Türk İstiklâl Mücadelesi
ÇANAKKALE DENİZ ZAFERİ
Published
3 yıl agoon
By
drkemalkocak
18 Mart 1915-18 Mart 2025
Çanakkale Deniz Zaferinin 110. Yıldönümü
Çanakkale Muharebeleri (3 Kasım 1914-9 Ocak 1916); deniz, kara ve hava harekâtları olarak gerçekleşmiştir. Bu vatan uğruna bir gül bahçesine girercesine canlarını veren aziz şehitlerimizi rahmet ve minnetle anarım.
Türk Milletinin istiklal ve istikbal mücadelesinde-özellikle Çanakkale deniz ve kara muharebelerinde-emeği geçen Çanakkale Müstahkem Mevkii komutanı Cevat (Çobanlı) Paşa, Kuzey Grubu ve 3. Kolordu komutanı Mehmet Esat (Bülkat) Paşa ve Kurmaybaşkanı Yb. Fahrettin (Altay), 19. Tümen ve Anafartalar Grup komutanı Mustafa Kemal, Kurmaybaşkanı İzzettin (Çalışlar) olmak üzere komutan, devlet adamı ve topun namlusundan cepheyi gören erlerin aziz hatırasını rahmet ve minnetle yâd ederim.
Günümüz nesli, Çanakkale Muharebeleri’ni her yıl 18 Mart günü gazetelerin ve televizyonların anlattıkları üzerinden ve biraz da ders kitaplarından öğrenme imkânına sahiptir. Mehmet Akif’in “Şu Boğaz Harbi nedir, var mı ki dünyada eşi? /En kesif orduların yükleniyor dördü beşi.” diye başlayan şiiri muharebelere ilişkin ruhani bir atmosfer kurar ve yaşatır.
ÇANAKKALE ŞEHİTLERİNE
Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi,
Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde -gösterdiği vahşetle- “Bu bir Avrupalı!”
Dedirir: Yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!
Eski Dünya, Yeni Dünya, bütün akvâm-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi… Mahşer mi, hakikat mahşer.
Yedi iklimi cihânın duruyor karşısında,
Ostralya’yla beraber bakıyorsun: Kanada!
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk;
Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.
Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ…
Hani, tâ’ûna da zuldür bu rezil istilâ!
Ah, o yirminci asır yok mu, o mahhlûk-i asil,
Ne kadar gözdesi mevcud ise, hakkıyle sefil,
Kustu Mehmetçiğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına.
Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz…
Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz.
Sonra mel’undaki tahribe müvekkel esbâb,
Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb.
Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor a’mâkı;
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
Yerin altında cehennem gibi binlerce lâğam,
Atılan her lâğamın yaktığı yüzlerce adam.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer
O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkâz-ı beşer…
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el ayak,
Boşanır sırtlara, vâdilere, sağnak sağnak.
Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller,
Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller.
Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,
Sürü halinde gezerken sayısız tayyâre.
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler…
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Alınır kal’a mı göğsündeki kat kat iman?
Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm?
Çünkü te’sis-i İlâhî o metin istihkâm.
Sarılır, indirilir mevki’-i müstahkemler,
Beşerin azmini tevkif edemez sun’-i beşer;
Bu göğüslerse Hudâ’nın ebedî serhaddi;
“O benim sun’-i bedi’im, onu çiğnetme” dedi.
Âsım’ın nesli… diyordum ya… nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi nâmusunu, çiğnetmeyecek.
Şûhedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar…
O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar…
Vurulmuş tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhid’i…
Bedr’in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
“Gömelim gel seni tarihe” desem, sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb…
Seni ancak ebediyyetler eder istiâb.
“Bu, taşındır” diyerek Kâ’be’yi diksem başına;
Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da ridâ namıyle,
Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle;
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan,
Yedi kandilli Süreyyâ’yı uzatsam oradan;
Sen bu âvizenin altında, bürünmüş kanına;
Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına,
Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile âvizeni lebriz etsem;
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana…
Yine bir şey yapabildim diyemem hatırana.
Sen ki, son ehl-i salibin kırarak salvetini,
Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddin’i,
Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran…
Sen ki, İslâm’ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki, ruhunla beraber gezer ecrâmı adın;
Sen ki, a’sâra gömülsen taşacaksın… Heyhât!
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât…
Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
Sana âguşunu açmış duruyor Peygamber.
Mehmet Akif Ersoy
Kabul edilmelidir ki, şiir dili ölümsüzlüğün ses ve harfle/sembolle ifadesidir. Çanakkale Muharebeleri’nin ölümsüzleşen özellikleri mevcuttur, ama bir de şiirle ifade edilemeyen ölümlü dünyanın olağan halleri, ayrıntıları, küçük olayların üzerinden giden çok katı bir gerçekliği vardır. Bu konuda yeterli veri olmayınca veya var olan veriler kullanılmadığında günümüz nesline, 1915 yılı boyunca süren bu kanlı çatışmanın içinden birkaç kesit verilmesi ile sınırlı bir öğrenme-öğretme etkinlikleri kalır: “Boğazı aşmak isteyen gemilerin püskürtülmesi, denizden geçilemeyeceği anlaşılınca karaya asker çıkarılması, siper savaşları, binlerce km. uzaktan gelen Anzak askerleri ve tabyalar boyunca yaşanan bazı dramatik insan hikâyeleri…” Sonuçta her şey sanki bir güne toplanmıştır.
Her 19 Mart günü bizim için muharebeler bitmiş olmasına rağmen, gerçekte çarpışmalar 9 Ocak 1916’ya kadar devam etmiştir. Yakın tarihimizin en kanlı muharebelerinin gerçekleştiği Çanakkale’de neler olmuş, neler yaşanmış, neler düşünülmüş, zaaflarımız, zayıflıklarımız, üstünlüklerimiz nelerdir, bunlardan yeteri kadar haberdar mıyız/değiliz. Çünkü konuşmaktan bir türlü yazmaya vakit bulamadığımızdan güçlü bir hatıra anlayış ve kurumlarının tesis edilmemesi, var olanların da milli tarih bilinci ve bilimsellikten uzak veya yapılan çalışmaların yetersiz olması-gerçeklerin ideolojik ve siyasi saplantılara kurban edilmesi- muharebelerin temelindeki insani yanı karanlıkta bırakmaktadır. Tarihçinin yaptığı/yapacağı biraz belge çokça hayal gücü denilmektedir. Aslında bu söylem hem tarih hem de bugün için doğrudur.
Yüz on yıl çok fazla bir zaman değil. Yılların nasıl geçtiğini hepimiz görüyor ve biliyoruz. Günler, aylar, mevsimler böylesine akıp gittiğine göre insanın çeşitli vesileler üzerinden geçmişi sınıflayarak zamana özel bir anlam verme/anlamlandırma çabası boşunadır. “Çok eski” ya da “biraz öncesi”, “geçmiş” olmanın sonsuzluğunda aynı anlamdadır. On yıl ya da yüz beş yıl öncesi fark etmez, “geçmiş”, ona ulaşılacak bir iz/damar bulunabildiğinde zamandan bağımsız olarak yanı başımızda olabilir; aksi takdirde düne ait olan bile bir daha hiç dönmemek üzere kaybolup gidebilir. Bu iz/damar bazen yazarının okuyucusunu içine aldığı satırları olur, başkalarının tecrübesi insanın tecrübesi haline gelir, bazen yalnızca fotoğraflardır, bizimle ilgisiz görünseler bile onlarla kendi fotoğraf hatıralarımız üzerinden bir bağ kurabiliriz. Fotoğraflar, gerçekliğin ne kadar mükemmel taklidi olurlarsa olsunlar geçmişteki canlılığa “fotoğraf” olmanın getirdiği bir yabancılaşma uzaklığıyla tanıklık ederler. Fotoğraflar zamana karşı “şimdi ve burada” anlayışını daha kolay somutlaştırır. Bu sebeple üzerinden yüz dört yıl geçmiş olsa ve “bugün” dediğimiz zaman diliminde artık o canlılıktan bahsedilemese bile “fotoğrafın tanıklığı” yaşanmışlığın temsil ettiği gerçeklik üzerinden bize dokunur. Biliriz ki oradaki insanlar, başlarına gelecek bütün dünyevi tehdit ve risklerin ötesinde zamana yenik düşmüşlerdir. Bugün onlardan hiçbiri hayatta değildir. Ama yine de her birinin bir hikâyesi vardır ve biz bir fotoğrafın gösterdiği o anın içinden, bütün hikâyenin ipuçlarını görebilir, bakışlardan, hal ve tavırlardan, ellerin, ayakların, bedenin dilinden neler olduğunu anlayabilir/anlatabiliriz.
Çanakkale Muharebeleri, yüksek lisans ve doktora tezlerinde inceleme konusu yapılsa da insanı içine çeken romantik yapısı öngörülemez bir gerçektir. Bugün muharebe alanlarına yapılan gezilerde hissedilenler gibi. El birliği ile yapılan tahribatlarla o günlerden bu günlere bir şey kalmasın mücadelesine rağmen; muharebe alanlarının, ısrarlı mücadelesi hâlâ galip gelmekte, damarlarında Türk kanı dolaşan her Türk evladına “namus davası”nı anlatmakta/ebedileştirmektedir.
***
İlköğretim ve Ortaöğretim Türkiye Cumhuriyeti İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük ders kitaplarında “Çanakkale Muharebeleri”nin işlenişine ait örnekler:
Çanakkale Cephesi: İngiltere ve Fransa, İstanbul’u alarak Osmanlı Devleti’ni savaş dışı bırakmak ve müttefikleri Rusya ile doğrudan bağlantı kurmak istediler. Bunun için de 18 Mart 1915’te donanmalarıyla birlikte Çanakkale Boğazı’nı geçme girişiminde bulundular. Ancak Boğaz’a döşenmiş mayınlar ve Türk topçularının isabetli atışları karşısında ağır kayıplar vererek geri çekildiler.
Müttefikler, denizde uğradıkları başarısızlık üzerine Türk savunmasını çökertmek için bu kez de Gelibolu Yarımadası’na asker çıkardılar. Mehmetçik’in kahramanlığı karşısında tutunamayacaklarını anlayınca da bir süre sonra yarımadayı terk etmek zorunda kaldılar. Çanakkale Savaşları, Birinci Dünya Savaşı’nın seyrini değiştirecek nitelikte önemli sonuçlar ortaya çıkardı. Boğaz’ın geçilememesi nedeniyle yardım alamayan Rusya’da çarlık rejimi yıkıldı. Yeni yönetim Rusya’nın savaştan çekildiğini ilan etti. Diğer yandan İtalya, İtilaf Devletlerinin yanında savaşa girerken Bulgaristan İttifak Devletleri safına katıldı. [1]
Çanakkale Cephesi
Komutanlar: Liman von Sanders, Cevat Paşa, Kazım (İnanç) Paşa
Güç: 315.500 asker
Avrupa’da Almanlara mağlup olan Ruslar, İngilizlerden yardım istedi. İngiliz donanması, Fransız donanması ile birlikte Boğazlar yoluyla Ruslar’a yardım göndermek için Çanakkale önlerine geldi. Fakat İtilaf Devletleri, 18 Mart 1915 tarihinde, Çanakkale Boğazı’nda yenilgiye uğrayınca 25 Nisan’da birçok noktadan Gelibolu Yarımadası’na çıkarma yaptı. Kıyıya hâkim tepeleri elinde tutan Türkler, düşmanı dar bir sahil şeridinde tutmayı başardı. İngiliz kuvvetleri Anafartalar’da da yenilgiye uğradı. İtilaf Devletleri 1916 başlarında bölgeyi terk etmek zorunda kaldı. [2]
Çanakkale Cephesi
İngiltere ve Fransa İstanbul’u ele geçirip Osmanlı Devleti’ni savaş dışı bırakmak, Süveyş Kanalı’na yönelik Türk baskısını ortadan kaldırmak, ekonomik, siyasi ve askerî açıdan zor durumda olan Rusya’ya yardım göndermek için bu cepheyi açtı. İtilaf (Anlaşma) Devletleri donanması, Çanakkale Boğazı’nda beklemediği bir savunmayla karşılaştı. Türk topçularının başarılı atışları ve Nusret Mayın Gemisi’nin Boğaz’ı mayınlaması sonucunda 18 Mart 1915’te ağır bir yenilgi alan İtilaf Devletleri Çanakkale’yi denizden geçemeyeceklerini anladılar. Denizden başarılı olamayan İtilaf Devletleri amaçlarına bu sefer bir kara harekâtı ile ulaşmaya çalıştılar. Mustafa Kemal, 20 Ocak 1915’’te merkezi Tekirdağ’da bulunan 19. Tümen Komutanlığına atanmıştı. Düşmanın Arıburnu bölgesindeki Seddülbahir ve Kabatepe civarından karaya asker çıkaracağını öngörüyordu. Bu nedenle emrindeki birlikleri bu bölgenin savunmasını yapabilecek şekilde yerleştirdi. 25 Nisan sabahı Mustafa Kemal, düşman kuvvetlerinin Arıburnu bölgesine çıkarma yaptığını haber aldı. Düşman, öngördüğü bölgeden kara harekâtına başlamıştı. Çıkarma bölgesine ilerlemek için birliklerini harekete hazır duruma getirdi ancak bağlı bulunduğu kolordudan herhangi bir talimat gelmediği için beklemek zorunda kaldı. Düşmanın ilerleyişine devam etmesi üzerine sorumluluğu üzerine aldı ve emrindeki kuvvetlerin bir kısmıyla Kocaçimen Tepesi’ne yöneldi. Conkbayırı’na çıktığı sırada düşmandan kaçan Mehmetçikle karşılaştı. Onlara moral verip iyi komuta ederek Arıburnu Cephesi’nin açılmasını sağladı.
Balkan savaşları sırasında bu bölgede görev yapmış olan Mustafa Kemal, ölümü göze alan Mehmetçikle birlikte Arıburnu, Anafartalar ve Conkbayırı’nda İtilaf birliklerinin ilerleyişini durdurdu ve İtilaf güçlerini yenilgiye uğrattı. Conkbayırı’ndaki mücadelede bir şarapnel parçası Mustafa Kemal’in cep saatine saplandı. Bu sayede Mustafa Kemal’in hayatı kurtuldu. Mustafa Kemal, komutası altındaki askerleri taarruza kaldırırken etrafında topladığı subaylara şöyle seslenmişti: “Size ben taarruzu emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman içinde yerimizi başka kuvvetler ve başka komutanlar alabilir.” Mustafa Kemal Çanakkale Cephesi’ndeki başarılarından dolayı albaylığa terfi etti. Adı “Anafartalar Kahramanı” olarak anılmaya başladı. Bu başarılar, halk arasında daha çok tanınmasında ve ileride Millî Mücadele’nin lideri olmasında son derece etkili olmuştur. [3]
Çanakkale Savaşı
Mustafa Kemal’in askerlik hayatında Millî Mücadele’nin liderliğine giden en önemli olaylardan birisi de Çanakkale Savaşı’dır (1915). Çanakkale Boğazı’nı geçmeye çalışan İngiliz ve Fransız donanması başarısız olunca karadan çıkartma yapma kararı aldılar. Gelibolu Yarımadası’na asker çıkarmaya başlayan düşman kuvvetlerini Mustafa Kemal’in komuta ettiği tümen Arıburnu’nda ve Conkbayırı’nda durdurdu. Mustafa Kemal, bu başarı üzerine albaylığa yükseltildi. İngilizler 6–7 Ağustos’ta Arıburnu’nda ikinci taarruz harekâtına başladılar. Fakat başarı elde edemediler. Anafartalar Grup Komutanı Mustafa Kemal 9–10 Ağustos’ta Anafartalar Zaferi’ni kazandı. Bu zaferi 17 Ağustos’ta Kireçtepe, 21 Ağustos’ta II. Anafartalar zaferleri takip etti (1915).
Mustafa Kemal Çanakkale Savaşı’nda Türk ordusunun yazdığı kahramanlık destanının en önemli komutanı ve yönlendiricisi olacaktır. Conkbayırı’nda taarruz etmek için hazırlık yapan subaylarına verdiği: “Ben size taarruz emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman içinde yerimizi başka kuvvetler ve başka kumandanlar alabilir.” emriyle Çanakkale Savaşı’nın bir varoluş savaşı olduğunu anlatmıştır. Mustafa Kemal’in Arıburnu, Conkbayırı ve Anafartalar’da elde ettiği başarılar onun iyi bir lider ve komutan olmasının yanında cesaretinin sonucudur. Çanakkale Savaşı’nda askerleriyle cephenin en önünde mücadele etmiş sevk ve idareyi gerçekleştirmiştir. Mustafa Kemal’in savaşta gösterdiği cesareti ve liderliği onun Türk milleti tarafından tanınıp Millî Mücadele’nin lideri olarak kabul edilmesinde etkili olmuştur. Millî Mücadele’nin Başkumandanı Mustafa Kemal bu savaşta üstün askerî yetenekleriyle mesleğindeki başarısını kanıtlamıştır. [4]
Çanakkale Savaşı
Osmanlı Devleti, I. Dünya Savaşı’na girdiğinde Mustafa Kemal, Sofya’da ateşemiliter olarak görev yapıyordu. Osmanlı Devleti’nin savaşa girmesi üzerine Başkomutanlık Vekâletine yaptığı ısrarlı başvuruların sonucunda 20 Ocak 1915’te oluşum hâlindeki Tekirdağ 19. Tümen Komutanlığına atandı. 2 Şubat’ta komutasını aldığı 19. Tümen, Çanakkale Boğazı’nı geçemeyen İtilaf (Anlaşma) Devletleri’nin Gelibolu’ya asker çıkaracakları gerekçesiyle bu bölgeye kaydırıldı. Çanakkale Cephesi komutanı Alman Liman Van Sanders (Liman Von Sanders), savunma planını çıkartmanın Saros Körfezi’ne yapılacağını düşünerek hazırlamıştı. Mustafa Kemal ise çıkarmanın Arıburnu üzerinden yapılacağını öngörmüş ve savunma planının bu ihtimale göre yapılması gerektiğini ileri sürmüştü. 25 Nisan’da İngiliz ve Fransız kuvvetleri, Anzak Kolordusu ile Arıburnu, Seddülbahir ve Kumkale sahillerine çıkarma yapmaya başladılar. Mustafa Kemal Arıburnu’na çıkarma yapan İngiliz birliklerinin hedefinde Conkbayırı hattının olduğunu askerî zekâsı ve ileri görüşlülüğü sayesinde fark etmişti. Emrindeki kuvvetleri bu bölgeye sevk ederek İngiliz birliklerine karşı destansı bir zafer elde etti. Conkbayırı’nı tutan İngiliz kuvvetlerini geri çekilmek zorunda bırakan askerlere Mustafa Kemal şu emri vermişti:
“Ben, size taarruzu emretmiyorum; ölmeyi emrediyorum! Biz ölünceye kadar geçecek zaman zarfında yerimize başka kuvvetler ve kumandanlar geçebilir!”
19. Tümen komutanı iken albaylığa terfi eden Mustafa Kemal, Anafartalar Grup Komutanlığına getirildi. Anafartalar Savaşı’nda bir şarapnel parçasının göğsü üzerindeki saate isabet etmesine rağmen cephenin en önünde savaşmayı sürdürdü. Türk askerinin azmini ve savaş kabiliyetini yakından gördü ve komutanlık deneyimini geliştirdi. Buradaki başarıları, ayrıca Anafartalar kahramanı olarak ünlenmesini sağladı. Bu durum Mustafa Kemal’in ileride Millî Mücadele’nin liderliğine gelmesinde ve Sakarya Savaşı’nda Başkomutan sıfatıyla ordunun başına geçerek başarılar kazanmasında etkili oldu. Anafartalar başarısı, Mustafa Kemal’in savaştığı ülkeler tarafından da tanınmasına önemli katkı sağladı. İngiliz Generali Hamilton (Hemıltın) 17 Ağustos 1915’te Londra’ya gönderdiği raporda şu itirafta bulunuyordu:
“Üzülerek söylemeliyim ki Türkler bizim bazı yeni birliklerimiz üzerinde manevi üstünlük sağlamışlardır… İyi komuta edilen ve cesaretle savaşan Türk ordusunun karşısındayız.” [5]
Çanakkale Cephesi
Rusya, Birinci Dünya Savaşı devam ederken ekonomik ve askerî açıdan zor günler yaşamaktaydı. Savaşa devam edebilmesi için İngiltere ve Fransa’nın askerî ve teknik yardımına ihtiyacı vardı. Rusya’ya giden geçiş yolları, kuzeyde Almanya ve güneyde Osmanlı Devleti tarafından kesilmişti. İngiltere ve Fransa’dan yardım alamayan Rusya, savaşı sürdürmekte zorlanıyordu.
Bu sırada İngiltere Donanma Bakanı Winston Churchill (Vinston Çörçil), Çanakkale Boğazı’na yapılacak bir saldırı ile İstanbul’u ele geçirmeyi tasarlıyordu. Böylece hem İstanbul’u işgal ederek Osmanlı Devleti’ni etkisiz hâle getirecek hem de Rusya’ya gereksinimi olan ekonomik ve askerî yardımı ulaştıracaktı. Bu amaçla, İngiliz ve Fransız gemilerinden oluşan bir donanma Çanakkale açıklarına kadar geldi. Bu sırada Nusret Mayın gemisi bir gecede Boğaz’ı mayınlamıştı. 18 Mart 1915 tarihinde İtilaf Devletleri donanması Boğaz’ın mayınlardan temizlenmiş olduğunu düşünerek önce kıyılardaki top istihkâmlarını ağır bir topçu ateşine tuttu. Daha sonra Çanakkale Boğazı’na girdi. Savaş gemileri Boğaz’a girince kıyılardaki topçuların ağır ateşi ve direnişi ile karşılaştılar ve mayınlara çarparak büyük kayıplar verdiler. İtilaf Devletlerinin gemilerinin büyük bir bölümü battı. İtilaf Devletleri donanması, bu şiddetli direnme sonucunda geri çekilmek zorunda kaldı.
Çanakkale Boğazı’nın denizden geçilemeyeceğinin anlaşılması üzerine, karadan yapılacak bir harekâtla Gelibolu Yarımadası’nı ele geçirme planları yapan İtilaf Devletleri yeni bir saldırı düzenlediler. İngiliz, Fransız, Hintli, Cezayirli, Afrikalı ve Anzak (Yeni Zelandalı – Avustralyalı) askerlerden oluşan birlikler Seddülbahir, Arıburnu ve Kumkale’ye çıkartma yaptılar.
İtilaf Devletleri birlikleri önce kıyıları ele geçirerek Türk ordusunu geri çekilmeye zorladılar. Düşman birlikleri karadan saldırılarına devam ederken Mustafa Kemal, Anafartalar Grup Komutanlığına atandı. Kuvvetlerini toparlayan Mustafa Kemal “Ben size taarruzu emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman içinde yerimize başka kuvvetler ve komutanlar gelebilir.’’ sözü ile emrindeki birliklere savunmanın önemini belirtti.
Çanakkale Zaferi, Rusya’ya yardım yapılmasını engelledi. İtilaf Devletlerinden yardım alamayan Rusya’da Bolşevik İhtilali çıktı. Çarlık rejimi yıkıldı. Rusya, savaştan çekilmek zorunda kaldı. İngiltere’nin Çanakkale Savaşı’nda yenilmesi sonucunda bu devletin sömürgelerindeki Müslümanlar ayaklandı. Türkler ise Çanakkale’nin geçilmez olduğunu bütün dünyaya kanıtladı. Bu olayla Türkler, millî birlik ve bütünlüklerini tüm dünyaya göstermiş oldu. [6]
—***—
DİPNOTLAR
[1] Sami TÜYSÜZ, İlköğretim 8 Türkiye Cumhuriyeti İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük Ders Kitabı, Tuna Matbaacılık Sanayi ve Ticaret A. Ş., Ankara 2016, s. 28
[2] Samettin BAŞOL, Tuğrul YILDIRIM, Miyase KOYUNCU, Abdullah YILDIZ, Ömer Faruk EVİRGEN, İlköğretim 8 Türkiye Cumhuriyeti İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük Ders Kitabı, MEB Devlet Kitapları 2017, s. 33
[3] Çiğdem ATAŞ, İlköğretim 8. Sınıf Türkiye Cumhuriyeti İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük Ders Kitabı, Top Yayıncılık, İzmir 2017, s. 18-19
[4] Komisyon, Ortaöğretim Türkiye Cumhuriyeti İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük, MEB Devlet Kitapları, 2016, s. 12
[5] Ersun BALCILAR, Murat KILIÇ, Yunus KURT, Ortaöğretim Türkiye Cumhuriyeti İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük Ders Kitabı, Top Yayıncılık, İzmir 2016, s. 26-27
[6] Mahmut ÜRKÜT, Ortaöğretim Türkiye Cumhuriyeti İnkılap Tarihi ve
You may like

Birinci İnönü Muharebesi (6-11 Ocak 1921)

Dün: 19 Mayıs 1919 Türk İstiklal Mücadelesinin Başlangıcı-Bugün: 19 Mayıs 2024 Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı

TÜRK İSTİKLAL MÜCADELESİNİN BAŞLANGICI: 19 MAYIS 1919’DA MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN SAMSUN’A ÇIKIŞI

ÇANAKKALE CEPHESİNDE 3. KOLORDU KOMUTANI MEHMET ESAD PAŞA’NIN HATIRALARI

MİLLÎ MÜCADELE’DE ANKARA MÜFTÜSÜ MEHMET RİFAT BÖREKÇİ’NİN HİZMETLERİNDEN BİRER ÖRNEK

YENİ TÜRKİYE’NİN MÂNASI – 7
Türk İstiklâl Mücadelesi
TBMM’nin 30 Ekim 1922 Tarihli ve 307 Sayılı Kararı: Egemenliğin Yeniden Tanımı ve Tarihi Kırılma Noktası
Published
1 gün agoon
Kasım 5, 2025By
drkemalkocak
Özet
30 Ekim 1922 tarihli ve 307 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) kararı, Osmanlı Devleti’nin hukuken sona erdiğini ve TBMM Hükûmeti’nin “hududu millî dâhilinde vârisi” olduğunu ilan ederek, Türk siyasi tarihinde bir meşruiyet inkılabı yaratmıştır. Bu karar, yalnızca bir rejim değişikliği değil; aynı zamanda meşruiyet, egemenlik, kimlik ve tarih yazımı alanlarında köklü bir yeniden kuruluşu temsil etmektedir. Makalede, söz konusu karar amaç, yapı, işleyiş, kavramlar, kişiler, kurumlar ve olaylar üzerinden incelenmekte; ayrıca eleştirel tarih yöntemi ve vaka analizleri aracılığıyla kararın tarihi anlamı çok boyutlu olarak değerlendirilmektedir.
Anahtar Kelimeler: 307 sayılı karar, TBMM, egemenlik, meşruiyet, hilafet, milli egemenlik, tarihi inşa, eleştirel tarih.
1. Giriş: Tarihi Bağlam
Birinci Dünya Savaşı’nın ardından Osmanlı Devleti’nin siyasi egemenliği, Mondros Mütarekesi (30 Ekim 1918) ile fiilen; Sevr Antlaşması (10 Ağustos 1920) ile hukuken sona ermiştir.
Anadolu’da 23 Nisan 1920’de kurulan Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti, fiilî bir egemenlik alanı yaratmış; ancak uluslararası hukukta meşruiyet bakımından tartışmalı kalmıştır.
Lozan Barış Konferansı’na (1922) hem İstanbul Hükûmeti hem TBMM Hükûmeti davet edilince, “kim meşrudur?” sorusu ortaya çıkmıştır.
TBMM, bu soruya 30 Ekim 1922 tarihli ve 307 sayılı kararla cevap vermiştir:

“Osmanlı İmparatorluğu’nun İnkıraz [son] bulup Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti Teşekkül Ettiğine Dair.
Osmanlı İmparatorluğunun munkarız olduğuna [son bulduğuna] ve Büyük Millet Meclisi Hükûmeti teşekkül ettiğine [kurulduğuna] ve Yeni Türkiye Hükûmetinin Osmanlı İmparatorluğu yerine kaim [geçmiş] olup onun hududu milli dâhilinde yeni varisi olduğuna ve Teşkilatı Esasiye Kanunu ile hukuk-ı hükümranı [hükümranlık hakları] milletin nefsine [kendisine] verildiğinden İstanbul’daki Padişahlığın madum [yok olduğuna] ve tarihe müntakil bulunduğuna [intikal ettiğine] ve İstanbul’da meşru [şeriata, kanuna uygun] bir hükûmet olmayıp İstanbul ve civarının Büyük Millet Meclisine ait ve binaenaleyh [dolayısıyla] oraların umur-ı idaresinin [yönetim işlerinin, yönetiminin] de Büyük Millet Meclisi memurlarına tevdi edilmesine [bırakılmasına] ve Türk Hükûmetinin hakk-ı meşru [meşru hakkı] olan Makam-ı Hilafeti esir bulunduğu ecnebilerin elinden kurtaracağına karar verildi.” 30.10.1338 [1922] [1]
Osmanlı İmparatorluğu inkıraz bulmuştur. Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti, onun hududu millî dâhilinde yeni vârisidir.
Bu ifade, hem Osmanlı hanedanı ile hukuki kopuşu, hem de devletin tarihi sürekliliğini aynı anda tesis etmiştir.
2. Amaç: Egemenliğin Kaynağını Yeniden Tanımlamak
307 sayılı kararın iki temel amacı bulunmaktadır:
Dış meşruiyet: Lozan’da tek temsilci olmak ve uluslararası alanda TBMM’yi tanıtmak.
İç meşruiyet amacı: Egemenliği hanedan millete devretmek ve yeni bir “kurucu iktidar” inşa etmek.
Bu bağlamda karar, egemenliğin kaynağını yeniden tanımlayarak
millet egemenliği ilkesinin temelini atmıştır.
3. Yapı ve İşleyişi
Karar üç temel yapı taşına sahiptir:
| Unsur | İçerik | Görev |
| Tespit | Osmanlı İmparatorluğu’nun “inkıraz bulduğu” | Eski rejimin sona erişini hukuken ilan eder. |
| Beyan | TBMM Hükûmeti’nin “hududu millî dâhilinde vârisi” olduğu | Devletin sürekliliğini tesis eder. |
| Sonuç | “Meşru hükümet yalnız TBMM Hükûmetidir” | Yeni meşruiyetin tesisi |
Karar, TBMM Genel Kurulu’nda yapılan tartışmalar sonucunda oybirliğiyle kabul edilmiş, ardından 1 Kasım 1922’de 308 sayılı kararla padişahlığın kaldırılmasına zemin hazırlamıştır.
4. Kavramlar ve Anlamları
Hududu Millî: Misak-ı Milli’nin hukuki yansımasıdır. Egemenliğin coğrafi sınırını tanımlamaktadır. [2]
Vâris: Yeni Türkiye, Osmanlı’nın devamı değil; onun mirasçısıdır.
Bu fark, Cumhuriyet’in kuruluş felsefesindeki “devrimle gelen devamlılık” ilkesini doğurur. [3]
Hukuk-u Hükümrani Milletindir: Egemenliğin ilahi ve hanedana ait bir meşruiyetten kaynaklandığı anlayışına karşı millet egemenliği düşüncesinin ilanıdır. [4]
5. Temsil Ettiği Değerler
Karar, beş temel değerin kurucu ifadesidir:
- Egemenlik: “Kayıtsız şartsız milletindir.”
- Laiklik: Meşruiyetin kaynağı milli iradeye dayanır.
- Milliyetçilik: Egemenliğin coğrafi değil, siyasi bir millet birliği üzerinden tanımlanmasıdır.
- Cumhuriyetçilik: Yönetimde halkın özne olmasıdır
- Modernleşme: Akla ve hukuka dayalı yönetim anlayışının benimsenmesidir.
6. Kurumlar ve Kişiler

TBMM: Kararın mimarıdır; kurucu iktidarın simgesi olarak, yasama ve yürütme erkini elinde bulundurur.
TBMM, meşruiyetini “millet iradesi”nden alarak Osmanlı hanedanının kutsal meşruiyet anlayışını reddetmiştir. [5]
Mustafa Kemal Paşa: Kararın ideolojik ve stratejik planlayıcısıdır. Lozan öncesinde Tevfik Paşa’nın “birlikte temsil” teklifini reddederek kararın çıkmasını sağlamıştır. [6]
Tevfik Paşa: İstanbul Hükûmeti adına “iki hükümetli temsil” teklifinde bulunmuş; bu durum kararı tetiklemiştir. [7]
Rauf Orbay ve İsmet Paşa: İcra Vekilleri Heyeti’nin öncü isimleri olarak kararın uygulanmasında etkili rol oynamışlardır.
7. Vaka Analizleri
Vaka 1: Lozan’a İki Hükümet Çağrısı (1922)
İngiltere’nin, hem İstanbul hem Ankara hükümetlerini Lozan’a davet etmesi, “çift meşruiyet” krizini doğurmuştur. 307 sayılı karar, bu krize hukuki cevap olmuştur. [8]
Vaka 2: Saltanatın Kaldırılması (1 Kasım 1922)
307 sayılı kararın ertesi günü 308 sayılı karara zemin oluşturmuş, padişahlık kaldırılmış ve monarşi hukuken sona ermiştir.[9]
Vaka 3: Ankara’nın Başkent İlanı (13 Ekim 1923)
Kararın “İstanbul’daki hükümet gayrimeşrudur” tespiti, Ankara’nın siyasi merkez haline gelmesine yol açmıştır.
Vaka 4: Hilafetin Kaldırılması (3 Mart 1924)
Kararda hilafetin “ecnebilerin elinde esir bulunduğu” ifadesi, dini otoritenin artık siyasetten ayrılması gerektiği fikrini doğurmuş; 3 Mart 1924’te bu sürecin son halkası tamamlanmıştır.
8. Zaman ve Mekân
Zaman: Karar, Türk İstiklal Harbi’nin diplomatik safhasına denk düşmektedir.
Askerî zaferin hemen ardından gelen bu karar, silahlı mücadelenin siyasi meşruiyete dönüşümüdür.
Mekân: Ankara, yeni egemenliğin “coğrafi sembolü”dür. İstanbul’dan kopuş, millet-devlet merkezinin kuruluşudur.
9. Eleştirel Tarih Yöntemiyle Değerlendirme
Eleştirel tarih yöntemi, olguları sadece sonuçlarıyla değil, niyet ve söylemleri ile incelemeyi öngörmektedir. Bu bakımdan 307 sayılı karar, iki yönlü bir tarihi görev yapmıştır:
İnşa: Yeni bir millet-devlet kimliği, halk egemenliği felsefesini inşa etmiştir.
Tahrif: Osmanlı geçmişini “inkıraz” olarak tanımlayıp tarihi sürekliliği ideolojik biçimde yeniden yazmıştır.
Bu sebeple karar, tarihi yalnız kuran değil aynı zamanda tarihi yeniden yazan bir metindir. [10]
10. Sonuç
307 sayılı TBMM kararı, Türk siyasi düşüncesinde egemenlik, meşruiyet ve kimlik kavramlarının yeniden tanımlandığı bir anayasal dönüm noktasıdır.
Bu kararla:
- Osmanlı hanedan egemenliği/monarşi hukuken sona ermiştir.
- TBMM Hükûmeti devletin meşru temsilcisi olarak tanımlanmıştır.
- Millet egemenliği, Cumhuriyet’in temel ilkesi haline gelmiştir.
Eleştirel açıdan karar, sadece rejim değişikliğini değil; tarih bilincinin, meşruiyetin ve milli kimliğin yeniden inşasını temsil etmektedir.
307 sayılı karar, bir “son” ile bir “başlangıcı” birleştirir. Osmanlı’nın son nefesi, Cumhuriyet’in ilk sözüdür.
DİPNOTLAR
[1] Büyük Millet Meclisi Kavanin Mecmuası, Cilt:1, s. 487; T. B. M. M. ZABIT CERİDESİ, 30.10. 1338[1922], Devre: I, Cilt: 24, İçtima Senesi: 3, s. 292-298
https://www5.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/TBMM/d01/c024/tbmm01024129.pdf
[2] Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasal Gelişmeler 1876–1938, Arba Yayınları, İstanbul, 1984, s. 217.
[3] Cem Eroğul, Devlet ve Devrim Arasında Türkiye Cumhuriyeti, İletişim Yayınları, İstanbul, 1998, s. 35.
[4] Suna Kili, Atatürk Devrimi, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara,1983, s. 21.
[5] Kemal Gözler, Anayasa Hukuku Dersleri, Ekin Yayınları, Bursa, 2021, s. 64.
[6] Erik Jan Zürcher, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, İletişim Yayınları, İstanbul, 2005, s. 208.
[7] İsmail Kara, Din ile Modernleşme Arasında Türkiye, Dergâh Yayınları, İstanbul, 2010, s. 122.
[8] Kemal H. Karpat, Türk Demokrasi Tarihi, İmge Yayınları, Ankara, 2002, s. 55.
[9] Şerif Mardin, Türk Modernleşmesi, İletişim Yayınları, İstanbul, 2000, s. 113
[10] İlber Ortaylı, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, Timaş Yayınları, İstanbul, 2020, s. 289.

Osmanlı Devleti’nin Çöküşü ve Türk İstiklal Mücadelesinin Başlangıç Noktası
Özet
I. Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru Osmanlı Devleti, askerî ve ekonomik açıdan tükenmiş bir hâle gelmiştir. İttifak Devletleri’nin savaşı kaybetmesi üzerine Osmanlı Hükûmeti, ateşkes istemek mecburiyetinde kalmıştır. Bu doğrultuda Osmanlı Devleti adına Bahriye Nazırı Rauf (Orbay) başkanlığındaki heyet, İtilaf Devletleri’ni temsilen İngiliz Amiral Arthur Calthorpe ile 30 Ekim 1918 tarihinde Limni Adası’nın Mondros Limanı’nda görüşerek mütarekeyi imzalamıştır.
Mondros Mütarekesi, Osmanlı Devleti’nin I. Dünya Savaşı’ndan yenilgiyle çıkmasının ardından siyasi, askerî ve ekonomik bakımdan egemenliğini fiilen sona erdirmiştir. Bu mütareke yalnızca bir ateşkes değil, aynı zamanda Anadolu’nun işgale açık hâle getirildiği bir teslimiyet belgesidir. Bu çalışmada, mütarekenin imzalanma süreci, başlıca maddeleri, sonuçları ve Türk millî direnişine zemin hazırlayan etkilerini vaka analizleriyle incelenmektedir.
Anahtar Kelimeler: Mondros Mütarekesi, Osmanlı Devleti, I. Dünya Savaşı, İşgaller, Millî Mücadele
Giriş
I. Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru Osmanlı Devleti askerî ve ekonomik açıdan çöküş sürecine girmiştir. Savaşın başlarında Almanya’nın desteğine güvenen Osmanlı yönetimi, 1918 yılına gelindiğinde Filistin-Suriye Cephesi’nin çökmesi, Bulgaristan’ın savaştan çekilmesi ve Alman ordularının yenilgiye uğraması üzerine mütareke talebinde bulunmak mecburiyetinde kalmıştır.

Osmanlı Devleti, savaşın sürdürülemeyeceğini anlayarak İngiltere ile doğrudan temas kurmuştur. Bu durumda Sadrazam Ahmet İzzet Paşa, İngilizlerle yapılacak bir ateşkesin, muhtemel işgalleri önleyebileceği umudunu taşımaktadır. Osmanlı delegasyonu, Bahriye Nazırı Rauf (Orbay) başkanlığında Hüseyin Rauf Bey, Reşat Hikmet Bey ve Sadullah Bey’den teşekkül etmektedir. Mütareke, Osmanlı heyeti ile İngiltere’yi temsilen Amiral Arthur Calthorpe arasında Limni Adası’ndaki Agamemnon zırhlısında 30 Ekim 1918’de imzalanmıştır.
Mütarekenin Maddeleri
Mondros Mütarekesi 25 maddeden ibaret olup, görünürde bir “ateşkes” metni olmasına rağmen Osmanlı egemenliğini fiilen ortadan kaldıran hükümler içermektedir.
1- Çanakkale ve Karadeniz Boğazlarının çevresi ve Karadeniz’e geçişin temini için buraları müttefikler tarafından işgal edilecektir.
2- Osmanlı sularındaki bütün torpil yerleri gösterilecek ve bunları taramak veya yok etmek için yardım istendiği zaman gerekli kolaylık sağlanacaktır.
3- Karadeniz’deki torpil mevzileri hakkında bilgi verilecektir.
4- İtilâf harp esirleri ile Ermeni esirleri ve mevkuf Ermeniler, İstanbul’a getirilecek ve kayıtsız şartsız İtilâf kuvvetlerine teslim olunacaktır.
5- Hudutların emniyeti ve iç asayişin temini için lüzumlu askerden maadasının derhal terhisi (bu asker miktarı Türkiye’nin görüşü alındıktan sonra müttefikler tarafından kararlaştırılacaktır.)
6- Osmanlı karasularında zabıta ve buna benzer hususlar için kullanılacak küçük gemiler müstesna olmak üzere Türk ordularında bulunan bütün harp sefineleri teslim olunacak ve Osmanlı limanlarında mevkuf bulundurulacaktır.
7- Müttefikler, emniyetlerini tehdit edecek bir durum ortaya çıkarsa herhangi bir stratejik noktayı işgal edebileceklerdir.
8- Bugün Türk işgali altında bulunan liman ve demiryolu mahallerinden İtilâf Devletleri kuvvetleri yararlanacaktır. Osmanlı gemileri de ticaret ve terhis hususlarında aynı şartlardan yararlanacaktır.
9- Bütün Türk limanlarında ve tersanelerinde İtilâf Devletleri’ne ait gemilerin tamirine kolaylık gösterilecektir.
10- Toros Tünelleri Müttefikler tarafından işgal edilecektir.
11- İran’ın Kuzeybatı kısmındaki Osmanlı kuvvetlerinin derhal harpten evvelki hudut gerisine çekilmesi hususunda evvelce verilen emir yerine getirilecektir. Maveray-ı Kafkas’ın evvelce Türk kuvvetleri tarafından kısmen tahliyesi emredildiğinden kısm-ı mütebakisi müttefikler tarafından mahalli vaziyet tetkik edildikten sonra talep durumunda tahliye edilecektir.
12- Hükümet muhaberatı müstesna olmak üzere bütün telsiz ve telgraflar İtilâf Devletleri memurları tarafından kontrol edilecektir.
13- Bahri, askeri ve ticari malzemelerin tahripleri durdurulacaktır.
14- Memleketin ihtiyacı temin olunduktan sonra, İtilâf Devletleri’nin kömür ve diğer ihtiyaçlarının Türkiye kaynaklarından sağlanması için kolaylık gösterilecektir.
15- Bütün demiryollarına İtilâf Devletleri kontrol subayları memur edilecektir. Bu meyanda bugün, Osmanlı Hükümeti’nin kontrolünde bulunan Maveray-ı Kafkas demiryolları aksamı dâhildir. Ahalinin ihtiyacının tatmini nazar-ı dikkate alınacaktır. Bu maddeye Batum’un işgali dâhildir. Osmanlı Devleti Bakü’nün işgaline itiraz etmeyecektir.
16- Hicaz, Asir, Yemen, Suriye ve Irak’ta bulunan garnizonlar en yakın İtilâf Devleti kumandanına teslim olacaktır. Kilikya’daki kuvvetlerden asayişi sağlaması için yeterli miktardan fazlası 5. madde gereğince geri çekilecektir.
17- Trablus ve Bingazi’de bulunan Osmanlı subayları en yakın İtalyan garnizonuna teslim olacaktır.
18- Mısrata da dâhil olmak üzere Trablus ve Bingazi’de işgal edilen limanlar en yakın İtilâf garnizonuna teslim olacaktır.
19- Almanya ve Avusturya’nın deniz, kara, sivil memurlarının ve tebaasının bir ay zarfında, uzak yerlerde bulunanlar da bir aydan sonraki mümkün olan en kısa zamanda Osmanlı memleketlerini terk edeceklerdir.
20- 5. madde gereğince terhis edilecek Osmanlı kuvvetlerinin teçhizatı hakkında verilecek talimata riayet olunacaktır.
21- Müttefiklerin menfaatlerini korumak için İaşe Nezareti nezdinde İtilâf Devletleri temsilcileri hazır bulunacak ve kendilerine gerektiğinde bütün bilgiler verilecektir.
22- Türk harp esirleri İtilâf kuvvetleri nezdinde muhafaza edilecektir.
23- Türk Hükümeti, Merkezi Devletler ile münasebetini kesecektir.
24- İtilâf Devletleri, Vilayat-ı Sitte (altı vilayet) de karışıklık çıkarsa, bu vilayetlerin herhangi bir kısmını işgal etme hakkına haizdirler.
25- Müttefiklerle Osmanlı Hükümeti arasında muhasamat 1918 senesinin 31 Ekim’inde tatil edilecektir.
Bu hükümler, Osmanlı Devleti’nin askeri ve idari yapısının İtilaf Devletleri kontrolüne geçmesi anlamına gelmektedir.
Vaka Analizi: İşgallerin Başlangıcı (1918–1919)
Mütarekenin 7. maddesi, “güvenliği tehdit eden bölgelerin işgal edilebileceği” hükmüyle İtilaf Devletleri’ne sınırsız yetki tanımıştı. Bu maddeye dayanarak:
- 3 Kasım 1918’de İngilizler Musul’u,
- 13 Kasım 1918’de İtilaf donanması İstanbul’u,
- 15 Mayıs 1919’da Yunan ordusu İzmir’i işgal etti.
Bu işgaller, mütarekenin “barış”tan çok “teslimiyet” anlamına geldiğini açıkça göstermiştir.
Sonuçlar
- Osmanlı Devleti fiilen sona ermiştir. Devletin askerî ve siyasî egemenliği ortadan kalkmıştır.
- Boğazlar üzerindeki Türk egemenliği bitmiştir. İstanbul’un güvenliği tehlikeye girmiştir.
- İtilaf Devletleri Anadolu’yu işgale başlamış, ülkenin bütünlüğü fiilen bozulmuştur.
- Halkta direnme bilinci doğmuştur. Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri, bu işgallere tepki olarak kurulmuştur.
- Mustafa Kemal Paşa, bu şartlar altında Anadolu’ya geçerek millî direnişi örgütlemeye başlamıştır.
Tarihi ve Siyasi Değerlendirme
Mondros Mütarekesi, Osmanlı Devleti için siyasi bağımsızlığın kaybedilmesi, Türk milleti içinse millî bilincin uyanması anlamına gelmektedir. Mütareke hükümleri, kısa sürede Sevr Antlaşması’na dönüşmüş; ancak Anadolu’da doğan Kuvâ-yi Milliye hareketi bu teslimiyet sürecini tersine çevirmiştir.
Bu bağlamda Mondros, yalnızca bir “son” değil, aynı zamanda bir “başlangıç noktası”dır. Türk tarihinin en karanlık dönemlerinden biri, yeni bir devletin doğuşuna zemin hazırlamıştır.
Sonuç
30 Ekim 1918 tarihli Mondros Mütarekesi, Osmanlı Devleti’nin siyasî varlığını fiilen sona erdirirken, Türk milletinin bağımsızlık mücadelesini başlatan kıvılcım olmuştur. Bu süreç, Türk milletinin kendi kaderini belirleme hakkını savunduğu bir dönüm noktasıdır.
Mütareke ile birlikte Anadolu, işgal ordularının sahnesine dönüşmüş; fakat aynı topraklarda Millî Mücadele’nin liderleri doğmuştur. Bu sebeple Mondros, Türk tarihinin hem “çöküş hem de yeniden doğuş belgesi” olarak değerlendirilebilir.
Kaynakça
Akşin, Sina. Kısa Türkiye Tarihi. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2017.
Armaoğlu, Fahir. 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi (1914–1995). Ankara: Alkım Yayınevi, 2014.
Karal, Enver Ziya. Osmanlı Tarihi, Cilt IX: Birinci Dünya Savaşı ve Mondros Mütarekesi. Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1996.
Orbay, Rauf. Cehennem Değirmeni: Siyasi Hatıralarım. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2010.
Sonyel, Salahi R. Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika, Cilt I (1918–1923). Ankara: Türk Tarih Kurumu, 2005.
Zürcher, Erik Jan. Modernleşen Türkiye’nin Tarihi. İstanbul: İletişim Yayınları, 2018.
https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/detay/353/Mondros-M%C3%BCtarekesi, Erişim: 31.10.2025
Türk İstiklâl Mücadelesi
Mustafa Kemal Paşaya Göre Amasya Görüşmeleri: Uygulamalar, Yansımalar, Tepkiler ve Vaka Analizleri
Published
2 hafta agoon
Ekim 20, 2025By
drkemalkocak
Giriş
Amasya Görüşmeleri, Millî Mücadele’nin dönüm noktalarından biri olarak Osmanlı Devleti’nin son döneminde milli egemenliğe dayalı yeni bir siyasi düzenin temellerinin atıldığı kritik bir müzakere safahatını temsil etmektedir. 20–22 Ekim 1919 tarihlerinde Mustafa Kemal Paşa başkanlığındaki Heyet-i Temsiliye ile İstanbul Hükûmeti adına Bahriye Nazırı Salih Paşa arasında gerçekleşen bu görüşmeler, millî iradenin siyasî meşruiyet kazanmasında ve Misak-ı Millî’nin şekillenmesinde belirleyici rol oynamıştır. Mustafa Kemal’e göre Amasya Görüşmeleri, sadece iki siyasi merkez arasındaki bir diplomatik temas değil, aynı zamanda Anadolu’da gelişen millî hareketin, Osmanlı yönetimince resmen tanındığı tarihî bir dönüm noktasıdır. Bu çalışma, Mustafa Kemal’in bakış açısından Amasya Görüşmeleri’nin uygulamalarını, iç ve dış yansımalarını, dönemin farklı kişilerinin tepkilerini ve bunlara dair önemli vaka analizlerini inceleyerek, görüşmelerin Türk millet-devletinin kuruluş safhasındaki rolünü değerlendirmektedir.
Mondros Mütarekesi’nin ardından Osmanlı Devleti’nin toprakları işgal edilmeye başlanmış ve devletin egemenliği fiilen ortadan kalkmıştır. Bu dönemde İstanbul Hükûmeti’nin pasif tutumu, işgallere karşı Anadolu’da yerel direniş hareketlerinin doğmasına sebep olmuştur. Mustafa Kemal Paşa önderliğinde Erzurum (23 Temmuz – 7 Ağustos 1919) ve Sivas (4–11 Eylül 1919) kongreleri toplanmış, milli egemenliğe dayalı bir mücadelenin çerçevesi çizilmiştir.
Ancak bu kongrelerin ardından millî hareketin siyasi meşruiyetinin sağlanması ve Osmanlı Hükûmeti tarafından tanınması büyük önem arz etmiştir. Bu bağlamda Amasya Görüşmeleri, yalnızca bir uzlaşma arayışı değil, millî iradenin resmî tanınmasının önemli bir adımı olarak değerlendirilmiştir. Mustafa Kemal’in ifadesiyle, “Amasya, millî mücadelenin siyasî meşruiyetini kazandığı yerdir.”

I. Amasya Görüşmeleri
1. Heyet-i Temsiliye’nin Resmî Tanınması
Amasya Görüşmeleri ile birlikte Heyet-i Temsiliye, İstanbul Hükûmeti tarafından ilk kez resmî bir muhatap olarak kabul edilmiştir. Mustafa Kemal’e göre bu, Anadolu’daki hareketin “isyancı” olmaktan çıkıp siyasî bir otorite hâline gelmesinin göstergesidir.
2. Meclis-i Mebusan’ın Yeniden Açılması Kararı
Görüşmelerin en somut sonucu, Meclis-i Mebusan’ın yeniden toplanması yönünde İstanbul Hükûmeti’nin verdiği söz olmuştur. Mustafa Kemal bu adımı, “millî iradenin kurumlaşması yönünde en önemli adım” olarak nitelendirmiştir.
3. Millî Mücadele’nin Meşrulaşması
Görüşmeler, İstanbul yönetiminin Heyet-i Temsiliye ile doğrudan müzakereye oturması sayesinde millî hareketin meşruiyetini artırmış, Anadolu halkının desteğini güçlendirmiştir.

II. Yansımalar: İç ve Dış Politika Açısından
1. İç Siyasette Yansımalar
- Meşruiyetin Kurumlaşması: Millî hareket, artık devlet içinde resmî olarak tanınan bir tüzel kişilik hâline gelmiştir.
- Halk Desteğinin Artması: Görüşmeler, Anadolu halkının millî mücadeleye güvenini artırmış, yerel cemiyetlerin birleşmesini hızlandırmıştır.
- Osmanlı Hükûmeti’nin Zayıflığı: Mustafa Kemal’e göre İstanbul’un bu görüşmelere mecbur kalması, Osmanlı merkezî otoritesinin çaresizliğini ortaya koymuştur.
2. Dış Politikadaki Yansımalar
İtilaf Devletleri, Osmanlı Hükûmeti’nin Anadolu ile uzlaşma çabalarını dikkatle takip etmiş ve millî hareketin ciddiye alınması gerektiğini fark etmiştir. Bu durum, uluslararası alanda da millî mücadelenin tanınırlığını artırmıştır.
III. Tepkiler: Dönemin Aktörlerinin Yaklaşımları
1. İstanbul Hükûmeti’nin Tepkisi
İstanbul yönetimi, Anadolu’daki hareketi tamamen bastıramayacağını anlamış ve zaman kazanma amacıyla uzlaşmacı bir tavır sergilemiştir. Ancak bu tavır, kısa süre sonra Misak-ı Millî kararlarının ilanı ile yerini sert bir çatışmaya bırakacaktır.
2. Anadolu’daki Komutanlar ve Halkın Tepkisi
Millî Mücadele’nin lider kadroları ve halk, görüşmeleri büyük bir zafer olarak değerlendirmiş, Mustafa Kemal’in liderliği daha da pekişmiştir.
3. İtilaf Devletleri’nin Tepkisi
İtilaf Devletleri, Osmanlı’nın zayıflığını bir kez daha görmüş ve Anadolu’daki gelişmeleri yakından takip etme kararı almıştır. Özellikle İngiltere, millî hareketin gelecekteki gücünü ciddiye almaya başlamıştır.

IV. Vaka Analizleri
Vaka 1: Meclis-i Mebusan’ın Toplanması ve Misak-ı Millî
Amasya Protokolleri doğrultusunda Meclis 12 Ocak 1920’de açılmış ve kısa süre içinde Misak-ı Millî kararlarını kabul etmiştir. Bu kararlar, millî mücadelenin siyasi hedeflerini resmî hâle getirmiştir. Ancak bunun üzerine İstanbul işgal edilmiş ve Meclis kapatılmıştır. Mustafa Kemal, bu gelişmeyi “millet iradesinin artık durdurulamaz gücü” olarak değerlendirmiştir.
Vaka 2: TBMM’nin Açılışına Giden Yol
Meclis’in kapatılması, millî hareketin Ankara’da bağımsız bir yasama organı kurma kararlılığını pekiştirmiş ve 23 Nisan 1920’de TBMM’nin açılmasına yol açmıştır. Amasya Görüşmeleri bu yolun ilk siyasî adımı olmuştur.
Vaka 3: Millî Mücadele’nin Meşruiyetinin Uluslararasına Taşınması
Görüşmeler, Anadolu hareketinin yalnızca yerel bir isyan değil, uluslararası bir mesele olduğunu göstermiştir. Bu durum, Lozan’a giden yolda diplomatik zemine işlerlik kazandırmıştır.
Sonuç
Mustafa Kemal’e göre Amasya Görüşmeleri, Millî Mücadele’nin siyasî olgunluk aşamasına geçişinin sembolüdür. Bu görüşmelerle birlikte Anadolu hareketi ilk defa Osmanlı Devleti tarafından tanınmış, millî irade siyasi meşruiyet kazanmış ve Meclis-i Mebusan’ın yeniden açılmasıyla milli egemenliğin kurumlaşması yönünde önemli bir adım atılmıştır.
Amasya Görüşmeleri, yalnızca bir diplomatik müzakere değil; Osmanlı’nın çözülme sürecinde yeni bir siyasi düzenin habercisidir. Mustafa Kemal’in önderliğinde bu hamle, milli egemenliğe dayalı yeni bir devletin temellerini atmış ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna giden yolda önemli bir kilometre taşı olmuştur.
Kaynakça
Kemal Atatürk, Nutuk Cilt: I 1919-1920, M. E. B. Devlet Kitapları, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1970
Kemal Atatürk, Nutuk Cilt: III Vesikalar, M. E. B. Devlet Kitapları, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1969
Faik Reşit Unat, “Amasya Protokolleri”, Tarih Vesikaları, Sayı: 3 (18) Mart 1961, Milli Eğitim Bakanlığı Türk Kültür Eserleri Bürosu, s. 359-365
Şerafettin Turan, Türk Devrim Tarihi Cilt II, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1992.
Kazım Karabekir, İstiklal Harbimiz, Emre Yayınları, İstanbul, 1995.
Ali Fuat Cebesoy, Millî Mücadele Hatıraları, Temel Yayınları, İstanbul, 2000.
Sina Akşin, İstanbul Hükümetleri ve Millî Mücadele, Cilt II. Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2004.

TBMM’nin 30 Ekim 1922 Tarihli ve 307 Sayılı Kararı: Egemenliğin Yeniden Tanımı ve Tarihi Kırılma Noktası

Mondros Mütarekesi (30 Ekim 1918)

Mustafa Kemal Paşaya Göre Amasya Görüşmeleri: Uygulamalar, Yansımalar, Tepkiler ve Vaka Analizleri
En Çok Okunanlar
Türkler ve Zaferleri3 yıl agoAnafartalar Kumandanı Mustafa Kemal ile Mülakat [Görüşme] (1)
Maarifimizde İstikamet3 yıl agoAİLE KUCAĞINDA VATAN TERBİYESİ
Türk Tarihi3 yıl ago6 EKİM İSTANBUL’UN KURTULUŞ GÜNÜ
Türk İstiklâl Mücadelesi3 yıl agoLOZAN BARIŞ ANTLAŞMASI
Tarihi Toplantılar3 yıl agoİSTİKLÂL MARŞI’NIN YAZILIŞI ve MİLLÎ MARŞ OLARAK KABULÜ
Türk Tarihi3 yıl agoKIZI FERİDE HANIMEFENDİ İLE DAMADI MUHİDDİN AKÇOR, İSTİKLÂL MARŞI ŞAİRİMİZİ ANLATIYOR…
Türk İstiklâl Mücadelesi3 yıl agoMustafa Kemal Paşa’nın Sivas Kongresi’ni Açış Konuşması (4 Eylül 1919)
Türk Tarihi3 yıl agoCABER KALESİ [TÜRK MEZARI (MEZAR-I TÜRK)]
















