Türk Tarihi
KIZI FERİDE HANIMEFENDİ İLE DAMADI MUHİDDİN AKÇOR, İSTİKLÂL MARŞI ŞAİRİMİZİ ANLATIYOR…

Published
3 yıl agoon
By
drkemalkocak
Röportaj: Burhan BOZGEYİK
Cemiyetteki büyük insanlar buhranlı günlerde ortaya çıkarlarmış. Güllük gülistanlık dönemlerde de genç fidelere su vermekle meşgul olurlarmış. Tarihimiz aslında her dönemde “büyük”lerle doludur. Bazıları vardır ki, insan her an onlarla, hatıralarıyla, eserleriyle baş başadır. O “büyük”le haşir neşir olmuştur. Cesedini fânî dünyaya bırakmış olsa bile. İşte Mehmet Âkif böyle büyüklerimizden birisidir. Ülkenin en sıkıntılı dönemi. Şanlı fakat talihsiz koca bir devlet çözülme hâlinde. Yıllardır bu ânı gözetleyen düşmanlar hep birden yüklenmişler. Düşmanda silah, cephane, malzeme bol. Müslüman Türk’te mi? Ne gezer. Silah, cephane ve erzak bakımından düşmanla kıyas kabul edilmez bir yokluk. Bu yokluk içerisinde yegâne “var”ı iman’ı, bu imandan aldığı güç ve ümitle kazanacağına inancı. Bir de evet bir de Mehmet Âkif gibi vatanperver, imanlı kişiler, rehberler var. İstiklâl Harbi’nin zaferle neticelenmesi, imanın küfre karşı mutlak üstünlüğüdür. Zafer kazandıran ruhlara tılsımlı nefes gibi işleyen Âkif’in tesirli, gür sesli şiirleri… Ay yıldızlı bayrağın gölgesinde ebediyete kadar bu vatan gençliğinin okuyacağı İstiklâl Marşı bunlardan bir tanesi.
İstiklâl Marşı şairimizin yakınlarıyla görüştük. Kızı Feride Hanımefendi ve damadı, aynı zamanda talebesi Muhiddin Akçor Beyefendi anlattılar çok sevdikleri pederlerini. Safahat şairini…
Muhiddin Akçor: Mehmet Âkif Bey’in ikisi erkek, üçü kız beş çocuğu vardır. Bir de öz evlâtlarından ayırt etmediği manevî kızı vardır. Bugün iki erkek çocuğundan küçüğü hayattadır. Manevî kızı vefat etmiştir. Üç kızı berhayattır. Feride Hanım ortanca kızıdır.
Âkif Bey, ailesinden ziyade cemiyetin adamı idi. Evvelâ cemiyet, ondan sonra vakit bulabildiği takdirde kendi ailesi ile meşgul olan bir insan idi. 1920’de İstanbul’da Sebilürreşad‘da başmakale yazıyordu. Nâşiri Eşref Edib’le anlaşıyor, “Ben Anadolu’ya gidiyorum. Sen de derginin malzemelerini de alarak arkamdan gel” diyor. Büyük oğlunu yanına alıp birçok kişinin ihtiyar ettiği yoldan, Alemdağı’ndan yürüyerek Kastamonu’ya gidiyor. Arkasından da Eşref Edib Bey malzemelerle birlikte Kastamonu’ya gidiyor ve orada mecmuayı çıkarmaya başlıyorlar. Bu mecmuanın takip ettiği hedef millî tesânüdü kuvvetlendirmek, milletin mücadele gücünü artırmak ve düşmana karşı koyma arzularını uyandırmak ve Millî Mücadele’yi de teşci etmek. Orada intişâr eden Sebilürreşad orduya da dağıtılıyordu. Dokuz ay sonra Mehmet Âkif Bey’in ailesi de Kastamonu’ya gidiyor. Âkif Bey, Kastamonu’ya gidişinden üç ay sonra Ankara’ya gidiyor. Ankara’ya gidince Burdur mebusu olması teklif ediliyor. I. Devre sonuna kadar mebus sıfatıyla Ankara’da kalıyor. Fakat zamanının kısm-ı azamını memleketin muhtelif yerlerine yaptığı seyahatlerle, ordu ile temasta bulunarak, mev’izelerle, sohbetlerle, halkı birlik ve beraberliğe davet ederek, mücadele güçlerini arttırmaya sarf ediyordu.
Feride Akçor: Zaten muhtelif defalar cepheye gidiyor. Bazen ordu kumandanları davet ediyor. Bazen kendisi gidiyor. Mümkün mertebe askerle çok temasta bulunarak, onların gayretlerini arttıracak sohbetler yapardı. Manevî cepheyi kuvvetlendirmeye çalışırdı.
Muhiddin Bey: İstanbul’dan Kastamonu’ya giden ailesini de bir müddet sonra Ankara’ya aldırttı. Fakat bu faaliyetlerinden vakit bulabildiği kadar kendi çocuklarıyla meşgul olurdu.
Feride Hanım: Sonra harp çıkıp Yunanlılar Polatlı’ya geldiği vakit Ankara’yı boşalttılar. Biz de Kayseri’ye kafileler hâlinde gittik. Kayseri’ye gidişimiz çok hazindir. Kağnılarla gidiyorduk. Müthiş de sıcak vardı. On gün sürdü yolculuğumuz. Ben o zaman on sekiz yaşındayım. O sıcağın altında akşama kadar yürüdüğümüz oluyordu.
Muhiddin Bey: O zaman cephenin en buhranlı zamanıydı. 1921 başlarında. Düşman Eskişehir’i aldıktan sonra Polatlı’ya kadar yaklaşması üzerine hükümet dairelerinin, bazı müesseselerin Kayseri’ye nakli kararlaştırıldı. Birçok hükümet devâiri de Kayseri’ye gittiler. O zamanlar çok buhranlı zamanlardı. Vasıta yok. Asayiş yok. Yer yer eşkıyâlar türemişti.
Bozgeyik: O sıralar ne ile meşguldünüz?
Muhiddin Bey: Millî Mücadele senelerinde ben Ankara Ziraat Mektebi’nde muallimlik yapıyordum. Mehmet Âkif Bey bize gelirdi. Sevdiği insanları nerede olursa olsunlar, arar bulurdu. Bir gün dahi abes lâfla iştigâl ettiğini işitmemişimdir. Çocuklarının da devamlı bedenen güçlenmeleri, bir şeyler öğrenmeleri için elinden geleni yapardı.
Bozgeyik: Âkif Bey’le ilk defa ne vakit, nasıl tanıştınız?
Muhiddin Bey: Âkif Bey’le tanışmam yahut benim onu tanımam çok eski zamanlara dayanır. 12-13 yaşlarında iken gördüm ilk defa. Sonra talebesi oldum. Kendisini çok severdim. O da beni severdi. Hatta çocuklarını Kayseri’ye ben yolcu ettim.
Ben Darüşşafaka’da okurken 12-13 yaşlarındaydım. Bazı toplantılarda, sınıf hocamız bana Mehmet Âkif Bey’in Safahat‘tan alınmış şiirlerini okuturdu. O vesileyle Safahat ve Âkif’e karşı bir yakınlığım vardı. Bir gün mektebin bahçesinde oynarken hocamız beni çağırdı. Merdivenden çıkmakta olan bir zâtı işaret ederek “İşte Mehmet Âkif budur!” dedi. Ben de o merdivenleri çıkıncaya kadar hayranlıkla seyrettim. Sonra Halkalı Ziraat Mektebi’nde bize kitabet dersi veriliyordu. Bu dersimize de hoca olarak Mehmet Âkif Bey gelmez mi? Benim artık sevincime pâyân yok. Sanki onun bir dostuymuşum gibi. Onun derslerini dört gözle takip ederdim.
Bozgeyik: Efendim, hocanız Mehmet Âkif Bey’le aranızda cereyân eden hiç unutamadığınız bir hatıranızı anlatır mısınız?
Muhiddin Bey: Çok hatıramız var. Ama en mühimi şu: Âkif Bey, kitabet dersinde tahtaya bir beyit yazar, bunun tahlilini yapardı. Bir gün tahta başında bir talebeyle meşgul olurken sınıftan birisi, zannederim münasebetsiz bir gürültü yaptı. Talebelere karşı döndü ve gözünü bana dikti. Hâlbuki ben dersi dikkatle takip ediyordum. Kolay kolay sinirlenmezdi. Ama o zaman canı sıkılmıştı. “Tahtaya kalk!” dedi. Ben de tahtaya kaldırdığı için sevinmiştim. “Yaz!” dedi. Hâlâ sesi kulağımdadır:
“Gönder Allah’ım bu millet kurtulur, tek mucize
Bir utanmak hissi ver gaib hazinenden bize.”
Bu ikinci mısraı okuyunca ne kastettiğini anladım. Bu saygısızlığın benim tarafımdan yapıldığını zannetmişti. “Anlamadın mı?” dedi. İkinci mısraı bir daha tekrar etti. Yine yazmadım. Sonra yumuşak bir sesle; “Yazmayacak mısın?” dedi. “Hayır, yazmayacağım!” dedim. “Peki, oturun!” dedi. İşte bana karşı muhabbet peyda etmesinin başlangıcı budur.
Bozgeyik: Şiirleri irticâlî olarak mı yazıyordu, yoksa üzerinde durduktan sonra mı yazıp neşrediyordu?
Muhiddin Bey: Âkif Bey’in şiirleri büyük bir emeğin mahsulüdür. Kendisinin de belirttiği gibi aylarca üzerinde çalıştığı mısraları vardır. O kadar akıcı, selis, güzel Türkçesi vardır.
Âkif Bey Ankara’ya gittiği zaman Taceddin Dergâhı’nda kalmıştır. Şimdi müze olarak düzenlenmiştir. O tekkenin şeyhi olan Nureddin Efendi misafir etti. Âkif Bey, bazı dostlarıyla orada kaldı. Bu dostları; Washington sefîri iken vefat eden Münir Ertegün, Ziraat Vekâleti’nde me’mûrîn müdürlüğü yapmış Çopur Hilmi Bey, Hariciye Vekâleti’nden Mısırlı Hilmi Bey vardı. Bunlarla beraber otururlardı. Sonra Âkif Bey’in ailesi Ankara’ya geldi ve onun yanındaki bir evi kiraladı. Orada oturdu.
Bozgeyik: Birçok ilim, fikir ve sanat adamlarının konuşmayı tercih ettiklerini görüyoruz. Âkif Bey’in bu yönü nasıldı?
Muhiddin Bey: Âkif Bey hoşlandığı insanlar yanında konuşurdu. Sohbeti gayet tatlıydı. İnsan, o konuşurken bitmesin diye nefes almaktan bile çekinirdi. Şayet hoşlanmadığı bir kimse olursa, abes laflar eden birisi olursa susardı. Hafif uykuya dalardı. Fakat sevdiği insanlar yanında birbirinden güzel fıkralarla güzel sohbet eder, edebî kudretine inandığı insanlara, eserleri hakkında fikir sorardı.
Bozgeyik: Efendim, babanızla küçüklüğünüzden başlayarak unutamadığınız hatıralarınızdan bahseder misiniz?
Feride Hanım: Babam küçükken, zaman zaman bizi gezmeye götürürdü. Çok küçüktük o zamanlar. Hatta yorulduğum zaman beni omzuna alır, gezdirirdi. Şehzadebaşı’nda meşhur bir çaycı vardı, oraya götürürdü. Babam arkadaşlarıyla çay içer, sohbet ederdi. Bana da lokum verirdi. Bunları hatırlıyorum küçüklüğümden. Daima açık havayı severdi babam. Geniş bahçeli evlerde otururduk. Bizim büyük şairlerin şiirlerini okuturdu. Bazen açıklardı. Bir kısmını ezberletirdi.
Babam Anadolu’ya giderken küçük kardeşimi yanına aldı. Oğlanların büyüğüydü kardeşim. O sıralar altı yaşındaydı. Aileden onu aldı yanına.
Harp sırasında çok üzüntülüydü. Fazla konuşmazdı. Heyecanlıydı. Arkadaşlarıyla sabahladıkları oluyordu. Konuşuyorlardı. Ve kazanacağımıza son derece inanıyordu.
Bozgeyik: Hiç unutamadığınız bir hatıranız?
Feride Hanım: Hiç unutamadığım hatıra, babamın ilk Anadolu’ya gidişi esnasında cereyan etmiştir. Annem bir sabah geldi. “Çocuklar kalkın, babanız Halkalı’ya gidiyor” dedi. Babam her zaman Halkalı’ya giderdi. Dersi var diyorduk. Baktım, babam kapının önünde giyinik vaziyette duruyor. Baktım, babamın gözlerinden yaşlar akıyordu. İlk defa o vaziyette görüyordum babamı. Çok fena oldum. Gayet tabii bir şeyler anladım. Ben de kendimi tutamadım. Ağlayarak yukarıya koştum. Babam da arkamdan koştu. Beni kucakladı. “Üzülmeyin!” dedi. Babamın o hâlini çok iyi anlıyordum. Çünkü bir daha ya görüşecektik, ya görüşemeyecektik.
Sonradan görüştüğümüz bir asker, babamın Anadolu’ya gidişini anlattı. Küçük kardeşimle yola çıkmıştı. Aileden bir hatıra olsun diye onu almıştı. –Çok sevdiği bu erkek kardeşim sonradan vefat etti.– Kardeşimi hep sırtında taşırmış. Ayakkabıları yırtılmış. Ayakları kanlar içerisindeymiş.
Bozgeyik: Âkif Bey’in spora alâkası nasıldı?
Muhiddin Bey: Son derece sporcu bir insandı. Talebeliği zamanında Halkalı’ya yürüyerek giderdi. Bir hatıramı anlatayım: Merhum, Çengelköyü’nde tepede bir evde otururdu. Erenköy’e bize geleceği zaman kestirmeden yürüyerek gelirdi. Alemdağı’ndan çıkar, Çamlıca’dan aşar, buraya kadar yürüyerek gelirdi.
Yine bu tarafta oturan bir dostuyla sözleşmiş, sana falan gün gelirim, diye. O gün işi çıkmış, gelemeyecek. Sabah namazından sonra çıkıyor yola, yürüyerek dostunun evine gidiyor. “Bugün işim çıktı, sana gelemeyeceğim” diyor, “Allahaısmarladık” deyip dönüyor.
Çok kuvvetliydi. Güreşirdi. Alaturka güreş yapardı. Güreşi severdi. Halkalı’da hoca iken, bizim arkadaşlardan birisi vardı, iri yarı bir şey. “Sıkılmasam şu oğlanla güreş tutacağım” derdi.
Feride Hanım: Bizi hafta sonları kırlara götürürdü. Çocukları toplardı. Koca koca taşları fırlatır, atardı. Gayet güzel yüzerdi.
Bozgeyik: Gençlerle Âkif Bey arasındaki münasebetleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Muhiddin Bey: Âkif Bey’in fikirleri gençler için faydalıdır. Safahat‘ın bir parçası olan Âsım, Âkif’in nasıl bir gençlik istediğini açıkça ortaya koyar. Bugün memleketi hercümerç içerisinde bırakan bugünkü gençlik Asım’ı mutlaka okumalıdır.
Gençleri iki şeye teşvik ederdi. Birincisi; kuvvetli bir bünyeye sahip olmak. İkincisi; kafalarını geliştirmeye. Her çocuğu okumaya, bir şeyler öğrenmeye teşvik ederdi. Bu hususta kendisi yardımcı olurdu. Birisi yeter ki bir şeyler öğrenmek istesin, hemen oturtur, ders verirdi. Kimisine lisan dersi verir, Fransızca öğretir, kimine edebiyat dersi verir, herkesin hangi meslekten olursa olsun zamanını bir şeyler öğrenmekle geçirmesine teşvik ederdi.
Feride Hanım: Mithat Cemal Kuntay her hafta gelir, Fransızca dersi alırdı. Yani boş zamanı yoktu. Ya okuyacak, ya okutacak. Ya yürüyecek, ya yürütecek.
* * *
Şahıslarına ait soruma Muhiddin Bey’in cevabı şu oldu:
Muhiddin Bey: Mehmet Âkif mevzubahis olunca, kızı ve damadı olarak kendimize bir iftihar vesilesi çıkarmaktan içtinab ederiz. Sizler Mehmet Âkif’e bizden ziyade yakınsınızdır.
Bugün Âkif’in yüzünü görmemiş fakat eserlerinden onu öz evlâtlarından daha iyi tanımış nice gençler vardır. Bundan eminiz.
Bozgeyik: Teşekkür ederiz efendim.
[Emin Akif ERSOY, Babam Mehmet Akif -İstiklal Harbi Hatıraları-, Kurtuba Kitap, s. 95-99]
You may like
Mustafa Kemal Atatürk
Yönetimde Adalet: Kutadgu Bilig, Siyasetname, Koçi Bey Risalesi ve Devlet Adamlarına Öğütler’in Karşılaştırmalı Analizi

Published
4 gün agoon
Ekim 17, 2025By
drkemalkocak
Özet
Adalet, Türk-İslam siyaset düşüncesinde devletin bekasının ve toplum düzeninin en temel direği olarak kabul edilmiştir. Yusuf Has Hacib’in Kutadgu Bilig (1069-1070) ve Nizamü’l-Mülk’ün Siyasetname’sinde (1091) adalet; kozmik düzen ve ahlaki temeller üzerinden ele alınırken, Koçi Bey Risalesi (1631) ve Defterdar Sarı Mehmet Paşa’nın Devlet Adamlarına Öğütler (1767) adlı eserinde ise daha çok mali-idari düzenin korunması ve reform ihtiyacı bağlamında işlenmiştir. Bu makalede dört eser karşılaştırılarak adaletin görevleri — meşruiyet kaynağı, toplum düzeninin garantisi, mali düzenin temeli ve devletin bekası — çerçevesinde değerlendirilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Adalet, Yusuf Has Hacib, Kutadgu Bilig, Nizamü’l-Mülk, Siyasetname, Koçi Bey Risalesi, Defterdar Sarı Mehmet Paşa, Devlet Adamlarına Öğütler, Türk-İslam Siyaset Düşüncesi.
Giriş
Adalet, siyaset felsefesinin en eski ve evrensel kavramlarından biridir. Antik Yunan’dan Türk-İslam siyaset geleneğine, Orta Çağ’dan Osmanlı klasik düşüncesine kadar bütün siyasal teorilerde adalet, devletin düzenini ve meşruiyetini sağlayan temel unsur olarak görülmüştür. Türk-İslam düşüncesinde de adalet, yalnızca ahlaki bir ilke değil, aynı zamanda yöneticinin görev ve sorumluluklarını belirleyen bir siyasal kurumdur.
Karahanlıla’da Yusuf Has Hâcib’in Kutadgu Bilig’i, Selçuklu’da Nizamülmülk’ün Siyasetname’si, Osmanlı’da Koçi Bey Risalesi ve Defterdar Sarı Mehmet Paşa’nın Devlet Adamlarına Öğütleri, farklı dönemlerde ve şartlarda kaleme alınmış olmakla birlikte, ortak bir kavram etrafında birleşirler: adalet.
Yönetimde Adalet

1. Kutadgu Bilig’de Adalet
Yusuf Has Hâcib, adaleti devletin “dört sütunundan” biri olarak tanımlar. Hükümdarın zulümden uzak durması, fakirleri koruması ve eşitliği gözetmesi en temel yükümlülüklerdir. Eserde, adaletin Tanrı’nın rızasıyla doğrudan ilişkili olduğu belirtilmektedir:
“Beylerin halk üzerine zulmü artarsa, Tanrı’nın gazabı iner, devlet yıkılır.”

2. Siyasetname’de Adalet
Nizamülmülk’e göre adalet, “mülkün temelidir.”^3 Devletin düzeni, hükümdarın zulümden uzak durmasına bağlıdır. Halkın şikâyetlerini doğrudan dinlemek ve kadıların bağımsızlığını korumak, adaletin somut göstergeleridir.
“Adalet mülkün temelidir; adalet giderse memleket de gider.”
3. Koçi Bey Risalesi’nde Adalet
Koçi Bey, Osmanlı’da yaşanan bozulmayı adaletin kaybına bağlamaktadır. Ona göre rüşvet, liyakatsiz atamalar ve kanun dışı uygulamalar devlet düzenini çökertmiştir. Bu sebeple adaletin yeniden tesisi için ıslahat teklif etmektedir: rüşvetin kaldırılması, tımar sisteminin eski düzenine döndürülmesi ve kadıların tarafsızlığının korunması.
“Rüşvet ile mansıp verilmekle adalet yok oldu, nizam bozuldu.”

4. Devlet Adamlarına Öğütler’de Adalet
Defterdar Sarı Mehmet Paşa, adaleti özellikle mali düzen üzerinden ele almaktadır. Zulümle toplanan vergilerin bereketsiz olduğunu, hazinenin bu yolla dolsa bile sonunda boşalacağını ifade etmektedir. Ona göre adalet, yalnızca şeriatın değil, aynı zamanda mali disiplinin de teminatıdır.
“Hazineyi zulümle doldurmak haramdır; sonunda hazine boşalır, halkın bedduası devleti yıkar.”
Karşılaştırmalı Analiz
- Kutadgu Bilig ve Siyasetname, adaleti metafizik, ahlaki ve kozmik bir ilke olarak görürken;
- Koçi Bey Risalesi ve Devlet Adamlarına Öğütler, adaleti mali-idari düzenin sağlanmasında pratik bir ıslahat unsuru olarak ele almıştır.
Yönetimde Adalet: Karşılaştırmalı Tablo (Alıntılarla)
Eser | Adaletin Konumu | Adaletin Yöneticiden Beklentisi | Uygulama Alanı | Temel Tehdit / Bozulma Sebebi | Özgün Alıntı |
Kutadgu Bilig (1069-1070, Yusuf Has Hâcib) | Devletin dört sütunundan biri; kozmik-dini düzenin temeli | Hükümdarın eşitliği gözetmesi, fakirleri koruması, zulümden uzak durması | Vergi adaleti, liyakat, halk ile hükümdar ilişkisi | Zulüm → devletin ömrünün kısalması | “Beylerin halk üzerine zulmü artarsa, Tanrı’nın gazabı iner, devlet yıkılır.” |
Siyasetname (1091, Nizamülmülk) | “Mülkün temeli” olarak görülür | Halkın şikâyetlerini dinlemek, kadıları bağımsız bırakmak, zulmü engellemek | Vergi düzeni, kadılık sistemi, şikâyet mekanizması | Adaletin bozulması → kozmik ve toplumsal düzenin çöküşü | “Adalet mülkün temelidir; adalet giderse memleket de gider.” |
Koçi Bey Risalesi (1631) | Devletin bozulma sebeplerini açıklayan merkezî unsur | Rüşvetin kaldırılması, timar düzeninin eski hâline getirilmesi, kadıların tarafsızlığı | Askeri, mali ve adli düzen | Liyakatsiz atamalar, rüşvet, kanun dışı uygulamalar | “Rüşvet ile mansıp verilmekle adalet yok oldu, nizam bozuldu.” |
Devlet Adamlarına Öğütler (1767, Sarı Mehmet Paşa) | Mali ve idari düzenin bekçisi | Gelir-gider dengesinde adalet, kul hakkından sakınma, ölçülülük | Vergi toplama, hazine yönetimi, idari denetim | Zulümle toplanan vergi → halkın huzursuzluğu ve hazinenin boşalması | “Hazineyi zulümle doldurmak haramdır; sonunda hazine boşalır, halkın bedduası devleti yıkar.” |
Dört eserin ortak noktası, adaletin yokluğunun devletin çöküşüne yol açacağı fikridir. Ancak dönemler ilerledikçe, adaletin tanımı soyut bir düşünceden somut bir yönetim ilkesi ve mali düzen mekanizmasına dönüşmüştür.
Sonuç
Adalet, Türk-İslam siyaset düşüncesinde daima devletin varlık sebebi ve bekasının şartı olmuştur. Kutadgu Bilig ve Siyasetname, adaleti daha evrensel ve ahlaki bir çerçevede değerlendirirken; Koçi Bey Risalesi ve Devlet Adamlarına Öğütler, Osmanlı’nın çözülme döneminde adaleti ıslahatların anahtarı olarak görmüştür. Bu karşılaştırma, siyasal düşünce tarihimizde adalet kavramının sürekli varlığını, fakat içerik ve uygulama bakımından dönemin ihtiyaçlarına göre dönüşümünü açıkça göstermektedir.
Kaynakça
- Yusuf Has Hâcib, Kutadgu Bilig, Çev. Reşit Rahmeti Arat, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1985.
- Nizamülmülk, Siyasetname, Çev. Mehmet Altay Köymen, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1999.
- Koçi Bey, Koçi Bey Risalesi, Haz. Zuhuri Danışman, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul, 1972.
- Defterdar Sarı Mehmet Paşa, Devlet Adamlarına Öğütler (Nasihatü’l-Vüzerâ ve’l-Ümerâ), Haz. Hüseyin Algül, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1991.
- Halil İnalcık, Osmanlı’da Devlet, Hukuk, Adalet, Eren Yayıncılık, İstanbul, 2000.
Türk İstiklâl Mücadelesi
Mudanya Mütarekesi (11 Ekim 1922)

Published
1 hafta agoon
Ekim 12, 2025By
drkemalkocak
Mudanya Mütarekesi, Türk milletinin 20. Yüzyılın emperyalist güçleri karşısındaki milli bir zaferidir. Türk ve Yunan ordusu arasındaki harbi sona erdirmiş olması bakımından, Türk İstiklal Harbi’nin en önemli safhalarından biridir. Mütareke, Devlet-i Aliyye-i Osmaniye’nin sonu anlamına gelen Mondros Mütarekesi’ni geçersiz kılmakla birlikte Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temelini atan Lozan Anlaşması’nın şartlarını hazırlamıştır.
Mudanya Mütarekesi’nde Türkiye’yi İsmet Paşa, İngiltere’yi General Harington (Heringtın), Fransa’yı General Charpy (Şarpi), İtalya’yı General Monbelli (Monbeli) temsil etmiştir. Yunanistan temsilcisi General Mazarakis, Mudanya’ya geldiği gemiden çıkmamış ve görüşlerini yazılı olarak bildirmiştir. Görüşmelere 3 Ekim 1922’de başlanmış, çetin pazarlıklar ve tartışmalar sonucunda 11 Ekim 1922’de Mudanya Mütarekesi imzalanmıştır.
Aşağıda, [Hâkimiyet-i Milliye, 13 Ekim 1922, No: 633, s. 1, sütun: 1-4]’te Osmanlı Türkçesi ile yayımlanan [Konferans Safahatına Dair Levhalar] başlıklı haber metni çevrim yazı olarak sunulmuştur. Görseller, metni açıklayıcı, tamamlayıcı ve destekleyici unsur olarak araştırmacı tarafından yerleştirilmiştir.
—***—
[Mudanya] Konferans Safahatına Dair Levhalar
İmza neden sabaha kadar gecikti?
Mükâleme-i memurinin getirdiği haber, yazı makinesi ile başlıyor

Mudanya: 11[Ekim 1922] (Muhabir-i mahsusamızın telgrafıdır)-Size bu telgrafımla Mudanya Konferansının imzaya müncer [hazır] olduğu geceki safahatı bildireceğim. Burada biz gazeteciler ve halk arasında pek büyük merakı mucip olan bu safahat ve bilhassa imzanın sabaha kadar uzaması herhalde Hâkimiyet karilerinde [okuyucularında] de aynı merakı uyandırmıştır. Filhakika [hakikaten] imza merasimi tam nısfı’l-leylide [gece yarısında] icra edilecekti. Fakat nısfı’l-leyli bir buçuk saat geçtiği halde müttefikin murahhasları [delegeleri] gemilerinden inmediler. Bunun üzerine bir mükâleme memuru giderek tehirin sebebini sual etmiştir. Vuku bulan mükâlemede bu tehirin Yunan murahhaslarının almış olduğu vaziyetten mütevellit bulunduğu anlaşılmıştır. Nısfı’l-leylile doğru İngiliz zırhlısında toplanmış olan üç müttefik hükumet generalleri nezdine Mazarakis ve Miralay Sarıyanis giderek imzaya karşı olan vaziyetlerini teşrih [şerh] eylemişlerdir. Yunanlıların ne vaziyet aldığı malumdur. Saat üçte General Harington karaya çıkmış ve birkaç dakika fasıla ile Fransız ve İtalyan generalleri gelmişlerdir. Bunun üzerine celse derhal küşat olunarak uzun bir protokol müsveddeleri kıraat edilmiş ve mutabık bulunduğu için tebyizine [beyaza çekilmesine] emir verilmiştir. İşte bu anda derin bir sükûtu yalnız yazı makinelerinin tıkırtıları ihlal ediyordu. Nebahat Hanım, Safvet Lütfullah beylerle daha iki zat bizim heyet-i murahhassanın protokollerini tebyiz ediyordu. İngiliz, Fransız heyetlerinden müfrez [ayrılmış] diğer beş zat da mukabil tarafın mukavelesini makineye geçiriyordu. Bu iş gecenin beşine kadar devam etti ve saat beşi çeyrek geçe teneffüs edilmek üzere celseye nihayet verildi.
Herkes memnun, mızıkalar çalıyor, hararetli musafahalar [el sıkışmalar, tokalaşmalar], bütün Mudanya ahalisi bu geceyi ayakta ve uykusuz geçirmiş ve müzakerenin olduğu binanın etrafını kesif bir halk tabakası doldurmuştur. General Harington bizzat sokak kapısına kadar inerek bandodan muhtelif havalar talep etmiş ve bütün istediği parçalar çalınınca bunları hayretler içinde dinlemiştir.
Herkes protokol müsveddelerinde mutabık kalındığını haber aldığı zaman artık imzanın merasim meselesinden başka bir şey olmadığını anlamıştı. Bu hal halk kadar bütün murahhasların çehrelerinde de görülüyordu. Bilhassa Franklin Buyyon Bey büyük bir meserret [sevinç] içinde idi. General Harington İsmet Paşa Hazretleriyle adeta kendisini kucaklarcasına mükerrer musafahalarda bulundu. General Şarpi aynı memnuniyeti izhar eyliyordu. Bu sırada salonlarda fevkalade bir hareket, bir kaynaşma görülüyordu. Bilhassa gazetecilerin faaliyetini görmek insana hakiki bir zevk veriyor, Amerika muhabirlerinin dört yazı makinesi mütemadiyen işliyordu. Artık kırk sekiz saatlik bütün yorgunluklar bu heyecan ve endişe içerisinde unutulmuş, tebyiz üç saat on üç dakikada kâmilen ikmal edilmişti.
Ben, Yunanlıların Protokolü Kabul Etmedikleri Manasını Çıkarıyorum! Hayır, Yunanlıların Ehemmiyeti Yok!
Şimdi saat yediye yirmi yedi var. (Bütün saatler İstanbul ayarıdır.) Herkes yeşil masanın etrafındaki yerlerinde ahz-ı mevki etmiş bulunuyorlar. Konferans Reisi İsmet Paşa Hazretlerinin önündeki çifte lamba dışardan gelen yeni müteharrik beyazlıklar arasında sarı lemalarla kıpırdıyor. İsmet Paşa’nın karşısında General Harington, İngiliz generalinin sağında General Monbelli, solunda diğerleri sırasıyla ahz-ı mevki etmişlerdi. İlk defa General Harington söz alarak Mazarakis ve Sarıyanis’in tahriri kuyıt itirazına serd ederek imzadan imtina eylediğini söyledi ve bu itiraznameyi okudu. Bunun üzerine İsmet Paşa pek ciddi bir tavır ve hareketle:
- Bundan, ben Yunan murahhaslarının protokol münderacatını kabul etmedikleri manasını çıkarıyorum, dedi.
Buna General Harington:
- Hayır! Yunanlıların bu hareketine imtina manası verilemez. Vesait-i muhabereleri karma karışık. Mamafih asıl imzaya salahiyettar murahhaslar General Mazarakis, Miralay Sarıyanis değil, Paris’te bulunan mümessilleridir. Üç güne kadar bütün imzaların hitam bulacağını temin ederim.
Bunun üzerine vapurda bulunan Yunan zabitlerinin konferansça hiçbir ehemmiyeti olmadığı şekli kabul olundu.
Bütün Kalemler Mukavele Üstünde Gıcırdıyor! Harington da Tanışmayarak Geldik, Dost Olarak Gidiyoruz, Diyor
Saat yediye on yedi var. Bütün eller bir an içinde kalemlere ve hokkalara uzanıyor. İlk kalem gıcırtıları protokolün birinci sahifesine dört generalin imzalarını tespit etti. Protokolün her sahifesi ve sonu ayrı ayrı imzalandı. İmzalanan beş nüshadır. İmza muamelesi tam yediyi bir geçe hitam buldu. General Harington imzayı müteakip sarih, kısa ve yumuşak bir sesle bir nutuk irat eyledi ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükumetine, Başkumandan Paşa Hazretlerine, Konferans Reisi İsmet Paşaya, Erkan-ı Harbiye Reisimize ve Erkan-ı Harp umera ve zabitana ayrı ayrı teşekkürde bulundu ve sonra Türkiye halkına ve mümessillerine ve Mudanya şehrine ayrı ayrı teşekkür ederek:
- Tanışmayarak geldik, dost olarak gidiyoruz ve bu hissi daima muhafaza edeceğiz, dedi.
İsmet Paşa Hazretleri General Harington’ın nutkuna kısa bir cevapla mukabele ederek, bu konferansın sulh-ı umumiye mukaddema olacağı ümidinde bulunduğunu söyledi.
General Harington konferans salonundan çıkarken etrafını alan gazetecilerin kendisine ne kadar muğber [gücenmiş, küskün] olduğunu anladığını gösteren bir tavırla beyan-ı itizar etti [özür diledi]. Bidayette matbuat müntesiplerinin konferansa girmemeleri için teşebbüsatta bulunduğunu itiraf, fakat burada kendilerinden pek çok muavenetler gördüğünü ilave etti ve her birine ayrı ayrı ve mükerrer surette teşekkürde bulundu. Bu esnada salonlar hınca hınç dolu idi. Bilhassa Mösyö Fraklin Buyyon bir türlü yerinde duramıyor, izhar-ı meserret eyliyordu [sevinç gösteriyordu].
Mudanya’dan İnfikak [ayrılma]; Yunan Şilebi Galya Emniyet Edilmeyerek Muhafaza Altına Alınmış!
Avdet [dönüş]-Generaller aşağı indikleri zaman pek muntazam bir kıtaa-i askeriyemiz resm-i selamı ifa ediyor ve askeri mızıkalar terennümsaz oluyordu [terennüm ediyordu, şarkı söylüyordu]. Yediyi çeyrek geçe herkes vapurlarına çekilmiş bulunuyordu. Tam sekizde, başta İtalyan ve en sonra Yunan gemileri olduğu halde Mudanya tarihi konferansının bütün ecnebi murahhaslarını İstanbul’a doğru götürmeye başladılar. Bir müddet sonra İngiliz torpidolarından biri geriye dönerek Yunan şilebini önüne kattı ve bunu bir Fransız gemisi takip etti. [1]
—***—
Mudanya Zaferi Ve İstanbul’daki Tesirleri
İstanbul, 13 [Ekim 1922] (Muhabir-i mahsusamızın [özel muhabirimizin] telgrafıdır)-Mukavele-i askeriyenin imzası haberi İstanbul’da fevkalade bir meserret [sevinç] uyandırmış ve derhal her taraf donatılmıştır. Öyle ki İstanbul, ilk defa olarak baştanbaşa kırmızı-siyaha boyanmış ve ay-yıldıza kavuşmuş bulunuyordu. Bu sefer Bab-ı Ali de geçen seferki soğukluğunu bırakmış ve bütün devair-i resmiyenin [resmi dairelerin] tezyinini [süslenmesini] emretmiştir. Bundan başka, ikinci garip manzara Rumların da bu bayrama iştirak ederek bayrak çekmeleridir. Ecnebi müessesatı [yabancı kuruluşlar] da kendi bayraklarının yanına Türk sancağını çekmişlerdir. Gece muntazam bir fener alayı tertip edilmiştir.
Bütün gazeteler, sahifelerini Mudanya Konferansı’nın mesut neticelerine hasretmişlerdir [ayırmışlardır]. İstanbul matbuatı bunun Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükumetinin büyük siyasi zaferi olduğunu müttehiden beyan etmekte ve mukaddemat-ı sulhiyeye [barışın başlangıcına] esas demek olan bu mukavelenin, sulh konferansındaki muvaffakiyetlerimizin derecesini bile göstermekte olduğunu söylemektedirler.
Bu zaferi Beyoğlu Yunan matbuatı da saklamamakta ve Türklerin tam bir vatanperver olarak bu neticeleri elde ettiklerini söylemektedirler. Bilhassa (Pronodos) gazetesi şu şayan-ı dikkat cümleleri yazmaktadır:
“Türkler ne kadar icray-ı şadmani eyleseler [sevinirlerse sevinsinler], o kadar haklıdırlar, çünkü bugün milli emellerini tamamıyla tahakkuk ettirmişler ve herkesin bir daha yerinden kalkmamak üzere gömdüğünü zannettikleri Türkiye’yi diriltmişlerdir. Türklerin son senelerde gösterdikleri eser-i rüşt her millet için bir numune-i imtisaldir. Bu son senelerde her şeyden istifadeyi bilmişlerdir. Yunanlılar ise ancak Yunanlılığın mahvına çalışmışlar, Türklerin ise yegâne düşüncesi Türklüğün ihyası olmuştur.” [2]
DİPNOTLAR
[1] Hâkimiyet-i Milliye, 13 Teşrinievvel [Ekim] 1922, No: 633, s. 1, sütun: 1-4
[2] Hâkimiyet-i Milliye, 15 Teşrinievvel [Ekim]1922, No: 634, s. 1, sütun: 1-2

Kutadgu Bilig, Siyasetnâme, Koçi Bey Risalesi ve Devlet Adamlarına Öğütler’de Karşılaştırmalı Bir İnceleme
Özet
Bu çalışma, Türk-İslâm siyaset düşüncesinin dört temel metnini—Yusuf Has Hacib’in Kutadgu Bilig’i (1069-1070), Nizâmü’l-Mülk’ün Siyasetnâme’si (1091), Koçi Bey Risalesi (1631) ve Defterdar Sarı Mehmet Paşa’nın Devlet Adamlarına Öğütler’i (1767)—“ehliyet ve liyakat” kavramı üzerinden karşılaştırmaktadır. İncelemede, devletin bekasının her dönemde liyakatli kadrolara bağlandığı, ancak kavramın içeriğinin tarihi bağlama göre değiştiği ortaya konulmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Ehliyet, Liyakat, Yusuf Has Hacib, Kutadgu Bilig, Nizamü’l-Mülk, Siyasetname, Koçi Bey Risalesi, Defterdar Sarı Mehmet Paşa, Devlet Adamlarına Öğütler, Osmanlı maliyesi
Giriş
Devlet yönetiminde ehliyet ve liyakat, Türk-İslâm siyaset düşüncesinde süreklilik arz eden temel ilkelerden biridir. Erken dönemden itibaren yöneticilerin erdem, bilgi ve adaletle mücehhez kılınması/donatılması gerektiği vurgulanmış; zamanla kurumların bozulması ve mali krizler karşısında bu ilke yeniden gündeme getirilmiştir. Bu çalışmada, Kutadgu Bilig’de normatif ideal, Siyasetnâme’de kurumsal tecrübe, Koçi Bey Risalesi’nde kriz teşhisi ve Devlet Adamlarına Öğütler’de mali disiplin ekseninde ortaya konulan liyakat anlayışları karşılaştırmalı olarak ele alınmıştır.
Gelişme

1. Kutadgu Bilig’de Erdem Merkezli Liyakat
Yusuf Has Hâcib, erdemli ve bilge yöneticiyi devletin temeli olarak görmektedir. Ona göre:
“Bilgisiz kişi iş başına geçerse, iş bozulur, halk perişan olur.” [1]
Dolayısıyla liyakat, daha çok ahlâkî erdem ve bilgelik üzerinden tanımlanmaktadır. Yöneticilik ancak adalet, akıl ve ölçü sahibi kimselere verilmelidir.
2. Siyasetnâme’de Kurum Tecrübesi ve Liyakat
Nizâmü’l-Mülk, Selçuklu pratiği üzerinden liyakati kurum bağlamında ele almaktadır:
“Hükümdar, iş bilmez kişiye memuriyet verirse, o iş harap olur.” [2]
Siyasetnâme’de kadılar, valiler, komutanlar gibi görevler için tecrübe ve dürüstlük vurgulanmaktadır. Rüşvet ve kayırmacılığın devleti çökerteceği sıkça dile getirilmektedir. Burada liyakat, ahlâk kadar kurum işleyişi ve idari tecrübe ile bağlantılıdır.

3. Koçi Bey Risalesi’nde Kriz ve Liyakat Kaybı
Koçi Bey, XVII. yüzyıl Osmanlı krizini, özellikle tımar ve ocak düzeninin bozulmasını ehliyet kaybıyla açıklamaktadır:
“Evvelce tımar ve zeametler iş ehline verilirdi; şimdi para veren ehliyetsizlere tevcih olunur oldu. Bu sebepden asker bozuldu.” [3]
Çözüm olarak “kanun-ı kadîm”e dönüş ve ehil kişilerin iş başına getirilmesi teklif edilmektedir. Burada liyakat, doğrudan askeri-idari düzenin yeniden tesisi ile eş anlamlıdır.

4. Defterdar Sarı Mehmet Paşa’da Mali Disiplin ve Liyakat
Sarı Mehmet Paşa, Osmanlı’nın mali krizini liyakatsizlikle ilişkilendirmektedir:
“Bir iş, ehil olmayanın eline geçerse, defterler bozulur, hazine boşalır, halkın malı telef olur.” [4]
Ayrıca rüşvetle iş göreni, kul hakkı yiyen ve devleti çökerten kişi olarak nitelemektedir. [5] Bu yaklaşım, liyakati özellikle mali doğruluk, dürüstlük ve hesap verebilirlik üzerinden tanımlar.
5. Karşılaştırmalı Tablo
Ölçüt | Kutadgu Bilig (11. yy) | Siyasetname (11. yy sonu) | Koçi Bey Risalesi (17. yy başı) | Devlet Adamlarına Öğütler (17. yy sonu) |
Bağlam | Kurucu siyaset felsefesi | Selçuklu idare pratiği | Osmanlı kriz dönemi ıslahnâme | Mali kriz ıslah risalesi |
Liyakatin Temeli | Erdem, akıl, adalet | Tecrübe, dürüstlük | Kanun-ı kadîm, askeri-idari ehliyet | Mali doğruluk, dürüstlük, hesap verebilirlik |
Sorun Tespiti | Bilgisiz kişinin iş başına gelmesi | İş bilmez memur, rüşvet | Rüşvetle mansıp tevcihi, tımar bozulması | Defterlerin bozulması, rüşvet, israf |
Çözüm | İş ehline verilmelidir | Liyakatli kadro, rüşvet yasağı | Eski usule dönüş, ehil atamalar | Ehil memur, şeffaf kayıt, mali disiplin |
Beka Anlayışı | Halk refahı ↔ devletin uzun ömrü | Nizam ↔ devletin devamı | Disiplin ↔ devletin yeniden dirilişi | Mali denge ↔ devletin bekası |

Sonuç
Kutadgu Bilig’de liyakat, ahlâkî ve erdem merkezli bir normatif ideal olarak ifade edilirken, Siyasetnâme’de kurum tecrübesi, Koçi Bey Risalesi’nde kriz karşısında kanun-ı kadîme dönüş ve Devlet Adamlarına Öğütler’de mali doğruluk üzerinden tanımlanmıştır. Farklı bağlamlara rağmen dört metin de ortak bir görüşte birleşmektedir: Devletin bekası, işlerin ehline verilmesine bağlıdır.
DİPNOTLAR
- Yusuf Has Hâcib, Kutadgu Bilig, Çeviren: Reşit Rahmeti Arat, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 1947, Beyit 2018.
- Nizâmü’l-Mülk, Siyâsetnâme, Hazırlayan: Mehmet Altay Köymen, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1990, 10. bab.
- Koçi Bey, Koçi Bey Risalesi, Hazırlayan: Ali Kemali Aksüt, Türk Tarih Kurumu Yayınları, İstanbul, 1994, s. 42.
- Sarı Mehmed Paşa, Nesâyihü’l-Vüzerâ ve’l-Ümerâ (Devlet Adamlarına Öğütler), Hazırlayan: Mehmet Arslan, Kitabevi, İstanbul, 1996, s. 115.
- Defterdar Sarı Mehmet Paşa, Devlet Adamlarına Öğütler, Derleyen ve Çeviren: Hüseyin Ragıp Uğural, Kültür Bakanlığı Yayınları, İzmir, 1990, s. 124.

Mustafa Kemal Paşaya Göre Amasya Görüşmeleri: Uygulamalar, Yansımalar, Tepkiler ve Vaka Analizleri

Yönetimde Adalet: Kutadgu Bilig, Siyasetname, Koçi Bey Risalesi ve Devlet Adamlarına Öğütler’in Karşılaştırmalı Analizi

Gazi Mustafa Kemal’in Nutuk Adlı Eserini Okuması (15-20 Ekim 1927)
En Çok Okunanlar
- Türkler ve Zaferleri3 yıl ago
Anafartalar Kumandanı Mustafa Kemal ile Mülakat [Görüşme] (1)
- Maarifimizde İstikamet3 yıl ago
AİLE KUCAĞINDA VATAN TERBİYESİ
- Türk Tarihi3 yıl ago
6 EKİM İSTANBUL’UN KURTULUŞ GÜNÜ
- Türk İstiklâl Mücadelesi3 yıl ago
LOZAN BARIŞ ANTLAŞMASI
- Tarihi Toplantılar3 yıl ago
İSTİKLÂL MARŞI’NIN YAZILIŞI ve MİLLÎ MARŞ OLARAK KABULÜ
- Türk Tarihi3 yıl ago
CABER KALESİ [TÜRK MEZARI (MEZAR-I TÜRK)]
- Türk İstiklâl Mücadelesi3 yıl ago
Mustafa Kemal Paşa’nın Sivas Kongresi’ni Açış Konuşması (4 Eylül 1919)
- Mustafa Kemal Atatürk3 yıl ago
GAZİ MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN KONYA TÜRK OCAĞI’NDA YAPTIĞI KONUŞMA