Türk İstiklâl Mücadelesi
TÜRK İSTİKLAL HARBİNDE 5. SÜVARİ KOLORDUSU KUMANDANI FAHRETTİN ALTAY PAŞA’NIN ANLATIMIYLA BÜYÜK TAARRUZ’DA TÜRK SÜVARİSİ (2)

Published
3 yıl agoon
By
drkemalkocak
GİRİŞ
Türk İstiklal Harbi Batı Cephesinde; Birinci İnönü (6-11 Ocak 1921), İkinci İnönü (26-31 Mart 1921) olmak üzere İnönü Muharebeleri, Kütahya-Eskişehir Muharebeleri (10-25 Temmuz 1921), Sakarya Meydan Muharebesi (23 Ağustos-13 Eylül 1921), Büyük Taarruz (26 Ağustos-18 Eylül 1922), Büyük Taarruzun bir safhası olarak Başkumandanlık Meydan Muharebesi (30 Ağustos 1922) cereyan etmiştir.
Büyük Taarruz’da I. ve II. Ordu ile 5. Süvari Kolordusu harp etmiştir. 5. Süvari Kolordusunun kumandanı Fahrettin [ALTAY]’dır. [1]
Büyük Taarruz’da İzmir’e ilk giren ve İzmir Hükumet Konağına Türk Bayrağını çeken Yüzbaşı Şerafettin Bey, [5. Süvari Kolordusu 2. Süvari Tümeni 4. Alay 2 Bölük subaylarından takım komutanı] ile arkadaşları Teğmen Ali Rıza AKINCI ve Teğmen Hamdi YURTERİ’ye rahmet, minnet ve şükranlarımızı sunarak; Türk süvarilerinin İzmir’e girişi ve İzmir Valilik Konağına Türk bayrağının çekilişini kahramanımız Yüzbaşı Şerafettin Bey’in gözlemleri ve tespitleri çerçevesinde, perde arkasıyla, günü gününe yaşanan hatıraların ışığında ve biraz da sohbet lezzetiyle farklı bir görünüm hâlinde açmaya, [Büyük Taarruz, 30 Ağustos Hatıraları, Türk Süvarilerinin İzmir’e Girişi, İzmir’in Yunan İşgalinden Kurtuluşu] günlerini yeniden yaşama ve yaşatma yolunda karınca misali gayret gösterilmiştir.
T.C. İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük Dersi Öğretim Programı (Ortaokul 8. Sınıf)nda “Millî ve dinî bayramlar, mahallî kurtuluş ve kutlama günleri, önemli olaylar, belirli gün ve haftalardan yararlanılarak öğrencilerin tarihsel duyarlılıkları ile Türk milletine, Türk devletine, Türk vatanına ve Türk bayrağına sevgi, saygı ve takdir duyguları geliştirilmelidir.” [2] ve Ortaöğretim T.C. İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük Dersi Öğretim Programında “Ders içeriğine uygun olacak şekilde yerel tarih ile ilgili araştırma görevleri vererek öğrencilerin yerel tarihi ve yakın geçmişi millî tarih ile ilişkilendirmeleri sağlanmalı, bu yolla öğrencilerde millî bilinç ve tarih duyarlılığı oluşturmaya çalışılmalıdır.” [3] yönergeleri yer almaktadır.
Milli bilinç ve tarihsel duyarlılık kazanılmasına ve geliştirilmesine katkıda bulunmak üzere, Büyük Taarruz’da 5. Süvari Kolordusu Kumandanı Fahrettin [ALTAY]’ın anlatımıyla “Büyük Taarruz’da Türk Süvarisinin Kahramanlıkları”nı sunuyoruz. Metinde geçen şahıs ve yer adları, yerel tarih-milli tarih bağlamında bütünleyici/birleştirici tarih anlayışına katkıda bulunmak üzere incelenip değerlendirilmeye muhtaçtır. Mesela; Ahır dağlarından iki süvari tümeninin bir gecede geçip Yunan ordusunun arkasına sarkmasına hizmet eden Tokuşlar köyü halkı ve özellikle Hüseyin Ağa’nın hatıralarını bilenimiz, anlayıp yaşayan ve yaşatan kaç kişidir?..
—***—
Büyük Taarruzda Türk süvarisi
Taarruzun Üçüncü Günü
(28 Ağustos 1922)
Gece yarısı Ulucak köyünü geçen 2 nci Tümenin bir alayı, yolunu şaşırmış, Kütahya istikametinde çekilen bir ikmal kolunu dağıtarak, tümenine katılmıştı. Sonradan, bu tümenin başında hareket eden birlikler, General Trikopis’in çekilen kuvvetleriyle çarpışmalar, biraz sonra düşmanın bir tümeni yayılarak taarruza başladığı gibi birçok bataryaları da şiddetli bir atışa geçmişlerdir. Ulucak Doğusunda mevzie girmiş olan süvari bataryası, bu ateşten fazlaca müteessir olmuştur. 2 nci Tümen İlbulak Dağına doğru çekilerek, diğer iki alayla birleşmiş ise de, zayiatı fazla olmuştur.
Şiddetli bir topçu ateşine maruz kalan tümen bataryası, Ulucak‘a çekilirken, isabet eden mermilerden fazlaca hasara uğramıştı. Gece yürüyüşünün verdiği yorgunluğa bakmayarak ve iaşe de yapamayarak, bu sabah mühim işler gören bu kahraman tümen, öğleden sonra Ulucak köyünde toplandı.
14 üncü Tümense, hareketlerinde biraz gecikmiş olduğundan, gece Beşkimse’ye gelirken, bir düşman kolunun ateşine uğramış, daha Batıdan dolaşmaya mecbur olmuş, ancak sabah olduktan sonra Ulucak köyüne gelebilmişti.
Yarın için bu geceden bir emir vermek mümkün olamadı. Durumun açılması için sabahı beklemek lazım geldi. 2 nci Tümene, yarın istirahat ederek, kendini yeniden düzenlemesi ve etrafını keşfettirmesi, 14 üncü Tümene de, harekete hazır olması bildirildi.
Taarruzun dördüncü günü
(29 Ağustos 1922)
Bu sabah alınan haberlerden, Yunanlıların Dumlupınar’a doğru çekilmeye devam ettiği anlaşıldığından, onlarla yeniden temasa gelmek ve üzerlerine saldırmak için, 14 üncü Tümen Çırlayık istikametine sürüldü. Biraz sonra, Kuzeyden Altıntaş‘a doğru, büyücek bir süvari kolunun ilerlediği görüldü. Az sonra, 2 nci Ordumuzun emrindeki mürettep süvari tümeni olduğunu anladık. Öğleden sonra, 14 üncü Tümenin yanına ve Çalköy‘ün kuzeyindeki tepeye gittim. Düşmanın Hamırköy‘le Küçükköy arasından, batıya doğru çekilmekte olduğu görülüyordu.
14 üncü Tümene Çalköy üzerinden, bu düşman kollarına saldırması için emir verdim. Topçusu ateşe başladı. Fakat ne çare ki, elinde ancak otuz mermisi kalmıştı. Akşama doğru düşman çok sıkıştırılmış, baştaki bölük komutanı Yzb. Şekip, büyük bir kahramanlıkla, karanlık basarken, düşmanın intizamını kaybeden yığınları içine dalmış, birçoğunu kılıçtan geçirmiş, birçoğunu da esir almışsa da, o sırada şehit düşmesi ve karanlığın çökmesi, bu muvaffakiyetin bir netice bulmasına engel olmuştu.
Gece, bizden iki gün ayrı kalan 1 inci Süvari Tümeni, Kolorduya iltihak etti. Kaçan düşmanı takip eden İkinci Ordumuzun birlikleriyle, bu bölgede temasa geldik. Kolorduyu, Murat Dağının Kuzeybatısında, düşmanın yolunu kesmek üzere Belova gediğine yöneltmeyi uygun bulduk.
Taarruzun beşinci günü
(30 Ağustos 1922)
Sabahleyin, Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa, yanıma gelerek, geçmek üzere olan hastalığımı gördü. Tümenlerin harekâtını görerek, beğendi ve düşmanın artık tutunamayacağı kanaatını bildirdi.
14 üncü Tümen Şıhlar‘a varınca, Belova gediğinin önündeki Saraycık köyünün ve civardaki ormanların, düşman tarafından tutulmuş olduğunu görerek, buraya saldırmış; Tokol’a varan 2 nci Tümen de, bu haberi alarak gediğe doğru sokulmuş ve düşmanı sıkıştırmıştı. Karanlık basıncaya kadar muharebe devam etti. Bugün, Çalköy civarında, şimdiki zafer anıtının bulunduğu tepeciğe gelen Başkumandan, düşmanın perişanlığını görmüş ve bizzat emirler vererek, Aktepe‘de düşmanı sardırmış, kesin hezimete uğratarak, hepsini esir almış, Başkumandan Meydan Muharebesi adı verilen ve beş gündür devam eden Dumlupınar Savaşını zaferle neticelendirmiştir.
Bu akşam, Aslanlar köyüne gelir gelmez, Belova gediğindeki muharebe haberini aldım ve tümenlere şu emri verdim:
Sarılmış olan düşmanı yok etmek veya esir almak için, 14 üncü Tümen Belova gediğine taarruz edecek, 2 nci Tümen Çukurevren‘e ilerleyecek, 1 inci Tümen de Cebrail köyüne gelerek, 2 nci Tümenle irtibatta bulunacak ve Gediz Vadisini kapatacaktı.
Taarruzun Altıncı Günü
(31 Ağustos 1912)
Bugün, ormanlık ve sarp arazide düşman sıkıştırılarak, birçoğu esir edilmiş, ancak bir kısmı Murad dağının ormanları arasında dağılıp, Uşak‘a doğru kaçmıştır, Esirler arasında bir Albay, General Trikopis ile Diyenis‘in ve birçok tümen kumandanlarının, ellerinde hiçbir kıta kalmadığından, hayatlarını korumak için ormanlar arasından Uşak‘a doğru kaçtıklarını söylemiştir. Burasını daha Batıdan sarmak maksadıyla, bu akşam tümenlere verdiğimiz emirle 1 inci Tümen yarın Hamidiye Hanı‘nı tutarak, Uşak yoluna hâkim olacak, 2 nci Tümen 1 incinin arkasına yanaşacak ve 14 üncü Tümen de Gediz güneyine ilerleyecekti.
Taarruzun Yedinci Günü
(1-2 Eylül 1922)
Bugün tümenler emredilen hedeflere vardılar. Oraya, buraya gizlenmiş bazı düşman birliklerini yakaladılar. Kolordu ile Gediz‘e gelerek, ilçede hükumeti kurduk. Kolordunun iaşe tedbirlerini aldık. Bu akşam Uşak‘ın alındığı, düşman generallerinin ve ordusunun büyük bir kısmının esir edildiğini öğrendik. Bu haber, bizim hareket istikametimizi Alaşehir Ovasına çevirdi. Önümüzdeki arazi dağlık ve yolları fena idi. Bir an evvel Alaşehir Ovasına inmek için, tümenlere şu emri verdim: Yarın, 2 nci Tümen Derbent‘e, 1 inci Tümen Silindi‘ye, 14 üncü Tümen Orhanlar‘a varacak ve 4 Eylül’de Kula‘ya hareket edeceklerdir.
Taarruzun Sekizinci Günü
(3 Eylül 1922)
2 nci Tümen, rastladığı düşman müfrezesini çabuk yok etti. Uşak hizasını da geçtiğimiz halde, buralarda olduğunu sandığımız düşman süvari tümeni hiç görülmedi. İzmir’e girdiğimiz zaman, elimize geçen Yunan depolarında, sandıklar içinde Avrupa’dan gelmiş üç bin yeni eğer takımı bulduk; her nedense Yunanlılar, bu eğerleri vaktinde cepheye gönderip, süvari tümenlerini donatmamışlardı.
Taarruzun Dokuzuncu Günü
(4 Eylül 1922)
Bugün 2 nci Süvari Tümeni Kula’ya girerken, buradaki zayıf bir düşman kuvvetinin kasabayı yakmak istediğini görerek, buna meydan vermeden düşmanı ortadan yok etmiş, kasabayı kurtarmıştı. Bu Tümenin Kumandanı, Kula‘ya yaklaşırken, yolda ordudan bize gönderilen bir emri alıp okumuş, bu emirde Süvari Kolordusunun, 4 Eylül akşamı Alaşehir batısına varması istenildiğini görünce, emri bize göndermekle beraber, kendisi Kula‘da biraz istirahatten sonra, Alaşehir istikametine hareketine devam etmiştir. Yolun geçtiği gediği, düşmanın tuttuğunu görmüş, daha Batıdan dolaşarak ovaya inmiş, Mendur köyünde gecelemişti.
1 inci Süvari Tümeni ile Kolordu Karargâhı da, akşamüzeri Kula‘ya vardı ve orada konakladı. Arkadan gelen 14 üncü Tümen Kumandanı, Tümeni daha batıda, kendi memleketi olan Menye‘ye götürmek müsaadesini istedi ve götürdü. Gece yarısına kadar istirahat edilerek, tam yarı gecede harekete başlamak üzere, tümenlere hazırlık emri verildi, fakat gece düşmanın Alaşehir’i yaktığını gözcülerimiz uzaktan görmüşlerdi.
Düşmanı yakalamak için 1 inci ve 14 üncü Tümenler, bu gece yarısı Salihli istikametinde yürüyüşe başlayacaklar, 2 nci Tümen Alaşehir batısında, Dereköy üzerinden Salihli‘ye ilerleyecekti. Bu gece Kolordu, 1 inci Ordu emrinden alınarak, Garp Cephesine bağlandı, İzmir istikametinde hareketle buranın işgali emrini aldı. Diğer bir emirde de, tümen kumandanlarının birer derece terfi ettikleri ve benim de Ferikliğe, yani Tümgeneralliğe yükselmiş olduğum bildiriliyordu.
Taarruzun Onuncu Günü
(5 Eylül 1922)
Gece yarısında yürüyüşe başlayan süvarilerimiz, Akdeniz havası almağa, kendilerini İzmir kapılarında görmeye başladılar. Yüksek sesle memleket havaları, zafer şarkıları söylüyorlar ve sesleri sabahın hafif Akdeniz rüzgârlarına karışıyor, atların kişnemeleriyle nal sesleri de bu ahengi tamamlıyordu. Mustafa Kemal Paşa’nın, hedef olarak verdiği Akdeniz‘e biran evvel ulaşmak emeli içinde süratle geçen, bu tatlı gece yürüyüşünü kolay kolay anlatamam size.
1 inci Tümene, 50, 2 nci Tümene 45, 14 üncü Tümene de 35 km’lik bir yürüyüş verilmişti. 1 inci Tümen gece yarısı harekete başladı. Kolordu Karargâhı bu Tümeni takip ediyordu. 14 üncü Tümen, bir gün evvel, Menye‘ye biraz geç varabildiğinden, ancak sabahleyin yürüyüşe başlamış olduğunu, ertesi günkü gecikmesinden anladık.
1 inci Tümenin öncü alayı Salihli istasyonuna varmış, buradaki muhafızların bir kısmını esir almışsa da, bir kısmı dağlara kaçmıştı.
Alay, bu muvaffakiyet sevinci içinde, verilen hedeften fazla yürümüş, biraz ilerde artık düşmanın kalmadığı zannına kapıldığından, Alaşehir cihetinden gelen düşmanın baskınına uğrayarak, zayiat vermişti. Sonradan öğrenildiğine göre, 2 nci Tümen sabahleyin Dereköy istasyonuna doğru ilerlerken, burada düşmanın mukavemetine uğruyor, arazi atlı hücumuna müsait olmadığından, yere inerek taarruza başlıyor, düşman topçusu oldukça şiddetli bir ateş açıyor ve bazı top mermileri, açık ovada, yedekteki hayvanların arasında patladığından hayvanlar ürküp dağılıyor ve gece kaldıkları köye doğru kaçmağa başlıyorlar.
Düşman ateş keserek çekiliyor, fakat askerler, hayvanları toplayıp getirmek için geri gitmeye mecbur oluyorlar ve bu yüzden gecikiyorlar. İşte buradan çekilen düşman treni Salihli‘ye yaklaşınca, istasyondan kaçanların verdikleri haber üzerine olacaktır ki, yere iniyorlar ve Salihli istasyonuna baskınla taarruza başlıyorlar. Nihayet, düşman istasyon civarını yakarak ve birçok harp malzemesi, top ve mühimmatı kısmen tahrip ederek, çekilmeye mecbur oldu. Ertesi günkü hareket için şöyle bir tertip almıştım: İki tümenle Bintepeler istikametinde ilerleyecektim, gerideki iki tümeninin de, Salihli üzerinden vadi boyunca ilerlemesini emrettim.
Taarruzun on birinci günü
(6 Eylül 1922)
Bu sabah, 1 inci ve 14 üncü Tümenler Bintepeler‘e yaklaşırken, 2 nci Tümen de Salihli‘ye ulaşmak üzere idi. Düşman yeniden top ateşiyle tümenlerimizi karşıladı. İki tümen Bintepeler‘e sokulurken, 2 nci Tümenin de bunlara yaklaşması emri verildi. Vadi boyunca, yalnız Kolordu Muhafız Süvari Bölüğü gönderildi. Bu sırada 1 inci Kolordunun ileri sürdüğü öncüleri de geldiğinden, demiryolu bunlara bırakılarak, Süvari Kolordusu Bintepeler‘i zorladı, düşmanı çekilmeye mecbur etti. Süvari Muhafız Bölüğü de Sart istasyonunu aldığını bildiriyordu; anlaşıldı ki düşman Milne Hattında da tutunamıyor ancak artçı muharebeleriyle kendini korumaya çalışıyordu. 14 üncü Süvari Tümeninden alınan bir raporda, ihtiyat cephanesinin de sarf edildiğinden, bunun nereden ikmal edileceği soruluyordu. Bu yazının altına, kısaca (kılıca kuvvet!) yazarak iade ettim. Köylü halk dağa kaçmış, yiyecek kalmamış, yorgunluktan hayvanlar yollarda dökülmeye başlamıştı. Askerler hayvanlarından inerek zorla yedekte götürüyorlardı. Hayvanların manevi kuvveti olmadığından, insanlardan ziyade yoruluyorlardı. Balıkesir üzerinden yeni bir yardımın gelip gelmediğinin keşfi için, Akhisar’a bir süvari bölüğü gönderildi.
Tümenlere de yarın Mütevelli, Koldere, Sinirli‘ye varmak üzere hareket emri verildi. Bu hareketten maksadımız, piyadelerimiz Turgutlu-Nif üzerinden İzmir istikametinde ilerlerken Manisa bölgesinde toplanması muhtemel bir düşman kuvvetine karşı, ordumuzun sağ yanını muhafaza etmekti.
You may like
Mareşal Mustafa Fevzi Çakmak’ın 30 Ağustos Zaferine ve İzmir’in Kurtuluşuna Ait Hatıraları
Kılıç Ali’nin Anlatımıyla Dr. Reşit Galip Olayı
Birinci İnönü Muharebesi (6-11 Ocak 1921)
Mustafa Kemal Paşa ve Temsil Heyetinin Ankara’da Karşılanışı
Gazi̇ Mustafa Kemal Paşa’nın “Dumlupınar Meçhul Asker Anıtı”nin Temel Atma Töreni̇nde Yaptığı Konuşma
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ’NİN AÇILIŞI (23 Nisan 1920)
Türk İstiklâl Mücadelesi
Saltanatın Kaldırılmasına Dair Türkiye Büyük Millet Meclisinin Genel Kurul Kararı

Published
4 ay agoon
Kasım 17, 2024By
drkemalkocak
(1 Kasım 1922)

Sadrazam Tevfik Paşa 17 Ekim 1922’de Mustafa Kemal Paşa’ya çektiği telgrafta [1], Büyük Zafer’i saltanat makamı ile Babıâli’ye varlığını sürdürecek bir unsur olarak görmüş, hatta Barış Konferansı’nda İstanbul Hükûmetinin yanında yer almak suretiyle Ankara’nın son vazifesini yapmasını bekler vaziyette bulunmuştur. Mustafa Kemal Paşa, Tevfik Paşa’nın telgrafına cevap olmak üzere TBMM’nin İstanbul’daki siyasî temsilcisi Hamit Bey’e Bursa’dan çektiği 18 Ekim 1922 tarihli telgrafta [2], “…Teşkilât-ı Esasiye Kanunu ile şekil ve mahiyeti taayyün eden Türkiye Devletinin tarihi teessüsünden beri Türkiye mukadderatına vaziülyet ve bundan mes’ul yalnız ve ancak Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükumeti olduğu”nu belirtmiş, aynı kanun gereğince Türkiye’yi konferansta TBMM Hükûmeti’nin temsil edeceğini bildirmiştir. Hamit Bey, Gazi Paşa’nın talimatı doğrultusunda Tevfik Paşa’ya tebligatta bulunmasına rağmen sonuç elde edememiştir.
27 Ekim 1922’de İngiliz, Fransız, İtalyan temsilcileri ayrı ayrı verdikleri şifahi notalarla İstanbul ve Ankara Hükûmetlerini aynı anda, 13 Kasım 1922’ de İsviçre’nin Lozan şehrinde yapılacak konferansa davet ettiler. 23 Ekim’de Ankara bu daveti kabul ettiğini bildirmiş, 29 Ekim’de Tevfik Paşa tarafından TBMM Başkanlığına çekilen telgrafta[3], birlikte katılma teklifinde bulunulmuştur.


Mustafa Kemal Paşa, Barış Konferansı’nda ikiliği ortadan kaldırmak için saltanatın hemen kaldırılması doğrultusunda kararını vermiştir. Bu konuda Rauf Bey ile Kâzım Karabekir Paşa’dan kararının uygun olduğuna dair meclis kürsüsünde konuşma yapmalarını istemiştir. Bu istek kabul görmüş, hatta Rauf Bey daha ileri giderek bu günün bayram ilân edilmesini teklif etmiştir.

Sadrazam Tevfik Paşa’nın barış konferansına birlikte katılma teklifi TBMM’de büyük tepki ile karşılanmıştır. Bu konu, 30 Ekim 1922 tarihindeki birleşimde görüşülmüştür. Vahideddin’in ve Hükûmetlerinin Millî Mücadeledeki karşı icraatları açıklanarak saltanat makamını suçlayan konuşmalar yapılmıştır. Bu sebeple kimi mebuslar İstanbul Hükûmetinin konferansa katılma haklarının bulunmadığını ifade ederken, kimileri de İstanbul Hükûmetinin yok sayılmasını ve hatta saltanatın kaldırılmasını istemişlerdir. Aynı birleşimde saltanatın kaldırılmasına dair Dr. Rıza Nur ve arkadaşlarınca verilen 81 imzalı altı maddelik önerge [4] Meclis Başkanlığına sunulmuş, 131 kabul, 2 ret, 3 çekimser oya karşılık çoğunluk sağlanamadığından işlem tamamlanamamış ve 1 Kasım Çarşamba günü tekrar oylama yapılmak üzere oturuma son verilmiştir. TBMM’nin çalışmalarına ara verdiği 31 Ekim Salı günü Müdafaa-i Hukuk Grubu toplantısında Mustafa Kemal Paşa, saltanatın kaldırılmasının mecburi olduğuna dair açıklamada bulunmuştur. 1 Kasım Çarşamba günkü 130. birleşimin birinci oturumunda konu tekrar gündeme getirilmiştir.

Dr. Rıza Nur ve arkadaşları önergelerinin altıncı maddesine yönelik değişiklik teklifinde bulundular[5]. Teklifte, hilâfetin Türklere, özellikle Osmanlı hanedanına ait olduğu kabul edilmiş ve halifenin ne şekilde, kim tarafından belirleneceğine açıklık getirilmiştir. İkinci Grup liderlerinden Hüseyin Avni (Ulaş) Bey ve arkadaşlarınca verilen 26 imzalı iki maddelik bir önergede[6], İstanbul Hükûmetinin 16 Mart 1920’den itibaren tarihe karıştığı belirtilmiş olmasına rağmen saltanatın kaldırılmasına yönelik herhangi bir açıklamada bulunulmamıştır. Bu önerge sadece İstanbul Hükûmeti’ni hedef almıştır. Mustafa Kemal Paşa her iki teklif üzerinde yapmış olduğu uzunca konuşmasında hilâfetle saltanatın birbirinden ayrılabileceğini, tarihten örnekler vererek açıklamış neticede söz konusu tekliflerin Şer’iye, Adliye ve Kanun-ı Esasi encümenlerinden meydana gelen ortak komisyona havalesi kabul olunarak birinci oturuma son verilmiştir.
Teklifler, ortak komisyonda görüşülürken, durumu yakından takip eden Mustafa Kemal Paşa, toplantı odasına girerek komisyona hitaben bir konuşma yapmıştır. Konuşmasında; hâkimiyet ve saltanatın kuvvet ve kudretle alınabileceğini, milletin ayaklanarak zaten bunları elde ettiğini, yapılacak işin fiili durumu resmîleştirmekten ibaret bulunduğunu, aksi takdirde bazı kafaların kesileceğini ifade etmiştir. Bu konuşmayla aydınlanan komisyon üyeleri, bu görüşler doğrultusunda bir karar tasarısı metni hazırlayıp meclis başkanlığına sunmuşlardır.
TBMM Genel Kurulunun 130. birleşiminin ikinci oturumunda ittifakla kabul edilen iki maddelik “TBMM’nin Hukuk-ı Hâkimiyet ve Hükümranının Mümessil-i Hakikisi Olduğuna Dair Hey’et-i Umumiye Kararı”na [7] göre; saltanatla hilâfet birbirinden ayrılmış, saltanat kaldırılmış, hilâfetin varlığı korunmuş, hilâfet makamının Osmanlı hanedanına ait olduğu, ilim ve ahlâk bakımlarından hanedanın en iyi ve en olgun mensubunun bu makama TBMM tarafından seçileceği belirtilmiştir. Aynı kararda İstanbul Hükûmetinin varlığına son verilmiştir.
Türkiye Büyük Millet Meclisinin Hukuk-ı Hâkimiyet ve Hükümranının Mümessil-i Hakikisi Olduğuna Dair Hey’et-i Umumiye Kararı
Numara: 308
Birkaç asırdır Saray ve Bab-ı Âlinin cehâlet ve sefâhati yüzünden devlet azim felâketler içinde müthiş bir surette çalkandıktan sonra nihayet tarihe intikal etmiş bulunduğu bir anda, Osmanlı İmparatorluğunun müessisi ve sahib-i hakikisi olan Türk milleti, Anadolu’da hem harici düşmanlarına karşı kıyam etmiş hem de o düşmanlarla birleşip millet aleyhine harekete gelmiş olan Saray ve Bab-ı Âli aleyhine mücâhedeye atılarak Türkiye’de Büyük Millet Meclisi ve onun Hükûmeti ve ordularını bitteşkil harici düşmanlar, Saray ve Bab-ı Âli ile fiilen ve müsellahan ve malum müşkilât-ı şedide ve mahrumiyet-i elime içinde cidâle girişmiş, bugünkü halâs gününe vasıl olmuştur.
Türk milleti, Saray ve Bab-ı Âlinin hıyanetini gördüğü zaman Teşkilât-ı Esasiye Kanununu ısdar ederek onun birinci maddesiyle hâkimiyeti padişahtan alıp bizzat millete ve ikinci maddesiyle icrai ve teşri kuvvetleri onun yed-i kudretine vermiştir. Yedinci madde ile de harp ilânı, sulh akdi gibi bütün hukuk-ı hükümraniyi milletin nefsinde cem eylemiştir.
Binaenaleyh; o zamandan beri eski Osmanlı İmparatorluğu tarihe intikal edip yerine yeni ve milli bir Türkiye devleti, yine o zamandan beri padişahlık merfu olup yerine Türkiye Büyük Millet Meclisi kaim olmuştur. Yani bugün İstanbul’da bulunan heyet mevcudiyetini usulen himaye edecek hiçbir meşru ve gayr-i meşru ecnebi kuvvete ve müzâheret-i milliyeye malik olmayıp bir zıll-ı zâil halindedir. Millet, şahsi hükümranlık ve saray halkı ve etrafının sefâhati esası üzerine müessis bir saltanat yerine, asıl halk kitlesinin ve köylünün hukukunu himaye ve saadetini tekeffül eden bir halk Hükûmeti idaresi tesis ve vaz’edilmiştir.
Hal böyle iken İstanbul’da düşmanlarla teşrik-i mesâi etmiş olanların elan hukuk-ı hilâfet ve saltanat ve hukuk-ı hanedandan bahs eylemelerini görmekle müstekreh-i hayret bulunuyoruz. Tevfik Paşanın telgrafı kadar garip ve acayip ve hilâf-ı mavaka’ı bir vesika tarihte nadir görülmüştür. Binaenaleyh Türkiye Büyük Millet Meclisi bervechi ati mevadı neşr ve ilâna karar vermiştir:
1-Teşkilât-ı Esasiye Kanunuyla Türkiye halkı, hukuk-ı hâkimiyet ve hükümranisini mümessil-i hakikisi olan Türkiye Büyük Millet Meclisinin şahsiyet-i maneviyesinde gayr-i kabili terk ve tecezzi ve ferağ olmak üzere temsile ve bilfiil istimale ve irade-i milliyeye istinad etmeyen hiçbir kuvvet ve heyeti tanımamağa karar verdiği cihetle Misak-ı Milli hudutları dâhilinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmetinden başka şekl-i Hükûmeti tanımaz. Binaenaleyh Türkiye halkı, hâkimiyet-i şahsiyeye müstenid olan İstanbul’daki şekl-i Hükûmeti 16 Mart 1336’dan itibaren ve ebediyen tarihe müntakil addeylemiştir.
2-Hilâfet; Hanedan-ı Âli Osman’a ait olup halifeliğe Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından bu Hanedanın ilmen ve ahlâken erşed ve eslâh olanı intihap olunur. Türkiye devleti makam-ı hilâfetin istinatgâhıdır.
1-2 Teşrinisani 1338 [1-2 Kasım 1922]
DİP NOTLAR
[1] T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, 30.10. 1338, Devre: 1, Cilt: 24, İçtima Senesi: 3, s. 269; Kemal Atatürk, Nutuk Cilt: III Vesikalar, Vesika: 260, MEB Devlet Kitapları, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1982, s.1236-1237
[2] Kemal Atatürk, Nutuk Cilt: III Vesikalar, Vesika: 262, MEB Devlet Kitapları, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1982, s.1237
[3] T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, 30.10. 1338, Devre: 1, Cilt: 24, İçtima Senesi: 3, s. 270; Kemal Atatürk, Nutuk Cilt: III Vesikalar, Vesika: 263, MEB Devlet Kitapları, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1982,s.1238-1239
[4] T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, 30.10. 1338, Devre: 1, Cilt: 24, İçtima Senesi: 3, s. 292-293
[5] T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, 1.11. 1338, Devre: 1, Cilt: 24, İçtima Senesi: 3, s. 304
[6] T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, 1.11. 1338, Devre: 1, Cilt: 24, İçtima Senesi: 3, s. 304-305
[7] T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, 1.11. 1338, Devre: 1, Cilt: 24, İçtima Senesi: 3, s. 313-314; Büyük Millet Meclisi Kavanin Mecmuası, Cilt:1, s. 487-488; Bekir Sıtkı Yalçın-İsmet Gönülal, Atatürk İnkılâbı Kanunlar-Kararlar Tamimler-Bildiriler Belgeler-Gerekçe ve Tutanaklarıyla- Kültür ve Turizm Bakanlığı, Ankara 1984, s. 286-288
Türk İstiklâl Mücadelesi
Mustafa Kemal Paşa’nın Neue Freie Presse Muhabirine Cumhuriyet Hakkında Beyanatı [Demeci]

Published
5 ay agoon
Ekim 26, 2024By
drkemalkocak
(22 Eylül 1923)
Giriş
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Gazi Mustafa Kemal [ATATÜRK] önderliğinde gerçekleştirilen Türk İstiklal Harbi/Milli Mücadele’den sonra kurulmuştur. Türk Milletinin bağımsızlığını kazanmasından sonra Gazi, zaman zaman yurt gezilerine çıkmıştır. Bu gezilerinde, Millî Mücadele sırasında düşmana karşı omuz omuza birlikte mücadele ettiği milleti ile daha yakından temas kurma imkânına kavuşmuştur. Gezilerinden, uzun süren harplerden yeni çıkmış olan halka moral vermiş, yeni kurulan “Türk Milletinin/Milli Kültürümüzün” muasır medeniyetler seviyesine ulaşması için yapılması gerekenler hakkında, kulluk/kölelikten kurtularak hürriyetine kavuşan vatandaşları bilgilendirmiş, yapılan inkılâpların uygulanışını görmüş ve yapılacak inkılâplarla hakkında kamuoyu oluşturmuştur. İhtiyaç duyduğu kamuoyu desteğini sağladığına kanaat getirdikten sonra, yapmak istediği inkılâpları Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sunmuş ve uygulamaya/hayata geçirmiştir.

Bu sebeple Gazi’nin yurt gezileri yanında yabancı asker ve siyasi temsilciler ve gazetecilerle temas ve görüşmeleri, genellikle önemli siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel değişim ve gelişmelerin yaşandığı/yaşanacağı günlerin öncesi veya sonrasında gerçekleşmiş olması bakımından anlamlıdır. Bu kapsamda, Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın Nöye Fraye Prese [Neue Freie Presse] adındaki Avusturya gazetesi muhabirine verdiği “Cumhuriyetin ilanını öngören” demeç, Osmanlı Türkçesi ile yayımlandığı [Hâkimiyet-i Milliye, 27 Eylül 1923, No: 926, s. 1, sütun: 1-3]’ten çevrim yazı olarak aşağıda sunulmuştur.
***

Büyük Millet Meclisi Reisi Başkumandan Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’nin Viyana’da münteşir [yayımlanan] “Nöye Fraye Prese” [Neue Freie Presse] namındaki Avusturya gazetesine vaki beyanatının asıl metni.
Ankara, 26 [Eylül 1923], (A. A.) – İki üç günden beri Ankara ve İstanbul gazetelerinde Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’ne atfedilen beyanat, salahiyettar olmayan zevat tarafından neşredilmiştir [yayımlanmıştır]. Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’nin şehrimizde bulunan Nöye Fraye Prese Muhabiri Mösyö Jozef Hans Lazar’a vaki olan beyanatı aynen ber-vech-i atidir [aşağıdadır]:
Muharririn [yazarın], Türkiye Teşkilatı Esasiye Kanunu’ndaki müstakbel tadilatın [gelecekteki değişikliğin] ne olacağı hakkındaki sualine [sorusuna] Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri şu suretle cevap vermiştir:
–Yeni Türkiye Teşkilatı Esasiye Kanunu’nun ilk maddelerini size tekrar edeceğim:
“Hâkimiyet bila kaydu şart [kayıtsız şartsız] milletindir. İcra kudreti, teşri kudreti [kanun yapma] salahiyeti, milletin yegâne hakiki mümessili [temsilcisi] olan Meclis’te tecelli etmiş ve toplanmıştır.“
Bu iki maddeyi bir kelimede hülasa etmek kabildir [özetlemek mümkündür]: “Cumhuriyet“.
Yeni Türkiye’nin umur-ı teceddüdü [yenileşme işi] daha nihayet bulmamıştır. Ancak yolun sonuna kadar gidilmelidir. Harpten sonra Türk Teşkilatı Esasiye’sinin inkişafı [gelişmesi] henüz kati bir şekil almış addedilemez [sayılamaz]. Tadilat [değişiklikler] ve tashihat [düzeltmeler] yapmak ve daha mükemmel bir hale getirmek elzemdir. İkmaline [tamamlanmasına] başlanan bu iş henüz bitmemiştir. Kısa bir zaman zarfında Türkiye’nin bugün fiilen almış bulunduğu şekil kanunen de tespit edilecektir. Yakın bir atide [gelecekte] bu meseleye ait hükûmet teklifatı [teklifleri] Meclis’e arz edilecektir. Bu teklifatın [tekliflerin] bütün mevadı [maddeleri] Teşkilatı Esasiye Kanunu’nun inkişaf [gelişme] ve ikmaline [tamamlanmasına] ait bulunacaktır.
Bütün Avrupa ve Amerika’daki cumhuriyetler nasıl esas itibariyle yekdiğerinden ayrı değilse ve aralarındaki fark nasıl yalnız şekle ait bulunuyorsa, Türkiye’nin da bu cumhuriyetlerden farkı sırf bir şekil meselesidir. Diğer cumhuriyet usulüyle idare edilen memleketlerde olduğu gibi bizim de hâkimiyete malik [sahip] bir parlamentomuz vardır. Yalnız bizde Büyük Millet Meclisi hem teşri [kanun yapma] hem de icrai salahiyete maliktir [icra salahiyetine sahiptir]. Başka yerde olduğu gibi, bizde de vekiller kendi vekâletlerine ait işlerden mesuldürler. Başka yerlerde yeni Türkiye devleti icra vekillerinin Millet Meclisi elinde bir oyuncak olduğu zannediliyor; bu, hatadır. Vekillerin mesuliyetine ve vazifesine ait meselede, Teşkilatı Esasiye Kanunu’nda yapılacak tadilat ile [değişikliklerle] tespit edilmiş olacaktır. Netice itibariyle reisicumhurdan, reisi hükûmetten [hükûmet reisinden] ve mesul vekillerden müteşekkil bir hükûmet teşkil edeceğiz.
Yeni Türkiye’nin payitahtı meselesine gelince, bunun cevabı kendiliğinden zahir olur [ortaya çıkar]: Ankara, Türkiye Cumhuriyeti’nin payitahtıdır.
S[ual] – Avrupa’da, Türkiye’nin Avrupa’ya ve Garplılığa [Batılılığa] husumeti [düşmanlığı] bulunduğu fikri vardır. Türk matbuatında da bu nokta hakkında bir münakaşa açılmıştı. Bu münakaşada Garplılık müdafaa ediliyor veya aleyhinde bulunuluyordu. Bu hususta ne düşünülüyor?
C[evap] – Asırlardan beri düşmanlarımız Avrupa akvamı [milletleri] arasında Türklere karşı kin ve husumet [düşmanlık] fikirleri telkin etmişlerdir. Garp zihinlerine yerleşmiş olan bu fikirler, hususi [özel] bir zihniyet vücuda getirmişlerdir. Bu zihniyet hala her şeye ve bütün hadisata [hadiselere] rağmen mevcuttur. Ve Avrupa’da hala Türk’ün her türlü terakkiye [ilerlemeye] hasım [düşman] bir adam olduğu, manen ve fikren inkişafa [gelişmeye] gayr-i müstaid [kabiliyetsiz] bir adam olduğu zannedilmektedir. Bu, azim [büyük] bir hatadır. Cevabımı basitleştirmek için size şu misali serdedeceğim [vereceğim]: Farz ediniz ki, karşınızda iki adam var; bunlardan biri zengin ve emrine her türlü vesait muhya [vasıtalar hazır], diğeri de fakir ve elinde hiçbir vasıta mevcut değil. Bu vesait fıkdanından [vasıta yokluğundan] başka ikincinin manevi ruhu da diğerinden hiç farkı ve maduniyeti [geriliği] yoktur. İşte Avrupa ile Türkiye yekdiğerine karşı bu vaziyettedir. Bizi madun [geri] olmaya mahkûm bir kavim olarak tanımakla iktifa etmemiş [yetinmemiş] olan Garp, harabiyetimizi [haraplığımızı] tacil [çabuklaştırmak] için ne yapmak lazımsa yapmıştır. Garp ve Şark [Doğu] zihinlerinde yekdiğeriyle muarız [çatışan] iki prensip mevzu bahs [söz konusu] olduğu vakit, bunun en mühim menbaını [kaynağını] bulmak için Avrupa’ya bakmalı. İşte Avrupa’da mütemadiyen [devamlı] olarak mücadele ettiğimiz bu zihniyet mevcuttur.
İmparatorluk zamanında sultanın hükûmetleri Türk milletinin Avrupa ile temasına mani olmak için ellerinden geleni yapmışlar ve milletin arzu ve iradesinden uzak ve ayrı olarak icray-ı hükûmet [hükûmet icra] etmişler ve Türk milletini terakkiden [ilerlemeden] hariç bırakmışlardır.
Biz milliyetperverler gözleri açık adamlarız. Gözlerimizi her gün daha ziyade açmakta ve gerek dâhilde ve gerek hariçte olup biteni görüyoruz. Milletimizin mütemeddin [medeni] milletlerle temasını teshil etmek [kolaylaştırmak] menafimiz [menfaatlarımız] mukteziyatındandır [gereklerindendir].
Bu temasın, münasebetlerin yeniden tesisini yalnız arzu etmekle kalmıyoruz, onları inkişaf ettirmek [geliştirmek] için her şeyi yapıyoruz. Bu tavrımız, çok açık ve tartışmasız olarak, Türklerin zenofobisi [yabancı korkusu] bulunduğu şeklindeki yanlış zannı çürütmektedir.
Matbuatla milliyetperver Türkiye’nin ecnebi [yabancı] düşmanı olduğu ilan edilirse, büyük bir hata irtikâp edilmiş [işlenmiş] ve hakikaten mevcut olan şeyin aksi iddia edilmiş olur.
İkinci noktaya gelince, yani Türk matbuatında da Garplılık [Batılılık] ve Şarklılık [Doğululuk] münakaşası açıldığına gelince, matbuat, istediği bahiste istediği veçhile [şekilde] tefsiratta [yorumlarda] bulunabilir. Matbuat, hiçbir veçhile [şekilde] tahakküm ve nüfuza tabi tutulamaz. Benim bu hususta şahsi nokta-ı nazarım [görüşüm] şudur ki, muhafazakâr olan ve bu hususta yalnız olan Tevhidi Efkâr’ın karşısında Türk matbuatının kesreti [çoğunluğu] var. Bu matbuat Garplılaşmak [Batılılaşmak] veçhesini [yönünü] müdafaa ediyor. Tevhidi Efkâr’ın fikri bizim inkişafımızın [gelişmemizin] Garp usulünde vaki olmasını tadil edemez [değiştiremez]. Onun hareketi Garp matbuatına karşı aksülamel [tepki] diye telakki [kabul] edilebilir. O Garp matbuatı ki, ekseriyeti [çoğunluğu] mukaddema [başlangıçta] bizim aleyhimizde bulunuyordu. Vaki olan tebeddülata [değişikliklere] rağmen eski metotlarını değiştirmiyorlar.
S – Lozan sulhu [barışı] hakkındaki fikr-i devletlileri [devletlilerinin fikri]?
C – Lozan sulhu heyet-i umumiyesi [bütünü] itibariyle bizi tatmin ediyor. Biz bu muahedeye [antlaşmaya] tamamıyla riayet edeceğiz. Buna rağmen şunu söylemekten kendimizi men edemeyiz ki, daha taleplerimiz vardır ve bunların kuvveden [düşünceden] fiile çıktığını ahiren [son zamanda] Avrupa akvamının [milletlerinin] zihinlerinde vaki olan Türkiye’ye müsait yeni bir temayül [eğilim] vasıtasıyla görmek istiyoruz.
Muallak mesail [meseleler] için dostane tarz-ı tasfiyeler [çözüm tarzları] bulunacağını ümit etmek istiyoruz. Uzak bir atide [gelecekte] değil yakın bir istikbalde [gelecekte] şimdiye kadar halledilemeyen mesailin [meselelerin] kati hal şekline iktiran ettiğini [kavuştuğunu] görmek istiyoruz.
[Hâkimiyet-i Milliye, 27 Eylül 1923, No: 926, s. 1, sütun: 1-3;
Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt: 16 (1924), Kaynak Yayınları, İstanbul, 2005, s. 117-119]
Türk İstiklâl Mücadelesi
Büyük Âlim Ziya Gökalp’in Vefatı

Published
5 ay agoon
Ekim 25, 2024By
drkemalkocak
[25 Ekim 1924]
Giriş
Türk sosyolojisinin kurucusu ve Türk milliyetçiliğinin en önemli düşünürlerinden biri olan Ziya GÖKALP [1], “bedenimin babası Ali Rıza Efendi, hislerimin babası Namık Kemal, fikirlerimin babası ise Ziya Gökalp’tir” sözünü sarf eden Mustafa Kemal ATATÜRK’ün en fazla etkilendiği kişiler arasında yer alır.
Vefatının 100. yıldönümünde Ziya Gökalp’i minnet ve rahmetle anarım. Bu münasebetle başta Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK olmak üzere Türk milleti, vatanı ve devleti uğrunda hizmet eden bilim, kültür, sanat, devlet, asker ve siyaset adamları ile Türk Mehmetçiklerinden bu dünyadan göç edenlere rahmet, hayatta olanlara sağlık, mutluluk ve başarılar dilerim.
Hafızalarımızı tazeleyip zihin jimnastiği yapmak amacıyla GÖKALP’in vefatının ertesi günü [Hâkimiyet-i Milliye, 26 Teşrinievvel 1924, No: 1256, s. 1, sütun: 2-3]’te yayımlanan “Hamdullah Suphi [TANRIÖVER],” ve “Ziya Gökalp Büyük Âlim Ziya Gökalp’in Ziyaı” başlıklı haber metinleri Osmanlı Türkçesi’nden çevrim yazı olarak aşağıda sunulmuştur.
***
ZİYA GÖKALP

“Ne elim bir haberle dilhunuz [içimiz kan ağlıyor]. Türk milliyetperverleri bir baş, hakiki bir mürşit kaybettiler. Türkçülük mefkûresinin bir meşalesi olan bu asil zekâ, kendi izinde yürüyecek binlerce muakkip [takipçi] bıraktı. Onun Türk tarihini, Türk içtimaiyatını, Türk harsını aydınlatan tahlil ve tasnif kuvveti, asırlardır ruhumuzda biriken karanlıkları derece derece eritmişti. Geçtiği yol evvelce bir izdi, şimdi bir şehrahtır [ana yoldur]. Türk vatanı en aziz evladından birini kaybetmekle taziye edilmek lazım gelen bir felakete uğradı. Ziya Gökalp’in hatırası önünde başlarımızı eğdiğimiz bu acı dakikalarda, tesellimiz odur ki, onun ufkumuzda dalgalandırdığı manevi bayrağı yere düşürmeyecek bir gençlik; memleketin her köşesinde bu imanın mahfuziyeti [korunması] için ayakta silahlanmış duruyor.” [2]
Hamdullah Suphi [TANRIÖVER]
***
BÜYÜK ÂLİM ZİYA GÖKALP’İN ZİYAI
Diyarbakır Mebus-ı Muhteremi; çok kıymetli eserlerini Türklüğe ve gençliğe hatıra bırakarak aramızdan ebediyen ayrılmıştır
Reisicumhurumuz ve İsmet Paşa hazeratı birer telgrafla merhum müşarünileyhin [adı geçenin] ailesine teessürlerini [üzüntülerini] iblağ buyurmuşlardır [bildirmişlerdir]. Bir Ziya Gökalp Cemiyeti teşkil edilmiştir.
***
Bir müddetten beri rahatsız bulunan ve son günlerde hastalığının şiddetlenmesi dolayısıyla hastahaneye nakledilen Diyarbakır Mebusu Ziya Gökalp Bey üstadımız dün [25 Ekim 1924] sabaha karşı irtihal-i dar-ı beka [ahirete göç] eylemiş ve bu müellim [elem veren] haber şehrimizde birden bire şayi olarak [duyularak] umumi ve derin bir teessürle [keder ve üzüntüyle] karşılanmıştır.
Reisicumhur Gazi Paşa Hazretleriyle Başvekil ve Hariciye Vekili İsmet Paşa Hazretleri merhum müşarünileyhin ailesine birer taziye telgrafı çekmek suretiyle teessürlerini iblağ buyurdukları gibi hükumet tarafından lazım gelenlere cenaze merasiminin pek mutantan bir surette icrası için de emirler verilmiştir.
İstanbul’da icra edilecek olan cenaze merasiminde Türkiye Büyük Millet Meclisi namına orada bulunan İkinci Reis Vekili Şarkikarahisar Mebusu Ali Sururi Bey hazır bulunacaktır. Merhum müşarünileyhin ailesine bu devreye ait olan tahsisatın kâmilen verilmesi ve ayrıca hidmet-i vataniye [vatana hizmet] tertibinden maaş tahsisi takarrür etmiştir [kararlaştırılmıştır]. Müdafaa-i Milliye Vekili Kazım Paşa Hazretleri ordu namına, beyan-ı taziyet edilmesini Üçüncü Kolordu Kumandanlığına ve Maarif Vekili Vasıf Bey Efendi de cenaze merasiminin icra edildiği gün bütün mekteplerin kapatılmasını ve bilumum muallimlerle talebelerin merasime iştirak etmelerini İstanbul’daki memurin-i aidesine emreylemişlerdir.
Vasıf Bey Efendi merhumun ailesine çektikleri telgrafta; kendisiyle beraber bilumum muallimlerin muhtaç-ı taziye ve teselliye bir halde olduklarını ve merhumun hatırasının gençlik için kuvvetli bir menba-ı ilham [ilham kaynağı] olacağını ve bir arzuları varsa muhatap olmak istediğini bildirmiş ve ayrıca Muallimler Birliği, Türk Ocakları Heyet-i Merkeziyelerince telgrafla beyan-ı tessesür ve arz-ı taziyet olunmuştur.
Dün gece Ankara’da Türkçülük Cereyanının maruf simaları, mebuslar ve Türkçü gençler bir içtima akdederek [toplantı yaparak] bir “Ziya Gökalp Cemiyeti” tesis etmişlerdir. Cemiyetin Birinci Reisliğine Sinop Mebusu sabık Sıhhiye Vekili Doktor Ziya Nur Bey, İkinci Reisliğine Zonguldak Mebusu Ragıp beyler bil ittifak intihap edilmişlerdir [seçilmişlerdir]. Cemiyet Ziya Gökalp Beyin bütün Türk şehirlerindeki muhiplerinden ve talebesinden taazzuv edecektir [meydana gelecektir]. Cemiyetin programı ve gayesi; Ziya Gökalp Beyin kitaplarının tabı [basımı], yazılarının ve hatıralarının cemi [toplanması] ve ihtifallerinin [törenlerinin] tertibi olacaktır.
Diğer taraftan “Türk Ocakları Merkez Heyeti ve Hars Heyeti” ve “Ziya Gökalp Cemiyeti” şu suretle derin teessürlerini ve hissiyat-ı taziyetkaranelerini ifade etmektedirler:
“Türklüğe ve Türk Ocaklarına ifa ettiği layemut [ölmez] hidmetler ile kalbimizde ebediyen yaşayacak bir minnet ve şükran hatırası bırakmış olan büyük âlim ve rehber Ziya Gökalp’in vefatı dolayısıyla Türk milletine en samimi taziyetlerimizi ve memleketin umumi kederine bütün mevcudiyetimizle iştirak ettiğimizi beyan ederiz.”
Anadolu Ajansı da şu satırlarla teessürlerini bildirmektedir:

“Türk vatanı en büyük ilim adamını kaybetti. Milli Mücadelenin ruhu ve istinatgâhı olan milliyet fikirlerini neşretmek hususunda Ziya Gökalp Beyin ifa ettiği hidmetler Türk milletinin kalbinde ebedi bir minnet bırakmıştır. Anadolu Ajansı bu büyük ziya [kayıp] karşısında duyduğu derin teessürleri beyan ve Türk milletini bütün ruhuyla taziye eder [başsağlığı diler].”
Üstadın son hayatına ait ajans tarafından verilen malumat ber-vech-i atidir [aşağıdadır]:
Ajans ve matbuat mensubini [mensupları] namına üstat Ziya Gökalp Beyi 23 Teşirinievvel’de [23 Ekim 1924] ziyaret eden Anadolu Ajansının İstanbul mümessili [temsilcisi] Edhem Hidayet Bey o günkü tarihle şu telgrafı ajansa göndermiştir:
“İstanbul: 23 [Ekim 1924] (A. A.)-Ziya Gökalp Beye gittim. Çok dalgın, etrafındakileri tanıyamaz bir halde idi. Hiçbir şey söyleyemiyor ve ızdırap alameti gösteriyordu. Dünkü konsültasyon neticesinde kati olmamak üzere dimağında iltihap olduğu teşhis edildiğini ve doktorların ümitvar bulunmadığını biraderi Nihad Bey ifade etti. Kemal-i teessürle arz ederim.”
Anadolu Ajansının üstadın hastalığına ve irtihaline dair müteakip telgrafları da ber-vech-i atidir [aşağıdadır]:
İstanbul: 24 [Ekim 1924] (A. A.)-Ziya Gökalp Beyin vaziyet-i sıhhiyesine [sağlık durumuna] dair bu akşamki tabip raporu ber-vech-i atidir:
“Hastanın ahval-i umumiyesi git gide kesb-i vahamet ediyor. Hastalık süratle seyrini takip ediyor. Ziya Bey artık etrafındakileri tanımıyor. Kalp mukavemet ediyor. Hastalığın vahameti bütün kuvvetiyle bakidir.” [2]
DİP NOTLAR
[1] https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/bilgi/ziya-gokalp-1876-1924/
[2] Hâkimiyet-i Milliye, 26 Teşrinievvel 1924, No: 1256, s. 1, sütun: 2-3

Saltanatın Kaldırılmasına Dair Türkiye Büyük Millet Meclisinin Genel Kurul Kararı

Mustafa Kemal Paşa’nın Neue Freie Presse Muhabirine Cumhuriyet Hakkında Beyanatı [Demeci]

Büyük Âlim Ziya Gökalp’in Vefatı
En Çok Okunanlar
- Türkler ve Zaferleri3 yıl ago
Anafartalar Kumandanı Mustafa Kemal ile Mülakat [Görüşme] (1)
- Maarifimizde İstikamet3 yıl ago
AİLE KUCAĞINDA VATAN TERBİYESİ
- Türk Tarihi3 yıl ago
6 EKİM İSTANBUL’UN KURTULUŞ GÜNÜ
- Tarihi Toplantılar3 yıl ago
İSTİKLÂL MARŞI’NIN YAZILIŞI ve MİLLÎ MARŞ OLARAK KABULÜ
- Türk İstiklâl Mücadelesi3 yıl ago
LOZAN BARIŞ ANTLAŞMASI
- Mustafa Kemal Atatürk3 yıl ago
GAZİ MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN KONYA TÜRK OCAĞI’NDA YAPTIĞI KONUŞMA
- Türk İstiklâl Mücadelesi3 yıl ago
Mustafa Kemal Paşa’nın Sivas Kongresi’ni Açış Konuşması (4 Eylül 1919)
- Maarifimizde İstikamet3 yıl ago
1998 İLKÖĞRETİM SOSYAL BİLGİLER DERSİ ÖĞRETİM PROGRAMI 6’NCI SINIF TÜRKİYE TARİHİ ÜNİTESİ AMAÇLARININ KAZANILMIŞLIK DÜZEYİ (Kastamonu Örneği)