Türk İstiklâl Mücadelesi
MİLLİ MÜCADELE HATIRALARI (1)
Published
2 yıl agoon
By
drkemalkocakGİRİŞ
Tekâlif-i Millîye Emirleriyle [1] alınan ve Türk ordusu için gerekli olan her türlü ihtiyaç maddelerinin cephe gerisinden cepheye taşınması, dağıtılması, depolanması ve kısaca askeri bir terim olan lojistik kapsamına giren bu faaliyetlerin aksamadan yürütülmesi güçlü bir menzil teşkilatlanmasını gerektirmekteydi.
Türk İstiklal Harbi’nde menzil teşkilatı iki bölümden ibarettir:
- Doğrudan doğruya Millî Savunma Bakanlığı’na bağlı yurtiçi menzil teşkilatı.
- Cepheler emrinde bulunan menzil teşkilatı.
Her iki teşkilatta da kuruluşlar aynıdır. Ancak cepheler emrinde çalışan menzil teşkilatı görevinin özelliği, bulunduğu bölgenin durumu dikkate alınarak özel emirlerle kadrosuna geçici eklemeler yapılmıştı. Örneğin Batı Cephesi emrinde bulunan Batı Anadolu Menzil Müfettişliği gibi.
Türk İstiklal Harbi’nde, Millî Savunma Bakanlığı kadrosunda bir şube gibi çalışan Sevkiyat ve Nakliyat Genel Müdürlüğü kurulmuştu. Yurtiçi menzil kuruluşları doğrudan bu genel müdürlüğe bağlı idi. Bunlar da menzil müfettişliği, menzil bölge müfettişliği, menzil hat, nokta ve konak komutanlıkları idi.
Genel olarak bir menzil müfettişliği karargâh kuruluşu: Menzil müfettişliği, kurmay başkanlığı, harekât şubesi, personel şubesi, esliha şubesi, levazım, muhabere, sağlık, veteriner, inşaat, ulaştırma şubeleriyle evrak ve posta işlerinden meydana gelmekte idi.
Kütahya-Eskişehir Muharebelerinden sonra doğuya çekilen Türk Batı Cephesi kuvvetleri, 25 Temmuz 1921’de Orta Sakarya doğusundaki menzillerine yerleşti. 22 Temmuz 1921’de bu yeni duruma göre Millî Savunma Bakanlığı, lojistik destek ve teşkilat hakkında Genelkurmay Başkanlığına aşağıdaki bilgiyi verdi:
- Şimdiki durum ile Batı Cephesi, Konya’dan başka birinci kademe olarak Çorum, Yozgat ve Kırşehir kaynaklarına, ikinci kademe olarak Sivas ve Kayseri kaynaklarına dayanacaktır.
- Bu kaynaklardan tedarik edilen her çeşit ihtiyaç maddeleri, Çorum-Sungurlu-Yahşihan, Sivas-Akdağmadeni-Yozgat-Keskin-Yahşihan, Kayseri-Kırşehir-Keskin-Yahşihan yollarından Ankara’ya getirilecektir.
- Buna göre tedarik; kurulmuş olan Çorum ve Kırşehir Menzil Mıntıka Müfettişlikleri tarafından yapılmakla beraber Yozgat istikametinde de tedarik maddelerinin akımı için aşağıdaki teşkilat yapılacaktır: a. Yozgat’ta Sevkiyat ve Nakliyat Umum Müdürlüğüne bağlı Yozgat Menzil Mıntıka Müfettişliği teşkil olunacaktır. b. İcap eden yerlerde menzil mıntıka ve hat komutanlıkları ile ambarlar kurulacak ve teşkilatta askerlik şubelerinden faydalanılacaktır.
- Çorum ve Kırşehir Menzil Mıntıka Müfettişlikleri de sevkiyat ve nakliyattan başka gereken yerlerde ambarlar açacaktır. Buna göre hudutlar şöyledir: a. Yozgat, Çorum, Kırşehir Menzil Mıntıka Müfettişliklerinin hududu bunların askerlik şubesi hudududur. b. Yalnız Çorum Menzil Mıntıka Müfettişliğini hududu, Samsun Hat Komutanlığı da kendine bağlı olduğundan Samsun’a kadardır.
- Yahşihan Hat Komutanlığı doğrudan doğruya Ankara’da Sevkiyat ve Nakliyat Umum Müdürlüğüne bağlıdır.
Hat Komutanlığı, Yahşihan’da fırın ve değirmenler ile esaslı bir misafirhane kuracaktır.
- Kırşehir Menzil Mıntıka Müfettişliği, Kırşehir-Aksaray-Konya Ereğlisi arasında menzil hattı tesisi için hemen hazırlığa başlayacaktır.
1-3 Ağustos 1921 tarihleri arasında Millî Savunma Bakanlığı ve Batı Cephesi Komutanlığının emirleri ile merkezi Ankara’da olmak üzere Ankara Menzil Müfettişliği ve buna bağlı olarak Polatlı ve Beypazarı’nda birer menzil hat komutanlığı ve bunlara bağlı olarak da Sincanköy, Malıköy, Haymana, Kerim, Polatlı, Babayakup, Alaşlı, Yenimehmetli, İnlerkatrancı, Kalecik, Çobanözü Nokta Komutanlıkları kuruldu.
30 Eylül 1921’de Sakarya batısında Polatlı Hat Komutanlığı tarafından, doğrudan doğruya Cephe Komutanlığına bağlı olarak Beylikköprü’de Merkez Menzil Mıntıka Müfettişliği kuruldu. Bunun hududu kuzeyde Karasivri-Mihalıççık, Kemiklimaden-Yarımca (mevkiler Ankara Menzil Müfettişliğine dâhil); doğuda Sakarya nehri güneyinde Fettahoğlu Köprüsü-Seyitgazi (mevkiler Konya Menzil Müfettişiliğine dâhil) hattı olarak tespit edildi. Müfettişliğin kurulması ile Polatlı-Malıköy, Sincanköy Nokta Komutanlıkları Ankara Menzil Müfettişliğine bağlandı. Merkez Menzil Mıntıka Müfettişliğine Babadat, Sarıköy, Mülk, Sivrihisar ve Mihalıççık Noktaları bağlandı.
Konya Menzil Müfettişliği 10 Mayıs 1921’de Batı Cephesi Komutanlığı emrine verilmişti.
Batı Cephesi Komutanlığınca Ankara ve Konya Menzil Müfettişlikleri arasındaki hudut, Aziziye (Emirdağ)-Kürtuşağı-Başhan ahttı olarak tespit edildi. Azziye, Batı Anadolu Menzil Müfettişliğine, diğerleri Ankara Menzil Müfettişliğine dâhil edildi.
Batı Cephesinin lojistik ve idari faaliyetler bakımından geri hududu, Kastamonu ile batı hududu-Kalecik (dâhil)-Köprüköy (dâhil)-Kızılırmak parçası-Aksaray bağımsız sancağı, Konya ili ve Silifke Sancağının doğu hududu hattı olarak tespit edildi.
İlk kuruluşundan itibaren Batı Cephesi emrinde çalışan Batı Anadolu Menzil Müfettişliğine Kurmay Albay Kazım (General DİRİK) 10 Mayıs 1921’de müfettiş olarak tayin edilmiş ve Müfettişlik 18 Mayıs 1921’de Konya’ya alınmıştı. Müfettişliğin ilk görevi, Batı Cephesi birliklerine tahsis edilen ihtiyaç maddelerinin alınması, birliklerin bütün iaşe maddelerinin temin ve tedariki ve bu maddelerin birlikler bölgesine taşınması idi.
İlkin yalnız dağıtım ve ulaştırma işlerini yapan menzil teşkilatı, sonradan tedarik, depolama ve dağıtım ile de görevlendirildi. Kendilerine bölgelerinde ihtiyaca göre depo, ambar ve diğer tesisleri açma ve iletme yetkisi verildi.
Sakarya Muharebeleri süresince Anadolu’daki ulaşım yollarını kara, deniz ve demiryolları olarak üç kısımda değerlendirmek mümkündür. Tekâlif-i Millîye uygulamaları sırasında daha çok kara ulaşım yollarından faydalanılmıştır. [2]
Şeref AYKUT’[3]un, Türk İstiklâl Harbi’nde Tekâlif-i Millîye Emirlerinin uygulanışında yaşadıkları “MİLLİ MÜCADELE HATIRALARI” başlığı altında Yeni Sabah Gazetesi’nin 6-15 Mayıs 1938 tarihli nüshalarında yayımlanmıştır. Aşağıda bu hatıralardan bölümler sunulmuştur. Hatıralar, Türk İstiklal Harbi’nin cephe gerisinde yaşananları örnekleri ile Türk’ün kadın, erkek, genç, yaşlı, çocuk ayırt etmeden yaptığı fedakârlıkları gözler önüne sermekte, her birimizi o günlere götürerek yaşatmaktadır.
Görseller, metni açıklayıcı, tamamlayıcı ve destekleyici unsur olarak yerleştirilmiştir.
Şeref AKUT, MİLLİ MÜCADELE HATIRALARI’nın takdimini şöyle yapmaktadır:
“Millî savaşın harp tarihini Genelkurmay, siyasal tarihini de gelecekteki tarihçi yazar. Lakin bu savaşın tarihe geçmeyen ve belki zamanın her şeyi unutturan kara perdesiyle örtülüp gidecek öyle menkıbeleri vardır ki bunlar istiklalini, varlığını ve şerefli tarihini kurtarmak için ölümü eliyle tutan Türk çocuklarının yarattığı işlerdir.
Her şeyi öğütüp kül ederek mazi denilen karanlıkların içine savuran zamanın kahredici gidişinden bunları kurtararak nesilden nesile armağan etmek de o günü yaşayan nesle koca leşlerin biraz ulusal borcu olsa gerek!
Dünyadaki davaların en haklısı olan Türk davasını tam bir Türk yakışan vakar ve azametle müdafaa için ortaya çıkan millî kahraman ATATÜRK, her fırsatın yok olduğu bir sırada fırsatlar yaratarak eline aldığı ulusal işi başarmıştır.
Şöyle bir bakışla insan kabiliyetinin neler yapabileceğini, ancak ve ancak ATATÜRK’ün bütün fırsatların yerin yedi kat dibine geçtiği bir sırada, milleti kurtaracak fırsatı yarattığını ta içinden ve yakından bakarak anlayabiliyoruz. Ben ATATÜRK’ün, harikaları bile hayretlere düşüren öyle işlerini bilirim ki bir hepimiz dehşetinden tüyler ürpertecek vakalar karşısında şaşkın şaşkın ne yapılabileceğini bile düşünmeğe kendimizde kudret bulmazken o yok olan fırsatı yaratmış ve tailiin kulağından tutarak onu büyük Türk milletine hizmetkâr yapmıştır.
Aşağı yukarı 18 yıla giren bu uzaklaşmanın hafızalardan birer birer silindiği hadiseler arasında kim bilir ne kadarını unutmuş gitmişizdir.
Genç günlerimin sevimli arkadaşı İsmail Safa’nın kıymetli çocuğu Peyami oğlu bana geçen gün, millî savaşa söz intikal edince:
– Amca, bunları, ne olur, yaz da neşredelim. Bu bilinmeyen anekdotlar meçhul kalmasın… demişti.
Sevgili oğlu Peyami Safa’nın bu ihtar ve dileğini yerine getirmek istedim.
Benim kocalmış kalemimle, yıpranmış kafamın bunu ne dereceye kadar başaracağını bilemiyorum.
Ateşli bir genç kalemden, bir kaynağın duru suyu gibi akması lazım gelen bu menkıbeler, şimdi benim yetmiş yıllık titrek elimde sallanan kalemden çıkabildiği kadarını buraya geçirdim. Bunların bence yalnız bir manası var;
Cihan tarihini, insanlık medeniyetiyle kurarak açan Türkün ruhundaki azametin bir nişanesi!”
***
MİLLİ MÜCADELE HATIRALARI (1)
Zeynep Gelin
Yalnız en büyüğümüzün verdiği emri yerine getirmek için
—***—
Hedefe erişmek gayreti her şeyin fevkinde idi ve Zeynep gelin sayısız, adsız kahramanlardan biridir.
—***—
Sakarya tutuşmuştu. Bütün Anadolu ayaklanmış, doğudan batıya doğru toprak, şose yollarında, dağlarda, yamaçlarda, ovalarda irili ufaklı araba, kağnı, deve, katır ve her yaştan kadın ve erkek akını başlamıştı.
Fasılasız gece gündüz süren (Başkumandanlık) kanunu fikir ve kalp sahibi milletvekillerinin kararıyla kabul edildiği gün dikkat ettim: Uykusuzluktan, endişeden, bin bir düşünceden solmuş çehrelerde bir kanaat, bir iman nuru parlamıştı. Şimdi dolmuş yüreklerden taşan kerim duygular birleşiyor, her yurttaş yüksek kumandayı bekliyordu. Başkumandan herkesin vazifesini gösterdi. Onun hepimizi hayretler içinde bırakan bu kurtarıcı ve diriltici emirlerine gönlümüzle sarılarak iş başına koşmuştuk. Benim payıma da ilk günlerde Yahşihan bölgesi düşmüştü. Minyatür gibi mini mini vagoncukları ardına takarak Ankara ile Yahşihan arasında işleyen dekovil boyunda bir hummalı faaliyet başlamıştı.
Merkez ordusundan cepheye giden sevkiyat buradan geçiyordu. Doğu illerinden gelen her şey burada toplanıyordu. Sonra eldeki vasıtalarla cepheye dağıtılıyordu.
Harp kızıllaşmıştı. Bir gece sabaha karşı bir emir geldi: Kudretli cebel mermilerini en kısa günde yetiştiriniz. Bunlar çok uzakta, dağ yamaçlarındaki hollerde idi. Menzil komutanı bir tertip yapmış kağnılara koşulan öküzlerin mukavemet kuvvetlerini iyice ve sağlam tecrübelerle hesaplamıştı. Kağnıya koşulan tostoparlak küçük yapılı öküzcükler en hızlı yürüyüşle nihayet iki saat koşabiliyor, bu cebri yürüyüşün sonunda düşüp ölüyordu.
İkişer saat fasıla ile on dört menzile ayırdığı yol boylarına civar köylerdeki hayvanları yığdırdı. İlk menzilden yürüyen kafile iki yüz kağnı idi. Bunların iki yanına alabildiğine hayvanını süren elleri kılıçlı atlılar koymuştu ki bunlar durmadan, dinlenmeden öküzleri dürterek kan revan içinde bırakıyorlardı. Can acısıyla böğürerek deli gibi koşan zavallı hayvancıklar artık yuvarlana yuvarlana uçup gidiyorlardı. İkinci menzile yetişince hemen evvelce yığdırılmış bekleyenler koşularak artık birer kan tulumundan başka bir şey olmayan berikiler yol boylarına uzanıyorlardı. Kafilenin ortasında ufacık bir duraklara, ya hayvanın devrilişi felaket olurdu. Arkadan gelen öndekini çiğner geçerdi.
Gözler büyümüş, soluklar kesilmiş, yüzler sararmış ve yalnız, yalnız en büyüğümüzün verdiği emri yerine getirmek için oraya o gösterilen hedefe erişmek gayreti her şeyin fevkinde idi. Son menzile iki menzil kalmıştı ki Binbaşı Cemil Bey bana:
– Şu sağa bakınız, hey Ulu Tanrı hiç bu millet esir olur mu?
Diye hem haykırıyor, hem hayvanını koşturuyordu.
Gösterdiği şeyi ben daha önce görmüştüm. Lakin duramazdım. Hayvanımın başını çeviremezdim. Yıldırım hızıyla yamaçları atlayarak gelen kafilenin önüne düşmek tehlikesi vardı. Ölüm muhakkaktı. Bu manzarayı gördüm: Baştanbaşa canlanmış Türk milletinin tarihi!
Baştan on veya on beşinci kağnının sürücüsü sağdaki öküzün ölmek üzere yere yuvarlanacağını anlayınca hemen öküzü yana salarak arkadan gelen tazyik altında ezileceğinden mi yoksa kağnısına konulan iki sandık cephaneyi bir saat evvel düşman karşısında sessiz bekleyen topa yetiştirmek arzusundan mı nedendir, boynunu boyunduruğa vermiş, kağnıyı sürükleyip geliyordu. Yanında kan içinde koşan öküze eş olmuştu. Bu ellerinin kınası henüz solmamış bir taze gelindi.
Zeynep gelin millî mücadele tarihimizin adsız kahramanlarından birisidir. [4]
DİPNOTLAR
[1] Tekâlif-i Millîye Emirleri:
1 ve 7 nolu emirler, Hâkimiyet-i Millîye, 10 Ağustos 1921, No: 260, s. 2, sütun: 3-5
2, 3 ve 4 nolu emirler, Hâkimiyet-i Millîye, 11 Ağustos 1921, No: 261, s. 2, sütun: 4-5
5 ve 6 nolu emirler, Hâkimiyet-i Millîye, 12 Ağustos 1921, No: 262, s. 2, sütun: 3
7 nolu emir, Hâkimiyet-i Millîye, 10 Ağustos 1921, No: 260, s. 2, sütun: 3-4
8 ve 9 nolu emirler, Hâkimiyet-i Millîye, 14 Ağustos 1921, No: 264, s. 2, sütun: 4
10 nolu emir, 12 Ağustos 1921, No: 262, s. 2, sütun: 4
[2] Serpil SÜRMELİ, Millî Mücadele’de Tekâlif-i Millîye Emirleri, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara, 1998, s. 77-80
[3] Şeref AYKUT, https://www.biyografya.com/biyografi/7567
[4] Şeref AYKUT, Millî Mücadele Hatıraları, Yeni Sabah (6 Mayıs 1938), İstanbul, s. 2, sütun: 1-2
You may like
Mustafa Kemal Paşa’nın Neue Freie Presse Muhabirine Cumhuriyet Hakkında Beyanatı [Demeci]
Birinci İnönü Muharebesi (6-11 Ocak 1921)
İkinci İnönü Muharebesi (23 Mart-1 Nisan 1921)
Mustafa Kemal Paşa ve Temsil Heyeti’nin Sivas’tan Ankara’ya Gelişi (27 Aralık 1919) (2)
Mustafa Kemal Paşa ve Temsil Heyeti’nin Hacıbektaş’ı Ziyaretleri (22 Aralık 1919)
MİLLİ MÜCADELE HATIRALARI (5)
Türk İstiklâl Mücadelesi
Saltanatın Kaldırılmasına Dair Türkiye Büyük Millet Meclisinin Genel Kurul Kararı
Published
2 ay agoon
Kasım 17, 2024By
drkemalkocak(1 Kasım 1922)
Sadrazam Tevfik Paşa 17 Ekim 1922’de Mustafa Kemal Paşa’ya çektiği telgrafta [1], Büyük Zafer’i saltanat makamı ile Babıâli’ye varlığını sürdürecek bir unsur olarak görmüş, hatta Barış Konferansı’nda İstanbul Hükûmetinin yanında yer almak suretiyle Ankara’nın son vazifesini yapmasını bekler vaziyette bulunmuştur. Mustafa Kemal Paşa, Tevfik Paşa’nın telgrafına cevap olmak üzere TBMM’nin İstanbul’daki siyasî temsilcisi Hamit Bey’e Bursa’dan çektiği 18 Ekim 1922 tarihli telgrafta [2], “…Teşkilât-ı Esasiye Kanunu ile şekil ve mahiyeti taayyün eden Türkiye Devletinin tarihi teessüsünden beri Türkiye mukadderatına vaziülyet ve bundan mes’ul yalnız ve ancak Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükumeti olduğu”nu belirtmiş, aynı kanun gereğince Türkiye’yi konferansta TBMM Hükûmeti’nin temsil edeceğini bildirmiştir. Hamit Bey, Gazi Paşa’nın talimatı doğrultusunda Tevfik Paşa’ya tebligatta bulunmasına rağmen sonuç elde edememiştir.
27 Ekim 1922’de İngiliz, Fransız, İtalyan temsilcileri ayrı ayrı verdikleri şifahi notalarla İstanbul ve Ankara Hükûmetlerini aynı anda, 13 Kasım 1922’ de İsviçre’nin Lozan şehrinde yapılacak konferansa davet ettiler. 23 Ekim’de Ankara bu daveti kabul ettiğini bildirmiş, 29 Ekim’de Tevfik Paşa tarafından TBMM Başkanlığına çekilen telgrafta[3], birlikte katılma teklifinde bulunulmuştur.
Mustafa Kemal Paşa, Barış Konferansı’nda ikiliği ortadan kaldırmak için saltanatın hemen kaldırılması doğrultusunda kararını vermiştir. Bu konuda Rauf Bey ile Kâzım Karabekir Paşa’dan kararının uygun olduğuna dair meclis kürsüsünde konuşma yapmalarını istemiştir. Bu istek kabul görmüş, hatta Rauf Bey daha ileri giderek bu günün bayram ilân edilmesini teklif etmiştir.
Sadrazam Tevfik Paşa’nın barış konferansına birlikte katılma teklifi TBMM’de büyük tepki ile karşılanmıştır. Bu konu, 30 Ekim 1922 tarihindeki birleşimde görüşülmüştür. Vahideddin’in ve Hükûmetlerinin Millî Mücadeledeki karşı icraatları açıklanarak saltanat makamını suçlayan konuşmalar yapılmıştır. Bu sebeple kimi mebuslar İstanbul Hükûmetinin konferansa katılma haklarının bulunmadığını ifade ederken, kimileri de İstanbul Hükûmetinin yok sayılmasını ve hatta saltanatın kaldırılmasını istemişlerdir. Aynı birleşimde saltanatın kaldırılmasına dair Dr. Rıza Nur ve arkadaşlarınca verilen 81 imzalı altı maddelik önerge [4] Meclis Başkanlığına sunulmuş, 131 kabul, 2 ret, 3 çekimser oya karşılık çoğunluk sağlanamadığından işlem tamamlanamamış ve 1 Kasım Çarşamba günü tekrar oylama yapılmak üzere oturuma son verilmiştir. TBMM’nin çalışmalarına ara verdiği 31 Ekim Salı günü Müdafaa-i Hukuk Grubu toplantısında Mustafa Kemal Paşa, saltanatın kaldırılmasının mecburi olduğuna dair açıklamada bulunmuştur. 1 Kasım Çarşamba günkü 130. birleşimin birinci oturumunda konu tekrar gündeme getirilmiştir.
Dr. Rıza Nur ve arkadaşları önergelerinin altıncı maddesine yönelik değişiklik teklifinde bulundular[5]. Teklifte, hilâfetin Türklere, özellikle Osmanlı hanedanına ait olduğu kabul edilmiş ve halifenin ne şekilde, kim tarafından belirleneceğine açıklık getirilmiştir. İkinci Grup liderlerinden Hüseyin Avni (Ulaş) Bey ve arkadaşlarınca verilen 26 imzalı iki maddelik bir önergede[6], İstanbul Hükûmetinin 16 Mart 1920’den itibaren tarihe karıştığı belirtilmiş olmasına rağmen saltanatın kaldırılmasına yönelik herhangi bir açıklamada bulunulmamıştır. Bu önerge sadece İstanbul Hükûmeti’ni hedef almıştır. Mustafa Kemal Paşa her iki teklif üzerinde yapmış olduğu uzunca konuşmasında hilâfetle saltanatın birbirinden ayrılabileceğini, tarihten örnekler vererek açıklamış neticede söz konusu tekliflerin Şer’iye, Adliye ve Kanun-ı Esasi encümenlerinden meydana gelen ortak komisyona havalesi kabul olunarak birinci oturuma son verilmiştir.
Teklifler, ortak komisyonda görüşülürken, durumu yakından takip eden Mustafa Kemal Paşa, toplantı odasına girerek komisyona hitaben bir konuşma yapmıştır. Konuşmasında; hâkimiyet ve saltanatın kuvvet ve kudretle alınabileceğini, milletin ayaklanarak zaten bunları elde ettiğini, yapılacak işin fiili durumu resmîleştirmekten ibaret bulunduğunu, aksi takdirde bazı kafaların kesileceğini ifade etmiştir. Bu konuşmayla aydınlanan komisyon üyeleri, bu görüşler doğrultusunda bir karar tasarısı metni hazırlayıp meclis başkanlığına sunmuşlardır.
TBMM Genel Kurulunun 130. birleşiminin ikinci oturumunda ittifakla kabul edilen iki maddelik “TBMM’nin Hukuk-ı Hâkimiyet ve Hükümranının Mümessil-i Hakikisi Olduğuna Dair Hey’et-i Umumiye Kararı”na [7] göre; saltanatla hilâfet birbirinden ayrılmış, saltanat kaldırılmış, hilâfetin varlığı korunmuş, hilâfet makamının Osmanlı hanedanına ait olduğu, ilim ve ahlâk bakımlarından hanedanın en iyi ve en olgun mensubunun bu makama TBMM tarafından seçileceği belirtilmiştir. Aynı kararda İstanbul Hükûmetinin varlığına son verilmiştir.
Türkiye Büyük Millet Meclisinin Hukuk-ı Hâkimiyet ve Hükümranının Mümessil-i Hakikisi Olduğuna Dair Hey’et-i Umumiye Kararı
Numara: 308
Birkaç asırdır Saray ve Bab-ı Âlinin cehâlet ve sefâhati yüzünden devlet azim felâketler içinde müthiş bir surette çalkandıktan sonra nihayet tarihe intikal etmiş bulunduğu bir anda, Osmanlı İmparatorluğunun müessisi ve sahib-i hakikisi olan Türk milleti, Anadolu’da hem harici düşmanlarına karşı kıyam etmiş hem de o düşmanlarla birleşip millet aleyhine harekete gelmiş olan Saray ve Bab-ı Âli aleyhine mücâhedeye atılarak Türkiye’de Büyük Millet Meclisi ve onun Hükûmeti ve ordularını bitteşkil harici düşmanlar, Saray ve Bab-ı Âli ile fiilen ve müsellahan ve malum müşkilât-ı şedide ve mahrumiyet-i elime içinde cidâle girişmiş, bugünkü halâs gününe vasıl olmuştur.
Türk milleti, Saray ve Bab-ı Âlinin hıyanetini gördüğü zaman Teşkilât-ı Esasiye Kanununu ısdar ederek onun birinci maddesiyle hâkimiyeti padişahtan alıp bizzat millete ve ikinci maddesiyle icrai ve teşri kuvvetleri onun yed-i kudretine vermiştir. Yedinci madde ile de harp ilânı, sulh akdi gibi bütün hukuk-ı hükümraniyi milletin nefsinde cem eylemiştir.
Binaenaleyh; o zamandan beri eski Osmanlı İmparatorluğu tarihe intikal edip yerine yeni ve milli bir Türkiye devleti, yine o zamandan beri padişahlık merfu olup yerine Türkiye Büyük Millet Meclisi kaim olmuştur. Yani bugün İstanbul’da bulunan heyet mevcudiyetini usulen himaye edecek hiçbir meşru ve gayr-i meşru ecnebi kuvvete ve müzâheret-i milliyeye malik olmayıp bir zıll-ı zâil halindedir. Millet, şahsi hükümranlık ve saray halkı ve etrafının sefâhati esası üzerine müessis bir saltanat yerine, asıl halk kitlesinin ve köylünün hukukunu himaye ve saadetini tekeffül eden bir halk Hükûmeti idaresi tesis ve vaz’edilmiştir.
Hal böyle iken İstanbul’da düşmanlarla teşrik-i mesâi etmiş olanların elan hukuk-ı hilâfet ve saltanat ve hukuk-ı hanedandan bahs eylemelerini görmekle müstekreh-i hayret bulunuyoruz. Tevfik Paşanın telgrafı kadar garip ve acayip ve hilâf-ı mavaka’ı bir vesika tarihte nadir görülmüştür. Binaenaleyh Türkiye Büyük Millet Meclisi bervechi ati mevadı neşr ve ilâna karar vermiştir:
1-Teşkilât-ı Esasiye Kanunuyla Türkiye halkı, hukuk-ı hâkimiyet ve hükümranisini mümessil-i hakikisi olan Türkiye Büyük Millet Meclisinin şahsiyet-i maneviyesinde gayr-i kabili terk ve tecezzi ve ferağ olmak üzere temsile ve bilfiil istimale ve irade-i milliyeye istinad etmeyen hiçbir kuvvet ve heyeti tanımamağa karar verdiği cihetle Misak-ı Milli hudutları dâhilinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmetinden başka şekl-i Hükûmeti tanımaz. Binaenaleyh Türkiye halkı, hâkimiyet-i şahsiyeye müstenid olan İstanbul’daki şekl-i Hükûmeti 16 Mart 1336’dan itibaren ve ebediyen tarihe müntakil addeylemiştir.
2-Hilâfet; Hanedan-ı Âli Osman’a ait olup halifeliğe Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından bu Hanedanın ilmen ve ahlâken erşed ve eslâh olanı intihap olunur. Türkiye devleti makam-ı hilâfetin istinatgâhıdır.
1-2 Teşrinisani 1338 [1-2 Kasım 1922]
DİP NOTLAR
[1] T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, 30.10. 1338, Devre: 1, Cilt: 24, İçtima Senesi: 3, s. 269; Kemal Atatürk, Nutuk Cilt: III Vesikalar, Vesika: 260, MEB Devlet Kitapları, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1982, s.1236-1237
[2] Kemal Atatürk, Nutuk Cilt: III Vesikalar, Vesika: 262, MEB Devlet Kitapları, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1982, s.1237
[3] T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, 30.10. 1338, Devre: 1, Cilt: 24, İçtima Senesi: 3, s. 270; Kemal Atatürk, Nutuk Cilt: III Vesikalar, Vesika: 263, MEB Devlet Kitapları, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1982,s.1238-1239
[4] T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, 30.10. 1338, Devre: 1, Cilt: 24, İçtima Senesi: 3, s. 292-293
[5] T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, 1.11. 1338, Devre: 1, Cilt: 24, İçtima Senesi: 3, s. 304
[6] T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, 1.11. 1338, Devre: 1, Cilt: 24, İçtima Senesi: 3, s. 304-305
[7] T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, 1.11. 1338, Devre: 1, Cilt: 24, İçtima Senesi: 3, s. 313-314; Büyük Millet Meclisi Kavanin Mecmuası, Cilt:1, s. 487-488; Bekir Sıtkı Yalçın-İsmet Gönülal, Atatürk İnkılâbı Kanunlar-Kararlar Tamimler-Bildiriler Belgeler-Gerekçe ve Tutanaklarıyla- Kültür ve Turizm Bakanlığı, Ankara 1984, s. 286-288
Türk İstiklâl Mücadelesi
Mustafa Kemal Paşa’nın Neue Freie Presse Muhabirine Cumhuriyet Hakkında Beyanatı [Demeci]
Published
3 ay agoon
Ekim 26, 2024By
drkemalkocak(22 Eylül 1923)
Giriş
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Gazi Mustafa Kemal [ATATÜRK] önderliğinde gerçekleştirilen Türk İstiklal Harbi/Milli Mücadele’den sonra kurulmuştur. Türk Milletinin bağımsızlığını kazanmasından sonra Gazi, zaman zaman yurt gezilerine çıkmıştır. Bu gezilerinde, Millî Mücadele sırasında düşmana karşı omuz omuza birlikte mücadele ettiği milleti ile daha yakından temas kurma imkânına kavuşmuştur. Gezilerinden, uzun süren harplerden yeni çıkmış olan halka moral vermiş, yeni kurulan “Türk Milletinin/Milli Kültürümüzün” muasır medeniyetler seviyesine ulaşması için yapılması gerekenler hakkında, kulluk/kölelikten kurtularak hürriyetine kavuşan vatandaşları bilgilendirmiş, yapılan inkılâpların uygulanışını görmüş ve yapılacak inkılâplarla hakkında kamuoyu oluşturmuştur. İhtiyaç duyduğu kamuoyu desteğini sağladığına kanaat getirdikten sonra, yapmak istediği inkılâpları Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sunmuş ve uygulamaya/hayata geçirmiştir.
Bu sebeple Gazi’nin yurt gezileri yanında yabancı asker ve siyasi temsilciler ve gazetecilerle temas ve görüşmeleri, genellikle önemli siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel değişim ve gelişmelerin yaşandığı/yaşanacağı günlerin öncesi veya sonrasında gerçekleşmiş olması bakımından anlamlıdır. Bu kapsamda, Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın Nöye Fraye Prese [Neue Freie Presse] adındaki Avusturya gazetesi muhabirine verdiği “Cumhuriyetin ilanını öngören” demeç, Osmanlı Türkçesi ile yayımlandığı [Hâkimiyet-i Milliye, 27 Eylül 1923, No: 926, s. 1, sütun: 1-3]’ten çevrim yazı olarak aşağıda sunulmuştur.
***
Büyük Millet Meclisi Reisi Başkumandan Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’nin Viyana’da münteşir [yayımlanan] “Nöye Fraye Prese” [Neue Freie Presse] namındaki Avusturya gazetesine vaki beyanatının asıl metni.
Ankara, 26 [Eylül 1923], (A. A.) – İki üç günden beri Ankara ve İstanbul gazetelerinde Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’ne atfedilen beyanat, salahiyettar olmayan zevat tarafından neşredilmiştir [yayımlanmıştır]. Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’nin şehrimizde bulunan Nöye Fraye Prese Muhabiri Mösyö Jozef Hans Lazar’a vaki olan beyanatı aynen ber-vech-i atidir [aşağıdadır]:
Muharririn [yazarın], Türkiye Teşkilatı Esasiye Kanunu’ndaki müstakbel tadilatın [gelecekteki değişikliğin] ne olacağı hakkındaki sualine [sorusuna] Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri şu suretle cevap vermiştir:
–Yeni Türkiye Teşkilatı Esasiye Kanunu’nun ilk maddelerini size tekrar edeceğim:
“Hâkimiyet bila kaydu şart [kayıtsız şartsız] milletindir. İcra kudreti, teşri kudreti [kanun yapma] salahiyeti, milletin yegâne hakiki mümessili [temsilcisi] olan Meclis’te tecelli etmiş ve toplanmıştır.“
Bu iki maddeyi bir kelimede hülasa etmek kabildir [özetlemek mümkündür]: “Cumhuriyet“.
Yeni Türkiye’nin umur-ı teceddüdü [yenileşme işi] daha nihayet bulmamıştır. Ancak yolun sonuna kadar gidilmelidir. Harpten sonra Türk Teşkilatı Esasiye’sinin inkişafı [gelişmesi] henüz kati bir şekil almış addedilemez [sayılamaz]. Tadilat [değişiklikler] ve tashihat [düzeltmeler] yapmak ve daha mükemmel bir hale getirmek elzemdir. İkmaline [tamamlanmasına] başlanan bu iş henüz bitmemiştir. Kısa bir zaman zarfında Türkiye’nin bugün fiilen almış bulunduğu şekil kanunen de tespit edilecektir. Yakın bir atide [gelecekte] bu meseleye ait hükûmet teklifatı [teklifleri] Meclis’e arz edilecektir. Bu teklifatın [tekliflerin] bütün mevadı [maddeleri] Teşkilatı Esasiye Kanunu’nun inkişaf [gelişme] ve ikmaline [tamamlanmasına] ait bulunacaktır.
Bütün Avrupa ve Amerika’daki cumhuriyetler nasıl esas itibariyle yekdiğerinden ayrı değilse ve aralarındaki fark nasıl yalnız şekle ait bulunuyorsa, Türkiye’nin da bu cumhuriyetlerden farkı sırf bir şekil meselesidir. Diğer cumhuriyet usulüyle idare edilen memleketlerde olduğu gibi bizim de hâkimiyete malik [sahip] bir parlamentomuz vardır. Yalnız bizde Büyük Millet Meclisi hem teşri [kanun yapma] hem de icrai salahiyete maliktir [icra salahiyetine sahiptir]. Başka yerde olduğu gibi, bizde de vekiller kendi vekâletlerine ait işlerden mesuldürler. Başka yerlerde yeni Türkiye devleti icra vekillerinin Millet Meclisi elinde bir oyuncak olduğu zannediliyor; bu, hatadır. Vekillerin mesuliyetine ve vazifesine ait meselede, Teşkilatı Esasiye Kanunu’nda yapılacak tadilat ile [değişikliklerle] tespit edilmiş olacaktır. Netice itibariyle reisicumhurdan, reisi hükûmetten [hükûmet reisinden] ve mesul vekillerden müteşekkil bir hükûmet teşkil edeceğiz.
Yeni Türkiye’nin payitahtı meselesine gelince, bunun cevabı kendiliğinden zahir olur [ortaya çıkar]: Ankara, Türkiye Cumhuriyeti’nin payitahtıdır.
S[ual] – Avrupa’da, Türkiye’nin Avrupa’ya ve Garplılığa [Batılılığa] husumeti [düşmanlığı] bulunduğu fikri vardır. Türk matbuatında da bu nokta hakkında bir münakaşa açılmıştı. Bu münakaşada Garplılık müdafaa ediliyor veya aleyhinde bulunuluyordu. Bu hususta ne düşünülüyor?
C[evap] – Asırlardan beri düşmanlarımız Avrupa akvamı [milletleri] arasında Türklere karşı kin ve husumet [düşmanlık] fikirleri telkin etmişlerdir. Garp zihinlerine yerleşmiş olan bu fikirler, hususi [özel] bir zihniyet vücuda getirmişlerdir. Bu zihniyet hala her şeye ve bütün hadisata [hadiselere] rağmen mevcuttur. Ve Avrupa’da hala Türk’ün her türlü terakkiye [ilerlemeye] hasım [düşman] bir adam olduğu, manen ve fikren inkişafa [gelişmeye] gayr-i müstaid [kabiliyetsiz] bir adam olduğu zannedilmektedir. Bu, azim [büyük] bir hatadır. Cevabımı basitleştirmek için size şu misali serdedeceğim [vereceğim]: Farz ediniz ki, karşınızda iki adam var; bunlardan biri zengin ve emrine her türlü vesait muhya [vasıtalar hazır], diğeri de fakir ve elinde hiçbir vasıta mevcut değil. Bu vesait fıkdanından [vasıta yokluğundan] başka ikincinin manevi ruhu da diğerinden hiç farkı ve maduniyeti [geriliği] yoktur. İşte Avrupa ile Türkiye yekdiğerine karşı bu vaziyettedir. Bizi madun [geri] olmaya mahkûm bir kavim olarak tanımakla iktifa etmemiş [yetinmemiş] olan Garp, harabiyetimizi [haraplığımızı] tacil [çabuklaştırmak] için ne yapmak lazımsa yapmıştır. Garp ve Şark [Doğu] zihinlerinde yekdiğeriyle muarız [çatışan] iki prensip mevzu bahs [söz konusu] olduğu vakit, bunun en mühim menbaını [kaynağını] bulmak için Avrupa’ya bakmalı. İşte Avrupa’da mütemadiyen [devamlı] olarak mücadele ettiğimiz bu zihniyet mevcuttur.
İmparatorluk zamanında sultanın hükûmetleri Türk milletinin Avrupa ile temasına mani olmak için ellerinden geleni yapmışlar ve milletin arzu ve iradesinden uzak ve ayrı olarak icray-ı hükûmet [hükûmet icra] etmişler ve Türk milletini terakkiden [ilerlemeden] hariç bırakmışlardır.
Biz milliyetperverler gözleri açık adamlarız. Gözlerimizi her gün daha ziyade açmakta ve gerek dâhilde ve gerek hariçte olup biteni görüyoruz. Milletimizin mütemeddin [medeni] milletlerle temasını teshil etmek [kolaylaştırmak] menafimiz [menfaatlarımız] mukteziyatındandır [gereklerindendir].
Bu temasın, münasebetlerin yeniden tesisini yalnız arzu etmekle kalmıyoruz, onları inkişaf ettirmek [geliştirmek] için her şeyi yapıyoruz. Bu tavrımız, çok açık ve tartışmasız olarak, Türklerin zenofobisi [yabancı korkusu] bulunduğu şeklindeki yanlış zannı çürütmektedir.
Matbuatla milliyetperver Türkiye’nin ecnebi [yabancı] düşmanı olduğu ilan edilirse, büyük bir hata irtikâp edilmiş [işlenmiş] ve hakikaten mevcut olan şeyin aksi iddia edilmiş olur.
İkinci noktaya gelince, yani Türk matbuatında da Garplılık [Batılılık] ve Şarklılık [Doğululuk] münakaşası açıldığına gelince, matbuat, istediği bahiste istediği veçhile [şekilde] tefsiratta [yorumlarda] bulunabilir. Matbuat, hiçbir veçhile [şekilde] tahakküm ve nüfuza tabi tutulamaz. Benim bu hususta şahsi nokta-ı nazarım [görüşüm] şudur ki, muhafazakâr olan ve bu hususta yalnız olan Tevhidi Efkâr’ın karşısında Türk matbuatının kesreti [çoğunluğu] var. Bu matbuat Garplılaşmak [Batılılaşmak] veçhesini [yönünü] müdafaa ediyor. Tevhidi Efkâr’ın fikri bizim inkişafımızın [gelişmemizin] Garp usulünde vaki olmasını tadil edemez [değiştiremez]. Onun hareketi Garp matbuatına karşı aksülamel [tepki] diye telakki [kabul] edilebilir. O Garp matbuatı ki, ekseriyeti [çoğunluğu] mukaddema [başlangıçta] bizim aleyhimizde bulunuyordu. Vaki olan tebeddülata [değişikliklere] rağmen eski metotlarını değiştirmiyorlar.
S – Lozan sulhu [barışı] hakkındaki fikr-i devletlileri [devletlilerinin fikri]?
C – Lozan sulhu heyet-i umumiyesi [bütünü] itibariyle bizi tatmin ediyor. Biz bu muahedeye [antlaşmaya] tamamıyla riayet edeceğiz. Buna rağmen şunu söylemekten kendimizi men edemeyiz ki, daha taleplerimiz vardır ve bunların kuvveden [düşünceden] fiile çıktığını ahiren [son zamanda] Avrupa akvamının [milletlerinin] zihinlerinde vaki olan Türkiye’ye müsait yeni bir temayül [eğilim] vasıtasıyla görmek istiyoruz.
Muallak mesail [meseleler] için dostane tarz-ı tasfiyeler [çözüm tarzları] bulunacağını ümit etmek istiyoruz. Uzak bir atide [gelecekte] değil yakın bir istikbalde [gelecekte] şimdiye kadar halledilemeyen mesailin [meselelerin] kati hal şekline iktiran ettiğini [kavuştuğunu] görmek istiyoruz.
[Hâkimiyet-i Milliye, 27 Eylül 1923, No: 926, s. 1, sütun: 1-3;
Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt: 16 (1924), Kaynak Yayınları, İstanbul, 2005, s. 117-119]
Türk İstiklâl Mücadelesi
Büyük Âlim Ziya Gökalp’in Vefatı
Published
3 ay agoon
Ekim 25, 2024By
drkemalkocak[25 Ekim 1924]
Giriş
Türk sosyolojisinin kurucusu ve Türk milliyetçiliğinin en önemli düşünürlerinden biri olan Ziya GÖKALP [1], “bedenimin babası Ali Rıza Efendi, hislerimin babası Namık Kemal, fikirlerimin babası ise Ziya Gökalp’tir” sözünü sarf eden Mustafa Kemal ATATÜRK’ün en fazla etkilendiği kişiler arasında yer alır.
Vefatının 100. yıldönümünde Ziya Gökalp’i minnet ve rahmetle anarım. Bu münasebetle başta Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK olmak üzere Türk milleti, vatanı ve devleti uğrunda hizmet eden bilim, kültür, sanat, devlet, asker ve siyaset adamları ile Türk Mehmetçiklerinden bu dünyadan göç edenlere rahmet, hayatta olanlara sağlık, mutluluk ve başarılar dilerim.
Hafızalarımızı tazeleyip zihin jimnastiği yapmak amacıyla GÖKALP’in vefatının ertesi günü [Hâkimiyet-i Milliye, 26 Teşrinievvel 1924, No: 1256, s. 1, sütun: 2-3]’te yayımlanan “Hamdullah Suphi [TANRIÖVER],” ve “Ziya Gökalp Büyük Âlim Ziya Gökalp’in Ziyaı” başlıklı haber metinleri Osmanlı Türkçesi’nden çevrim yazı olarak aşağıda sunulmuştur.
***
ZİYA GÖKALP
“Ne elim bir haberle dilhunuz [içimiz kan ağlıyor]. Türk milliyetperverleri bir baş, hakiki bir mürşit kaybettiler. Türkçülük mefkûresinin bir meşalesi olan bu asil zekâ, kendi izinde yürüyecek binlerce muakkip [takipçi] bıraktı. Onun Türk tarihini, Türk içtimaiyatını, Türk harsını aydınlatan tahlil ve tasnif kuvveti, asırlardır ruhumuzda biriken karanlıkları derece derece eritmişti. Geçtiği yol evvelce bir izdi, şimdi bir şehrahtır [ana yoldur]. Türk vatanı en aziz evladından birini kaybetmekle taziye edilmek lazım gelen bir felakete uğradı. Ziya Gökalp’in hatırası önünde başlarımızı eğdiğimiz bu acı dakikalarda, tesellimiz odur ki, onun ufkumuzda dalgalandırdığı manevi bayrağı yere düşürmeyecek bir gençlik; memleketin her köşesinde bu imanın mahfuziyeti [korunması] için ayakta silahlanmış duruyor.” [2]
Hamdullah Suphi [TANRIÖVER]
***
BÜYÜK ÂLİM ZİYA GÖKALP’İN ZİYAI
Diyarbakır Mebus-ı Muhteremi; çok kıymetli eserlerini Türklüğe ve gençliğe hatıra bırakarak aramızdan ebediyen ayrılmıştır
Reisicumhurumuz ve İsmet Paşa hazeratı birer telgrafla merhum müşarünileyhin [adı geçenin] ailesine teessürlerini [üzüntülerini] iblağ buyurmuşlardır [bildirmişlerdir]. Bir Ziya Gökalp Cemiyeti teşkil edilmiştir.
***
Bir müddetten beri rahatsız bulunan ve son günlerde hastalığının şiddetlenmesi dolayısıyla hastahaneye nakledilen Diyarbakır Mebusu Ziya Gökalp Bey üstadımız dün [25 Ekim 1924] sabaha karşı irtihal-i dar-ı beka [ahirete göç] eylemiş ve bu müellim [elem veren] haber şehrimizde birden bire şayi olarak [duyularak] umumi ve derin bir teessürle [keder ve üzüntüyle] karşılanmıştır.
Reisicumhur Gazi Paşa Hazretleriyle Başvekil ve Hariciye Vekili İsmet Paşa Hazretleri merhum müşarünileyhin ailesine birer taziye telgrafı çekmek suretiyle teessürlerini iblağ buyurdukları gibi hükumet tarafından lazım gelenlere cenaze merasiminin pek mutantan bir surette icrası için de emirler verilmiştir.
İstanbul’da icra edilecek olan cenaze merasiminde Türkiye Büyük Millet Meclisi namına orada bulunan İkinci Reis Vekili Şarkikarahisar Mebusu Ali Sururi Bey hazır bulunacaktır. Merhum müşarünileyhin ailesine bu devreye ait olan tahsisatın kâmilen verilmesi ve ayrıca hidmet-i vataniye [vatana hizmet] tertibinden maaş tahsisi takarrür etmiştir [kararlaştırılmıştır]. Müdafaa-i Milliye Vekili Kazım Paşa Hazretleri ordu namına, beyan-ı taziyet edilmesini Üçüncü Kolordu Kumandanlığına ve Maarif Vekili Vasıf Bey Efendi de cenaze merasiminin icra edildiği gün bütün mekteplerin kapatılmasını ve bilumum muallimlerle talebelerin merasime iştirak etmelerini İstanbul’daki memurin-i aidesine emreylemişlerdir.
Vasıf Bey Efendi merhumun ailesine çektikleri telgrafta; kendisiyle beraber bilumum muallimlerin muhtaç-ı taziye ve teselliye bir halde olduklarını ve merhumun hatırasının gençlik için kuvvetli bir menba-ı ilham [ilham kaynağı] olacağını ve bir arzuları varsa muhatap olmak istediğini bildirmiş ve ayrıca Muallimler Birliği, Türk Ocakları Heyet-i Merkeziyelerince telgrafla beyan-ı tessesür ve arz-ı taziyet olunmuştur.
Dün gece Ankara’da Türkçülük Cereyanının maruf simaları, mebuslar ve Türkçü gençler bir içtima akdederek [toplantı yaparak] bir “Ziya Gökalp Cemiyeti” tesis etmişlerdir. Cemiyetin Birinci Reisliğine Sinop Mebusu sabık Sıhhiye Vekili Doktor Ziya Nur Bey, İkinci Reisliğine Zonguldak Mebusu Ragıp beyler bil ittifak intihap edilmişlerdir [seçilmişlerdir]. Cemiyet Ziya Gökalp Beyin bütün Türk şehirlerindeki muhiplerinden ve talebesinden taazzuv edecektir [meydana gelecektir]. Cemiyetin programı ve gayesi; Ziya Gökalp Beyin kitaplarının tabı [basımı], yazılarının ve hatıralarının cemi [toplanması] ve ihtifallerinin [törenlerinin] tertibi olacaktır.
Diğer taraftan “Türk Ocakları Merkez Heyeti ve Hars Heyeti” ve “Ziya Gökalp Cemiyeti” şu suretle derin teessürlerini ve hissiyat-ı taziyetkaranelerini ifade etmektedirler:
“Türklüğe ve Türk Ocaklarına ifa ettiği layemut [ölmez] hidmetler ile kalbimizde ebediyen yaşayacak bir minnet ve şükran hatırası bırakmış olan büyük âlim ve rehber Ziya Gökalp’in vefatı dolayısıyla Türk milletine en samimi taziyetlerimizi ve memleketin umumi kederine bütün mevcudiyetimizle iştirak ettiğimizi beyan ederiz.”
Anadolu Ajansı da şu satırlarla teessürlerini bildirmektedir:
“Türk vatanı en büyük ilim adamını kaybetti. Milli Mücadelenin ruhu ve istinatgâhı olan milliyet fikirlerini neşretmek hususunda Ziya Gökalp Beyin ifa ettiği hidmetler Türk milletinin kalbinde ebedi bir minnet bırakmıştır. Anadolu Ajansı bu büyük ziya [kayıp] karşısında duyduğu derin teessürleri beyan ve Türk milletini bütün ruhuyla taziye eder [başsağlığı diler].”
Üstadın son hayatına ait ajans tarafından verilen malumat ber-vech-i atidir [aşağıdadır]:
Ajans ve matbuat mensubini [mensupları] namına üstat Ziya Gökalp Beyi 23 Teşirinievvel’de [23 Ekim 1924] ziyaret eden Anadolu Ajansının İstanbul mümessili [temsilcisi] Edhem Hidayet Bey o günkü tarihle şu telgrafı ajansa göndermiştir:
“İstanbul: 23 [Ekim 1924] (A. A.)-Ziya Gökalp Beye gittim. Çok dalgın, etrafındakileri tanıyamaz bir halde idi. Hiçbir şey söyleyemiyor ve ızdırap alameti gösteriyordu. Dünkü konsültasyon neticesinde kati olmamak üzere dimağında iltihap olduğu teşhis edildiğini ve doktorların ümitvar bulunmadığını biraderi Nihad Bey ifade etti. Kemal-i teessürle arz ederim.”
Anadolu Ajansının üstadın hastalığına ve irtihaline dair müteakip telgrafları da ber-vech-i atidir [aşağıdadır]:
İstanbul: 24 [Ekim 1924] (A. A.)-Ziya Gökalp Beyin vaziyet-i sıhhiyesine [sağlık durumuna] dair bu akşamki tabip raporu ber-vech-i atidir:
“Hastanın ahval-i umumiyesi git gide kesb-i vahamet ediyor. Hastalık süratle seyrini takip ediyor. Ziya Bey artık etrafındakileri tanımıyor. Kalp mukavemet ediyor. Hastalığın vahameti bütün kuvvetiyle bakidir.” [2]
DİP NOTLAR
[1] https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/bilgi/ziya-gokalp-1876-1924/
[2] Hâkimiyet-i Milliye, 26 Teşrinievvel 1924, No: 1256, s. 1, sütun: 2-3
Saltanatın Kaldırılmasına Dair Türkiye Büyük Millet Meclisinin Genel Kurul Kararı
Mustafa Kemal Paşa’nın Neue Freie Presse Muhabirine Cumhuriyet Hakkında Beyanatı [Demeci]
Büyük Âlim Ziya Gökalp’in Vefatı
En Çok Okunanlar
- Türkler ve Zaferleri2 yıl ago
Anafartalar Kumandanı Mustafa Kemal ile Mülakat [Görüşme] (1)
- Maarifimizde İstikamet2 yıl ago
AİLE KUCAĞINDA VATAN TERBİYESİ
- Türk Tarihi3 yıl ago
6 EKİM İSTANBUL’UN KURTULUŞ GÜNÜ
- Türk İstiklâl Mücadelesi2 yıl ago
LOZAN BARIŞ ANTLAŞMASI
- Tarihi Toplantılar3 yıl ago
İSTİKLÂL MARŞI’NIN YAZILIŞI ve MİLLÎ MARŞ OLARAK KABULÜ
- Mustafa Kemal Atatürk3 yıl ago
GAZİ MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN KONYA TÜRK OCAĞI’NDA YAPTIĞI KONUŞMA
- Türk İstiklâl Mücadelesi2 yıl ago
Mustafa Kemal Paşa’nın Sivas Kongresi’ni Açış Konuşması (4 Eylül 1919)
- Maarifimizde İstikamet3 yıl ago
1998 İLKÖĞRETİM SOSYAL BİLGİLER DERSİ ÖĞRETİM PROGRAMI 6’NCI SINIF TÜRKİYE TARİHİ ÜNİTESİ AMAÇLARININ KAZANILMIŞLIK DÜZEYİ (Kastamonu Örneği)