Connect with us

Mustafa Kemal Atatürk

GAZİ MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN TÜRKİYE’NİN GELECEĞİ ÜZERİNE İZMİR’DE HALKLA KONUŞMASI (7)

Published

on

(2 Şubat1923)

GİRİŞ

T.B.M.M. Reisi Başkumandan Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri, 2 Şubat 1923’te İzmir İktisat Kongresi için hazırlanan Eski Gümrük Binasında İzmirliler ile sohbette bulunmuşlardır. Konferans salonunu, beş altı bin kadın ve erkek dinleyici doldurmuştu.  Gazi Hazretleri, saat iki buçukta başlayan ve 6 saati geçen uzun konuşmasında halktan 17 kişinin [Eski Matbuat-ı Dâhiliye Müdürü Fazlı Necip Bey, Hazır olanlardan bir şahıs, Sanatkârlardan İbrahim Hakkı Efendi, Gümrük memurlarından bir efendi, Kız Sultani Müdiresi Hanım, Maarif Müdürü Vasıf Bey, Hazır olanlardan bir şahıs, Darülmuallimin muallimlerinden Hikmet Bey,  Darülmuallimin muallimlerinden Hasan Ali Bey, Muallime Melahat Hanım, Sadayı Hak Gazetesi Yazarlarından Sırrı Bey, Hazır bulunanlardan bir efendi, Hazır olanlardan bir Musevi, Ahenk Gazetesi Başyazarı Şevki Bey, Darülmuallimat Edebiyat Muallimesi Nuriye Hanım, Hazır bulunanlardan bir efendi, Edirne Eski Maarif Müdürü İzmirli Rahmi Bey] çeşitli konular hakkındaki sorularına cevaplar vermiştir. Gazi Hazretlerinin konuşmasını;  açık, anlaşılır ve doğru anlatım bakımından [İzmir Bir Parola Olmuştur, Kuruluştan Çöküşe Kadar Osmanlı Devleti,  Milli Mücadele, Kadının Aile ve İçtimai Heyet Hayatındaki Yeri ve Önemi, Akşehir’de Kadınlarla Hasbıhal, Türkiye Devleti, Türkiye Büyük Millet Meclisi, Hükûmet, Milli Hâkimiyet, Teşkilatı Esasiye Kanunu, Dış Münasebetlerimiz, Milli İktisat ve Kalkınma, Maarif İşleri, Hars, Milli Seciye, Milliyetperverlik, Milliyet Hissi, Medreseler, Vakıflar, Halk Fırkası, İçtimai ve İktisadi Sınıflar, Ordu, Seçme ve Seçilme Hakkı ve Ödevi] başlıkları altında göstermek mümkündür.

—***—

[Halk Fırkası]

Efendiler, memleket ve milletimizi hakiki halasa [kurtuluşa] kurtuluşa yetiştirmek için hepimiz anlıyoruz ki, çok çalışmak lâzımdır ve çok şeyler yapmak lâzımdır. Ancak bunu nasıl yapabileceğimizi de düşünmek mecburiyetindeyiz. Bu münasebetle sorulmuş olan bir soruya cevap vereceğim. O da, siyasî bir teşekkül veya Halk Fırkasına ait bir sorudur.

Birkaç ay evvel zannederim, gazetelerde bazı beyanatta bulunmuştum. Demiştim ki:

Sulhtan sonra Halk Fırkası [Partisi]  namı altında bir siyasî fırka yapmak tasavvurundayım ve bu fırkanın bir programını tespit edebilmek için, bütün millet fertlerinin, ihtisas, ilim ve fen erbabının kendi görüşlerini, mütalaalarını [fikirlerini]   bana yetiştirmelerini rica etmiştim. Ve bu beyanattan sonra hakikaten birçok raporlar, programlar, görüşler gelmektedir. Benim düşündüğüm şey, bütün bu görüşleri topladıktan sonra tasnif etmek ve ondan bir program çıkarmaktır.

Efendiler! Ben kendi kendime düşünür, bir program tespit eder ve derdim ki, işte benim programım şudurBenimle hemfikir olanlar, buyursun beraber çalışalım. Ancak ben böyle yapmak istemedim. Çünkü böyle yapmanın hatalı olduğunu kabul ediyorum. Ben istedim ki, takip olunacak program, benim programım olmasın. Falanın veya filanın programı olmasın. Yani herhangi bir şahsın programı olmasın. Çünkü bir şahsın programı, en nihayet kendi şahsını ve kendi şahsıyla alâkadar olan, menfaattar olan insanlara şamil olabilir. Ben arzu ettim ki, millet kendi programını takip etsin ve ben arzu ettim ki, milletimiz herhangi bir nam altında olursa olsun, şunun ve bunun arkasından gitmesin. Yalnız kendi arzu ve iradesinin ve maksadının arkasından gitsin. Bunu temin etmek için mümkün olsaydı bütün vatandaşları bir araya toplamayı ve hiç olmazsa bütün mütehassısları bir araya toplamayı, onlarla büyük bir kongre hâlinde görüşerek böyle bir program vücuda getirmeyi çok arzu ederdim. Fakat buna maddi imkân tasavvur edemediğim için, bunu âdeta yazılı yapmak cihetini tercih ettim. O beyanatım yazılı bir kongreyi temin etmek maksadına atfedilmişti [yönelikti]. O program etrafında demiştim ki, bir Halk Fırkası yapacağım.

Arkadaşlar! Siyasî fırka telaffuz edildiği zaman kati olarak biliyorum ki, bütün vatandaşlarımız, kardeşlerimiz endişeli bir hisse haklı olarak mağlup oluyorlar. Çünkü şimdiye kadar hiçbir hakiki netice vermediği hâlde milleti birbirine çarpıştıran, muhalif gayeler doğuran fırkalar görülmüştür. Veyahut tahakküm eden fırkalar görülmüştür. Çünkü siyasî fırka demek, mevcut olanlara bakılacak olursa veya bakılarak ifade edilmek lâzım gelirse, her hâlde birtakım iktisadi menfaatleri, hayati menfaatleri temin etmek için çalışan teşekküller demektir. Umumiyetle içtimai heyetlerde menfaatler, heyetin bütün sınıflarına faydalı tasavvur edilmez. Bazı sınıfların menfaatleri başka istikamette, bazı sınıfların menfaatleri başka başka istikamettedir. Bunun üzerine şu veya bu milletin menfaatini temin etmek için onlara dayanmak, onları temsil ile mümkündür. Onlara dayanan bir fırka bulunabilir. Bunun karşısında kalan ve falan sınıfın menfaatlerini muhafaza için onlara dayanan ve onları temsil eden bir zümre bulunacaktır. Bunun üzerine fırka denildiği zaman bu milletin içinden şu veya bu sınıfı almak, diğer bir sınıfın menfaati aleyhine çalışmak… Hayır, ben böyle bir fırka yapmak tasavvurunda değilim…

Ben böyle bir fikirde değilim, dedim. Çünkü böyle bir fikirde bulunmaya bizim memleketimizde, bizim memleketimizin içinde esasen ihtiyaç yoktur. Zira tahlil edersek görürüz ki, menfaati yekdiğerine denk sınıflardan müteşekkil [meydana gelen]  bir halktan başka muhatap bulamayız.

[İçtimai ve İktisadi Sınıflar]

Bazı çok dikkatli arkadaşlarımızın tahlillerinden istifade ederek arz edeyim ki, bizim milletimize bakıldığı vakit evvela nazarı dikkate çarpan aslî kitle çiftçidir ve çobandır. Diğer bir arkadaşımızın şimdi dediği gibi, yüzde sekseni çiftçidir. O hâlde Halk Fırkası denildiği zaman bu aslî kitle kastedilmektedir.  Yalnız çiftçilerin ve köylülerin haklarını temin için diğer sınıfların aleyhinde olarak mı fırka yapacağız? Hayır… Köylünün düşmanı olabilecek olanlar kimlerdir? Çok çiftlikleri, geniş arazisi bulunan insanlardır. Hâlbuki arkadaşlar, bizim memleketimiz içinde böyle geniş çiftlik ve arazi sahibi olanlar kaç kişidir? Ve acaba mevcut olan geniş arazi ve çiftlik sahipleri derecesinde her köylüye arazi vermek için memleketimizin arazisi kâfi değil midir? Bunun üzerine bizim memleketimizde geniş arazi sahiplerinin başlı başına bir kuvvet, bir sınıf teşkil ederek menfaat takip etmesine imkân yoktur, onların mevcudiyet ve menfaatleri köylüden çok farklı değildir. Zira bir insanı köylü mertebesine indirmek değil, köylüleri bunların mertebesine çıkarmak lâzımdır. Ben bunları, köylünün, çiftçinin içinde farz ederim.

Sonra tüccar vardır, orta tüccar vardır, bir de zengin tüccarlar vardır. Telaffuz olunduğu zaman yekdiğerine karşı görünür. Hâlbuki bence öyle değildir. Yüksek tüccar, zengin tüccar dediğimiz zaman memleketimiz içinde kaç zengin adam vardır? Kaç milyoner gösterebilirsiniz? Kendi sermayesine yahut bir araya getirilecek olan sermayelere dayanarak bu memlekette kaç fabrika yapılabilir? Kaç liman yapılabilir? Hiçbir şey yapılamaz. Hani zengin, zengin dediğiniz adamlar? Emin olasınız ki, medeni milletlerin orta zenginlerinden de aşağı… Zengin tüccarla orta tüccar birbirinden ayrılmayacak kadar menfaatleri müşterek olan bir sınıftır. O da halkın içindedir.

Mesela ameleden bahsedilir. Bu memlekette, İstanbul’da, şurada burada olan ameleyi tamamen düşünecek olursak belki yirmi bini geçmez. Bu yirmi bin amelenin, emekçinin tarlada çalışan köylüden ne farkı vardır? Biz amelenin menfaati hilafına çalışmayı umum menfaatlere muhalif görürüz. Biz fabrikalar yapmak istiyoruz ve daha çok ameleye ihtiyacımız var. Biz eğer amelenin refah ve saadetini temin edecek tarzda esaslar koymazsak, bu zarar onlara değil, memlekete ve milletin umumi refahına aittir. Bu da bu halkın içindedir.

Sonra efendiler, aydınlar denilen insanlarla ulema denilen insanlar kalır. Bunlar, çiftçi değildir, tüccar değildir, amele değildir. Fakat mevcuttur. Gerek ulema ve gerek aydınlar, alelade başlı başına bir menfaat takip edebilecek hususi sınıf hâlinde tasavvur olunabilir mi? Bilakis, ulemanın ve aydınların yapacağı şey halkın içine girmek, kendilerine yol gösterici olmaktır. Bu tahlillerimle göstermek istiyorum ki, bizim milletimiz, baştan nihayete kadar yekdiğerinin menfaatine yardımcı ve yol gösterici sınıftan başka bir şey değildir. Sanatkârlar da öyledir. O hâlde öyle bir teşekkül olmalıdır ki, çiftçinin, tüccarın, sanatkârın, amelenin ve bütün milletin menfaatlerini düşünsün. Bütün bu menfaatleri temin edebilecek esasları koysun, onları işleyebilecek duruma koyabilsin. Hatta biz fırka namı kullanmaksızın dahi bu maksadımızı temin edecek bir teşekkül yapabiliriz. Yalnız bizi bundan men eden nedir? Şudur:

Biz tam istiklâl ve kayıtsız şartsız hâkimiyet umdelerine dayanan bir program takip edeceğiz. Ve bu programla memleketi mümkün süratle mamur etmek ve milleti mümkün süratle mesut etmek, zengin etmek için ne yapmak lâzım gelirse, tereddütsüz, şuna buna bakmaksızın, şu veya bu nazariyeye bakmaksınız, maddi olarak, hakiki olarak yürümek istiyoruz.

Bu noktada ufak bir itiraf yapmak lâzımdır. Bütün bunlara ve hatta esaslara karşı olanların mevcut olmadıklarını kabul edemeyiz. Hâlbuki bu karşı olanların, milletinin heyet-i umumiyesini [tamamını] bir vasat yapıp da onun üzerinde yürüyemeyiz. Kurtulmak için, bu karşı olanların hepsinin kafasını koparmak lâzımdır. Ancak bu millet bu sayede kurtulabilir. Bir şey vardır: Mademki bu istikamette yürümeye takatı olmayan insanlar vardır, onları tepelemek ve yürümek lâzımdır. Bu kadar azimle yürüyecek bir heyete elbette siyasî bir tavır vermek lâzımdır. İşte benim teşekkülünü lâzım saydığım Halk Fırkasının mahiyeti bundan ibarettir. Bittabi bu, bugün mevcut ve teşekkül etmiş değildir. Bugün mevcut olan bir şekil vardır ki, onun adına, biliyoruz ki, Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti derler ve ben bu cemiyetin reisiyim. Bu cemiyet, bütün teşekküllerin, başta arz ettiğim teşekküllerin bir nam altında birleşmesinden hâsıl olmuş ve bağımsızlığı, hâkimiyeti kurtarmak için millete yol göstermiş ve tarihi vazifeler yapmış ve yapmakla meşgul bulunmuştur. Ancak bu bir cemiyettir. Bu bir siyasî fırka değildir. Bu cemiyete ayırmaksızın bütün vatandaşlar dâhildir.

Bütün vatandaşlar bu cemiyette üyedir. Hâlbuki yapılması tasavvur olunan şey, siyasî bir fırkadır. O hâlde bu siyasî fırka da bütün millete şamildir. Yalnız buraya dâhil olamayacaklar, dediğim esasları kabul istidadında bulunmayanlardır. Demek ki, bu umumi ve millî olan tarihi vazifeleri ifa ile meşgul olan teşekküller ile beraber bütün millî teşekküller el birliği ile çalışarak vücuda getirecekleri müşterek bir fırka olacaktır ki, ben onun ismine Halk Fırkası demeyi münasip görüyorum.

[Ordu]

Bu fırka bütün halk sınıflarını mesut etmeyi gaye edineceği gibi, bu sınıflar içinde bir sınıf vardır ki, devlet, millet ve milletin bütün bu mesaisi ancak ona dayanmakla emniyetle yürüyebilir. O sınıf ordudur. Ordumuz, babalarına ve ecdatlarına lâyık fiillerin ve harekâtın kahramanı olmakla iftihar etmektedir. Sulh devresine geçtikten sonra da sükûtla geçecek millet işlerinde hiçbir endişeye maruz kalmamamız için bu orduyu şimdiye kadar olduğundan daha mükemmel bir hâle getireceğiz. Bu ise ancak ordu mensuplarının refahını, saadetini temin etmekle mümkündür. Hayat kaygısı içinde bulunan insanların- hayat dediğim zaman, askerler için- bahis konusu olan muharebede terk edeceği hayat değildir. Bizim askerlerimiz, bizim zabit ve kumandanlarımız, vatanı için ve milleti için muharebe meydanlarında tereddüt etmeksizin hayatlarını bırakırlar ve bunu yapmayı ararlar. (Alkışlar) Fakat icap ederse o ölüm gününe yetişebilmek için kat edeceği hayat mesafesi içinde insani ihtiyaçları vardır. O insani ve ailevi ihtiyaçları çok temin olunmalıdır ki, subay ve asker, diğer sınıflara oranla o işlerle en az meşgul olsun. Bunu temin etmek istemeyen bir millet en esaslı bir noktada gevşeklik göstermiş demektir. Hâlbuki her hususta hayatına kuvvet ve sağlamlık vermek isteyen ve buna karar vermiş olan milletimiz, elbette subaylarını ve askerlerini ve devlet makinesini işletecek olan bütün memurlarının hayatını en müreffeh bir hâlde bulundurabilmek için icap eden hususları teminat altına alacaktır. Ve teşkili tasavvur olunan fırkanın programında bu nokta en mühim noktalardan birisini teşkil edecektir. ·

Bazı milis subaylarının müşkülât içinde olduğunu söyleyen bir arkadaşımız vardı. Bizim ordumuzda milis subayı yoktur. Yalnız bu harekâtın başında fedakârlık, kahramanlık eden birtakım vatansever fedakârlar vardı. Bunlar ya subay idiler veya askerliğe mensup olmadıkları hâlde, sırf vatanperverane heyecanlarıyla askerlik etmişlerdir. Liyakatleri, kahramanlıkları icabı subaylık vazifesini dahi yapmışlardır. Arkadaşımızın milis subayı dediği bu nevi güzide insanlar olacaktır. Böyle memleket ve milletin en tehlikeli bir anında vatanperverliği azami derecede ortaya koymuş olan insanların hiçbir vakitte mükâfatsız kalmaması ve bilhassa sefalete maruz kalmaması lâzımdır.

Ancak bu gibi arkadaşlarımız, ya muntazam olarak teşekkül etmiş olan ordunun içinde askeri vazifesine devam edebilecek bir hâlde idiler ki, -ki onlar devam ediyorlar veyahut muntazam ordu teşkil olunduktan sonra muntazam subaylar heyeti işi üstlendikten sonra kendilerinin vazifesine nihayet verilmiş, yine ordunun muvaffakiyetleri için ve milletin selameti için lâzım gelen insanlardır-bunların sefalette bırakılmaları için hiç kimse bir şey düşünmüş olamaz. Her hâlde bunlar bu içtimai heyetin içinde ve memleketin içinde hayatını temin edecek iş bulabilirler. Ve ben çoklarını bilirim ki, bulmuşlardır. Fakat hakikaten sefalet hâlinde bulunanlar varsa, bunun sebeplerini tetkik etmek lâzım gelir. Ya unutulmuştur, müracaat etmemiştir veyahut tetkike değerdir.

Eğer bu gibi arkadaşlarımız memleket ve millete hizmet etmiş olmaktan dolayı büyük ve büyük mükâfatlar bekliyorlarsa ve bu mükâfat verilememiş ise, o da millet ve memleketin hâlindendir. Ve ben çok eminim ki, bu arkadaşlarımız hiçbir vakitte böyle hasis ve maddi menfaati düşünerek vatani vazifelerini yapmış değillerdir.

Arkadaşlar, milletten çok şey talep etmeye hakkımız yoktur. Millete vazife yapmaya mecburuz. Aç kalırsak çalışalım, nasıl yapmak lâzım gelirse öyle yapalım. (Alkışlar) Çiftçi olalım, çoban olalım, bakkal olalım efendiler. Ne yaptık sanki bu millete? Herhangi birimiz bu millete ne yaptık? En çok vazife yapmış olanlarımız ne yapmışlardır? Böyle bir his yoktur ve olmamalıdır. Hizmet eden, vazifesini, namus vazifesini yapmıştır.

Efendiler! Halk Fırkası, demin izah ettiğim gibi, adeta nasıl ki Misakı Millî, tam istiklalimizi elde etmek için ortaya konulmuş bir düstur ise, nasıl ki Teşkilatı Esasiye Kanunu’muz millî hâkimiyeti kayıtsız şartsız milletin elinde muhafaza etmek için konulmuş bir düstur ise, Halk Fırkasının programı da milleti bundan sonra mesut edebilmek ve sınıflarını ayırmaksızın mesut ve müreffeh etmek için ve memleketi mamur etmek için bir düsturun etrafında toplananlardan teşekkül edecektir. Hiç kimsenin hatırına gelmesin ki, bu siyasî fırka şu veya bu sınıfın menfaat vasıtası olacaktır. Hayır, Halk Fırkası bütün milletin saadetini elde etmeye mevcudiyetini hasredecek bir siyasî teşekkül olacaktır.

Ben bizzat böyle bir siyasî teşekkülün içinde bulunmak ve başında bulunmakla memlekete en büyük bir vazifeyi yapacağıma kaniim. Devletin başında, hükûmetin başında bulunmaktan daha mühim görüyorum böyle bir siyasî teşekkülün başında bulunmayı… Çünkü efendim, bizim milletimizin esaslı olarak bütün bu konuştuğumuz şeyleri yapabilmeye kendini kabiliyetli kılabilecek bir noksanı vardır. O da siyasî terbiyeden mahrumiyetidir. Millet siyasî terbiye almalıdır. İşte meclis olmadığı zamandaki hâlimiz ve meclis olduktan sonra da bizi düşündüren manzaraların tamamı, esasen millette siyasî terbiyenin lüzumu kadar olmamasından ileri gelmiştir.

Mustafa Kemal Atatürk

10 Kasım’da Atatürk’ü Anmak ve Anlamak

Published

on

Özet

Bu makale, 10 Kasım’ın tarihi anlamını yalnızca bir anma günü olarak değil, aynı zamanda Atatürk’ün fikri mirasını yeniden yorumlama fırsatı olarak ele almaktadır. Atatürk’ü anmak, onu tarihi bir figür olarak yüceltmekten öte, çağdaş bir düşünce sisteminin sürekliliğini koruma çabasıdır. Bu bağlamda makale, anmanın tören boyutu ile anlamanın entelektüel boyutunu bütünleştirerek, 10 Kasım’ı bir toplum bilinci pratiği olarak analiz etmektedir.

Anahtar Kelimeler: Atatürk, 10 Kasım, Anma Kültürü, Cumhuriyet Düşüncesi, Modernleşme, Eleştirel Tarih.

Giriş

Türkiye Cumhuriyeti’nde 10 Kasım, yalnızca Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ölüm yıldönümü değil; aynı zamanda, bir milletin kendisini yeniden tanıma ve tarih bilincini tazeleme günüdür. 1938’den itibaren her yıl tekrarlanan bu tören, bir yas ifadesinden ziyade, modern Türk kimliğinin sürekliliğini koruma iradesinin sembolü hâline gelmiştir.

Atatürk’ü anmak, onun bıraktığı mirasın hem tarihi hem de fikri boyutlarını hatırlamaktır. Ancak onu anlamak, bu mirasın felsefi ve sosyal temellerini çağın şartlarına uyarlayabilmektir.

1. Atatürk’ü Anmak: Orta Hafızada Bir Tören

Anma olgusu, sosyal hafızanın yeniden üretim biçimlerinden biridir. 10 Kasım sabahı 09.05’te bütün ülkenin aynı anda susması, yalnızca bir “yitiriş” anını değil, bir “yeniden diriliş” bilincini temsil eder. Bu sessizlik, bireysel bir yas değil, ortak bir anlamlandırma dönemidir.

Ortak bellek teorisine göre, bir toplum, geçmişini yeniden kurgularken aslında kendisini inşa eder. Bu bağlamda 10 Kasım törenleri, Türkiye Cumhuriyeti’nin kimlik inşasında önemli bir “zaman ve mekân sabitesi” görevini yapmıştır.

Bu tören, bireylerin şahsi duygularını sosyal bir çerçeveye yerleştirir. Özellikle okullarda, kamu kurumlarında ve meydanlarda yapılan törenler, genç kuşaklara Cumhuriyet’in değerlerinin aktarıldığı sembolik mekânlardır. Dolayısıyla 10 Kasım, sadece geçmişi hatırlama değil, aynı zamanda “geleceğe ait bir kimliği” gösterme ve sürdürme eylemidir.

2. Atatürk’ü Anlamak: Fikri Mirasın Yeniden Yorumu

Atatürk’ü anlamak, yalnızca tarihi olayları bilmek değil, bu olayların ardındaki fikri sistemi kavramaktır. O, “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” bireylerden oluşan bir toplum ideali ortaya koymuştur. [1]

Bu ideal, dogmalardan arınmış bir akılcılığı ve bilime dayalı bir ilerleme anlayışını temel almaktadır. “Benim manevi mirasım ilim ve akıldır” sözü, Atatürk’ün fikri mirasının özüdür.

Atatürk’ün inkılapları –özellikle eğitim, hukuk ve kadın hakları alanlarındaki dönüşümler– birer modernleşme adımı olmanın ötesinde, insanı merkeze alan bir özgürlük anlayışının yansımaslarıdır. Bu inkılaplar, “rasyonelleşme dönemi”nin Türkiye’deki göstergeleridir.

3. Vaka Analizi: 10 Kasım 1938 ve Sosyal Tepki

Atatürk’ün 10 Kasım 1938’de Dolmabahçe Sarayı’nda vefatı, yalnızca bir devlet adamının ölümü değil,  millî bir sarsıntı olarak yaşanmıştır. Ancak bu sarsıntı, kısa sürede “millî direniş bilinci”ne dönüşmüştür.

Arşiv belgelerine göre, İstanbul’da cenaze gününde sokağa çıkan yüzbinler, kendi inisiyatifleriyle yas tutma biçimleri geliştirmiştir. [2] Bu durum, anma kültürünün halk tarafından özümsendiğini göstermektedir.

1938 sonrasında 10 Kasım törenleri, devletin resmi tören çizgisinden taşarak, bireysel ve sivil hafızanın ortak alanına dönüşmüştür. Özellikle 1950 sonrası dönemde, anma biçimlerinin çeşitlendiği ve duygusal yoğunluğun kuşaklar arası aktarımında kültürel bir süreklilik sağladığı gözlemlenmiştir.

4. Eleştirel Tarih Bakış Açısıyla 10 Kasım’ın Dönüşümü

Eleştirel tarih yöntemi, geçmişi kutsallaştırmadan, onun bugüne etkilerini çözümlemeyi amaçlamaktadır. Bu açıdan bakıldığında, 10 Kasım anmaları yalnızca “nostaljik bir bağlılık” değil, tarih bilinci üretiminin bir aracıdır.

Son yıllarda yapılan bazı araştırmalar, 10 Kasım’ın genç kuşaklar nezdinde duygusal bir etkiden ziyade sembolik bir törene dönüştüğünü ortaya koymuştur. [3] Ancak bu durum, anmanın anlamını yitirdiği anlamına gelmez; aksine, yeni kuşakların Atatürk’ü kendi çağlarının diliyle yeniden yorumlama çabası olarak görülebilir.

Dolayısıyla Atatürk’ü “anlamak”, onu tekrarlamak değil, onun yöntemini sürdürmektir: eleştirel düşünmek, sorgulamak ve daima ileriyi hedeflemek.

Sonuç

10 Kasım, yalnızca bir anma günü değil,  millî bilincin yenilenme anıdır. Atatürk’ü anmak, geçmişe duyulan saygıdır; ama onu anlamak, geleceğe duyulan sorumluluktur.
Bu sebeple her 10 Kasım, Türk milletinin “düşünen ve ilerleyen insan” idealini yeniden hatırladığı bir zaman eşiğidir.

Atatürk’ün mirası, bir kişi kültü değil; bir düşünce kültürüdür. Bu kültür, her kuşakta yeniden doğar, çünkü 10 Kasım’ın sessizliğinde bir milletin sesi saklıdır.

DİPNOTLAR

  1. Atatürk, Nutuk, Cilt II Türk Devrim Tarihi Enstitüsü Yayınları, Ankara, 1969, s. 894.
  2. Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri, Dolmabahçe Defterleri, 1938 Kasım Dosyası, Belge No: 27.
  3. Ayşe Kuruoğlu, “10 Kasım Anma Kültürünün Kuşaklar Arası Dönüşümü” Toplum ve Tarih 412 (2019), s. 67–89.

Continue Reading

Mustafa Kemal Atatürk

Yönetimde Adalet: Kutadgu Bilig, Siyasetname, Koçi Bey Risalesi ve Devlet Adamlarına Öğütler’in Karşılaştırmalı Analizi

Published

on

Özet

Adalet, Türk-İslam siyaset düşüncesinde devletin bekasının ve toplum düzeninin en temel direği olarak kabul edilmiştir. Yusuf Has Hacib’in Kutadgu Bilig (1069-1070) ve Nizamü’l-Mülk’ün Siyasetname’sinde (1091) adalet; kozmik düzen ve ahlaki temeller üzerinden ele alınırken, Koçi Bey Risalesi (1631) ve Defterdar Sarı Mehmet Paşa’nın Devlet Adamlarına Öğütler (1767) adlı eserinde ise daha çok mali-idari düzenin korunması ve reform ihtiyacı bağlamında işlenmiştir. Bu makalede dört eser karşılaştırılarak adaletin görevleri meşruiyet kaynağı, toplum düzeninin garantisi, mali düzenin temeli ve devletin bekası — çerçevesinde değerlendirilmiştir.

Anahtar Kelimeler: Adalet, Yusuf Has Hacib, Kutadgu Bilig, Nizamü’l-Mülk, Siyasetname, Koçi Bey Risalesi, Defterdar Sarı Mehmet Paşa, Devlet Adamlarına Öğütler, Türk-İslam Siyaset Düşüncesi.

Giriş

Adalet, siyaset felsefesinin en eski ve evrensel kavramlarından biridir. Antik Yunan’dan Türk-İslam siyaset geleneğine, Orta Çağ’dan Osmanlı klasik düşüncesine kadar bütün siyasal teorilerde adalet, devletin düzenini ve meşruiyetini sağlayan temel unsur olarak görülmüştür. Türk-İslam düşüncesinde de adalet, yalnızca ahlaki bir ilke değil, aynı zamanda yöneticinin görev ve sorumluluklarını belirleyen bir siyasal kurumdur.

Karahanlıla’da Yusuf Has Hâcib’in Kutadgu Bilig’i, Selçuklu’da Nizamülmülk’ün Siyasetname’si, Osmanlı’da Koçi Bey Risalesi ve Defterdar Sarı Mehmet Paşa’nın Devlet Adamlarına Öğütleri, farklı dönemlerde ve şartlarda kaleme alınmış olmakla birlikte, ortak bir kavram etrafında birleşirler: adalet.

Yönetimde Adalet

1. Kutadgu Bilig’de Adalet

Yusuf Has Hâcib, adaleti devletin “dört sütunundan” biri olarak tanımlar. Hükümdarın zulümden uzak durması, fakirleri koruması ve eşitliği gözetmesi en temel yükümlülüklerdir. Eserde, adaletin Tanrı’nın rızasıyla doğrudan ilişkili olduğu belirtilmektedir:

Beylerin halk üzerine zulmü artarsa, Tanrı’nın gazabı iner, devlet yıkılır.”

2. Siyasetname’de Adalet

Nizamülmülk’e göre adalet, “mülkün temelidir.”^3 Devletin düzeni, hükümdarın zulümden uzak durmasına bağlıdır. Halkın şikâyetlerini doğrudan dinlemek ve kadıların bağımsızlığını korumak, adaletin somut göstergeleridir.

Adalet mülkün temelidir; adalet giderse memleket de gider.”

3. Koçi Bey Risalesi’nde Adalet

Koçi Bey, Osmanlı’da yaşanan bozulmayı adaletin kaybına bağlamaktadır. Ona göre rüşvet, liyakatsiz atamalar ve kanun dışı uygulamalar devlet düzenini çökertmiştir. Bu sebeple adaletin yeniden tesisi için ıslahat teklif etmektedir: rüşvetin kaldırılması, tımar sisteminin eski düzenine döndürülmesi ve kadıların tarafsızlığının korunması.

Rüşvet ile mansıp verilmekle adalet yok oldu, nizam bozuldu.”

4. Devlet Adamlarına Öğütler’de Adalet

Defterdar Sarı Mehmet Paşa, adaleti özellikle mali düzen üzerinden ele almaktadır. Zulümle toplanan vergilerin bereketsiz olduğunu, hazinenin bu yolla dolsa bile sonunda boşalacağını ifade etmektedir. Ona göre adalet, yalnızca şeriatın değil, aynı zamanda mali disiplinin de teminatıdır.

Hazineyi zulümle doldurmak haramdır; sonunda hazine boşalır, halkın bedduası devleti yıkar.”

Karşılaştırmalı Analiz

  • Kutadgu Bilig ve Siyasetname, adaleti metafizik, ahlaki ve kozmik bir ilke olarak görürken;
  • Koçi Bey Risalesi ve Devlet Adamlarına Öğütler, adaleti mali-idari düzenin sağlanmasında pratik bir ıslahat unsuru olarak ele almıştır.

Yönetimde Adalet: Karşılaştırmalı Tablo (Alıntılarla)

EserAdaletin KonumuAdaletin Yöneticiden BeklentisiUygulama AlanıTemel Tehdit / Bozulma SebebiÖzgün Alıntı
Kutadgu Bilig (1069-1070, Yusuf Has Hâcib)Devletin dört sütunundan biri; kozmik-dini düzenin temeliHükümdarın eşitliği gözetmesi, fakirleri koruması, zulümden uzak durmasıVergi adaleti, liyakat, halk ile hükümdar ilişkisiZulüm → devletin ömrünün kısalması“Beylerin halk üzerine zulmü artarsa, Tanrı’nın gazabı iner, devlet yıkılır.”
Siyasetname (1091, Nizamülmülk)“Mülkün temeli” olarak görülürHalkın şikâyetlerini dinlemek, kadıları bağımsız bırakmak, zulmü engellemekVergi düzeni, kadılık sistemi, şikâyet mekanizmasıAdaletin bozulması → kozmik ve toplumsal düzenin çöküşü“Adalet mülkün temelidir; adalet giderse memleket de gider.”
Koçi Bey Risalesi (1631)Devletin bozulma sebeplerini açıklayan merkezî unsurRüşvetin kaldırılması, timar düzeninin eski hâline getirilmesi, kadıların tarafsızlığıAskeri, mali ve adli düzenLiyakatsiz atamalar, rüşvet, kanun dışı uygulamalar“Rüşvet ile mansıp verilmekle adalet yok oldu, nizam bozuldu.”
Devlet Adamlarına Öğütler (1767, Sarı Mehmet Paşa)Mali ve idari düzenin bekçisiGelir-gider dengesinde adalet, kul hakkından sakınma, ölçülülükVergi toplama, hazine yönetimi, idari denetimZulümle toplanan vergi → halkın huzursuzluğu ve hazinenin boşalması“Hazineyi zulümle doldurmak haramdır; sonunda hazine boşalır, halkın bedduası devleti yıkar.”

Dört eserin ortak noktası, adaletin yokluğunun devletin çöküşüne yol açacağı fikridir. Ancak dönemler ilerledikçe, adaletin tanımı soyut bir düşünceden somut bir yönetim ilkesi ve mali düzen mekanizmasına dönüşmüştür.

Sonuç

Adalet, Türk-İslam siyaset düşüncesinde daima devletin varlık sebebi ve bekasının şartı olmuştur. Kutadgu Bilig ve Siyasetname, adaleti daha evrensel ve ahlaki bir çerçevede değerlendirirken; Koçi Bey Risalesi ve Devlet Adamlarına Öğütler, Osmanlı’nın çözülme döneminde adaleti ıslahatların anahtarı olarak görmüştür. Bu karşılaştırma, siyasal düşünce tarihimizde adalet kavramının sürekli varlığını, fakat içerik ve uygulama bakımından dönemin ihtiyaçlarına göre dönüşümünü açıkça göstermektedir.

Kaynakça 

  1. Yusuf Has Hâcib, Kutadgu Bilig, Çev. Reşit Rahmeti Arat, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1985.
  2. Nizamülmülk, Siyasetname, Çev. Mehmet Altay Köymen, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1999.
  3. Koçi Bey, Koçi Bey Risalesi, Haz. Zuhuri Danışman, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul, 1972.
  4. Defterdar Sarı Mehmet Paşa, Devlet Adamlarına Öğütler (Nasihatü’l-Vüzerâ ve’l-Ümerâ), Haz. Hüseyin Algül, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1991.
  5. Halil İnalcık, Osmanlı’da Devlet, Hukuk, Adalet, Eren Yayıncılık, İstanbul, 2000.

Continue Reading

Mustafa Kemal Atatürk

Gazi Mustafa Kemal’in Nutuk Adlı Eserini Okuması (15-20 Ekim 1927)

Published

on

Gazi Mustafa Kemal, Nutuk’u Cumhuriyet Halk Fırkası’nın İkinci Büyük Kongresi’nde 15 Ekim 1927 Cumartesi günü saat 10.00’da okumaya başladı. 2 Eylül l927’de seçimler yapılmıştı. Yeni Meclis 1 Kasım’da açılacaktı. Gazi, kürsüye Cumhuriyet Halk Fırkası Reisi Umumisi, bugünkü ifadeyle CHP Genel Başkanı olarak çıktı. Konuşması, altı gün sürdü. Günde altışar saatten 36 saat 31 dakika konuştu. Son gün, 20 Ekim l 927’de altı oturum yapıldı. Gençliğe Hitabe‘yi söyleyip kürsüden indiğinde saat 20.25’ti.

Nutuk metnini bizzat Gazi Mustafa Kemal okumuştur. Vesika sunuşlarına sıra geldiğinde Gazi her vesikayı kürsüden, Kongre’de kâtiplik yapan Ruşen Eşref [Ünaydın] Bey’e uzatmış, vesikalar onun tarafından okunmuştur.

Mebusların ve vilayet delegelerinin oluşturduğu Kongre, 15-23 Ekim 1927 tarihleri arasında dokuz gün sürmüştür. Dinleyici olarak askeri erkândan başka yabancı devlet temsilcileri de Kongre’yi takip etmiştir. Gazi Mustafa Kemal’in Nutuk’undan sonra, Erzurum Mebusu Necip Asım [Yazıksız] Bey şu önergeyi sunmuştur: “Fırkamızın Umumi Reisi, Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal Hazretleri’nin Milli Mücadele ve İnkılap Tarihimiz hakkındaki beyanat ve izahatını büyük bir hürmet ve takdir ile dinledik. Bütün vatanperverane icraat ve hizmetleri, vatan ve milletin kurtuluş ve yükselişini temin eden Gazi Hazretleri’nin Nutuk1arının tamamen ve harfiyen tasvip edilmesini ve millet namına Kongre Genel Kurulu’nun imzalarıyla yazılı olarak teşekkür ve takdirler sunulmasını Büyük Kongre’ye arz ve teklif ederim, efendim.” Önerge oybirliği ile kabul edilmiş ve bütün Kongre üyeleri tarafından tek tek imzalanmıştır.

Nutuk’un müsveddesi T. C. Genelkurmay-Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı (ATASE) Arşivi’nde bulunmaktadır. Gazi, bazı bölümlerini kendisi yazmış, bazı bölümlerini yazdırmıştır. Müsveddeler üzerinde düzeltmeler, çıkarmalar ve eklemeler vardır. Gazi Mustafa Kemal, hazırlık aşamasında, toplanan yüzlerce vesikayı tek tek elden geçirmiş ve düzenlemiştir. Ayrıca kişilerin bilgisine başvurulmuştur. Gazi, yazdıklarını ilgili kişilere okuyup saatlerce tartışmış ve son şekli vermiştir. Önemli bir bölümü Ankara’da Çankaya’daki çalışma odasında kaleme alınmış. Son bölümleri de İstanbul’da Dolmabahçe Sarayı’nda yazılmıştır.

En son şeklin verildiği ve baskıya giden metin, Türk Hava Kurumu Müzesi’nde bulunmaktadır.

Nutuk’un 1927 tarihli ilk basımı “Nutuk/ Mustafa Kemal Tarafından” (543 +[2] sayfa) ve “Nutuk/ Muhteviyata Ait Vesaik” (303 +[2] sayfa) başlığıyla iki cilt halinde, büyük boy yayımlanmıştır. Üzerinde “Türkiye’de tab ve neşir hakkı Türk Tayyare Cemiyeti’ne tevdi buyurulmuştur” kaydı bulunmaktadır. Basım yeri Ankara, Türk Ocakları Heyeti Merkeziye Matbaası’dır. Cildin başında Gazi’nin “Gazi M. Kemal” imzalı fotoğrafı yer almaktadır. Arka kapakta bir cep içinde üç harita ve yedi kroki vardır. Hepsi numaralı olarak ilk 100 bin adet basılmıştır. Metinde başlıklandırma yapılmamıştır. Sadece bazı satırbaşlarında paragraf işareti, bölüm sonlarında üç yıldız bulunmaktadır. Vesikaların sıra numarası vardır. “Trakya Teşkilatına Ait Vesaik” numarasız ol arak “Vesikalar“ın sonuna eklenmiştir.

Nutuk’un 1927 Türk Tayyare Cemiyeti basımı dışında ayrıca 2000 adet lüks basımı yapılmıştır. Bu basım da iki cilttir. Bazı paragrafların baş harfleri süslü ve büyük yazılmıştır. Sayfa zeminleri renkli, çevresi de süslüdür. Türk Tayyare Cemiyeti, Nutuk’un bu basımını İstanbul’da Ebüzziya Matbaası’na yaptırmıştır.

Gazi Mustafa Kemal’in fotoğrafı ve haritalar Ahmet İhsan (Tokgöz) Matbaası aracılığıyla Viyana’da Elbemühl Matbaası’nda basılmıştır.

Nutuk, kâğıt ve ciltlerinin kalitesi ve süslemelerine göre 5, 10, 25, 45, 50 ve 500 lira fiyattan satılmıştır. 10 adet özel basılan ve ciltlenen Nutuk, Gazi Mustafa Kemal’e, TBMM Reisi’ne, Başvekil’e ve Erkanıharbiyei Umumiye Reisi’ne ve İnkılap Müzesi’ne armağan edilmiştir. Dört adedi de beş yüz lira karşılığında koleksiyonculara satışa sunulmuştur. Ciltleme, İstanbul’da Zelliç Matbaası’nın mücellithanesinde yapılmıştır. 10 adet özel ciltlenen Nutuk’un süslemeleri İstanbul’da Medreset-ül-hattatin adıyla anılan okulun sanatçıları tarafından düzenlenmiş, kuyumculuk işlerini İstanbullu kuyumcular yapmıştır.

Nutuk’un yeni harflerle ilk basımı 1934’te İstanbul, Devlet Matbaası’nda yapılmış­ tır. Üç cilt halinde yayımlanan Nutuk’un birinci cildi BMM’nin açılacağını bildiren genelge ile bitiyor. İkinci cilt BMM’nin açılışıyla başlıyor. Üçüncü cilt vesikalara ayrılmış. Birinci cildin başında A. Kampfın çizdiği Atatürk portresi yer alıyor. Metin içine fotoğraflar konulmuştur. Metnin yan tarafına eklenen konu başlıkları Faik Reşit Unat tarafından hazırlanmıştır. Harita ve krokiler ciltle birliktedir. İlk iki ciltte dizin bulunmaktadır. 1934 baskısının saklanan kalıpları aynen kullanılarak, l938’de, sadece metin bölümü tek cilt olarak Kültür Bakanlığı’nca yayımlandı.

Nutuk, bütün dünyada ilgi gördü ve yabancı dillere çevrildi. Aralık l927’de Oriente Moderno dergisinde yayımlanan 30 sayfalık İtalyanca özetinden sonra, l928’de Almanca çevirisi iki cilt olarak “Gasi Mustafa Kemal Pascha, Der Weg zur Freiheit 1919-1920 Die neue Türkei 1919-1927, Rede, gehalten von Gasi Mustafa Kemal Pascha in Angora vom 15. bis 20 Oktober 1927 vor den Abgeordneten und Delegierten der Republikanischen Volkspartei” ve “Gasi Mustafa Kemal Pascha, Die Dokumente, zur Rede” başlıklarıyla Leipzig’de K.F. Köhler Yayınevi tarafından basıldı. Yine aynı yayınevi tarafından 1929’da “Discours dıı Ghazi Moııstapha Kemal, President de la Republique Turque, Octobre 1927” başlığıyla Fransızcası; “A Speech delivered by Ghazi Mustapha Kemal, President of the Tıırkish Repııblic, October 1927” başlığıyla İngilizcesi yayımlanmıştır. Fransızca ve İngilizce basımlarda çeviren adı yoktur. Almanca baskısında Nutuk’un “yazarının gözetimi altında hazırlanan Fransızcasından” Dr. Paul Roth tarafından çevrildiği belirtilmektedir.

Rusça basımı en kapsamlı olanıdır. 1929-1934 yılları arasında “Put Norny Turtsii 1919-1927” başlığıyla dört cilt basılmıştır. Esere ayrıca Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün yaşamöyküsü, Türk İnkılabı‘nı anlatan 45 sayfalık bir giriş bölümü, açıklayıcı notlar, geniş bir ad ve kavram dizini, dizinli sözlük, zaman dizimi çizelgesi, fotoğraflar, görsel belgeler eklenmiştir.

KAYNAKÇA

Kemal Atatürk, Nutuk, Cilt: I, 1919-1920, M. E. B. Devlet Kitapları, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1970

Kemal Atatürk, Nutuk, Cilt: II, 1920-1927, M. E. B. Devlet Kitapları, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1969

Kemal Atatürk, Nutuk, Cilt: III, Vesikalar, M. E. B. Devlet Kitapları, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1969

Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt: 19, Nutuk I (1927), Kaynak Yayınları, İstanbul, 2006

Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt: 20, Nutuk II (1927), Kaynak Yayınları, İstanbul, 2007

Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt: 21, Nutuk III Vesikalar (1927), Kaynak Yayınları, İstanbul, 2007

https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/detay/878/Atat%C3%BCrk%E2%80%99%C3%BCn_Nutuk_Adl%C4%B1_Eseri

https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/detay/499/Nutuk%E2%80%99un-Dil-ve-%C3%9Cslup-%C3%96zellikleri

Continue Reading

En Çok Okunanlar