Türk İstiklâl Mücadelesi
LOZAN BARIŞ ANTLAŞMASI
Published
3 yıl agoon
By
drkemalkocak
GİRİŞ
Osmanlı Devleti, 1877-78 (93) Osmanlı-Rus Harbi ile Tuna vilayetlerini, 1912-13 Balkan Harbi ile Balkanları kaybetti. 1914-18 Birinci Dünya Harbi ile tasfiye edildi/dağıldı.
1683 İkinci Viyana kuşatması ile başlayan bozgun, 1699 Karlofça Anlaşmasıyla toprak kaybı ile neticelendi. Devam eden bozgun ve toprak kaybı Sakarya’da durduruldu.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükumeti ile Emperyalizmin temsilcisi İtilaf Devletleri arasında 24 Temmuz 1923’te imzalanan Lozan Barış Antlaşması’nda, Mondros Mütarekesi ve Sevr Antlaşması ile kaybettiğimiz istiklal ve istikbalimizi kazanıp kabul edilmesini sağlayarak Türkiye Devleti’nin tapusunu tescilledik.
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nce Lozan Barış Antlaşması’nın kabulüne dair 340, 341, 342, 343 sayılı kanunlar 23 Ağustos 1923’te kabul edilmiştir.

Tarihte; insan, mekân, zaman ve olaylar zincirinin/ilişkilerinin sebep, oluş ve sonuçları dönemin anlayış, şart ve imkânları ölçeğinde değerlendirilir/değerlendirilmelidir. 21. yüzyılın başlarından 20. yüzyılın başlarına bakarak hüküm vermek kolaycılığa kaçmak olur. Kütahya-Eskişehir Muharebelerinde uğradığımız mağlubiyetin sebep ve sonuçları Tekâlif-i Milliye Emirlerini doğurmuştur. Tekâlif-i Milliye Emirlerinin içerik ve uygulanmasını, henüz analiz ederek anlayabilmiş değiliz.
“Lozan Zafer mi Hezimet mi?” tartışmalarını; ideolojik, siyasi, etnik, dini/mezhep bağlamlarına boğarak söylemlerde bulunmak herhangi bir sermaye ihtiyacı olmadığından/herhangi bir emek sarfı gerektirmediğinden, akıl ve bilim geçer akçe olmadığından istenilen zemin ve zamanda yapmak basit ve kolaydır.
Akıl ve bilim, sermaye ve emek kullanımına şiddetle ihtiyaç duyulan ise Lozan Barış Antlaşması ile kazandıklarımızı ne derecede koruyup “Ne mutlu Türküm diyene!” sözünün anlam ve önemini idrak edebilmektir. Örneğin; Ege Adalarının silahsızlandırılması, kıta sahanlığı, hava sahasının kullanımı, Fener Rum Patrikhanesinin konumu/statüsü, mütekabiliyet esasının Türkiye’deki Rum azınlık ile Yunanistan/Batı Trakya Türk azınlığına uygulanması, 1954’te son taksiti ödenen Osmanlı borçları, siyasi, adli ve mali kapitülasyonlar, Montrö Boğazlar Sözleşmesi… Asıl sorulması gereken soru akıl ve vicdan sahipleri için: Lozan’da kazandıklarımızdan ileride miyiz yoksa geride miyiz? sorularının cevaplarını verebilmek ve sorumluluk alabilmek cesaretini gösterebilmektir!..
Öncesi ve sonrasıyla Lozan Antlaşması görüşmeleri ve imzalanmasında emeği geçen başta Mustafa Kemal Paşa olmak üzere, İsmet İnönü Başkanlığındaki Türk temsilcileri, Türkiye Büyük Millet Meclisi, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükumeti Başbakan ve Bakanlarına, Türk devlet, asker ve siyaset adamlarına minnet ve şükranlarımı sunar, fani dünyadan baki âleme göç edenlere Yüce Mevla’dan rahmet, yaşayanlara sağlık ve mutluluklar dilerim.
Lozan Barış Antlaşması’nın anlam, içerik ve önemini merhum İsmet İnönü’nün dilinden okuyup, inceleyelim, muhakeme edip değerlendirelim.
—***—
LOZAN BARIŞ ANTLAŞMASI’NIN ANLAM, İÇERİK VE ÖNEMİ
Lozan Muahedesi imparatorluğun tasfiye edildiği muahededir. Birinci Cihan Harbini, beraber muharebe ettiğimiz müttefiklerle, kaybettik. Yenilgi kesin idi ve galipler sulh masalarına tam hâkimiyetle oturdular.
Müttefiklerimiz olan imparatorluklar, sadece, aldıkları muahede projelerini görmek ve imzalayacaklarını veya imzalamayacaklarını söylemek hakkı ile konferansa girdiler.
Türkiye’nin durumu hepsinden daha güç olmuştu. Türkiye, herkesin 1918’de bitirdiği muharebeye, daha dört sene devam etti. Memleketi işgal altında idi. Her taraftan istila ve fiili hâkimiyet silahla devam ediyordu.
1922’de, birden bire, askeri vaziyet, galiplerin hiç ihtimal vermedikleri kesin bir netice ile yani Türk zaferi ile yeni bir safhaya girdi. Büyük galip devletler, yardım ettikleri küçük ortaklarıyla, muharebeyi devam ettirmişler ve dört sene içinde, bizi, içeriden Padişah Hükümeti, karışıklıklar ve sona kadar Yunan ordusuyla mana düşüreceklerini zannetmişler, muvaffak olamamışlar, 1918 galibiyetinden farklı bir vaziyete düşerek, bizi sulh masasına çağırmışlardır.
Biz, Büyük Millet Meclisi Türkiye’si, o haleti ruhiyede idik ki, imparatorluk mağlup olmuştu ve zaten imparatorluk, memleket içinde de, düşmüş ve lağvedilmişti. Biz, 1918 mağlubiyetini üzerimize almıyorduk. Galip devletler, 1918 galipleri durumunda ısrar etmek istiyorlardı. Bu şartlar altında Konferans toplandı.
Sırası geldikçe ben, Baş Murahhas olarak, Mudanya Mütarekesinden buraya geldiğimi söylerdim. Lord Curzon ise, bana, Mondros Mütarekesini hatırlatmağa çalışırdı. Mesele, aramızda hallolunamadan, ihtilaflı kalırdı.
Müzakereye başladığımız zaman, eşit şartlarla müzakere edeceğimiz nazari olarak kararlaştırılmıştı. 1918 galipleri bu şartı nazari olarak kabul ederler ve tatbikatta ağırlıklarını başka istikametlere yöneltmeğe çalışırlardı. İlk günden itibaren, Konferansın eşit şartları, milletlerin istiklali havası ve hakkının münakaşasını, her vesile ile yenilerdik.
Müzakere başlamadan evvel, İsviçre Reisicumhurunun açma merasiminin nasıl yapılacağını bize haber verdiler. İlk haber, Reisicumhur Konferansı açacak ve ondan sonra çekilecek, Konferans toplanacaktı. Biraz sonra, ikinci bir haber geldi:
Reisicumhur Konferansı açacak, Müttefiklerden birisi söz alacak, konuşacak ve tören kapanacaktı. Bunu bize söyler söylemez, “Müttefiklerden biri konuşursa, bizim de, bir taraf olarak, konuşacağımızı” haber verdim.
Bunun üzerine, Fransız Başvekili M. Poincare ile görüşmemiz oldu. M. Poincare, benim ne konuşacağımı öğrenmek istiyordu. Kendisine, hazırlamış olduğumuz bir açış konuşması bulunduğunu söyledim. Müttefiklerden İngiliz Hariciye Nazırının Konferans namına, yalnız teşekkür edeceğini, başka bir şey yapmayacağını söyledi. “Ben de yalnız teşekkür ederim” dedim. M. Poincare merak etti, konuşmamın ne olduğunu görmek istedi. Çıkardım, gösterdim. İçinde birçok şikâyetler vardı. Memleketimizin gördüğü tecavüzleri, haksızlıkları anlatıyordum. İlk anda böyle bir çatışmaya varılmaması için M. Poincare çok ısrar etti. Nihayet bir iki kelime değiştirmeyi kabul, başka bir şey değiştirmemekte ısrar ettim. Ayrıldık.
Üçüncü haber, tekrar, Reisicumhurdan sonra kimse konuşmayacak, şeklinde geldi. “Kimse konuşmazsa, ben de konuşmayacağım; bir kişi konuşursa, mutlaka ben de konuşacağım” dedim.
Tören açıldı. Reisicumhurdan sonra, Lord Curzon’a söz verildi. Lord Curzon, teşekkürlerle birlikte, sulh arzularıyla geldiğini söyledi; sulhun lüzumunu bütün milletler için göstererek ve temenni ederek, haklı ve iyi niyetli bir eda ile konuşma yaptı.
Lord Curzon yerine otururken, törende toplanmış olanlar beni, hayretle kürsüde gördüler. Reisicumhura hitap ettikten sonra, konuşmama başladım. Sulh arzularıyla geldiğimizi, çok haksızlık gördüğümüzü söyledim; sulh arzularının bütün Konferansa hâkim olması, adalet içinde bir sulh yapılması dileği ile sözü bitirdim. Oturdum.
Herkes, garip bir vaziyette, nihayet benim diplomat usullerini bilmeyen bir asker olduğuma hareketimi vererek, aramızda sataşmalar ve usul münakaşalarıyla, törendeki müdahalemi hazmedip geçtiler.
Konferansın ilk toplantısında İçtüzüğünü konuşurken, eşitlik şartlarına titizlikle dikkat ettik. Mesela Konferansın dili İngilizce ve Fransızca olacak deniyordu. Ben, “bir de Türkçe olacak” diye ilave ettim. Komisyon başkanlıkları İngiltere, Fransa ve İtalya arasında taksim olunuyordu. Bizim de bir komisyon başkanlığına hakkımız olduğunu tartıştım. Nihayet Konferansın İçtüzüğü kabul edildi ve içinde bizim kabul etmediğimiz noktalardan birçoğu gösterildi.
Bunları söylemekten maksadım, eşitliğin şartlarını dikkatle takip ediyoruz; tabii, ehemmiyetsiz usulde, selamda sabahta bile, fark gözetirlerse, o farkları gösteriyoruz, fakat bu yüzden Konferansın inkıtaa gitmesini istemiyoruz; Konferansın yapılmasını istiyoruz. Konferansa hangi haleti ruhiye ile gittiğimiz, şimdiye kadar anlaşılmıştır zannederim.
Biz, Milli Mücadele esnasında, hep İngilizlerle hasım durumunda bulunduk. İstanbul Hükümeti, bizimle mücadele ederken, başlıca İngilizlere istinat ediyordu.
Fransızlarla fiilen muharebe etmiş olduğumuz halde, nihayette, Ankara İtilafnamesiyle Fransızlarla yarı sulh olmuş gibiydi ve aramızda yakınlık vardı. İtalyanlarla aramızda hiç muharebe geçmemişti ve onların Yunan istilasına taraftar olmadıklarını zannediyorduk. Japonya ve diğer Balkan devletleriyle kolay anlaşacağımızı tahmin ediyorduk.
Bu hulasa ile Konferansta biz, İngilizlerin bize karşı olan düşmanlığından zarar görmemek için, diğer bütün Müttefiklerle beraber hareket etme usulünü takip etmek istedik.
Lord Curzon bunun farkına vardı. İlk aylarda hiçbir İngiliz meselesinden dolayı Konferansı tehlikeye düşürecek kesin bir vaziyet almıyordu. Ve diğer büyük küçük bütün Müttefiklerin, en önemli ve en önemsiz her isteklerini ve her sözlerini bütün kuvvetiyle destekliyordu. Özel bir görüşmemizde, bana, benim çok manevraya alışkın olduğumu, ama düşündüklerimi tatbik ettirmeyeceğini, yarı şaka bir eda ile söylemişti. İngiliz’den başka olan bütün Müttefikler, benimle ayrı ayrı her pazarlığı yapmağa istidatlı idiler, ümit veriyorlardı. Fakat İngilizlerle ihtilaf içinde bir meseleyi öne sürünce, onu İngilizlerle halledeceğini, kendilerinin hiçbir şey yapamayacağını bildiriyorlardı.
Lord Curzon, büyük meselelerden hiçbirini, daha evvel bütün müttefiklerini toplayıp bir karara bağlamadan, açık müzakereye getirmiyordu. Bu usulle Konferansta bir neticeye varamayacağımız anlaşılmıştı. İngiliz’den başka olan Müttefiklerin arzularını tatmin etmek imkân haricinde idi. Bütün Türkiye’yi versek, kâfi gelmiyordu. Ve buna bedel de, sona kalacak İngiliz meseleleri için, hiçbirisi, İngiltere’den ayrılacağını söyleyemiyordu. O halde, evvela, taktiği değiştirdik. Birinci devrenin sonuna doğru, sulhun İngilizlerin elinde bulunduğu kesin kanaatına vardım. Onların kopma meselesi yapabilecekleri konulara teşhis koyarak, oralarda bir neticeye varmayı öne aldım.
Konferansın büyük meseleleri şunlardı:
İlk önce arazi meseleleri. Bunlar, muharebe meydanlarında fiilen bir neticeye varmış; Ankara İtilafıyla Fransa ile hudut meselesi halledilmiş; fiilen işgal etmediğimiz halde almak istediğimiz Trakya, Mudanya Mütarekesi ile harbin hemen sirayet çevresi olmak itibariyle, daha evvel, Konferans kararlaştırılırken şarta bağlanmıştı. İstanbul’un ve Boğazların kayıtsız şartsız boşaltılması, Konferansta baştan sona kadar, bizim başlıca kaygımız olmuştur. Konferansta çıkacak yeni arazi meseleleri üzerinde, fiilen işgal etmedikçe, yeni bir adım atmak ihtimali görülmüyordu.
Konferansın büyük meselelerinden biri, Boğazlar meselesi olmuştur. Boğazların açık olmasında başlıca İngilizler ısrar ediyorlardı; bütün Müttefikler İngiltere etrafında toplanmışlardı. Bu meselelerde bir kopmaya gitmemek, sulh için çaresiz görünüyordu.
Konferansta, Kapitülasyonlar büyük dava olmuştur. Bunda bütün Müttefikler ve Amerika karşımızda bulunmuşlardır. Biz de bu meseleyi hayati davalarımızdan biri sayıyorduk.
Konferansta azınlıklar (ekalliyetler) yüzünden, tarihten gelen alışkanlıkla, büyük ihtilaf çıkacağı beklenebilirdi. Azınlıklar meselesi, Konferansa gitmeden evvel, fiilen halledilmiş durumda idi. Bu yüzden, Türkiye’yi zorlamak mümkün olamazdı. Zaten, kapitülasyon içinde bulunmayan her memleketin kabul ettiğini biz de kabul ediyorduk.
Konferansın büyük bir meselesi, Düyunu Umumiye meselesi, yani Osmanlı İmparatorluğu borçlarının altın ödeme mecburiyeti ve Osmanlı İmparatorluğu’nda alışılan imtiyaz ve iktisadi nüfuz sahaları usulünün kaldırılması çabası olmuştur. Bunda İngilizler nispetle daha az alaka gösterdiler. Diğer Müttefikler son derece hırslı ve haşin idiler.
Bu büyük meseleler, hesapsız başka meselelerle beraber konuşuldu. Bir konferansı neticeye vardırmak için tarafların ciddi olan uzlaşma arzusu esaslı rolü oynar. Biz, hayati bir mani olmadıkça, sulh yapmak mecburiyetindeydik. Müttefikler, kendileri için kopma meselesi sayılabilecek konular dışında, Türkiye ile sulh yapmayı ve yeni memleketlerde sulh içinde yerleşmeyi tercih ediyorlardı.
Müttefikler, arzu ettikleri muahedeyi bize kabul ettirmek için, yalnız müzakerelerde hukuki çekişmelerle kalmamışlar, Şubat’ta büyük baskı ve gösteri ile Konferansı kesintiye uğratmağa kadar, kararlı olarak gitmişlerdir. Zannediyorlardı ki, bu kadar şiddetli bir baskı karşısında, hallolunamayan meselelerde, Türkler boyun eğeceklerdir. Şubat teşebbüsünü reddedip, ayrılmayı göze aldığımızı gösterdikten sonra, daha Ankara’ya gelmeden, daha İsviçre’de iken, ileri vardıklarını ve Türklerin hayati gördükleri meseleleri herhalde elde etmek için, tehlikeleri göze alabileceklerini, şiddete, zora baş eğmeyeceklerini anlamışlardı. Buraya kadar, tecrübe etmeden, bunu kabul etmiyorlardı.
Lord Curzon’un İsviçre’den ayrıldığı 4 Şubat’ın ertesi günü bu teşhisi ufukta gördüm. Konferansın kesilme yapmadığını, erteleme yaptığını söylemekte Müttefikler acele ettiler ve ben, Ankara’ya gelinceye kadar, Lord Curzon’dan yolda dostane mesajlar aldım. Havayı ümitli olarak muhafazaya ehemmiyet veriyordu. Onun için, ben Ankara’ya geldiğim zaman, Reisicumhurumuza ve Hükümete vaziyeti etrafıyla ve bütün güçlükleriyle anlatırken, “Sulh ihtimali vardır, bunu elde edebiliriz” kanaatını söyleyebiliyordum.
Müttefikler başka bir şeye de güveniyorlardı: Yeni Türkiye, yeni bir devletin büyük reformları içinde idi. Bu reformları Türkiye bünyesinin ne kadar hazmedeceği meçhul idi ve onlar için, Konferansta kaybettiklerini yeniden elde etme fırsatını verebilecek bir ihtimal idi. Bu sebeple, bir takım vadelere bağlanmış kararlarla yetinmekte mahzur görmediler. Vadeler gelinceye kadar olacak hadiselerden ümitli idiler.
Müttefiklerin ati için bir ümitleri de, yorulmuş, fakir düşmüş bir milletin, harap olmuş memleketini tamir etmek için mutlaka yardıma muhtaç olacağı, bunun için kendilerine müracaat edildiği vakit, harpte ve Lozan’da kaybedilmiş olan eski alıştıkları usullerin ve muamelelerin tekrar konabileceği idi.
Lozan Muahedesinin tasdiki de bir yıl geç oldu. Ümitleri bu Muahedenin tatbik edilemeyeceğinde idi. Bu ümitleri hiç gerçekleşmedi.
Kabul edilen muahedenin eksik ve ileriye bağlanmış noktalarını bu şekilde anlamak lazımdır. İlk ticaret muahedesi, beş sene için, Lozan’da kararlaştırıldı. Adli idare beyannamesi, böyle bir ümitle, beş seneye bağlandı. Sağlık işleri beyannamesi için de böyle yapıldı.
Şimdi, bu anlattıklarımdan sonra kavranacaktır ki, ticaret muahedesi beş seneyi bitirdikten sonra, Türkiye, haklarına aykırı hükümlerle yeni bir ticaret muahedesi yapmayacak durumda idi. Adli idare beyannamesi kolaylıkla vadesini bitirdi. Çünkü bu beyannamenin müddeti dolduğu zaman, yabancı müşavirlerin ümit edebilecekleri ıslahattan çok ilerisi, Türkiye’de fiilen tatbik olunmuştur. Sağlık işleri beyannamesi de bu tarzda kolaylıkla bitmiştir. Lozan Muahedesinin bu eksikleri böyle tamam oldu.
Boğazlar muahedesinin açığının kapanması, 1936’da Montreux ile mümkün oldu. Boğazların Türkiye elinde her suretle müdafaa edilmesi hakkının, uluslararası emniyet için de lazım olduğunu, yeni Türkiye kabul ettirdi.
Müttefiklerin iktisadi nüfuz sahaları ve Türkiye’ye yardımın anormal istifadeler karşılığında yapılması alışkanlığı hiçbir zaman gevşemedi ve İkinci Cihan Harbine kadar ilk safhası devam etti. İkinci Cihan Harbinde müttefik olduktan sonra, bu vaziyet, ittifakın şartları ve ittifak münasebetleri içinde, bir dereceye kadar düzelmiştir. İktisadi şartların milli menfaate göre ve siyaseten ve iktisaden kuvvetli memleketlerin usulleriyle işlemesi meselesi hala halledilecek bir mesele olarak devam etmektedir.
Lozan Muahedesinin bünyesi ve tamamlanması hikâyesi budur.
Son fasıl olarak, Lozan Muahedesinin özelliğini anlatacağım. Birinci Cihan Harbinden kalan muahedelerin hiçbirisi yaşamaz. Yalnız Lozan Muahedesi ayaktadır. İkinci Cihan Harbinden sonra yeni muahedeler dünyaya yeni meseleler ve yeni ihtilaflar çıkartmıştır. Lozan Muahedesi Türkiye için esaslı değerini ve uluslararası münasebetlerde kılavuz olacak ilkeleri taşımakta devam etmektedir.
Denilebilir ki, Lozan Muahedesi, imzasından 46 sene sonra, tazeliğini muhafaza etmektedir.
İSMET İNÖNÜ
30 Eylül 1969
[Lozan Barış Konferansı 1 Tutanaklar-Belgeler, Çeviren: Seha L. Meray, YKY İstanbul 2001, s. IX-XII]
You may like

TBMM’nin 30 Ekim 1922 Tarihli ve 307 Sayılı Kararı: Egemenliğin Yeniden Tanımı ve Tarihi Kırılma Noktası

Mondros Mütarekesi (30 Ekim 1918)

Gazi Mustafa Kemal’in Nutuk Adlı Eserini Okuması (15-20 Ekim 1927)

Mudanya Mütarekesi (11 Ekim 1922)

Mustafa Kemal Paşa’nın Neue Freie Presse Muhabirine Cumhuriyet Hakkında Beyanatı [Demeci]

Büyük Âlim Ziya Gökalp’in Vefatı
Türk İstiklâl Mücadelesi
TBMM’nin 30 Ekim 1922 Tarihli ve 307 Sayılı Kararı: Egemenliğin Yeniden Tanımı ve Tarihi Kırılma Noktası
Published
2 gün agoon
Kasım 5, 2025By
drkemalkocak
Özet
30 Ekim 1922 tarihli ve 307 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) kararı, Osmanlı Devleti’nin hukuken sona erdiğini ve TBMM Hükûmeti’nin “hududu millî dâhilinde vârisi” olduğunu ilan ederek, Türk siyasi tarihinde bir meşruiyet inkılabı yaratmıştır. Bu karar, yalnızca bir rejim değişikliği değil; aynı zamanda meşruiyet, egemenlik, kimlik ve tarih yazımı alanlarında köklü bir yeniden kuruluşu temsil etmektedir. Makalede, söz konusu karar amaç, yapı, işleyiş, kavramlar, kişiler, kurumlar ve olaylar üzerinden incelenmekte; ayrıca eleştirel tarih yöntemi ve vaka analizleri aracılığıyla kararın tarihi anlamı çok boyutlu olarak değerlendirilmektedir.
Anahtar Kelimeler: 307 sayılı karar, TBMM, egemenlik, meşruiyet, hilafet, milli egemenlik, tarihi inşa, eleştirel tarih.
1. Giriş: Tarihi Bağlam
Birinci Dünya Savaşı’nın ardından Osmanlı Devleti’nin siyasi egemenliği, Mondros Mütarekesi (30 Ekim 1918) ile fiilen; Sevr Antlaşması (10 Ağustos 1920) ile hukuken sona ermiştir.
Anadolu’da 23 Nisan 1920’de kurulan Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti, fiilî bir egemenlik alanı yaratmış; ancak uluslararası hukukta meşruiyet bakımından tartışmalı kalmıştır.
Lozan Barış Konferansı’na (1922) hem İstanbul Hükûmeti hem TBMM Hükûmeti davet edilince, “kim meşrudur?” sorusu ortaya çıkmıştır.
TBMM, bu soruya 30 Ekim 1922 tarihli ve 307 sayılı kararla cevap vermiştir:

“Osmanlı İmparatorluğu’nun İnkıraz [son] bulup Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti Teşekkül Ettiğine Dair.
Osmanlı İmparatorluğunun munkarız olduğuna [son bulduğuna] ve Büyük Millet Meclisi Hükûmeti teşekkül ettiğine [kurulduğuna] ve Yeni Türkiye Hükûmetinin Osmanlı İmparatorluğu yerine kaim [geçmiş] olup onun hududu milli dâhilinde yeni varisi olduğuna ve Teşkilatı Esasiye Kanunu ile hukuk-ı hükümranı [hükümranlık hakları] milletin nefsine [kendisine] verildiğinden İstanbul’daki Padişahlığın madum [yok olduğuna] ve tarihe müntakil bulunduğuna [intikal ettiğine] ve İstanbul’da meşru [şeriata, kanuna uygun] bir hükûmet olmayıp İstanbul ve civarının Büyük Millet Meclisine ait ve binaenaleyh [dolayısıyla] oraların umur-ı idaresinin [yönetim işlerinin, yönetiminin] de Büyük Millet Meclisi memurlarına tevdi edilmesine [bırakılmasına] ve Türk Hükûmetinin hakk-ı meşru [meşru hakkı] olan Makam-ı Hilafeti esir bulunduğu ecnebilerin elinden kurtaracağına karar verildi.” 30.10.1338 [1922] [1]
Osmanlı İmparatorluğu inkıraz bulmuştur. Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti, onun hududu millî dâhilinde yeni vârisidir.
Bu ifade, hem Osmanlı hanedanı ile hukuki kopuşu, hem de devletin tarihi sürekliliğini aynı anda tesis etmiştir.
2. Amaç: Egemenliğin Kaynağını Yeniden Tanımlamak
307 sayılı kararın iki temel amacı bulunmaktadır:
Dış meşruiyet: Lozan’da tek temsilci olmak ve uluslararası alanda TBMM’yi tanıtmak.
İç meşruiyet amacı: Egemenliği hanedan millete devretmek ve yeni bir “kurucu iktidar” inşa etmek.
Bu bağlamda karar, egemenliğin kaynağını yeniden tanımlayarak
millet egemenliği ilkesinin temelini atmıştır.
3. Yapı ve İşleyişi
Karar üç temel yapı taşına sahiptir:
| Unsur | İçerik | Görev |
| Tespit | Osmanlı İmparatorluğu’nun “inkıraz bulduğu” | Eski rejimin sona erişini hukuken ilan eder. |
| Beyan | TBMM Hükûmeti’nin “hududu millî dâhilinde vârisi” olduğu | Devletin sürekliliğini tesis eder. |
| Sonuç | “Meşru hükümet yalnız TBMM Hükûmetidir” | Yeni meşruiyetin tesisi |
Karar, TBMM Genel Kurulu’nda yapılan tartışmalar sonucunda oybirliğiyle kabul edilmiş, ardından 1 Kasım 1922’de 308 sayılı kararla padişahlığın kaldırılmasına zemin hazırlamıştır.
4. Kavramlar ve Anlamları
Hududu Millî: Misak-ı Milli’nin hukuki yansımasıdır. Egemenliğin coğrafi sınırını tanımlamaktadır. [2]
Vâris: Yeni Türkiye, Osmanlı’nın devamı değil; onun mirasçısıdır.
Bu fark, Cumhuriyet’in kuruluş felsefesindeki “devrimle gelen devamlılık” ilkesini doğurur. [3]
Hukuk-u Hükümrani Milletindir: Egemenliğin ilahi ve hanedana ait bir meşruiyetten kaynaklandığı anlayışına karşı millet egemenliği düşüncesinin ilanıdır. [4]
5. Temsil Ettiği Değerler
Karar, beş temel değerin kurucu ifadesidir:
- Egemenlik: “Kayıtsız şartsız milletindir.”
- Laiklik: Meşruiyetin kaynağı milli iradeye dayanır.
- Milliyetçilik: Egemenliğin coğrafi değil, siyasi bir millet birliği üzerinden tanımlanmasıdır.
- Cumhuriyetçilik: Yönetimde halkın özne olmasıdır
- Modernleşme: Akla ve hukuka dayalı yönetim anlayışının benimsenmesidir.
6. Kurumlar ve Kişiler

TBMM: Kararın mimarıdır; kurucu iktidarın simgesi olarak, yasama ve yürütme erkini elinde bulundurur.
TBMM, meşruiyetini “millet iradesi”nden alarak Osmanlı hanedanının kutsal meşruiyet anlayışını reddetmiştir. [5]
Mustafa Kemal Paşa: Kararın ideolojik ve stratejik planlayıcısıdır. Lozan öncesinde Tevfik Paşa’nın “birlikte temsil” teklifini reddederek kararın çıkmasını sağlamıştır. [6]
Tevfik Paşa: İstanbul Hükûmeti adına “iki hükümetli temsil” teklifinde bulunmuş; bu durum kararı tetiklemiştir. [7]
Rauf Orbay ve İsmet Paşa: İcra Vekilleri Heyeti’nin öncü isimleri olarak kararın uygulanmasında etkili rol oynamışlardır.
7. Vaka Analizleri
Vaka 1: Lozan’a İki Hükümet Çağrısı (1922)
İngiltere’nin, hem İstanbul hem Ankara hükümetlerini Lozan’a davet etmesi, “çift meşruiyet” krizini doğurmuştur. 307 sayılı karar, bu krize hukuki cevap olmuştur. [8]
Vaka 2: Saltanatın Kaldırılması (1 Kasım 1922)
307 sayılı kararın ertesi günü 308 sayılı karara zemin oluşturmuş, padişahlık kaldırılmış ve monarşi hukuken sona ermiştir.[9]
Vaka 3: Ankara’nın Başkent İlanı (13 Ekim 1923)
Kararın “İstanbul’daki hükümet gayrimeşrudur” tespiti, Ankara’nın siyasi merkez haline gelmesine yol açmıştır.
Vaka 4: Hilafetin Kaldırılması (3 Mart 1924)
Kararda hilafetin “ecnebilerin elinde esir bulunduğu” ifadesi, dini otoritenin artık siyasetten ayrılması gerektiği fikrini doğurmuş; 3 Mart 1924’te bu sürecin son halkası tamamlanmıştır.
8. Zaman ve Mekân
Zaman: Karar, Türk İstiklal Harbi’nin diplomatik safhasına denk düşmektedir.
Askerî zaferin hemen ardından gelen bu karar, silahlı mücadelenin siyasi meşruiyete dönüşümüdür.
Mekân: Ankara, yeni egemenliğin “coğrafi sembolü”dür. İstanbul’dan kopuş, millet-devlet merkezinin kuruluşudur.
9. Eleştirel Tarih Yöntemiyle Değerlendirme
Eleştirel tarih yöntemi, olguları sadece sonuçlarıyla değil, niyet ve söylemleri ile incelemeyi öngörmektedir. Bu bakımdan 307 sayılı karar, iki yönlü bir tarihi görev yapmıştır:
İnşa: Yeni bir millet-devlet kimliği, halk egemenliği felsefesini inşa etmiştir.
Tahrif: Osmanlı geçmişini “inkıraz” olarak tanımlayıp tarihi sürekliliği ideolojik biçimde yeniden yazmıştır.
Bu sebeple karar, tarihi yalnız kuran değil aynı zamanda tarihi yeniden yazan bir metindir. [10]
10. Sonuç
307 sayılı TBMM kararı, Türk siyasi düşüncesinde egemenlik, meşruiyet ve kimlik kavramlarının yeniden tanımlandığı bir anayasal dönüm noktasıdır.
Bu kararla:
- Osmanlı hanedan egemenliği/monarşi hukuken sona ermiştir.
- TBMM Hükûmeti devletin meşru temsilcisi olarak tanımlanmıştır.
- Millet egemenliği, Cumhuriyet’in temel ilkesi haline gelmiştir.
Eleştirel açıdan karar, sadece rejim değişikliğini değil; tarih bilincinin, meşruiyetin ve milli kimliğin yeniden inşasını temsil etmektedir.
307 sayılı karar, bir “son” ile bir “başlangıcı” birleştirir. Osmanlı’nın son nefesi, Cumhuriyet’in ilk sözüdür.
DİPNOTLAR
[1] Büyük Millet Meclisi Kavanin Mecmuası, Cilt:1, s. 487; T. B. M. M. ZABIT CERİDESİ, 30.10. 1338[1922], Devre: I, Cilt: 24, İçtima Senesi: 3, s. 292-298
https://www5.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/TBMM/d01/c024/tbmm01024129.pdf
[2] Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasal Gelişmeler 1876–1938, Arba Yayınları, İstanbul, 1984, s. 217.
[3] Cem Eroğul, Devlet ve Devrim Arasında Türkiye Cumhuriyeti, İletişim Yayınları, İstanbul, 1998, s. 35.
[4] Suna Kili, Atatürk Devrimi, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara,1983, s. 21.
[5] Kemal Gözler, Anayasa Hukuku Dersleri, Ekin Yayınları, Bursa, 2021, s. 64.
[6] Erik Jan Zürcher, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, İletişim Yayınları, İstanbul, 2005, s. 208.
[7] İsmail Kara, Din ile Modernleşme Arasında Türkiye, Dergâh Yayınları, İstanbul, 2010, s. 122.
[8] Kemal H. Karpat, Türk Demokrasi Tarihi, İmge Yayınları, Ankara, 2002, s. 55.
[9] Şerif Mardin, Türk Modernleşmesi, İletişim Yayınları, İstanbul, 2000, s. 113
[10] İlber Ortaylı, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, Timaş Yayınları, İstanbul, 2020, s. 289.

Osmanlı Devleti’nin Çöküşü ve Türk İstiklal Mücadelesinin Başlangıç Noktası
Özet
I. Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru Osmanlı Devleti, askerî ve ekonomik açıdan tükenmiş bir hâle gelmiştir. İttifak Devletleri’nin savaşı kaybetmesi üzerine Osmanlı Hükûmeti, ateşkes istemek mecburiyetinde kalmıştır. Bu doğrultuda Osmanlı Devleti adına Bahriye Nazırı Rauf (Orbay) başkanlığındaki heyet, İtilaf Devletleri’ni temsilen İngiliz Amiral Arthur Calthorpe ile 30 Ekim 1918 tarihinde Limni Adası’nın Mondros Limanı’nda görüşerek mütarekeyi imzalamıştır.
Mondros Mütarekesi, Osmanlı Devleti’nin I. Dünya Savaşı’ndan yenilgiyle çıkmasının ardından siyasi, askerî ve ekonomik bakımdan egemenliğini fiilen sona erdirmiştir. Bu mütareke yalnızca bir ateşkes değil, aynı zamanda Anadolu’nun işgale açık hâle getirildiği bir teslimiyet belgesidir. Bu çalışmada, mütarekenin imzalanma süreci, başlıca maddeleri, sonuçları ve Türk millî direnişine zemin hazırlayan etkilerini vaka analizleriyle incelenmektedir.
Anahtar Kelimeler: Mondros Mütarekesi, Osmanlı Devleti, I. Dünya Savaşı, İşgaller, Millî Mücadele
Giriş
I. Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru Osmanlı Devleti askerî ve ekonomik açıdan çöküş sürecine girmiştir. Savaşın başlarında Almanya’nın desteğine güvenen Osmanlı yönetimi, 1918 yılına gelindiğinde Filistin-Suriye Cephesi’nin çökmesi, Bulgaristan’ın savaştan çekilmesi ve Alman ordularının yenilgiye uğraması üzerine mütareke talebinde bulunmak mecburiyetinde kalmıştır.

Osmanlı Devleti, savaşın sürdürülemeyeceğini anlayarak İngiltere ile doğrudan temas kurmuştur. Bu durumda Sadrazam Ahmet İzzet Paşa, İngilizlerle yapılacak bir ateşkesin, muhtemel işgalleri önleyebileceği umudunu taşımaktadır. Osmanlı delegasyonu, Bahriye Nazırı Rauf (Orbay) başkanlığında Hüseyin Rauf Bey, Reşat Hikmet Bey ve Sadullah Bey’den teşekkül etmektedir. Mütareke, Osmanlı heyeti ile İngiltere’yi temsilen Amiral Arthur Calthorpe arasında Limni Adası’ndaki Agamemnon zırhlısında 30 Ekim 1918’de imzalanmıştır.
Mütarekenin Maddeleri
Mondros Mütarekesi 25 maddeden ibaret olup, görünürde bir “ateşkes” metni olmasına rağmen Osmanlı egemenliğini fiilen ortadan kaldıran hükümler içermektedir.
1- Çanakkale ve Karadeniz Boğazlarının çevresi ve Karadeniz’e geçişin temini için buraları müttefikler tarafından işgal edilecektir.
2- Osmanlı sularındaki bütün torpil yerleri gösterilecek ve bunları taramak veya yok etmek için yardım istendiği zaman gerekli kolaylık sağlanacaktır.
3- Karadeniz’deki torpil mevzileri hakkında bilgi verilecektir.
4- İtilâf harp esirleri ile Ermeni esirleri ve mevkuf Ermeniler, İstanbul’a getirilecek ve kayıtsız şartsız İtilâf kuvvetlerine teslim olunacaktır.
5- Hudutların emniyeti ve iç asayişin temini için lüzumlu askerden maadasının derhal terhisi (bu asker miktarı Türkiye’nin görüşü alındıktan sonra müttefikler tarafından kararlaştırılacaktır.)
6- Osmanlı karasularında zabıta ve buna benzer hususlar için kullanılacak küçük gemiler müstesna olmak üzere Türk ordularında bulunan bütün harp sefineleri teslim olunacak ve Osmanlı limanlarında mevkuf bulundurulacaktır.
7- Müttefikler, emniyetlerini tehdit edecek bir durum ortaya çıkarsa herhangi bir stratejik noktayı işgal edebileceklerdir.
8- Bugün Türk işgali altında bulunan liman ve demiryolu mahallerinden İtilâf Devletleri kuvvetleri yararlanacaktır. Osmanlı gemileri de ticaret ve terhis hususlarında aynı şartlardan yararlanacaktır.
9- Bütün Türk limanlarında ve tersanelerinde İtilâf Devletleri’ne ait gemilerin tamirine kolaylık gösterilecektir.
10- Toros Tünelleri Müttefikler tarafından işgal edilecektir.
11- İran’ın Kuzeybatı kısmındaki Osmanlı kuvvetlerinin derhal harpten evvelki hudut gerisine çekilmesi hususunda evvelce verilen emir yerine getirilecektir. Maveray-ı Kafkas’ın evvelce Türk kuvvetleri tarafından kısmen tahliyesi emredildiğinden kısm-ı mütebakisi müttefikler tarafından mahalli vaziyet tetkik edildikten sonra talep durumunda tahliye edilecektir.
12- Hükümet muhaberatı müstesna olmak üzere bütün telsiz ve telgraflar İtilâf Devletleri memurları tarafından kontrol edilecektir.
13- Bahri, askeri ve ticari malzemelerin tahripleri durdurulacaktır.
14- Memleketin ihtiyacı temin olunduktan sonra, İtilâf Devletleri’nin kömür ve diğer ihtiyaçlarının Türkiye kaynaklarından sağlanması için kolaylık gösterilecektir.
15- Bütün demiryollarına İtilâf Devletleri kontrol subayları memur edilecektir. Bu meyanda bugün, Osmanlı Hükümeti’nin kontrolünde bulunan Maveray-ı Kafkas demiryolları aksamı dâhildir. Ahalinin ihtiyacının tatmini nazar-ı dikkate alınacaktır. Bu maddeye Batum’un işgali dâhildir. Osmanlı Devleti Bakü’nün işgaline itiraz etmeyecektir.
16- Hicaz, Asir, Yemen, Suriye ve Irak’ta bulunan garnizonlar en yakın İtilâf Devleti kumandanına teslim olacaktır. Kilikya’daki kuvvetlerden asayişi sağlaması için yeterli miktardan fazlası 5. madde gereğince geri çekilecektir.
17- Trablus ve Bingazi’de bulunan Osmanlı subayları en yakın İtalyan garnizonuna teslim olacaktır.
18- Mısrata da dâhil olmak üzere Trablus ve Bingazi’de işgal edilen limanlar en yakın İtilâf garnizonuna teslim olacaktır.
19- Almanya ve Avusturya’nın deniz, kara, sivil memurlarının ve tebaasının bir ay zarfında, uzak yerlerde bulunanlar da bir aydan sonraki mümkün olan en kısa zamanda Osmanlı memleketlerini terk edeceklerdir.
20- 5. madde gereğince terhis edilecek Osmanlı kuvvetlerinin teçhizatı hakkında verilecek talimata riayet olunacaktır.
21- Müttefiklerin menfaatlerini korumak için İaşe Nezareti nezdinde İtilâf Devletleri temsilcileri hazır bulunacak ve kendilerine gerektiğinde bütün bilgiler verilecektir.
22- Türk harp esirleri İtilâf kuvvetleri nezdinde muhafaza edilecektir.
23- Türk Hükümeti, Merkezi Devletler ile münasebetini kesecektir.
24- İtilâf Devletleri, Vilayat-ı Sitte (altı vilayet) de karışıklık çıkarsa, bu vilayetlerin herhangi bir kısmını işgal etme hakkına haizdirler.
25- Müttefiklerle Osmanlı Hükümeti arasında muhasamat 1918 senesinin 31 Ekim’inde tatil edilecektir.
Bu hükümler, Osmanlı Devleti’nin askeri ve idari yapısının İtilaf Devletleri kontrolüne geçmesi anlamına gelmektedir.
Vaka Analizi: İşgallerin Başlangıcı (1918–1919)
Mütarekenin 7. maddesi, “güvenliği tehdit eden bölgelerin işgal edilebileceği” hükmüyle İtilaf Devletleri’ne sınırsız yetki tanımıştı. Bu maddeye dayanarak:
- 3 Kasım 1918’de İngilizler Musul’u,
- 13 Kasım 1918’de İtilaf donanması İstanbul’u,
- 15 Mayıs 1919’da Yunan ordusu İzmir’i işgal etti.
Bu işgaller, mütarekenin “barış”tan çok “teslimiyet” anlamına geldiğini açıkça göstermiştir.
Sonuçlar
- Osmanlı Devleti fiilen sona ermiştir. Devletin askerî ve siyasî egemenliği ortadan kalkmıştır.
- Boğazlar üzerindeki Türk egemenliği bitmiştir. İstanbul’un güvenliği tehlikeye girmiştir.
- İtilaf Devletleri Anadolu’yu işgale başlamış, ülkenin bütünlüğü fiilen bozulmuştur.
- Halkta direnme bilinci doğmuştur. Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri, bu işgallere tepki olarak kurulmuştur.
- Mustafa Kemal Paşa, bu şartlar altında Anadolu’ya geçerek millî direnişi örgütlemeye başlamıştır.
Tarihi ve Siyasi Değerlendirme
Mondros Mütarekesi, Osmanlı Devleti için siyasi bağımsızlığın kaybedilmesi, Türk milleti içinse millî bilincin uyanması anlamına gelmektedir. Mütareke hükümleri, kısa sürede Sevr Antlaşması’na dönüşmüş; ancak Anadolu’da doğan Kuvâ-yi Milliye hareketi bu teslimiyet sürecini tersine çevirmiştir.
Bu bağlamda Mondros, yalnızca bir “son” değil, aynı zamanda bir “başlangıç noktası”dır. Türk tarihinin en karanlık dönemlerinden biri, yeni bir devletin doğuşuna zemin hazırlamıştır.
Sonuç
30 Ekim 1918 tarihli Mondros Mütarekesi, Osmanlı Devleti’nin siyasî varlığını fiilen sona erdirirken, Türk milletinin bağımsızlık mücadelesini başlatan kıvılcım olmuştur. Bu süreç, Türk milletinin kendi kaderini belirleme hakkını savunduğu bir dönüm noktasıdır.
Mütareke ile birlikte Anadolu, işgal ordularının sahnesine dönüşmüş; fakat aynı topraklarda Millî Mücadele’nin liderleri doğmuştur. Bu sebeple Mondros, Türk tarihinin hem “çöküş hem de yeniden doğuş belgesi” olarak değerlendirilebilir.
Kaynakça
Akşin, Sina. Kısa Türkiye Tarihi. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2017.
Armaoğlu, Fahir. 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi (1914–1995). Ankara: Alkım Yayınevi, 2014.
Karal, Enver Ziya. Osmanlı Tarihi, Cilt IX: Birinci Dünya Savaşı ve Mondros Mütarekesi. Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1996.
Orbay, Rauf. Cehennem Değirmeni: Siyasi Hatıralarım. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2010.
Sonyel, Salahi R. Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika, Cilt I (1918–1923). Ankara: Türk Tarih Kurumu, 2005.
Zürcher, Erik Jan. Modernleşen Türkiye’nin Tarihi. İstanbul: İletişim Yayınları, 2018.
https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/detay/353/Mondros-M%C3%BCtarekesi, Erişim: 31.10.2025
Türk İstiklâl Mücadelesi
Mustafa Kemal Paşaya Göre Amasya Görüşmeleri: Uygulamalar, Yansımalar, Tepkiler ve Vaka Analizleri
Published
3 hafta agoon
Ekim 20, 2025By
drkemalkocak
Giriş
Amasya Görüşmeleri, Millî Mücadele’nin dönüm noktalarından biri olarak Osmanlı Devleti’nin son döneminde milli egemenliğe dayalı yeni bir siyasi düzenin temellerinin atıldığı kritik bir müzakere safahatını temsil etmektedir. 20–22 Ekim 1919 tarihlerinde Mustafa Kemal Paşa başkanlığındaki Heyet-i Temsiliye ile İstanbul Hükûmeti adına Bahriye Nazırı Salih Paşa arasında gerçekleşen bu görüşmeler, millî iradenin siyasî meşruiyet kazanmasında ve Misak-ı Millî’nin şekillenmesinde belirleyici rol oynamıştır. Mustafa Kemal’e göre Amasya Görüşmeleri, sadece iki siyasi merkez arasındaki bir diplomatik temas değil, aynı zamanda Anadolu’da gelişen millî hareketin, Osmanlı yönetimince resmen tanındığı tarihî bir dönüm noktasıdır. Bu çalışma, Mustafa Kemal’in bakış açısından Amasya Görüşmeleri’nin uygulamalarını, iç ve dış yansımalarını, dönemin farklı kişilerinin tepkilerini ve bunlara dair önemli vaka analizlerini inceleyerek, görüşmelerin Türk millet-devletinin kuruluş safhasındaki rolünü değerlendirmektedir.
Mondros Mütarekesi’nin ardından Osmanlı Devleti’nin toprakları işgal edilmeye başlanmış ve devletin egemenliği fiilen ortadan kalkmıştır. Bu dönemde İstanbul Hükûmeti’nin pasif tutumu, işgallere karşı Anadolu’da yerel direniş hareketlerinin doğmasına sebep olmuştur. Mustafa Kemal Paşa önderliğinde Erzurum (23 Temmuz – 7 Ağustos 1919) ve Sivas (4–11 Eylül 1919) kongreleri toplanmış, milli egemenliğe dayalı bir mücadelenin çerçevesi çizilmiştir.
Ancak bu kongrelerin ardından millî hareketin siyasi meşruiyetinin sağlanması ve Osmanlı Hükûmeti tarafından tanınması büyük önem arz etmiştir. Bu bağlamda Amasya Görüşmeleri, yalnızca bir uzlaşma arayışı değil, millî iradenin resmî tanınmasının önemli bir adımı olarak değerlendirilmiştir. Mustafa Kemal’in ifadesiyle, “Amasya, millî mücadelenin siyasî meşruiyetini kazandığı yerdir.”

I. Amasya Görüşmeleri
1. Heyet-i Temsiliye’nin Resmî Tanınması
Amasya Görüşmeleri ile birlikte Heyet-i Temsiliye, İstanbul Hükûmeti tarafından ilk kez resmî bir muhatap olarak kabul edilmiştir. Mustafa Kemal’e göre bu, Anadolu’daki hareketin “isyancı” olmaktan çıkıp siyasî bir otorite hâline gelmesinin göstergesidir.
2. Meclis-i Mebusan’ın Yeniden Açılması Kararı
Görüşmelerin en somut sonucu, Meclis-i Mebusan’ın yeniden toplanması yönünde İstanbul Hükûmeti’nin verdiği söz olmuştur. Mustafa Kemal bu adımı, “millî iradenin kurumlaşması yönünde en önemli adım” olarak nitelendirmiştir.
3. Millî Mücadele’nin Meşrulaşması
Görüşmeler, İstanbul yönetiminin Heyet-i Temsiliye ile doğrudan müzakereye oturması sayesinde millî hareketin meşruiyetini artırmış, Anadolu halkının desteğini güçlendirmiştir.

II. Yansımalar: İç ve Dış Politika Açısından
1. İç Siyasette Yansımalar
- Meşruiyetin Kurumlaşması: Millî hareket, artık devlet içinde resmî olarak tanınan bir tüzel kişilik hâline gelmiştir.
- Halk Desteğinin Artması: Görüşmeler, Anadolu halkının millî mücadeleye güvenini artırmış, yerel cemiyetlerin birleşmesini hızlandırmıştır.
- Osmanlı Hükûmeti’nin Zayıflığı: Mustafa Kemal’e göre İstanbul’un bu görüşmelere mecbur kalması, Osmanlı merkezî otoritesinin çaresizliğini ortaya koymuştur.
2. Dış Politikadaki Yansımalar
İtilaf Devletleri, Osmanlı Hükûmeti’nin Anadolu ile uzlaşma çabalarını dikkatle takip etmiş ve millî hareketin ciddiye alınması gerektiğini fark etmiştir. Bu durum, uluslararası alanda da millî mücadelenin tanınırlığını artırmıştır.
III. Tepkiler: Dönemin Aktörlerinin Yaklaşımları
1. İstanbul Hükûmeti’nin Tepkisi
İstanbul yönetimi, Anadolu’daki hareketi tamamen bastıramayacağını anlamış ve zaman kazanma amacıyla uzlaşmacı bir tavır sergilemiştir. Ancak bu tavır, kısa süre sonra Misak-ı Millî kararlarının ilanı ile yerini sert bir çatışmaya bırakacaktır.
2. Anadolu’daki Komutanlar ve Halkın Tepkisi
Millî Mücadele’nin lider kadroları ve halk, görüşmeleri büyük bir zafer olarak değerlendirmiş, Mustafa Kemal’in liderliği daha da pekişmiştir.
3. İtilaf Devletleri’nin Tepkisi
İtilaf Devletleri, Osmanlı’nın zayıflığını bir kez daha görmüş ve Anadolu’daki gelişmeleri yakından takip etme kararı almıştır. Özellikle İngiltere, millî hareketin gelecekteki gücünü ciddiye almaya başlamıştır.

IV. Vaka Analizleri
Vaka 1: Meclis-i Mebusan’ın Toplanması ve Misak-ı Millî
Amasya Protokolleri doğrultusunda Meclis 12 Ocak 1920’de açılmış ve kısa süre içinde Misak-ı Millî kararlarını kabul etmiştir. Bu kararlar, millî mücadelenin siyasi hedeflerini resmî hâle getirmiştir. Ancak bunun üzerine İstanbul işgal edilmiş ve Meclis kapatılmıştır. Mustafa Kemal, bu gelişmeyi “millet iradesinin artık durdurulamaz gücü” olarak değerlendirmiştir.
Vaka 2: TBMM’nin Açılışına Giden Yol
Meclis’in kapatılması, millî hareketin Ankara’da bağımsız bir yasama organı kurma kararlılığını pekiştirmiş ve 23 Nisan 1920’de TBMM’nin açılmasına yol açmıştır. Amasya Görüşmeleri bu yolun ilk siyasî adımı olmuştur.
Vaka 3: Millî Mücadele’nin Meşruiyetinin Uluslararasına Taşınması
Görüşmeler, Anadolu hareketinin yalnızca yerel bir isyan değil, uluslararası bir mesele olduğunu göstermiştir. Bu durum, Lozan’a giden yolda diplomatik zemine işlerlik kazandırmıştır.
Sonuç
Mustafa Kemal’e göre Amasya Görüşmeleri, Millî Mücadele’nin siyasî olgunluk aşamasına geçişinin sembolüdür. Bu görüşmelerle birlikte Anadolu hareketi ilk defa Osmanlı Devleti tarafından tanınmış, millî irade siyasi meşruiyet kazanmış ve Meclis-i Mebusan’ın yeniden açılmasıyla milli egemenliğin kurumlaşması yönünde önemli bir adım atılmıştır.
Amasya Görüşmeleri, yalnızca bir diplomatik müzakere değil; Osmanlı’nın çözülme sürecinde yeni bir siyasi düzenin habercisidir. Mustafa Kemal’in önderliğinde bu hamle, milli egemenliğe dayalı yeni bir devletin temellerini atmış ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna giden yolda önemli bir kilometre taşı olmuştur.
Kaynakça
Kemal Atatürk, Nutuk Cilt: I 1919-1920, M. E. B. Devlet Kitapları, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1970
Kemal Atatürk, Nutuk Cilt: III Vesikalar, M. E. B. Devlet Kitapları, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1969
Faik Reşit Unat, “Amasya Protokolleri”, Tarih Vesikaları, Sayı: 3 (18) Mart 1961, Milli Eğitim Bakanlığı Türk Kültür Eserleri Bürosu, s. 359-365
Şerafettin Turan, Türk Devrim Tarihi Cilt II, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1992.
Kazım Karabekir, İstiklal Harbimiz, Emre Yayınları, İstanbul, 1995.
Ali Fuat Cebesoy, Millî Mücadele Hatıraları, Temel Yayınları, İstanbul, 2000.
Sina Akşin, İstanbul Hükümetleri ve Millî Mücadele, Cilt II. Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2004.

TBMM’nin 30 Ekim 1922 Tarihli ve 307 Sayılı Kararı: Egemenliğin Yeniden Tanımı ve Tarihi Kırılma Noktası

Mondros Mütarekesi (30 Ekim 1918)

Mustafa Kemal Paşaya Göre Amasya Görüşmeleri: Uygulamalar, Yansımalar, Tepkiler ve Vaka Analizleri
En Çok Okunanlar
Türkler ve Zaferleri3 yıl agoAnafartalar Kumandanı Mustafa Kemal ile Mülakat [Görüşme] (1)
Maarifimizde İstikamet3 yıl agoAİLE KUCAĞINDA VATAN TERBİYESİ
Türk Tarihi3 yıl ago6 EKİM İSTANBUL’UN KURTULUŞ GÜNÜ
Tarihi Toplantılar3 yıl agoİSTİKLÂL MARŞI’NIN YAZILIŞI ve MİLLÎ MARŞ OLARAK KABULÜ
Türk Tarihi3 yıl agoKIZI FERİDE HANIMEFENDİ İLE DAMADI MUHİDDİN AKÇOR, İSTİKLÂL MARŞI ŞAİRİMİZİ ANLATIYOR…
Türk İstiklâl Mücadelesi3 yıl agoMustafa Kemal Paşa’nın Sivas Kongresi’ni Açış Konuşması (4 Eylül 1919)
Türk Tarihi3 yıl agoCABER KALESİ [TÜRK MEZARI (MEZAR-I TÜRK)]
Mustafa Kemal Atatürk3 yıl agoGAZİ MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN KONYA TÜRK OCAĞI’NDA YAPTIĞI KONUŞMA













