Türk İstiklâl Mücadelesi
Gazi̇ Mustafa Kemal Paşa’nın “Dumlupınar Meçhul Asker Anıtı”nın Temel Atma Töreni̇nde Yaptığı Konuşma
Published
2 yıl agoon
By
drkemalkocak
GİRİŞ
Türk’ün Zaferler Ayı Ağustos
Türk; bu ayda zaferler kazanmış ve tarihe zaferler yazmıştır. Ağustos ayının her bir gününde zafer kazanmış ve tarihe zaferler yazmış bir milletin evladı olmakla iftihar etmek her Türk’ün hakkıdır. 26 Ağustos 1071 Malazgirt Meydan Muharebesi, 23 Ağustos-13 Eylül 1921 Sakarya Meydan Muharebesi, 30 Ağustos 1922 Başkomutanlık Meydan Muharebesi ve zaferleri kutlu olsun. Zaferleri kutlama zevk ve mutluluğunu yaşarken mağlubiyetlerimizden ders ve ibret almak unutulmamalıdır.
Türk milletinin dünü-bugünü ve yarınında tarihe imza atan başta Mareşal Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK olmak üzere Türk devlet ve siyasetine varlıklarıyla hizmet etmiş kişiler ile aziz şehitlerimizi rahmet ve minnetle anar; gazilerimize sağlık ve mutluluklar dilerim.
—***—
[Gazi Mustafa Kemal, Türk Milletinin ölüm kalım harbi Başkomutanlık Meydan Muharebesi’ni bizzat yönetmiştir. Başkomutanlık Zaferini kazandıran unsurların gelecek nesillere aktarılmasına çalışmış, bu konuda yetkililere gerekli talimatları vermiş ve takip etmiştir.
Mustafa Kemal Paşa, Başkomutanlık Meydan Muharebesi’nin ardından 31 Ağustos 1922 günü yakından görmek ve incelemek amacıyla beraberindekilerle muharebe alanına gitmiştir. Mustafa Kemal, muharebe yerlerini incelerken Çal Köyü’nün Karakaya tepesinde Berberçamı mevkiinde top mermisinin açtığı çukur içinde üzeri yarı toprakla örtülü bir şehidin kolunun sancağı gökyüzüne doğru dik tutar bir şekilde kaskatı kaldığını görmüştür. Mustafa Kemal, büyük bir hayret ve şaşkınlıkla buradaki şehidin kim olduğunun araştırılmasını istemiş ancak yapılan tetkiklere rağmen künyesi tespit edilemeyen bu askere, “meçhul asker” denilmiştir. Mustafa Kemal Paşa, bu manzaradan son derece etkilenmiş muharebe alanında yaşananları en iyi anlatabilecek timsal olduğunu fark etmiştir. Bu sebeple Berberçamı’nda kimliği tespit edilemeyen şehidin sancağı tutar vaziyetteki halinin örnek alınmasını istemiştir. Mustafa Kemal’in talimatı üzerine hazırlıklara başlanmış 30 Ağustos 1924 günü Başkomutanlık Meydan Muharebesi’nin 2. yıldönümü münasebetiyle Karatepe’de geniş katılımlı bir temel atma töreni tertip edilmesi kararlaştırılmıştır. 27 Ağustos’tan itibaren törenlerde hazır bulundurulmak amacıyla bazı askeri birlikler Ankara’dan Dumlupınar’a trenle sevk edilmiştir. [1]

30 Ağustos 1924’te, Dumlupınar’da [Berberçamı Tepesi/Karatepe] Meçhul Asker Abidesinin esas vazı [temel atma] merasimi Gazi Mustafa Kemal Paşanın huzurları ile yapılmış, merasimde hükumet ve ordu erkânı, askeri kıtalar ve on binlerce halk hazır bulunmuştur. Erkânı Harbiyei Umumiye Reisi Fevzi Paşanın Başkumandanlık Harbinin askeri safhalarını anlatan nutkundan sonra, Gazi Mustafa Kemal kürsüye geçmiştir. Zaferin kısa bir hikâyesini yaptıktan sonra onun siyasi ehemmiyeti ve neticesi üzerinde durmuştur. Bu zafer, ayaklanan bir milletin ilk hedefi idi. Bundan sonraki hedefler ne olacaktır? Gazi Mustafa Kemal onları anlatmış ve sözlerini Türk gençliğini muhatap yaparak bitirmiştir.]
Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın konuşması, Hâkimiyet-i Milliye Gazetesi Yazı İşleri Müdürü Ziya Gevher [ETİLİ]’in kaleminden Hâkimiyet-i Milliye Gazetesinin, 31 Ağustos 1924 tarih ve 1207 nolu nüshasında yayımlanmıştır.
Aşağıda, Dumlupınar‘a gidiş, Meçhul Asker anıtının temel atma töreninde yaşananlar ve Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın 30 Ağustos Zaferi’nin hikâyesini anlattığı konuşma metni Osmanlı Türkçesinden çevrilerek sunulmuştur.
Görseller, metni açıklayıcı, tamamlayıcı ve destekleyici birer unsur olarak araştırmacı tarafından yerleştirilmiştir.
***
Afyonkarahisar: 30 Ağustos [1922]-(Sabah 8.30, Hususi [özel]muhabirimizden)-Reisicumhur Hazretleriyle refikaları Hanımefendiyi; [Başvekil] İsmet, Fevzi, [Müdafaa-i Milliye vekili] Kazım paşalar hazeratı [hazretleri] ve maiyetleri, [Maarif vekili] Vasıf, [Nafia vekili] Süleyman Sırrı beyefendileri, mebusanı kiramı ve gazetecileri hamil olan [taşıyan] hususi tren; Eskişehir’e kadar bütün istasyonlarda halkın azim tezahüratıyla karşılanıyor, bilhassa Mallıköy ve Polatlı istasyonlarında köylüler, askerler, şehirlilerden mürekkep bir halde Gazi Paşa Hazretlerinin vagonu hizasında göğüslerindeki ellerini hep birden başlarına götürerek ihtiramlarını, tazimlerini arz ediyorlar.
“Karadağ” Sakarya kahramanını, eteklerinden geçerek büyük zafer mahalline isalden [ulaştırmadan] mağrur gibi azametle önümüzde yükseliyor. Daha aşağılarda alacakaranlıklar arasında hürmetkârane dizilen heyulalar seçiliyor. Reisicumhur Hazretleri vagonlarında istirahatteler… İsmet, Fevzi, Kazım Paşalar hazeratı, Vasıf ve Süleyman Sırrı Beyefendiler müctemian [toplu bir halde] bir vagonda bulunuyorlar. Süleyman Sırrı Bey; umumi esbab-ı istirahati bizzat murakabe ediyorlar. Bütün trende bulunanlar; Gazi Paşa Hazretlerinin misafiri olarak yemek vagonunu birkaç kere boşaltıp dolduruyorlar…
Gece saat bir buçukta tren; kadın, erkek, çocuk binlerce mesrur ve mütebessim başlar içinde Eskişehir istasyonuna giriyor. Her taraf elektrik nurları içinde… Bu baş kitleleri dakika geçtikçe sıkışıyor, kaynaşıyor ve vagonalar yaklaşıyor. Evvelce, Reisicumhur Hazretlerinin uykuda bulundukları telgrafla haber verilmesine rağmen kimse yerinden kımıldamıyor. Kırmızı, siyah, beyaz çizgili dokuma çarşaflı kadınlar arasında ipek çarlılar salınıyor ve birçoklarının kucaklarında yavruları çırpınıyor ve bazıları uyuyor…
Birçok masalar ve odun yığınları üzerinde insan salkımları asılı… Tren hareket edinceye kadar kimse kımıldamıyor; sanki Büyük Gazi’yi uyandırmaktan çekinen bir sükût var. Böyle çok tatlı ve kalbi hissiyat ve tezahürat arasında Eskişehir’den ayrılıyoruz.
Şimdi Afyonkarahisar yolunda koşuyoruz. Bizden evvel İstanbul’dan gelen talebe ve heyetleri hamil bir treni de Eskişehir halkı, mızıkalarla ve tezahüratı azime ile karşılamış ve selamlamışlar.
Bizden sonra gelen ikinci bir trende Büyük Millet Meclisi Reisi Ali Fethi Beyefendi ve İstanbul gazetecileri bulunuyorlardı.
Sabahleyin güneşin yaldızladığı Afyon ufuklarını seyrederken iki tayyaremiz trenin iki tarafında birden bire gözüktü. Sanki kanatlarını üzerimize germişler ve trenin pencerelerine kadar yaklaşıyorlar ve hepimiz candan selamlaşıyoruz. Herkes elindeki mendillerle bu hava kahramanlarını selamlayarak cevelanlarını [dönüp dolaştıklarını] nazarlarıyla takip ediyor. 484 numaralı tayyaremizin iki rakibiyle sanki elele veriyoruz.
Esmer renkli tayyaremizin rakibi, tayyaresiyle pencerelerden içeri girecek kadar yakın geçiyor… Hepimiz neşe ve şetaret [şenlik] içindeyiz. Biz Afyon’da dururken onlar şahikalar [dağların dorukları] üzerinde cevelanlarına devam ediyorlar.
Afyonkarahisar: 30 [Ağustos 1922]- Gece 4 (Hususi muhabirimizden)-Hepimizin dimağının [beyninin] zaptından aciz kaldığı bu azametli gün ve zengin levhayı telgrafa sığdırmak, gazetecilikte rastladığım en büyük müşküldür. Yedi saattir mütemadiyen [devamlı olarak] teheyyüç [heyecan] içindeyiz. Bütün hislerimiz, gayesine vasıl olmuş [ulaşmış] bir halde… Gördüklerimiz, duyduklarımız heyecan dalgaları arasında sallanıyor. Gönül isterdi ki, bütün memleket, Mehmetçiğin aşığı bütün Türklük, memleket ve millet istiklalinin [bağımsızlığının] doğduğu ve fışkırdığı bu tepede bulunsun. Eserini heyecanlarla tekrar ederken gözlerinden mezarına sıcak yaşlar akıtsın.
Bugün burada toplananlar Türklüğün kerametini sezmişlerdir: Dumlupınar’da yalnız bir kalp vardı. Büyük zaferin hatıraları Afyonkarahisar’dan itibaren canlandı ve Yıldırımkemal İstasyonu harbin kıymettar menkıbelerini yâda getirdi ve ilk türbe olarak buradan huşu ile geçiyoruz. Selkisaray’da İzmir’den gelen trenle Ali Fuat, İzzettin Fahri, Ali Hikmet, Şükrü Naili Paşalar ve Eskişehir’den gelen trenle Kemalettin Sami Paşa bize iltihak etti [katıldı]. Gazi Paşa Hazretleri burada vagonundan indi ve Fuat Paşa ile öpüştüler, diğer paşalarla selamlaştılar: Selki, Dumlupınar İstasyonu’na vasıl olmadan [varmadan] bir köyde durduk. Büyük bir kalabalık, köylü, şehirli İstanbul’dan gelen bütün heyetler burada bizi istikbal ettiler [karşıladılar]. Sinemalar, fotoğraflar çalışıyor. Öğleye doğru sırasıyla Konya, İstanbul, Ankara trenleri muvasalat etti [ulaştı]. Ve biraz sonra vasıl olan [ulaşan] İzmir treniyle Kazım Karabekir Paşa, Mebus Hamdullah Suphi, Haydar Rüştü, Yusuf Ziya ve daha birçok mebusanı kiram [değerli mebuslar] kafilemize karıştılar.
İzmirliler hakkında burada biraz tevakkuf edeceğim [duracağım]. Meçhul Asker’e karşı gösterilen kalbî merbutiyette [bağlılıkta] birinciliği İzmirliler almışlardır. İzmir’den her cemiyet ve her teşkilat Meçhul Asker’in mezarı için büyük büyük buketler getirdiler. Kadın erkek en kibarından köylü çocuklarına kadar beraber olmak üzere kağnılarda beraber oturarak tozları memnuniyetle karşılayarak geldiler. Denizli Mebusu Yusuf Bey’i de bu kafilenin içinde bir kağnıda gördüm. Bu mütevazı, sıcakkanlı, yüksek İzmirlilere gönül bağlamış bulunuyorum.
Gazi Paşa Hazretleri ile vekiller, otomobillerini bu tarihi merasime şitap edenlere [koşanlara] tahsis lütfunda bulundular. Ve müteaddit [birçok] seferler yaptırdılar. Nihayet Başkumandanlık sancağını hamil olan [taşıyan] açık otomobilleri ile Reisicumhur Hazretleri ve vekillerle sair bilumum [diğer bütün] zevat hareket buyurdular.

Keyiftepe’de kurulan bir takın altından geçtik. Önümüzde mavi dağlar arasında ormanlar, yeşil, sarı şirin renkleri ile harp ve zafer sahası gözüküyor. Buradaki bir sırta kurulan çadırlardan birine Gazi Paşa Hazretleri ile refikaları [eşleri] Hanımefendi girdiler. Vekiller, bilumum [bütün] hazır bulunan zevat ve halk derhal etrafını aldılar. Yaşlı babalar delikanlılara Büyük Gazi’yi gösteriyorlar, ondan bahsediyorlar. Kütahya’dan mebuslar, belediye heyet ve eşrafı iki nefis vazo getirdiler. Birini Gazi Paşa Hazretleri’ne ve diğerini Latife Hanımefendi’ye takdim eylediler. Biraz sonra Gazi Paşa Hazretleri ve arkasından büyük bir halk şehit asker için yapılacak abidenin bulunduğu mahalle çıktık. Burada sağ tarafta bir çukur açılmış, yanında taş, harç, iki yeni kürek, kazma, solda yanları taş örgülü müzeyyen [süslü] bir mezar gözüküyor. Mezarın üzerinde askerlerin elleriyle eledikleri ve incelttikleri bir toprak tabakası bulunuyor. Herkesin gönlünde yeşillikler, çiçekler içinde görmek istediği bu mezar şu haliyle hepimizin kalbini yaktı. Fakat İzmirliler on dakika sonra “Meçhul Asker’in” mezarını çelenklere boğdular ve birdenbire Mehmetçiğin âşıklarının muhabbeti belirdi. Bunların içerisinde Türk Ocağı’nın, ihtiyat zabitlerinin [subaylarının], Çiftçiler Derneği’nin, İzmir Belediyesi’nin ve Gültekin’in çelenkleri bulunuyordu. Mezar civarındaki sade söğüt dallarından yapılmış tak üzerinde büyük harflerle yazılan Meçhul Şehit lisanından Büyük Gazi unvanlı bir levha vardı. Bu levha şu cümleleri ihtiva ediyor: “İki sene evvel şuracıkta Sevr Antlaşması’nı yırtan kılıcınız, Türkün tarihi olan İnönüleri, Sakaryaları şan ve şerefi milliye [milli şan ve şerefe] ithaf eylemiş idi. Zaman geldi ki, şehameti siyasiyenizle [siyasi kahramanlığınızla] da eski ve yenidünyalar Türk’ün azimeti hakkını [hakkının büyüklüğünü] teslime başladılar. Dünya hep böyle matemi milliye [milli mateme] taptıkça müftehiri ervah olan [ruhların iftihar ettiği] şu gördüğünüz şehitlik ebediyen şad olacak, millet de sizi yalnız başının üstünde değil, kalbinin içinde taşıyacaktır.”
Gazi Paşa Hazretleri, refikaları [eşleri] Hanımefendi ile abidenin ilk taşını vaz ettikten [koyduktan] sonra [Afyonkarahisar mebusu İzzet Ulvi’nin çocuğu] küçük Gültekin, “Dumlupınar Seferi” unvanlı şiiri inşat etti [okudu]. Ve badehu [sonra] kürsüye gelindi. Herkes kayaların, toprakların üzerine ilişmişler. Gazi Paşa Hazretleri tahta kürsünün bir köşesine sığındılar. Yalnız birkaç iskemle hanımlara verildi. Herkes memnun. Sanki bu sıcakları ile maruf [bilinen] tepede harplerin bir mükâfatı gibi serin bir rüzgâr esiyor. Herkes yüzünü güneşin bütün şiddetine tevcih etmiş [çevirmiş], aldırmıyor. Ve sanki ölünüz dense bütün kalpler bu emre uyacak.

Fevzi Paşa Hazretleri alkışlar arasında kürsüye gelerek, nutkuna Sakarya’dan haşlayarak, bulunduğumuz tepeden kati neticesi alınan zaferin askeri tarihçesini yapıyor. Ve vaziyetimizi, düşmanın vaziyetini anlatıyor; 30 Ağustos Muharebesi’nin kati neticesini alkışlar, arkası kesilmeyen alkışlar arasında söylüyor.
Köylüler, evet, evvela köylüler “Paşa, Paşa” diye bağırdılar ve eminim ki, bu kalpten gelen feryat şehitlere kadar ulaştı. Bütün tepe inledi. Uğultular bu melanetin cezasını çekenlerin kulağına da gitti.
Fevzi Paşa Hazretleri, buradan kaçtılar deyip parmağıyla bir yeri gösterdikçe, köylülerin göğüsleri kalkıyor, sakalları titriyor, hepsi oraya dönüyorlar, kaçtılar, gittiler diye bağırıyorlar.
Fevzi Paşa Hazretleri’nin nutku; rüzgârlarını yanaklarında hissettiğimiz üç tayyaremizin uğultuları arasında kesiliyor. Bu aralık o biraz duruyor. Sonra yine söylüyordu. Bu muharebeye nasıl Başkumandanlık Muharebesi unvanının verildiğini anlatıyor ve İsmet Paşa Hazretleri’nin o büyük günü tesiden [kutlamak için] gönderdiği tamimi aynen okuyor. Ve bu sözleri şiddetli alkışlarla mukabele [karşılık] görüyordu. Fevzi Paşa Hazretleri, düşman sürü halinde kaçıyorlardı dedikçe, yine herkesten evvel köylü coşuyordu. Paşa, nutkunu şehitlere Fatihalar ithafıyla bitirdi.
Fevzi Paşa Hazretleri’nin nutuklarını Darülfünun namına emin İsmayıl Hakkı Bey’in nutku takip etti. Daha sonra matbuat namına Ağaoğlu Ahmet Bey bir nutuk irat eyledi ve müteakiben [Türk Ocakları adına] Hamdullah Suphi Bey en güzel nutuklardan birini söyledi ve İdman Cemiyetleri İttifakı namına [Ali] Sami, Baro namına Muhittin Baha, Muallimler Derneği namına Nüzhet Haşim ve Türkiye halkı namına Büyük Millet Meclisi Reisi Fethi Beyefendi nutuklarını irat eylediler.

En son olarak Reisicumhur Gazi Paşa Hazretleri atide [aşağıda] aynen derç eylediğimiz [aldığımız] pek kıymettar ve tarihi olan nutuklarını çok beliğ [güzel] bir surette irat buyurdular. Büyük Gazi’nin sözleri; bütün kalpleri teheyyüce [heyecana] sevk ediyor, eserini ikmal ettiği [tamamladığı] tepe üzerinde nutuklarını irat buyururlarken sağa sola dönmek, elleriyle işaret vermek gibi hareketleri bu sahneyi bir kat daha canlandırıyordu. Bu esnada havada hiçbir ses yoktu. Ortalıkta yalnız kendilerinin sesleri hâkimdi. Rüzgâr bile bir an sustu gibi geldi. Ağladık, sevindik yeniden yeniye feyizli ümitler aldık. Bu büyük rehber bize orada yeni yollar gösterdi. Herkes bir daha büyük müncinin [kurtarıcının] önünde eğildi. Ve kendilerini ardı gelmeyen mükerrer alkış tufanları arasında çadırlarına kadar getirdi.
Merasimin nihayetinde toplar endaht edildi [atıldı]. Saat altı buçukta trenin bulunduğu mahalle geldik. Dokuz buçukta Afyon’dayız. Önümüzden Fethi Beyefendi’nin dâhil olduğu İstanbul treni gidiyor, diğerleri bizim treni mahsusu [özel treni] takip edecektir. Yarın akşam (bugün) Ankara’dayız.
Ziya Gevher [ETİLİ]
GAZİ PAŞA HAZRETLERİ’NİN NUTUKLARI
Efendiler, Erkanıharbiyei Umumiye Reisi [Genelkurmay Başkanı] Fevzi Paşa Hazretleri’nin verdiği kıymetli izahatla burada hazır olanlar “Afyonkarahisar-Dumlupınar” Meydan Muharebesi’nin ve neticei katiye [kati netice] veren 30 Ağustos Muharebesi‘nin cereyan şekli hakkında bir fikri icmali [genel bir fikir] edinmişlerdir. Beş gün bila fasıla [fasılasız], geceli gündüzlü devam eden bu büyük meydan muharebesinin mahiyeti hakikiyesi [hakiki mahiyeti] bugün verilen tafsilattan ziyade, yarın tarihin hükümleri, erbabı tetebbuun [araştırmacıların] tedkik [inceleme] ve muhakemeleri okunduğu zaman daha bariz, daha şümullü [kapsamlı] bir surette anlaşılacaktır.

Beni, milletim, Türk milleti, emniyet ve itimadına layık görerek bu harekâtın başında bulundurdu. Bu vazife ve memuriyetimin mesut hatırasını milletime karşı daima en derin minnettarlıklarla mütehassis olarak, haz ile, iftihar ile muhafaza ediyorum. Vazifelerini milletin arzuyu vicdaniyesine [vicdani arzusuna], ihtiyacı hakikiyesine [hakiki ihtiyacına], yalnız onun iradei aliyesine [yüksek iradesine] tevfikan [uyarak] yapmış olanlara mahsus bir istirahati vicdan [vicdan rahatlığı] ile bugün mevacehenizde [karşınızda] bulunurken hissettiğim bahtiyarlığı ifade edemem.
Efendiler, tıpkı bugün gibi [13]38 [1922] senesi Ağustos’unun otuzuncu günü saat ikide, şimdi hep beraber bulunduğumuz bu noktaya gelmiştim. Bu üzerinde bulunduğumuz sırtlarda kahraman 11. Fırkamız, şu karşıki tepelerde muharebeye mecbur edilen düşman kuvayı asliyesine [ana kuvvetlerine] taarruz için yayılarak ilerlemekte bulunuyordu. Şu gördüğümüz Çal Köyü alevler ve dumanlar içinde yanıyordu. Beni buraya kadar getiren saikin [sebebin] ne olduğunu izah için hatırladığım bir iki noktayı burada tekrar edeceğim:
29-30 Ağustos gecesi sabaha karşı Garp [Batı] Cephesi Harekât Şubesi Müdürü Tevfik Bey, bermutat [her zamanki gibi], o saate kadar muhtelif karargâhlardan ve her taraftan gelen raporlara göre harita üzerinde tespit ve işaret ettiği vaziyeti umumiyeyi [genel vaziyeti] Cephe Kumandanı İsmet Paşa’ya göstermiş ve o da derhal Paşa’ya göster emriyle Tevfik Bey’i yanıma göndermişti. Karahisar’da belediye dairesinde bana tahsis olunan odada yatmakta idim. Beni uyandıran Tevfik Bey’in gösterdiği haritaya baktım. Hemen yataktan fırladım.
Arkadaşlar, haritada gördüğüm şey şu idi ki, ordularımız düşmanın kuvayı mühimmiyesini [mühim kuvvetlerini] şimalden [kuzeyden], cenuptan [güneyden], garptan [batıdan] ihataya [kuşatmaya] müsait bir vaziyet almış bulunuyorlardı. Şu halde tasavvur ettiğimiz ve azami netayiç [neticeler] temin edeceğini ümit eylediğimiz vaziyetler tahakkuk ediyordu. Derhal Fevzi ve İsmet Paşaları çağırınız dedim. Üçümüz toplandık. Vaziyeti bir daha mütalaa ettik [değerlendirdik] ve katiyetle hükmettik ki Türk’ün hakiki halas [kurtuluş] güneşi 30 Ağustos sabahı ufuktan bütün şaşaasıyla tulu edecektir [doğacaktır]. Bu karara göre ordulara yeni emir ve talimat yazıldı (6,30 evvelde). Fakat vaziyet o kadar mühim, o kadar sürat ve şiddet talep ediyordu ki, bu tahriri [yazılı] emirlerle iktifa etmek [yetinmek] muvafıkı ihtiyat [ihtiyata uygun] olamazdı. Onun için Fevzi Paşa Hazretleri’nden, bizzat Altıntaş ve cenubundan [güneyinden] hareket eden 2. Ordu’muzun ve bunun daha garbında [batısında] bulunan Süvari Kolordu’muzun nezdine giderek tasavvurumuza göre harekâtı tanzim buyurmasını kendilerinden rica ettim.

4. Kolordu’su ile istihdaf ettiğimiz [hedeflediğimiz] düşman kısmı küllisini [düşmanın ana kısmını] cenuptan takip eden 1. Ordu karargâhına da ben bizzat gidecektim. İsmet Paşa’nın karargâhta kalıp vaziyeti umumiyeyi [genel vaziyeti] idare etmesini münasip gördüm. Fevzi Paşa Hazretleri şimale hareket ederken, ben de otomobil ile şimendifer güzergâhını takiben garba hareket ettim. Akçaşehir’de 1. Ordu karargâhına saat dokuzdan evvel idi ki vasıl olmuştum [ulaşmıştım]. Ordu Kumandanı’na bir taraftan cephenin tahriri [yazılı] emri tevdi olunurken [verilirken], ben de kendisine şifahen [sözlü olarak] vaziyeti izah ettim ve 4. Kolordu’nun tekmil [bütün] fırkalarıyla ve sürat ve şiddetle, işte bu köyün, Çal Köyü’nün garbındaki [batısındaki] düşman kısmı küllisini [düşmanın ana kısmını] ihata edecek [kuşatacak] surette muharebeye mecbur etmesini emrettim. Ve ilave ettim ki, düşman ordusu behemehâl [mutlaka] imha olunacaktır. Ordu Kumandanı benim yanımda telefonla Kolordu Kumandanı Kemalettin Paşa’yı buldu. Benim oraya geldiğimi ve emrimin ne olduğunu tebliğ [2] etti. Bir müddet bu karargâhta kaldım. Mütemadiyen [devamlı olarak] gelen muhtelif rütbedeki esir zabitanla [subaylarla] görüştüm. Bunlardan biri erkânıharp zabiti [subayı] idi. Zavallı, verdiği malumat meyanında [arasında], istemeyerek, başkumandan vazifesini alan General Trikopis’in ve 2. Kolordu Kumandanı General Digenis’in de bizim çevirmek istediğimiz çemberin içinde bulunduğunu ifade etmiş oldu. Derhal yanımda bulunan Ordu Kumandanı’na, Kemalettin Paşa’yı bulunuz. Bizzat Trikopis’le beraber bütün düşman generallerini behemehâl [mutlaka] esir etmesini söyleyiniz dedim. Bu emir derakap [hemen] telefonla tebliğ olundu. Zavallı esir zabit benim bu emrimi işitir işitmez ikram ettiğim çayı içemeyerek büyük bir baygınlık geçirdi. Daha fazla bu ordu karargâhında kalamazdım. Muharebe vaziyetini gözümle görmek benim için mukavemetsiz [dayanılmaz] bir ihtiyaç oldu. Ordu Kumandanı’nı da beraber alarak 4. Kolordu Kumandanı’nın tarassut [gözlem] için bulunduğu şu istikametteki bir tepeye geldik (Arpalık civarında).
Çal Köyü garbında [batısında] ve şimalinde [kuzeyinde] patlayan topların tarrakalarını [gümbürtülerini] işitiyordum. Oradan vaziyeti dürbün ile tetkike [incelemeye] uğraşmak bana sıkıntılı geldi. Daha ileriye, ateş yerine gitmek için kati bir lüzum ve ihtiyaç hissediyordum ve bu noktayı, şimdi üzerinde bulunduğumuz bu tepeyi gösterdim. Oraya gitmek lazımdır ve buyurun gidelim dedim. Otomobillere atladık, bu tepeye gelen yola dâhil olduk. Ara sıra güzergâhımızın soluna düşman mermileri düşüyordu. 4. Kolordu’nun fırkaları şarktan garba [doğudan batıya] güzergâhımızı kat ederek seri hatvelerle [adımlarla] ilerliyorlardı. Biraz evvel dediğim gibi saat ikide şuraya çıkmış bulunuyorduk. Düşman kuvvetlerini gündüz gözüyle tamamen ihata etmek [kuşatmak] ve düşmanın muannidane [inatla] müdafaa ettiği muharebe mevzilerine süngü hücumlarıyla dâhil olarak neticei katiye [kati netice] almak elzemdi. Bunun için bütün kıtaatın [kıtaların] azami fedakârlıkla ilerlemesini ve bütün bataryalarımızın, hattı mesturiyete [gizlenmeye] bakmaksızın, ateş mevzilerine girip düşman mevzilerini sarsmasını istiyordum. Yanımdaki kumandanlar bu noktaı nazarlarımı [görüşlerimi] anlar anlamaz derhal ve en asabi bir surette faaliyete geçtiler.
Maatteessüf [ne yazık ki], şimdi ismini hatırlayamadığım, yanımda bulunan kahraman bir süvari zabitine [subayına] birkaç kelime not ettirerek düşman mevzilerini şimalden [kuzeyden] saran 2. Ordu’ya gönderdim. Ve şifahen [sözlü olarak] burada benden işittiklerini onlara da söylemesini emrettim. Bu zabit, vazifesini yapmış ve birkaç saat sonra tekrar yanıma gelerek malumat da vermişti. 11. Fırka’nın kahraman kumandanı Derviş Bey bizzat ileri atılarak bütün kuvvetiyle düşman mevaziine [mevzilerine] ilerliyordu. Kolordu Kumandanı Kemalettin Paşa cenuptan [güneyden] ve garptan [batıdan] düşmana saldırdığı diğer fırkalarına yeniden yeniye harekâtı teşdit [şiddetlendirmek] ve tesrii harekât [hızlandırmak] için emirlerini isal ediyordu [ulaştırıyordu]. 2. Ordu’nun 16’ncı ve 61’inci fırkaları düşmanla ciddi muharebeye girişiyorlar, diğer fırkaları da ihata dairesini [kuşatma dairesini] darlaştırıyordu. Bunları görüyordum. Süvari Kolordu’muzun daha garptan [batıdan] düşmanın arkasını kesmek üzere bulunduğunu, bana haber getiren süvari zabiti [subayı] söylemişti.

Arkadaşlar, saatler ilerledikçe gözlerimin önünde inkişaf eden [gelişen] manzara şu idi: Düşman Başkumandanının şu karşıki tepede son gayretiyle çırpındığını görüyor gibiydim. Bütün düşman mevzilerinde büyük bir heyecan ve helecan vardı. Artık toplarının, tüfeklerinin ve mitralyözlerinin ateşlerinde sanki öldürücü hassa kalmamıştı. Bu ovadan, şimalden [kuzeyden] ve cenuptan [güneyden] birbirini veli eden [izleyen] avcı hatlarımızın guruba yaklaşan güneşin son şuaatıyla [ışınlarıyla] parlayan süngüleri her an daha ileride görülüyordu. Düşman mevaziini [mevzilerini] saran bir daire üzerinde mevzi almış olan bataryalarımızın fasılasız ve amansız ateşleri düşman mevaziini [mevzilerini] içinde barınılmaz bir cehennem haline getiriyordu. Güneş mağribe yaklaştıkça, ateşli, kanlı ve ölümlü bir kıyametin kopmak üzere olduğu bütün ruhlarda hissolunuyordu. Bir an sonra cihanda büyük bir inhidam [yıkım] olacaktı. Ve beklediğimiz halas [kurtuluş] güneşinin tulu edebilmesi [doğabilmesi] için bu inhidam [yıkım] lazımdı. Zulmetler [karanlıklar] içinde bu inhidam [yıkım] vuku bulmalı idi. Hakikaten semanın karardığı bir dakikada Türk süngüleri düşman dolu o sırtlara hücum ettiler. Artık karşımda bir ordu, bir kuvvet kalmamıştı. Kâmilen [tamamen] mahvolmuş, perişan bir bakiyet-üs-süyuf [kılıç artığı] kitlesi bulunuyordu. Kendilerinin dediği gibi perhavf [çok korkan] ve lerzan [titreyen], bişekil [şekilsiz] bir kitle, acayip bir halita [alaşım] halinde firar için ferce [çıkış] arıyordu. Artık gecenin koyulaşan zulmeti [karanlığı] neticeyi gözle görmek için güneşin tekrar şarktan [doğudan] tuluuna intizarı [doğmasını beklemeyi] zaruri kılıyordu.

Efendiler, ertesi günü tekrar bu muharebe meydanını dolaştığım zaman, ordumuzun ihraz ettiği [kazandığı] zaferin azameti ve buna mukabil [karşılık] hasım ordusunun duçar edildiği [içine düşürüldüğü] felaketin dehşeti beni çok mütehassis etti. O karşıki sırtların gerilerindeki bütün vadiler, bütün dereler, bütün mahfuz [korunaklı] ve mestur [gizli] yerler, bırakılmış toplarla, otomobillerle ve namütenahi [sonsuz] teçhizat ve malzeme ile ve bütün bu metrukâtın aralarında yığınlar teşkil eden ölülerle, toplanıp karargâhlarımıza sevk olunmakta bulunan sürü sürü esir kafileleri ile hakikaten bir mahşeri andırıyordu. Bu dar ateş ve savlet [hücum] çemberinden bugün için kurtulabilenler birkaç bin kişilik bakiyet-üs-süyuftan [kılıç artığından] ibaret idi. Fakat onlar da daha büyük Türk çemberi içinden çıkmaya muvaffak olamayarak başlarında başkumandanları bulunduğu halde beyaz bayrak çekmeye mecbur olmuşlardır.
Efendiler, Ağustos’un 31’inci günü takriben zevalde [öğlende] idi ki, yine bu Çal Köyü‘nde, yıkık bir evin avlusu içinde İsmet Paşa ve Fevzi Paşa ile buluştuk. Kırık kağnı arabalarının döşeme ve oklarına ilişerek bundan sonraki vaziyeti mütalaa ettik [değerlendirdik]. Kazandığımız meydan muharebesinin bütün seferi hitama [sona] erdirebilecek bir azamet ve ehemmiyette olduğunda ittifak ettik. Şimdi Bursa istikametinde çekilen düşman kuvvetlerini mahvetmekle beraber bütün orduyu asli [kuvvetler] ile bila aram [durmaksızın] İzmir’e yürüyecektik.

Efendiler, bugünden sonra İzmir’de “Akdeniz“i, Mudanya’da “Marmara“yı görmek için 8-9 günlük bir zaman kâfi gelmiştir. Fakat hatırlatmalıyım ki, bugüne, bu üzerinde bulunduğumuz tepeye, bu yanık Çal Köyü’ne gelebilmek için yalnız Sakarya’dan itibaren sarf ettiğimiz zaman tam bir senedir. Fakat bu tesit ettiğimiz [kutladığımız] zaferi ihzar edebilmek [hazırlayabilmek] için bir seneyi çok bulmazsınız zannederim. Çünkü efendiler, harp, muharebe, nihayet meydan muharebesi, yalnız karşı karşıya gelen iki ordunun çarpışması değildir; milletlerin çarpışmasıdır. Meydan muharebesi, milletlerin bütün mevcudiyetleri ile ilim ve fen sahasındaki seviyeleriyle, ahlaklarıyla, harslarıyla [kültürleriyle], hülasa [kısaca] bütün maddi ve manevi kudret ve faziletleriyle ve her türlü vasıtalarıyla çarpıştığı bir imtihan sahasıdır. Bu sahada, çarpışan milletlerin hakiki kuvvet ve kıymetleri ölçülür. Netice, yalnız kuvvei cismaniyenin [cismani kuvvetin] değil, bütün kuvvetlerin, bilhassa ahlaki ve harsi [kültürel] kuvvetin tevaffuku [üstünlüğü] mertebei subute [ispat derecesine] vardırır. Bu sebeple meydan muharebesinde yenilen taraf milletçe ve memleketçe, bütün mevcudiyeti maddiye ve maneviyesiyle [maddi ve manevi mevcudiyetiyle] mağlup edilmiş sayılır. Böyle bir akıbetin ne kadar feci olabileceğini tahmin edersiniz. Mahv ve izmihlal [yok olmak], yalnız cidal [harp] sahasında bulunan orduyla münhasır [sınırlı] kalmaz. Asıl o ordunun mensup olduğu millet feci akıbetlere uğrar. Tarih, başlarındaki tacidarların [hükümdarların], haris [hırslı] politikacıların birtakım hayali emellerle vasıtası mevkiine düşen müstevli [istilacı] orduların, müstevli [istilacı] milletlerin uğradığı bu nevi feci akıbetlerle mamuldür [dopdoludur].
Efendiler, Türk vatanını fethetmek fikrini, Türk’ü esir etmek hayalini umumi [genel], müşterek [ortak] bir fikir haline koymaya çalışanların da layık oldukları akıbetten kurtulamamış olduklarını gözlerimizle gördük. Efendiler, kendilerine bir milletin talihi tevdi olunan [bırakılmış olan] adamlar, milletin kuvvet ve kudretini, yalnız ve ancak yine milletin hakiki ve kabili istihsal [elde edilebilir] menfaatleri yolunda kullanmakla mükellef olduklarını bir an hatırlarından çıkarmamalıdırlar. Bu adamlar düşünmelidirler ki, bir memleketi zapt ve işgal etmek, o memleketlerin sahiplerine hâkim olmak için kâfi değildir. Bir milletin ruhu zapt olunmadıkça, bir milletin azim ve iradesi kırılmadıkça, o millete hâkim olmanın imkânı yoktur. Hâlbuki asırların mevlidi olan [doğurmuş olduğu] bir ruhu milliye [milli ruha], kavi ve daimi bir iradei milliyeye [kuvvetli ve daimi bir milli iradeye] hiçbir kuvvet mukavemet edemez.
Mahkûm olmak istemeyen bir milleti esarette tutmaya muktedir olacak kadar kuvvetli müstebitler artık bu dünya yüzünde kalmamıştır. Türk milleti son mücadelatıyla [mücadeleleriyle], bilhassa burada ihraz ettiği [kazandığı] zaferle, izhar ettiği [gösterdiği] azim ve irade ile malum olan bu hakayıkı [hakikatleri] bir defa daha sinei tarihe [tarihin sinesine] çelik kalemle hak etmiş [kazımış] bulunuyor.
Efendiler, Afyonkarahisar-Dumlupınar Meydan Muharebesi ve onun son safhası olan bu 30 Ağustos Muharebesi, Türk tarihinin en mühim bir dönüm noktasını teşkil eder. Tarihi millimiz [milli tarihimiz] çok büyük ve çok parlak zaferlerle doludur. Fakat Türk milletinin burada ihraz ettiği [kazandığı] zafer kadar neticei katiyeli [kati neticeli] ve bütün tarihe, yalnız bizim tarihimize değil, cihan tarihine yeni cereyan vermekte kati tesirli bir meydan muharebesi hatırlamıyorum.
Hiç şüphe etmemelidir ki, yeni Türk devletinin, genç Türk Cumhuriyeti’nin temeli burada tersin olundu [sağlamlaştırıldı]. Hayatı ebediyesi [ebedi hayatı] burada tetevvüc olundu [taçlandırıldı]. Bu sahada akan Türk kanları, bu semada pervaz eden [uçan] şehit ruhları devlet ve Cumhuriyet’imizin ebedi muhafızlarıdır. Burada esasını vaz ettiğimiz [temelini attığımız] “Şehit Asker” abidesi [Meçhul Asker Anıtı/ Zafertepeçalköy Şehit Sancaktar Mehmetçik Anıtı], işte o ruhları, o ruhlarla beraber gazi arkadaşlarını, fedakâr ve kahraman Türk milletini temsil edecektir. Bu abide, Türk vatanına göz dikeceklere, Türk’ün 30 Ağustos günündeki ateşini, süngüsünü, savletini [hücumunu], kudret ve iradesindeki şiddeti hatırlatacaktır.

Efendiler, bu muazzam zaferin muhtelif amilleri [etkenleri] fevkinde [üzerinde] en mühimi ve en âlisi [yükseği], Türk milletinin bila kayıt ve şart [kayıtsız şartsız] hâkimiyetini eline almış olmasıdır. Bu hadisenin tarihimizde ve bütün cihanda ne büyük ve ne feyizli bir inkılap olduğunu izaha lüzum görmem. Milletimizin uzun asırlardan beri hanlar, hakanlar, sultanlar, halifeler elinde, onların tahakküm ve istibdadı altında ne kadar ezildiğini, onların hırslarını temin yolunda ne kadar büyük felaketlere ve zararlara uğradığını düşünürsek, milletimizin hâkimiyetini eline almış olması hadisesinin bütün azamet ve ehemmiyeti nazarlarımızda [gözlerimizde] tecelli eder. Gerçi bu büyük zaferin ferdasına [ertesine] kadar İstanbul’da halife ve sultan namı altında bir şahıs ve onun işgal ettiği hilafet ve saltanat unvanıyla bir makam vardı. Fakat bu zaferden sonra millet o makamları ve o makam sahiplerini layık olduğu akıbete isal etti [ulaştırdı].
Efendiler, hâkimiyeti milliye [milli hâkimiyet] öyle bir nurdur ki, onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar yanar, mahvolur. Milletlerin esareti üzerine kurulmuş müesseseler her tarafta yıkılmaya mahkûmdurlar. Avrupa’nın ortasından ta doğunun öbür ucundaki binlerce senelik memleketlere bakacak olursak, Osmanlı İmparatorluğu’nun hak ettiği talihi daha güzel anlayabiliriz.
Arkadaşlar, saraylarının içinde Türk’ten başka unsurlara istinat ederek [dayanarak], düşmanlarla ittifak ederek, Anadolu’nun, Türklüğün aleyhine yürüyen çürümüş gölge adamlarının Türk vatanından tardı [kovulması], düşmanların denizlere dökülmesinden daha rehakâr [kurtarıcı] bir harekettir. Türk milletinin mübarek ecdat emaneti olan bu topraklarda tam manasıyla efendi olarak yaşaması, ancak o fuzuli ve bi mana [manasız] olduktan başka, mevcudiyetleri mahzı zarar [tam zarar] ve felaket olan makamların bertaraf edilmesiyle mümkün olabilirdi.
Efendiler, onlar yüzünden Türk vatanının ve Türk milletinin geçirdiği kederleri, elemleri hissetmemiş bir ferdimiz yoktur. Bu kadar matemler ve felâketler geçirdikten sonra elbette Türk öğrenmiştir ki, vatanı yeniden yapmak ve orada mesut ve hür yaşayabilmek için behemehâl [mutlaka] hâkimiyetine sahip kalmak ve Cumhuriyet bayrağı altında bütün evlatlarını toplu ve dikkatli bulundurmak lâzımdır.
Efendiler, asırlardan beri inleyerek feryat eden, fakat müstebitlerin, muğfillerin [yalancıların], cahillerin vücuda getirdikleri mânialarla [engellerle] canhıraş sadasını milletin kulağına esma edemeyen [duyuramayan] zavallı vatan, bugün diyor ki, bütün can kulağınızı, harap olmuş, sinesinde en derin ıstıraplar duymuş validenizin samimi hitabına daima açık bulundurunuz! Efendiler, Asya’da, Avrupa’da, Afrika’da hükümran olmak kudret ve kabiliyetini göstermiş olan ecdadımız vaktinde bu sadayı işitmekten men edilmemiş olsalardı, Türk camiasının, Türk mefkûresinin, Türk menafinin [menfaatlarının] mahfuz [korunmuş] ve feyizdar olacağı anavatanı bugünkü şekli harabiyesinde [harap olmuş şeklinde] mi tevarüs ederdik [miras alırdık]? Efendiler, artık vatan imar istiyor, zenginlik ve refah istiyor, ilim ve marifet, yüksek medeniyet, hür fikir ve hür zihniyet istiyor. Şeref, namus, bağımsızlık, hakiki varlık; vatanın bu taleplerini tamamen ve serian yerine getirmek için esaslı ve ciddi bir surette çalışmayı emreder.
Efendiler, asırlardan beri Türkiye’yi idare edenler çok şeyler düşünmüşlerdir. Fakat yalnız bir şeyi düşünmemişlerdir: Türkiye’yi!.. Bu düşüncesizlik yüzünden Türk vatanının, Türk milletinin duçar olduğu [uğradığı] zararları ancak bir tarzda telafi edebiliriz: O da artık Türkiye’de Türkiye’den başka bir şeyi düşünmemek. Ancak bu zihniyetle hareket ederek her türlü selamet ve saadet hedeflerine vasıl olabiliriz [ulaşabiliriz].
Efendiler, bizim milletimiz vatanı için, hürriyeti ve hâkimiyeti için fedakâr bir halktır; bunu ispat etti. Milletimiz, yaptığı inkılabatın [inkılapların] kıskanç savunucusudur da… Benliğinde bu faziletler yerleşmiş bir milleti yürümekte olduğu doğru yoldan hiçbir kimse, hiçbir kuvvet alıkoyamaz.
Efendiler, milletimiz hâkimiyetini eline aldığı gün, -bilmeyen kalmamıştır- en karanlık felaketlerin en derin uçurumu kenarında bulunuyordu. Kuvvei maddiye [maddi kuvveti] yıprattırılmış, vesaiti müdafaası [müdafaa vasıtaları] gasp olunmuş, maneviyatı, mukaddesatı duçarı tecavüz olmuş [tecavüze uğramış] elim [acı] bir vaziyette bulunuyordu. Bütün bunlara rağmen mevcudiyetini ve bağımsızlığını kurtarmaya karar verdi. Bu kararında muvaffak olabilmek için bütün milletin kendine bir hedefi hareket [hareket hedefi] tespit etmesi lazım geliyordu. Bütün milletin, o hedef üzerinde behemehâl [mutlaka] muvaffak olmayı gayei emel [nihai emel] telakki [kabul] etmesi icap ediyordu. Millet bütün mevcudiyetiyle, bütün fedakârlığıyla, bütün imanıyla o hedefe beraber yürüsün ve behemehâl [mutlaka] muvaffak olsun lazımdı. Efendiler, o hedef burası idi. Gayei emel [nihai emel] olan muvaffakiyet, burada ihraz olunan [kazanılan] zafer idi.
Efendiler, milletimiz bundan sonraki mesaisinde de muvaffak olabilmek için, milli hedefini bütün vuzuh [açıklık] ve katiyetle, tekmil vatandaşların nazarında [gözünde] ve vicdanında bütün parlaklığı ile tespit ve tayin etmiş bulunuyor. İsterseniz benim burada hedef dediğim şeyi, siz, milletin mefkûresi tesmiye ediniz [diye adlandırınız]. Fakat bu unvanı verirken dikkat ediniz ki, hayali bir manaya kendimizi kaptırmayalım.
Efendiler, milletimizin hedefi, milletimizin mefkûresi, bütün cihanda tam manasıyla medeni bir heyeti içtimaiye [toplum] olmaktır. Bilirsiniz ki, dünyada her kavmin mevcudiyeti, kıymeti, hürriyet ve istiklali [bağımsızlık hakkı], malik [sahip] olduğu ve yapacağı medeni eserlerle mütenasiptir [orantılıdır]. Medeni eser vücuda getirmek kabiliyetinden mahrum olan kavimler, hürriyet ve istiklallerinden [bağımsızlıklarından] tecrit olunmaya mahkûmdurlar. Tarihi beşeriyet [insanlık tarihi], baştanbaşa bu dediğimi teyit etmektedir. Medeniyet yolunda yürümek ve muvaffak olmak, şartı hayattır [hayat şartıdır]. Bu yol üzerinde tevakkuf edenler [duraklayanlar] veyahut bu yol üzerinde ileri değil, geriye bakmak cehil [cehalet] ve gafletinde bulunanlar, medeniyeti umumiyenin [medeniyetin] huruşan seyli [coşkun seli] altında boğulmaya mahkûmdurlar.
Efendiler, medeniyet yolunda muvaffakiyet teceddüde [yeniliğe] vabestedir [bağlıdır]. İçtimai hayatta [toplumsal hayatta], iktisadi hayatta, ilim ve fen sahasında muvaffak olmak için yegâne tekâmül [gelişme] ve terakki [ilerleme] yolu budur. Hayat ve maişete [günlük işlere] hâkim olan ahkâmın [hükümlerin] zamanla tağyir [değişme], tekâmül [gelişme] ve teceddüdü [yenilenmesi] zaruridir. Medeniyetin ihtiraları [yenilikleri], fennin harikaları, cihanı tahavvülden tahavvüle [değişimden değişime] duçar ettiği [uğrattığı] bir devirde, asırlık köhne zihniyetlerle, maziperestlikle muhafazai mevcudiyet [mevcudiyeti muhafaza] mümkün değildir. Medeniyetten bahsederken şunu da katiyetle beyan etmeliyim ki, medeniyetin esası, terakki [ilerleme] ve kuvvetin temeli aile hayatındadır. Bu hayatta fenalık, muhakkak içtimai [toplumsal], iktisadi, siyasi acze mucip [sebep] olur. Aileyi teşkil eden kadın ve erkek unsurların hukuku tabiiyelerine [tabii haklarına] malik [sahip] olmaları, aile vazifelerini idareye muktedir bulunmaları gereklidir.
Efendiler, milletimiz burada tesit ettiğimiz [kutladığımız] büyük zaferden daha mühim bir zafer peşindedir. O zaferin idraki, milletimizin iktisat sahasındaki muvaffakiyetleriyle mümkün olacaktır. Bilirsiniz ki, iktisaden zayıf bir millet fakirlik ve sefaletten kurtulamaz. Kuvvetli bir medeniyete, refah ve saadete kavuşamaz; içtimai [toplumsal] ve siyasi felaketlerden yakasını kurtaramaz. Memleketin idaresindeki muvaffakiyet de iktisadiyatındaki müktesebat [kazanımlar] derecesiyle mütenasip [orantılı] olur. Hiçbir medeni devlet yoktur ki ordu ve donanmasından evvel iktisadını düşünmüş olmasın. Memleket ve istiklal [bağımsızlık] müdafaası için vücudu lazım olan bütün kuvvetler ve vasıtalar, iktisadiyatın inbisat [genişlemesi] ve inkişafıyla [gelişmesiyle] mükemmel olabilir.
Milletimizin mutasayyıf [sahip] olduğu kuvvetli seciye, sarsılmaz irade, ateşin [ateşli] milliyetperverlik, iktisadi muvaffakiyetten nebean edecek [kaynaklanacak] feyizlerle de layık olduğu derecede takviye olunmak zaruridir. Asır mübarezesinde [mücadelesinde] milletimizi muvaffak edecek bir iktisadi hayat teminini istihdaf eden [hedefleyen] umumi [genel] maarif ve terbiye sistemlerimiz, her gün daha çok esaslaşacak ve elbette muvaffak olacaktır.
Efendiler, artık bugün hayat ve insaniyet icapları bütün hakikatiyle tecelli etmiştir. Bunlara mugayir [aykırı] olan rivayetler ahlak ve imana esas olamaz. Hakikat tecelli edince kezb [yalan] ortadan kalkar.
Safsatalar, hurafeler kafalardan çıkmalıdır. Her türlü teali [yükselme] ve tekemmüle [gelişmeye] müsteit [kabiliyetli] olan milletimizin içtimai ve fikri inkılap hatvelerini [adımlarını] kısaltmak isteyen mânialar behemehâl [mutlaka] bertaraf edilmelidir.
Efendiler, son sözlerimi münhasıran [bilhassa] memleketimizin gençliğine tevcih etmek istiyorum.
Gençler!
Cesaretimizi takviye eden ve idame [devam] ettiren sizsiniz. Siz, almakta olduğunuz terbiye ve irfan ile insanlık meziyetinin, vatan muhabbetinin, fikir hürriyetinin en kıymetli timsali olacaksınız.
Ey yükselen yeni nesil! İstikbal sizsiniz! Cumhuriyet’i biz tesis ettik; onu ila ve idame [yükseltecek ve devam] ettirecek sizsiniz.
Arkadaşlar, bu gaza ve şehadet diyarını terk ederken “Şehit Asker“i hep beraber hürmet ve tazimle selamlayalım. [3, 4, 5]
DİPNOTLAR
[1] Meçhul Asker Anıtı (Zafertepeçalköy Şehit Sancaktar Mehmetçik Anıtı)
[2] Hâkimiyet-i Milliye, 31 Ağustos 1924, No:1207, s.1, sütun:3-6
[3] Hâkimiyet-i Milliye, 31 Ağustos 1924, No:1207, s. 2, sütun:1-4
[4] Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri I-III, AKDTYK Atatürk Araştırma Merkezi, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1997, s. 179 (623)-188 (632)
[5] Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt:16 (1924), Kaynak Yayınları, İstanbul, 2005, s. 281-289
You may like

Mudanya Mütarekesi (11 Ekim 1922)

Mareşal Mustafa Fevzi Çakmak’ın 30 Ağustos Zaferine ve İzmir’in Kurtuluşuna Ait Hatıraları

Birinci İnönü Muharebesi (6-11 Ocak 1921)

Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni Açış Konuşması

İkinci İnönü Muharebesi (23 Mart-1 Nisan 1921)

TÜRK İSTİKLAL HARBİNDE 5. SÜVARİ KOLORDUSU KUMANDANI FAHRETTİN ALTAY PAŞA’NIN ANLATIMIYLA BÜYÜK TAARRUZ’DA TÜRK SÜVARİSİ (2)
Türk İstiklâl Mücadelesi
Mustafa Kemal Paşaya Göre Amasya Görüşmeleri: Uygulamalar, Yansımalar, Tepkiler ve Vaka Analizleri
Published
3 gün agoon
Ekim 20, 2025By
drkemalkocak
Giriş
Amasya Görüşmeleri, Millî Mücadele’nin dönüm noktalarından biri olarak Osmanlı Devleti’nin son döneminde milli egemenliğe dayalı yeni bir siyasi düzenin temellerinin atıldığı kritik bir müzakere safahatını temsil etmektedir. 20–22 Ekim 1919 tarihlerinde Mustafa Kemal Paşa başkanlığındaki Heyet-i Temsiliye ile İstanbul Hükûmeti adına Bahriye Nazırı Salih Paşa arasında gerçekleşen bu görüşmeler, millî iradenin siyasî meşruiyet kazanmasında ve Misak-ı Millî’nin şekillenmesinde belirleyici rol oynamıştır. Mustafa Kemal’e göre Amasya Görüşmeleri, sadece iki siyasi merkez arasındaki bir diplomatik temas değil, aynı zamanda Anadolu’da gelişen millî hareketin, Osmanlı yönetimince resmen tanındığı tarihî bir dönüm noktasıdır. Bu çalışma, Mustafa Kemal’in bakış açısından Amasya Görüşmeleri’nin uygulamalarını, iç ve dış yansımalarını, dönemin farklı kişilerinin tepkilerini ve bunlara dair önemli vaka analizlerini inceleyerek, görüşmelerin Türk millet-devletinin kuruluş safhasındaki rolünü değerlendirmektedir.
Mondros Mütarekesi’nin ardından Osmanlı Devleti’nin toprakları işgal edilmeye başlanmış ve devletin egemenliği fiilen ortadan kalkmıştır. Bu dönemde İstanbul Hükûmeti’nin pasif tutumu, işgallere karşı Anadolu’da yerel direniş hareketlerinin doğmasına sebep olmuştur. Mustafa Kemal Paşa önderliğinde Erzurum (23 Temmuz – 7 Ağustos 1919) ve Sivas (4–11 Eylül 1919) kongreleri toplanmış, milli egemenliğe dayalı bir mücadelenin çerçevesi çizilmiştir.
Ancak bu kongrelerin ardından millî hareketin siyasi meşruiyetinin sağlanması ve Osmanlı Hükûmeti tarafından tanınması büyük önem arz etmiştir. Bu bağlamda Amasya Görüşmeleri, yalnızca bir uzlaşma arayışı değil, millî iradenin resmî tanınmasının önemli bir adımı olarak değerlendirilmiştir. Mustafa Kemal’in ifadesiyle, “Amasya, millî mücadelenin siyasî meşruiyetini kazandığı yerdir.”

I. Amasya Görüşmeleri
1. Heyet-i Temsiliye’nin Resmî Tanınması
Amasya Görüşmeleri ile birlikte Heyet-i Temsiliye, İstanbul Hükûmeti tarafından ilk kez resmî bir muhatap olarak kabul edilmiştir. Mustafa Kemal’e göre bu, Anadolu’daki hareketin “isyancı” olmaktan çıkıp siyasî bir otorite hâline gelmesinin göstergesidir.
2. Meclis-i Mebusan’ın Yeniden Açılması Kararı
Görüşmelerin en somut sonucu, Meclis-i Mebusan’ın yeniden toplanması yönünde İstanbul Hükûmeti’nin verdiği söz olmuştur. Mustafa Kemal bu adımı, “millî iradenin kurumlaşması yönünde en önemli adım” olarak nitelendirmiştir.
3. Millî Mücadele’nin Meşrulaşması
Görüşmeler, İstanbul yönetiminin Heyet-i Temsiliye ile doğrudan müzakereye oturması sayesinde millî hareketin meşruiyetini artırmış, Anadolu halkının desteğini güçlendirmiştir.

II. Yansımalar: İç ve Dış Politika Açısından
1. İç Siyasette Yansımalar
- Meşruiyetin Kurumlaşması: Millî hareket, artık devlet içinde resmî olarak tanınan bir tüzel kişilik hâline gelmiştir.
- Halk Desteğinin Artması: Görüşmeler, Anadolu halkının millî mücadeleye güvenini artırmış, yerel cemiyetlerin birleşmesini hızlandırmıştır.
- Osmanlı Hükûmeti’nin Zayıflığı: Mustafa Kemal’e göre İstanbul’un bu görüşmelere mecbur kalması, Osmanlı merkezî otoritesinin çaresizliğini ortaya koymuştur.
2. Dış Politikadaki Yansımalar
İtilaf Devletleri, Osmanlı Hükûmeti’nin Anadolu ile uzlaşma çabalarını dikkatle takip etmiş ve millî hareketin ciddiye alınması gerektiğini fark etmiştir. Bu durum, uluslararası alanda da millî mücadelenin tanınırlığını artırmıştır.
III. Tepkiler: Dönemin Aktörlerinin Yaklaşımları
1. İstanbul Hükûmeti’nin Tepkisi
İstanbul yönetimi, Anadolu’daki hareketi tamamen bastıramayacağını anlamış ve zaman kazanma amacıyla uzlaşmacı bir tavır sergilemiştir. Ancak bu tavır, kısa süre sonra Misak-ı Millî kararlarının ilanı ile yerini sert bir çatışmaya bırakacaktır.
2. Anadolu’daki Komutanlar ve Halkın Tepkisi
Millî Mücadele’nin lider kadroları ve halk, görüşmeleri büyük bir zafer olarak değerlendirmiş, Mustafa Kemal’in liderliği daha da pekişmiştir.
3. İtilaf Devletleri’nin Tepkisi
İtilaf Devletleri, Osmanlı’nın zayıflığını bir kez daha görmüş ve Anadolu’daki gelişmeleri yakından takip etme kararı almıştır. Özellikle İngiltere, millî hareketin gelecekteki gücünü ciddiye almaya başlamıştır.

IV. Vaka Analizleri
Vaka 1: Meclis-i Mebusan’ın Toplanması ve Misak-ı Millî
Amasya Protokolleri doğrultusunda Meclis 12 Ocak 1920’de açılmış ve kısa süre içinde Misak-ı Millî kararlarını kabul etmiştir. Bu kararlar, millî mücadelenin siyasi hedeflerini resmî hâle getirmiştir. Ancak bunun üzerine İstanbul işgal edilmiş ve Meclis kapatılmıştır. Mustafa Kemal, bu gelişmeyi “millet iradesinin artık durdurulamaz gücü” olarak değerlendirmiştir.
Vaka 2: TBMM’nin Açılışına Giden Yol
Meclis’in kapatılması, millî hareketin Ankara’da bağımsız bir yasama organı kurma kararlılığını pekiştirmiş ve 23 Nisan 1920’de TBMM’nin açılmasına yol açmıştır. Amasya Görüşmeleri bu yolun ilk siyasî adımı olmuştur.
Vaka 3: Millî Mücadele’nin Meşruiyetinin Uluslararasına Taşınması
Görüşmeler, Anadolu hareketinin yalnızca yerel bir isyan değil, uluslararası bir mesele olduğunu göstermiştir. Bu durum, Lozan’a giden yolda diplomatik zemine işlerlik kazandırmıştır.
Sonuç
Mustafa Kemal’e göre Amasya Görüşmeleri, Millî Mücadele’nin siyasî olgunluk aşamasına geçişinin sembolüdür. Bu görüşmelerle birlikte Anadolu hareketi ilk defa Osmanlı Devleti tarafından tanınmış, millî irade siyasi meşruiyet kazanmış ve Meclis-i Mebusan’ın yeniden açılmasıyla milli egemenliğin kurumlaşması yönünde önemli bir adım atılmıştır.
Amasya Görüşmeleri, yalnızca bir diplomatik müzakere değil; Osmanlı’nın çözülme sürecinde yeni bir siyasi düzenin habercisidir. Mustafa Kemal’in önderliğinde bu hamle, milli egemenliğe dayalı yeni bir devletin temellerini atmış ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna giden yolda önemli bir kilometre taşı olmuştur.
Kaynakça
Kemal Atatürk, Nutuk Cilt: I 1919-1920, M. E. B. Devlet Kitapları, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1970
Kemal Atatürk, Nutuk Cilt: III Vesikalar, M. E. B. Devlet Kitapları, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1969
Faik Reşit Unat, “Amasya Protokolleri”, Tarih Vesikaları, Sayı: 3 (18) Mart 1961, Milli Eğitim Bakanlığı Türk Kültür Eserleri Bürosu, s. 359-365
Şerafettin Turan, Türk Devrim Tarihi Cilt II, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1992.
Kazım Karabekir, İstiklal Harbimiz, Emre Yayınları, İstanbul, 1995.
Ali Fuat Cebesoy, Millî Mücadele Hatıraları, Temel Yayınları, İstanbul, 2000.
Sina Akşin, İstanbul Hükümetleri ve Millî Mücadele, Cilt II. Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2004.
Mustafa Kemal Atatürk
Gazi Mustafa Kemal’in Nutuk Adlı Eserini Okuması (15-20 Ekim 1927)
Published
1 hafta agoon
Ekim 15, 2025By
drkemalkocak

Gazi Mustafa Kemal, Nutuk’u Cumhuriyet Halk Fırkası’nın İkinci Büyük Kongresi’nde 15 Ekim 1927 Cumartesi günü saat 10.00’da okumaya başladı. 2 Eylül l927’de seçimler yapılmıştı. Yeni Meclis 1 Kasım’da açılacaktı. Gazi, kürsüye Cumhuriyet Halk Fırkası Reisi Umumisi, bugünkü ifadeyle CHP Genel Başkanı olarak çıktı. Konuşması, altı gün sürdü. Günde altışar saatten 36 saat 31 dakika konuştu. Son gün, 20 Ekim l 927’de altı oturum yapıldı. Gençliğe Hitabe‘yi söyleyip kürsüden indiğinde saat 20.25’ti.
Nutuk metnini bizzat Gazi Mustafa Kemal okumuştur. Vesika sunuşlarına sıra geldiğinde Gazi her vesikayı kürsüden, Kongre’de kâtiplik yapan Ruşen Eşref [Ünaydın] Bey’e uzatmış, vesikalar onun tarafından okunmuştur.
Mebusların ve vilayet delegelerinin oluşturduğu Kongre, 15-23 Ekim 1927 tarihleri arasında dokuz gün sürmüştür. Dinleyici olarak askeri erkândan başka yabancı devlet temsilcileri de Kongre’yi takip etmiştir. Gazi Mustafa Kemal’in Nutuk’undan sonra, Erzurum Mebusu Necip Asım [Yazıksız] Bey şu önergeyi sunmuştur: “Fırkamızın Umumi Reisi, Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal Hazretleri’nin Milli Mücadele ve İnkılap Tarihimiz hakkındaki beyanat ve izahatını büyük bir hürmet ve takdir ile dinledik. Bütün vatanperverane icraat ve hizmetleri, vatan ve milletin kurtuluş ve yükselişini temin eden Gazi Hazretleri’nin Nutuk1arının tamamen ve harfiyen tasvip edilmesini ve millet namına Kongre Genel Kurulu’nun imzalarıyla yazılı olarak teşekkür ve takdirler sunulmasını Büyük Kongre’ye arz ve teklif ederim, efendim.” Önerge oybirliği ile kabul edilmiş ve bütün Kongre üyeleri tarafından tek tek imzalanmıştır.

Nutuk’un müsveddesi T. C. Genelkurmay-Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı (ATASE) Arşivi’nde bulunmaktadır. Gazi, bazı bölümlerini kendisi yazmış, bazı bölümlerini yazdırmıştır. Müsveddeler üzerinde düzeltmeler, çıkarmalar ve eklemeler vardır. Gazi Mustafa Kemal, hazırlık aşamasında, toplanan yüzlerce vesikayı tek tek elden geçirmiş ve düzenlemiştir. Ayrıca kişilerin bilgisine başvurulmuştur. Gazi, yazdıklarını ilgili kişilere okuyup saatlerce tartışmış ve son şekli vermiştir. Önemli bir bölümü Ankara’da Çankaya’daki çalışma odasında kaleme alınmış. Son bölümleri de İstanbul’da Dolmabahçe Sarayı’nda yazılmıştır.
En son şeklin verildiği ve baskıya giden metin, Türk Hava Kurumu Müzesi’nde bulunmaktadır.
Nutuk’un 1927 tarihli ilk basımı “Nutuk/ Mustafa Kemal Tarafından” (543 +[2] sayfa) ve “Nutuk/ Muhteviyata Ait Vesaik” (303 +[2] sayfa) başlığıyla iki cilt halinde, büyük boy yayımlanmıştır. Üzerinde “Türkiye’de tab ve neşir hakkı Türk Tayyare Cemiyeti’ne tevdi buyurulmuştur” kaydı bulunmaktadır. Basım yeri Ankara, Türk Ocakları Heyeti Merkeziye Matbaası’dır. Cildin başında Gazi’nin “Gazi M. Kemal” imzalı fotoğrafı yer almaktadır. Arka kapakta bir cep içinde üç harita ve yedi kroki vardır. Hepsi numaralı olarak ilk 100 bin adet basılmıştır. Metinde başlıklandırma yapılmamıştır. Sadece bazı satırbaşlarında paragraf işareti, bölüm sonlarında üç yıldız bulunmaktadır. Vesikaların sıra numarası vardır. “Trakya Teşkilatına Ait Vesaik” numarasız ol arak “Vesikalar“ın sonuna eklenmiştir.

Nutuk’un 1927 Türk Tayyare Cemiyeti basımı dışında ayrıca 2000 adet lüks basımı yapılmıştır. Bu basım da iki cilttir. Bazı paragrafların baş harfleri süslü ve büyük yazılmıştır. Sayfa zeminleri renkli, çevresi de süslüdür. Türk Tayyare Cemiyeti, Nutuk’un bu basımını İstanbul’da Ebüzziya Matbaası’na yaptırmıştır.
Gazi Mustafa Kemal’in fotoğrafı ve haritalar Ahmet İhsan (Tokgöz) Matbaası aracılığıyla Viyana’da Elbemühl Matbaası’nda basılmıştır.
Nutuk, kâğıt ve ciltlerinin kalitesi ve süslemelerine göre 5, 10, 25, 45, 50 ve 500 lira fiyattan satılmıştır. 10 adet özel basılan ve ciltlenen Nutuk, Gazi Mustafa Kemal’e, TBMM Reisi’ne, Başvekil’e ve Erkanıharbiyei Umumiye Reisi’ne ve İnkılap Müzesi’ne armağan edilmiştir. Dört adedi de beş yüz lira karşılığında koleksiyonculara satışa sunulmuştur. Ciltleme, İstanbul’da Zelliç Matbaası’nın mücellithanesinde yapılmıştır. 10 adet özel ciltlenen Nutuk’un süslemeleri İstanbul’da Medreset-ül-hattatin adıyla anılan okulun sanatçıları tarafından düzenlenmiş, kuyumculuk işlerini İstanbullu kuyumcular yapmıştır.

Nutuk’un yeni harflerle ilk basımı 1934’te İstanbul, Devlet Matbaası’nda yapılmış tır. Üç cilt halinde yayımlanan Nutuk’un birinci cildi BMM’nin açılacağını bildiren genelge ile bitiyor. İkinci cilt BMM’nin açılışıyla başlıyor. Üçüncü cilt vesikalara ayrılmış. Birinci cildin başında A. Kampfın çizdiği Atatürk portresi yer alıyor. Metin içine fotoğraflar konulmuştur. Metnin yan tarafına eklenen konu başlıkları Faik Reşit Unat tarafından hazırlanmıştır. Harita ve krokiler ciltle birliktedir. İlk iki ciltte dizin bulunmaktadır. 1934 baskısının saklanan kalıpları aynen kullanılarak, l938’de, sadece metin bölümü tek cilt olarak Kültür Bakanlığı’nca yayımlandı.
Nutuk, bütün dünyada ilgi gördü ve yabancı dillere çevrildi. Aralık l927’de Oriente Moderno dergisinde yayımlanan 30 sayfalık İtalyanca özetinden sonra, l928’de Almanca çevirisi iki cilt olarak “Gasi Mustafa Kemal Pascha, Der Weg zur Freiheit 1919-1920 Die neue Türkei 1919-1927, Rede, gehalten von Gasi Mustafa Kemal Pascha in Angora vom 15. bis 20 Oktober 1927 vor den Abgeordneten und Delegierten der Republikanischen Volkspartei” ve “Gasi Mustafa Kemal Pascha, Die Dokumente, zur Rede” başlıklarıyla Leipzig’de K.F. Köhler Yayınevi tarafından basıldı. Yine aynı yayınevi tarafından 1929’da “Discours dıı Ghazi Moııstapha Kemal, President de la Republique Turque, Octobre 1927” başlığıyla Fransızcası; “A Speech delivered by Ghazi Mustapha Kemal, President of the Tıırkish Repııblic, October 1927” başlığıyla İngilizcesi yayımlanmıştır. Fransızca ve İngilizce basımlarda çeviren adı yoktur. Almanca baskısında Nutuk’un “yazarının gözetimi altında hazırlanan Fransızcasından” Dr. Paul Roth tarafından çevrildiği belirtilmektedir.

Rusça basımı en kapsamlı olanıdır. 1929-1934 yılları arasında “Put Norny Turtsii 1919-1927” başlığıyla dört cilt basılmıştır. Esere ayrıca Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün yaşamöyküsü, Türk İnkılabı‘nı anlatan 45 sayfalık bir giriş bölümü, açıklayıcı notlar, geniş bir ad ve kavram dizini, dizinli sözlük, zaman dizimi çizelgesi, fotoğraflar, görsel belgeler eklenmiştir.
KAYNAKÇA
Kemal Atatürk, Nutuk, Cilt: I, 1919-1920, M. E. B. Devlet Kitapları, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1970
Kemal Atatürk, Nutuk, Cilt: II, 1920-1927, M. E. B. Devlet Kitapları, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1969
Kemal Atatürk, Nutuk, Cilt: III, Vesikalar, M. E. B. Devlet Kitapları, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1969
Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt: 19, Nutuk I (1927), Kaynak Yayınları, İstanbul, 2006
Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt: 20, Nutuk II (1927), Kaynak Yayınları, İstanbul, 2007
Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt: 21, Nutuk III Vesikalar (1927), Kaynak Yayınları, İstanbul, 2007
https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/detay/878/Atat%C3%BCrk%E2%80%99%C3%BCn_Nutuk_Adl%C4%B1_Eseri
https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/detay/499/Nutuk%E2%80%99un-Dil-ve-%C3%9Cslup-%C3%96zellikleri
Türk İstiklâl Mücadelesi
Mudanya Mütarekesi (11 Ekim 1922)
Published
2 hafta agoon
Ekim 12, 2025By
drkemalkocak
Mudanya Mütarekesi, Türk milletinin 20. Yüzyılın emperyalist güçleri karşısındaki milli bir zaferidir. Türk ve Yunan ordusu arasındaki harbi sona erdirmiş olması bakımından, Türk İstiklal Harbi’nin en önemli safhalarından biridir. Mütareke, Devlet-i Aliyye-i Osmaniye’nin sonu anlamına gelen Mondros Mütarekesi’ni geçersiz kılmakla birlikte Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temelini atan Lozan Anlaşması’nın şartlarını hazırlamıştır.
Mudanya Mütarekesi’nde Türkiye’yi İsmet Paşa, İngiltere’yi General Harington (Heringtın), Fransa’yı General Charpy (Şarpi), İtalya’yı General Monbelli (Monbeli) temsil etmiştir. Yunanistan temsilcisi General Mazarakis, Mudanya’ya geldiği gemiden çıkmamış ve görüşlerini yazılı olarak bildirmiştir. Görüşmelere 3 Ekim 1922’de başlanmış, çetin pazarlıklar ve tartışmalar sonucunda 11 Ekim 1922’de Mudanya Mütarekesi imzalanmıştır.
Aşağıda, [Hâkimiyet-i Milliye, 13 Ekim 1922, No: 633, s. 1, sütun: 1-4]’te Osmanlı Türkçesi ile yayımlanan [Konferans Safahatına Dair Levhalar] başlıklı haber metni çevrim yazı olarak sunulmuştur. Görseller, metni açıklayıcı, tamamlayıcı ve destekleyici unsur olarak araştırmacı tarafından yerleştirilmiştir.
—***—
[Mudanya] Konferans Safahatına Dair Levhalar
İmza neden sabaha kadar gecikti?
Mükâleme-i memurinin getirdiği haber, yazı makinesi ile başlıyor

Mudanya: 11[Ekim 1922] (Muhabir-i mahsusamızın telgrafıdır)-Size bu telgrafımla Mudanya Konferansının imzaya müncer [hazır] olduğu geceki safahatı bildireceğim. Burada biz gazeteciler ve halk arasında pek büyük merakı mucip olan bu safahat ve bilhassa imzanın sabaha kadar uzaması herhalde Hâkimiyet karilerinde [okuyucularında] de aynı merakı uyandırmıştır. Filhakika [hakikaten] imza merasimi tam nısfı’l-leylide [gece yarısında] icra edilecekti. Fakat nısfı’l-leyli bir buçuk saat geçtiği halde müttefikin murahhasları [delegeleri] gemilerinden inmediler. Bunun üzerine bir mükâleme memuru giderek tehirin sebebini sual etmiştir. Vuku bulan mükâlemede bu tehirin Yunan murahhaslarının almış olduğu vaziyetten mütevellit bulunduğu anlaşılmıştır. Nısfı’l-leylile doğru İngiliz zırhlısında toplanmış olan üç müttefik hükumet generalleri nezdine Mazarakis ve Miralay Sarıyanis giderek imzaya karşı olan vaziyetlerini teşrih [şerh] eylemişlerdir. Yunanlıların ne vaziyet aldığı malumdur. Saat üçte General Harington karaya çıkmış ve birkaç dakika fasıla ile Fransız ve İtalyan generalleri gelmişlerdir. Bunun üzerine celse derhal küşat olunarak uzun bir protokol müsveddeleri kıraat edilmiş ve mutabık bulunduğu için tebyizine [beyaza çekilmesine] emir verilmiştir. İşte bu anda derin bir sükûtu yalnız yazı makinelerinin tıkırtıları ihlal ediyordu. Nebahat Hanım, Safvet Lütfullah beylerle daha iki zat bizim heyet-i murahhassanın protokollerini tebyiz ediyordu. İngiliz, Fransız heyetlerinden müfrez [ayrılmış] diğer beş zat da mukabil tarafın mukavelesini makineye geçiriyordu. Bu iş gecenin beşine kadar devam etti ve saat beşi çeyrek geçe teneffüs edilmek üzere celseye nihayet verildi.
Herkes memnun, mızıkalar çalıyor, hararetli musafahalar [el sıkışmalar, tokalaşmalar], bütün Mudanya ahalisi bu geceyi ayakta ve uykusuz geçirmiş ve müzakerenin olduğu binanın etrafını kesif bir halk tabakası doldurmuştur. General Harington bizzat sokak kapısına kadar inerek bandodan muhtelif havalar talep etmiş ve bütün istediği parçalar çalınınca bunları hayretler içinde dinlemiştir.
Herkes protokol müsveddelerinde mutabık kalındığını haber aldığı zaman artık imzanın merasim meselesinden başka bir şey olmadığını anlamıştı. Bu hal halk kadar bütün murahhasların çehrelerinde de görülüyordu. Bilhassa Franklin Buyyon Bey büyük bir meserret [sevinç] içinde idi. General Harington İsmet Paşa Hazretleriyle adeta kendisini kucaklarcasına mükerrer musafahalarda bulundu. General Şarpi aynı memnuniyeti izhar eyliyordu. Bu sırada salonlarda fevkalade bir hareket, bir kaynaşma görülüyordu. Bilhassa gazetecilerin faaliyetini görmek insana hakiki bir zevk veriyor, Amerika muhabirlerinin dört yazı makinesi mütemadiyen işliyordu. Artık kırk sekiz saatlik bütün yorgunluklar bu heyecan ve endişe içerisinde unutulmuş, tebyiz üç saat on üç dakikada kâmilen ikmal edilmişti.
Ben, Yunanlıların Protokolü Kabul Etmedikleri Manasını Çıkarıyorum! Hayır, Yunanlıların Ehemmiyeti Yok!
Şimdi saat yediye yirmi yedi var. (Bütün saatler İstanbul ayarıdır.) Herkes yeşil masanın etrafındaki yerlerinde ahz-ı mevki etmiş bulunuyorlar. Konferans Reisi İsmet Paşa Hazretlerinin önündeki çifte lamba dışardan gelen yeni müteharrik beyazlıklar arasında sarı lemalarla kıpırdıyor. İsmet Paşa’nın karşısında General Harington, İngiliz generalinin sağında General Monbelli, solunda diğerleri sırasıyla ahz-ı mevki etmişlerdi. İlk defa General Harington söz alarak Mazarakis ve Sarıyanis’in tahriri kuyıt itirazına serd ederek imzadan imtina eylediğini söyledi ve bu itiraznameyi okudu. Bunun üzerine İsmet Paşa pek ciddi bir tavır ve hareketle:
- Bundan, ben Yunan murahhaslarının protokol münderacatını kabul etmedikleri manasını çıkarıyorum, dedi.
Buna General Harington:
- Hayır! Yunanlıların bu hareketine imtina manası verilemez. Vesait-i muhabereleri karma karışık. Mamafih asıl imzaya salahiyettar murahhaslar General Mazarakis, Miralay Sarıyanis değil, Paris’te bulunan mümessilleridir. Üç güne kadar bütün imzaların hitam bulacağını temin ederim.
Bunun üzerine vapurda bulunan Yunan zabitlerinin konferansça hiçbir ehemmiyeti olmadığı şekli kabul olundu.
Bütün Kalemler Mukavele Üstünde Gıcırdıyor! Harington da Tanışmayarak Geldik, Dost Olarak Gidiyoruz, Diyor
Saat yediye on yedi var. Bütün eller bir an içinde kalemlere ve hokkalara uzanıyor. İlk kalem gıcırtıları protokolün birinci sahifesine dört generalin imzalarını tespit etti. Protokolün her sahifesi ve sonu ayrı ayrı imzalandı. İmzalanan beş nüshadır. İmza muamelesi tam yediyi bir geçe hitam buldu. General Harington imzayı müteakip sarih, kısa ve yumuşak bir sesle bir nutuk irat eyledi ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükumetine, Başkumandan Paşa Hazretlerine, Konferans Reisi İsmet Paşaya, Erkan-ı Harbiye Reisimize ve Erkan-ı Harp umera ve zabitana ayrı ayrı teşekkürde bulundu ve sonra Türkiye halkına ve mümessillerine ve Mudanya şehrine ayrı ayrı teşekkür ederek:
- Tanışmayarak geldik, dost olarak gidiyoruz ve bu hissi daima muhafaza edeceğiz, dedi.
İsmet Paşa Hazretleri General Harington’ın nutkuna kısa bir cevapla mukabele ederek, bu konferansın sulh-ı umumiye mukaddema olacağı ümidinde bulunduğunu söyledi.
General Harington konferans salonundan çıkarken etrafını alan gazetecilerin kendisine ne kadar muğber [gücenmiş, küskün] olduğunu anladığını gösteren bir tavırla beyan-ı itizar etti [özür diledi]. Bidayette matbuat müntesiplerinin konferansa girmemeleri için teşebbüsatta bulunduğunu itiraf, fakat burada kendilerinden pek çok muavenetler gördüğünü ilave etti ve her birine ayrı ayrı ve mükerrer surette teşekkürde bulundu. Bu esnada salonlar hınca hınç dolu idi. Bilhassa Mösyö Fraklin Buyyon bir türlü yerinde duramıyor, izhar-ı meserret eyliyordu [sevinç gösteriyordu].
Mudanya’dan İnfikak [ayrılma]; Yunan Şilebi Galya Emniyet Edilmeyerek Muhafaza Altına Alınmış!
Avdet [dönüş]-Generaller aşağı indikleri zaman pek muntazam bir kıtaa-i askeriyemiz resm-i selamı ifa ediyor ve askeri mızıkalar terennümsaz oluyordu [terennüm ediyordu, şarkı söylüyordu]. Yediyi çeyrek geçe herkes vapurlarına çekilmiş bulunuyordu. Tam sekizde, başta İtalyan ve en sonra Yunan gemileri olduğu halde Mudanya tarihi konferansının bütün ecnebi murahhaslarını İstanbul’a doğru götürmeye başladılar. Bir müddet sonra İngiliz torpidolarından biri geriye dönerek Yunan şilebini önüne kattı ve bunu bir Fransız gemisi takip etti. [1]
—***—
Mudanya Zaferi Ve İstanbul’daki Tesirleri
İstanbul, 13 [Ekim 1922] (Muhabir-i mahsusamızın [özel muhabirimizin] telgrafıdır)-Mukavele-i askeriyenin imzası haberi İstanbul’da fevkalade bir meserret [sevinç] uyandırmış ve derhal her taraf donatılmıştır. Öyle ki İstanbul, ilk defa olarak baştanbaşa kırmızı-siyaha boyanmış ve ay-yıldıza kavuşmuş bulunuyordu. Bu sefer Bab-ı Ali de geçen seferki soğukluğunu bırakmış ve bütün devair-i resmiyenin [resmi dairelerin] tezyinini [süslenmesini] emretmiştir. Bundan başka, ikinci garip manzara Rumların da bu bayrama iştirak ederek bayrak çekmeleridir. Ecnebi müessesatı [yabancı kuruluşlar] da kendi bayraklarının yanına Türk sancağını çekmişlerdir. Gece muntazam bir fener alayı tertip edilmiştir.
Bütün gazeteler, sahifelerini Mudanya Konferansı’nın mesut neticelerine hasretmişlerdir [ayırmışlardır]. İstanbul matbuatı bunun Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükumetinin büyük siyasi zaferi olduğunu müttehiden beyan etmekte ve mukaddemat-ı sulhiyeye [barışın başlangıcına] esas demek olan bu mukavelenin, sulh konferansındaki muvaffakiyetlerimizin derecesini bile göstermekte olduğunu söylemektedirler.
Bu zaferi Beyoğlu Yunan matbuatı da saklamamakta ve Türklerin tam bir vatanperver olarak bu neticeleri elde ettiklerini söylemektedirler. Bilhassa (Pronodos) gazetesi şu şayan-ı dikkat cümleleri yazmaktadır:
“Türkler ne kadar icray-ı şadmani eyleseler [sevinirlerse sevinsinler], o kadar haklıdırlar, çünkü bugün milli emellerini tamamıyla tahakkuk ettirmişler ve herkesin bir daha yerinden kalkmamak üzere gömdüğünü zannettikleri Türkiye’yi diriltmişlerdir. Türklerin son senelerde gösterdikleri eser-i rüşt her millet için bir numune-i imtisaldir. Bu son senelerde her şeyden istifadeyi bilmişlerdir. Yunanlılar ise ancak Yunanlılığın mahvına çalışmışlar, Türklerin ise yegâne düşüncesi Türklüğün ihyası olmuştur.” [2]
DİPNOTLAR
[1] Hâkimiyet-i Milliye, 13 Teşrinievvel [Ekim] 1922, No: 633, s. 1, sütun: 1-4
[2] Hâkimiyet-i Milliye, 15 Teşrinievvel [Ekim]1922, No: 634, s. 1, sütun: 1-2

Mustafa Kemal Paşaya Göre Amasya Görüşmeleri: Uygulamalar, Yansımalar, Tepkiler ve Vaka Analizleri

Yönetimde Adalet: Kutadgu Bilig, Siyasetname, Koçi Bey Risalesi ve Devlet Adamlarına Öğütler’in Karşılaştırmalı Analizi

Gazi Mustafa Kemal’in Nutuk Adlı Eserini Okuması (15-20 Ekim 1927)
En Çok Okunanlar
Türkler ve Zaferleri3 yıl agoAnafartalar Kumandanı Mustafa Kemal ile Mülakat [Görüşme] (1)
Maarifimizde İstikamet3 yıl agoAİLE KUCAĞINDA VATAN TERBİYESİ
Türk Tarihi3 yıl ago6 EKİM İSTANBUL’UN KURTULUŞ GÜNÜ
Türk İstiklâl Mücadelesi3 yıl agoLOZAN BARIŞ ANTLAŞMASI
Tarihi Toplantılar3 yıl agoİSTİKLÂL MARŞI’NIN YAZILIŞI ve MİLLÎ MARŞ OLARAK KABULÜ
Türk İstiklâl Mücadelesi3 yıl agoMustafa Kemal Paşa’nın Sivas Kongresi’ni Açış Konuşması (4 Eylül 1919)
Türk Tarihi3 yıl agoKIZI FERİDE HANIMEFENDİ İLE DAMADI MUHİDDİN AKÇOR, İSTİKLÂL MARŞI ŞAİRİMİZİ ANLATIYOR…
Türk Tarihi3 yıl agoCABER KALESİ [TÜRK MEZARI (MEZAR-I TÜRK)]















