Connect with us

Türk İstiklâl Mücadelesi

Mustafa Kemal Paşa ve Temsil Heyeti’nin Hacıbektaş’ı Ziyaretleri (22 Aralık 1919)

Published

on

Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları Kayseri’den 21 Aralık 1919 Pazar akşamı saat 20.30’da Mucur’a gelmişler, o gece Mucur’da kalmışlar ve 22 Aralık 1919 Pazartesi sabahı iki otomobil ile Hacıbektaş’a hareket etmişlerdir. 22/23 Aralık 1919 gecesi Hacıbektaş’ta geçirildikten sonra Mucur’a dönülmüştür. 24/25 Aralık 1919 gecesi Mucur’da ikinci kez kalınmış ve 25 Aralık 1919’da Kırşehir’e hareket edilmiştir.

Heyet, Hacıbektaş girişinde Beştaşlar mevkiinde Hacıbektaş ileri gelenleri tarafından karşılanmıştır. Kısa bir süre sonra buradaki çiftliğe gelen Salih Niyazi Baba ile öğle yemeğini yemişlerdir. Yemekten sonra kahveler içilmiş ve Hacıbektaş’a hareket edilmiştir. Mustafa Kemal Paşa, Rauf Bey, Salih Niyazi Baba ve Mazhar Müfit Bey bir otomobille, diğer heyet üyeleri ve Mucur Kaymakamı Cevat Bey diğer otomobil ve atlı arabalarla (fayton) Hacıbektaş’ta Çelebi Cemalettin Efendi’nin dergâhına gelmişlerdir.

Çelebi Cemalettin Efendi, Mustafa Kemal Paşa’nın geleceğini öğrenince Hacıbektaş’tan kalkarak karşılama yeri olarak seçtiği Baştarla’ya gitmiştir. Çelebi Cemalettin Efendi, bu şekilde bir karşılama yaparak Mustafa Kemal Paşa’ya verdiği önemi göstermiştir. Mustafa Kemal Paşa ve Temsil Heyeti’ni Hacıbektaş’ta karşılayanlar arasında bulunan Hacıbektaş Kaymakam Vekili Nihat Bey, Mustafa Kemal Paşa’ya:

“ – Paşam, Çelebi’nin bu davranışı davamız için fâli hayırdır.” diyerek, Çelebi Cemalettin Efendi’nin Millî Mücadele yanlısı olduğunu belirtmiştir. Çelebi Cemalettin Efendi, sürekli açık bulundurduğu misafirhanesi dururken konukları kendi evinde ağırlamıştır.

Mustafa Kemal Paşa, Çelebi Cemalettin Efendi’ye heyet üyelerini tanıtmış ve daha sonra Çelebi Cemalettin Efendi’nin dergâhında dinlenmeye çekilmişlerdir. Mustafa Kemal Paşa ve heyet üyeleri, akşam yemeğinde Çelebi Cemalettin Efendi ile bir araya gelmişlerdir. Çelebi Cemalettin Efendi’den Kuvayı Millîye’ye yardım konusunda kesin söz alınmış ve böylece Hacıbektaş ziyareti de amacına ulaşmıştır.

Mustafa Kemal Paşa; yemek sırasında ülkenin ve milletin içinde bulunduğu durumu açıklamıştır. Çelebi Cemalettin Efendi hemen konuyu kavramış, Kuvayı Millîye’nin desteklenmesi için adamlarına gerekli talimatları vermiş ve daha da ileri giderek Cumhuriyet yönetiminden yana olduğunu üstü kapalı olarak anlatmaya çalışmıştır. Mustafa Kemal Paşa, çok önemli bir konuda kalabalık yemek ortamında görüş bildirmeyi ve konuşmayı erken bulduğundan konuyu değiştirmiştir. Yemekten sonra Mustafa Kemal Paşa ve Çelebi Cemalettin Efendi, yatak odası olarak ayrılan bir odada beş-altı saat baş başa, özel bir görüşme yapmışlardır. Bu konuda Çelebi Cemalettin Efendinin 1921 yılında kalp yetmezliğinden ölümü üzerine bütün yetkilerini devralan küçük kardeşi Çelebi Veliyettin Efendi (1867–1940), Mustafa Kemal Paşa ile yemekten sonra yapılan görüşme hakkında şunları söylemiştir. Konuşmanın bir yerinde Çelebi Cemalettin Efendi Mustafa Kemal Paşa’ya:

“ – Paşa hazretleri, cesaretli ve basiretli idarenizde Türk milletinin düşmanı kahredeceğine inancım sonsuzdur. Yüce Allah’ın milletimize müyesser edeceği zaferden sonra cumhuriyet ilanını düşünüyor musunuz ?” şeklindeki sorusuna karşılık Mustafa Kemal Paşa samimi ve kararlı bir ifadeyle şöyle cevap vermiştir;

 “ – O mutlu günün ilanına kadar aramızda kalmak kaydıyla evet, Çelebi Hazretleri.”

Bütün Alevî vatandaşların Millî Mücadele’ye tam destek vermeleri konusunda tekrar görüş birliğine vardıkları gibi Çelebi Cemalettin Efendi bütün Alevî teşkilatlarına, Mustafa Kemal Paşa ve Temsil Heyeti’ne yardımda bulunmalarını isteyen bir bildiri yayınlamıştır. Çelebi Cemalettin Efendi’nin bu olumlu yaklaşımı, askerî ve siyasî alanlarda devam etmiş ve T. B. M. M’nin açılışına Kırşehir’i temsilen milletvekili olarak katılmıştır. T. B. M. M’nin 25 Nisan 1920 tarihli oturumunda alınan bir kararla “Meclis Başkan Vekilliği” görevine seçilmiştir.

Heyet, 23 Aralık 1919 Salı günü Hacıbektaş Türbesi’ni ziyaret etmiştir. Salih Niyazi Baba tarafından hazırlatılan öğle yemeğini türbedeki “meydanevi” denilen kısımda, küçük ve alçak masalarda yemiştir. Mustafa Kemal Paşa ve heyet üyeleri yemekten sonra türbenin diğer bölümlerini de ziyaret etmişler, türbenin iç bölümlerindeki tertip ve düzeni beğenerek bölüm yetkililerine ellişer lira bahşiş verdikten sonra, Mucur’a gitmek üzere Hacıbektaş’tan ayrılmışlardır.

Mazhar Müfit Kansu, Mustafa Kemal Paşa ve Temsil Heyeti’nin Hacı Bektaş Veli türbe ve dergâhını ziyaretleri hakkında şöyle demektedir: “…Salih Niyazi Baba’nın öğle yemeği davetinde bulunduk. Salih Baba türbenin ve dergâhının her tarafını gezdirdi. Meydan evi denilen mahalde yere küçük ve alçak bir masanın üzerine konulan büyük bir sininin etrafına oturduk. Hepimizin önünden dolaşan uzun bir havlu, yemekte çatal, bıçak vardı. Çok nefis bir yemek… Can denilen müritler pek mükemmel ve sessizce hizmet ediyorlardı. Doğrusu yemekteki bu intizama hayret ettik. Yemeği müteakip ucu zıvanalı sigaralar ve kahveler de ikram edildi. O gün akşamüstü Mucur’a avdet edileceğinden, hareket zamanına kadar hoş bir sohbet ile vakit geçirildiği gibi, Çelebi ile Baba arasındaki ihtilaf bir derece halledilir bir şekle konuldu.

Alfred Rüstem Bey bu dergâhta çok merakla her şeyi tetkik ediyordu. Ve beraberce Aş Dede’nin odasına girdik; ocağa konulmuş eski zamandan kalma gayet büyük bir kazan vardı, onun yanında pösteki üzerinde çubuğunu içmekte olan bir baba oturuyordu. Baba bu tarihi kazanın muhafızı ve aşa ait hususatın müdürü olacak galiba. Rüstem Bey, Babaya hitaben:

– Baba Efendi, bu kazan hangi tarihten kalmadır ve kimler tarafından kullanılmıştır?

Baba – Pirimiz zamanından kalmadır.

Rüstem Bey – Evet. Tarihi mallım mudur? Nasıl olup da bu ana kadar kalmıştır?

Baba – Eski zamana sizi çok meraklı görüyorum. İşte bu kazan pirimizden kalmıştır. Bize lazım olanı bu; biz bugünü düşünür, yarına Allah kerim deriz. Geçmiş zamana da hu.

Rüstem Bey ile Aş Baba’nın yanından çıktık, Rüstem Bey: “Beklediği kazanın tarihini bilmiyor bu cahil adam !” diye kızdı. Fakat biraz sonra da: – Monşer, Baba’nın felsefesi tuhaf;  bu günü düşünmek, yarına Allah kerim, geçmişe hu; evet, bu da bir meslek olabilir. Amma, çok kritik olur.

– Canım Rüstem Bey, dedim, biz buraya felsefe vapmağa, felsefe aramağa gelmedik. İşte Aş Dede bir kazan bekliyor vesselam.

Gülüşerek, sonra Kırklar meydanını, camii, Balım Sultanı ziyaret ettik. Her taraf temiz, işler büyük bir sükûnet ile telaş gösterilmeyerek görülüyor. Herkes vazifesini biliyor. Doğrusu takdirde bulunduk.

Bir sıra Mustafa Kemal Paşa yanıma sokularak: “Büyük babalara ellişer lira verelim.” dedi. Ben de muvafık gördüm. Aş Babadan başlayarak ellişer lira verdik. Hizmet edenleri de sevindirdik. Fakat Aş Baba parayı alırken: -Eyvallah, fakat bu benim şahsıma değil, dergâha aittir, dedi.

Hacıbektaş halkı ile bütün Anadolu Alevîlerinin Millî Mücadele’de yer almaları konusunda daha önceden çalışmalar yapıldığı anlaşılmaktadır. Mustafa Kemal Paşa Amasya Genelgesi’ni (22 Haziran 1919) yayınladıktan sonra, 26–27 Haziran’da Tokat’a uğramış ve buradaki Alevî vatandaşlar ile yakından ilgilenmiştir. 26 Haziran 1919’da Tokat’tan Konya’da bulunan II. Ordu Müfettişliğine aşağıdaki telgrafı çekmiştir:

Çekildiği Yer: Tokat

Çekildiği Tarih: 26 Haziran 335 [26 Haziran 1919]

Telgrafname No.su: 943

 

Konya’da İkinci Ordu Müfettişliğine

 

Tokat ve havalisinin İslâm nüfusunun % 80’i, Amasya havalisinin de önemli bir kısmını Alevî mezhebinde olanlar teşkil ediyorlar ve Kırşehir’deki Baba Efendi Hazretleri’ne fevkalade bağlı bulunuyorlar; vatanın ve milli istiklalin bugünkü tehlikesini fiilen görmekte olan adı geçenin yerleşmiş kanaati şüphe yoktur, buna pek uygundur. Bu sebeple söz sahibi ve güvenilir bazı kişileri görüştürerek kendilerince uygun görecek Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye ve Reddi İlhak cemiyetlerini takviye edecek şekilde birkaç mektup yazdırılarak bu havalideki Alevi nüfuz sahiplerine dağıtılmak üzere Sivas’sa gönderilmesinin pek faydalı görüyorum. Bu konuda yüksek yardımlarınızı istirham ederim.

 3.Ordu Müfettişi

Fahri Yaver

Mustafa Kemal

Telgraftaki ifadelerden Mustafa Kemal Paşa’nın, Çelebi Cemalettin Efendi’nin konumunu ve içinde bulunduğu durumu çok iyi bildiği ve siyasî desteğini de alabilmek için teşebbüslerde bulunduğu anlaşılmaktadır.

Temsil Heyeti Sivas’ta iken Hacıbektaş’tan Millî Mücadele’nin benimsendiğini bildiren 8 Ekim 1919 tarihli bir telgraf gelmiştir. Temsil Heyeti adına Mustafa Kemal Paşa, Hacıbektaş Dergâhı postnişini ve türbedarı Salih Niyazi Baba’ya 12 Ekim 1919 tarihli bir telgraf göndermiştir. Hacıbektaş’tan gelen telgrafta, vatanın kurtuluşu için girişilen kutsal mücadele ve yapılan çalışmanın uygun görüldüğü ifade edilmektedir. Buna karşılık Mustafa Kemal Paşa tarafından gönderilen cevabi telgrafta ise Salih Niyazi Baba’dan yardımlarının devam etmesi dileğinde bulunulmaktadır.

Sivas’tan Ankara’ya dönerken Hacıbektaş’a uğrayan Ali Fuat [CEBESOY] Paşa, Çelebi Cemalettin Efendi ve Salih Niyazi Baba ile yaptığı görüşmeler hakkında şöyle demektedir:

Kayseri’de Kilikya’nın kurtuluşu hazırlıklarını ikmal ettikten sonra Kırşehir yolu ile Ankara’ya hareket etmiştim. Bu yolu seçmemin iki sebebi vardı. Biri Sivas’ta bulunan Temsil Heyeti’nin bu yoldan Ankara’ya gelmesini kararlaştırdığımızdan yol boyunca alınması gereken tedbirleri bir an evvel almak, ikincisi ise Kayseri ve Kırşehir gibi Orta Anadolu’nun ehemmiyetli şehirleri ile muhitlerindeki milli teşkilatın durumunu mahallerinde incelemekti. Kayseri, Kırşehir ve muhitlerinde gerek teşkilattaki inkişafı ve gerekse milli heyecanı memnuniyetle görmüştüm.

 11-12 Aralık [1919] gecesini Hacıbektaş’ta Orta ve Şarki Anadolu’nun en tanınmış ve sevilmiş şeyhlerinden Cemalettin Çelebi’nin nezdinde misafir olarak geçirmiştim. Hacı Bektaş’ın kabrini ziyaret ettiğim sırada başta Niyazi Baba olmak üzere diğer babaları da görmüştüm. Birkaç ay evvel Ankara Valisi Muhittin Paşanın burada çevirmek istediği entrikalar tamamen boşa çıkmış, Kırşehir halkı, milli davaya sadakatini ispat etmişti. Kırşehir’den ayrılacağım sırada bizi fevkalade izaz ve ikram eden Cemalettin Çelebi bütün samimiyetiyle aynen şunları söylemişti:

Paşam, milli birliğe ve teşkilata elimden gelebilen bütün maddi ve manevi yardımı yapacağım.

Çelebi sözünde sonuna kadar durmuştu.”

Çelebi Cemalettin Efendi’nin 26 Haziran 1919 tarihinde Temsil Heyeti Reisi Mustafa Kemal Paşa’ya çekmiş olduğu telgraftan, Millî Mücadele’ye karşı olumlu tutum ve davranışlarının devam ettiği anlaşılmaktadır:

Devlet, millet, mukaddes vatanın bekâsı ve haklarının muhafazası hususunda kurulan Heyet-i Temsiliye’ye vaki, iştiraki, fakranemizin kabul ve takdir buyrulduğunu tebriş eden telgrafınız alınmakla tazimlerimizi ve teşekkürlerimizi arz ederiz.

Hacıbektaş Çelebisi

Cemalettin

Mustafa Kemal Paşa ile Çelebi Cemalettin Efendi arasındaki ilişkiler sürekli ve samimi olmuştur. Mustafa Kemal Paşa’nın 20 Ocak 1920’de Çelebi Cemalettin Efendi’ye gönderdiği ve beklentilerini içeren telgraftaki ifadelerden bu samimiyet açıkça anlaşılmaktadır:

“… Yolculuğumuz sırasında görüp işittiklerimiz bizlere, gerçek koruyucu Ulu Tanrı’nın yardımıyla kurulan ulusal birliğimizin dayanağı olan ulusal örgütün kök salmış ve ulusun ve yurdun geleceğini kurtarmak için gerçekten güvenilir bir güç ve erk durumuna gelmiş olduğunu sevinçle gösterdi… Dış durum bu ulusal dayanma ve birlik yüzünden Erzurum ve Sivas Kongreleri ilkelerine göre ulusun ve yurdun yararına elverişli duruma girilmiştir… Kutsal birliğimize, dayanma inancımıza güvenerek, töreye uygun isteklerimizin elde edileceği güne kadar hiç yılmadan çalışılması ve bu bildirimizin üyelerimize ve bütün ulusa duyurulması rica olunur.

Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti

Heyet-i Temsiliye Namına

Mustafa Kemal

Sonuç olarak Anadolu Alevîlerinin, bağlı bulundukları Çelebi Cemalettin Efendi ve Hacıbektaş halkının Millî Mücadele’de Mustafa Kemal Paşa’ya yardım ve destekleriyle Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluşunda önemli katkılarda bulundukları bir gerçektir.

KAYNAKÇA

Ali Fuat CEBESOY, Milli Mücadele Hatıraları, Vatan Neşriyatı, İstanbul, 1953, s. 263

Mazhar Müfit KANSU, Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber, II. Cilt, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1986,  s. 493-495

Zeki SARIHAN, Kurtuluş Savaşı Günlüğü II, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1994, s. 287

Alper SEYFELİ, Milli Mücadele’de Kırşehir, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Danışman: Yrd. Doç. Dr. Mustafa EKİNCİKLİ, Kayseri, 2004,  s. 39-43

Yusuf İzzettin KILINÇER, Atatürk ve Kırşehir (1919-1938), Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Danışman: Prof. Dr. Reşat GENÇ, Ankara, 2006, s. 22-31

Hakan UZUN, “Mustafa Kemal Paşa’nın Milli Mücadele Başlarında Kırşehir’e Gelişi”, H. Ü. Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi, Sayı: 3 (Bahar 2006), s. 66-68

Mahmut GOLOĞLU, Milli Mücadele Tarihi III Üçüncü Meşrutiyet (1920) Birinci Büyük Millet Meclisi, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2010, s. 10-11

Kemal Zeki GENÇOSMAN, Atatürk Ansiklopedisi, Cilt: VI, May Yayınları, İstanbul, s. 158-159

Türk İstiklâl Mücadelesi

Mudanya Mütarekesi (11 Ekim 1922)

Published

on

Mudanya Mütarekesi, Türk milletinin 20. Yüzyılın emperyalist güçleri karşısındaki milli bir zaferidir. Türk ve Yunan ordusu arasındaki harbi sona erdirmiş olması bakımından, Türk İstiklal Harbi’nin en önemli safhalarından biridir. Mütareke, Devlet-i Aliyye-i Osmaniye’nin sonu anlamına gelen Mondros Mütarekesi’ni geçersiz kılmakla birlikte Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temelini atan Lozan Anlaşması’nın şartlarını hazırlamıştır.

Mudanya Mütarekesi’nde Türkiye’yi İsmet Paşa, İngiltere’yi General Harington (Heringtın), Fransa’yı General Charpy (Şarpi), İtalya’yı General Monbelli (Monbeli) temsil etmiştir. Yunanistan temsilcisi General Mazarakis, Mudanya’ya geldiği gemiden çıkmamış ve görüşlerini yazılı olarak bildirmiştir. Görüşmelere 3 Ekim 1922’de başlanmış, çetin pazarlıklar ve tartışmalar sonucunda 11 Ekim 1922’de Mudanya Mütarekesi imzalanmıştır.

Aşağıda, [Hâkimiyet-i Milliye, 13 Ekim 1922, No: 633, s. 1, sütun: 1-4]’te Osmanlı Türkçesi ile yayımlanan [Konferans Safahatına Dair Levhalar] başlıklı haber metni çevrim yazı olarak sunulmuştur. Görseller, metni açıklayıcı, tamamlayıcı ve destekleyici unsur olarak araştırmacı tarafından yerleştirilmiştir.

—***—

[Mudanya] Konferans Safahatına Dair Levhalar

İmza neden sabaha kadar gecikti?

Mükâleme-i memurinin getirdiği haber, yazı makinesi ile başlıyor

Mudanya: 11[Ekim 1922] (Muhabir-i mahsusamızın telgrafıdır)-Size bu telgrafımla Mudanya Konferansının imzaya müncer [hazır] olduğu geceki safahatı bildireceğim. Burada biz gazeteciler ve halk arasında pek büyük merakı mucip olan bu safahat ve bilhassa imzanın sabaha kadar uzaması herhalde Hâkimiyet karilerinde [okuyucularında] de aynı merakı uyandırmıştır. Filhakika [hakikaten] imza merasimi tam nısfı’l-leylide [gece yarısında] icra edilecekti. Fakat nısfı’l-leyli bir buçuk saat geçtiği halde müttefikin murahhasları [delegeleri] gemilerinden inmediler. Bunun üzerine bir mükâleme memuru giderek tehirin sebebini sual etmiştir. Vuku bulan mükâlemede bu tehirin Yunan murahhaslarının almış olduğu vaziyetten mütevellit bulunduğu anlaşılmıştır. Nısfı’l-leylile doğru İngiliz zırhlısında toplanmış olan üç müttefik hükumet generalleri nezdine Mazarakis ve Miralay Sarıyanis giderek imzaya karşı olan vaziyetlerini teşrih [şerh] eylemişlerdir. Yunanlıların ne vaziyet aldığı malumdur. Saat üçte General Harington karaya çıkmış ve birkaç dakika fasıla ile Fransız ve İtalyan generalleri gelmişlerdir. Bunun üzerine celse derhal küşat olunarak uzun bir protokol müsveddeleri kıraat edilmiş ve mutabık bulunduğu için tebyizine [beyaza çekilmesine] emir verilmiştir. İşte bu anda derin bir sükûtu yalnız yazı makinelerinin tıkırtıları ihlal ediyordu. Nebahat Hanım, Safvet Lütfullah beylerle daha iki zat bizim heyet-i murahhassanın protokollerini tebyiz ediyordu. İngiliz, Fransız heyetlerinden müfrez [ayrılmış] diğer beş zat da mukabil tarafın mukavelesini makineye geçiriyordu. Bu iş gecenin beşine kadar devam etti ve saat beşi çeyrek geçe teneffüs edilmek üzere celseye nihayet verildi.

Herkes memnun, mızıkalar çalıyor, hararetli musafahalar [el sıkışmalar, tokalaşmalar], bütün Mudanya ahalisi bu geceyi ayakta ve uykusuz geçirmiş ve müzakerenin olduğu binanın etrafını kesif bir halk tabakası doldurmuştur. General Harington bizzat sokak kapısına kadar inerek bandodan muhtelif havalar talep etmiş ve bütün istediği parçalar çalınınca bunları hayretler içinde dinlemiştir.

Herkes protokol müsveddelerinde mutabık kalındığını haber aldığı zaman artık imzanın merasim meselesinden başka bir şey olmadığını anlamıştı. Bu hal halk kadar bütün murahhasların çehrelerinde de görülüyordu. Bilhassa Franklin Buyyon Bey büyük bir meserret [sevinç] içinde idi. General Harington İsmet Paşa Hazretleriyle adeta kendisini kucaklarcasına mükerrer musafahalarda bulundu. General Şarpi aynı memnuniyeti izhar eyliyordu.  Bu sırada salonlarda fevkalade bir hareket, bir kaynaşma görülüyordu. Bilhassa gazetecilerin faaliyetini görmek insana hakiki bir zevk veriyor, Amerika muhabirlerinin dört yazı makinesi mütemadiyen işliyordu.  Artık kırk sekiz saatlik bütün yorgunluklar bu heyecan ve endişe içerisinde unutulmuş, tebyiz üç saat on üç dakikada kâmilen ikmal edilmişti.

Ben, Yunanlıların Protokolü Kabul Etmedikleri Manasını Çıkarıyorum! Hayır, Yunanlıların Ehemmiyeti Yok!

Şimdi saat yediye yirmi yedi var. (Bütün saatler İstanbul ayarıdır.) Herkes yeşil masanın etrafındaki yerlerinde ahz-ı mevki etmiş bulunuyorlar. Konferans Reisi İsmet Paşa Hazretlerinin önündeki çifte lamba dışardan gelen yeni müteharrik beyazlıklar arasında sarı lemalarla kıpırdıyor. İsmet Paşa’nın karşısında General Harington, İngiliz generalinin sağında General Monbelli, solunda diğerleri sırasıyla ahz-ı mevki etmişlerdi. İlk defa General Harington söz alarak Mazarakis ve Sarıyanis’in tahriri kuyıt itirazına serd ederek imzadan imtina eylediğini söyledi ve bu itiraznameyi okudu. Bunun üzerine İsmet Paşa pek ciddi bir tavır ve hareketle:

  • Bundan, ben Yunan murahhaslarının protokol münderacatını kabul etmedikleri manasını çıkarıyorum, dedi.

Buna General Harington:

  • Hayır! Yunanlıların bu hareketine imtina manası verilemez. Vesait-i muhabereleri karma karışık. Mamafih asıl imzaya salahiyettar murahhaslar General Mazarakis, Miralay Sarıyanis değil, Paris’te bulunan mümessilleridir. Üç güne kadar bütün imzaların hitam bulacağını temin ederim.

Bunun üzerine vapurda bulunan Yunan zabitlerinin konferansça hiçbir ehemmiyeti olmadığı şekli kabul olundu.  

Bütün Kalemler Mukavele Üstünde Gıcırdıyor! Harington da Tanışmayarak Geldik, Dost Olarak Gidiyoruz, Diyor

Saat yediye on yedi var. Bütün eller bir an içinde kalemlere ve hokkalara uzanıyor. İlk kalem gıcırtıları protokolün birinci sahifesine dört generalin imzalarını tespit etti. Protokolün her sahifesi ve sonu ayrı ayrı imzalandı. İmzalanan beş nüshadır. İmza muamelesi tam yediyi bir geçe hitam buldu. General Harington imzayı müteakip sarih, kısa ve yumuşak bir sesle bir nutuk irat eyledi ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükumetine, Başkumandan Paşa Hazretlerine, Konferans Reisi İsmet Paşaya, Erkan-ı Harbiye Reisimize ve Erkan-ı Harp umera ve zabitana ayrı ayrı teşekkürde bulundu ve sonra Türkiye halkına ve mümessillerine ve Mudanya şehrine ayrı ayrı teşekkür ederek:

  • Tanışmayarak geldik, dost olarak gidiyoruz ve bu hissi daima muhafaza edeceğiz, dedi.

İsmet Paşa Hazretleri General Harington’ın nutkuna kısa bir cevapla mukabele ederek, bu konferansın sulh-ı umumiye mukaddema olacağı ümidinde bulunduğunu söyledi.

General Harington konferans salonundan çıkarken etrafını alan gazetecilerin kendisine ne kadar muğber [gücenmiş, küskün] olduğunu anladığını gösteren bir tavırla beyan-ı itizar etti [özür diledi]. Bidayette matbuat müntesiplerinin konferansa girmemeleri için teşebbüsatta bulunduğunu itiraf,  fakat burada kendilerinden pek çok muavenetler gördüğünü ilave etti ve her birine ayrı ayrı ve mükerrer surette teşekkürde bulundu. Bu esnada salonlar hınca hınç dolu idi. Bilhassa Mösyö Fraklin Buyyon bir türlü yerinde duramıyor, izhar-ı meserret eyliyordu [sevinç gösteriyordu].

Mudanya’dan İnfikak [ayrılma]; Yunan Şilebi Galya Emniyet Edilmeyerek Muhafaza Altına Alınmış!

Avdet [dönüş]-Generaller aşağı indikleri zaman pek muntazam bir kıtaa-i askeriyemiz resm-i selamı ifa ediyor ve askeri mızıkalar terennümsaz oluyordu [terennüm ediyordu, şarkı söylüyordu]. Yediyi çeyrek geçe herkes vapurlarına çekilmiş bulunuyordu. Tam sekizde, başta İtalyan ve en sonra Yunan gemileri olduğu halde Mudanya tarihi konferansının bütün ecnebi murahhaslarını İstanbul’a doğru götürmeye başladılar. Bir müddet sonra İngiliz torpidolarından biri geriye dönerek Yunan şilebini önüne kattı ve bunu bir Fransız gemisi takip etti. [1]

—***—

Mudanya Zaferi Ve İstanbul’daki Tesirleri

İstanbul, 13 [Ekim 1922] (Muhabir-i mahsusamızın [özel muhabirimizin] telgrafıdır)-Mukavele-i askeriyenin imzası haberi İstanbul’da fevkalade bir meserret [sevinç] uyandırmış ve derhal her taraf donatılmıştır. Öyle ki İstanbul, ilk defa olarak baştanbaşa kırmızı-siyaha boyanmış ve ay-yıldıza kavuşmuş bulunuyordu. Bu sefer Bab-ı Ali de geçen seferki soğukluğunu bırakmış ve bütün devair-i resmiyenin [resmi dairelerin] tezyinini [süslenmesini] emretmiştir. Bundan başka, ikinci garip manzara Rumların da bu bayrama iştirak ederek bayrak çekmeleridir. Ecnebi müessesatı [yabancı kuruluşlar] da kendi bayraklarının yanına Türk sancağını çekmişlerdir. Gece muntazam bir fener alayı tertip edilmiştir.

Bütün gazeteler, sahifelerini Mudanya Konferansı’nın mesut neticelerine hasretmişlerdir [ayırmışlardır]. İstanbul matbuatı bunun Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükumetinin büyük siyasi zaferi olduğunu müttehiden beyan etmekte ve mukaddemat-ı sulhiyeye [barışın başlangıcına] esas demek olan bu mukavelenin, sulh konferansındaki muvaffakiyetlerimizin derecesini bile göstermekte olduğunu söylemektedirler.

Bu zaferi Beyoğlu Yunan matbuatı da saklamamakta ve Türklerin tam bir vatanperver olarak bu neticeleri elde ettiklerini söylemektedirler. Bilhassa (Pronodos) gazetesi şu şayan-ı dikkat cümleleri yazmaktadır:

Türkler ne kadar icray-ı şadmani eyleseler [sevinirlerse sevinsinler], o kadar haklıdırlar, çünkü bugün milli emellerini tamamıyla tahakkuk ettirmişler ve herkesin bir daha yerinden kalkmamak üzere gömdüğünü zannettikleri Türkiye’yi diriltmişlerdir. Türklerin son senelerde gösterdikleri eser-i rüşt her millet için bir numune-i imtisaldir. Bu son senelerde her şeyden istifadeyi bilmişlerdir. Yunanlılar ise ancak Yunanlılığın mahvına çalışmışlar, Türklerin ise yegâne düşüncesi Türklüğün ihyası olmuştur.” [2]  

DİPNOTLAR

[1] Hâkimiyet-i Milliye, 13 Teşrinievvel [Ekim] 1922, No: 633, s. 1, sütun: 1-4

[2] Hâkimiyet-i Milliye, 15 Teşrinievvel [Ekim]1922, No: 634, s. 1, sütun: 1-2

Continue Reading

Türk İstiklâl Mücadelesi

Gençliğe Hitabe’nin Dil, Tarih ve Coğrafya ile İlişkisi

Published

on

Özet

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün 15-20 Ekim 1927’de Cumhuriyet Halk Fırkası’nın ikinci kurultayında okuduğu Gençliğe Hitabe, Cumhuriyet’in temel değerlerini gelecek nesillere aktaran bir “milli vasiyet” niteliğindedir. Bu çalışmada, Hitabe’nin dil, tarih ve coğrafya boyutları üzerinden incelenmesi amaçlanmaktadır.

Anahtar Kelimeler: Atatürk, Gençliğe Hitabe, Dil, Tarih, Coğrafya, Kolektif Hafıza, Milli Kimlik

Giriş

Gençliğe Hitabe, Türk milli kimliğinin inşasında dil, tarih ve coğrafyanın nasıl bir bütünlük oluşturduğunu gözler önüne seren temel bir belgedir. Atatürk’ün hitabesi, geçmişin acı tecrübelerinden hareketle geleceğe dair bir bilinç ve görev yüklemesi yapmaktadır. [1]

I. Dil ve Gençliğe Hitabe

1.1. Dilin Sadeleşmesi

Cumhuriyet’in ilk yıllarında dil, milli kimliğin en önemli unsuru kabul edilmiştir. Osmanlı’nın Arapça-Farsça karışımı karmaşık dilinden uzaklaşılarak, herkesin anlayabileceği sade bir Türkçe benimsenmiştir. [2]

1.2. Retorik ve Söylem

Ey Türk gençliği!” ifadesi, Türkçe’nin en yalın ve en güçlü hitap biçimidir. Emir kipleriyle kurulan cümleler — “müdafaa edeceksin”, “düşünmeyeceksin” — dilin buyurucu gücünü ortaya koymaktadır. Bu söylem, yalnızca gençlere değil, bütün millete yönelik bir bilinç uyandırmayı amaçlamaktadır. [3]

1.3. Dilin Kolektif Hafızaya Etkisi

Türkçe’nin sade kullanımı, metni kuşaklar boyu aktarılabilir hale getirmiştir. Böylece dil, toplum hafızasının canlı kalmasını sağlayan bir araç olmuştur. [4]

II. Tarih ve Gençliğe Hitabe

2.1. Tarihi Arka Plan

Hitabenin temelinde Mondros Mütarekesi (30.10.1918), Sevr Antlaşması (10.08.1920) ve Türk İstiklal Harbi (19.05.1919–11.10.1922) deneyimleri vardır.[5] Atatürk, bu tarihi tecrübeleri, gelecekte benzer tehditlerin yaşanabileceğine dair bir uyarı olarak kullanmıştır.

2.2. Tarihten Çıkarılan Dersler

  • İç Tehditler: “Dâhilî bedhahlar” ifadesi, işgal yıllarındaki işbirlikçi unsurları çağrıştırır. [6]
  • Dış Tehditler: “İktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler” sözü, emperyalist müdahalelerin sürekliliğine işaret eder.[7]
  • Milli Mücadele Hafızası: “İmkân ve şeraitin çok namüsait olduğu bir zamanda” bağımsızlığın kazanılması, milli hafızanın temel derslerinden biridir.[8]

2.3. Tarihin Geleceğe Taşınması

Hitabe, yalnızca geçmişi hatırlatmaz; aynı zamanda geleceğe yönelik bir görev ve sorumluluk bırakır. Bu yönüyle tarih, milli bilincin daima canlı tutulmasını sağlayan bir rehber görevi üstlenir.[9]

III. Coğrafya ve Gençliğe Hitabe

3.1. Türkiye’nin Stratejik Konumu

Türkiye, üç kıtanın kesişim noktasında yer alması sebebiyle tarih boyunca istilalara maruz kalmıştır. Bu konum, milli hafızada sürekli bir teyakkuz hali yaratmıştır.[10]

3.2. Vatan Toprağı ve Kutsallık

İstiklâl ve Cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen” ifadesi, yalnızca siyasi rejimi değil, aynı zamanda vatan toprağını da koruma sorumluluğunu yükler. [11]

3.3. İç ve Dış Tehlikeler

Memleketin dâhilinde” vurgusu, hem dış tehditleri hem de içteki parçalanma risklerini kapsamaktadır. Bu durum, coğrafyanın milli kimlikle özdeşleşmesini sağlamıştır. [12]

IV. Dil, Tarih ve Coğrafyanın Kolektif Hafıza ile İlişkisi

4.1. Unsurların Birleşimi

  • Dil: Birleştirici unsur.
  • Tarih: Uyarıcı hafıza.
  • Coğrafya: Aidiyetin mekânı.

4.2. Milli Kimlik ve Süreklilik

Gençliğe Hitabe, dil, tarih ve coğrafyayı bir araya getirerek milli kimliği gelecek kuşaklara taşımayı amaçlamaktadır.

Sonuç

Gençliğe Hitabe, dilin birleştirici gücü, tarihin öğretici yönü ve coğrafyanın kutsallığıyla Türk milli bilincini pekiştiren bir metindir. Atatürk, bu hitabeyle gelecek nesillere yalnızca bir öğüt değil, aynı zamanda bir görev ve sorumluluk da bırakmıştır.

Dipnotlar

[1] Kemal Atatürk, Nutuk, Cilt: II 1920-1927, M. E. B. Devlet Kitapları, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1969, s. 897-898

[2] Nihad Sami Banarlı, Türkçenin Sırları, Kubbealtı Yayınları, İstanbul, 1972, s. 15–18.

[3]   Kemal Atatürk, Nutuk, s. 897.

[4]  Berna Moran, Türk Dili ve Edebiyatı Üzerine Makaleler, İletişim Yayınları, İstanbul, 1990, s. 42.

[5] Sina Akşin, Kurtuluş Savaşı Kronolojisi, İmge Kitabevi, Ankara, 1992, s. 27–34.

[6] Kemal Atatürk, Nutuk, s. 897.

[7] Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, çev. Metin Kıratlı, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1961, s. 202.

[8] Kemal Atatürk, Nutuk, s. 898.

[9] Erik J. Zürcher, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, İletişim Yayınları, İstanbul, 2003, s. 145.

[10] Halil İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu Klasik Çağ (1300–1600), Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2004, s. 13–15.

[11] Kemal Atatürk, Nutuk, s. 897.

[12] Zürcher, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, s. 147.

Continue Reading

Özel Günler ve Anlamları

26 Eylül Türk Dil Bayramı: Tarihî Arka Planı, Atatürk’ün Dil Politikaları ve Günümüze Yansımaları

Published

on

Giriş

26 Eylül, Türk Dil Bayramı olarak Türkiye’de her yıl kutlanan önemli bir kültürel tarihtir. Kökenini 1932 yılında toplanan Birinci Türk Dil Kurultayı’ndan alan bu gün, Türk Dil Kurumu’nun kuruluşuna işaret etmekte ve Cumhuriyet’in kültür politikaları arasında dil inkılabının oynadığı merkezi rolü simgelemektedir.

Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında dil, modernleşme ve millet-devlet inşasının merkezî unsurlarından biri olarak değerlendirilmiştir. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde gerçekleştirilen dil inkılabı, yalnızca alfabe değişikliğiyle sınırlı kalmamış, Türkçenin yabancı unsurlardan arındırılması ve halkın konuştuğu dil ile yazı dili arasındaki mesafenin kapatılması hedeflenmiştir. 26 Eylül 1932’de Dolmabahçe Sarayı’nda toplanan Birinci Türk Dil Kurultayı, bu dönemin başlangıç noktası olmuş ve 26 Eylül tarihinin Türk Dil Bayramı olarak kutlanmasına zemin hazırlamıştır.

1. Birinci Türk Dil Kurultayı ve TDK’nın Kuruluşu

26 Eylül 1932’de başlayan Birinci Türk Dil Kurultayı, Cumhuriyet’in dil politikalarında kurumsallaşmanın ilk adımıdır. Kurultayın ardından Türk Dili Tetkik Cemiyeti (bugünkü TDK) kurulmuş ve Türkçenin söz varlığının zenginleştirilmesi, bilim dili hâline getirilmesi yönünde çalışmalar başlamıştır.

2. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Dil Anlayışı

Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Türk milletinin bağımsızlığını korumasında olduğu gibi kültürel varlığını sürdürmesinde de dilin belirleyici bir unsur olduğunu vurgulamıştır. Onun Sadri Maksudi Arsal’ın “Türk Dili İçin” (Ankara 1930, s. 3) adlı eserinin başına 2 Eylül 1930 tarihinde el yazısıyla kaleme aldığı şu satırlar, bu anlayışı en özlü şekilde yansıtmaktadır:

Millî his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin millî ve zengin olması millî hissin inkişafında başlıca müessirdir. Türk dili, dillerin en zenginlerindendir; yeter ki bu dil, şuurla işlensin… Ülkesini, yüksek istiklâlini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.”

Bu ifadeler, Atatürk’ün Türkçeyi sadece bir iletişim aracı olarak değil, aynı zamanda millî bilincin ve milli bağımsızlığın en temel dayanağı olarak gördüğünü göstermektedir.

3. Günümüzde Türk Dil Bayramı’nın Yansımaları

Günümüzde 26 Eylül, üniversitelerde, okullarda ve kültürel kurumlarda çeşitli etkinliklerle kutlanmaktadır. TDK her yıl bildiriler yayımlamakta, gençler arasında Türkçe’nin doğru ve güzel kullanımını teşvik eden projeler yürütmektedir. Ancak yabancı dillerin artan etkisi ve dijital kültürün getirdiği yozlaşma, Türk Dil Bayramı’nın amaçlarını ve beklentilerini daha da anlamlı kılmaktadır.

Sonuç

26 Eylül Türk Dil Bayramı, Cumhuriyet’in dil inkılabı mirasını simgeleyen ve Türkçenin gelişimi için toplum farkındalığı oluşturan önemli bir tarihtir. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün dil anlayışı, modern millet-devlet inşasının temel taşlarından biri olarak bugün de geçerliliğini korumaktadır. Günümüzde yapılması gereken, bu mirası yalnızca anmak değil; Türkçeyi bilim, sanat, kültür ve teknoloji dili olarak daha da güçlendirmektir.

Continue Reading

En Çok Okunanlar