapmıştır. Kısa konuşmasında, “Hakkımızda düşünülen şey idam kararıdır. Oturtulmak istenilen yer de idam sehpasıdır” dedikten sonra Kongreyi yönetecek bir başkan seçilmesini isteyerek sözlerini bitirdi. Bunun üzerine Trabzon’un Sürmene delegesi Ömer Fevzi Bey, delegelerin yeni bir araya geldiklerini, uygun bir başkanın bulunabilmesi için başkanlık divanı seçiminin ertesi güne bırakılmasını, böylece delegelerin birbirlerini tanımak imkânı bulacaklarını söyledi. Buna karşılık Trabzon’un Merkez delegesi Servet Bey, aday göstermek mecburiyeti olmadığını, herkesin serbestçe istediğine oy verebileceğini, seçimlerin ertesi güne bırakılmasının lüzumsuz olduğunu ifade etti. Sonunda seçimlerin ertelenmesini isteyenlerin ısrar ve dayatmalarına rağmen teklifleri reddedilerek başkanlık divanı seçimine geçildi. İlk olarak başkan seçimi yapıldı. Mustafa Kemal Paşa’dan başka aday yoktu. Gizli oylamaya başvuruldu. Kongre tutanağına göre oy sayımı sonucunda Mustafa Kemal Paşa 38 oyla kongre başkanlığına seçildi. Raif Efendiye 2, Servet Beye 1 oy verilmiş, 3 olumsuz ve 3 çekimser oy kullanılmıştır. Buna göre delegelerden 5 ya da 8 kişi oylamaya katılmamıştır.

Başkanlık kürsüsüne çıkan Mustafa Kemal, delegelere teşekkür eden ve içinde bulunulan durumu ana hatlarıyla sergileyen bir konuşma yapmıştır.

https://www.drkemalkocak.com/2022/07/27/mustafa-kemal-pasanin-erzurum-kongresinin-acilisinda-yaptigi-konusma/

Kongre başkanının bu konuşmasından sonra, kongre başkanlık divanı(kurulu) seçimleri yapılmıştır. İki başkan vekilliğinden birine Erzurumlu Hoca Raif Efendi, ötekine Trabzonlu İzzet Bey, kâtipliklere de Erzurum Karaköse delegesi Necati Bey ile Trabzon’un Vakfıkebir delegesi Abdullah Hasib Efendi seçilmişlerdir.

Erzurum Kongresinde 14 gün süren çalışmalar sonucunda; amacı, savunulacak/uyulacak/uygulanacak ilkeleri ve teşkilatın işleyişini içeren bir kararlar demeti (nizamname) ile temel görüşleri açıklayan bir bildiri(beyanname) hazırlanmış ve kabul edilmiştir. Kongrenin son günü 7 Ağustos 1919’da yapılan 13. Oturumda Temsilciler Kurulu (Temsil Heyeti) seçimleri yapılmıştır. Temsilciler Kuruluna aşağıdaki 9 kişi seçilmiştir:

 

Mustafa Kemal PaşaSabık Üçüncü Ordu Müfettişi, askerlikten müstafi
Rauf BeyBahriye Nazırı Esbakı
İzzet BeySabık Trabzon Mebusu
Raif EfendiSabık Erzurum Mebusu
Servet BeySabık Trabzon Mebusu
Şeyh Fevzi EfendiErzincan’da Nakşi Şeyhi
Bekir Sami BeyEsbak Beyrut Valisi
Sadullah EfendiSabık Bitlis Mebusu
Hacı Musa BeyMutki Aşiret Reisi

Delege olmalarına rağmen Erzurum’a gelemeyen Bekir Sami ve Hacı Musa Beyler ile Sadullah Efendi, kendileri yokken Temsil Heyetine seçilmişlerdir. Bu durum, kabul edilen nizamname (tüzük) hükümlerine uymanın yanında, bulundukları bölgelerde etkili olan kişileri kurula almak anlayışının bir sonucudur.

Çalışmalarını bitiren Erzurum Kongresi, Mustafa Kemal’in kısa bir konuşması ile kapanmıştır:

“Muhterem Efendiler,

Milletimizin ümidi necat ile çırpındığı en heyecanlı bir zamanda fedakâr Heyeti muhteremeniz her türlü mezahime [mezalime] katlanarak burada, Erzurum’da toplandı. Hassas ve necip bir ruh ve pek salâbetli [isabetli] bir iman ile vatan ve milletimizin halâsına ait esaslı mukarrerat [kararlar] ittihaz etti [aldı]. Bilhassa bütün cihana karşı milletimizin mevcudiyetini ve birliğini gösterdi. Tarih bu kongremizi şüphesiz ender ve büyük bir eser olarak kaydedecektir. Heyeti muhteremenizin [muhterem heyetinizin], rüfekayı kiramımın [şerefli arkadaşlarımın] hakkımda gösterdiği samimi muhabbet [sevgi] ve itimat [güven] âsarına buradan alenen teşekkür etmeyi bir vecibe [görev] addederim. Bu felâhpira [kurtuluşu süsleyen] içtimaımız [oturumumuz]  hitampezir [sona ererken] olurken Cenabı Vahibül’âmal Hazretlerinden avnü hidayet ve Peygamberi Zişanımızın ruhu pür fütuhundan feyzü şefaat niyaziyle vatan ve milletimize ve devleti ebed müddetimize mes’ut akibetler temenni ederim.”

Kongrenin sona erdiği gün, kongre adına yayımlanan ve Erzurum’da 10.8.1335 [1919] tarihinde “Türk Basımevi”nde basımı yapılan beyanname kongrenin sona erdiği gece bütün ülkeye telgrafla duyurularak ilan edildiği gibi matbu olarak da her tarafa binlerce nüsha halinde gönderilmiştir.

 

ŞARKİ ANADOLU MÜDAFAAİ HUKUK CEMİYETİ

Erzurum:

7 Ağustos 1335

 

Şarki Anadolu Vilâyatının Erzurum Kongresi Beyannamesi

 [Doğu Anadolu Vilayetlerinin Erzurum Kongresi Beyannamesidir]

Mütarekenin akdini müteakip gittikçe artan ahdi şikenane [anlaşma tanımaz]  muamelat [muameleler] ve İzmir, Antalya, Adana ve havalisi gibi aksamı mühimmei memalikimizin [memleketimizin önemli kısımlarının] fiilen işgali ve Aydın vilayetinde ika edilen [yapılan] tahammülsüz [tahammül edilemez] Yunan fecayii [faciaları] ve Ermenilerin Kafkasya dâhilinde hudutlarımıza kadar dayanan katliam ve imhayı İslam siyasetiyle istila hazırlıkları ve Karadeniz sahilinde Pontus hayalini tahakkuk ettirmek [gerçekleştirmek] gayesiyle hazırlıklar yapılması ve sırf bu maksatla Rusya sahillerinden akın akın muhacir namı altında gelen yabancı Rumların ve bu meyanda [bunların arasında]  da müsellah eşkiya [silahlı eşkiya] çetelerinin sevk ve celb edilmesi gibi hadisat [hadiseler] karşısında mukaddes vatanın inkisam [bölünme] ve inhilal [yok olma] tehlikesini gören milletimiz hiçbir iradei milliyeye [milli iradeye] istinad etmeyen [dayanmayan] hükûmeti merkeziyetimizin [merkezi hükumetimizin] bu alam [acılar] ve fecayie [facialara] çaresaz olamayacağına [çare bulamayacağına] emsali meş’umesiyle [uğursuz örnekleriyle] kani ve birçok müessirat tahtında [etkiler altında]  ihtimal ki daha elim [acı] ve gayrı kabili hazım [sindirilemez] ve kabul mukarrerata [kabul edilemez kararlara] da serfüru edeceğinden [boyun eğeceğinden] tamamiyle endişenak [endişeli] bulunuyor. Binaenaleyh kendini en yakın ve en hunin [kanlı] tehlikeler karşısında gören Şarki Anadolu vilâyatının [Doğu Anadolu Vilayetlerinin] mukadderatını bizzat muhafaza gayesiyle her taraftan vicdanı milliden doğmuş cemiyetlerin iştirakiyle [katılmasıyla] ahiren mün’akid olan [yapılan] Erzurum Kongresi 7 Ağustos sene 1335 [7 Ağustos 1919] tarihinde mesaisine hitam [son] vererek biltaffı taala [Allah’ın lütfuyla] bervechiati [aşağıdaki] mukarreratı [kararları] ittihaz etti [aldı]:

1 — Trabzon vilâyeti ve Canik sancağiyle Vilayatı Şarkiye namını taşıyan Erzurum, Sivas, Diyarbekir, Mamuretülaziz, Van, Bitlis vilayatı [vilayetleri] ve bu saha dâhilindeki elviyei müstakile [müstakil sancaklar] hiçbir sebep ve bahane ile yekdiğerinden ve camiayı Osmaniye’den ayrılmak imkânı tasavvur edilmeyen bir küldür[bütündür]. Saadet ve felâkette iştiraki tammı [tam ortaklığı] kabul ve mukadderatı hakkında ayni maksadı hedef ittihaz eyler[alır]. Bu sahada yaşayan bilcümle anasırı İslâmiye [bütün İslami unsurlar] yekdiğerine karşı mütekabil [karşılıklı] bir hissi fedakâri [fedakârlık hissi] ile meşhun [dolu] ve vaziyeti ırkiye ve ictimaiyelerine [ırki/etnik ve sosyal durumlarına] riayetkâr [saygı gösteren, sayan] öz kardeştirler.

2 — Osmanlı vatanının tamamiyeti [bütünlüğü] ve istiklâli millimizin [milli bağımsızlığımızın] temini ve makamı saltanat ve hilâfetin [saltanat ve hilafet makamının] masuniyeti [dokunulmazlığı] için Kuvayı Milliye’yi âmil [etken, etkili] ve iradei milliyeyi hâkim [milli iradeyi egemen] kılmak esastır.

3 — Her türlü işgal ve müdahale, Rumluk ve Ermenilik teşkili gayesine matuf [yönelik] telâkki edileceğinden [anlaşılacağından/görüleceğinden] müttehiden [birlikte] müdafaa ve mukavemet esası kabul edilmiştir. Hâkimiyeti siyasiye [siyasi egemenliği] ve muvazenei içtimaiyeyi [sosyal dengeyi] muhil olacak [bozacak]  surette anasır-ı Hristiyaniyeye [Hristiyan unsurlara] yeni bir takım imtiyazat itası [ayrıcalıklar verilmesi] kabul edilmeyecektir.

4 — Hükûmeti merkeziyenin [merkezi hükumetin] bir tazyiki düveli [devletlerin bir baskısı] karşısında buraları terk ve ihmal iztırarında [mecburiyetinde] kalması ihtimaline göre makamı hilafet ve saltanata [hilafet ve saltanat makamına] merbutiyeti [bağlılığı] ve mevcudiyet ve hukuku milliyeyi [milli varlığı ve hakları] kafil [garanti edici] tedabir [tedbirler] ve mukarrerat [kararlar] ittihaz olunmuştur [alınmıştır].

5 — Vatanımızda öteden beri birlikte yaşadığımız anasırı gayri müslimenin [Müslüman olmayan unsurların] kavanini devleti Osmaniye [Osmanlı Devleti kanunları] ile müeyyed [teyid edilmiş, kuvvetlendirilmiş] hukuku mükteseblerine [kazanılmış haklarına] tamamiyle riayetkârız [saygılıyız]. Mal ve can ve ırzlarının masuniyeti [dokunulmazlığı] zaten mukteziyatı diniye [dinin gereği/gerektirdiği] an’anatı milliye [milli gelenekler] ve esasatı kanuniyemizden [kanunu esaslarımızdan] olmakla, bu esas kongremizin kanati umumiyesiyle [genel kanatiyle] de teyid olunmuştur.

6 — Düveli itilafiyece [İtilaf Devletlerince], mütarekenin imza olunduğu 30 Teşrinievvel sene 1334 [30 Ekim 1918] tarihindeki hududumuz dâhilinde [sınırlarımız içinde]  kalan ve her mıntakasında [bölgesinde] olduğu gibi Şarki Anadolu vilayetlerinde de ekseriyeti kahireyi [ezici çoğunluğu] İslamlar teşkil eden ve harsi [kültürel], iktisadi tefevvuku [üstünlüğü] Müslümanlara ait bulunan ve yekdiğerinden gayri kabili infikak [ayrılması imkânsız] öz kardeş olan din ve ırkdaşlarımızla meskûn memalikimizin [topraklarımızın] mukasemesi [bölünmesi] nazariyesinden bil kulliye [bütünüyle] sarfı nazarla [vazgeçerek] mevcudiyetimize [varlığımıza], hukuku tarihiye, örfiye ve diniyemize [dini, örfi ve tarihi haklarımıza] riayet edilmesine ve bunlara mugayir [aykırı] teşebbüslerin tervic olunmamasına [desteklenmemesine] ve bu suretle tamamiyle hak ve adle [adalete] mustenid [dayanan] bir karara intizar olunur [beklenilmektedir].

7 — Milletimiz insani, asri gayeleri tebcil [yüceltir] ve fenni, sınai ve iktisadi hal ü ihtiyacımızı [hal ve ihtiyacımızı] takdir eder. Binaenaleyh [bunun üzerine, bundan dolayı] devlet ve milletimizin dâhili [iç] ve harici [dış] istiklali [bağımsızlığı] ve vatanımızın tamamisi [vatanımızın bütünlüğü] mahfuz [saklı] kalmak şartiyle altıncı maddede musarrah [belirtilen] hudud dâhilinde [sınır içinde] milliyet esaslarına riayetkâr ve memleketimize karşı istila emeli beslemiyen herhangi devletin fenni, sınai, iktisadi muavenetini [yardımını] memnuniyetle karşılarız ve bu şeraiti adile ve insaniyeyi  [adil ve insani şartları] muhtevi [içeren, kapsayan] bir sulhun da acilen takarrürü [kararlaştırılması] selameti beşer [insanlığın selameti] ve sükûnu âlem [âlemin sükûnu] namına ahzı amali milliyemizdir [başlıca milli emellerimizdendir].

8 — Milletlerin kendi mukadderatını bizzat tayin ettiği bu tarihi devirde hükûmeti merkeziyemizin [merkezi hükumetimizin] de iradei milliyeye [milli iradeye] tabi olması zaruridir. Çünkü: iradei milliyeye gayrı müstenid [dayanmayan] herhangi bir hey’eti hükûmetin [hükumet heyetinin] indi [kendince] ve şahsi mukarreratı [şahsi kararları] milletçe muta [verilmiş] olmadıktan başka haricen [dışarıda] de muteber [geçerli] olmadığı ve olamayacağı şimdiye kadar mesbuk ef’al [yapılan işler] ve netayic [neticeler] ile sabit olmuştur. Binaenaleyh milletin içinde bulunduğu hali zicret [sıkıntı] ve endişeden kurtulmak çarelerine bizzat tevessülüne [başvurmaya] hacet kalmadan hükûmeti merkeziyemizin meclisi milliyi [milli meclisi] hemen bila ifatei an [an kaybetmeden] toplaması ve bu suretle mukadderatı millet ve memleket hakkında ittihaz eyleyeceği [alacağı] bilcümle mukarreratı [bütün kararları] meclisi millinin murakabesine [denetimine] arz etmesi mecburidir.

9 — Vatanımızın maruz kaldığı alam [acılar] ve hadisat [hadiseler, olaylar] ile ve tamamen ayni maksatla vicdanı milliden doğan cemiyetlerin ittihat [birleşmesinden] ve ittifakından hâsıl [meydana gelen, oluşan] olan kitlei umumiye [genel kitle/topluluk] bu kerre “Şarki Anadolu Müdafaai Hukuk Cemiyeti” ünvaniyle tevsim olunmuştur [adlandırılmıştır]. İşbu cemiyet her türlü fırkacılık [particilik] cereyanlarından aridir [arınmıştır]. Bilcümle [bütün] İslam vatandaşlar, cemiyetin azayı tabiiyesindendir [tabii/doğal üyelerindendir].

10 — Kongre tarafından müntehip [seçilmiş] bir “Hey’eti Temsiliye” kabul ve köylerden bil itibar [başlayarak] vilayat merakizine [vilayet merkezlerine] kadar mevcut teşkilatı milliye [milli teşkilat] tevhid [birleştirilmiş] ve teyid olunmuştur.

Kongre Hey’eti

SONUÇ

Mustafa Kemal Paşa, Doğu illerinde tanıdığı aşiret reisleri ile şeyhlere de (Nutuk Cilt: III Vesikalar’da vesika numarası ile yer verilen) mektuplar göndermiştir. 13 Ağustos 1919’da, Bitlis’te Küfrevizade Şeyh Abdübakî Efendi’ye (Vesika: 48), Şırnaklı Abdurrahman, Derşevli Ömer, Muşaslı Resul ağalara (Vesika: 49), Bitlis Eski Mebusu Sadullah (Vesika: 50), Şeyh Mahmut (Vesika: 51), Nurşinli Şeyh Ziyaeddin’e (Vesika: 52) ve Garzan’da aşiret reisi Cemil Çeto Bey’e (Vesika: 53) Şarki Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Nizamnamesi (tüzüğü) ile Kongre sonunda yayınlanan Beyanname‘yi göndererek, vatanseverlik duygularına dokunan ifadelerle tez elden bölgelerinde teşkilat kurmalarını istemiştir.

Böylece, bir yandan bildiriler, bir yandan özel mektuplar ve telgraflarla, bütün Doğu bölgesi Şarki Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin kuruluş hazırlıkları kapsamına alınarak hızlandırılmış oldu.

Mustafa Kemal Paşa, 24 Ağustos 1919 tarihli bir yazı ile Erzurum Valiliğine başvurmuştur. Bölgede aynı amaç için kurulmuş bulunan derneklerin Şarki Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adıyla birleştirildiği/kurulduğunu ve Temsil Heyetine seçilenlerin isim, adres ve kısa bir hal tercümelerini kaydeden bir beyanname ile nizamname Erzurum Valiliğine verilmiş ve cemiyetin resmi faaliyeti için ruhsat verilmesi istenmiştir (Vesika: 41).

Böylece Doğu ve Kuzeydoğu Anadolu illerindeki çeşitli kuruluşların (merkezi İstanbul’da bulunan Vilâyat-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti’nin Doğu Anadolu’daki şubeleri ile merkezi Trabzon’da olan Muhafaza-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti’nin Doğu Karadeniz Bölgesindeki kuruluşları) merkezi şimdilik Erzurum’da olmak üzere yeni kurulmuş olan Şarki Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adı altında birleştirilmiştir.  Bu durumda bu kuruluşlar yeni cemiyetin şubeleri olmuşlardır. Sonuç olarak Millî Mücadele tarihinin millî birliğe doğru gidiş yolundaki ilk ve önemli evresi tamamlanmıştır.

KAYNAKÇA

Kâzım Karabekir, İstiklâl Harbinin Esasları, Sinan Matbaası ve Neşriyat Evi, İstanbul 1951

Kâzım Karabekir, İstiklâl Harbimiz, Türkiye Yayınevi, İstanbul 1960

Midhat SERTOĞLU, “Erzurum Kongresinin Bilinmeyen İki Belgesi”, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, Sayı: 13 (Ekim 1968), İstanbul

M. Fahrettin KIRZIOĞLU, “Yayınlanmamış Belgelerle Erzurum Kongresinin İlk Günü”, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, Sayı: 35 (Ağustos 1970), İstanbul

Hayri MUTLUÇAĞ, “Erzurum Kongresinin Tutanak ve Kararları”, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, Sayı: 61 (Ekim 1972), İstanbul

Kemal ATATÜRK, Nutuk, Cilt: III Vesikalar, M. E. B. Devlet Kitapları, Millî Eğitim Basımevi, İstanbul 1982

Fahri BELEN, Türk Kurtuluş Savaşı, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara 1983

Mazhar Müfit KANSU, Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber I. Cilt, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1997

Cevat DURSUNOĞLU, Millî Mücadelede Erzurum, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2000

Mahmut GOLOĞLU, Millî Mücadele Tarihi-I Erzurum Kongresi, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

Şevket Süreyya AYDEMİR, Tek Adam Mustafa Kemal 1919-1922, Cilt: II, Remzi Kitabevi, İstanbul 1999

Türk İstiklâl Mücadelesi

Saltanatın Kaldırılmasına Dair Türkiye Büyük Millet Meclisinin Genel Kurul Kararı

Published

on

(1 Kasım 1922)

Sadrazam Tevfik Paşa 17 Ekim 1922’de Mustafa Kemal Paşa’ya çektiği telgrafta [1], Büyük Zafer’i saltanat makamı ile Babıâli’ye varlığını sürdürecek bir unsur olarak görmüş, hatta Barış Konferansı’nda İstanbul Hükûmetinin yanında yer almak suretiyle Ankara’nın son vazifesini yapmasını bekler vaziyette bulunmuştur. Mustafa Kemal Paşa, Tevfik Paşa’nın telgrafına cevap olmak üzere TBMM’nin İstanbul’daki siyasî temsilcisi Hamit Bey’e Bursa’dan çektiği 18 Ekim 1922 tarihli telgrafta [2], “…Teşki­lât-ı Esasiye Kanunu ile şekil ve mahiyeti taayyün eden Türkiye Devletinin tarihi teessüsünden beri Türkiye mukadderatına vaziülyet ve bundan mes’ul yalnız ve ancak Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükumeti olduğu”nu belirtmiş, aynı kanun gereğince Türkiye’yi konferansta TBMM Hükûmeti’nin temsil edeceğini bildirmiştir. Hamit Bey, Gazi Paşa’nın talimatı doğrultusunda Tevfik Paşa’ya tebligatta bulunmasına rağmen sonuç elde edememiştir.

27 Ekim 1922’de İngiliz, Fransız, İtalyan temsilcileri ayrı ayrı verdikleri şifahi notalarla İstanbul ve Ankara Hükûmetlerini aynı anda, 13 Kasım 1922’ de İsviçre’nin Lozan şehrinde yapılacak konferansa davet ettiler. 23 Ekim’de Ankara bu daveti kabul ettiğini bildirmiş, 29 Ekim’de Tevfik Paşa tarafından TBMM Başkanlığına çekilen telgrafta[3], birlikte katılma teklifinde bulunulmuştur.

Mustafa Kemal Paşa, Barış Konferansı’nda ikiliği ortadan kaldırmak için saltanatın hemen kaldırılması doğrultusunda kararını vermiştir. Bu konuda Rauf Bey ile Kâzım Karabekir Paşa’dan kararının uygun olduğuna dair meclis kürsüsünde konuşma yapmalarını istemiştir. Bu istek kabul görmüş, hatta Rauf Bey daha ileri giderek bu günün bayram ilân edilmesini teklif etmiştir.

Sadrazam Tevfik Paşa’nın barış konferansına birlikte katılma teklifi TBMM’de büyük tepki ile karşılanmıştır. Bu konu, 30 Ekim 1922 tarihindeki birleşimde görüşülmüştür. Vahi­deddin’in ve Hükûmetlerinin Millî Mücadeledeki karşı icraatları açıklanarak saltanat makamını suçlayan konuşmalar yapılmıştır. Bu sebeple kimi mebuslar İstanbul Hükûmetinin konferansa katılma haklarının bulunmadığını ifade ederken, kimileri de İstanbul Hükûmetinin yok sayılmasını ve hatta saltanatın kaldırılmasını istemişlerdir. Aynı birleşimde saltanatın kaldırılmasına dair Dr. Rıza Nur ve arkadaşlarınca verilen 81 imzalı altı maddelik önerge [4] Meclis Başkanlığına sunulmuş, 131 kabul, 2 ret, 3 çekimser oya karşılık çoğunluk sağlanamadığından işlem tamamlanamamış ve 1 Kasım Çarşamba günü tekrar oylama yapılmak üzere oturuma son verilmiştir. TBMM’nin çalışmalarına ara verdiği 31 Ekim Salı günü Müdafaa-i Hukuk Grubu toplantısında Mustafa Kemal Paşa, saltanatın kaldırılmasının mecburi olduğuna dair açıklamada bulunmuştur. 1 Kasım Çarşamba günkü 130. birleşimin birinci oturumunda konu tekrar gündeme getirilmiştir.

 Dr. Rıza Nur ve arkadaşları önergelerinin altıncı maddesine yönelik değişiklik teklifinde bulundular[5]. Teklifte, hilâfetin Türklere, özellikle Osmanlı hanedanına ait olduğu kabul edilmiş ve halifenin ne şekilde, kim tarafından belirleneceğine açıklık getirilmiştir. İkinci Grup liderlerinden Hüseyin Avni (Ulaş) Bey ve arkadaşlarınca verilen 26 imzalı iki maddelik bir önergede[6], İstanbul Hükûmetinin 16 Mart 1920’den itibaren tarihe karıştığı belirtilmiş olmasına rağmen saltanatın kaldırılmasına yönelik herhangi bir açıklamada bulunulmamıştır. Bu önerge sadece İstanbul Hükûmeti’ni hedef almıştır. Mustafa Kemal Paşa her iki teklif üzerinde yapmış olduğu uzunca konuşmasında hilâfetle saltanatın birbirinden ayrılabileceğini, tarihten örnekler vererek açıklamış neticede söz konusu tekliflerin Şer’iye, Adliye ve Kanun-ı Esasi encümenlerinden meydana gelen ortak komisyona havalesi kabul olunarak birinci oturuma son verilmiştir.

Teklifler, ortak komisyonda görüşülürken, durumu yakından takip eden Mustafa Kemal Paşa, toplantı odasına girerek komisyona hitaben bir konuşma yapmıştır. Konuşmasında; hâkimiyet ve saltanatın kuvvet ve kudretle alınabileceğini, milletin ayaklanarak zaten bunları elde ettiğini, yapılacak işin fiili durumu resmîleştirmekten ibaret bulunduğunu, aksi takdirde bazı kafaların kesileceğini ifade etmiştir. Bu konuşmayla aydınlanan komisyon üyeleri, bu görüşler doğrultusunda bir karar tasarısı metni hazırlayıp meclis başkanlığına sunmuşlardır.

TBMM Genel Kurulunun 130. birleşiminin ikinci oturumunda ittifakla kabul edilen iki maddelik “TBMM’nin Hukuk-ı Hâkimiyet ve Hükümranının Mümessil-i Hakikisi Olduğuna Dair Hey’et-i Umumiye Kararı”na [7] göre;  saltanatla hilâfet birbirinden ayrılmış, saltanat kaldırılmış, hilâfetin varlığı korunmuş, hilâfet makamının Osmanlı hanedanına ait olduğu, ilim ve ahlâk bakımlarından hanedanın en iyi ve en olgun mensubunun bu makama TBMM tarafından seçileceği belirtilmiştir. Aynı kararda İstanbul Hükûmetinin varlığına son verilmiştir.

Türkiye Büyük Millet Meclisinin Hukuk-ı Hâkimiyet ve Hükümranının Mümessil-i Hakikisi Olduğuna Dair Hey’et-i Umumiye Kararı

Numara: 308

Birkaç asırdır Saray ve Bab-ı Âlinin cehâlet ve sefâhati yüzünden devlet azim felâketler içinde müthiş bir surette çalkandıktan sonra nihayet tarihe intikal etmiş bulunduğu bir anda, Osmanlı İmparatorluğunun müessisi ve sahib-i hakikisi olan Türk milleti, Anadolu’da hem harici düşmanlarına karşı kıyam etmiş hem de o düşmanlarla birleşip millet aleyhine harekete gelmiş olan Saray ve Bab-ı Âli aleyhine mücâhedeye atılarak Türkiye’de Büyük Millet Meclisi ve onun Hükûmeti ve ordularını bitteşkil harici düşmanlar, Saray ve Bab-ı Âli ile fiilen ve müsellahan ve malum müşkilât-ı şedide ve mahrumiyet-i elime içinde cidâle girişmiş, bugünkü halâs gününe vasıl olmuştur.

Türk milleti, Saray ve Bab-ı Âlinin hıyanetini gördüğü zaman Teşkilât-ı Esasiye Kanununu ısdar ederek onun birinci maddesiyle hâkimiyeti padişahtan alıp bizzat millete ve ikinci maddesiyle icrai ve teşri kuvvetleri onun yed-i kudretine vermiştir. Yedinci madde ile de harp ilânı, sulh akdi gibi bütün hukuk-ı hükümraniyi milletin nefsinde cem eylemiştir.

Binaenaleyh; o zamandan beri eski Osmanlı İmparatorluğu tarihe intikal edip yerine yeni ve milli bir Türkiye devleti, yine o zamandan beri padişahlık merfu olup yerine Türkiye Büyük Millet Meclisi kaim olmuştur. Yani bugün İstanbul’da bulunan heyet mevcudiyetini usulen himaye edecek hiçbir meşru ve gayr-i meşru ecnebi kuvvete ve müzâheret-i milliyeye malik olmayıp bir zıll-ı zâil halindedir. Millet, şahsi hükümranlık ve saray halkı ve etrafının sefâhati esası üzerine müessis bir saltanat yerine, asıl halk kitlesinin ve köylünün hukukunu himaye ve saadetini tekeffül eden bir halk Hükûmeti idaresi tesis ve vaz’edilmiştir.

Hal böyle iken İstanbul’da düşmanlarla teşrik-i mesâi etmiş olanların elan hukuk-ı hilâfet ve saltanat ve hukuk-ı hanedandan bahs eylemelerini görmekle müstekreh-i hayret bulunuyoruz. Tevfik Paşanın telgrafı kadar garip ve acayip ve hilâf-ı mavaka’ı bir vesika tarihte nadir görülmüştür. Binaenaleyh Türkiye Büyük Millet Meclisi bervechi ati mevadı neşr ve ilâna karar vermiştir:

1-Teşkilât-ı Esasiye Kanunuyla Türkiye halkı, hukuk-ı hâkimiyet ve hükümranisini mümessil-i hakikisi olan Türkiye Büyük Millet Meclisinin şahsiyet-i maneviyesinde gayr-i kabili terk ve tecezzi ve ferağ olmak üzere temsile ve bilfiil istimale ve irade-i milliyeye istinad etmeyen hiçbir kuvvet ve heyeti tanımamağa karar verdiği cihetle Misak-ı Milli hudutları dâhilinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmetinden başka şekl-i Hükûmeti tanımaz. Binaenaleyh Türkiye halkı, hâkimiyet-i şahsiyeye müstenid olan İstanbul’daki şekl-i Hükûmeti 16 Mart 1336’dan itibaren ve ebediyen tarihe müntakil addeylemiştir.

2-Hilâfet; Hanedan-ı Âli Osman’a ait olup halifeliğe Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından bu Hanedanın ilmen ve ahlâken erşed ve eslâh olanı intihap olunur. Türkiye devleti makam-ı hilâfetin istinatgâhıdır.

1-2 Teşrinisani 1338 [1-2 Kasım 1922]

DİP NOTLAR

[1] T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, 30.10. 1338, Devre: 1, Cilt: 24, İçtima Senesi: 3, s. 269; Kemal Atatürk, Nutuk Cilt: III Vesikalar, Vesika: 260, MEB Devlet Kitapları, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1982, s.1236-1237

[2] Kemal Atatürk, Nutuk Cilt: III Vesikalar, Vesika: 262, MEB Devlet Kitapları, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1982, s.1237

[3] T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, 30.10. 1338, Devre: 1, Cilt: 24, İçtima Senesi: 3, s. 270; Kemal Atatürk, Nutuk Cilt: III Vesikalar, Vesika: 263, MEB Devlet Kitapları, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1982,s.1238-1239

[4] T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, 30.10. 1338, Devre: 1, Cilt: 24, İçtima Senesi: 3, s. 292-293

[5] T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, 1.11. 1338, Devre: 1, Cilt: 24, İçtima Senesi: 3, s. 304

[6] T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, 1.11. 1338, Devre: 1, Cilt: 24, İçtima Senesi: 3, s. 304-305

[7] T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, 1.11. 1338, Devre: 1, Cilt: 24, İçtima Senesi: 3, s. 313-314; Büyük Millet Meclisi Kavanin Mecmuası, Cilt:1, s. 487-488; Bekir Sıtkı Yalçın-İsmet Gönülal, Atatürk İnkılâbı Kanunlar-Kararlar Tamimler-Bildiriler Belgeler-Gerekçe ve Tutanaklarıyla- Kültür ve Turizm Bakanlığı, Ankara 1984, s. 286-288

Continue Reading

Türk İstiklâl Mücadelesi

Mustafa Kemal Paşa’nın Neue Freie Presse Muhabirine Cumhuriyet Hakkında Beyanatı [Demeci]

Published

on

(22 Eylül 1923)

Giriş

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Gazi Mustafa Kemal [ATATÜRK] önderliğinde gerçekleştirilen Türk İstiklal Harbi/Milli Mücadele’den sonra kurulmuştur. Türk Milletinin bağımsızlığını kazanmasından sonra Gazi, zaman zaman yurt gezilerine çıkmıştır. Bu gezilerinde, Millî Mücadele sırasında düşmana karşı omuz omuza birlikte mücadele ettiği milleti ile daha yakından temas kurma imkânına kavuşmuştur. Gezilerinden, uzun süren harplerden yeni çıkmış olan halka moral vermiş, yeni kurulan “Türk Milletinin/Milli Kültürümüzün” muasır medeniyetler seviyesine ulaşması için yapılması gerekenler hakkında, kulluk/kölelikten kurtularak hürriyetine kavuşan vatandaşları bilgilendirmiş, yapılan inkılâpların uygulanışını görmüş ve yapılacak inkılâplarla hakkında kamuoyu oluşturmuştur. İhtiyaç duyduğu kamuoyu desteğini sağladığına kanaat getirdikten sonra, yapmak istediği inkılâpları Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sunmuş ve uygulamaya/hayata geçirmiştir.

Bu sebeple Gazi’nin yurt gezileri yanında yabancı asker ve siyasi temsilciler ve gazetecilerle temas ve görüşmeleri, genellikle önemli siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel değişim ve gelişmelerin yaşandığı/yaşanacağı günlerin öncesi veya sonrasında gerçekleşmiş olması bakımından anlamlıdır. Bu kapsamda, Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın Nöye Fraye Prese [Neue Freie Presse] adındaki Avusturya gazetesi muhabirine verdiği “Cumhuriyetin ilanını öngören” demeç, Osmanlı Türkçesi ile yayımlandığı [Hâkimiyet-i Milliye, 27 Eylül 1923, No: 926, s. 1, sütun: 1-3]’ten çevrim yazı olarak aşağıda sunulmuştur.

***

Büyük Millet Meclisi Reisi Başkumandan Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’nin Viyana’da münteşir [yayımlanan] “Nöye Fraye Prese” [Neue Freie Presse] namındaki Avusturya gazetesine vaki beyanatının asıl metni.

Ankara, 26 [Eylül 1923], (A. A.) – İki üç günden beri Ankara ve İstanbul gazetelerinde Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’ne atfedilen beyanat, salahiyettar olmayan zevat tarafından neşredilmiştir [yayımlanmıştır]. Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’nin şehrimizde bulunan Nöye Fraye Prese Muhabiri Mösyö Jozef Hans Lazar’a vaki olan beyanatı aynen ber-vech-i atidir [aşağıdadır]:

Muharririn [yazarın], Türkiye Teşkilatı Esasiye Kanunu’ndaki müstakbel tadilatın [gelecekteki değişikliğin] ne olacağı hakkındaki sualine [sorusuna] Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri şu suretle cevap vermiştir:

Yeni Türkiye Teşkilatı Esasiye Kanunu’nun ilk maddelerini size tekrar edeceğim:

Hâkimiyet bila kaydu şart [kayıtsız şartsız] milletindir. İcra kudreti, teşri kudreti [kanun yapma] salahiyeti, milletin yegâne hakiki mümessili [temsilcisi] olan Meclis’te tecelli etmiş ve toplanmıştır.

Bu iki maddeyi bir kelimede hülasa etmek kabildir [özetlemek mümkündür]: “Cumhuriyet“.

Yeni Türkiye’nin umur-ı teceddüdü [yenileşme işi] daha nihayet bulmamıştır. Ancak yolun sonuna kadar gidilmelidir. Harpten sonra Türk Teşkilatı Esasiye’sinin inkişafı [gelişmesi] henüz kati bir şekil almış addedilemez [sayılamaz]. Tadilat [değişiklikler] ve tashihat [düzeltmeler] yapmak ve daha mükemmel bir hale getirmek elzemdir. İkmaline [tamamlanmasına] başlanan bu iş henüz bitmemiştir. Kısa bir zaman zarfında Türkiye’nin bugün fiilen almış bulunduğu şekil kanunen de tespit edilecektir. Yakın bir atide [gelecekte] bu meseleye ait hükûmet teklifatı [teklifleri] Meclis’e arz edilecektir. Bu teklifatın [tekliflerin] bütün mevadı [maddeleri] Teşkilatı Esasiye Kanunu’nun inkişaf [gelişme] ve ikmaline [tamamlanmasına] ait bulunacaktır.

Bütün Avrupa ve Amerika’daki cumhuriyetler nasıl esas itibariyle yekdiğerinden ayrı değilse ve aralarındaki fark nasıl yalnız şekle ait bulunuyorsa, Türkiye’nin da bu cumhuriyetlerden farkı sırf bir şekil meselesidir. Diğer cumhuriyet usulüyle idare edilen memleketlerde olduğu gibi bizim de hâkimiyete malik [sahip] bir parlamentomuz vardır. Yalnız bizde Büyük Millet Meclisi hem teşri [kanun yapma] hem de icrai salahiyete maliktir [icra salahiyetine sahiptir]. Başka yerde olduğu gibi, bizde de vekiller kendi vekâletlerine ait işlerden mesuldürler. Başka yerlerde yeni Türkiye devleti icra vekillerinin Millet Meclisi elinde bir oyuncak olduğu zannediliyor; bu, hatadır. Vekillerin mesuliyetine ve vazifesine ait meselede, Teşkilatı Esasiye Kanunu’nda yapılacak tadilat ile [değişikliklerle] tespit edilmiş olacaktır. Netice itibariyle reisicumhurdan, reisi hükûmetten [hükûmet reisinden] ve mesul vekillerden müteşekkil bir hükûmet teşkil edeceğiz.

Yeni Türkiye’nin payitahtı meselesine gelince, bunun cevabı kendiliğinden zahir olur [ortaya çıkar]: Ankara, Türkiye Cumhuriyeti’nin payitahtıdır.

S[ual]  – Avrupa’da, Türkiye’nin Avrupa’ya ve Garplılığa [Batılılığa] husumeti [düşmanlığı] bulunduğu fikri vardır. Türk matbuatında da bu nokta hakkında bir münakaşa açılmıştı. Bu münakaşada Garplılık müdafaa ediliyor veya aleyhinde bulunuluyordu. Bu hususta ne düşünülüyor?

C[evap]  – Asırlardan beri düşmanlarımız Avrupa akvamı [milletleri] arasında Türklere karşı kin ve husumet [düşmanlık] fikirleri telkin etmişlerdir. Garp zihinlerine yerleşmiş olan bu fikirler, hususi [özel] bir zihniyet vücuda getirmişlerdir. Bu zihniyet hala her şeye ve bütün hadisata [hadiselere] rağmen mevcuttur. Ve Avrupa’da hala Türk’ün her türlü terakkiye [ilerlemeye] hasım [düşman] bir adam olduğu, manen ve fikren inkişafa [gelişmeye] gayr-i müstaid [kabiliyetsiz] bir adam olduğu zannedilmektedir. Bu, azim [büyük] bir hatadır. Cevabımı basitleştirmek için size şu misali serdedeceğim [vereceğim]: Farz ediniz ki, karşınızda iki adam var; bunlardan biri zengin ve emrine her türlü vesait muhya [vasıtalar hazır], diğeri de fakir ve elinde hiçbir vasıta mevcut değil. Bu vesait fıkdanından [vasıta yokluğundan] başka ikincinin manevi ruhu da diğerinden hiç farkı ve maduniyeti [geriliği] yoktur. İşte Avrupa ile Türkiye yekdiğerine karşı bu vaziyettedir. Bizi madun [geri] olmaya mahkûm bir kavim olarak tanımakla iktifa etmemiş [yetinmemiş] olan Garp, harabiyetimizi [haraplığımızı] tacil [çabuklaştırmak] için ne yapmak lazımsa yapmıştır. Garp ve Şark  [Doğu] zihinlerinde yekdiğeriyle muarız [çatışan] iki prensip mevzu bahs [söz konusu] olduğu vakit, bunun en mühim menbaını [kaynağını] bulmak için Avrupa’ya bakmalı. İşte Avrupa’da mütemadiyen [devamlı] olarak mücadele ettiğimiz bu zihniyet mevcuttur.

İmparatorluk zamanında sultanın hükûmetleri Türk milletinin Avrupa ile temasına mani olmak için ellerinden geleni yapmışlar ve milletin arzu ve iradesinden uzak ve ayrı olarak icray-ı hükûmet [hükûmet icra] etmişler ve Türk milletini terakkiden [ilerlemeden] hariç bırakmışlardır.

Biz milliyetperverler gözleri açık adamlarız. Gözlerimizi her gün daha ziyade açmakta ve gerek dâhilde ve gerek hariçte olup biteni görüyoruz. Milletimizin mütemeddin [medeni] milletlerle temasını teshil etmek [kolaylaştırmak] menafimiz [menfaatlarımız]  mukteziyatındandır [gereklerindendir].

Bu temasın, münasebetlerin yeniden tesisini yalnız arzu etmekle kalmıyoruz, onları inkişaf ettirmek [geliştirmek] için her şeyi yapıyoruz. Bu tavrımız, çok açık ve tartışmasız olarak, Türklerin zenofobisi [yabancı korkusu] bulunduğu şeklindeki yanlış zannı çürütmektedir.

Matbuatla milliyetperver Türkiye’nin ecnebi [yabancı] düşmanı olduğu ilan edilirse, büyük bir hata irtikâp edilmiş [işlenmiş] ve hakikaten mevcut olan şeyin aksi iddia edilmiş olur.

İkinci noktaya gelince, yani Türk matbuatında da Garplılık [Batılılık] ve Şarklılık [Doğululuk] münakaşası açıldığına gelince, matbuat, istediği bahiste istediği veçhile [şekilde] tefsiratta [yorumlarda] bulunabilir. Matbuat, hiçbir veçhile [şekilde] tahakküm ve nüfuza tabi tutulamaz. Benim bu hususta şahsi nokta-ı nazarım [görüşüm] şudur ki, muhafazakâr olan ve bu hususta yalnız olan Tevhidi Efkâr’ın karşısında Türk matbuatının kesreti [çoğunluğu] var. Bu matbuat Garplılaşmak [Batılılaşmak] veçhesini [yönünü] müdafaa ediyor. Tevhidi Efkâr’ın fikri bizim inkişafımızın [gelişmemizin] Garp usulünde vaki olmasını tadil edemez [değiştiremez]. Onun hareketi Garp matbuatına karşı aksülamel [tepki] diye telakki [kabul] edilebilir. O Garp matbuatı ki, ekseriyeti [çoğunluğu] mukaddema [başlangıçta] bizim aleyhimizde bulunuyordu. Vaki olan tebeddülata [değişikliklere] rağmen eski metotlarını değiştirmiyorlar.

SLozan sulhu [barışı] hakkındaki fikr-i devletlileri [devletlilerinin fikri]?

C Lozan sulhu heyet-i umumiyesi [bütünü] itibariyle bizi tatmin ediyor. Biz bu muahedeye [antlaşmaya] tamamıyla riayet edeceğiz. Buna rağmen şunu söylemekten kendimizi men edemeyiz ki, daha taleplerimiz vardır ve bunların kuvveden [düşünceden] fiile çıktığını ahiren [son zamanda] Avrupa akvamının [milletlerinin] zihinlerinde vaki olan Türkiye’ye müsait yeni bir temayül [eğilim] vasıtasıyla görmek istiyoruz.

Muallak mesail [meseleler] için dostane tarz-ı tasfiyeler [çözüm tarzları] bulunacağını ümit etmek istiyoruz. Uzak bir atide [gelecekte] değil yakın bir istikbalde [gelecekte] şimdiye kadar halledilemeyen mesailin [meselelerin] kati hal şekline iktiran ettiğini [kavuştuğunu] görmek istiyoruz.

[Hâkimiyet-i Milliye, 27 Eylül 1923, No: 926, s. 1, sütun: 1-3;

Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt: 16 (1924), Kaynak Yayınları, İstanbul, 2005, s. 117-119]

Continue Reading

Türk İstiklâl Mücadelesi

Büyük Âlim Ziya Gökalp’in Vefatı

Published

on

[25 Ekim 1924]

Giriş

Türk sosyolojisinin kurucusu ve Türk milliyetçiliğinin en önemli düşünürlerinden biri olan Ziya GÖKALP [1], “bedenimin babası Ali Rıza Efendi, hislerimin babası Namık Kemal, fikirlerimin babası ise Ziya Gökalp’tir” sözünü sarf eden Mustafa Kemal ATATÜRK’ün en fazla etkilendiği kişiler arasında yer alır.

Vefatının 100. yıldönümünde Ziya Gökalp’i minnet ve rahmetle anarım. Bu münasebetle başta Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK olmak üzere Türk milleti, vatanı ve devleti uğrunda hizmet eden bilim, kültür, sanat, devlet, asker ve siyaset adamları ile Türk Mehmetçiklerinden bu dünyadan göç edenlere rahmet, hayatta olanlara sağlık, mutluluk ve başarılar dilerim.

Hafızalarımızı tazeleyip zihin jimnastiği yapmak amacıyla GÖKALP’in vefatının ertesi günü [Hâkimiyet-i Milliye, 26 Teşrinievvel 1924, No: 1256, s. 1, sütun: 2-3]’te yayımlanan “Hamdullah Suphi [TANRIÖVER],” ve “Ziya Gökalp Büyük Âlim Ziya Gökalp’in Ziyaı” başlıklı haber metinleri Osmanlı Türkçesi’nden çevrim yazı olarak aşağıda sunulmuştur.

***

ZİYA GÖKALP

“Ne elim bir haberle dilhunuz [içimiz kan ağlıyor]. Türk milliyetperverleri bir baş, hakiki bir mürşit kaybettiler. Türkçülük mefkûresinin bir meşalesi olan bu asil zekâ, kendi izinde yürüyecek binlerce muakkip [takipçi] bıraktı. Onun Türk tarihini, Türk içtimaiyatını, Türk harsını aydınlatan tahlil ve tasnif kuvveti, asırlardır ruhumuzda biriken karanlıkları derece derece eritmişti. Geçtiği yol evvelce bir izdi, şimdi bir şehrahtır [ana yoldur]. Türk vatanı en aziz evladından birini kaybetmekle taziye edilmek lazım gelen bir felakete uğradı. Ziya Gökalp’in hatırası önünde başlarımızı eğdiğimiz bu acı dakikalarda, tesellimiz odur ki, onun ufkumuzda dalgalandırdığı manevi bayrağı yere düşürmeyecek bir gençlik; memleketin her köşesinde bu imanın mahfuziyeti [korunması] için ayakta silahlanmış duruyor.” [2]

Hamdullah Suphi [TANRIÖVER]

***

BÜYÜK ÂLİM ZİYA GÖKALP’İN ZİYAI

Diyarbakır Mebus-ı Muhteremi; çok kıymetli eserlerini Türklüğe ve gençliğe hatıra bırakarak aramızdan ebediyen ayrılmıştır

Reisicumhurumuz ve İsmet Paşa hazeratı birer telgrafla merhum müşarünileyhin [adı geçenin] ailesine teessürlerini [üzüntülerini] iblağ buyurmuşlardır [bildirmişlerdir]. Bir Ziya Gökalp Cemiyeti teşkil edilmiştir.

***

Bir müddetten beri rahatsız bulunan ve son günlerde hastalığının şiddetlenmesi dolayısıyla hastahaneye nakledilen Diyarbakır Mebusu Ziya Gökalp Bey üstadımız dün [25 Ekim 1924] sabaha karşı irtihal-i dar-ı beka [ahirete göç] eylemiş ve bu müellim [elem veren] haber şehrimizde birden bire şayi olarak [duyularak] umumi ve derin bir teessürle [keder ve üzüntüyle] karşılanmıştır.

Reisicumhur Gazi Paşa Hazretleriyle Başvekil ve Hariciye Vekili İsmet Paşa Hazretleri merhum müşarünileyhin ailesine birer taziye telgrafı çekmek suretiyle teessürlerini iblağ buyurdukları gibi hükumet tarafından lazım gelenlere cenaze merasiminin pek mutantan bir surette icrası için de emirler verilmiştir.

İstanbul’da icra edilecek olan cenaze merasiminde Türkiye Büyük Millet Meclisi namına orada bulunan İkinci Reis Vekili Şarkikarahisar Mebusu Ali Sururi Bey hazır bulunacaktır. Merhum müşarünileyhin ailesine bu devreye ait olan tahsisatın kâmilen verilmesi ve ayrıca hidmet-i vataniye [vatana hizmet] tertibinden maaş tahsisi takarrür etmiştir [kararlaştırılmıştır]. Müdafaa-i Milliye Vekili Kazım Paşa Hazretleri ordu namına, beyan-ı taziyet edilmesini Üçüncü Kolordu Kumandanlığına ve Maarif Vekili Vasıf Bey Efendi de cenaze merasiminin icra edildiği gün bütün mekteplerin kapatılmasını ve bilumum muallimlerle talebelerin merasime iştirak etmelerini İstanbul’daki memurin-i aidesine emreylemişlerdir.

Vasıf Bey Efendi merhumun ailesine çektikleri telgrafta; kendisiyle beraber bilumum muallimlerin muhtaç-ı taziye ve teselliye bir halde olduklarını ve merhumun hatırasının gençlik için kuvvetli bir menba-ı ilham [ilham kaynağı]  olacağını ve bir arzuları varsa muhatap olmak istediğini bildirmiş ve ayrıca Muallimler Birliği, Türk Ocakları Heyet-i Merkeziyelerince telgrafla beyan-ı tessesür ve arz-ı taziyet olunmuştur.

Dün gece Ankara’da Türkçülük Cereyanının maruf simaları, mebuslar ve Türkçü gençler bir içtima akdederek [toplantı yaparak] bir “Ziya Gökalp Cemiyeti” tesis etmişlerdir. Cemiyetin Birinci Reisliğine Sinop Mebusu sabık Sıhhiye Vekili Doktor Ziya Nur Bey, İkinci Reisliğine Zonguldak Mebusu Ragıp beyler bil ittifak intihap edilmişlerdir [seçilmişlerdir]. Cemiyet Ziya Gökalp Beyin bütün Türk şehirlerindeki muhiplerinden ve talebesinden taazzuv edecektir [meydana gelecektir]. Cemiyetin programı ve gayesi; Ziya Gökalp Beyin kitaplarının tabı [basımı], yazılarının ve hatıralarının cemi [toplanması] ve ihtifallerinin [törenlerinin] tertibi olacaktır.

Diğer taraftan “Türk Ocakları Merkez Heyeti ve Hars Heyeti” ve “Ziya Gökalp Cemiyeti” şu suretle derin teessürlerini ve hissiyat-ı taziyetkaranelerini ifade etmektedirler:

Türklüğe ve Türk Ocaklarına ifa ettiği layemut [ölmez] hidmetler ile kalbimizde ebediyen yaşayacak bir minnet ve şükran hatırası bırakmış olan büyük âlim ve rehber Ziya Gökalp’in vefatı dolayısıyla Türk milletine en samimi taziyetlerimizi ve memleketin umumi kederine bütün mevcudiyetimizle iştirak ettiğimizi beyan ederiz.

Anadolu Ajansı da şu satırlarla teessürlerini bildirmektedir:

Türk vatanı en büyük ilim adamını kaybetti. Milli Mücadelenin ruhu ve istinatgâhı olan milliyet fikirlerini neşretmek hususunda Ziya Gökalp Beyin ifa ettiği hidmetler Türk milletinin kalbinde ebedi bir minnet bırakmıştır. Anadolu Ajansı bu büyük ziya [kayıp] karşısında duyduğu derin teessürleri beyan ve Türk milletini bütün ruhuyla taziye eder [başsağlığı diler].”

Üstadın son hayatına ait ajans tarafından verilen malumat ber-vech-i atidir [aşağıdadır]:

Ajans ve matbuat mensubini [mensupları] namına üstat Ziya Gökalp Beyi 23 Teşirinievvel’de [23 Ekim 1924] ziyaret eden Anadolu Ajansının İstanbul mümessili [temsilcisi] Edhem Hidayet Bey o günkü tarihle şu telgrafı ajansa göndermiştir:

İstanbul: 23 [Ekim 1924] (A. A.)-Ziya Gökalp Beye gittim. Çok dalgın, etrafındakileri tanıyamaz bir halde idi. Hiçbir şey söyleyemiyor ve ızdırap alameti gösteriyordu. Dünkü konsültasyon neticesinde kati olmamak üzere dimağında iltihap olduğu teşhis edildiğini ve doktorların ümitvar bulunmadığını biraderi Nihad Bey ifade etti. Kemal-i teessürle arz ederim.”

Anadolu Ajansının üstadın hastalığına ve irtihaline dair müteakip telgrafları da ber-vech-i atidir [aşağıdadır]:

İstanbul: 24 [Ekim 1924] (A. A.)-Ziya Gökalp Beyin vaziyet-i sıhhiyesine [sağlık durumuna] dair bu akşamki tabip raporu ber-vech-i atidir:

Hastanın ahval-i umumiyesi git gide kesb-i vahamet ediyor. Hastalık süratle seyrini takip ediyor. Ziya Bey artık etrafındakileri tanımıyor. Kalp mukavemet ediyor. Hastalığın vahameti bütün kuvvetiyle bakidir.” [2]

DİP NOTLAR

[1] https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/bilgi/ziya-gokalp-1876-1924/

[2] Hâkimiyet-i Milliye, 26 Teşrinievvel 1924, No: 1256, s. 1, sütun: 2-3

Continue Reading

En Çok Okunanlar