Connect with us

Türk İstiklâl Mücadelesi

KASTAMONU İSTİKLAL MAHKEMESİNDE

Published

on

GİRİŞ

Millî Mücadele, Türk’ün fert ve millet olarak gösterdiği büyük fedakârlıklarıyla tarihe mal olmuş bir dönemin adıdır. Bu dönem, birçok tarihi vaka, tartışma ve konuyu içermektedir. Bu dönem, ferdi bulunduğu ortam içinde bir seçim yapmaya/taraf belirlemeye mecbur kılmıştır. Birinci tercih/seçenek, Düveli Muazzama/Emperyalizm/Osmanlı Saltanatı/İstanbul Hükumeti emrinde/tarafında hâkimiyetini ve istiklâlini devam ettirecek bir konum belirlemekti. İkinci tercih/seçenek ise Kuvay-ı Millîye/Türk Milliyetçileri yanında “Ya İstiklâl Ya Ölüm” diyerek asi olmak veya ölmeyi göze almaktı.

Enver Behnan ŞAPOLYO[1], genç yaşında bu iki seçenek arasında tercihini Kuvay-ı Millîye’den yana kullanmıştır. Kuvay-ı Millîyecilere katılarak Istıranca bölgesinde Yunan kuvvetlerine karşı askeri vazife üstlenmiştir. Bir müddet sonra İstanbul’dan Anadolu’ya geçerek Millî Mücadele’ye katılmak ister. Mim Mim (Millî Mücadele) Grubu’nun yardımıyla İnebolu’ya geçer. İnebolu-Kastamonu hattında, cepheye cephane ve erzak taşıyan Kağnı Kolları’nda komutanlık vazifesiyle “Türk İstiklâl Mücadelesi”nde hizmet eder. Bu zaman aralığında yaşadıklarını eserlerinde işleyerek bir dönemin siyasî ve askerî yapılarının durumunu, bir fert olarak kendi düşünce ve ruh halini, Anadolu’daki fertlerin düşünce ve ruh hallerini örneklerle açıklar. Tanık olduğu olaylar, yerler ve kişiler hakkında verdiği (sosyo-ekonomik, kültürel) bilgiler, bizlere ve araştırmacılara Millî Mücadele’nin ferdi ve sosyal yönlerini farklı bir bakış açısıyla inceleme-değerlendirme imkânı vermektedir.

Aşağıda, “Enver Behnan ŞAPOLYO, Mustafa Kemal ve Millî Mücadelenin İç Âlemi, İnkılap ve Aka Kitabevleri, İstanbul 1967” künyeli eserin 50-56’ncı sayfaları arasında, Kastamonu İstiklal Mahkemesinde yapılan yargılamaya dinleyici olarak katılan Enver Behnan ŞAPOLYO’nun gözlem, düşünce ve değerlendirmelerinden bölüm; kendi dilinden okumak, anlamak, incelemek ve değerlendirmek zevkini tatmanıza katkıda bulunmak amacıyla sunulmuştur.

—***—

KASTAMONU İSTİKLAL MAHKEMESİNDE

[29 Nisan 1336 (1920) tarihli Hıyaneti Vataniye Kanunu]na göre Kastamonu’da da bir İstiklal Mahkemesi kurulmuştu. İlk defa Kastamonu İstiklal Mahkemesine Menteşe Mebusu Doktor Tevfik Rüştü, Kozan Mebusu Fikret, Saruhan Mebusu Refik Şevket betler seçilmişti. İkinci defa olarak gelen mahkeme heyeti Saruhan Mebusu Mustafa Necati, Trabzon Mebusu Nebizade Hamdi, Çankırı Mebusu Neşet beylerden müteşekkildi. Bu mahkemenin salahiyeti Kastamonu, Bolu, Sinop, Zonguldak ve Çankırı’ya kadar uzanıyordu. Ayrıca Ankara’da, Konya’da, Adana ve Kayseri’de de İstiklâl Mahkemeleri kurulmuştu. İstiklâl Mahkemeleri vatan hainlerini, asker kaçaklarını, isyan edenleri mahkeme ediyordu. Bu mahkemelerin azaları hep mebuslardan seçilmekte idi. Bu mahkemeler ne Nizami mahkemeler ne de Divanı Harplerdi. Bu mahkemeler vatan hainlerini süratle, şiddetle cezalandırmak üzere kurulmuştu. İstiklâl Mahkemeleri kararı, vatanın selâmeti esasına dayanıyordu. Karar azaların vicdanına bırakılmıştı. Mahkemenin cezaları esas olarak üç noktada toplanmakta idi.  Yüz sopa, idam, affa uğramaktı. Hapis cezası görenler pek azdı. Kararların temyizi yoktu. Avukat da tutamazlardı. İstiklâl Mahkemelerinin kararlarında yalnız memleketin yüksek menfaati göz önünde tutuluyordu. Vatan hainleri, hiç merhamet edilmeden cezalandırılıyordu.

Bir gün [Kastamonu] İstiklâl Mahkemesini dinlemeye gittim. Mahkeme bir bahçe içinde taş bir binada idi. Bir salondan içeri girdim. Ön tarafta iskemleler, arka tarafta ise yemekhane sıraları dizili idi. Bir köşeye oturdum. Karşıdaki duvarda bir levha üzerinde şunlar yazılı idi:

Mücadelesinde yalnız Allah’tan korkar!

Bu yazının altında ise bir Türk bayrağı asılı idi. Mahkemenin kapısında da (Türkiye Büyük Millet Meclisi İstiklâl Mahkemesi) levhası bulunmakta idi. Bu bayrağın önünde mahkeme heyeti için bir kürsü vardı. Biraz öteye de kâtip için bir masa konmuştu. Maznunlar için de bir yemekhane sırası duruyordu. Heyecan içinde bu İstiklâl Mahkemesinin açılmasını bekliyordum. Biraz sonra salonda bir kımıldama oldu. Dinleyiciler ayağa kalktı. Başında siyah bir astragan kalpak, siyah avcı ceketli, uzun boyunlu, iri vücutlu yağız birisi ilerledi. Bu mahkemenin reisi Mustafa Necati beydi. İki kalpaklı aza da reisi takip ettiler. Birisi Çankırı Mebusu Neşet, diğeri de Trabzon Mebusu Nebizade Hamdi beydi.

Mahkeme kâtibi de gelip yerine oturdu. Reisi derhal tanıdım. O da beni tanıdı. Yunanlılar İzmir’e girince birçok genç, Balıkesir’e kaçmışlardı. Bunlar arasında Mustafa Necati ve Vasıf Çınar da bulunmakta idi. Bu iki genç İzmir’de öğretmenlik etmekte idiler. Her ikisi de Türk Ocağı azası olduklarından birer heyecanlı vatanseverlerdi. İşgali müteakip bu gençler Balıkesir’e kaçıp, burada İzmir’e Doğru adlı bir gazete çıkarmışlardı. Bir aralık Mustafa Necati ile Vasıf Çınar İstanbul’a gelerek Türk Ocağı’na uğramışlardı. İşte o zaman Necati beyle tanıştım.

Biraz sonra kapıda beklemekte olan polis komiserlerinden Çankırılı Tahir beye:

  • Maznunlar gelsin!

Dedi. Hapislerin ayaklarındaki prangalar çözüldü. Biraz sonra üç kişi içeri girdi. Bunlardan biri Kayserili bir Ermeni, ikincisi Zonguldaklı bir Rum, üçüncüsü de İnebolulu bir ihtiyar Türk’tü. Üçü de ayakta, fakat Ermeni ile Rum tirtir titriyordu. Sakallı ihtiyar ise tunç bir heykel gibi gözlerini reise dikmiş bekliyordu. İstiklâl Mahkemesi reislerinin gayet kısa sualleri vardı. Hemen her maznuna şu sualler soruluyordu:

  • Adın ne?
  • ………
  • Babanın adı ne?
  • ………
  • Nerelisin?
  • ………
  • Hangi muharebelere iştirak ettin?
  • ………
  • Evli misin, kaç çocuğun var?
  • ………
  • Bak senin için ne diyorlar?

Dedikten sonra, derhal kâtip tarafından maznun hakkında rapor ve fezleke kısa cümlelerle okunuyordu. Maznun zabıtları dinledikten sonra, reis yaptığı hıyanetin sebeplerini soruyordu. Duruşmaya Kayserili Ermeni’den başlandı.

Ermeni’nin suçu şu idi: Birinci Cihan Harbinde asker kaçağı imiş, bu sırada birçok cinayetler işlediğinden idama mahkûm edilmiş, fakat ele geçirilememiş. Mütarekeden sonra memlekette serbest dolaşmaya başlamış. Millî Mücadele başlar başlamaz dağa çıkmış. Yol kesicilik yapmış. Nihayet Kastamonu ormanlarına dalmış. Burada aç kalmış. Ormanın yakınında bulunan bir yaylada bir çoban hayvanlarını otlatıyormuş. Bu Ermeni eline geçirdiği bir balta ile çobanı parça parça etmiş. Maktulün cesedini ortadan kaldırmak için de ateşte yakmış. Sürüden bir koyun keserek onu da bu ateşte pişirmiş. Çobanın dağarcığında bulunan bazlamalarıyla yoğurdunu da yiyerek karnını iyice doyurmuş. Boğaz tokluğuna bu cinayeti işlemiş. Bu asker kaçağı, zaman zaman eline geçirdiği silâhlarla türlü cinayetler işlemiş… Reis:

  • Bu yaptıklarına ne dersin? Çobanı niçin öldürdün?

Diye sorduğu zaman, iki bacağının titrediği hâlâ gözümün önündedir. Kendisini müdafaa için ancak şunu söyledi:

  • Cahillik ettim efendim.

Diye suçunu itiraf ederek affını diledi. Bu asker kaçağı caniye başka bir şey sorulmadı. İkinci sanığa geçildi. Bu da orta yaşlı Zonguldak’ta fırıncılık eden bir Rum’du. Suçu şu idi: Bu memlekette doğup büyüdüğü, bu vatanın içinde para kazanıp zengin olduğu halde, kendisini, Türk, Rum, Ortodoks addetmeyip Yunanlı olduğunu hissederek daima sevgisini bu dış memlekete bağlamış, Türkçe konuşmuyor. Çocuklarına Yunanca öğretiyor, Yunan gazeteleri okumak suretiyle bu memleketin maşeri vicdanından daima ayrı yaşıyor, buna gayret ediyordu. Bunlara delil olmak üzere Yunanlılar İzmir’e çıkıp Türk halkını öldürerek İç Anadolu’ya ilerlediği zaman, iki oğlunu Yunan ordusuna gönüllü göndermiş, Yunanlılar bu yerli Rumlardan (Yangıncı Alayları) teşkil etmişlerdi. İki oğlu, bu yangıncı alayına dâhil olmuştu. Bununla da kalmayıp Yunan hükumetine her ay bir miktar para vermeyi taahhüt etmişti. Bir aralık bu parayı göndermeyince, Yunan hükumeti bir mektupla bu Rum’dan istemiş, bu mektup da bizim gizli polis teşkilâtının eline geçmiş. Bu Rum’un evinde araştırma yapmışlar. Evinin bir odasındaki duvara Ayasofya’nın resmi, camiin minareleri yıkılmış, bir çan kulesi yapılmış, diğer duvarda ise Yunan zırhlısı Averof’un resmi asılı imiş. Bu resmin üzerinde (Rum milletini Türk zulmünden kurtaran Averof) yazılı imiş. O, Rum milleti ki, İstanbul’u fetheden Fatih Sultan Mehmet’in şu fermanına lâyık olmuştu: “Ben ki emiri azam Sultan Murat’ın oğlu padişahı muazzam ve emiri azam Sultan Mehmet’im. Halikı arz u asuman namına, büyük peygamberimiz namına, biz Müslümanların mutekit olduğumuz sebulmesani namına, Allah’ın yüz yirmi dört bin peygamberi namına, büyük babamın ve babamın ruhuna, oğullarımın, kuşandığım kılıç aşkına yemin ederim ki, İstanbul Rumları ve Galata ahalisi kilise ve dualarını muhafaza edeceklerdir. Yeniçeri sınıfına evlatlarını almayacağım, dinimizi kabul etmeleri için asla cebir gösterilmeyecektir. Kendilerini bir köle gibi idare etmeyeceğim. İşlerini görmek için içlerinden birini seçeceklerdir. Hiçbir angaryaya tabi olmayacaklardır. Bu kanun ve adetler bugünden itibaren ve müebbeden baki kalacaktır. Ben onları kendi şahsım gibi himaye ve müdafaa edeceğim. İşbu berat hilkati âlemin 6961’inci hicretin 857’nci senesi Cemaziyelevveli evahirinde yazılmıştır.

Tarihte yeni bir çağ açan, bu kadar büyük bir fetih ve zaferin başında Fâtih’in Hristiyanlara verdiği bu ferman gibi, hangi medeni bir ülkenin tarihinde böyle şanlı bir vesika vardır. Hâl böyle iken, asırlar boyu bu muazzam lütfa mazhar olmuş Rum milleti, Fâtih’in torunlarına hıyanet ediyor, bu asil milleti mahvetmek istiyordu. Bu âlemlerin yaratıcısı çok adildir, pek yakında onun adaletinin tecelli edeceğine bu yaralı millet inanıyordu.

Bu yerli Rum’un evinden birçok mektuplar çıktığından, hain ve casus olduğu anlaşılmıştı: Tanzimat’tan beri şımartılan azınlıklar, Türkleri arkadan vurmak istiyorlardı. Hâlbuki o günler çoktan geçmiş, Türkler dostunu ve düşmanını tanımıştı. Bizi herkes mukadderatıyla baş başa bırakmıştı.

Bu mahkemeyi dinleyenler, heyecanından yerinde duramıyor, bu vatan hainlerine verilecek kararı sabırsızlıkla bekliyordu. Reis:

  • Bunlara ne dersin?
  • O resimler benim değil, oğullarım Yunan ordusuna haberim olmadan kaçtılar. İhtiyarım, beni affedin!

Diye bir avukat gibi kendini müdafaa ediyordu. Bunlardan sonra bir Türk’ün mahkemesine geçildi. Bu ihtiyar İnebolu’nun Çatal nahiyesinden bir köylü idi. Bu ihtiyar pek sakindi. Reis sordu:

– Baba, sen cepheden kaçan asker oğlunu evinde saklamış, bir asker kaçağına yataklık etmişsin!

Deyince, köylü gözlerini reise dikti. Fesuphanallah, der gibi başını salladıktan sonra, elini koynuna sokarak, birkaç kafa kâğıdı çıkardı, sonra reise:

  • Reis bey! Şu kafa kâğıtlarının içini okursan, bana dediğinden utanırsın!

Reis:

  • Neden?
  • Bu nüfus kâğıtları, Balkan ve Umumi Harpte şehit düşen oğullarıma aittir. İki tane arslanımı bu millet uğrunda şehit veren baba, üçüncü oğlunu bu ölüm dirim harbinde bir kahpe saklar gibi gizlemez reis bey!..

Diye gözlerini açtığı zaman salon inledi. Bu kahramanlık sahnesi pek heyecanlı idi. Memleketin hakiki sahibi konuşuyordu. Ben heyecanımdan titredim, hâkimler dondu. Bu, Anadolu’nun bekçisi ihtiyar, bin bir yamalı mavi mintanını birdenbire yırttı. Çıplak ve kıllı göğsü göründü, ne olacak diye hep bakıyorduk:

  • Yakın gel de şu kalbura dönmüş göğsüme bak. Burada ne çok kurşun yarası göreceksin. Ben bu yaraları çeşitli düşmanlardan aldım. Bağrım yaralıdır. Ben nasıl olur da son oğlumu asker kaçağı olarak saklarım. Ben bunu yapamam. Bu gavurlar gibi hain değilim, hem beni bunlarla niye yanyana oturttunuz!..

Diye şikâyette bulunduğu bir sırada, bir polis komiseri içeri girerek reise bir kâğıt uzattı. Bu kâğıdı okuyan Necati Bey ağlamaya başladı. Sonra:

  • Baba, küçük oğlun da İnönü’nde şehit düşmüş. Affedersin, ilmühaberi şimdi bana geldi.

İhtiyar:

  • Millet sağ olsun. Siz arslanlarım sağ olun!..

Dediği zaman, ateşin bir milliyetçi olan Necati Bey kendini kaybederek:

  • Baba bizi affet. Bir yanlışlık olmuş. Türk hain olamaz!

Diye ağlıyordu.

  • Baba serbestsin, köyüne gidebilirsin!
  • Sağ olun!

Diyerek, mahkemeden çıkıp gitti. Bu kahramanlık sahnesi hepimizi ağlatmıştı.

Diğer iki mahkûmu alıp gittiler. Eğer sanıklara karar bildirilmezse idam olunurlardı. Yarın sabah Rum’la Ermeni idam olunacaktı. Bunların kararını idam sehpasının önünde okumak adetti.

İstiklâl Mahkemesinin bu oturumu bize korkudan ziyade, bu memlekete hıyanet edenlere karşı mücadele etmek kuvvetini kamçılamıştı. Vatan hainlerine merhamet edilmemek lâzımdı. Biz onları öldürmez isek, onlar bizi daha feci şekilde öldüreceklerdi. Davamız çok büyüktü. Ölüm ve dirim savaşına girmiştik. Batıdan düşman kanlar dökerek, ocaklar söndürerek geliyordu. Vatanın dört tarafı ateşten bir çemberdi. Her taraf yanıyordu. Ayrıca bir de içimizdeki düşmanlarla uğraşmak… Ne güç ve acı idi. [2]

DİPNOTLAR

(*) (Emekli) Kastamonu Üniversitesi Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi, mkemalkocak@gmail.comdrkkocak@gmail.com

[1] https://tr.wikipedia.org/wiki/Enver_Behnan_%C5%9Eapolyo

[2] Enver Behnan ŞAPOLYO, Mustafa Kemal ve Millî Mücadelenin İç Âlemi, İnkılap ve Aka Kitabevleri, İstanbul 1967, s. 50-56

Türk İstiklâl Mücadelesi

Mustafa Kemal Paşaya Göre Amasya Görüşmeleri: Uygulamalar, Yansımalar, Tepkiler ve Vaka Analizleri

Published

on

Giriş

Amasya Görüşmeleri, Millî Mücadele’nin dönüm noktalarından biri olarak Osmanlı Devleti’nin son döneminde milli egemenliğe dayalı yeni bir siyasi düzenin temellerinin atıldığı kritik bir müzakere safahatını temsil etmektedir. 20–22 Ekim 1919 tarihlerinde Mustafa Kemal Paşa başkanlığındaki Heyet-i Temsiliye ile İstanbul Hükûmeti adına Bahriye Nazırı Salih Paşa arasında gerçekleşen bu görüşmeler, millî iradenin siyasî meşruiyet kazanmasında ve Misak-ı Millî’nin şekillenmesinde belirleyici rol oynamıştır. Mustafa Kemal’e göre Amasya Görüşmeleri, sadece iki siyasi merkez arasındaki bir diplomatik temas değil, aynı zamanda Anadolu’da gelişen millî hareketin, Osmanlı yönetimince resmen tanındığı tarihî bir dönüm noktasıdır. Bu çalışma, Mustafa Kemal’in bakış açısından Amasya Görüşmeleri’nin uygulamalarını, iç ve dış yansımalarını, dönemin farklı kişilerinin tepkilerini ve bunlara dair önemli vaka analizlerini inceleyerek, görüşmelerin Türk millet-devletinin kuruluş safhasındaki rolünü değerlendirmektedir.

Mondros Mütarekesi’nin ardından Osmanlı Devleti’nin toprakları işgal edilmeye başlanmış ve devletin egemenliği fiilen ortadan kalkmıştır. Bu dönemde İstanbul Hükûmeti’nin pasif tutumu, işgallere karşı Anadolu’da yerel direniş hareketlerinin doğmasına sebep olmuştur. Mustafa Kemal Paşa önderliğinde Erzurum (23 Temmuz – 7 Ağustos 1919) ve Sivas (4–11 Eylül 1919) kongreleri toplanmış, milli egemenliğe dayalı bir mücadelenin çerçevesi çizilmiştir.

Ancak bu kongrelerin ardından millî hareketin siyasi meşruiyetinin sağlanması ve Osmanlı Hükûmeti tarafından tanınması büyük önem arz etmiştir. Bu bağlamda Amasya Görüşmeleri, yalnızca bir uzlaşma arayışı değil, millî iradenin resmî tanınmasının önemli bir adımı olarak değerlendirilmiştir. Mustafa Kemal’in ifadesiyle, “Amasya, millî mücadelenin siyasî meşruiyetini kazandığı yerdir.”

I. Amasya Görüşmeleri

1. Heyet-i Temsiliye’nin Resmî Tanınması

Amasya Görüşmeleri ile birlikte Heyet-i Temsiliye, İstanbul Hükûmeti tarafından ilk kez resmî bir muhatap olarak kabul edilmiştir. Mustafa Kemal’e göre bu, Anadolu’daki hareketin “isyancı” olmaktan çıkıp siyasî bir otorite hâline gelmesinin göstergesidir.

2. Meclis-i Mebusan’ın Yeniden Açılması Kararı

Görüşmelerin en somut sonucu, Meclis-i Mebusan’ın yeniden toplanması yönünde İstanbul Hükûmeti’nin verdiği söz olmuştur. Mustafa Kemal bu adımı, “millî iradenin kurumlaşması yönünde en önemli adım” olarak nitelendirmiştir.

3. Millî Mücadele’nin Meşrulaşması

Görüşmeler, İstanbul yönetiminin Heyet-i Temsiliye ile doğrudan müzakereye oturması sayesinde millî hareketin meşruiyetini artırmış, Anadolu halkının desteğini güçlendirmiştir.

II. Yansımalar: İç ve Dış Politika Açısından

1. İç Siyasette Yansımalar

  • Meşruiyetin Kurumlaşması: Millî hareket, artık devlet içinde resmî olarak tanınan bir tüzel kişilik hâline gelmiştir.
  • Halk Desteğinin Artması: Görüşmeler, Anadolu halkının millî mücadeleye güvenini artırmış, yerel cemiyetlerin birleşmesini hızlandırmıştır.
  • Osmanlı Hükûmeti’nin Zayıflığı: Mustafa Kemal’e göre İstanbul’un bu görüşmelere mecbur kalması, Osmanlı merkezî otoritesinin çaresizliğini ortaya koymuştur.

2. Dış Politikadaki Yansımalar

İtilaf Devletleri, Osmanlı Hükûmeti’nin Anadolu ile uzlaşma çabalarını dikkatle takip etmiş ve millî hareketin ciddiye alınması gerektiğini fark etmiştir. Bu durum, uluslararası alanda da millî mücadelenin tanınırlığını artırmıştır.

III. Tepkiler: Dönemin Aktörlerinin Yaklaşımları

1. İstanbul Hükûmeti’nin Tepkisi

İstanbul yönetimi, Anadolu’daki hareketi tamamen bastıramayacağını anlamış ve zaman kazanma amacıyla uzlaşmacı bir tavır sergilemiştir. Ancak bu tavır, kısa süre sonra Misak-ı Millî kararlarının ilanı ile yerini sert bir çatışmaya bırakacaktır.

2. Anadolu’daki Komutanlar ve Halkın Tepkisi

Millî Mücadele’nin lider kadroları ve halk, görüşmeleri büyük bir zafer olarak değerlendirmiş, Mustafa Kemal’in liderliği daha da pekişmiştir.

3. İtilaf Devletleri’nin Tepkisi

İtilaf Devletleri, Osmanlı’nın zayıflığını bir kez daha görmüş ve Anadolu’daki gelişmeleri yakından takip etme kararı almıştır. Özellikle İngiltere, millî hareketin gelecekteki gücünü ciddiye almaya başlamıştır.

IV. Vaka Analizleri

Vaka 1: Meclis-i Mebusan’ın Toplanması ve Misak-ı Millî

Amasya Protokolleri doğrultusunda Meclis 12 Ocak 1920’de açılmış ve kısa süre içinde Misak-ı Millî kararlarını kabul etmiştir. Bu kararlar, millî mücadelenin siyasi hedeflerini resmî hâle getirmiştir. Ancak bunun üzerine İstanbul işgal edilmiş ve Meclis kapatılmıştır. Mustafa Kemal, bu gelişmeyi “millet iradesinin artık durdurulamaz gücü” olarak değerlendirmiştir.

Vaka 2: TBMM’nin Açılışına Giden Yol

Meclis’in kapatılması, millî hareketin Ankara’da bağımsız bir yasama organı kurma kararlılığını pekiştirmiş ve 23 Nisan 1920’de TBMM’nin açılmasına yol açmıştır. Amasya Görüşmeleri bu yolun ilk siyasî adımı olmuştur.

Vaka 3: Millî Mücadele’nin Meşruiyetinin Uluslararasına Taşınması

Görüşmeler, Anadolu hareketinin yalnızca yerel bir isyan değil, uluslararası bir mesele olduğunu göstermiştir. Bu durum, Lozan’a giden yolda diplomatik zemine işlerlik kazandırmıştır.

Sonuç

Mustafa Kemal’e göre Amasya Görüşmeleri, Millî Mücadele’nin siyasî olgunluk aşamasına geçişinin sembolüdür. Bu görüşmelerle birlikte Anadolu hareketi ilk defa Osmanlı Devleti tarafından tanınmış, millî irade siyasi meşruiyet kazanmış ve Meclis-i Mebusan’ın yeniden açılmasıyla milli egemenliğin kurumlaşması yönünde önemli bir adım atılmıştır.

Amasya Görüşmeleri, yalnızca bir diplomatik müzakere değil; Osmanlı’nın çözülme sürecinde yeni bir siyasi düzenin habercisidir. Mustafa Kemal’in önderliğinde bu hamle, milli egemenliğe dayalı yeni bir devletin temellerini atmış ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna giden yolda önemli bir kilometre taşı olmuştur.

Kaynakça

Kemal Atatürk, Nutuk Cilt: I 1919-1920, M. E. B. Devlet Kitapları, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1970

Kemal Atatürk, Nutuk Cilt: III Vesikalar, M. E. B. Devlet Kitapları, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1969

Faik Reşit Unat, “Amasya Protokolleri”, Tarih Vesikaları, Sayı: 3 (18) Mart 1961, Milli Eğitim Bakanlığı Türk Kültür Eserleri Bürosu, s. 359-365

Şerafettin Turan, Türk Devrim Tarihi Cilt II, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1992.

Kazım Karabekir, İstiklal Harbimiz, Emre Yayınları, İstanbul, 1995.

Ali Fuat Cebesoy, Millî Mücadele Hatıraları, Temel Yayınları, İstanbul, 2000.

Sina Akşin, İstanbul Hükümetleri ve Millî Mücadele, Cilt II. Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2004.

Continue Reading

Mustafa Kemal Atatürk

Gazi Mustafa Kemal’in Nutuk Adlı Eserini Okuması (15-20 Ekim 1927)

Published

on

Gazi Mustafa Kemal, Nutuk’u Cumhuriyet Halk Fırkası’nın İkinci Büyük Kongresi’nde 15 Ekim 1927 Cumartesi günü saat 10.00’da okumaya başladı. 2 Eylül l927’de seçimler yapılmıştı. Yeni Meclis 1 Kasım’da açılacaktı. Gazi, kürsüye Cumhuriyet Halk Fırkası Reisi Umumisi, bugünkü ifadeyle CHP Genel Başkanı olarak çıktı. Konuşması, altı gün sürdü. Günde altışar saatten 36 saat 31 dakika konuştu. Son gün, 20 Ekim l 927’de altı oturum yapıldı. Gençliğe Hitabe‘yi söyleyip kürsüden indiğinde saat 20.25’ti.

Nutuk metnini bizzat Gazi Mustafa Kemal okumuştur. Vesika sunuşlarına sıra geldiğinde Gazi her vesikayı kürsüden, Kongre’de kâtiplik yapan Ruşen Eşref [Ünaydın] Bey’e uzatmış, vesikalar onun tarafından okunmuştur.

Mebusların ve vilayet delegelerinin oluşturduğu Kongre, 15-23 Ekim 1927 tarihleri arasında dokuz gün sürmüştür. Dinleyici olarak askeri erkândan başka yabancı devlet temsilcileri de Kongre’yi takip etmiştir. Gazi Mustafa Kemal’in Nutuk’undan sonra, Erzurum Mebusu Necip Asım [Yazıksız] Bey şu önergeyi sunmuştur: “Fırkamızın Umumi Reisi, Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal Hazretleri’nin Milli Mücadele ve İnkılap Tarihimiz hakkındaki beyanat ve izahatını büyük bir hürmet ve takdir ile dinledik. Bütün vatanperverane icraat ve hizmetleri, vatan ve milletin kurtuluş ve yükselişini temin eden Gazi Hazretleri’nin Nutuk1arının tamamen ve harfiyen tasvip edilmesini ve millet namına Kongre Genel Kurulu’nun imzalarıyla yazılı olarak teşekkür ve takdirler sunulmasını Büyük Kongre’ye arz ve teklif ederim, efendim.” Önerge oybirliği ile kabul edilmiş ve bütün Kongre üyeleri tarafından tek tek imzalanmıştır.

Nutuk’un müsveddesi T. C. Genelkurmay-Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı (ATASE) Arşivi’nde bulunmaktadır. Gazi, bazı bölümlerini kendisi yazmış, bazı bölümlerini yazdırmıştır. Müsveddeler üzerinde düzeltmeler, çıkarmalar ve eklemeler vardır. Gazi Mustafa Kemal, hazırlık aşamasında, toplanan yüzlerce vesikayı tek tek elden geçirmiş ve düzenlemiştir. Ayrıca kişilerin bilgisine başvurulmuştur. Gazi, yazdıklarını ilgili kişilere okuyup saatlerce tartışmış ve son şekli vermiştir. Önemli bir bölümü Ankara’da Çankaya’daki çalışma odasında kaleme alınmış. Son bölümleri de İstanbul’da Dolmabahçe Sarayı’nda yazılmıştır.

En son şeklin verildiği ve baskıya giden metin, Türk Hava Kurumu Müzesi’nde bulunmaktadır.

Nutuk’un 1927 tarihli ilk basımı “Nutuk/ Mustafa Kemal Tarafından” (543 +[2] sayfa) ve “Nutuk/ Muhteviyata Ait Vesaik” (303 +[2] sayfa) başlığıyla iki cilt halinde, büyük boy yayımlanmıştır. Üzerinde “Türkiye’de tab ve neşir hakkı Türk Tayyare Cemiyeti’ne tevdi buyurulmuştur” kaydı bulunmaktadır. Basım yeri Ankara, Türk Ocakları Heyeti Merkeziye Matbaası’dır. Cildin başında Gazi’nin “Gazi M. Kemal” imzalı fotoğrafı yer almaktadır. Arka kapakta bir cep içinde üç harita ve yedi kroki vardır. Hepsi numaralı olarak ilk 100 bin adet basılmıştır. Metinde başlıklandırma yapılmamıştır. Sadece bazı satırbaşlarında paragraf işareti, bölüm sonlarında üç yıldız bulunmaktadır. Vesikaların sıra numarası vardır. “Trakya Teşkilatına Ait Vesaik” numarasız ol arak “Vesikalar“ın sonuna eklenmiştir.

Nutuk’un 1927 Türk Tayyare Cemiyeti basımı dışında ayrıca 2000 adet lüks basımı yapılmıştır. Bu basım da iki cilttir. Bazı paragrafların baş harfleri süslü ve büyük yazılmıştır. Sayfa zeminleri renkli, çevresi de süslüdür. Türk Tayyare Cemiyeti, Nutuk’un bu basımını İstanbul’da Ebüzziya Matbaası’na yaptırmıştır.

Gazi Mustafa Kemal’in fotoğrafı ve haritalar Ahmet İhsan (Tokgöz) Matbaası aracılığıyla Viyana’da Elbemühl Matbaası’nda basılmıştır.

Nutuk, kâğıt ve ciltlerinin kalitesi ve süslemelerine göre 5, 10, 25, 45, 50 ve 500 lira fiyattan satılmıştır. 10 adet özel basılan ve ciltlenen Nutuk, Gazi Mustafa Kemal’e, TBMM Reisi’ne, Başvekil’e ve Erkanıharbiyei Umumiye Reisi’ne ve İnkılap Müzesi’ne armağan edilmiştir. Dört adedi de beş yüz lira karşılığında koleksiyonculara satışa sunulmuştur. Ciltleme, İstanbul’da Zelliç Matbaası’nın mücellithanesinde yapılmıştır. 10 adet özel ciltlenen Nutuk’un süslemeleri İstanbul’da Medreset-ül-hattatin adıyla anılan okulun sanatçıları tarafından düzenlenmiş, kuyumculuk işlerini İstanbullu kuyumcular yapmıştır.

Nutuk’un yeni harflerle ilk basımı 1934’te İstanbul, Devlet Matbaası’nda yapılmış­ tır. Üç cilt halinde yayımlanan Nutuk’un birinci cildi BMM’nin açılacağını bildiren genelge ile bitiyor. İkinci cilt BMM’nin açılışıyla başlıyor. Üçüncü cilt vesikalara ayrılmış. Birinci cildin başında A. Kampfın çizdiği Atatürk portresi yer alıyor. Metin içine fotoğraflar konulmuştur. Metnin yan tarafına eklenen konu başlıkları Faik Reşit Unat tarafından hazırlanmıştır. Harita ve krokiler ciltle birliktedir. İlk iki ciltte dizin bulunmaktadır. 1934 baskısının saklanan kalıpları aynen kullanılarak, l938’de, sadece metin bölümü tek cilt olarak Kültür Bakanlığı’nca yayımlandı.

Nutuk, bütün dünyada ilgi gördü ve yabancı dillere çevrildi. Aralık l927’de Oriente Moderno dergisinde yayımlanan 30 sayfalık İtalyanca özetinden sonra, l928’de Almanca çevirisi iki cilt olarak “Gasi Mustafa Kemal Pascha, Der Weg zur Freiheit 1919-1920 Die neue Türkei 1919-1927, Rede, gehalten von Gasi Mustafa Kemal Pascha in Angora vom 15. bis 20 Oktober 1927 vor den Abgeordneten und Delegierten der Republikanischen Volkspartei” ve “Gasi Mustafa Kemal Pascha, Die Dokumente, zur Rede” başlıklarıyla Leipzig’de K.F. Köhler Yayınevi tarafından basıldı. Yine aynı yayınevi tarafından 1929’da “Discours dıı Ghazi Moııstapha Kemal, President de la Republique Turque, Octobre 1927” başlığıyla Fransızcası; “A Speech delivered by Ghazi Mustapha Kemal, President of the Tıırkish Repııblic, October 1927” başlığıyla İngilizcesi yayımlanmıştır. Fransızca ve İngilizce basımlarda çeviren adı yoktur. Almanca baskısında Nutuk’un “yazarının gözetimi altında hazırlanan Fransızcasından” Dr. Paul Roth tarafından çevrildiği belirtilmektedir.

Rusça basımı en kapsamlı olanıdır. 1929-1934 yılları arasında “Put Norny Turtsii 1919-1927” başlığıyla dört cilt basılmıştır. Esere ayrıca Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün yaşamöyküsü, Türk İnkılabı‘nı anlatan 45 sayfalık bir giriş bölümü, açıklayıcı notlar, geniş bir ad ve kavram dizini, dizinli sözlük, zaman dizimi çizelgesi, fotoğraflar, görsel belgeler eklenmiştir.

KAYNAKÇA

Kemal Atatürk, Nutuk, Cilt: I, 1919-1920, M. E. B. Devlet Kitapları, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1970

Kemal Atatürk, Nutuk, Cilt: II, 1920-1927, M. E. B. Devlet Kitapları, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1969

Kemal Atatürk, Nutuk, Cilt: III, Vesikalar, M. E. B. Devlet Kitapları, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1969

Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt: 19, Nutuk I (1927), Kaynak Yayınları, İstanbul, 2006

Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt: 20, Nutuk II (1927), Kaynak Yayınları, İstanbul, 2007

Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt: 21, Nutuk III Vesikalar (1927), Kaynak Yayınları, İstanbul, 2007

https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/detay/878/Atat%C3%BCrk%E2%80%99%C3%BCn_Nutuk_Adl%C4%B1_Eseri

https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/detay/499/Nutuk%E2%80%99un-Dil-ve-%C3%9Cslup-%C3%96zellikleri

Continue Reading

Türk İstiklâl Mücadelesi

Mudanya Mütarekesi (11 Ekim 1922)

Published

on

Mudanya Mütarekesi, Türk milletinin 20. Yüzyılın emperyalist güçleri karşısındaki milli bir zaferidir. Türk ve Yunan ordusu arasındaki harbi sona erdirmiş olması bakımından, Türk İstiklal Harbi’nin en önemli safhalarından biridir. Mütareke, Devlet-i Aliyye-i Osmaniye’nin sonu anlamına gelen Mondros Mütarekesi’ni geçersiz kılmakla birlikte Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temelini atan Lozan Anlaşması’nın şartlarını hazırlamıştır.

Mudanya Mütarekesi’nde Türkiye’yi İsmet Paşa, İngiltere’yi General Harington (Heringtın), Fransa’yı General Charpy (Şarpi), İtalya’yı General Monbelli (Monbeli) temsil etmiştir. Yunanistan temsilcisi General Mazarakis, Mudanya’ya geldiği gemiden çıkmamış ve görüşlerini yazılı olarak bildirmiştir. Görüşmelere 3 Ekim 1922’de başlanmış, çetin pazarlıklar ve tartışmalar sonucunda 11 Ekim 1922’de Mudanya Mütarekesi imzalanmıştır.

Aşağıda, [Hâkimiyet-i Milliye, 13 Ekim 1922, No: 633, s. 1, sütun: 1-4]’te Osmanlı Türkçesi ile yayımlanan [Konferans Safahatına Dair Levhalar] başlıklı haber metni çevrim yazı olarak sunulmuştur. Görseller, metni açıklayıcı, tamamlayıcı ve destekleyici unsur olarak araştırmacı tarafından yerleştirilmiştir.

—***—

[Mudanya] Konferans Safahatına Dair Levhalar

İmza neden sabaha kadar gecikti?

Mükâleme-i memurinin getirdiği haber, yazı makinesi ile başlıyor

Mudanya: 11[Ekim 1922] (Muhabir-i mahsusamızın telgrafıdır)-Size bu telgrafımla Mudanya Konferansının imzaya müncer [hazır] olduğu geceki safahatı bildireceğim. Burada biz gazeteciler ve halk arasında pek büyük merakı mucip olan bu safahat ve bilhassa imzanın sabaha kadar uzaması herhalde Hâkimiyet karilerinde [okuyucularında] de aynı merakı uyandırmıştır. Filhakika [hakikaten] imza merasimi tam nısfı’l-leylide [gece yarısında] icra edilecekti. Fakat nısfı’l-leyli bir buçuk saat geçtiği halde müttefikin murahhasları [delegeleri] gemilerinden inmediler. Bunun üzerine bir mükâleme memuru giderek tehirin sebebini sual etmiştir. Vuku bulan mükâlemede bu tehirin Yunan murahhaslarının almış olduğu vaziyetten mütevellit bulunduğu anlaşılmıştır. Nısfı’l-leylile doğru İngiliz zırhlısında toplanmış olan üç müttefik hükumet generalleri nezdine Mazarakis ve Miralay Sarıyanis giderek imzaya karşı olan vaziyetlerini teşrih [şerh] eylemişlerdir. Yunanlıların ne vaziyet aldığı malumdur. Saat üçte General Harington karaya çıkmış ve birkaç dakika fasıla ile Fransız ve İtalyan generalleri gelmişlerdir. Bunun üzerine celse derhal küşat olunarak uzun bir protokol müsveddeleri kıraat edilmiş ve mutabık bulunduğu için tebyizine [beyaza çekilmesine] emir verilmiştir. İşte bu anda derin bir sükûtu yalnız yazı makinelerinin tıkırtıları ihlal ediyordu. Nebahat Hanım, Safvet Lütfullah beylerle daha iki zat bizim heyet-i murahhassanın protokollerini tebyiz ediyordu. İngiliz, Fransız heyetlerinden müfrez [ayrılmış] diğer beş zat da mukabil tarafın mukavelesini makineye geçiriyordu. Bu iş gecenin beşine kadar devam etti ve saat beşi çeyrek geçe teneffüs edilmek üzere celseye nihayet verildi.

Herkes memnun, mızıkalar çalıyor, hararetli musafahalar [el sıkışmalar, tokalaşmalar], bütün Mudanya ahalisi bu geceyi ayakta ve uykusuz geçirmiş ve müzakerenin olduğu binanın etrafını kesif bir halk tabakası doldurmuştur. General Harington bizzat sokak kapısına kadar inerek bandodan muhtelif havalar talep etmiş ve bütün istediği parçalar çalınınca bunları hayretler içinde dinlemiştir.

Herkes protokol müsveddelerinde mutabık kalındığını haber aldığı zaman artık imzanın merasim meselesinden başka bir şey olmadığını anlamıştı. Bu hal halk kadar bütün murahhasların çehrelerinde de görülüyordu. Bilhassa Franklin Buyyon Bey büyük bir meserret [sevinç] içinde idi. General Harington İsmet Paşa Hazretleriyle adeta kendisini kucaklarcasına mükerrer musafahalarda bulundu. General Şarpi aynı memnuniyeti izhar eyliyordu.  Bu sırada salonlarda fevkalade bir hareket, bir kaynaşma görülüyordu. Bilhassa gazetecilerin faaliyetini görmek insana hakiki bir zevk veriyor, Amerika muhabirlerinin dört yazı makinesi mütemadiyen işliyordu.  Artık kırk sekiz saatlik bütün yorgunluklar bu heyecan ve endişe içerisinde unutulmuş, tebyiz üç saat on üç dakikada kâmilen ikmal edilmişti.

Ben, Yunanlıların Protokolü Kabul Etmedikleri Manasını Çıkarıyorum! Hayır, Yunanlıların Ehemmiyeti Yok!

Şimdi saat yediye yirmi yedi var. (Bütün saatler İstanbul ayarıdır.) Herkes yeşil masanın etrafındaki yerlerinde ahz-ı mevki etmiş bulunuyorlar. Konferans Reisi İsmet Paşa Hazretlerinin önündeki çifte lamba dışardan gelen yeni müteharrik beyazlıklar arasında sarı lemalarla kıpırdıyor. İsmet Paşa’nın karşısında General Harington, İngiliz generalinin sağında General Monbelli, solunda diğerleri sırasıyla ahz-ı mevki etmişlerdi. İlk defa General Harington söz alarak Mazarakis ve Sarıyanis’in tahriri kuyıt itirazına serd ederek imzadan imtina eylediğini söyledi ve bu itiraznameyi okudu. Bunun üzerine İsmet Paşa pek ciddi bir tavır ve hareketle:

  • Bundan, ben Yunan murahhaslarının protokol münderacatını kabul etmedikleri manasını çıkarıyorum, dedi.

Buna General Harington:

  • Hayır! Yunanlıların bu hareketine imtina manası verilemez. Vesait-i muhabereleri karma karışık. Mamafih asıl imzaya salahiyettar murahhaslar General Mazarakis, Miralay Sarıyanis değil, Paris’te bulunan mümessilleridir. Üç güne kadar bütün imzaların hitam bulacağını temin ederim.

Bunun üzerine vapurda bulunan Yunan zabitlerinin konferansça hiçbir ehemmiyeti olmadığı şekli kabul olundu.  

Bütün Kalemler Mukavele Üstünde Gıcırdıyor! Harington da Tanışmayarak Geldik, Dost Olarak Gidiyoruz, Diyor

Saat yediye on yedi var. Bütün eller bir an içinde kalemlere ve hokkalara uzanıyor. İlk kalem gıcırtıları protokolün birinci sahifesine dört generalin imzalarını tespit etti. Protokolün her sahifesi ve sonu ayrı ayrı imzalandı. İmzalanan beş nüshadır. İmza muamelesi tam yediyi bir geçe hitam buldu. General Harington imzayı müteakip sarih, kısa ve yumuşak bir sesle bir nutuk irat eyledi ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükumetine, Başkumandan Paşa Hazretlerine, Konferans Reisi İsmet Paşaya, Erkan-ı Harbiye Reisimize ve Erkan-ı Harp umera ve zabitana ayrı ayrı teşekkürde bulundu ve sonra Türkiye halkına ve mümessillerine ve Mudanya şehrine ayrı ayrı teşekkür ederek:

  • Tanışmayarak geldik, dost olarak gidiyoruz ve bu hissi daima muhafaza edeceğiz, dedi.

İsmet Paşa Hazretleri General Harington’ın nutkuna kısa bir cevapla mukabele ederek, bu konferansın sulh-ı umumiye mukaddema olacağı ümidinde bulunduğunu söyledi.

General Harington konferans salonundan çıkarken etrafını alan gazetecilerin kendisine ne kadar muğber [gücenmiş, küskün] olduğunu anladığını gösteren bir tavırla beyan-ı itizar etti [özür diledi]. Bidayette matbuat müntesiplerinin konferansa girmemeleri için teşebbüsatta bulunduğunu itiraf,  fakat burada kendilerinden pek çok muavenetler gördüğünü ilave etti ve her birine ayrı ayrı ve mükerrer surette teşekkürde bulundu. Bu esnada salonlar hınca hınç dolu idi. Bilhassa Mösyö Fraklin Buyyon bir türlü yerinde duramıyor, izhar-ı meserret eyliyordu [sevinç gösteriyordu].

Mudanya’dan İnfikak [ayrılma]; Yunan Şilebi Galya Emniyet Edilmeyerek Muhafaza Altına Alınmış!

Avdet [dönüş]-Generaller aşağı indikleri zaman pek muntazam bir kıtaa-i askeriyemiz resm-i selamı ifa ediyor ve askeri mızıkalar terennümsaz oluyordu [terennüm ediyordu, şarkı söylüyordu]. Yediyi çeyrek geçe herkes vapurlarına çekilmiş bulunuyordu. Tam sekizde, başta İtalyan ve en sonra Yunan gemileri olduğu halde Mudanya tarihi konferansının bütün ecnebi murahhaslarını İstanbul’a doğru götürmeye başladılar. Bir müddet sonra İngiliz torpidolarından biri geriye dönerek Yunan şilebini önüne kattı ve bunu bir Fransız gemisi takip etti. [1]

—***—

Mudanya Zaferi Ve İstanbul’daki Tesirleri

İstanbul, 13 [Ekim 1922] (Muhabir-i mahsusamızın [özel muhabirimizin] telgrafıdır)-Mukavele-i askeriyenin imzası haberi İstanbul’da fevkalade bir meserret [sevinç] uyandırmış ve derhal her taraf donatılmıştır. Öyle ki İstanbul, ilk defa olarak baştanbaşa kırmızı-siyaha boyanmış ve ay-yıldıza kavuşmuş bulunuyordu. Bu sefer Bab-ı Ali de geçen seferki soğukluğunu bırakmış ve bütün devair-i resmiyenin [resmi dairelerin] tezyinini [süslenmesini] emretmiştir. Bundan başka, ikinci garip manzara Rumların da bu bayrama iştirak ederek bayrak çekmeleridir. Ecnebi müessesatı [yabancı kuruluşlar] da kendi bayraklarının yanına Türk sancağını çekmişlerdir. Gece muntazam bir fener alayı tertip edilmiştir.

Bütün gazeteler, sahifelerini Mudanya Konferansı’nın mesut neticelerine hasretmişlerdir [ayırmışlardır]. İstanbul matbuatı bunun Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükumetinin büyük siyasi zaferi olduğunu müttehiden beyan etmekte ve mukaddemat-ı sulhiyeye [barışın başlangıcına] esas demek olan bu mukavelenin, sulh konferansındaki muvaffakiyetlerimizin derecesini bile göstermekte olduğunu söylemektedirler.

Bu zaferi Beyoğlu Yunan matbuatı da saklamamakta ve Türklerin tam bir vatanperver olarak bu neticeleri elde ettiklerini söylemektedirler. Bilhassa (Pronodos) gazetesi şu şayan-ı dikkat cümleleri yazmaktadır:

Türkler ne kadar icray-ı şadmani eyleseler [sevinirlerse sevinsinler], o kadar haklıdırlar, çünkü bugün milli emellerini tamamıyla tahakkuk ettirmişler ve herkesin bir daha yerinden kalkmamak üzere gömdüğünü zannettikleri Türkiye’yi diriltmişlerdir. Türklerin son senelerde gösterdikleri eser-i rüşt her millet için bir numune-i imtisaldir. Bu son senelerde her şeyden istifadeyi bilmişlerdir. Yunanlılar ise ancak Yunanlılığın mahvına çalışmışlar, Türklerin ise yegâne düşüncesi Türklüğün ihyası olmuştur.” [2]  

DİPNOTLAR

[1] Hâkimiyet-i Milliye, 13 Teşrinievvel [Ekim] 1922, No: 633, s. 1, sütun: 1-4

[2] Hâkimiyet-i Milliye, 15 Teşrinievvel [Ekim]1922, No: 634, s. 1, sütun: 1-2

Continue Reading

En Çok Okunanlar