Türk İstiklâl Mücadelesi
PREVEZE DENİZ ZAFERİ
Published
3 yıl agoon
By
drkemalkocak(27 Eylül 1538-27 Eylül 2024)
Preveze Deniz Zaferi’nin 486. Yıldönümü ve Deniz Kuvvetleri Günü Kutlu Olsun
Deniz ufkunda bu top sesleri nerden geliyor?
Barbaros, belki, donanmayla seferden geliyor!..
Adalar`dan mı? Tunus`tan mı, Cezayir`den mi?
Hür ufuklarda donanmış iki yüz pâre gemi
Yeni doğmus aya baktıkları yerden geliyor;
O mübârek gemiler hangi seherden geliyor?
Yahya Kemal BEYATLI-Süleymaniye’de Bayram Sabahı’ndan
“Bu arada Hristiyanlığın güneydeki üslerine yaptığı saldırılarda, bir istisna dışında hep başarılı oldu. Rodos ve komşu adalar (Anadolu anakarasındaki son Hristiyan kalesi olan Bodrum’u da unutmadan) 1522’de düştüler. 1537’de Ege ve Adriyatik sularında üstünlük kazanmak için Venedik ile savaşa girildi. O yıl içinde Korfu’ya yapılan saldırı başarısız oldu ama Hayreddin’in 1538’de Preveze açıklarında kazandığı zafer Osmanlı donanmasına büyük bir ün kazandırdı. Venedik, yine Hayreddin’in 1537-38 yıllarında Ege Denizi’nde düzenlediği büyük akınlar sonucunda Tenos (İstendil) ve Kreta (Girit) dışındaki bütün adalarının elinden kaptırdı. 1540 barışıyla Napoli ve Monemvasia gibi Yunanistan’daki son varlıklarından da vazgeçmek zorunda kaldı (oysa bu kentler o güne dek bütün saldırılara meydan okumuşlardı). [1]
“Akdeniz’de Karl 1535’te Tunus’u aldı; fakat 1538’de Barbaros Andrea Doria komutasındaki haçlı donanmasını Preveze’de yenilgiye uğratarak Akdeniz’in tartışmasız hâkimi oldu.” [2]
GİRİŞ
Osmanlı denizcilik tarihinde Barbaros Hayreddin Paşa’nın Osmanlı donanması hizmetine girmesi, denizcilikle ilgili bir eyaletin kurulmasıyla beylerbeyliğine ve donanma komutanlığına getirilmesi son derece önemli bir hadisedir. Avrupa içlerine kadar ilerleyen Osmanlı İmparatorluğu’nun denizlerde de aynı başarıyı gösterme isteği açıkça görülmektedir. Bu sebeple Barbaros gibi ünü bütün Akdeniz’i tutmuş bir deniz amiralinin Osmanlı devlet hizmetine girmesi, Osmanlı İmparatorluğu denizciliğinde bir dönüm noktasıdır.
Midillili sipahi Yakup Bey’in dört oğlundan biri olarak muhtemelen 1466’da dünyaya gelen ve asıl adı Hızır olan Barbaros Hayreddin’in diğer kardeşleri İshak, Oruç ve İlyas’tır.
Cezayir’de yaptırdığı caminin Nisan 1520 (Cemaziyelevvel 926) tarihli kitabesinde kendi unvanı için kullandığı ve “Allah yolunda cihad eden Sultan Hayreddin ki Türk soyundan meşhur emir, mücahid, Ebu Yusuf Yakub’ub oğlu” anlamına gelen “es-Sultanü’l-mücahid fi sebili’llahi Rabbi’l-âlemin Mevlana Hayreddin ibnü’l-emirü’ş-şehir el-mücahid Ebi Yusuf Ya’kub et-Türki” şeklindeki ifadeye göre Türk asıllıdır. Ailede Akdeniz’e ilk açılan Oruç, kardeşi İlyas ile birlikte hareket etmiş, Anadolu, Suriye ve Mısır sahillerinde bulunmuş ve Hızır da kendisine ait bir gemi ile Ege Denizi ve Selanik sahillerinde faaliyet göstermiştir.
Akdeniz dünyasında Cezayir Sultanı olarak şöhret kazanan Barbaros Hayreddin, 26 Eylül 1533’te İstanbul’a geldi ve büyük bir merasimle karşılandı. Kanuni Sultan Süleyman tarafından kabul edilen Hayreddin Reis, 29 Kasım 1533 Cumartesi günü getirdiği hediyeleri saraya takdim etti.
Barbaros Hayreddin’in Kanuni Sultan Süleyman tarafından kabulü
Kanuni Sultan Süleyman bu görüşmede Hayreddin Reis’i derya beylerbeyliğine getirmeyi uygun görmekle beraber, bizzat hükumet işlerinden sorumlu olan ve o sırada Irakeyn seferi hazırlıkları için serasker olarak Halep’te bulunan veziriazam İbrahim Paşa ile görüşmesini istedi. Bunun üzerine Hayreddin Reis, muhtemelen Ocak 1534’te İstanbul’dan hareket etti ve Halep’te veziriazamla görüştü. Barbaros “Mirmiran-ı Cezayir şüd der derya-yı sefid” (Akdeniz’deki adaların beylerbeyliği) görevine getirildi (2 Şubat 1534). Bu tarihi Barbaros’un Cezayir Beylerbeyi sıfatıyla kaptanıderyalığa tayin tarih olarak kabul etmek gerekir. Veziriazam İbrahim Paşa’nın bu vesile ile Venedeki Doçu’na gönderdiği 25 Ocak-4Şubat 1534 tarihli bir mektupta, Hayreddin Paşa’nın Cezayir beylerbeyi olarak atandığı, donanmanın emrine verildiği ve Rodos’un ona ikametgâh olarak tahsis edildiği ifade edilmekte, denizlere açıldığında kendisine yardım edilmesi istenmektedir.
Kanuni Sultan Süleyman’ın 19 Mart 1534’te vefat eden annesi Hafsa Sultan için 21 Mart’ta devler ricaline bazı ihsanlarda bulunulduğunda “mirmiran-ı derya” olarak Hayreddin Paşa’ya iki hil’at verilmiş olması, Barbaros’un artık beylerbeyi rütbesi ve “paşa” unvanı ile anılmaya başladığını göstermektedir. 22 Mart 1534’te kendisine “bahariye” olarak iki elbise verilmiştir. [3]
Barbaros Hayreddin Paşa’nın gazalarını anlatan “Gazavat-ı Hayreddin Paşa” adlı eser, Ertuğrul DÜZDAĞ tarafından daha kolay okunması ve hoşa gitmesi için hatıra ve roman şeklinde baskıya hazırlanmış ve Tercüman 1001 Temel Eser serisinde 14 ve 15 numaralı olarak yayımlanmıştır.
“Gazavatname”ler, İslam-Türk kahramanlarının din düşmanlarına karşı gaza ve zaferlerini anlatmak için yazılmış eserlerdir. “Gazavat-ı Hayreddin Paşa”da olduğu gibi bazen bir kahramanın bütün gazalarını bazen de bir tek önemli gazayı konu olarak alırlar.
Barbaros Hayreddin Paşa ve Oruç Reis’in gazaları çok sayıda esere konu olmuştur. Bu gazavatnamelerin en meşhuru Hayreddin Paşa’nın yanında harplere katılmış olan Seyyid Muradi Reis’in yazmış olduğu “Gazavat-ı Hayreddin Paşa” adlı eserdir.
Eser, bizzat Hayreddin Paşa’nın emri ve yardımı ile yazılmıştır. Bu durum, eserin ilk sayfalarında anlatılmaktadır.
Sultan Süleyman’ın fermanı
Ve bundan sonra, sultan-ül a’zam ve melik-ül muazzam, ümmetlerin metbuu, Arap, Acem ve Rum reislerinin efendisi, emniyet ve selametin yayıcısı, adalet ve ihsanın koruyucusu Osman Han’ın oğlu Orhan Han’ın oğlu Murad Han’ın oğlu Mehmed Han’ın oğlu Bayezid Han’ın oğlu Selim Han’ın oğlu, es sultan ibn-is sultan Süleyman Han hazretleri-Allah onun mülkünü zamanın ve devranın nihayetine kadar devamlı kılsın, âmin ya Rabbel âlemin-bir gün ferman buyurdular ki:
“-Sen ve karındaşın nasıl ortaya çıkıp cihad meydanına atıldınız? Bunun sebebi ne idi? Kimlerdensiniz? Kul taifesinden mi, sairlerden mi? Bu zamana gelinceye kadar ufak büyük, karada ve denizde, ne şekil gazalar oldu ise baştan sona kadar, ne eksik ne fazla, gerek nazım gerek nesirle yazıp bir kitap düzüp buraya gönderin ki, eskiden yazılmış tarihlerin yanında, Hazine-i Amire’mde bulunsun!”
Seyyid Muradi
Bu yüce fermana can baş üstüne deyip Seyyid Muradi’yi çağırttım.
Seyyid Muradi, emrimdeki reislerden Durak Reis’in baştardasında gazalara iştirak eden bir deniz yiğidi idi. Gazalarımızı nazımla destan edip söylerdi.
Yazdıkları hoş şeyler olup gaziler ezber eder okurlardı.
Muradi’ye dedim ki:
“-Baka Muradi! Bizler için artık dünyada işitilmedik nesne kalmamıştır. Hemen arzumuz, bu fani âlemde bir eser bırakıp ahfadımızın hayır duasına vesile kılmaktır. Nitekim denilmiş ki:
Er odur ki dünyada koya bir eser
Esersiz kişinin yerinde yeller eser.
Benim dediklerimi nesirle ve nazımla yaz. Bu dünyada gazalarımızdan sonra bir de kitap koyup gidelim.”
Muradi benden dinlediklerini, kendi gördüklerini ve öteki reislerden duyduklarını kaleme aldı. Böylece bu eser meydan geldi.
Hemen vasiyetim, işbu kitabı okuyan din karındaşlarımın beni, yoldaşlarımı ve bütün mücahitleri hayır dua ile yâd kılmalarıdır, vesselam. [4]
“Gazavat-ı Hayreddin Paşa”nın “Preveze Zaferi”ni anlatan bölümü aşağıda sunulmuş olup görseller, metni açıklayıcı, tamamlayıcı ve destekleyici unsur olarak tarafımdan eklenmiştir:
PREVEZE DENİZ ZAFERİ
Biz Eğriboz’da azıklanırdık, kâfirler ise İspanya, Papa, Venedik üçü birlik olmak üzere:
“-Hayreddin Paşa’dan geçen sene bize ettiği kancıklığın hesabını alırız yahut cümlemiz serden geçeriz!”
Diye mertlik davası kılıp, bizi arzulayıp gelmekte imişler.
Ben ise Eğriboz’dan kalkıp Preveze’ye gelmiş idim. Kâfir donanmasının, bizi aradığını haber alınca karakulak çıkardım.
Benim yürük bir işkanpavyem [Kürek ve yelkenle hareket eden süratli küçük tekne] vardı. Onu karakulak [Casus] olmak üzere yanımdan ayırmazdım. Çok yürük idi. Öyle ki uçar kuşa hükmederdi. Dokuz oturak idi. Kerestesi safi incir ağacındandı. Reisi de bir bahadır gazi dilaver yiğit idi.
Varıp kâfir donanmasından bir haber getirsin diye bunu gönderdim.
İşkanpavye yola çıktığının üçüncü günü, kâfir donanmasının karakulağına ras gelmiş. Kâfir teknesi kaçmayı murat etmiş. Ol dahi yürüklüğüne güvenir idi. Amma el elden üstündür demişler.
Kâfir karakulağı bizim işkanpavye önünden bir adım atmaya iktidarı olmamış, tutup almışlar. Bize getirdiler.
İçinde yirmi dört kâfiri vardı. Bunlardan haber sordum.
“-Ne var ne yok?”
Dedim.
Onlar da saklamayıp olduğu gibi söylediler.
“-Biz donanmadan ayrılalı bugün sekiz gündür. Barboroşo’nun donanması Preveze’de, diye bir haber geldi. Onun için bizi gönderdiler. Bakalım bu haber gerçek mi, diye. Geldik, tutulduk. Biz donanmayı filan yerde bırakmıştık. İki üç güne kadar buradadırlar. Hepsi yüz yirmi pare yelkendir. Venedik, İspanyol, Papa, üçü birlik olmak üzere seni ararlar. Artık gerekeni sen bilirsin!”
Dediler.
Bu haberi alınca, Cenab-ı Hakk’a:
“-Yarabbi sen Nusret ihsan eyle, ümmet-i Muhammed’e!”
Deyu dua eyledim.
Reislerin endişesi
Üçüncü gün işkanpavye kâfirlerinin söyledikleri gibi yüz yirmi pare yelken kâfir donanması Preveze’ye girip yattılar.
Gemileri kale altına çektim. Kaliteleri [19-24 oturaklı ağır donanma harp gemisi olup 220 savaşçı taşırdı. Galyot, kalyota veya galita da denir] ve firkateleri [Her küreğini 2-3 kişinin çektiği 10-17 oturaklı hafif donanma harp gemisi. 80 savaşçı taşır] yollu yolunca dizdim.
Amma reislerden birkaçı o gün kale üzerine çıkıp kâfir donanmasına bakıp seyr ederlerdi. Bunların kalplerine bir endişe gelip aralarında konuştular:
“-Bu kâfirlerin cümlesi yüz yirmi pare gemidir. Bizler seksen pare gemiyiz.
Mertlik davası edip geldiler. Bunlara karşı durmak zordur. Hayreddin Paşa ise imanı tamam olan kâfirden korkmaz, der. Kendi bir tedbir etmez, tedbir edecek olanı da dinlemez. Evvela şu burnun ucuna birkaç pare top çıkarıp orasını tahkim eylemek lazım idi. Geceleyin kâfirler sandal ve firkatelerle gelirse bir yüz karalığı olmayaydı.”
Dediler.
Her yerde karakulak eksik olmaz derler. İçlerinden biri bunların söyleştiklerini bana yetiştirdi. O zaman divan eyleyip bütün reisleri topladım.
Reislere dediklerim
Hepsi gelip yollu yolunca oturup hal hatır sorulduktan sonra dedim ki:
“-Oğullar, gaziler! Müşavere, Peygamberin sünnetidir. Ve akıl akıldan üstündür. Her kimin gönlünde, derya işlerine dair bir tedbir varsa, söylesin. Bazı karındaşlar, bizim hakkımızda: Paşa kendi tedbir eylemez ve tedbir edenin dahi sözünü dinlemez, demişler. Haşa, yolunda olan söze muhalefet etmem, isterse bir çocuk söylesin. Siz cümleniz benim oğullarım ve karındaşlarımsınız. Ve lakın bazı gazi kaptanlarımız demişler ki: Paşamız bu kâfir donanmasına ehemmiyet vermez, hâlbuki bunlar yüz yirmi pare teknedir, bizler isem seksen pare tekneyiz. İmdi bu kâfirlerden çekinmek gerektir… Kaptanlarımız bu şekilde dedikodu edip bir miktar yürekleri bulanmış.
İmdi oğullar! Onların o sözleri gerçektir, yalan değildir. Benim kâfirden endişem yoktur. Yüz yirmi pare gemi değil, isterseler iki yüz pare gemi olsunlar. Benim Cenab-ı Rabbülalemin’e sadakatim gayet sağlamdır. Yardım edici odur, düşmanın çokluğuna bakmayalım. Beş vakit namazda yardım dileyelim.
Yine demişler ki: Şu burun üzerine birkaç pare top çıkarmak lazımdı… Güzel bir tedbir. Lakin ben hakirin kısa aklına göre, ol burnun ucuna top çekmek düşmana zebunluk [Düşkünlük, güçsüzlük] alametidir. Zira deniz yolunca iki kavi korsan gemisi baş başa tiremola [Gemiyi çevirmek] edip alabanda [Gemilerin iki yan satıhlarının içeri gelen kısmı] vururlarsa, onların ikisi denktir, birbirlerinden pervası yoktur demektir.
Amma vakta ki birinin başbaşa dönmeğe iktidarı kalmayıp sentebarbadan [Geminin kıç tarafındaki topların bulunduğu kısımdan] top atmağa başlarsa, onun gayri mağlupluğuna verilir. Onu artık öteki çatıp alabilir. Elinden hiçbir şekilde kurtulamaz, meğer Hak izin vermeye.
İşte ol gazilerin burun ucuna top çıkaralım demesi, buna benzer. Şimdi ol gazilerin tedbirlerine göre, oraya top çıkardığımızda, en evvela kâfirler: Gördünüz mü, Barbaroşo baskından korkuyor, diyecekler. Kâfirlere kalp kuvveti vermiş olacağız.
İşte benim bildiğim budur. Sizler dahi kalbinizde olanı söyleyin. Ben hak cevaptan kaçmam.”
Her bir kıllarından birer çeşme oldu
Bu sözlerim üzerine hepsi:
“-Devletlü Paşa, Hak Teâlâ senin vücudun hatasız eylesin! Bizim cümlemizde bir söyleyecek cevap yoktur. Hep başımız sana bağlıdır. Bu hususta rey ve tedbir sen devletlü sultanımızındır. Hak Teâlâ yaptığın işleri, ezeli takdirine uygun eylesin. Bizlere yüz aklıkları ihsan eyleyip ümmet-i Muhammed’i düşman üzerine muzaffer kıla… Ol burun ucuna top çıkarmayı tedbir eden ve sen mücahit Paşamızı diline dolayan her kim ise cümlesini cezalandırıp haklarından gel. Bizim bu işten haberimiz yoktur. Katarda deve bir öter. Bunu söyleyenler nizam ve intizamı bozacak iş işlemişlerdir. Haddini bilmeyene haddini bildirmek, öksüze kaftan giydirmek kadar vardır.”
Dediler.
Hakikaten onların haberi yoktu. Bu sözleri edenler beş altı reisti. Bunlar da divanda idiler. Onları bildiğim halde:
“-İşte bizim hakkımızda dedikodu edenler bunlar imiş!”
Deyip yüzlerine vurmadım.
Kabahatlerini affedip güya ortaya söyler gibi söyledim. Amma onların yüzlerine söylemekten fazla utandılar. Her bir kıllarından birer çeşme odu.
Reislere:
“-Oğullar! Hak Teâlâ sizin cümlenizden razı ola. Benim de sizden beklediğim bu idi. Lakin bu gece inşallah gemilerimizi hazırlayıp piko durasınız. Seherde rüzgâr içerden dönerse kalkıp düşmana mukabil oluruz. Allah teala yardım ihsan eyleye. Göreyim sizi er gibi hareket edesiz. İnşallah düşmanın halinde bir şey yoktur. Allah, erenler bizimle beraberdir. Kalbinizi safi tutasız.”
Dedim.
Divan savulup reisler ve gaziler herkes, gemili gemisine gitti.
Seherde gördüğüm rüya
O gece:
“-Allah’ım, İslâm’ı kâfirler üzerine kuvvetli kıl! İslâm’a Nusret ihsan eyle!”
Diye sabaha kadar tazarru ve niyaz eyledim. Seher vaktinde uyku ile uyanıklık arasında şunu gördüm:
“Yattığımız limanın yalı kenarında sanki karada birçok ufacık serdin balığı çıkmış. Amma ol ufacık serdin balıklarının içinde iki tane karnı yarık balık vardı. Bunları seyr eder dururken, bir şahıs bir al ata binmiş dolu dizgin yanıma geldi, atın başın çekip durdu. Bir peştamal dolusu ufacık balığı elime verip: Al bunu ya Hayreddin! Halife-i ruy-i zemin olan şevketlü Sultan Süleyman’a peşkeş ver, dedi. Sonra çıkarıp elime bir rik’a vererek kayboldu. Ben de rik’ayı açıp baktım. Gördüm ki beyaz kâğıt üzerine yeşil hat ile –Nasrun min Allahi ve fethun karib ve beşşiril mü’minine ya Muhammed-deyu yazılmış. Bunu okuyup yüzüme gözüme sürdüm.
“-Sana hamd ve şükürler olsun ya Rabbi!”
Diyerek uykudan uyandım.
Rüyayı kendim tabir ettim:
“-İnşallah ol ufacık balıklar kâfir donanmasının firkateleri ve sandallarıdır. Erzak ve ganimetlerle İslam askerinin tok doyum olacağıan işarettir. Karnı yarık balıklar ise kâfirlerin kadırgalarıdır. Gaib bilinmez amma, içinde olan kâfirleri firar etmiş olmalı. Padişah-ı âlem-penah hazretlerine peşkeş ver dediği peştamal dolusu ufacık balık, inşallah, yakında Boğdan’ın fetih haberi geleceğine işarettir. Çünkü şimdilerde Padişah-ı âlem-penah Boğdan üzerine gitmiştir. İçinde Nusret ayetleri yazılı olan rik’a ise inşallah, Allah’ın yardımı, Peygamber’in mucizesi, enbiyaların himmeti ile düşmana mansur ve muzaffer olmamıza işarettir.”
Diyerek hamd ü senalar ettim.
Baktım ki Nusret rüzgârı içerden dönmeye başladı. O zaman:
“-Bismillâh, tevekkeltü alellah, niyyeti gazâ, kasdı kâfir!”
Diyerek mübarek bir saatte salpa eyleyip badbanları döküp pupa rüzgârla fecir vaktinde seksen pare gemi olmak üzere kâfir donanmasının üzerine hücum ettim.
Preveze Savaşı
Kâfir donanmasının ise o gece üzerine bir pus çöktü ki birbirlerini görmez oldular. Benim limandan çıkacağımı ise hiç zannetmiyorlardı.
“-Barbaroşo bizden korktu, gayri limandan taşra çıkmaz.”
Derlerdi.
Zira kâfirler gelip oraya lenger-endaz olalı üç gün olmuştu. Bizden bir hareket görmediklerinden böyle kanaat getirmişlerdi. Amma düşman düşmanın halinden bilmez, demişler. Bizim yattığımız Preveze limanından öyle olur olmaz rüzgâr ile çıkılmaz idi.
O sebepten çıkışı rüzgârın içerden eseceği bir mübarek saate tehir etmiş idim.
Seksen parelik donanmamı üç bölük ettim.
Tenbih ettim ki:
“-Bizim gemi alayı kâfirin alayına karşı olsun. Bizim firkate alayı kâfirin firkate alayına, kalite alayı kâfirin kalite alayına mukabil olsun!”
Böylece taksim edip at başı beraber İslam donanması kâfir donanmasının üzerine gitmekte olduk.
Amma kâfirler karanlık pusun içinde, demir üzerinde kendi havalarında yatırlar idi.
Bizi ardımızdan sürüp oraya getiren Nusret rüzgârı, varıp kâfir donanmasının üzerindeki pusu da dağıttı.
Kâfirler gördüler ki İslam donanması üzerlerine bindirip varır. O zaman kâfirlerin içinde, bir ana buba günü bir şaşkınlık, bir rubulya koptu ki demek olmaz!
Daha alaca karanlık olduğundan demirlerini kesip birbirlerinin üzerlerine düşüp kâfir donanmasıyla Müslüman donanması karmakarışık oldular.
Otuz altı pare geminin önünde olarak forsa sancaklarını dikip foralabanda arslanlar gibi yollu yolunca ateşlerimizi saçarak cenge giriştik.
Kalite alayımız kâfirlerin kalitelerini allak bullak edip kimini alıp kimini batırmakta, kimisini ise kâfirler bırakıp kaçmakta idiler.
Firkate alayı dahi kâfir firkatelerinin kimini alıp kimini baştankara [Batmak veya düşman eline düşmek tehlikesi karşısında kalan geminin, mürettebatın kurtulması için baş taraftan karaya bindirilmesi] edip kimini dahi koğup gitmekte idiler.
Elhasıl kâfir donanması münhezim olup asakir-i İslam mansur ve muzaffer oldu.
Kâfir gemilerinden sekiz paresi kuru tekne olarak on beş tanesi alındı, yedisi batırıldı.
Kâfir kalitelerinden yedisi cenk ederek, ikisi içindekilerin bırakıp kaçmasıyla dokuz kalite alındı.
Kâfir firkatelerinden on iki pare firkate alındı.
Netice-i kelam kâfirlerin yüz yirmi pare donanmayı menhuselerinden otuz altı adet tekne alındı, kalanı firar edip gittiler.
Firkateler ve sandallar deryanın yüzünden kâfirleri devşirdiler, kimisi boğulup cehenneme gitti. İki bin yüz yetmiş beş kâfir esir alındı.
Büyük ziyafet verdim
Aktarmaları getirip limana koduk, sonra kendimiz de selametle tekrar limana girip yattık. Sakatlarımızı onardık. Zira biz de salkım saçak olup iler tutar yerimiz kalmamıştı.
Şehit olan gazilerin kimini deryaya kimini ise Preveze’ye defnettik.
Seksen pare gemideki gazi askerlerden dört yüz şehit sekiz yüz yaralı vardı. Mecruhların yarasını hoşça sardık.
Bu büyük gazanın şükrü için yüzümü secdeye koyup hamd ü senalar eyledim.
Sabah olunca kaptanlara ve gazilere büyük ziyafet verdim. Yeyip içip şenlik şadımanlık ettiler.
Bizler bu sürur ve sevin içinde iken Boğdan’ın fethi müjdesiyle Kapıcıbaşı geldi. Kapıcıbaşıyı ihtiyaçtan beri edip göğe erdirdim.
Kaptanlara ve Kapıcıbaşıya gördüğüm rüyayı ve nasıl aynen çıktığını anlattım.
Şevketlü Sultan Süleyman Han, Kapıcıbaşı ile gönderdiği hatt-ı hümayunda buyurmuş ki:
“Sensin ki lalam Hayreddin Paşa,
Derya gazan mübarek olsun. Kış mevsimi yakındır. Gayri ayak ayak Asitane’ye gelmeye acele edesin. Burada refah ve istirahatte olasın!”
Üçüncü gün Kapıcıbaşıyı geri gönderdim. Cengin ahvalini ve sair haberleri de yazıp eline verdim. Padişah hazretlerine bildirdim.
Kendim ise Preveze limanında yirmi gün miktarı eğlenip, kâfirden aldığım aktarmaları donattım. Onlarla beraber yüz pare tekne olduk.
Kâfir Ceneralin dedikleri
Bu sırada kâfir donanmasından bir haber almayı murat ettim. İşkanpavyeyi donatıp gönderdim.
Ayamavra yakınında İncir limanından çıkma keçi, koyun, sığır yüklü bir kayık tuttu. İçinde otuz altı kâfir vardı. İnebahtı’ya kâfir donanmasına satmaya götürüyorlardı. Daha önce bir sefer etmiş, ikinci seferinde işkanpavyeye tutulmuştu. Alıp getirdiler.
Pek memnun oldum. İçindekileri gemilere pay ettim, İslam askerinin kursağına nasip oldu, yediler.
Kayığın Reisi bir laf anlar kâfir idi. Kâfir donanması Ceneralinin ahvalini bize nakletti.
Bu Ceneral daha önce Avlonya önünde bozulup altı tekne ile kaçıp kurtulmuştu. Bu sefer ise yüz yirmi pare tekne ile Venedik, İspanyol, Papa üçü birlik olmak üzere mertlik davası edip gelip intikam almak istemişlerdi.
Elhamdülillah evvelkinden beter başaşağı olup mertlik dava etmiş iken kaçarak gittiler.
Kaçıp kurtulduktan sonra, reislerini yanıan çağırmış ve:
“-Bu Hristiyan düşmanı sihirbaz Barbaroşo için biz mertlik davası edip çıktık. Amme yine evvelki gibi sihirbazlık edip bizim yattığımız yere pus yağdırdı. Haberimiz yok iken gelip bizi demir üzerinde bastırdı, bu kadar yüz karalığı eyledi. Neyse ki kaçarak elinden güç bela kurtulduk. Asla bir poh yemeye kadir olamadık. Şimdi krallarımızla ne yüzle buluşsak gerek. Gelindi hiç olmazsa varalım, İnebahtı’yı alalım.”
Demiş.
Tuttuğumuz kayığın reisi, kâfirin donanması için:
“-Şimdi ben onları İnebahtı’ya yakın bir limanda bıraktım. Geçen sefer yine koyun, sığır, keçi yükletip onlara satmış idim. Çok akça faide ettiğimden, tamah dünyası, yine kayığımı yükletip o tarafa doğru giderken senin işkanpavyeye rastladık. Bizi alıp sana getirdiler.”
Dedi.
Hem kendi halini hem de kâfirlerin ahvalini bir bir söyledi.
Bunu duyunca sabahleyin oradan kalkıp:
“-Nerdesin İnebahtı!”
Diyerek yola çıktık.
Kaçanı pek koğma zarar edersin
Biz böyle gelirken, kâfir donanmasının karakulak kayıkları haber almışlar. Alelacele varıp menhus Ceneral’e söylemişler.
“-Barbaroşo evvel seksen pare tekne idi. Şimdi tamam yüz pare yelken olmak üzere bu tarafa doğru gelmektedir.”
Haberini alan kâfirlerin aklı başından gidip, oradan hemen kalkıp, soluğu körfezde aldılar.
Birkaç gün sonra onların olduğu yere geldik.
“-Venedik donanması buradan gideli üç gün oldu.”
Dediler.
Önce artlarından gitmeyi murat ettimse de sonra:
“-Koyundu! Kaçanı pek koğma zarar edersin, demişlerdir. Bu kadar yüz aklığı oldu, elhamdülillah. Onların firar etmesi de yine Allah Teâlâ hazretlerinin lutf ü keremindendir. Çok şükür meydan yine İslam’da kaldı.”
Diye düşünüp hamd ü senalar ederek vaz geçtim.
Zaten kış mevsimleri dahi yakın olmakla, dönüş eyledim. Selamet ve ganimetle Asitane’ye geldik. Şenlik şadımanlık ederek dostlarla şad düşmanları berbad eyledik.
Varıp şevketlü Hünkâr’a buluştum.
“-Hoş geldin mücahit lalam, gazan mübarek olsun.”
Dedi, hilat giydirdi.
İhtişam ve debdebe ile sarayıma gittim. Tersane-i Amire’nin nizam ve intizamına bakıp, kendim taat ü ibadetimde oldum.
O kışı refah ve rahat içinde, kendi hanemde haremimde geçirdim. [5]
DİPNOTLAR
[1] Donald Edgar PITCHER, Osmanlı İmparatorluğu’nun Tarihsel Coğrafyası, Çeviren: Bahar TIRNAKÇI, Yapı Kredi Yayınları, Mayıs 2013 İstanbul, s. 167
[2] Halil İNALCIK, Osmanlı İmparatorluğu Klasik Çağ (1300-1600), Çeviren: Ruşen SEZER, Yapı Kredi Yayınları, Mayıs 2003 İstanbul, s.41
[3] Başlangıçtan XVII. Yüzyılın Sonuna Kadar Türk Denizcilik Tarihi 1, Editörler: İdris BOSTAN-Salih ÖZBARAN, Boyut Yayıncılık Tic. A. Ş., Temmuz 2009 İstanbul, s. 145-146
[4] Barbaros Hayreddin Paşanın Hatıraları İkinci Cilt, Baskıya Hazırlayan: Ertuğrul DÜZDAĞ, Tercüman 1001 Temel Eser 14, Kervan Kitapçılık A.Ş., İstanbul (Tarihsiz), s. 53-54
[5] Barbaros Hayreddin Paşanın Hatıraları İkinci Cilt, Baskıya Hazırlayan: Ertuğrul DÜZDAĞ, Tercüman 1001 Temel Eser 15, Kervan Kitapçılık A.Ş., İstanbul (Tarihsiz), s. 183-195
You may like
İlköğretim Okulu Sosyal Bilgiler Ders Kitaplarının Niteliklerinin Değerlendirilmesi
DERS NUMUNE[ÖRNEK]LERİ:
GAZİ MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN TÜRKİYE’NİN GELECEĞİ ÜZERİNE İZMİR’DE HALKLA KONUŞMASI (3)
TÜRK İSTİKLAL MÜCADELESİNİN BAŞLANGICI: 19 MAYIS 1919’DA MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN SAMSUN’A ÇIKIŞI
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİNİN İSLÂM ÂLEMİNE HİTABI
ATATÜRK’ÜN ÇOK SEVDİĞİ VE SAYDIĞI ANASI İLE TERBİYE VE ZEKÂ BAKIMINDAN VAZİYETLERİ
Türk İstiklâl Mücadelesi
Saltanatın Kaldırılmasına Dair Türkiye Büyük Millet Meclisinin Genel Kurul Kararı
Published
2 ay agoon
Kasım 17, 2024By
drkemalkocak(1 Kasım 1922)
Sadrazam Tevfik Paşa 17 Ekim 1922’de Mustafa Kemal Paşa’ya çektiği telgrafta [1], Büyük Zafer’i saltanat makamı ile Babıâli’ye varlığını sürdürecek bir unsur olarak görmüş, hatta Barış Konferansı’nda İstanbul Hükûmetinin yanında yer almak suretiyle Ankara’nın son vazifesini yapmasını bekler vaziyette bulunmuştur. Mustafa Kemal Paşa, Tevfik Paşa’nın telgrafına cevap olmak üzere TBMM’nin İstanbul’daki siyasî temsilcisi Hamit Bey’e Bursa’dan çektiği 18 Ekim 1922 tarihli telgrafta [2], “…Teşkilât-ı Esasiye Kanunu ile şekil ve mahiyeti taayyün eden Türkiye Devletinin tarihi teessüsünden beri Türkiye mukadderatına vaziülyet ve bundan mes’ul yalnız ve ancak Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükumeti olduğu”nu belirtmiş, aynı kanun gereğince Türkiye’yi konferansta TBMM Hükûmeti’nin temsil edeceğini bildirmiştir. Hamit Bey, Gazi Paşa’nın talimatı doğrultusunda Tevfik Paşa’ya tebligatta bulunmasına rağmen sonuç elde edememiştir.
27 Ekim 1922’de İngiliz, Fransız, İtalyan temsilcileri ayrı ayrı verdikleri şifahi notalarla İstanbul ve Ankara Hükûmetlerini aynı anda, 13 Kasım 1922’ de İsviçre’nin Lozan şehrinde yapılacak konferansa davet ettiler. 23 Ekim’de Ankara bu daveti kabul ettiğini bildirmiş, 29 Ekim’de Tevfik Paşa tarafından TBMM Başkanlığına çekilen telgrafta[3], birlikte katılma teklifinde bulunulmuştur.
Mustafa Kemal Paşa, Barış Konferansı’nda ikiliği ortadan kaldırmak için saltanatın hemen kaldırılması doğrultusunda kararını vermiştir. Bu konuda Rauf Bey ile Kâzım Karabekir Paşa’dan kararının uygun olduğuna dair meclis kürsüsünde konuşma yapmalarını istemiştir. Bu istek kabul görmüş, hatta Rauf Bey daha ileri giderek bu günün bayram ilân edilmesini teklif etmiştir.
Sadrazam Tevfik Paşa’nın barış konferansına birlikte katılma teklifi TBMM’de büyük tepki ile karşılanmıştır. Bu konu, 30 Ekim 1922 tarihindeki birleşimde görüşülmüştür. Vahideddin’in ve Hükûmetlerinin Millî Mücadeledeki karşı icraatları açıklanarak saltanat makamını suçlayan konuşmalar yapılmıştır. Bu sebeple kimi mebuslar İstanbul Hükûmetinin konferansa katılma haklarının bulunmadığını ifade ederken, kimileri de İstanbul Hükûmetinin yok sayılmasını ve hatta saltanatın kaldırılmasını istemişlerdir. Aynı birleşimde saltanatın kaldırılmasına dair Dr. Rıza Nur ve arkadaşlarınca verilen 81 imzalı altı maddelik önerge [4] Meclis Başkanlığına sunulmuş, 131 kabul, 2 ret, 3 çekimser oya karşılık çoğunluk sağlanamadığından işlem tamamlanamamış ve 1 Kasım Çarşamba günü tekrar oylama yapılmak üzere oturuma son verilmiştir. TBMM’nin çalışmalarına ara verdiği 31 Ekim Salı günü Müdafaa-i Hukuk Grubu toplantısında Mustafa Kemal Paşa, saltanatın kaldırılmasının mecburi olduğuna dair açıklamada bulunmuştur. 1 Kasım Çarşamba günkü 130. birleşimin birinci oturumunda konu tekrar gündeme getirilmiştir.
Dr. Rıza Nur ve arkadaşları önergelerinin altıncı maddesine yönelik değişiklik teklifinde bulundular[5]. Teklifte, hilâfetin Türklere, özellikle Osmanlı hanedanına ait olduğu kabul edilmiş ve halifenin ne şekilde, kim tarafından belirleneceğine açıklık getirilmiştir. İkinci Grup liderlerinden Hüseyin Avni (Ulaş) Bey ve arkadaşlarınca verilen 26 imzalı iki maddelik bir önergede[6], İstanbul Hükûmetinin 16 Mart 1920’den itibaren tarihe karıştığı belirtilmiş olmasına rağmen saltanatın kaldırılmasına yönelik herhangi bir açıklamada bulunulmamıştır. Bu önerge sadece İstanbul Hükûmeti’ni hedef almıştır. Mustafa Kemal Paşa her iki teklif üzerinde yapmış olduğu uzunca konuşmasında hilâfetle saltanatın birbirinden ayrılabileceğini, tarihten örnekler vererek açıklamış neticede söz konusu tekliflerin Şer’iye, Adliye ve Kanun-ı Esasi encümenlerinden meydana gelen ortak komisyona havalesi kabul olunarak birinci oturuma son verilmiştir.
Teklifler, ortak komisyonda görüşülürken, durumu yakından takip eden Mustafa Kemal Paşa, toplantı odasına girerek komisyona hitaben bir konuşma yapmıştır. Konuşmasında; hâkimiyet ve saltanatın kuvvet ve kudretle alınabileceğini, milletin ayaklanarak zaten bunları elde ettiğini, yapılacak işin fiili durumu resmîleştirmekten ibaret bulunduğunu, aksi takdirde bazı kafaların kesileceğini ifade etmiştir. Bu konuşmayla aydınlanan komisyon üyeleri, bu görüşler doğrultusunda bir karar tasarısı metni hazırlayıp meclis başkanlığına sunmuşlardır.
TBMM Genel Kurulunun 130. birleşiminin ikinci oturumunda ittifakla kabul edilen iki maddelik “TBMM’nin Hukuk-ı Hâkimiyet ve Hükümranının Mümessil-i Hakikisi Olduğuna Dair Hey’et-i Umumiye Kararı”na [7] göre; saltanatla hilâfet birbirinden ayrılmış, saltanat kaldırılmış, hilâfetin varlığı korunmuş, hilâfet makamının Osmanlı hanedanına ait olduğu, ilim ve ahlâk bakımlarından hanedanın en iyi ve en olgun mensubunun bu makama TBMM tarafından seçileceği belirtilmiştir. Aynı kararda İstanbul Hükûmetinin varlığına son verilmiştir.
Türkiye Büyük Millet Meclisinin Hukuk-ı Hâkimiyet ve Hükümranının Mümessil-i Hakikisi Olduğuna Dair Hey’et-i Umumiye Kararı
Numara: 308
Birkaç asırdır Saray ve Bab-ı Âlinin cehâlet ve sefâhati yüzünden devlet azim felâketler içinde müthiş bir surette çalkandıktan sonra nihayet tarihe intikal etmiş bulunduğu bir anda, Osmanlı İmparatorluğunun müessisi ve sahib-i hakikisi olan Türk milleti, Anadolu’da hem harici düşmanlarına karşı kıyam etmiş hem de o düşmanlarla birleşip millet aleyhine harekete gelmiş olan Saray ve Bab-ı Âli aleyhine mücâhedeye atılarak Türkiye’de Büyük Millet Meclisi ve onun Hükûmeti ve ordularını bitteşkil harici düşmanlar, Saray ve Bab-ı Âli ile fiilen ve müsellahan ve malum müşkilât-ı şedide ve mahrumiyet-i elime içinde cidâle girişmiş, bugünkü halâs gününe vasıl olmuştur.
Türk milleti, Saray ve Bab-ı Âlinin hıyanetini gördüğü zaman Teşkilât-ı Esasiye Kanununu ısdar ederek onun birinci maddesiyle hâkimiyeti padişahtan alıp bizzat millete ve ikinci maddesiyle icrai ve teşri kuvvetleri onun yed-i kudretine vermiştir. Yedinci madde ile de harp ilânı, sulh akdi gibi bütün hukuk-ı hükümraniyi milletin nefsinde cem eylemiştir.
Binaenaleyh; o zamandan beri eski Osmanlı İmparatorluğu tarihe intikal edip yerine yeni ve milli bir Türkiye devleti, yine o zamandan beri padişahlık merfu olup yerine Türkiye Büyük Millet Meclisi kaim olmuştur. Yani bugün İstanbul’da bulunan heyet mevcudiyetini usulen himaye edecek hiçbir meşru ve gayr-i meşru ecnebi kuvvete ve müzâheret-i milliyeye malik olmayıp bir zıll-ı zâil halindedir. Millet, şahsi hükümranlık ve saray halkı ve etrafının sefâhati esası üzerine müessis bir saltanat yerine, asıl halk kitlesinin ve köylünün hukukunu himaye ve saadetini tekeffül eden bir halk Hükûmeti idaresi tesis ve vaz’edilmiştir.
Hal böyle iken İstanbul’da düşmanlarla teşrik-i mesâi etmiş olanların elan hukuk-ı hilâfet ve saltanat ve hukuk-ı hanedandan bahs eylemelerini görmekle müstekreh-i hayret bulunuyoruz. Tevfik Paşanın telgrafı kadar garip ve acayip ve hilâf-ı mavaka’ı bir vesika tarihte nadir görülmüştür. Binaenaleyh Türkiye Büyük Millet Meclisi bervechi ati mevadı neşr ve ilâna karar vermiştir:
1-Teşkilât-ı Esasiye Kanunuyla Türkiye halkı, hukuk-ı hâkimiyet ve hükümranisini mümessil-i hakikisi olan Türkiye Büyük Millet Meclisinin şahsiyet-i maneviyesinde gayr-i kabili terk ve tecezzi ve ferağ olmak üzere temsile ve bilfiil istimale ve irade-i milliyeye istinad etmeyen hiçbir kuvvet ve heyeti tanımamağa karar verdiği cihetle Misak-ı Milli hudutları dâhilinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmetinden başka şekl-i Hükûmeti tanımaz. Binaenaleyh Türkiye halkı, hâkimiyet-i şahsiyeye müstenid olan İstanbul’daki şekl-i Hükûmeti 16 Mart 1336’dan itibaren ve ebediyen tarihe müntakil addeylemiştir.
2-Hilâfet; Hanedan-ı Âli Osman’a ait olup halifeliğe Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından bu Hanedanın ilmen ve ahlâken erşed ve eslâh olanı intihap olunur. Türkiye devleti makam-ı hilâfetin istinatgâhıdır.
1-2 Teşrinisani 1338 [1-2 Kasım 1922]
DİP NOTLAR
[1] T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, 30.10. 1338, Devre: 1, Cilt: 24, İçtima Senesi: 3, s. 269; Kemal Atatürk, Nutuk Cilt: III Vesikalar, Vesika: 260, MEB Devlet Kitapları, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1982, s.1236-1237
[2] Kemal Atatürk, Nutuk Cilt: III Vesikalar, Vesika: 262, MEB Devlet Kitapları, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1982, s.1237
[3] T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, 30.10. 1338, Devre: 1, Cilt: 24, İçtima Senesi: 3, s. 270; Kemal Atatürk, Nutuk Cilt: III Vesikalar, Vesika: 263, MEB Devlet Kitapları, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1982,s.1238-1239
[4] T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, 30.10. 1338, Devre: 1, Cilt: 24, İçtima Senesi: 3, s. 292-293
[5] T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, 1.11. 1338, Devre: 1, Cilt: 24, İçtima Senesi: 3, s. 304
[6] T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, 1.11. 1338, Devre: 1, Cilt: 24, İçtima Senesi: 3, s. 304-305
[7] T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, 1.11. 1338, Devre: 1, Cilt: 24, İçtima Senesi: 3, s. 313-314; Büyük Millet Meclisi Kavanin Mecmuası, Cilt:1, s. 487-488; Bekir Sıtkı Yalçın-İsmet Gönülal, Atatürk İnkılâbı Kanunlar-Kararlar Tamimler-Bildiriler Belgeler-Gerekçe ve Tutanaklarıyla- Kültür ve Turizm Bakanlığı, Ankara 1984, s. 286-288
Türk İstiklâl Mücadelesi
Mustafa Kemal Paşa’nın Neue Freie Presse Muhabirine Cumhuriyet Hakkında Beyanatı [Demeci]
Published
3 ay agoon
Ekim 26, 2024By
drkemalkocak(22 Eylül 1923)
Giriş
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Gazi Mustafa Kemal [ATATÜRK] önderliğinde gerçekleştirilen Türk İstiklal Harbi/Milli Mücadele’den sonra kurulmuştur. Türk Milletinin bağımsızlığını kazanmasından sonra Gazi, zaman zaman yurt gezilerine çıkmıştır. Bu gezilerinde, Millî Mücadele sırasında düşmana karşı omuz omuza birlikte mücadele ettiği milleti ile daha yakından temas kurma imkânına kavuşmuştur. Gezilerinden, uzun süren harplerden yeni çıkmış olan halka moral vermiş, yeni kurulan “Türk Milletinin/Milli Kültürümüzün” muasır medeniyetler seviyesine ulaşması için yapılması gerekenler hakkında, kulluk/kölelikten kurtularak hürriyetine kavuşan vatandaşları bilgilendirmiş, yapılan inkılâpların uygulanışını görmüş ve yapılacak inkılâplarla hakkında kamuoyu oluşturmuştur. İhtiyaç duyduğu kamuoyu desteğini sağladığına kanaat getirdikten sonra, yapmak istediği inkılâpları Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sunmuş ve uygulamaya/hayata geçirmiştir.
Bu sebeple Gazi’nin yurt gezileri yanında yabancı asker ve siyasi temsilciler ve gazetecilerle temas ve görüşmeleri, genellikle önemli siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel değişim ve gelişmelerin yaşandığı/yaşanacağı günlerin öncesi veya sonrasında gerçekleşmiş olması bakımından anlamlıdır. Bu kapsamda, Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın Nöye Fraye Prese [Neue Freie Presse] adındaki Avusturya gazetesi muhabirine verdiği “Cumhuriyetin ilanını öngören” demeç, Osmanlı Türkçesi ile yayımlandığı [Hâkimiyet-i Milliye, 27 Eylül 1923, No: 926, s. 1, sütun: 1-3]’ten çevrim yazı olarak aşağıda sunulmuştur.
***
Büyük Millet Meclisi Reisi Başkumandan Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’nin Viyana’da münteşir [yayımlanan] “Nöye Fraye Prese” [Neue Freie Presse] namındaki Avusturya gazetesine vaki beyanatının asıl metni.
Ankara, 26 [Eylül 1923], (A. A.) – İki üç günden beri Ankara ve İstanbul gazetelerinde Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’ne atfedilen beyanat, salahiyettar olmayan zevat tarafından neşredilmiştir [yayımlanmıştır]. Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’nin şehrimizde bulunan Nöye Fraye Prese Muhabiri Mösyö Jozef Hans Lazar’a vaki olan beyanatı aynen ber-vech-i atidir [aşağıdadır]:
Muharririn [yazarın], Türkiye Teşkilatı Esasiye Kanunu’ndaki müstakbel tadilatın [gelecekteki değişikliğin] ne olacağı hakkındaki sualine [sorusuna] Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri şu suretle cevap vermiştir:
–Yeni Türkiye Teşkilatı Esasiye Kanunu’nun ilk maddelerini size tekrar edeceğim:
“Hâkimiyet bila kaydu şart [kayıtsız şartsız] milletindir. İcra kudreti, teşri kudreti [kanun yapma] salahiyeti, milletin yegâne hakiki mümessili [temsilcisi] olan Meclis’te tecelli etmiş ve toplanmıştır.“
Bu iki maddeyi bir kelimede hülasa etmek kabildir [özetlemek mümkündür]: “Cumhuriyet“.
Yeni Türkiye’nin umur-ı teceddüdü [yenileşme işi] daha nihayet bulmamıştır. Ancak yolun sonuna kadar gidilmelidir. Harpten sonra Türk Teşkilatı Esasiye’sinin inkişafı [gelişmesi] henüz kati bir şekil almış addedilemez [sayılamaz]. Tadilat [değişiklikler] ve tashihat [düzeltmeler] yapmak ve daha mükemmel bir hale getirmek elzemdir. İkmaline [tamamlanmasına] başlanan bu iş henüz bitmemiştir. Kısa bir zaman zarfında Türkiye’nin bugün fiilen almış bulunduğu şekil kanunen de tespit edilecektir. Yakın bir atide [gelecekte] bu meseleye ait hükûmet teklifatı [teklifleri] Meclis’e arz edilecektir. Bu teklifatın [tekliflerin] bütün mevadı [maddeleri] Teşkilatı Esasiye Kanunu’nun inkişaf [gelişme] ve ikmaline [tamamlanmasına] ait bulunacaktır.
Bütün Avrupa ve Amerika’daki cumhuriyetler nasıl esas itibariyle yekdiğerinden ayrı değilse ve aralarındaki fark nasıl yalnız şekle ait bulunuyorsa, Türkiye’nin da bu cumhuriyetlerden farkı sırf bir şekil meselesidir. Diğer cumhuriyet usulüyle idare edilen memleketlerde olduğu gibi bizim de hâkimiyete malik [sahip] bir parlamentomuz vardır. Yalnız bizde Büyük Millet Meclisi hem teşri [kanun yapma] hem de icrai salahiyete maliktir [icra salahiyetine sahiptir]. Başka yerde olduğu gibi, bizde de vekiller kendi vekâletlerine ait işlerden mesuldürler. Başka yerlerde yeni Türkiye devleti icra vekillerinin Millet Meclisi elinde bir oyuncak olduğu zannediliyor; bu, hatadır. Vekillerin mesuliyetine ve vazifesine ait meselede, Teşkilatı Esasiye Kanunu’nda yapılacak tadilat ile [değişikliklerle] tespit edilmiş olacaktır. Netice itibariyle reisicumhurdan, reisi hükûmetten [hükûmet reisinden] ve mesul vekillerden müteşekkil bir hükûmet teşkil edeceğiz.
Yeni Türkiye’nin payitahtı meselesine gelince, bunun cevabı kendiliğinden zahir olur [ortaya çıkar]: Ankara, Türkiye Cumhuriyeti’nin payitahtıdır.
S[ual] – Avrupa’da, Türkiye’nin Avrupa’ya ve Garplılığa [Batılılığa] husumeti [düşmanlığı] bulunduğu fikri vardır. Türk matbuatında da bu nokta hakkında bir münakaşa açılmıştı. Bu münakaşada Garplılık müdafaa ediliyor veya aleyhinde bulunuluyordu. Bu hususta ne düşünülüyor?
C[evap] – Asırlardan beri düşmanlarımız Avrupa akvamı [milletleri] arasında Türklere karşı kin ve husumet [düşmanlık] fikirleri telkin etmişlerdir. Garp zihinlerine yerleşmiş olan bu fikirler, hususi [özel] bir zihniyet vücuda getirmişlerdir. Bu zihniyet hala her şeye ve bütün hadisata [hadiselere] rağmen mevcuttur. Ve Avrupa’da hala Türk’ün her türlü terakkiye [ilerlemeye] hasım [düşman] bir adam olduğu, manen ve fikren inkişafa [gelişmeye] gayr-i müstaid [kabiliyetsiz] bir adam olduğu zannedilmektedir. Bu, azim [büyük] bir hatadır. Cevabımı basitleştirmek için size şu misali serdedeceğim [vereceğim]: Farz ediniz ki, karşınızda iki adam var; bunlardan biri zengin ve emrine her türlü vesait muhya [vasıtalar hazır], diğeri de fakir ve elinde hiçbir vasıta mevcut değil. Bu vesait fıkdanından [vasıta yokluğundan] başka ikincinin manevi ruhu da diğerinden hiç farkı ve maduniyeti [geriliği] yoktur. İşte Avrupa ile Türkiye yekdiğerine karşı bu vaziyettedir. Bizi madun [geri] olmaya mahkûm bir kavim olarak tanımakla iktifa etmemiş [yetinmemiş] olan Garp, harabiyetimizi [haraplığımızı] tacil [çabuklaştırmak] için ne yapmak lazımsa yapmıştır. Garp ve Şark [Doğu] zihinlerinde yekdiğeriyle muarız [çatışan] iki prensip mevzu bahs [söz konusu] olduğu vakit, bunun en mühim menbaını [kaynağını] bulmak için Avrupa’ya bakmalı. İşte Avrupa’da mütemadiyen [devamlı] olarak mücadele ettiğimiz bu zihniyet mevcuttur.
İmparatorluk zamanında sultanın hükûmetleri Türk milletinin Avrupa ile temasına mani olmak için ellerinden geleni yapmışlar ve milletin arzu ve iradesinden uzak ve ayrı olarak icray-ı hükûmet [hükûmet icra] etmişler ve Türk milletini terakkiden [ilerlemeden] hariç bırakmışlardır.
Biz milliyetperverler gözleri açık adamlarız. Gözlerimizi her gün daha ziyade açmakta ve gerek dâhilde ve gerek hariçte olup biteni görüyoruz. Milletimizin mütemeddin [medeni] milletlerle temasını teshil etmek [kolaylaştırmak] menafimiz [menfaatlarımız] mukteziyatındandır [gereklerindendir].
Bu temasın, münasebetlerin yeniden tesisini yalnız arzu etmekle kalmıyoruz, onları inkişaf ettirmek [geliştirmek] için her şeyi yapıyoruz. Bu tavrımız, çok açık ve tartışmasız olarak, Türklerin zenofobisi [yabancı korkusu] bulunduğu şeklindeki yanlış zannı çürütmektedir.
Matbuatla milliyetperver Türkiye’nin ecnebi [yabancı] düşmanı olduğu ilan edilirse, büyük bir hata irtikâp edilmiş [işlenmiş] ve hakikaten mevcut olan şeyin aksi iddia edilmiş olur.
İkinci noktaya gelince, yani Türk matbuatında da Garplılık [Batılılık] ve Şarklılık [Doğululuk] münakaşası açıldığına gelince, matbuat, istediği bahiste istediği veçhile [şekilde] tefsiratta [yorumlarda] bulunabilir. Matbuat, hiçbir veçhile [şekilde] tahakküm ve nüfuza tabi tutulamaz. Benim bu hususta şahsi nokta-ı nazarım [görüşüm] şudur ki, muhafazakâr olan ve bu hususta yalnız olan Tevhidi Efkâr’ın karşısında Türk matbuatının kesreti [çoğunluğu] var. Bu matbuat Garplılaşmak [Batılılaşmak] veçhesini [yönünü] müdafaa ediyor. Tevhidi Efkâr’ın fikri bizim inkişafımızın [gelişmemizin] Garp usulünde vaki olmasını tadil edemez [değiştiremez]. Onun hareketi Garp matbuatına karşı aksülamel [tepki] diye telakki [kabul] edilebilir. O Garp matbuatı ki, ekseriyeti [çoğunluğu] mukaddema [başlangıçta] bizim aleyhimizde bulunuyordu. Vaki olan tebeddülata [değişikliklere] rağmen eski metotlarını değiştirmiyorlar.
S – Lozan sulhu [barışı] hakkındaki fikr-i devletlileri [devletlilerinin fikri]?
C – Lozan sulhu heyet-i umumiyesi [bütünü] itibariyle bizi tatmin ediyor. Biz bu muahedeye [antlaşmaya] tamamıyla riayet edeceğiz. Buna rağmen şunu söylemekten kendimizi men edemeyiz ki, daha taleplerimiz vardır ve bunların kuvveden [düşünceden] fiile çıktığını ahiren [son zamanda] Avrupa akvamının [milletlerinin] zihinlerinde vaki olan Türkiye’ye müsait yeni bir temayül [eğilim] vasıtasıyla görmek istiyoruz.
Muallak mesail [meseleler] için dostane tarz-ı tasfiyeler [çözüm tarzları] bulunacağını ümit etmek istiyoruz. Uzak bir atide [gelecekte] değil yakın bir istikbalde [gelecekte] şimdiye kadar halledilemeyen mesailin [meselelerin] kati hal şekline iktiran ettiğini [kavuştuğunu] görmek istiyoruz.
[Hâkimiyet-i Milliye, 27 Eylül 1923, No: 926, s. 1, sütun: 1-3;
Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt: 16 (1924), Kaynak Yayınları, İstanbul, 2005, s. 117-119]
Türk İstiklâl Mücadelesi
Büyük Âlim Ziya Gökalp’in Vefatı
Published
3 ay agoon
Ekim 25, 2024By
drkemalkocak[25 Ekim 1924]
Giriş
Türk sosyolojisinin kurucusu ve Türk milliyetçiliğinin en önemli düşünürlerinden biri olan Ziya GÖKALP [1], “bedenimin babası Ali Rıza Efendi, hislerimin babası Namık Kemal, fikirlerimin babası ise Ziya Gökalp’tir” sözünü sarf eden Mustafa Kemal ATATÜRK’ün en fazla etkilendiği kişiler arasında yer alır.
Vefatının 100. yıldönümünde Ziya Gökalp’i minnet ve rahmetle anarım. Bu münasebetle başta Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK olmak üzere Türk milleti, vatanı ve devleti uğrunda hizmet eden bilim, kültür, sanat, devlet, asker ve siyaset adamları ile Türk Mehmetçiklerinden bu dünyadan göç edenlere rahmet, hayatta olanlara sağlık, mutluluk ve başarılar dilerim.
Hafızalarımızı tazeleyip zihin jimnastiği yapmak amacıyla GÖKALP’in vefatının ertesi günü [Hâkimiyet-i Milliye, 26 Teşrinievvel 1924, No: 1256, s. 1, sütun: 2-3]’te yayımlanan “Hamdullah Suphi [TANRIÖVER],” ve “Ziya Gökalp Büyük Âlim Ziya Gökalp’in Ziyaı” başlıklı haber metinleri Osmanlı Türkçesi’nden çevrim yazı olarak aşağıda sunulmuştur.
***
ZİYA GÖKALP
“Ne elim bir haberle dilhunuz [içimiz kan ağlıyor]. Türk milliyetperverleri bir baş, hakiki bir mürşit kaybettiler. Türkçülük mefkûresinin bir meşalesi olan bu asil zekâ, kendi izinde yürüyecek binlerce muakkip [takipçi] bıraktı. Onun Türk tarihini, Türk içtimaiyatını, Türk harsını aydınlatan tahlil ve tasnif kuvveti, asırlardır ruhumuzda biriken karanlıkları derece derece eritmişti. Geçtiği yol evvelce bir izdi, şimdi bir şehrahtır [ana yoldur]. Türk vatanı en aziz evladından birini kaybetmekle taziye edilmek lazım gelen bir felakete uğradı. Ziya Gökalp’in hatırası önünde başlarımızı eğdiğimiz bu acı dakikalarda, tesellimiz odur ki, onun ufkumuzda dalgalandırdığı manevi bayrağı yere düşürmeyecek bir gençlik; memleketin her köşesinde bu imanın mahfuziyeti [korunması] için ayakta silahlanmış duruyor.” [2]
Hamdullah Suphi [TANRIÖVER]
***
BÜYÜK ÂLİM ZİYA GÖKALP’İN ZİYAI
Diyarbakır Mebus-ı Muhteremi; çok kıymetli eserlerini Türklüğe ve gençliğe hatıra bırakarak aramızdan ebediyen ayrılmıştır
Reisicumhurumuz ve İsmet Paşa hazeratı birer telgrafla merhum müşarünileyhin [adı geçenin] ailesine teessürlerini [üzüntülerini] iblağ buyurmuşlardır [bildirmişlerdir]. Bir Ziya Gökalp Cemiyeti teşkil edilmiştir.
***
Bir müddetten beri rahatsız bulunan ve son günlerde hastalığının şiddetlenmesi dolayısıyla hastahaneye nakledilen Diyarbakır Mebusu Ziya Gökalp Bey üstadımız dün [25 Ekim 1924] sabaha karşı irtihal-i dar-ı beka [ahirete göç] eylemiş ve bu müellim [elem veren] haber şehrimizde birden bire şayi olarak [duyularak] umumi ve derin bir teessürle [keder ve üzüntüyle] karşılanmıştır.
Reisicumhur Gazi Paşa Hazretleriyle Başvekil ve Hariciye Vekili İsmet Paşa Hazretleri merhum müşarünileyhin ailesine birer taziye telgrafı çekmek suretiyle teessürlerini iblağ buyurdukları gibi hükumet tarafından lazım gelenlere cenaze merasiminin pek mutantan bir surette icrası için de emirler verilmiştir.
İstanbul’da icra edilecek olan cenaze merasiminde Türkiye Büyük Millet Meclisi namına orada bulunan İkinci Reis Vekili Şarkikarahisar Mebusu Ali Sururi Bey hazır bulunacaktır. Merhum müşarünileyhin ailesine bu devreye ait olan tahsisatın kâmilen verilmesi ve ayrıca hidmet-i vataniye [vatana hizmet] tertibinden maaş tahsisi takarrür etmiştir [kararlaştırılmıştır]. Müdafaa-i Milliye Vekili Kazım Paşa Hazretleri ordu namına, beyan-ı taziyet edilmesini Üçüncü Kolordu Kumandanlığına ve Maarif Vekili Vasıf Bey Efendi de cenaze merasiminin icra edildiği gün bütün mekteplerin kapatılmasını ve bilumum muallimlerle talebelerin merasime iştirak etmelerini İstanbul’daki memurin-i aidesine emreylemişlerdir.
Vasıf Bey Efendi merhumun ailesine çektikleri telgrafta; kendisiyle beraber bilumum muallimlerin muhtaç-ı taziye ve teselliye bir halde olduklarını ve merhumun hatırasının gençlik için kuvvetli bir menba-ı ilham [ilham kaynağı] olacağını ve bir arzuları varsa muhatap olmak istediğini bildirmiş ve ayrıca Muallimler Birliği, Türk Ocakları Heyet-i Merkeziyelerince telgrafla beyan-ı tessesür ve arz-ı taziyet olunmuştur.
Dün gece Ankara’da Türkçülük Cereyanının maruf simaları, mebuslar ve Türkçü gençler bir içtima akdederek [toplantı yaparak] bir “Ziya Gökalp Cemiyeti” tesis etmişlerdir. Cemiyetin Birinci Reisliğine Sinop Mebusu sabık Sıhhiye Vekili Doktor Ziya Nur Bey, İkinci Reisliğine Zonguldak Mebusu Ragıp beyler bil ittifak intihap edilmişlerdir [seçilmişlerdir]. Cemiyet Ziya Gökalp Beyin bütün Türk şehirlerindeki muhiplerinden ve talebesinden taazzuv edecektir [meydana gelecektir]. Cemiyetin programı ve gayesi; Ziya Gökalp Beyin kitaplarının tabı [basımı], yazılarının ve hatıralarının cemi [toplanması] ve ihtifallerinin [törenlerinin] tertibi olacaktır.
Diğer taraftan “Türk Ocakları Merkez Heyeti ve Hars Heyeti” ve “Ziya Gökalp Cemiyeti” şu suretle derin teessürlerini ve hissiyat-ı taziyetkaranelerini ifade etmektedirler:
“Türklüğe ve Türk Ocaklarına ifa ettiği layemut [ölmez] hidmetler ile kalbimizde ebediyen yaşayacak bir minnet ve şükran hatırası bırakmış olan büyük âlim ve rehber Ziya Gökalp’in vefatı dolayısıyla Türk milletine en samimi taziyetlerimizi ve memleketin umumi kederine bütün mevcudiyetimizle iştirak ettiğimizi beyan ederiz.”
Anadolu Ajansı da şu satırlarla teessürlerini bildirmektedir:
“Türk vatanı en büyük ilim adamını kaybetti. Milli Mücadelenin ruhu ve istinatgâhı olan milliyet fikirlerini neşretmek hususunda Ziya Gökalp Beyin ifa ettiği hidmetler Türk milletinin kalbinde ebedi bir minnet bırakmıştır. Anadolu Ajansı bu büyük ziya [kayıp] karşısında duyduğu derin teessürleri beyan ve Türk milletini bütün ruhuyla taziye eder [başsağlığı diler].”
Üstadın son hayatına ait ajans tarafından verilen malumat ber-vech-i atidir [aşağıdadır]:
Ajans ve matbuat mensubini [mensupları] namına üstat Ziya Gökalp Beyi 23 Teşirinievvel’de [23 Ekim 1924] ziyaret eden Anadolu Ajansının İstanbul mümessili [temsilcisi] Edhem Hidayet Bey o günkü tarihle şu telgrafı ajansa göndermiştir:
“İstanbul: 23 [Ekim 1924] (A. A.)-Ziya Gökalp Beye gittim. Çok dalgın, etrafındakileri tanıyamaz bir halde idi. Hiçbir şey söyleyemiyor ve ızdırap alameti gösteriyordu. Dünkü konsültasyon neticesinde kati olmamak üzere dimağında iltihap olduğu teşhis edildiğini ve doktorların ümitvar bulunmadığını biraderi Nihad Bey ifade etti. Kemal-i teessürle arz ederim.”
Anadolu Ajansının üstadın hastalığına ve irtihaline dair müteakip telgrafları da ber-vech-i atidir [aşağıdadır]:
İstanbul: 24 [Ekim 1924] (A. A.)-Ziya Gökalp Beyin vaziyet-i sıhhiyesine [sağlık durumuna] dair bu akşamki tabip raporu ber-vech-i atidir:
“Hastanın ahval-i umumiyesi git gide kesb-i vahamet ediyor. Hastalık süratle seyrini takip ediyor. Ziya Bey artık etrafındakileri tanımıyor. Kalp mukavemet ediyor. Hastalığın vahameti bütün kuvvetiyle bakidir.” [2]
DİP NOTLAR
[1] https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/bilgi/ziya-gokalp-1876-1924/
[2] Hâkimiyet-i Milliye, 26 Teşrinievvel 1924, No: 1256, s. 1, sütun: 2-3
Saltanatın Kaldırılmasına Dair Türkiye Büyük Millet Meclisinin Genel Kurul Kararı
Mustafa Kemal Paşa’nın Neue Freie Presse Muhabirine Cumhuriyet Hakkında Beyanatı [Demeci]
Büyük Âlim Ziya Gökalp’in Vefatı
En Çok Okunanlar
- Türkler ve Zaferleri2 yıl ago
Anafartalar Kumandanı Mustafa Kemal ile Mülakat [Görüşme] (1)
- Maarifimizde İstikamet2 yıl ago
AİLE KUCAĞINDA VATAN TERBİYESİ
- Türk Tarihi3 yıl ago
6 EKİM İSTANBUL’UN KURTULUŞ GÜNÜ
- Türk İstiklâl Mücadelesi2 yıl ago
LOZAN BARIŞ ANTLAŞMASI
- Tarihi Toplantılar3 yıl ago
İSTİKLÂL MARŞI’NIN YAZILIŞI ve MİLLÎ MARŞ OLARAK KABULÜ
- Mustafa Kemal Atatürk3 yıl ago
GAZİ MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN KONYA TÜRK OCAĞI’NDA YAPTIĞI KONUŞMA
- Türk İstiklâl Mücadelesi2 yıl ago
Mustafa Kemal Paşa’nın Sivas Kongresi’ni Açış Konuşması (4 Eylül 1919)
- Maarifimizde İstikamet3 yıl ago
1998 İLKÖĞRETİM SOSYAL BİLGİLER DERSİ ÖĞRETİM PROGRAMI 6’NCI SINIF TÜRKİYE TARİHİ ÜNİTESİ AMAÇLARININ KAZANILMIŞLIK DÜZEYİ (Kastamonu Örneği)