Connect with us

Türk İstiklâl Mücadelesi

TÜRK İSTİKLAL HARBİNDE 5. SÜVARİ KOLORDUSU KUMANDANI FAHRETTİN ALTAY PAŞA’NIN ANLATIMIYLA BÜYÜK TAARRUZ’DA TÜRK SÜVARİSİ (3)

Published

on

GİRİŞ

Türk İstiklal Harbi Batı Cephesinde; Birinci İnönü (6-11 Ocak 1921), İkinci İnönü (26-31 Mart 1921) olmak üzere İnönü Muharebeleri, Kütahya-Eskişehir Muharebeleri (10-25 Temmuz 1921), Sakarya Meydan Muharebesi (23 Ağustos-13 Eylül 1921), Büyük Taarruz (26 Ağustos-18 Eylül 1922), Büyük Taarruzun bir safhası olarak Başkumandanlık Meydan Muharebesi (30 Ağustos 1922) cereyan etmiştir.

Büyük Taarruz’da I. ve II. Ordu ile 5. Süvari Kolordusu harp etmiştir. 5. Süvari Kolordusunun kumandanı Fahrettin [ALTAY]’dır. [1]

Büyük Taarruz’da İzmir’e ilk giren ve İzmir Hükumet Konağına Türk Bayrağını çeken Yüzbaşı Şerafettin Bey,  [5. Süvari Kolordusu 2. Süvari Tümeni 4. Alay 2 Bölük subaylarından takım komutanı] ile arkadaşları Teğmen Ali Rıza AKINCI ve Teğmen Hamdi YURTERİ’ye rahmet, minnet ve şükranlarımızı sunarak; Türk süvarilerinin İzmir’e girişi ve İzmir Valilik Konağına Türk bayrağının çekilişini kahramanımız Yüzbaşı Şerafettin Bey’in gözlemleri ve tespitleri çerçevesinde, perde arkasıyla, günü gününe yaşanan hatıraların ışığında ve biraz da sohbet lezzetiyle farklı bir görünüm hâlinde açmaya, [Büyük Taarruz, 30 Ağustos Hatıraları, Türk Süvarilerinin İzmir’e Girişi, İzmir’in Yunan İşgalinden Kurtuluşu] günlerini yeniden yaşama ve yaşatma yolunda karınca misali gayret gösterilmiştir.

https://www.drkemalkocak.com/2022/09/09/30-agustos-hatiralari-izmire-ilk-giren-suvari-mufrezesi-kumandani-serafettin-beyin-hatiralari-9-eylul-1922/

T.C. İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük Dersi Öğretim Programı (Ortaokul 8. Sınıf)nda “Millî ve dinî bayramlar, mahallî kurtuluş ve kutlama günleri, önemli olaylar, belirli gün ve haftalardan yararlanılarak öğrencilerin tarihsel duyarlılıkları ile Türk milletine, Türk devletine, Türk vatanına ve Türk bayrağına sevgi, saygı ve takdir duyguları geliştirilmelidir.” [2] ve Ortaöğretim T.C. İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük Dersi Öğretim ProgramındaDers içeriğine uygun olacak şekilde yerel tarih ile ilgili araştırma görevleri vererek öğrencilerin yerel tarihi ve yakın geçmişi millî tarih ile ilişkilendirmeleri sağlanmalı, bu yolla öğrencilerde millî bilinç ve tarih duyarlılığı oluşturmaya çalışılmalıdır.” [3] yönergeleri yer almaktadır.

Milli bilinç ve tarihsel duyarlılık kazanılmasına ve geliştirilmesine katkıda bulunmak üzere, Büyük Taarruz’da 5. Süvari Kolordusu Kumandanı Fahrettin [ALTAY]’ın anlatımıyla “Büyük Taarruz’da Türk Süvarisinin Kahramanlıkları”nı sunuyoruz. Metinde geçen şahıs ve yer adları, yerel tarih-milli tarih bağlamında bütünleyici/birleştirici tarih anlayışına katkıda bulunmak üzere incelenip değerlendirilmeye muhtaçtır. Mesela; Ahır dağlarından iki süvari tümeninin bir gecede geçip Yunan ordusunun arkasına sarkmasına hizmet eden Tokuşlar köyü halkı ve özellikle Hüseyin Ağa’nın hatıralarını bilenimiz, anlayıp yaşayan ve yaşatan kaç kişidir?..

—***—

Taarruzun On İkinci Günü

(7 Eylül 1922)

Bu günkü uzun yürüyüş arızasız geçti, tümenler akşam emrolunan bölgeye vardılar. Köylüler düşmanın Menemen Boğazı’nda tahkimat yaptığını duyduklarını söylediler. Akhisar‘a giden bölük, düşmana tesadüf etmediğinden, daha Kuzeyde büyük bir düşman kolunun Dikili istikametine geçmiş olduğunu ve bunun demiryolu köprülerini tahrip ettiğini bildirdi. Son bir ihtimal de Menemen, Manisa, Nif boğazlarında düşmanın mukavemet etmesi ve İzmir‘i kolay kolay bırakmak istememesi idi. Her üç boğaz da sarp olduğundan, süvari hareketine müsait değildi. Menemen cihetinde toplanacak düşman kuvvetlerinin Manisa ve Nif boğazlarını zorlayacak olan yorgun ordumuza yandan bir karşı taarruz yapması ve ihtimalden uzak değildi. Böyle bir harekete karşı koymak vazifesi bize düşüyordu. Manisa ve Menemen boğazlarına dönerek, Nif boğazını önceden keşfetmek üzere, bu istikamete 1 inci Tümenden bir süvari alayı göndermeyi uygun buldum.

Bu gece verdiğim emirde, yarın 1 inci Tümenin Manisa‘ya, 2 nci Tümenin Manisa batısında Horoz köyüne ve 14 üncü Tümenin de, biraz daha batıda, Hamidiye‘ye ilerlemeleri vazifesini verdim. Gece Manisa ve Turgutlu‘nun yanmakta olduğunu teessürle gördük.

Taarruzun on üçüncü günü

(8 Eylül 1922)

Sabahleyin erken yürüyüşe başlayan tümenler, düşmanın küçük mukavemetlerini kırarak, öğle vakti hedeflerine vardılar. Kolordu Karargâhı da Manisa‘ya girdi. Yangından dağlara kaçan halk dönmeye başladı ise de, koca şehri bir harabe halinde buldular. Öğleden sonra verdiğim emirde, 14 üncü ve 2 nci Tümenlerin Menemen Boğazı’ndan, 1 inci Tümenin de buradan hareketle, yarın sabah İzmir‘e gireceklerini bildirdim. Hâlbuki bugün 2 nci Tümen Horozlu’ya vardığı zaman, önünden çekilen bir düşman kuvvetini takip ederek Manisa Boğazı’na girmiş ve Sabuncubeli yakınına kadar sokulmuş, fakat bunu bildiren raporu nasılsa bize vaktinde ulaşmamıştı. Tümen, Kolordu emrinin kendi durumuna uymadığını görünce, raporun varmamış olmasını muhtemel görerek, yeni bir raporla durumu bildiriyor, bulunduğu yerden geri dönmektense, İzmir’e doğru harekete devam edeceğini ve başka tarafta lüzum varsa, kendisinin yerine 1 inci Tümenin kullanılmasını rica ediyordu. 1 inci Tümen de o bölgede idi. Menemen Boğazı’nda da düşman olmadığı anlaşıldı.

Bu sebeple, 1 inci ve 2 nci Tümenlerin Sabuncubeli’nden, 14 üncü Tümenin Menemen Boğazı’ndan ilerlemesi muvafık görüldü. 2 nci Tümen Sabuncubeli’ne sokulurken bir hayli esir aldı. Yunanlılara yardım eden on beş kişilik bir Ermeni çetesini de yok etti. 14 üncü Tümen, bu gece, Menemen Boğazı’nda düşmanın zayıf bir mukavemetini kırarak, Menemen’e doğru yürüyüşe devam etmiştir.

İzmir‘e Giriş

(9 Eylül 1922)

Bu sabah saat 5’te, ortalık ağarırken, Sabuncubeli‘ne ilerleyen 2 nci Süvari Tümeninin 20 nci Alay, 4 üncü Bölüğünden Teğmen Enver kumandasındaki keşif kolu, düşmanın buralardan savuşmuş olduğunu görerek, ileri tepelere çıkmış ve harikulade bir manzara ile karşılaşmıştır; sabah güneşinin tatlı ışıkları altında, bir tablo gibi beliren güzel İzmir, önündeki mavi sularıyla Akdeniz ve bunları çevreleyen latif yeşilliklerle, yüksek dağlardan birleşik tabii tablodan biraz daha kara noktalar, körfezdeki yabancı harp gemileriydi. Bu bahtiyar genç subayın, raporunu yazarken, Başkumandanın verdiği Akdeniz hedefine ilk ulaşanın kendisi olduğunu düşünerek, ne kadar heyecana tutulduğunu tahmin etmek güç değildir. Raporu göndermeye lüzum kalmadan, tümenlerin öncüleri de aynı hatta varmış bulunuyorlar ve hep beraber ilerleme devam ediyordu.

Bornova üstündeki tepelere çıkınca, buranın büyük evlerinde yabancı devlet bayraklarının sallandığı görüldü. 2 nci Tümenin 13 üncü Alay Kumandanı Binbaşı Atıf Esenbel, iyi Fransızca bildiğinden, alayı ile buraya gönderilerek, yabancılarla görüşmesi ve onların emniyetinin sağlanması emrini verdim.

Tümen Mersinli yolunda İzmir‘e doğru ilerlerken, 1 inci Tümen de bunun solunda

Kadife Kale’ye doğru yürüyordu. 2 nci Tümenin öncülüğünü Binbaşı Reşat kumandasındaki 4 üncü Alay yapıyor, alayın önünde de Yüzbaşı Şerafettin kumandasında iki bölük gidiyordu. Şehir içinden geçerken süvarilerin bir ateşe uğramaması için, sekiz er ellerinde tüfek, yaya olarak en önde yürüyorlardı. Bunlar Halkapınar Köprüsü’nü geçip, Tuzakoğlu fabrikasına yaklaşınca, fabrika penceresinden ani bir ateşe uğradılar, içlerinden dördü, yerlere serildi. Bu yavrucakların mübarek cesetleri, başları İzmir’e doğru yatıyor, sanki bize “durmayın, ilerleyin” diyordu. İzmir’in kucağına girdikleri anda, bu uğurda canlarını veren bu kahraman Türk çocuklarını oraya gömerek, bir anıt yaptırdık.

Öncü alayı, bu cesetleri atlayarak fabrikayı taradı ise de, kimseyi bulamadı. Arkadan gelen tümen, Mersinli yanında, yirmi bir Yunan subayı ile binden fazla erden mürekkep bir kafileyi esir aldı. Tümen Kumandanı da, bunlardan ele geçirdiği bir otomobile binerek, Hükümet Konağına doğru ilerledi.

Kemer istasyonundan geçen bir süvari alayı da, Aydın cihetinden gelen bir trende, bir yüzbaşı, dört subay, yedi yüz erden mürekkep diğer bir kafileyi esir etti.

Öncü alayı, İzmir rıhtımından geçerken, parke taşlarının çıkardığı nal sesleri, Akdeniz’in bu taşlara çarparak çıkardığı, hafif dalga seslerine karışıyor, bir zafer marşı gibi nağmeleniyordu. Bazı pencerelerden atılan çiçekler de, süvarilerimizin başlarına konuyor, onlara bir zafer tacı oluyordu. Bu hal heyecanı artırıyor, yürüyüşteki sürat gitgide artıyor, bir oluktan akan su gibi, süvariler hükumete doğru akmağa başlıyordu.

Pasaport yanından geçerken, bir manga kadar İngiliz deniz askeri tarafından selamlanan öncü birlikleri, az ilerde sivil bir şahsın attığı el bombası ile karşılaşıyor, Yüzbaşı Şeref’le birkaç er hafifçe yaralanıyor, fakat aldırış etmeyerek, doğru Hükumet Konağı kapılarına atılıyorlar. Yunanlılar hükumeti kapamış ve kaçmışlar.

Bir odacı kadın kapıları açıyor, Yüzbaşı Şeref bir kaç erle hemen balkona çıkıyor, şanlı bayrağımızı öperek direğe çekiyor ve selamlıyor. Ancak yükselirken, ak yıldızının bir kısmına yüzündeki yaranın kanının bulaştığını görüyor ve bu saadete ermekten taşan heyecanını gözlerinden boşaltıyor. Hıçkırıklarını tutamıyor birden, sonra kendini topluyor, yanındakilere: “Arkadaşlar, vazifemiz bitmemiştir, millet daha bizden çok şeyler bekliyor”, diyerek aşağıya iniyor. Bu defa da, oraya toplanan İzmirlilerin coşkun alkışları arasında, kucaklanıyor, öpülüyor, öpülüyor.

Başka yönden İzmir’e ilk giren 1 inci Süvari Tümeninin 14 üncü Alayının öncüsü Yüzbaşı Zeki Doğan, Kumandanlık Dairesine gelerek, buraya bayrağımızı çekti. Kışla Meydanı’na toplanan esirlerin başlarına nöbetçiler dikerek, üç sene evvel Yunanlıların, İzmir’i işgallerinde, burada gaddarca şehit ettikleri Albay Süleyman Fethi ve arkadaşlarının aziz ruhlarını şad etti.

Şehirde emniyeti sağlamak için, Dördüncü Alay Kumandanı Binbaşı Reşat, alayı ile İzmir‘in üstündeki Kadifekale’ye çıkıyor, bin senelik eski, yüksek bir burcun üstüne ay yıldızlı bayrağı dikiyor ve bununla İzmir’in etrafına, İzmir’in Anavatana kavuştuğunu gösteriyor. İzmir’in kadınları, çocukları, evlerindeki yiyecek ve içeceklerini, birbiriyle müsabaka edercesine, alayın önüne taşıyor, kahraman askerlerimize ikram ediyorlar.

Göztepe ve Seydiköy istikametine kaçan firarileri takip kolları gönderiliyor, emniyet için gerekli tedbirler alınıyordu.

Bu olaylar olurken, otomobille gelen 2 nci Tümen Kumandanı Albay Zeki Soydemir, Hükümet konağına, halkın alkışlan arasında, çıkıyor ve toplanan şehir ileri gelenlerinin seçtiği, eski Düyunu Umumiye Müdürü Abdülhalim Beyi Vali Vekili seçiyor ve Kolorduya yazdığı raporu, Kurmay Yüzbaşı Cevdet Bilgişin ile gönderiyor, halka da bir beyanname neşrediyor.

Biraz sonra, Tümen Kumandanı Mürsel Paşa (Bakü) Hükümet Konağına varıyor, o sırada limandaki Fransız zırhlısından gelen bir Fransız subayı, gemisinin telsizinin, emirlerine hazır olduğunu bildiriyor. Mürsel Paşa bununla, İzmir’e girildiği müjdesini Ankara’ya veriyor.

Bu sabah, Menemen civarında bir düşman çetesinin mukavemetini kıran ve bir subayı ile iki erini şehit veren 14 üncü Tümen, halkın şiddetli alkışları arasında Menemen’e girmiş, izaz ve ikram olunduktan sonra, İzmir’e doğru yürüyüşüne devam etmiştir. Karşıyaka’da halkın şiddetli alkışlarıyla karşılanan bu tümen, vapur iskelesi yakınına yerleştirdiği bataryasının ateşiyle, İzmir’e selamlamıştır. Körfezde bulunan harp gemileri arasında bulunan Yunan gemileri Uzunada’ya doğru çekilmek mecburiyetinde kaldılar. 3 üncü Piyade Tümeninin Teğmen Sesim kumandasındaki Süvari Bölüğü de, uzun bir yürüyüşten sonra, saat 13’te, İzmir’e gelebildi.

Kolordu Karargâhı Kumandanlık Dairesine yerleşti. İzmir’in salimen alındığına ve asayişin muhafaza edilmekte olduğuna dair rapor, Kurmay Yüzbaşı Feridun Dirimtekin ile ve otomobille, Nif istikametinde Garp Cephesi Kumandanlığına gönderildi. Belediye ve Hükümet teşkilatı yapıldı. Şehirdeki Rum, Ermeni ve Musevilerin ileri gelenleri hükumete getirilerek, asayişin muhafazası ve saklanmış asker, silah ve eşyanın kışlaya gönderilmesi tembih edildi. Tümenlere iskân bölgeleri verilerek, iaşeleri sağlandı. Yunan Ordusunun bıraktığı mühimmat ve eşya depoları, muhafaza altına alındı.

Halkın yapmakta oldukları şenliklerin gece yarısına kadar devamına müsaade edilerek, ondan sonra herkesin evine çekilmesi ve sükûnetin muhafazası, yarın gelecek olan Başkumandanı karşılamak üzere hazırlanılması bildirildi. Gece yarısından sonra işitilen bazı tüfek sesleri üzerine, bütün mahalleleri otomobille dolaştım. Tüfek seslerinin, o sırada İzmir’e giren Kolordu mızıkasının çalmağa başladığı İzmir marşını duyan halkın sevinç tezahürlerinin yeniden canlanması olduğunu anladım. Kışlada toplanan Yunan esirleri dört bini bulmuştu. Gece yarısı aldığım emirde, yarın İzmir’e gelecek olan 1 inci Kolordu Kumandanının İzmir Askeri Valiliğini üzerine alacağı, Süvari Kolordusunun İzmir‘le Menemen arasında toplanması bildiriliyordu. Bu suretle, 9 Eylül Türk Süvarisinin bir şeref günü oldu. Baba memleketim olan İzmir’de, düşman işgalinde kalan anama da kavuşmuştum. Bugün İzmir’de çıkan Sedayı Hak gazetesinde, Moralı Zade Rifat imzasını taşıyan şu şiiri, gözyaşları ile okudum:

Özledik üç seneden fazla tahassürle sizi,

Bekledik rahm ile imdada şitab etmenizi.

Kesmedik Haktan, ölürken bile, ümmidimizi.

Var olun … azm ile kurtardınız en sanra bizi.

9 Eylül ‘den sonra

10 Eylül’de, Başkumandan Mustafa Kemal‘le, Garp Cephesi Kumandanı İsmet Paşa ve diğer Kumandanlar ve piyade birlikleri İzmir’e geldiler. Halkın coşkun alkışları, mahşeri bir kalabalık, tekbir ve “yaşa” sesleriyle karşılandılar. 1 inci Kolordu Kumandanı şehrin idaresini eline aldı. Süvari Kolordusu Menemen‘e gitmeye hazırlanırken, İzmir‘in doğusundan, Seydiköy‘den bir düşman kolunun İzmir’e doğru gelmekte olduğu ve toplarıyla İzmir’e ateş açtığı, Kadifekale‘deki süvarilerimizle, toplarımızın mukabelede bulunduğu ve Süvari Kolordusunun hemen bu düşmana yaklaşarak, tepelemesi bildirildi. 2 nci Süvari Tümeni başta olmak üzere, tümenlere bu istikamete hareket emrini verdim. Kendim de oraya hareket ettim. Aydın-Ödemiş cihetindeki düşman, toplanarak, İzmir’e gelirken burasının tarafımızdan işgal edildiğini görmüş, ateşe başlamış; 3 üncü Süvari Tümenimiz de bu düşmanı takip ediyormuş.

Kızılçullu ilerisindeki zeytinlik sırtlarını tutmuş olan bu düşman üzerine Süvari Alaylarıyla saldırdım. Bu düşmanı takip etmekte olan 3 üncü Süvari Tümeni ile irtibat kurdum, o da arkadan yüklendi. Düşman perişan bir vaziyete dağlara kaçmak istedi ise de, bir kısmı kılıçtan geçirildi, diğerleri esir alındı. Üç bin kadar er ve bir tugay kumandanı ile elliden fazla subay, dört top, birçok mühimmat, eşya ve hayvan teslim alınarak kışlaya gönderildi. Bu düşman toplarının yanında, yazdığımı bildirdiğim raporum eline varınca, bunu, Hükumet önünde, heyecanla, toplanan halka bizzat okuyan Kemal Paşa, sevincine onları da katmıştı.

Akşam olduğundan, süvari tümenleri geceyi bu bölgede geçirdiler. Gece alınan yeni bir emirle, 2 nci Süvari Tümeninin Karşıyaka‘ya gönderilmesi ve Süvari Kolordusunun, 3 üncü Süvari Tümenini emrine alarak, Uşak ve Çeşme istikametinde hareketle, yarımadayı düşmandan temizlemesi bildiriliyordu. Yarımadayı, kıyıdan düşman donanması ateş altında bulundurduğundan, bu arızalı arazide süvari fazla bir varlık gösteremeyecekti. 57 nci Piyade Tümeninin gönderilmesi üzerine, yapılan taarruzda düşman püskürtüldü.

Bu sırada İzmir’in yandığı haberi geldi. Bir gün sonra da, arkamızda kalan Urla yandı. Çeşme’ye giden yolun köprülerini düşman tahrip etmişti. Alaçatı sırtlarında da gemilerin yardımı ile düşman son mukavemeti yaparak, o gece Çeşme‘den gemilerle Sakız Adası’na kaçtı. Yol boyunca birçok top ve cephane arabalarıyla, otomobillerini yakarak bırakmış, üç bin kadar da hayvan terk etmişti.

Bunların çoğu. Anadolu’dan topladığı sırtları, ayaklan yaralı, pek zayıf hayvanlardı. Bu zavallıların, susuzluktan denize dalarak sahillerde öldükleri ve susuz çeşme başlarına yığılarak, nemli taşları yalarken kiminin öldüğü,  kiminin de ölmek üzere olduğu acınacak bir manzara teşkil ediyordu.

16 Eylül’de Çeşme kasabasına girildi. Böylece, Urla Yarımadası düşmandan temizlenmiş oldu. Buradan, Kolorduyu Akhisar‘a götürürken, İzmir’den geçtiğim sırada, Cephe Kumandanı, subaylarımın birer derece terfilerini müjdeledi. Mustafa Kemal Paşa’ya şükranlarımı sunarken, Süvari Kolordusunun, muharebe boyunca, harekâtını takdir ettiklerini söylemek lütfunda bulundular.

Biz Urla-Çeşme istikametinde hareket ederken, Karşıyaka‘da bırakılan 2 nci Süvari Tümeni, Edremit üzerinden Çanakkale‘ye gönderilmiş ve kendisini takip eden VI. Kolordu’muzla beraber, orasını İngilizlerden teslim almış ve yapılan Mudanya mütarekesiyle savaş sona ermişti.

Bundan sonra, 2 nci Süvari Tümeni tekrar Kolorduya iade edildi ve Süvari Kolordusu, barış oluncaya kadar, Akhisar, Kırkağaç, Soma, Bergama bölgesinde uzunca müddet kalarak, öğretim ve eğitimle meşgul oldu.

Bu arada, 3 üncü Tümen lağvolunarak, birlikleri diğer tümenlere verildi. İki Süvari Alayı da, jandarma yapılarak Trakya‘ya geçirildi.

Süvari Kolordusunun muharebe zayiatı 53 subay, 7000 er ve 1.200 kadar hayvandır. Lozan Barışından sonra, Süvari Kolordusu lağvedilerek 1 inci Tümen Doğuya, Dokuzuncu Kolordu emrine, 2 nci Tümen Trakya‘ya, Üçüncü Kolordu emrine, 14 üncü Tümen, Urfa‘ya, Yedinci Kolordu emrine verildi. Süvari Kolordu

Karargâhı da, Konya’da Beşinci Kolordu Karargâhı oldu.

Harpte doğup, barışta sonu gelen Süvari Kolordumuzun muharebe hikâyesi de burada sona erdi. Tümenlerin muharebe işlerinin tafsilatını, Tümen Komutanlarının yazacakları hatıralardan beklerdik. [4]

DİPNOTLAR

[1] https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/bilgi/fahrettin-altay/

[2] Milli Eğitim Bakanlığı, T.C. İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük Dersi Öğretim Programı (Ortaokul 8. Sınıf), Ankara, 2018, s. 9

[3] Milli Eğitim Bakanlığı, Ortaöğretim T.C. İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük Dersi Öğretim Programı, Ankara, 2018, s. 18

[4] Fahrettin (ALTAY), “Büyük Taarruzda Süvari Kolordumuz”, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi Dün/Bugün/Yarın, Sayı: 18 (Ağustos 1986), s. 46-53

 

Continue Reading
Click to comment

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Türk İstiklâl Mücadelesi

Saltanatın Kaldırılmasına Dair Türkiye Büyük Millet Meclisinin Genel Kurul Kararı

Published

on

(1 Kasım 1922)

Sadrazam Tevfik Paşa 17 Ekim 1922’de Mustafa Kemal Paşa’ya çektiği telgrafta [1], Büyük Zafer’i saltanat makamı ile Babıâli’ye varlığını sürdürecek bir unsur olarak görmüş, hatta Barış Konferansı’nda İstanbul Hükûmetinin yanında yer almak suretiyle Ankara’nın son vazifesini yapmasını bekler vaziyette bulunmuştur. Mustafa Kemal Paşa, Tevfik Paşa’nın telgrafına cevap olmak üzere TBMM’nin İstanbul’daki siyasî temsilcisi Hamit Bey’e Bursa’dan çektiği 18 Ekim 1922 tarihli telgrafta [2], “…Teşki­lât-ı Esasiye Kanunu ile şekil ve mahiyeti taayyün eden Türkiye Devletinin tarihi teessüsünden beri Türkiye mukadderatına vaziülyet ve bundan mes’ul yalnız ve ancak Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükumeti olduğu”nu belirtmiş, aynı kanun gereğince Türkiye’yi konferansta TBMM Hükûmeti’nin temsil edeceğini bildirmiştir. Hamit Bey, Gazi Paşa’nın talimatı doğrultusunda Tevfik Paşa’ya tebligatta bulunmasına rağmen sonuç elde edememiştir.

27 Ekim 1922’de İngiliz, Fransız, İtalyan temsilcileri ayrı ayrı verdikleri şifahi notalarla İstanbul ve Ankara Hükûmetlerini aynı anda, 13 Kasım 1922’ de İsviçre’nin Lozan şehrinde yapılacak konferansa davet ettiler. 23 Ekim’de Ankara bu daveti kabul ettiğini bildirmiş, 29 Ekim’de Tevfik Paşa tarafından TBMM Başkanlığına çekilen telgrafta[3], birlikte katılma teklifinde bulunulmuştur.

Mustafa Kemal Paşa, Barış Konferansı’nda ikiliği ortadan kaldırmak için saltanatın hemen kaldırılması doğrultusunda kararını vermiştir. Bu konuda Rauf Bey ile Kâzım Karabekir Paşa’dan kararının uygun olduğuna dair meclis kürsüsünde konuşma yapmalarını istemiştir. Bu istek kabul görmüş, hatta Rauf Bey daha ileri giderek bu günün bayram ilân edilmesini teklif etmiştir.

Sadrazam Tevfik Paşa’nın barış konferansına birlikte katılma teklifi TBMM’de büyük tepki ile karşılanmıştır. Bu konu, 30 Ekim 1922 tarihindeki birleşimde görüşülmüştür. Vahi­deddin’in ve Hükûmetlerinin Millî Mücadeledeki karşı icraatları açıklanarak saltanat makamını suçlayan konuşmalar yapılmıştır. Bu sebeple kimi mebuslar İstanbul Hükûmetinin konferansa katılma haklarının bulunmadığını ifade ederken, kimileri de İstanbul Hükûmetinin yok sayılmasını ve hatta saltanatın kaldırılmasını istemişlerdir. Aynı birleşimde saltanatın kaldırılmasına dair Dr. Rıza Nur ve arkadaşlarınca verilen 81 imzalı altı maddelik önerge [4] Meclis Başkanlığına sunulmuş, 131 kabul, 2 ret, 3 çekimser oya karşılık çoğunluk sağlanamadığından işlem tamamlanamamış ve 1 Kasım Çarşamba günü tekrar oylama yapılmak üzere oturuma son verilmiştir. TBMM’nin çalışmalarına ara verdiği 31 Ekim Salı günü Müdafaa-i Hukuk Grubu toplantısında Mustafa Kemal Paşa, saltanatın kaldırılmasının mecburi olduğuna dair açıklamada bulunmuştur. 1 Kasım Çarşamba günkü 130. birleşimin birinci oturumunda konu tekrar gündeme getirilmiştir.

 Dr. Rıza Nur ve arkadaşları önergelerinin altıncı maddesine yönelik değişiklik teklifinde bulundular[5]. Teklifte, hilâfetin Türklere, özellikle Osmanlı hanedanına ait olduğu kabul edilmiş ve halifenin ne şekilde, kim tarafından belirleneceğine açıklık getirilmiştir. İkinci Grup liderlerinden Hüseyin Avni (Ulaş) Bey ve arkadaşlarınca verilen 26 imzalı iki maddelik bir önergede[6], İstanbul Hükûmetinin 16 Mart 1920’den itibaren tarihe karıştığı belirtilmiş olmasına rağmen saltanatın kaldırılmasına yönelik herhangi bir açıklamada bulunulmamıştır. Bu önerge sadece İstanbul Hükûmeti’ni hedef almıştır. Mustafa Kemal Paşa her iki teklif üzerinde yapmış olduğu uzunca konuşmasında hilâfetle saltanatın birbirinden ayrılabileceğini, tarihten örnekler vererek açıklamış neticede söz konusu tekliflerin Şer’iye, Adliye ve Kanun-ı Esasi encümenlerinden meydana gelen ortak komisyona havalesi kabul olunarak birinci oturuma son verilmiştir.

Teklifler, ortak komisyonda görüşülürken, durumu yakından takip eden Mustafa Kemal Paşa, toplantı odasına girerek komisyona hitaben bir konuşma yapmıştır. Konuşmasında; hâkimiyet ve saltanatın kuvvet ve kudretle alınabileceğini, milletin ayaklanarak zaten bunları elde ettiğini, yapılacak işin fiili durumu resmîleştirmekten ibaret bulunduğunu, aksi takdirde bazı kafaların kesileceğini ifade etmiştir. Bu konuşmayla aydınlanan komisyon üyeleri, bu görüşler doğrultusunda bir karar tasarısı metni hazırlayıp meclis başkanlığına sunmuşlardır.

TBMM Genel Kurulunun 130. birleşiminin ikinci oturumunda ittifakla kabul edilen iki maddelik “TBMM’nin Hukuk-ı Hâkimiyet ve Hükümranının Mümessil-i Hakikisi Olduğuna Dair Hey’et-i Umumiye Kararı”na [7] göre;  saltanatla hilâfet birbirinden ayrılmış, saltanat kaldırılmış, hilâfetin varlığı korunmuş, hilâfet makamının Osmanlı hanedanına ait olduğu, ilim ve ahlâk bakımlarından hanedanın en iyi ve en olgun mensubunun bu makama TBMM tarafından seçileceği belirtilmiştir. Aynı kararda İstanbul Hükûmetinin varlığına son verilmiştir.

Türkiye Büyük Millet Meclisinin Hukuk-ı Hâkimiyet ve Hükümranının Mümessil-i Hakikisi Olduğuna Dair Hey’et-i Umumiye Kararı

Numara: 308

Birkaç asırdır Saray ve Bab-ı Âlinin cehâlet ve sefâhati yüzünden devlet azim felâketler içinde müthiş bir surette çalkandıktan sonra nihayet tarihe intikal etmiş bulunduğu bir anda, Osmanlı İmparatorluğunun müessisi ve sahib-i hakikisi olan Türk milleti, Anadolu’da hem harici düşmanlarına karşı kıyam etmiş hem de o düşmanlarla birleşip millet aleyhine harekete gelmiş olan Saray ve Bab-ı Âli aleyhine mücâhedeye atılarak Türkiye’de Büyük Millet Meclisi ve onun Hükûmeti ve ordularını bitteşkil harici düşmanlar, Saray ve Bab-ı Âli ile fiilen ve müsellahan ve malum müşkilât-ı şedide ve mahrumiyet-i elime içinde cidâle girişmiş, bugünkü halâs gününe vasıl olmuştur.

Türk milleti, Saray ve Bab-ı Âlinin hıyanetini gördüğü zaman Teşkilât-ı Esasiye Kanununu ısdar ederek onun birinci maddesiyle hâkimiyeti padişahtan alıp bizzat millete ve ikinci maddesiyle icrai ve teşri kuvvetleri onun yed-i kudretine vermiştir. Yedinci madde ile de harp ilânı, sulh akdi gibi bütün hukuk-ı hükümraniyi milletin nefsinde cem eylemiştir.

Binaenaleyh; o zamandan beri eski Osmanlı İmparatorluğu tarihe intikal edip yerine yeni ve milli bir Türkiye devleti, yine o zamandan beri padişahlık merfu olup yerine Türkiye Büyük Millet Meclisi kaim olmuştur. Yani bugün İstanbul’da bulunan heyet mevcudiyetini usulen himaye edecek hiçbir meşru ve gayr-i meşru ecnebi kuvvete ve müzâheret-i milliyeye malik olmayıp bir zıll-ı zâil halindedir. Millet, şahsi hükümranlık ve saray halkı ve etrafının sefâhati esası üzerine müessis bir saltanat yerine, asıl halk kitlesinin ve köylünün hukukunu himaye ve saadetini tekeffül eden bir halk Hükûmeti idaresi tesis ve vaz’edilmiştir.

Hal böyle iken İstanbul’da düşmanlarla teşrik-i mesâi etmiş olanların elan hukuk-ı hilâfet ve saltanat ve hukuk-ı hanedandan bahs eylemelerini görmekle müstekreh-i hayret bulunuyoruz. Tevfik Paşanın telgrafı kadar garip ve acayip ve hilâf-ı mavaka’ı bir vesika tarihte nadir görülmüştür. Binaenaleyh Türkiye Büyük Millet Meclisi bervechi ati mevadı neşr ve ilâna karar vermiştir:

1-Teşkilât-ı Esasiye Kanunuyla Türkiye halkı, hukuk-ı hâkimiyet ve hükümranisini mümessil-i hakikisi olan Türkiye Büyük Millet Meclisinin şahsiyet-i maneviyesinde gayr-i kabili terk ve tecezzi ve ferağ olmak üzere temsile ve bilfiil istimale ve irade-i milliyeye istinad etmeyen hiçbir kuvvet ve heyeti tanımamağa karar verdiği cihetle Misak-ı Milli hudutları dâhilinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmetinden başka şekl-i Hükûmeti tanımaz. Binaenaleyh Türkiye halkı, hâkimiyet-i şahsiyeye müstenid olan İstanbul’daki şekl-i Hükûmeti 16 Mart 1336’dan itibaren ve ebediyen tarihe müntakil addeylemiştir.

2-Hilâfet; Hanedan-ı Âli Osman’a ait olup halifeliğe Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından bu Hanedanın ilmen ve ahlâken erşed ve eslâh olanı intihap olunur. Türkiye devleti makam-ı hilâfetin istinatgâhıdır.

1-2 Teşrinisani 1338 [1-2 Kasım 1922]

DİP NOTLAR

[1] T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, 30.10. 1338, Devre: 1, Cilt: 24, İçtima Senesi: 3, s. 269; Kemal Atatürk, Nutuk Cilt: III Vesikalar, Vesika: 260, MEB Devlet Kitapları, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1982, s.1236-1237

[2] Kemal Atatürk, Nutuk Cilt: III Vesikalar, Vesika: 262, MEB Devlet Kitapları, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1982, s.1237

[3] T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, 30.10. 1338, Devre: 1, Cilt: 24, İçtima Senesi: 3, s. 270; Kemal Atatürk, Nutuk Cilt: III Vesikalar, Vesika: 263, MEB Devlet Kitapları, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1982,s.1238-1239

[4] T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, 30.10. 1338, Devre: 1, Cilt: 24, İçtima Senesi: 3, s. 292-293

[5] T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, 1.11. 1338, Devre: 1, Cilt: 24, İçtima Senesi: 3, s. 304

[6] T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, 1.11. 1338, Devre: 1, Cilt: 24, İçtima Senesi: 3, s. 304-305

[7] T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, 1.11. 1338, Devre: 1, Cilt: 24, İçtima Senesi: 3, s. 313-314; Büyük Millet Meclisi Kavanin Mecmuası, Cilt:1, s. 487-488; Bekir Sıtkı Yalçın-İsmet Gönülal, Atatürk İnkılâbı Kanunlar-Kararlar Tamimler-Bildiriler Belgeler-Gerekçe ve Tutanaklarıyla- Kültür ve Turizm Bakanlığı, Ankara 1984, s. 286-288

Continue Reading

Türk İstiklâl Mücadelesi

Mustafa Kemal Paşa’nın Neue Freie Presse Muhabirine Cumhuriyet Hakkında Beyanatı [Demeci]

Published

on

(22 Eylül 1923)

Giriş

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Gazi Mustafa Kemal [ATATÜRK] önderliğinde gerçekleştirilen Türk İstiklal Harbi/Milli Mücadele’den sonra kurulmuştur. Türk Milletinin bağımsızlığını kazanmasından sonra Gazi, zaman zaman yurt gezilerine çıkmıştır. Bu gezilerinde, Millî Mücadele sırasında düşmana karşı omuz omuza birlikte mücadele ettiği milleti ile daha yakından temas kurma imkânına kavuşmuştur. Gezilerinden, uzun süren harplerden yeni çıkmış olan halka moral vermiş, yeni kurulan “Türk Milletinin/Milli Kültürümüzün” muasır medeniyetler seviyesine ulaşması için yapılması gerekenler hakkında, kulluk/kölelikten kurtularak hürriyetine kavuşan vatandaşları bilgilendirmiş, yapılan inkılâpların uygulanışını görmüş ve yapılacak inkılâplarla hakkında kamuoyu oluşturmuştur. İhtiyaç duyduğu kamuoyu desteğini sağladığına kanaat getirdikten sonra, yapmak istediği inkılâpları Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sunmuş ve uygulamaya/hayata geçirmiştir.

Bu sebeple Gazi’nin yurt gezileri yanında yabancı asker ve siyasi temsilciler ve gazetecilerle temas ve görüşmeleri, genellikle önemli siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel değişim ve gelişmelerin yaşandığı/yaşanacağı günlerin öncesi veya sonrasında gerçekleşmiş olması bakımından anlamlıdır. Bu kapsamda, Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın Nöye Fraye Prese [Neue Freie Presse] adındaki Avusturya gazetesi muhabirine verdiği “Cumhuriyetin ilanını öngören” demeç, Osmanlı Türkçesi ile yayımlandığı [Hâkimiyet-i Milliye, 27 Eylül 1923, No: 926, s. 1, sütun: 1-3]’ten çevrim yazı olarak aşağıda sunulmuştur.

***

Büyük Millet Meclisi Reisi Başkumandan Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’nin Viyana’da münteşir [yayımlanan] “Nöye Fraye Prese” [Neue Freie Presse] namındaki Avusturya gazetesine vaki beyanatının asıl metni.

Ankara, 26 [Eylül 1923], (A. A.) – İki üç günden beri Ankara ve İstanbul gazetelerinde Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’ne atfedilen beyanat, salahiyettar olmayan zevat tarafından neşredilmiştir [yayımlanmıştır]. Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’nin şehrimizde bulunan Nöye Fraye Prese Muhabiri Mösyö Jozef Hans Lazar’a vaki olan beyanatı aynen ber-vech-i atidir [aşağıdadır]:

Muharririn [yazarın], Türkiye Teşkilatı Esasiye Kanunu’ndaki müstakbel tadilatın [gelecekteki değişikliğin] ne olacağı hakkındaki sualine [sorusuna] Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri şu suretle cevap vermiştir:

Yeni Türkiye Teşkilatı Esasiye Kanunu’nun ilk maddelerini size tekrar edeceğim:

Hâkimiyet bila kaydu şart [kayıtsız şartsız] milletindir. İcra kudreti, teşri kudreti [kanun yapma] salahiyeti, milletin yegâne hakiki mümessili [temsilcisi] olan Meclis’te tecelli etmiş ve toplanmıştır.

Bu iki maddeyi bir kelimede hülasa etmek kabildir [özetlemek mümkündür]: “Cumhuriyet“.

Yeni Türkiye’nin umur-ı teceddüdü [yenileşme işi] daha nihayet bulmamıştır. Ancak yolun sonuna kadar gidilmelidir. Harpten sonra Türk Teşkilatı Esasiye’sinin inkişafı [gelişmesi] henüz kati bir şekil almış addedilemez [sayılamaz]. Tadilat [değişiklikler] ve tashihat [düzeltmeler] yapmak ve daha mükemmel bir hale getirmek elzemdir. İkmaline [tamamlanmasına] başlanan bu iş henüz bitmemiştir. Kısa bir zaman zarfında Türkiye’nin bugün fiilen almış bulunduğu şekil kanunen de tespit edilecektir. Yakın bir atide [gelecekte] bu meseleye ait hükûmet teklifatı [teklifleri] Meclis’e arz edilecektir. Bu teklifatın [tekliflerin] bütün mevadı [maddeleri] Teşkilatı Esasiye Kanunu’nun inkişaf [gelişme] ve ikmaline [tamamlanmasına] ait bulunacaktır.

Bütün Avrupa ve Amerika’daki cumhuriyetler nasıl esas itibariyle yekdiğerinden ayrı değilse ve aralarındaki fark nasıl yalnız şekle ait bulunuyorsa, Türkiye’nin da bu cumhuriyetlerden farkı sırf bir şekil meselesidir. Diğer cumhuriyet usulüyle idare edilen memleketlerde olduğu gibi bizim de hâkimiyete malik [sahip] bir parlamentomuz vardır. Yalnız bizde Büyük Millet Meclisi hem teşri [kanun yapma] hem de icrai salahiyete maliktir [icra salahiyetine sahiptir]. Başka yerde olduğu gibi, bizde de vekiller kendi vekâletlerine ait işlerden mesuldürler. Başka yerlerde yeni Türkiye devleti icra vekillerinin Millet Meclisi elinde bir oyuncak olduğu zannediliyor; bu, hatadır. Vekillerin mesuliyetine ve vazifesine ait meselede, Teşkilatı Esasiye Kanunu’nda yapılacak tadilat ile [değişikliklerle] tespit edilmiş olacaktır. Netice itibariyle reisicumhurdan, reisi hükûmetten [hükûmet reisinden] ve mesul vekillerden müteşekkil bir hükûmet teşkil edeceğiz.

Yeni Türkiye’nin payitahtı meselesine gelince, bunun cevabı kendiliğinden zahir olur [ortaya çıkar]: Ankara, Türkiye Cumhuriyeti’nin payitahtıdır.

S[ual]  – Avrupa’da, Türkiye’nin Avrupa’ya ve Garplılığa [Batılılığa] husumeti [düşmanlığı] bulunduğu fikri vardır. Türk matbuatında da bu nokta hakkında bir münakaşa açılmıştı. Bu münakaşada Garplılık müdafaa ediliyor veya aleyhinde bulunuluyordu. Bu hususta ne düşünülüyor?

C[evap]  – Asırlardan beri düşmanlarımız Avrupa akvamı [milletleri] arasında Türklere karşı kin ve husumet [düşmanlık] fikirleri telkin etmişlerdir. Garp zihinlerine yerleşmiş olan bu fikirler, hususi [özel] bir zihniyet vücuda getirmişlerdir. Bu zihniyet hala her şeye ve bütün hadisata [hadiselere] rağmen mevcuttur. Ve Avrupa’da hala Türk’ün her türlü terakkiye [ilerlemeye] hasım [düşman] bir adam olduğu, manen ve fikren inkişafa [gelişmeye] gayr-i müstaid [kabiliyetsiz] bir adam olduğu zannedilmektedir. Bu, azim [büyük] bir hatadır. Cevabımı basitleştirmek için size şu misali serdedeceğim [vereceğim]: Farz ediniz ki, karşınızda iki adam var; bunlardan biri zengin ve emrine her türlü vesait muhya [vasıtalar hazır], diğeri de fakir ve elinde hiçbir vasıta mevcut değil. Bu vesait fıkdanından [vasıta yokluğundan] başka ikincinin manevi ruhu da diğerinden hiç farkı ve maduniyeti [geriliği] yoktur. İşte Avrupa ile Türkiye yekdiğerine karşı bu vaziyettedir. Bizi madun [geri] olmaya mahkûm bir kavim olarak tanımakla iktifa etmemiş [yetinmemiş] olan Garp, harabiyetimizi [haraplığımızı] tacil [çabuklaştırmak] için ne yapmak lazımsa yapmıştır. Garp ve Şark  [Doğu] zihinlerinde yekdiğeriyle muarız [çatışan] iki prensip mevzu bahs [söz konusu] olduğu vakit, bunun en mühim menbaını [kaynağını] bulmak için Avrupa’ya bakmalı. İşte Avrupa’da mütemadiyen [devamlı] olarak mücadele ettiğimiz bu zihniyet mevcuttur.

İmparatorluk zamanında sultanın hükûmetleri Türk milletinin Avrupa ile temasına mani olmak için ellerinden geleni yapmışlar ve milletin arzu ve iradesinden uzak ve ayrı olarak icray-ı hükûmet [hükûmet icra] etmişler ve Türk milletini terakkiden [ilerlemeden] hariç bırakmışlardır.

Biz milliyetperverler gözleri açık adamlarız. Gözlerimizi her gün daha ziyade açmakta ve gerek dâhilde ve gerek hariçte olup biteni görüyoruz. Milletimizin mütemeddin [medeni] milletlerle temasını teshil etmek [kolaylaştırmak] menafimiz [menfaatlarımız]  mukteziyatındandır [gereklerindendir].

Bu temasın, münasebetlerin yeniden tesisini yalnız arzu etmekle kalmıyoruz, onları inkişaf ettirmek [geliştirmek] için her şeyi yapıyoruz. Bu tavrımız, çok açık ve tartışmasız olarak, Türklerin zenofobisi [yabancı korkusu] bulunduğu şeklindeki yanlış zannı çürütmektedir.

Matbuatla milliyetperver Türkiye’nin ecnebi [yabancı] düşmanı olduğu ilan edilirse, büyük bir hata irtikâp edilmiş [işlenmiş] ve hakikaten mevcut olan şeyin aksi iddia edilmiş olur.

İkinci noktaya gelince, yani Türk matbuatında da Garplılık [Batılılık] ve Şarklılık [Doğululuk] münakaşası açıldığına gelince, matbuat, istediği bahiste istediği veçhile [şekilde] tefsiratta [yorumlarda] bulunabilir. Matbuat, hiçbir veçhile [şekilde] tahakküm ve nüfuza tabi tutulamaz. Benim bu hususta şahsi nokta-ı nazarım [görüşüm] şudur ki, muhafazakâr olan ve bu hususta yalnız olan Tevhidi Efkâr’ın karşısında Türk matbuatının kesreti [çoğunluğu] var. Bu matbuat Garplılaşmak [Batılılaşmak] veçhesini [yönünü] müdafaa ediyor. Tevhidi Efkâr’ın fikri bizim inkişafımızın [gelişmemizin] Garp usulünde vaki olmasını tadil edemez [değiştiremez]. Onun hareketi Garp matbuatına karşı aksülamel [tepki] diye telakki [kabul] edilebilir. O Garp matbuatı ki, ekseriyeti [çoğunluğu] mukaddema [başlangıçta] bizim aleyhimizde bulunuyordu. Vaki olan tebeddülata [değişikliklere] rağmen eski metotlarını değiştirmiyorlar.

SLozan sulhu [barışı] hakkındaki fikr-i devletlileri [devletlilerinin fikri]?

C Lozan sulhu heyet-i umumiyesi [bütünü] itibariyle bizi tatmin ediyor. Biz bu muahedeye [antlaşmaya] tamamıyla riayet edeceğiz. Buna rağmen şunu söylemekten kendimizi men edemeyiz ki, daha taleplerimiz vardır ve bunların kuvveden [düşünceden] fiile çıktığını ahiren [son zamanda] Avrupa akvamının [milletlerinin] zihinlerinde vaki olan Türkiye’ye müsait yeni bir temayül [eğilim] vasıtasıyla görmek istiyoruz.

Muallak mesail [meseleler] için dostane tarz-ı tasfiyeler [çözüm tarzları] bulunacağını ümit etmek istiyoruz. Uzak bir atide [gelecekte] değil yakın bir istikbalde [gelecekte] şimdiye kadar halledilemeyen mesailin [meselelerin] kati hal şekline iktiran ettiğini [kavuştuğunu] görmek istiyoruz.

[Hâkimiyet-i Milliye, 27 Eylül 1923, No: 926, s. 1, sütun: 1-3;

Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt: 16 (1924), Kaynak Yayınları, İstanbul, 2005, s. 117-119]

Continue Reading

Türk İstiklâl Mücadelesi

Büyük Âlim Ziya Gökalp’in Vefatı

Published

on

[25 Ekim 1924]

Giriş

Türk sosyolojisinin kurucusu ve Türk milliyetçiliğinin en önemli düşünürlerinden biri olan Ziya GÖKALP [1], “bedenimin babası Ali Rıza Efendi, hislerimin babası Namık Kemal, fikirlerimin babası ise Ziya Gökalp’tir” sözünü sarf eden Mustafa Kemal ATATÜRK’ün en fazla etkilendiği kişiler arasında yer alır.

Vefatının 100. yıldönümünde Ziya Gökalp’i minnet ve rahmetle anarım. Bu münasebetle başta Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK olmak üzere Türk milleti, vatanı ve devleti uğrunda hizmet eden bilim, kültür, sanat, devlet, asker ve siyaset adamları ile Türk Mehmetçiklerinden bu dünyadan göç edenlere rahmet, hayatta olanlara sağlık, mutluluk ve başarılar dilerim.

Hafızalarımızı tazeleyip zihin jimnastiği yapmak amacıyla GÖKALP’in vefatının ertesi günü [Hâkimiyet-i Milliye, 26 Teşrinievvel 1924, No: 1256, s. 1, sütun: 2-3]’te yayımlanan “Hamdullah Suphi [TANRIÖVER],” ve “Ziya Gökalp Büyük Âlim Ziya Gökalp’in Ziyaı” başlıklı haber metinleri Osmanlı Türkçesi’nden çevrim yazı olarak aşağıda sunulmuştur.

***

ZİYA GÖKALP

“Ne elim bir haberle dilhunuz [içimiz kan ağlıyor]. Türk milliyetperverleri bir baş, hakiki bir mürşit kaybettiler. Türkçülük mefkûresinin bir meşalesi olan bu asil zekâ, kendi izinde yürüyecek binlerce muakkip [takipçi] bıraktı. Onun Türk tarihini, Türk içtimaiyatını, Türk harsını aydınlatan tahlil ve tasnif kuvveti, asırlardır ruhumuzda biriken karanlıkları derece derece eritmişti. Geçtiği yol evvelce bir izdi, şimdi bir şehrahtır [ana yoldur]. Türk vatanı en aziz evladından birini kaybetmekle taziye edilmek lazım gelen bir felakete uğradı. Ziya Gökalp’in hatırası önünde başlarımızı eğdiğimiz bu acı dakikalarda, tesellimiz odur ki, onun ufkumuzda dalgalandırdığı manevi bayrağı yere düşürmeyecek bir gençlik; memleketin her köşesinde bu imanın mahfuziyeti [korunması] için ayakta silahlanmış duruyor.” [2]

Hamdullah Suphi [TANRIÖVER]

***

BÜYÜK ÂLİM ZİYA GÖKALP’İN ZİYAI

Diyarbakır Mebus-ı Muhteremi; çok kıymetli eserlerini Türklüğe ve gençliğe hatıra bırakarak aramızdan ebediyen ayrılmıştır

Reisicumhurumuz ve İsmet Paşa hazeratı birer telgrafla merhum müşarünileyhin [adı geçenin] ailesine teessürlerini [üzüntülerini] iblağ buyurmuşlardır [bildirmişlerdir]. Bir Ziya Gökalp Cemiyeti teşkil edilmiştir.

***

Bir müddetten beri rahatsız bulunan ve son günlerde hastalığının şiddetlenmesi dolayısıyla hastahaneye nakledilen Diyarbakır Mebusu Ziya Gökalp Bey üstadımız dün [25 Ekim 1924] sabaha karşı irtihal-i dar-ı beka [ahirete göç] eylemiş ve bu müellim [elem veren] haber şehrimizde birden bire şayi olarak [duyularak] umumi ve derin bir teessürle [keder ve üzüntüyle] karşılanmıştır.

Reisicumhur Gazi Paşa Hazretleriyle Başvekil ve Hariciye Vekili İsmet Paşa Hazretleri merhum müşarünileyhin ailesine birer taziye telgrafı çekmek suretiyle teessürlerini iblağ buyurdukları gibi hükumet tarafından lazım gelenlere cenaze merasiminin pek mutantan bir surette icrası için de emirler verilmiştir.

İstanbul’da icra edilecek olan cenaze merasiminde Türkiye Büyük Millet Meclisi namına orada bulunan İkinci Reis Vekili Şarkikarahisar Mebusu Ali Sururi Bey hazır bulunacaktır. Merhum müşarünileyhin ailesine bu devreye ait olan tahsisatın kâmilen verilmesi ve ayrıca hidmet-i vataniye [vatana hizmet] tertibinden maaş tahsisi takarrür etmiştir [kararlaştırılmıştır]. Müdafaa-i Milliye Vekili Kazım Paşa Hazretleri ordu namına, beyan-ı taziyet edilmesini Üçüncü Kolordu Kumandanlığına ve Maarif Vekili Vasıf Bey Efendi de cenaze merasiminin icra edildiği gün bütün mekteplerin kapatılmasını ve bilumum muallimlerle talebelerin merasime iştirak etmelerini İstanbul’daki memurin-i aidesine emreylemişlerdir.

Vasıf Bey Efendi merhumun ailesine çektikleri telgrafta; kendisiyle beraber bilumum muallimlerin muhtaç-ı taziye ve teselliye bir halde olduklarını ve merhumun hatırasının gençlik için kuvvetli bir menba-ı ilham [ilham kaynağı]  olacağını ve bir arzuları varsa muhatap olmak istediğini bildirmiş ve ayrıca Muallimler Birliği, Türk Ocakları Heyet-i Merkeziyelerince telgrafla beyan-ı tessesür ve arz-ı taziyet olunmuştur.

Dün gece Ankara’da Türkçülük Cereyanının maruf simaları, mebuslar ve Türkçü gençler bir içtima akdederek [toplantı yaparak] bir “Ziya Gökalp Cemiyeti” tesis etmişlerdir. Cemiyetin Birinci Reisliğine Sinop Mebusu sabık Sıhhiye Vekili Doktor Ziya Nur Bey, İkinci Reisliğine Zonguldak Mebusu Ragıp beyler bil ittifak intihap edilmişlerdir [seçilmişlerdir]. Cemiyet Ziya Gökalp Beyin bütün Türk şehirlerindeki muhiplerinden ve talebesinden taazzuv edecektir [meydana gelecektir]. Cemiyetin programı ve gayesi; Ziya Gökalp Beyin kitaplarının tabı [basımı], yazılarının ve hatıralarının cemi [toplanması] ve ihtifallerinin [törenlerinin] tertibi olacaktır.

Diğer taraftan “Türk Ocakları Merkez Heyeti ve Hars Heyeti” ve “Ziya Gökalp Cemiyeti” şu suretle derin teessürlerini ve hissiyat-ı taziyetkaranelerini ifade etmektedirler:

Türklüğe ve Türk Ocaklarına ifa ettiği layemut [ölmez] hidmetler ile kalbimizde ebediyen yaşayacak bir minnet ve şükran hatırası bırakmış olan büyük âlim ve rehber Ziya Gökalp’in vefatı dolayısıyla Türk milletine en samimi taziyetlerimizi ve memleketin umumi kederine bütün mevcudiyetimizle iştirak ettiğimizi beyan ederiz.

Anadolu Ajansı da şu satırlarla teessürlerini bildirmektedir:

Türk vatanı en büyük ilim adamını kaybetti. Milli Mücadelenin ruhu ve istinatgâhı olan milliyet fikirlerini neşretmek hususunda Ziya Gökalp Beyin ifa ettiği hidmetler Türk milletinin kalbinde ebedi bir minnet bırakmıştır. Anadolu Ajansı bu büyük ziya [kayıp] karşısında duyduğu derin teessürleri beyan ve Türk milletini bütün ruhuyla taziye eder [başsağlığı diler].”

Üstadın son hayatına ait ajans tarafından verilen malumat ber-vech-i atidir [aşağıdadır]:

Ajans ve matbuat mensubini [mensupları] namına üstat Ziya Gökalp Beyi 23 Teşirinievvel’de [23 Ekim 1924] ziyaret eden Anadolu Ajansının İstanbul mümessili [temsilcisi] Edhem Hidayet Bey o günkü tarihle şu telgrafı ajansa göndermiştir:

İstanbul: 23 [Ekim 1924] (A. A.)-Ziya Gökalp Beye gittim. Çok dalgın, etrafındakileri tanıyamaz bir halde idi. Hiçbir şey söyleyemiyor ve ızdırap alameti gösteriyordu. Dünkü konsültasyon neticesinde kati olmamak üzere dimağında iltihap olduğu teşhis edildiğini ve doktorların ümitvar bulunmadığını biraderi Nihad Bey ifade etti. Kemal-i teessürle arz ederim.”

Anadolu Ajansının üstadın hastalığına ve irtihaline dair müteakip telgrafları da ber-vech-i atidir [aşağıdadır]:

İstanbul: 24 [Ekim 1924] (A. A.)-Ziya Gökalp Beyin vaziyet-i sıhhiyesine [sağlık durumuna] dair bu akşamki tabip raporu ber-vech-i atidir:

Hastanın ahval-i umumiyesi git gide kesb-i vahamet ediyor. Hastalık süratle seyrini takip ediyor. Ziya Bey artık etrafındakileri tanımıyor. Kalp mukavemet ediyor. Hastalığın vahameti bütün kuvvetiyle bakidir.” [2]

DİP NOTLAR

[1] https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/bilgi/ziya-gokalp-1876-1924/

[2] Hâkimiyet-i Milliye, 26 Teşrinievvel 1924, No: 1256, s. 1, sütun: 2-3

Continue Reading

En Çok Okunanlar