Connect with us

Türk İstiklâl Mücadelesi

TÜRK İSTİKLAL HARBİNDE 5. SÜVARİ KOLORDUSU KUMANDANI FAHRETTİN ALTAY PAŞA’NIN ANLATIMIYLA BÜYÜK TAARRUZ’DA TÜRK SÜVARİSİ (1)

Published

on

GİRİŞ

Türk İstiklal Harbi Batı Cephesinde; Birinci İnönü (6-11 Ocak 1921), İkinci İnönü (26-31 Mart 1921) olmak üzere İnönü Muharebeleri, Kütahya-Eskişehir Muharebeleri (10-25 Temmuz 1921), Sakarya Meydan Muharebesi (23 Ağustos-13 Eylül 1921), Büyük Taarruz (26 Ağustos-18 Eylül 1922), Büyük Taarruzun bir safhası olarak Başkumandanlık Meydan Muharebesi (30 Ağustos 1922) cereyan etmiştir.

Büyük Taarruz’da I. ve II. Ordu ile 5. Süvari Kolordusu harp etmiştir. 5. Süvari Kolordusunun kumandanı Fahrettin [ALTAY]’dır. [1]

Büyük Taarruz’da İzmir’e ilk giren ve İzmir Hükumet Konağına Türk Bayrağını çeken Yüzbaşı Şerafettin Bey,  [5. Süvari Kolordusu 2. Süvari Tümeni 4. Alay 2 Bölük subaylarından takım komutanı] ile arkadaşları Teğmen Ali Rıza AKINCI ve Teğmen Hamdi YURTERİ’ye rahmet, minnet ve şükranlarımızı sunarak; Türk süvarilerinin İzmir’e girişi ve İzmir Valilik Konağına Türk bayrağının çekilişini kahramanımız Yüzbaşı Şerafettin Bey’in gözlemleri ve tespitleri çerçevesinde, perde arkasıyla, günü gününe yaşanan hatıraların ışığında ve biraz da sohbet lezzetiyle farklı bir görünüm hâlinde açmaya, [Büyük Taarruz, 30 Ağustos Hatıraları, Türk Süvarilerinin İzmir’e Girişi, İzmir’in Yunan İşgalinden Kurtuluşu] günlerini yeniden yaşama ve yaşatma yolunda karınca misali gayret gösterilmiştir.

https://www.drkemalkocak.com/2022/09/09/30-agustos-hatiralari-izmire-ilk-giren-suvari-mufrezesi-kumandani-serafettin-beyin-hatiralari-9-eylul-1922/

T.C. İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük Dersi Öğretim Programı (Ortaokul 8. Sınıf)nda “Millî ve dinî bayramlar, mahallî kurtuluş ve kutlama günleri, önemli olaylar, belirli gün ve haftalardan yararlanılarak öğrencilerin tarihsel duyarlılıkları ile Türk milletine, Türk devletine, Türk vatanına ve Türk bayrağına sevgi, saygı ve takdir duyguları geliştirilmelidir.” [2] ve Ortaöğretim T.C. İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük Dersi Öğretim ProgramındaDers içeriğine uygun olacak şekilde yerel tarih ile ilgili araştırma görevleri vererek öğrencilerin yerel tarihi ve yakın geçmişi millî tarih ile ilişkilendirmeleri sağlanmalı, bu yolla öğrencilerde millî bilinç ve tarih duyarlılığı oluşturmaya çalışılmalıdır.” [3] yönergeleri yer almaktadır.

Milli bilinç ve tarihsel duyarlılık kazanılmasına ve geliştirilmesine katkıda bulunmak üzere, Büyük Taarruz’da 5. Süvari Kolordusu Kumandanı Fahrettin [ALTAY]’ın anlatımıyla “Büyük Taarruz’da Türk Süvarisinin Kahramanlıkları”nı sunuyoruz. Metinde geçen şahıs ve yer adları, yerel tarih-milli tarih bağlamında bütünleyici/birleştirici tarih anlayışına katkıda bulunmak üzere incelenip değerlendirilmeye muhtaçtır. Mesela; Ahır dağlarından iki süvari tümeninin bir gecede geçip Yunan ordusunun arkasına sarkmasına hizmet eden Tokuşlar köyü halkı ve özellikle Hüseyin Ağa’nın hatıralarını bilenimiz, anlayıp yaşayan ve yaşatan kaç kişidir?..

—***—

Büyük Taarruzda Türk süvarisi

 20 Ağustos 1922, Pazar akşamı, Ankara’dan ansızın Akşehir‘e gelen Mustafa Kemal Paşa, İnönü’nün Karargâhına, Ordu Kumandanları Nurettin ve Şevki Paşalarla, beni çağırarak, yapılacak taarruz hakkında görüşmelerde bulundu. Ve taarruzun 26 Ağustos sabahı yapılmasını kararlaştırdı. Bu konuşmada Kemal Paşa süvarinin taarruz başlangıcında bir faydası olmayacağından, zayiat ile kuvvetten düşürülmemesini ve piyadelerimiz düşman cephesini yardıktan sonra, düşman gerilerine saldırmasını ve bu suretle, düşman ihtiyatlarının yetişmesine mani olunmasını direktif olarak vermişlerdi.

Cephe Kumandanı, orduya lazım gelen emirleri vererek, bu gece bütün birlikler, yürüyüşe başladılar. Kuzeyden, İkinci ve Dördüncü Kolordular, Çay civarında Sandıklı‘ya doğru ilerlerken, vari Kolordusu da, bunları Güneyden takip ediyordu. 2 nci Süvari Tümeni Ballık-Karadilli yolunu; 1 inci, 14 üncü Tümenler

Yalvaç – Karadilli yolunu takip ediyorlardı. Karadilli‘den sonra, üç tümen, birer gün fasıla ile birbiri arkasından gitti. 2 nci Tümen en geride idi. Baştaki 1 inci Tümen 24 Ağustos akşamı Sandıklı’ya vardığı halde, soldaki 2 nci Tümen, 25 Ağustos’ta Sandıklı’nın 15 km. güneyine gelebilmişti.

Aldığımız direktif icabı, 26 Ağustos bizim için bir bekleme günü olacaktı. Piyadelerimizin taarruzuna seyirci kalacaktık; bu hal bizi çok sıkıyordu. Bir gün evvel Sandıklı‘ya varışımda, durumu tetkike fırsat buldum. İaşemiz Dinar ambarından yapılacaktı. Nakliye kollarımız çok eksikti. Düşman cephesi yarılıp içeriye girdikten sonra, iaşe ancak köylerden satın alma suretiyle olabilecekti. Ordumuzun taarruz cephesinin sol yanını Çiğiltepe teşkil ediyordu.

Sandık‘dan Afyon‘a giden şose, Çiğiltepe‘nin Doğu yamaçlarından geçiyordu; düşman bu tepeyi şosenin doğusundaki Tınaztepe’yi kuvvetle tahkim etmişti. Arazi kendi müdafaasına çok elverişli idi. Bu arada, Yörükmezarı’ndan geçerek, Sinan Paşa Ovasına giden bir patika vardır. Bu sarp arazide ne bizden, ne de Yunanlılardan hiçbir birlik yoktu. Bu patikanın gittiği Sinan Paşa Ovasında ve düşman işgali altındaki Tokuşlar köyünde Haydar Ağa isminde bir vatanperver ile haberleşme irtibatı yapılmıştı. Bu zat, her gün bir düşman süvari kıtasının bu boğaza gelerek, patikayı gözetlediğini ve akşam olunca düşman ordugâha dönmekte olduğunu bize bildirmişti. Taarruz günü, ordunun düşman cephesini yarmasını beklemektense, bu gece boğazdan geçmeyi ve yarın, Sinan Paşa Ovanda ordu muharebesine iştirak etmeyi düşünerek, fikrimi Ordu Kumandanına bildirdim.

Orayı keşfetmekle beraber, orduya da fikrimi bildirdim. Teklifimin kabulü üzerine, 25 Ağustos’ta süvari tümenlerini harekete geçirdim:

1 inci Tümen: Çukurca-Yörükmezarı yolu ile Çanhisar istikametinde ilerlemeyecek ve Kolordunun arkası toplanıncaya kadar, düşmana kendini tanıtmamağa çalışacak ve Sinanpaşa (Sincanlı), Düzağaç, Çobanözü istikametlerini keşfettirecek.

14 üncü Tümen: Gödebez yolu ile 1 inci Tümeni takip edecek ve Yörükmezarı‘na inilecek gedikte toplanacak, Hacettepe’deki piyade taburu ile irtibatta bulunarak düşmanın bu cihetten bir ilerlemesi ihtimaline karşı, Sarıyer sırtlarında emniyet tertibatı alacaktır.

2 nci Tümen: Kolordu sahra topçu taburu ile telsiz istasyonunu emrine alarak, Kelendiras üzerinden Tekcalan sırtlarına ilerleyecek ve Çiğiltepe‘ye taarruz edecek olan 57 nci Piyade Tümenimizin sol yanını emniyet altında bulunduracak, düşmanın bu cihetten karşı taarruzu olursa, Tekcalan sırtlarını tutacak, düşmanın böyle bir hareketi olmazsa, Sinan Paşa Ovasında Kolordu ile birleşecektir. Kolordu Karargâhı 1 inci Tümeni takip edecektir.

Bu emir verildikten ve tümenler harekete başladıktan sonra, ordu umumi taarruz emri geldi. Emirde: Süvari Kolordusu bu gece Ahır dağları geçitlerine ilerleyerek, Sinan Paşa Ovasına inecek, 1. Kolordumuz; karşısındaki düşmanın sağ yan ve gerilerine taarruzla, demir yolu hattını tahrip edecek ve Altıntaş – Egret bölgesindeki ihtiyat Grubu ile Uşak Grubuna karşı keşif ve emniyet vazifelerini görecektir. Biz zaten bu emre uygun tertibat almıştık.

Köylü kılavuzların yardımı ile zifiri karanlıkta, sarp dereler boyunca, uçurum kenarlarından ve ormanlık ve taşlık araziden geçen patikada, iki süvari tümeninin tek kolda ilerlemesi, çok müşkülat ve yorgunluğu mucip olmuştu. Hayvanlar bir haftadan beri gece uykusu görmemişlerdi. 14 üncü Tümen sonu ile 2 nci Tümenin başı arasında, 15 km’den fazla bir mesafe vardı. Kolordunun bağlı birlikleri, Sandıklı-Karahisar yolunun açılmasını bekleyecekler, ondan sonra da, bize yetişmeye çalışacaklardı.

Taarruzun Birinci Günü

(26 Ağustos 1922)

Sabaha karşı, 1 inci Tümen kol başısı, emredilen yere gelmiş ve toplanmağa başlamış, ileriye keşifkollarını sürmüştü.14 üncü Tümen de, tek kolda ilerlemeye gayret ediyor ve vazifelerini yapıyordu. Doğudan ve derinden gelen top sesleri, dağlar arasında akisler yapıyor, taarruzumuzun başladığını bildiriyordu. Heyecanımız son haddi bulmuştu.

1 inci Tümen Çayırhisar‘a ilerledi, 14 üncü Tümen de, Yörükmezarı‘nda toplandı.

Biraz istirahatle, yemek ve sulama yapıldı. 1 inci Tümen taarruza hazır idi ise de, düşmanın süvari tümeni ile de karşılaşması ihtimaline karşı, yalnız başına ilerlemesini muvafık görmedim, ancak, 14 üncü Tümenin ilerlemeye hazır olacağı zamana kadar beklettim. İkisini birden ileriye sürdüm. 2 nci Tümen, sahra toplarıyla telsizi beraber sürüklemek için hayli zahmet çekmiş, nihayet muvaffak olamayarak, geriye bırakmış, Çiğiltepe Batısında topçu ateşi yemiş, büyük müşkülatla Çayırhisar’la – Kırka arasına doğru dağları aşmağa başlamıştır.

Keşif kollarımız, Sinan Paşa yönünden gelmek isteyen bir takım kadar düşman süvarisini dağıtmış ve Beşkimse civarında bir düşman demiryolu koruma kıtasını yok ederek, demiryolu ile telgraf hatlarını bozmuşlardı. Bir keşif subayının, demiryolu balast taşlarından bir parçaya, tarih yazarak bana hediye göndermiş olduğunu şükranla yâd ederim.

Keşif bölüklerine dayanak olmak üzere, 14 üncü Tümenin 3 üncü Alayı, Akçaşar köyüne sürüldü. Düşman uçakları üzerimizde uçmağa başladı. Arazinin ormanlık ve kesik olması işimize yaradı, saklanmamızı sağladı.

1 inci Tümen Sinanpaşa‘ya karşı bulunurken, 14 üncü Tümen de, Tokuşlar koruluğunu tuttu. Dumlupınar cihetinden düşmanın muhtemel ilerlemesini göz önünde tutarak, keşif kollarından gelecek haberleri ve 2 nci Tümenin ovaya inmesini beklemeye başlamıştık. Maksadım, düşman ihtiyat kolordusunun, Afyon güneyine yardıma gelmesine mani olmak üzere, Kolordumu Ayvalık-Balmahmut istikametinde ilerletmekti. Bu sırada, ordudan gelen emirde, Çiğiltepe‘de düşmanın inatla dayandığı ve Süvari Kolordusunun, bu tepeyi düşürmek üzere, Kırka-Paşaköy yönünde taarruz etmesi bildiriliyordu. Diğer tümenler başka istikamette olduğundan, yorgunluğuna bakmayarak 2 nci Tümene bu görevi verdim.

Düşman, taarruzumuzun büyük bir hazırlık sonunda yapılmış olduğunu, ancak bugün anlayabilmiş ve ihtiyatlarına emir vermişti. Bunlar harekete geçtiklerine göre, yarın için esaslı bir karşılaşma beklemeli idik. Bu gece, güzelce hazırlanmak için birliklere, iaşe kollarına emirler verildi. İşgalden kurtulduklarını gören köylü halkımız, varını yoğunu feda etmekten çekinmiyordu. Tokuşlar‘ın hamiyetli Haydar Ağası, bütün askerleri misafir etmek için gözyaşları arasında, köylüleri ile adeta yarış ediyordu. Gece, düşmanın tahrip ettiğimiz demiryolunu tamir ve muhafaza için, kuvvetler gönderdiği haberini aldık.

Taarruzun İkinci Günü

(27 Ağustos 1922)

 Bu sabah, 2 nci Tümen, karşısındaki düşmanla muharebeye başlarken, 1 inci Tümen de Balmahmut’a gelen düşmanla muharebeye tutuştu. 1 inci Tümenin, mihver yaparak ve batıdan gelmesi muhtemel kuvvetlere karşı emniyetli bulunarak, kuzeye, İlbudak Dağlarına doğru bir çevirme hareketi yapmasını uygun gördük. Yalnız, demiryolu boyunca düşman koruma kuvvetlerinin bulunması ve batıdan kesin haberlerin gelmemiş olması, bizi biraz düşündürüyordu. Uşak‘taki düşman süvari tümeninin, Dumlupınar doğusuna geleceğini tahmin ediyorduk. Bu halde, ilk iş olarak, onu ezmek icap ettiğinden, buna hazırlanmak için, ilkin Akçaşar-Bakırcık platosunda yerleşerek, demiryolunun koruma birliklerinden temizlenmesi ve batıdan daha kesin bilgiler almak lüzumlu görüldü.

Bakırcık Tepesi bu bölgenin en önemli parçasıdır. Burayı elde bulunduran taraf, Sinanpaşa Ovasına hâkim olur. Uşak cihetinden trenle gelecek bir düşman kuvveti, Küçükköy istasyonuna çıkar da, bu tepeyi tutarsa, Süvari Kolordusunun harekâtına esaslı engel olabilir. İlbudak Dağlarına geçmek için de, burası bir basamaktır. Bu sebeple, 2 nci Tümen şimdilik Akçaşar‘a 14 üncü Tümen de Bakırcık Tepesine gönderildi. Kolordu Karargâhı, 2 nci Tümeni takip etti. Düşman, Balmahmut güneyindeki hava alanını bozarak, birkaç uçağını Uşak‘a kaçırdı. Bunlar alçak uçuşla üzerimizden geçerken açtığımız ateş, isabet etmiş olacak ki, birisi düşecek gibi oldu. Ve pek alçaktan, Dumlupınar’a doğru akıp gitti.

2 nci Tümen Akçaşar’a vararak, Küçükköy‘e kadar, demiryolu koruyucuları ile savaşa girişti. 14 üncü Tümen, Elvanpaşa‘dan gelen bir tabur piyade ile düşmana karşı hazırlığa geçti. 2 nci Tümenin Küçükköy istasyonuna sürdüğü 1 nci Süvari Alayı, bu istasyonu koruyan düşman kuvvetlerine taarruz ederek, bunları püskürtmüş, istasyonu ele geçirmişti.

Bu muharebeler olurken, Akçaşar Tepesi’nde bulunuyordum. Zayıf ve hastalıklı olması sebebiyle, evvelce Konya hastahanesine göndermiş olduğumuz genç Teğmen Yıldırım Kemal, ansızın karşıma çıkıverdi ve: “Taarruz haberini alır almaz, trene atladım geldim” dedi. Her vakit karargâh arkadaşlarına neşe saçan bu İzmir çocuğunu takdirle karşıladım. Ve muhafız Süvari bölüğünde vazife görmesini söyledim. O bana cevap olarak: “Kılıcımı sallayarak İzmir’e en önde girmek isterim, beni en ilerdeki bir alaya göndermenizi rica ederim” dedi. 2 nci Tümene, oradan da, Küçükköy‘de muharebe etmekte olan, 2 nci Alaya gönderildi. İki saat sonra üzücü bir haber, bu vatan yavrusunun, Küçükköy istasyonuna hücum ederken, şehit düştüğünü bize bildirdi. İzmir’e girdiğimiz zaman, bu şanlı şehidin babasının, subaylarımıza oğlunu soruşturduğunu hiç unutamam. Kadirşinas milletimiz bu istasyona, onun adını vermekle, hem babasını, hem de arkadaşlarını tesliye etmiş oldu.

1 inci Tümen de, düşmanın cepheden Balmahmut istikametinde çekilmek isteyen aksamını dağıtarak, bir kısmını kılıçtan geçirdiğini bildirdi. Bugün topçu taburumuz ve telsizimiz, yolları düzelterek, büyük zorluklar içerisinde Çayhisar‘a yaklaştıklarını bildirdiler.

Türk İstiklâl Mücadelesi

Mudanya Mütarekesi (11 Ekim 1922)

Published

on

Mudanya Mütarekesi, Türk milletinin 20. Yüzyılın emperyalist güçleri karşısındaki milli bir zaferidir. Türk ve Yunan ordusu arasındaki harbi sona erdirmiş olması bakımından, Türk İstiklal Harbi’nin en önemli safhalarından biridir. Mütareke, Devlet-i Aliyye-i Osmaniye’nin sonu anlamına gelen Mondros Mütarekesi’ni geçersiz kılmakla birlikte Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temelini atan Lozan Anlaşması’nın şartlarını hazırlamıştır.

Mudanya Mütarekesi’nde Türkiye’yi İsmet Paşa, İngiltere’yi General Harington (Heringtın), Fransa’yı General Charpy (Şarpi), İtalya’yı General Monbelli (Monbeli) temsil etmiştir. Yunanistan temsilcisi General Mazarakis, Mudanya’ya geldiği gemiden çıkmamış ve görüşlerini yazılı olarak bildirmiştir. Görüşmelere 3 Ekim 1922’de başlanmış, çetin pazarlıklar ve tartışmalar sonucunda 11 Ekim 1922’de Mudanya Mütarekesi imzalanmıştır.

Aşağıda, [Hâkimiyet-i Milliye, 13 Ekim 1922, No: 633, s. 1, sütun: 1-4]’te Osmanlı Türkçesi ile yayımlanan [Konferans Safahatına Dair Levhalar] başlıklı haber metni çevrim yazı olarak sunulmuştur. Görseller, metni açıklayıcı, tamamlayıcı ve destekleyici unsur olarak araştırmacı tarafından yerleştirilmiştir.

—***—

[Mudanya] Konferans Safahatına Dair Levhalar

İmza neden sabaha kadar gecikti?

Mükâleme-i memurinin getirdiği haber, yazı makinesi ile başlıyor

Mudanya: 11[Ekim 1922] (Muhabir-i mahsusamızın telgrafıdır)-Size bu telgrafımla Mudanya Konferansının imzaya müncer [hazır] olduğu geceki safahatı bildireceğim. Burada biz gazeteciler ve halk arasında pek büyük merakı mucip olan bu safahat ve bilhassa imzanın sabaha kadar uzaması herhalde Hâkimiyet karilerinde [okuyucularında] de aynı merakı uyandırmıştır. Filhakika [hakikaten] imza merasimi tam nısfı’l-leylide [gece yarısında] icra edilecekti. Fakat nısfı’l-leyli bir buçuk saat geçtiği halde müttefikin murahhasları [delegeleri] gemilerinden inmediler. Bunun üzerine bir mükâleme memuru giderek tehirin sebebini sual etmiştir. Vuku bulan mükâlemede bu tehirin Yunan murahhaslarının almış olduğu vaziyetten mütevellit bulunduğu anlaşılmıştır. Nısfı’l-leylile doğru İngiliz zırhlısında toplanmış olan üç müttefik hükumet generalleri nezdine Mazarakis ve Miralay Sarıyanis giderek imzaya karşı olan vaziyetlerini teşrih [şerh] eylemişlerdir. Yunanlıların ne vaziyet aldığı malumdur. Saat üçte General Harington karaya çıkmış ve birkaç dakika fasıla ile Fransız ve İtalyan generalleri gelmişlerdir. Bunun üzerine celse derhal küşat olunarak uzun bir protokol müsveddeleri kıraat edilmiş ve mutabık bulunduğu için tebyizine [beyaza çekilmesine] emir verilmiştir. İşte bu anda derin bir sükûtu yalnız yazı makinelerinin tıkırtıları ihlal ediyordu. Nebahat Hanım, Safvet Lütfullah beylerle daha iki zat bizim heyet-i murahhassanın protokollerini tebyiz ediyordu. İngiliz, Fransız heyetlerinden müfrez [ayrılmış] diğer beş zat da mukabil tarafın mukavelesini makineye geçiriyordu. Bu iş gecenin beşine kadar devam etti ve saat beşi çeyrek geçe teneffüs edilmek üzere celseye nihayet verildi.

Herkes memnun, mızıkalar çalıyor, hararetli musafahalar [el sıkışmalar, tokalaşmalar], bütün Mudanya ahalisi bu geceyi ayakta ve uykusuz geçirmiş ve müzakerenin olduğu binanın etrafını kesif bir halk tabakası doldurmuştur. General Harington bizzat sokak kapısına kadar inerek bandodan muhtelif havalar talep etmiş ve bütün istediği parçalar çalınınca bunları hayretler içinde dinlemiştir.

Herkes protokol müsveddelerinde mutabık kalındığını haber aldığı zaman artık imzanın merasim meselesinden başka bir şey olmadığını anlamıştı. Bu hal halk kadar bütün murahhasların çehrelerinde de görülüyordu. Bilhassa Franklin Buyyon Bey büyük bir meserret [sevinç] içinde idi. General Harington İsmet Paşa Hazretleriyle adeta kendisini kucaklarcasına mükerrer musafahalarda bulundu. General Şarpi aynı memnuniyeti izhar eyliyordu.  Bu sırada salonlarda fevkalade bir hareket, bir kaynaşma görülüyordu. Bilhassa gazetecilerin faaliyetini görmek insana hakiki bir zevk veriyor, Amerika muhabirlerinin dört yazı makinesi mütemadiyen işliyordu.  Artık kırk sekiz saatlik bütün yorgunluklar bu heyecan ve endişe içerisinde unutulmuş, tebyiz üç saat on üç dakikada kâmilen ikmal edilmişti.

Ben, Yunanlıların Protokolü Kabul Etmedikleri Manasını Çıkarıyorum! Hayır, Yunanlıların Ehemmiyeti Yok!

Şimdi saat yediye yirmi yedi var. (Bütün saatler İstanbul ayarıdır.) Herkes yeşil masanın etrafındaki yerlerinde ahz-ı mevki etmiş bulunuyorlar. Konferans Reisi İsmet Paşa Hazretlerinin önündeki çifte lamba dışardan gelen yeni müteharrik beyazlıklar arasında sarı lemalarla kıpırdıyor. İsmet Paşa’nın karşısında General Harington, İngiliz generalinin sağında General Monbelli, solunda diğerleri sırasıyla ahz-ı mevki etmişlerdi. İlk defa General Harington söz alarak Mazarakis ve Sarıyanis’in tahriri kuyıt itirazına serd ederek imzadan imtina eylediğini söyledi ve bu itiraznameyi okudu. Bunun üzerine İsmet Paşa pek ciddi bir tavır ve hareketle:

  • Bundan, ben Yunan murahhaslarının protokol münderacatını kabul etmedikleri manasını çıkarıyorum, dedi.

Buna General Harington:

  • Hayır! Yunanlıların bu hareketine imtina manası verilemez. Vesait-i muhabereleri karma karışık. Mamafih asıl imzaya salahiyettar murahhaslar General Mazarakis, Miralay Sarıyanis değil, Paris’te bulunan mümessilleridir. Üç güne kadar bütün imzaların hitam bulacağını temin ederim.

Bunun üzerine vapurda bulunan Yunan zabitlerinin konferansça hiçbir ehemmiyeti olmadığı şekli kabul olundu.  

Bütün Kalemler Mukavele Üstünde Gıcırdıyor! Harington da Tanışmayarak Geldik, Dost Olarak Gidiyoruz, Diyor

Saat yediye on yedi var. Bütün eller bir an içinde kalemlere ve hokkalara uzanıyor. İlk kalem gıcırtıları protokolün birinci sahifesine dört generalin imzalarını tespit etti. Protokolün her sahifesi ve sonu ayrı ayrı imzalandı. İmzalanan beş nüshadır. İmza muamelesi tam yediyi bir geçe hitam buldu. General Harington imzayı müteakip sarih, kısa ve yumuşak bir sesle bir nutuk irat eyledi ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükumetine, Başkumandan Paşa Hazretlerine, Konferans Reisi İsmet Paşaya, Erkan-ı Harbiye Reisimize ve Erkan-ı Harp umera ve zabitana ayrı ayrı teşekkürde bulundu ve sonra Türkiye halkına ve mümessillerine ve Mudanya şehrine ayrı ayrı teşekkür ederek:

  • Tanışmayarak geldik, dost olarak gidiyoruz ve bu hissi daima muhafaza edeceğiz, dedi.

İsmet Paşa Hazretleri General Harington’ın nutkuna kısa bir cevapla mukabele ederek, bu konferansın sulh-ı umumiye mukaddema olacağı ümidinde bulunduğunu söyledi.

General Harington konferans salonundan çıkarken etrafını alan gazetecilerin kendisine ne kadar muğber [gücenmiş, küskün] olduğunu anladığını gösteren bir tavırla beyan-ı itizar etti [özür diledi]. Bidayette matbuat müntesiplerinin konferansa girmemeleri için teşebbüsatta bulunduğunu itiraf,  fakat burada kendilerinden pek çok muavenetler gördüğünü ilave etti ve her birine ayrı ayrı ve mükerrer surette teşekkürde bulundu. Bu esnada salonlar hınca hınç dolu idi. Bilhassa Mösyö Fraklin Buyyon bir türlü yerinde duramıyor, izhar-ı meserret eyliyordu [sevinç gösteriyordu].

Mudanya’dan İnfikak [ayrılma]; Yunan Şilebi Galya Emniyet Edilmeyerek Muhafaza Altına Alınmış!

Avdet [dönüş]-Generaller aşağı indikleri zaman pek muntazam bir kıtaa-i askeriyemiz resm-i selamı ifa ediyor ve askeri mızıkalar terennümsaz oluyordu [terennüm ediyordu, şarkı söylüyordu]. Yediyi çeyrek geçe herkes vapurlarına çekilmiş bulunuyordu. Tam sekizde, başta İtalyan ve en sonra Yunan gemileri olduğu halde Mudanya tarihi konferansının bütün ecnebi murahhaslarını İstanbul’a doğru götürmeye başladılar. Bir müddet sonra İngiliz torpidolarından biri geriye dönerek Yunan şilebini önüne kattı ve bunu bir Fransız gemisi takip etti. [1]

—***—

Mudanya Zaferi Ve İstanbul’daki Tesirleri

İstanbul, 13 [Ekim 1922] (Muhabir-i mahsusamızın [özel muhabirimizin] telgrafıdır)-Mukavele-i askeriyenin imzası haberi İstanbul’da fevkalade bir meserret [sevinç] uyandırmış ve derhal her taraf donatılmıştır. Öyle ki İstanbul, ilk defa olarak baştanbaşa kırmızı-siyaha boyanmış ve ay-yıldıza kavuşmuş bulunuyordu. Bu sefer Bab-ı Ali de geçen seferki soğukluğunu bırakmış ve bütün devair-i resmiyenin [resmi dairelerin] tezyinini [süslenmesini] emretmiştir. Bundan başka, ikinci garip manzara Rumların da bu bayrama iştirak ederek bayrak çekmeleridir. Ecnebi müessesatı [yabancı kuruluşlar] da kendi bayraklarının yanına Türk sancağını çekmişlerdir. Gece muntazam bir fener alayı tertip edilmiştir.

Bütün gazeteler, sahifelerini Mudanya Konferansı’nın mesut neticelerine hasretmişlerdir [ayırmışlardır]. İstanbul matbuatı bunun Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükumetinin büyük siyasi zaferi olduğunu müttehiden beyan etmekte ve mukaddemat-ı sulhiyeye [barışın başlangıcına] esas demek olan bu mukavelenin, sulh konferansındaki muvaffakiyetlerimizin derecesini bile göstermekte olduğunu söylemektedirler.

Bu zaferi Beyoğlu Yunan matbuatı da saklamamakta ve Türklerin tam bir vatanperver olarak bu neticeleri elde ettiklerini söylemektedirler. Bilhassa (Pronodos) gazetesi şu şayan-ı dikkat cümleleri yazmaktadır:

Türkler ne kadar icray-ı şadmani eyleseler [sevinirlerse sevinsinler], o kadar haklıdırlar, çünkü bugün milli emellerini tamamıyla tahakkuk ettirmişler ve herkesin bir daha yerinden kalkmamak üzere gömdüğünü zannettikleri Türkiye’yi diriltmişlerdir. Türklerin son senelerde gösterdikleri eser-i rüşt her millet için bir numune-i imtisaldir. Bu son senelerde her şeyden istifadeyi bilmişlerdir. Yunanlılar ise ancak Yunanlılığın mahvına çalışmışlar, Türklerin ise yegâne düşüncesi Türklüğün ihyası olmuştur.” [2]  

DİPNOTLAR

[1] Hâkimiyet-i Milliye, 13 Teşrinievvel [Ekim] 1922, No: 633, s. 1, sütun: 1-4

[2] Hâkimiyet-i Milliye, 15 Teşrinievvel [Ekim]1922, No: 634, s. 1, sütun: 1-2

Continue Reading

Türk İstiklâl Mücadelesi

Gençliğe Hitabe’nin Dil, Tarih ve Coğrafya ile İlişkisi

Published

on

Özet

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün 15-20 Ekim 1927’de Cumhuriyet Halk Fırkası’nın ikinci kurultayında okuduğu Gençliğe Hitabe, Cumhuriyet’in temel değerlerini gelecek nesillere aktaran bir “milli vasiyet” niteliğindedir. Bu çalışmada, Hitabe’nin dil, tarih ve coğrafya boyutları üzerinden incelenmesi amaçlanmaktadır.

Anahtar Kelimeler: Atatürk, Gençliğe Hitabe, Dil, Tarih, Coğrafya, Kolektif Hafıza, Milli Kimlik

Giriş

Gençliğe Hitabe, Türk milli kimliğinin inşasında dil, tarih ve coğrafyanın nasıl bir bütünlük oluşturduğunu gözler önüne seren temel bir belgedir. Atatürk’ün hitabesi, geçmişin acı tecrübelerinden hareketle geleceğe dair bir bilinç ve görev yüklemesi yapmaktadır. [1]

I. Dil ve Gençliğe Hitabe

1.1. Dilin Sadeleşmesi

Cumhuriyet’in ilk yıllarında dil, milli kimliğin en önemli unsuru kabul edilmiştir. Osmanlı’nın Arapça-Farsça karışımı karmaşık dilinden uzaklaşılarak, herkesin anlayabileceği sade bir Türkçe benimsenmiştir. [2]

1.2. Retorik ve Söylem

Ey Türk gençliği!” ifadesi, Türkçe’nin en yalın ve en güçlü hitap biçimidir. Emir kipleriyle kurulan cümleler — “müdafaa edeceksin”, “düşünmeyeceksin” — dilin buyurucu gücünü ortaya koymaktadır. Bu söylem, yalnızca gençlere değil, bütün millete yönelik bir bilinç uyandırmayı amaçlamaktadır. [3]

1.3. Dilin Kolektif Hafızaya Etkisi

Türkçe’nin sade kullanımı, metni kuşaklar boyu aktarılabilir hale getirmiştir. Böylece dil, toplum hafızasının canlı kalmasını sağlayan bir araç olmuştur. [4]

II. Tarih ve Gençliğe Hitabe

2.1. Tarihi Arka Plan

Hitabenin temelinde Mondros Mütarekesi (30.10.1918), Sevr Antlaşması (10.08.1920) ve Türk İstiklal Harbi (19.05.1919–11.10.1922) deneyimleri vardır.[5] Atatürk, bu tarihi tecrübeleri, gelecekte benzer tehditlerin yaşanabileceğine dair bir uyarı olarak kullanmıştır.

2.2. Tarihten Çıkarılan Dersler

  • İç Tehditler: “Dâhilî bedhahlar” ifadesi, işgal yıllarındaki işbirlikçi unsurları çağrıştırır. [6]
  • Dış Tehditler: “İktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler” sözü, emperyalist müdahalelerin sürekliliğine işaret eder.[7]
  • Milli Mücadele Hafızası: “İmkân ve şeraitin çok namüsait olduğu bir zamanda” bağımsızlığın kazanılması, milli hafızanın temel derslerinden biridir.[8]

2.3. Tarihin Geleceğe Taşınması

Hitabe, yalnızca geçmişi hatırlatmaz; aynı zamanda geleceğe yönelik bir görev ve sorumluluk bırakır. Bu yönüyle tarih, milli bilincin daima canlı tutulmasını sağlayan bir rehber görevi üstlenir.[9]

III. Coğrafya ve Gençliğe Hitabe

3.1. Türkiye’nin Stratejik Konumu

Türkiye, üç kıtanın kesişim noktasında yer alması sebebiyle tarih boyunca istilalara maruz kalmıştır. Bu konum, milli hafızada sürekli bir teyakkuz hali yaratmıştır.[10]

3.2. Vatan Toprağı ve Kutsallık

İstiklâl ve Cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen” ifadesi, yalnızca siyasi rejimi değil, aynı zamanda vatan toprağını da koruma sorumluluğunu yükler. [11]

3.3. İç ve Dış Tehlikeler

Memleketin dâhilinde” vurgusu, hem dış tehditleri hem de içteki parçalanma risklerini kapsamaktadır. Bu durum, coğrafyanın milli kimlikle özdeşleşmesini sağlamıştır. [12]

IV. Dil, Tarih ve Coğrafyanın Kolektif Hafıza ile İlişkisi

4.1. Unsurların Birleşimi

  • Dil: Birleştirici unsur.
  • Tarih: Uyarıcı hafıza.
  • Coğrafya: Aidiyetin mekânı.

4.2. Milli Kimlik ve Süreklilik

Gençliğe Hitabe, dil, tarih ve coğrafyayı bir araya getirerek milli kimliği gelecek kuşaklara taşımayı amaçlamaktadır.

Sonuç

Gençliğe Hitabe, dilin birleştirici gücü, tarihin öğretici yönü ve coğrafyanın kutsallığıyla Türk milli bilincini pekiştiren bir metindir. Atatürk, bu hitabeyle gelecek nesillere yalnızca bir öğüt değil, aynı zamanda bir görev ve sorumluluk da bırakmıştır.

Dipnotlar

[1] Kemal Atatürk, Nutuk, Cilt: II 1920-1927, M. E. B. Devlet Kitapları, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1969, s. 897-898

[2] Nihad Sami Banarlı, Türkçenin Sırları, Kubbealtı Yayınları, İstanbul, 1972, s. 15–18.

[3]   Kemal Atatürk, Nutuk, s. 897.

[4]  Berna Moran, Türk Dili ve Edebiyatı Üzerine Makaleler, İletişim Yayınları, İstanbul, 1990, s. 42.

[5] Sina Akşin, Kurtuluş Savaşı Kronolojisi, İmge Kitabevi, Ankara, 1992, s. 27–34.

[6] Kemal Atatürk, Nutuk, s. 897.

[7] Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, çev. Metin Kıratlı, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1961, s. 202.

[8] Kemal Atatürk, Nutuk, s. 898.

[9] Erik J. Zürcher, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, İletişim Yayınları, İstanbul, 2003, s. 145.

[10] Halil İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu Klasik Çağ (1300–1600), Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2004, s. 13–15.

[11] Kemal Atatürk, Nutuk, s. 897.

[12] Zürcher, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, s. 147.

Continue Reading

Özel Günler ve Anlamları

26 Eylül Türk Dil Bayramı: Tarihî Arka Planı, Atatürk’ün Dil Politikaları ve Günümüze Yansımaları

Published

on

Giriş

26 Eylül, Türk Dil Bayramı olarak Türkiye’de her yıl kutlanan önemli bir kültürel tarihtir. Kökenini 1932 yılında toplanan Birinci Türk Dil Kurultayı’ndan alan bu gün, Türk Dil Kurumu’nun kuruluşuna işaret etmekte ve Cumhuriyet’in kültür politikaları arasında dil inkılabının oynadığı merkezi rolü simgelemektedir.

Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında dil, modernleşme ve millet-devlet inşasının merkezî unsurlarından biri olarak değerlendirilmiştir. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde gerçekleştirilen dil inkılabı, yalnızca alfabe değişikliğiyle sınırlı kalmamış, Türkçenin yabancı unsurlardan arındırılması ve halkın konuştuğu dil ile yazı dili arasındaki mesafenin kapatılması hedeflenmiştir. 26 Eylül 1932’de Dolmabahçe Sarayı’nda toplanan Birinci Türk Dil Kurultayı, bu dönemin başlangıç noktası olmuş ve 26 Eylül tarihinin Türk Dil Bayramı olarak kutlanmasına zemin hazırlamıştır.

1. Birinci Türk Dil Kurultayı ve TDK’nın Kuruluşu

26 Eylül 1932’de başlayan Birinci Türk Dil Kurultayı, Cumhuriyet’in dil politikalarında kurumsallaşmanın ilk adımıdır. Kurultayın ardından Türk Dili Tetkik Cemiyeti (bugünkü TDK) kurulmuş ve Türkçenin söz varlığının zenginleştirilmesi, bilim dili hâline getirilmesi yönünde çalışmalar başlamıştır.

2. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Dil Anlayışı

Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Türk milletinin bağımsızlığını korumasında olduğu gibi kültürel varlığını sürdürmesinde de dilin belirleyici bir unsur olduğunu vurgulamıştır. Onun Sadri Maksudi Arsal’ın “Türk Dili İçin” (Ankara 1930, s. 3) adlı eserinin başına 2 Eylül 1930 tarihinde el yazısıyla kaleme aldığı şu satırlar, bu anlayışı en özlü şekilde yansıtmaktadır:

Millî his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin millî ve zengin olması millî hissin inkişafında başlıca müessirdir. Türk dili, dillerin en zenginlerindendir; yeter ki bu dil, şuurla işlensin… Ülkesini, yüksek istiklâlini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.”

Bu ifadeler, Atatürk’ün Türkçeyi sadece bir iletişim aracı olarak değil, aynı zamanda millî bilincin ve milli bağımsızlığın en temel dayanağı olarak gördüğünü göstermektedir.

3. Günümüzde Türk Dil Bayramı’nın Yansımaları

Günümüzde 26 Eylül, üniversitelerde, okullarda ve kültürel kurumlarda çeşitli etkinliklerle kutlanmaktadır. TDK her yıl bildiriler yayımlamakta, gençler arasında Türkçe’nin doğru ve güzel kullanımını teşvik eden projeler yürütmektedir. Ancak yabancı dillerin artan etkisi ve dijital kültürün getirdiği yozlaşma, Türk Dil Bayramı’nın amaçlarını ve beklentilerini daha da anlamlı kılmaktadır.

Sonuç

26 Eylül Türk Dil Bayramı, Cumhuriyet’in dil inkılabı mirasını simgeleyen ve Türkçenin gelişimi için toplum farkındalığı oluşturan önemli bir tarihtir. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün dil anlayışı, modern millet-devlet inşasının temel taşlarından biri olarak bugün de geçerliliğini korumaktadır. Günümüzde yapılması gereken, bu mirası yalnızca anmak değil; Türkçeyi bilim, sanat, kültür ve teknoloji dili olarak daha da güçlendirmektir.

Continue Reading

En Çok Okunanlar