Mustafa Kemal Atatürk
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Hastalığı, Vasiyeti ve Ölümü (2)
Published
2 yıl agoon
By
drkemalkocakVasiyetini kendi eliyle yazdı
Atatürk’ün karnının büyümesi iyice belirginleşmişti. Bu nedenle de yatmakta ve nefes almakta artık güçlük çekiyordu. Sıkıntı veren karnındaki suyun alınmasını istiyor ve bu isteğini sık sık tekrarlıyordu. Fakat doktorları suyun mümkün olduğu kadar geç alınması taraftarıydılar.
Atatürk, Dr. Şakir Ahmet Bey’in Savarona’da verdiği bilgiye rağmen, bu su alınması işleminin, yani ponksiyonun önemli ve belki de tehlikeli olabileceğini tahmin ediyordu. Bunun için, ponksiyondan önce, düşündüğü birkaç meseleyi not halinde vasiyet etmek ihtiyacını duymuştu.
Atatürk’ün vasiyetnamesinin nasıl düzenlendiğini Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri aziz arkadaşım Hasan Rıza Soyak’tan dinleyelim: [1, 2]
“1938 yılı sonbaharıydı. Dolmabahçe Sarayı’ndaydık. Bir sabah Atatürk’ün yatak odasına girdim. O büyük insan, yatağında başı biraz yüksekte, arkaüstü yatıyordu. Salonu solgun bir güneş kaplamıştı. Yüzü fildişi rengindeydi. Yüzü, her gün biraz daha zayıflayıp uzadıkça gözleri irileşiyordu. O gök mavisi hareli ve harika gözler…
Bana yatağının ayakucuna doğru bir yer gösterdi. Oturdum. Her zamanki sorusunu tekrarladı:
‘Ne haber?‘
O günlerde Avrupa’da siyasi hava çok bozulmuştu. Atatürk ise bazı kaygılara ve tehlike belirtilerine rağmen, rahattı. Almanların henüz, İtalyanların ise hiç hazırlanmamış oldukları görüşündeydi. O yıl savaş çıkmayacağını, anlaşmazlıkların mutlaka bir pamuk ipliğine bağlanacağını, savaşı ancak 1939 veya sonraki yıllarda beklemek gerektiğini söylüyordu.
Son yirmi dört saat içindeki sorunlara ilişkin haberleri özetledim. Görüşünü doğrulayıcı nitelikteki bu haberleri ilgi ile dinliyor, ara sıra bazı sorular soruyor ve kısa cümlelerle görüşlerini açıklıyordu. Ancak düşünceli ve heyecanlı olduğu belliydi.
Sözlerimi bitirince sağ kolunu bana doğru uzattı. Doktorlar, kesin olarak gerekmedikçe güç sarf etmesini yasaklamışlardı. Bu nedenle hareketlerine yardım ediyorduk. Elini tuttum, doğruldu, yatağının içinde bağdaş kurdu. Birkaç dakika denizi ve karşı sahili seyretti. Heyecanını yenmeye çalıştığı belliydi. Gözlerini bana çevirdiğinde uzun kirpiklerinin ıslandığını fark ettim. Bütün hastalığı süresince benim yanımda gösterdiği tek zaaf-eğer bu ulvi sükûnete zaaf demek doğru ise- buydu. Sonra önüne baktı ve ağır ağır konuşmaya başladı:
‘Bu yolda konuşmak benim için de, senin için de zor ama başka çaremiz yok. Konuşmaya mecburuz çocuk. Hani seninle ara sıra bir işimizden söz ederdik. Hatta bunun için bir de kanun çıkarılmıştı: Şu vasiyetname meselesi. Bugün, yarın o işi bitirmeliyiz. Nasıl olsa bir gün karnımdan su alınacak. Ne olur ne olmaz. Barsaklardan biri delinebilir, başka bir arıza olabilir. Herhalde ihtiyatlı olmalı.‘
Gerçekten bunu beş yıldan beri ara sıra konuşuyorduk. Medeni Kanun’un 452’nci maddesini tadil mahiyetinde bir kanun çıkarılmıştı. 19 Mayıs 1932 tarihli Resmi Gazete’ de yayınlanan özel kanun şu idi:
1 ) Gazi Mustafa Kemal Hazretleri’nin Kanun-ı Medeni’nin 452’nci maddesi dairesindeki tasarrufları mahfuz hisseler hakkındaki hükümden müstesna olup bütün mallarında muteberdir.
2) Bu kanun neşir tarihinde muteberdir.
Medeni Kanun’un 452’nci maddesi ise şöyle değiştirilmişti:
Madde 452) Furuun baba ve anası, erkek ve kız kardeşi yahut karısı veya kocası sağ iken ve{a t eden murisin ölüme bağlı tasarrufları, bu kimselerin mahfuz hisseleri miktarından fazla olan mallarında muteberdir.
Bu mirasçılardan kimse bulunmazsa, muris, bütün mirasta tasarruf edebilir.
Sevgili ve kıymetli vücudun fani âlemdeki günlerinin sayılı olduğunu, o acı gerçeği çoktan biliyordum. Buna rağmen Atatürk’ün vasiyetnamesinin yapılması lafından bile sarsıldım. İçimden yumruk gibi bir şey kabarıp boğazımı tıkadı. Atatürk’e güçlükle cevap verdim:
‘Emirlerinizi sırf öteden beri düşündüğümüz bir konu olduğu için dinliyorum. Yoksa buna hiç gerek yoktur. Yapılacak iş gayet basit bir işlemdir ve buyurduğunuz tehlike kesinlikle söz konusu değildir.‘
Artık kendisine tamamen hâkim olmuştu:
‘Her neyse. Şimdi gerekli mi değil mi tartışmasını bırakalım ve bunu mutlaka yapalım. Mal olarak nemiz varsa hemen bir listesini yapıp bana getir.‘
Odadan çıktım. Büroma indim. Defterlere ve kayıtlara bakarak istediği listeyi yaparken ben de sükûnet bulmuştum. Tekrar yanlarına çıktığımda kendilerini aynı durumda buldum. Listeyi aldı, inceledi ve şu emri verdi:
‘Bunları ikiye ayıracağız. Bir kısmı hayatta kaldığımız sürece üzerimizde kalması lazım gelenlerdir. Nakit, hisse senetleri, Çankaya’daki köşk ve eşyası gibi… Hazırlayacağımız belgeye işte bunları koyacağız. Diğerlerini, yani başka yerlerdeki evleri ve emlaki, Ankara’ya döner dönmez mahalli belediyelere veya diğer kurumlara verir, işlemleri de yaptırırız.‘
Vasiyetname hakkında düşündüğü esasları not ettirdi. Ve bunun duyulmamasına çok özen göstermemi de tembih etti. Atatürk, nakit ve hisse senetlerinin -o zamana kadar olduğu gibi- İş Bankası tarafından nemalandırılmasını isterken şu görüşünü açıklamayı da ihmal etmedi:
‘İş Bankası Celal Bey’in (Bayar) nezareti altında çok iyi çalıştı ve başarılı sonuçlar aldı. Celal Bey yaşadıkça daima banka ile alakadar olacaktır. Onun için bu kaydı koyalım.’
Atatürk’ün bu sözlerinden anlaşılacağı gibi, kendisi, Ankara’ya dönmek niyetindeydi. Elim akıbeti sezmiş olmakla birlikte, Ankara’ya dönerek bazı işleri halledeceğine inanıyordu. Ne yazık ki, hastalığının izlediği seyir, bu isteğinin gerçekleşmesini imkân dışına çıkarmıştı.
Vasiyet için en uygun kanuni şekli belirlemek ve dikte ettirdikleri esasları yine kanuni şekilde düzenlemek için bir hukukçu arkadaşla görüş alışverişinde bulunmaya ihtiyaç vardı. Aklıma Kocaeli Milletvekili Sefahattin Yargı geldi. Kendisini Atatürk de tanır, sever ve takdir ederdi. Ona telefon ettim. Gece Osmanbey’deki Suna kahvesinin terasında buluştuk. Konu ile ilgili kanun hükümlerini birlikte inceledik. Vasiyetnameyi eliyle yazıp kapalı zarf içinde notere teslim etmesi şeklini uygun bulduk. Sefahattin Yargı’nın tavsiyesiyle bu görevi Altıncı Noter İsmail Kunter’e yaptıracaktık. Konuyu Dr.
Neşet Ömer İrdelp’e de açtım. Ev halkına noteri konsültasyon için getirdiği eski bir doktor arkadaşı olarak tanıtması konusunda görüş birliğine vardık.
Selahattin Yargı ile bir müsvedde hazırlamıştık. Ben bunu tape ettim ve Atatürk’e arz ettim. Okuduktan sonra:
‘Hemen yazalım. Kapıyı kapa, içeriye kimse girmesin.’
Yine yatağının içine oturdu v e ayaklı yemek tablasını önüne aldı. Ara sıra müsveddeye bakarak yazmaya başladı. Hem yazıyor, hem de bazı kelimeleri değiştiriyor, cümleleri kısaltıyor ve sadeleştiriyordu. Ben yatağın yanında ayakta, büyük bir üzüntü ve aynı zamanda hayranlıkla kendisini seyrediyordum.
Çok sakindi. Yazdıklarına arada bir göz atıyordum. Eşsiz muhakemesi, büyük nezaketi ve zarafetiyle ne kadar ince düşünüyordu. Mesela bir maddede ‘vefatlarına kadar’ ibaresi vardı. Onun yerine ‘yaşadıkları sürece’ diye yazdı. O’nun için yaşamak esastı. Bir vasiyetnamede bile olsa insanın ölümünden söz etmeyi nezakete uygun bulmuyordu. Kızkardeşinin Çankaya’da oturduğu eve ait maddede ‘İkametine müsaade edilecektir‘ deniliyordu. Onu da ‘Emirlerinde kalacaktır‘ şeklinde düzeltti.
Atatürk ‘ün vasiyetnameyi yazarken yaptığı düzeltmeler şöyle idi: (Atatürk’ün yaptığı düzeltmeler parantez içinde ve beyaz olarak yazılmıştır)
‘Malik olduğum bütün nukut ve hisse senetleriyle Çankaya’daki menkul ve gayrimenkul emvalimi Cumhuriyet Halk Partisi’ne atideki şartlarla terk ve vasiyet ediyorum:
- Nukut ve hisse senetleri şimdiki gibi İş Bankası tarafından nemalandırılacaktır.
- Her seneki nemadan bana hâsıl olan nisbetleri şerefi mahfuz kaldıkça vefatlarına kadar (yaşadıkları müddetçe) Makbule’ye ayda bin, Afet’e sekiz yüz, Sabiha Gökçen’e altı yüz, Ülkü’ye iki yüzer lira ve Rukiye ile Nebile’ye şimdi olduğu gibi (şimdiki gibi) yüzer lira verilecektir.
- Sabiha Gökçen’e bir mesken tedariki için ayrıca (bir ev de alınabilecek ayrıca) para verilecektir.
- Makbule’nin vefatına kadar (yaşadığı müddetçe) Çankaya’da oturduğu evde ikametine müsaade edilecektir (emrinde bulunacaktır).
- İsmet İnönü’nün çocuklarına yüksek tahsillerini bitinceye kadar (ikmal için) muhtaç oldukları mümkün olan (olacakları) yardım yapılacaktır.
- Her sene nemadan mütebaki miktar yarı yarıya Türk Tarih ve Dil Kurumlarına tahsis edilecektir.’
Dakikalar geçtikçe heyecanım artıyordu. Bu tarihi olayın tek şahidi olmak düşüncesi beni sarsıyordu. Tıkanacak, düşecek gibi oluyordum. Belki biraz da kendime nefes almak imkânını vermek için mırıldandım:
‘Yoruluyorsunuz. Bırakınız. Birkaç saat sonra devam edersiniz efendim.’
Sakin fakat kat’i cevap verdi:
‘Hayır, hayır! Başladık bitirelim.’
Eline aldığı işi bitirmeden bırakmak O’nun hayatta yapamayacağı şeydi. Devam etti ve bitirdi. Beni de uyardı:
‘Müsveddeyi buna göre düzeltmeyi unutma!‘
Müsveddeyi aldım ve hemen oracıkta düzelttim. Yazdığını alıp zarfladı, komodinin çekmecesine koydu. Bundan sonra yanında kaldığım birkaç dakika içinde öteden beriden konuştuk. Bir ara dış politikadan söz etti ve şöyle dedi:
‘Bizim şimdiye kadar takip ettiğimiz açık ve dürüst siyaset memlekete çok faydalı olmuştur. Arkadaşlar da buna alıştılar. Böylece devam eder gider.‘
*
Emrettikleri gün ve saatte noter geldi. Kendisine haber verdim. Biraz vakit kazanmak istedi. Dr. Neşet Ömer’le birlikte yatak odasının altındaki bir odada bir süre bekledik. Kendilerinden haber gelince üst kata çıktık. Yatak odasına girdik. Durumu şöyleydi:
Yataktan çıkmış, tıraş olmuş, yıkanmış, ipek bir pijama ve yine kırmızı ipek ropdöşambır giymişti. Boynuna koyu vişne renginde ipek bir eşarp bağlamıştı. Denize bakan pencerelerin önüne koydurduğu şezlongun üzerine oturmuş, sigara içiyordu. Bizi görünce hafifçe kımıldandı:
‘Buyurunuz!‘
Tam karşısına k oydurduğu sandalyelerde üçümüze de yer gösterdi. Oturduk. Hatırımda kaldığına göre noterle, İstanbul’daki noter sayısı ve o yıl yeni çıkan Noterlik Kanunu üzerinde konuştu. Getirilen kahvelerin içilmesini bekledi. Sonra önündeki sigara masasının üzerine koyduğu kapalı zarfı aldı ve notere verdi:
‘Bu benim vasiyetnamemdir. İcap ettiği zaman muamelesini yaparsınız.’
Hemen kalkıp odadan çıktık. Çıkarken baktım, üzerinden büyük bir yük kalkmış gibi ferahlamış, yüzü pembeleşmişti.”
“Bak ben ne haldeyim!”
Atatürk, hastalığının ölümcül olduğunu bildiği halde, tıpkı meydan muharebelerinde olduğu gibi, şimdi de düştüğü yatakta ölümle alay ediyordu. Kendisini hiçbir zaman hastalığın doğal zayıflığına, düşüklüğüne ve üzüntüsüne kaptırmamıştı. Sağlıklı iken de, hasta iken de, hatta hastalığının en ağır evresinde bile adetlerini kesinlikle bozmamıştı. Belirli saatlerde tıraşını olur, tuvaletini yapar, gücünü korumaya çalışırdı. Yorgun, mecalsiz ve hasta yüzü daima neşeliydi. Daima neşeli olmaya ve neşeli görünmeye çalışıyordu.
Karnı o kadar çok su toplamış ve o kadar şişmişti ki, artık yatakta dik oturamıyor, sıkıntı çekiyordu. Onun için arkasına yastıklar yığılarak mümkün olduğu kadar dik durmayı tercih ediyordu.
Vasiyetnamenin yazılmasından bir süre sonra Prof. Fissenger tekrar İstanbul’a gelmişti. Profesör hastasını daha iyi bulacağını tahmin ederek bu kez kızını da yanında getirmişti. Saraya gelir gelmez Atatürk’ü tekrar baştan aşağıya muayene etti. Muayeneden sonra bize sadece şunu dedi:
“Aziz hastamı daha iyi bulacağımı tahmin ederek çok neşeli gelmiştim.”
Profesörün bu sözlerinden hastalığın ağırlaşmakta olduğunu anlamıştık. Aslında görünen köy için artık kılavuza ihtiyaç yoktu.
Atatürk’ün ıstırabı artık dayanılmaz derecede artmıştı. Karnında toplanan suyun verdiği sıkıntıdan kurtulmak ve rahat bir nefes alabilmek için suyun bir an önce alınmasını istiyor, bu arzusunun hemen yapılması için uyarılarını sıklaştırıyordu. Oysa doktorlar bir süre daha suyu almak istemiyorlardı. Suyun alınmasıyla meydana gelebilecek tehlikeden korkuyorlardı. İdrar hemen hemen tamamen kesilmiş denebilirdi. Prof. Fissenger’in gelmesi üzerine sonunda suyun alınmasına karar verildi.
Birinci ponksiyon, Prof. Fissenger ve Prof. Neşet Ömer Bey’in nezaretinde Operatör Dr. Mim Kemal Bey ( Öke) tarafından yapıldı. Bu ponksiyonda karnından hemen hemen bir tenekeye yakın su alınmıştı. Ponksiyon işleminden sonra hemen odasına girdim. Gördüğüm tablo şuydu:
Atatürk adeta birdenbire zayıflamış, çok zayıflamıştı. İki kolunu başının altına alarak sırtüstü yatıyordu. Karnını büyük bir sargı ile sarmışlardı. Odasına girer girmez yanına koştum:
“Geçmiş olsun Paşam!”
Başının altına aldığı kollarının pazusunu öptüm. Bana, doktorların duyamayacağı kadar yavaş bir sesle şöyle dedi:
“Çıkan suyu gördün mü? Bu kadar bir su kabı insanın karnının üzerine konsa nasıl tahammül eder? Bak ben ne haldeyim, nasıl tahammül etmişim?”
Ben sözümü tekrarladım:
“Geçmiş olsun Paşam! Bunların hepsi geçecek.”
Gözyaşlarımı kendisine göstermemek ve üzüntümü hissettirmemek için, bir fırsat bularak, doktorların arkasından sıyrılıp hemen odadan dışarıya çıktım.
*
Atatürk’ün artık tam bir dinlenmeye ihtiyacı vardı. Uzun boylu konuşmaması ve yanında konuşulup yorulmaması lazımdı. Buna doktorları çok önem veriyorlardı. Atatürk’ün kimseyi kabul etmemesi, kabul ettiği kişilerin de yanında fazla kalmaması gerekiyordu. Doktorların bu tavsiyesini yerine getirmek üzere Salih Bozok, ben, Hasan Rıza Soyak ve Muhafız Kıtası Komutanı İsmail Hakkı Tekçe, Başyaver Celal aramızda bir nöbet düzenledik. Atatürk’ün yattığı odanın yanında çalışma odası vardı. Her iki odanın arasındaki kapıyı açtık. Sırası gelen arkadaş bu odada iki saat nöbet tutuyor ve Atatürk’ün izni alınmadıkça hiç kimse yanına sokulmuyordu.
“Beni bir an önce Ankara’ya götürün”
Atatürk, ilk ponksiyonun yapıldığı günün gecesini diğer gecelere göre daha rahat geçirdi. Yalnız ara sıra yüksek sesle inlediğini nöbet odasından duyuyorduk.
Yapılan ponksiyon nispeten rahatlık vermekle birlikte, genel durumunda hemen dermansızlık meydana getirdi. O büyük adam yatak içinde sanki saatten saate küçülür gibi bir hal almıştı. Gün geçtikçe adeta bir deri bir kemik kalmaktaydı. Fakat o durumda bile düzenli tıraş oluyor, sabah gazetelerini izliyor, devlet işlerini görüyor, kanun ve kararnameleri imzalıyordu. Istırabına, dermansızlığına rağmen gramofon düzenli çalınıyor, radyo dinleniyor, üzüntüsünü hissettirmemek için yanına her girdiğimizde eski neşesini göstermeye ve latife yapmaya çalışıyordu. Geceleri uykusu kaçtığı zaman zile basar ve hademesine:
“Beylerden nöbette kim var?” diye sorar, hangimiz varsak yanına çağırır, uykusu gelinceye kadar şuradan buradan konuşur veya konuştururdu. Uykusu geldiğini hissettiğimiz zaman usulcacık kalkar, nöbet odasına çekilirdik. Salih Bozok’la beni bir sabah erkenden yanına çağırmıştı. Yanındaki komodinin üstüne uzun yünlü çorap ve baldır sargısı koydurmuştu. Bunları göstererek fikrimizi sordu:
“Ankara’ya giderken bunu mu giyeyim, ötekini mi? ”
Cevabı Salih Bozok verdi:
“Paşam, bende varis çorapları var. Onları getireyim. Onlar bacakları daha sıkı tutar.”
Salih’in sözünü ettiği çorapları hemen getirterek bir kenara koymuştu. Hastalığının o en ağır günlerinde nedense bir an önce Ankara’ya gitmeyi çok istiyordu. Orada herhalde yapmayı tasarladığı bir iş vardı. Gitmek için sürekli ısrar ediyordu. Dermansızlıktan yürüyemeyeceğini düşünerek baldır çoraplarını, diz bağlarını, varis çoraplarını hep bu amaçla hazırlıyordu.
Salih Bozok ile bana diyordu ki:
“Bunları ayağıma çekerim. Yakama bir eşarp sarar, trenden Gazi istasyonunda inerim. Trenden derhal otomobile geçerek Çankaya’ya çıkarım. Bunu çabuk yapmalıyız!”
O günlerde Romanya kraliçesi trende siroz hastalığından ölmüştü. Bununla ilgili gazete haberleri doktorları da etkilemişti. Doktorlar bu nedenle Atatürk’ün Ankara’ya naklini tehlikeli görüyor ve buna izin vermiyorlardı. Atatürk ise sürekli isyan ediyordu:
“Ankara ‘ya gidelim. Ne olacaksam orada olayım! ”
Doktorların buna izin vermediği kendisine anlatılınca da hışımla söyleniyordu:
“Budalalar!”
Bunların, bu isteğinin ve budalalar kelimesinin hep bir anlamı vardı. Bunu bir gün çok açık olarak şöyle ifade buyurmuştu:
“Beni bir an önce Ankara’ya götürün. Yapılacak önemli İşler var.
*
Yapılan bütün tedaviye rağmen vahamet giderek artıyordu. Hükümet, belki bir yararı olur düşüncesiyle Viyana’dan Epinger, Almanya’dan da Biergmanns adında iki profesör getirtti. Dünyaca tanınmış olan bu iki profesörün teşhisi, tedavisi ve tedbirleri hep aynı idi. Bu profesörlerle birlikte konsültasyon heyetine Prof. Neşet Ömer ve Nihat Reşat Beylerden başka ülkemizin tanınmış profesör ve doktorları Akil Muhtar, Mehmet Kamil, Mim Kemal, Abravaya, Hayrullah Beylerle Süreyya Hidayet Paşa da katıldılar. Konsültasyonlara, muayenelere düzenli devam ediliyordu. Bu profesör ve doktorla r geceli gündüzlü sarayda, Atatürk’ün çevresinde pervane gibi dönüyorlar, canla başla çal ışıyorlardı. Fakat maalesef herkes karamsardı.
*
Genel durumu, sağlığı düzenli olarak, saati saatine, Neşet Ömer ve Nihat Reşat Beyler tarafından izleniyordu. Celal Bayar sürekli Ankara’ dan gelip dönüyordu. Son gelişinde durumun daha da ciddileştiğini anladı. Sağlık Bakanı Hulusi Alataş’la Sağlık Bakanlığı Müsteşarı Ömer Asım Beyleri hemen saraya göndererek sağlık durumunu izlemeye memur etti.
Dr. Ömer Asım Bey’in candan ve içten ilgisine karşılık, Sağlık Bakanı Hulusi Alataş’ın görevi, sabah akşam saraya uğrayarak Atatürk’ün idrar miktarını cebindeki küçük bir deftere not etmekten ibaret kalıyordu.
Atatürk’ün hastalığı yalnız İstanbul’ da ve Türkiye’ de değil, dış dünyada da büyük yankı yapıyor, üzüntü yaratıyordu. Mesela Macar köylüleri, Peşte Büyükelçimiz Behiç Bey vasıtasıyla, Atatürk’ün karnındaki suların giderilmesi için bazı bitkileri, onları kaynatacak tencerelerle birlikte gönderiyor ve üzüntümüze ortak oluyorlardı. Fakat içte ve dıştaki üzüntülere, ıstırap ve çabalara rağmen ne yazık ki artık elden bir şey gelmiyordu.
*
Ekim ayının son günleriydi. Cumhuriyet bayramı yaklaşıyordu. Atatürk bu bayramda ilk kez Ankara’da bulunamayacaktı. Bu nedenle üzgün görünüyordu. Başbakan Celal Bayar’a Meclis’in açılış nutku ile törenlerde okunmak üzere bir de mesaj dikte ettirdi. Bunlar Bayar tarafından -içine akıttığı gözyaşları arasında- Meclis’te ve stadyumda okundu.
Cumhuriyet bayramı günüydü. Sabah nöbet sırası bende olduğu için Atatürk’ün yanındaki nöbet odasında yapayalnız oturmuş, denize bakarak düşünüyordum. Boğaziçi vapurlarından biri, içi Kuleli Askeri Lisesi öğrencileriyle dolu olarak geldi. Atatürk’ün yattığı odanın tam karşısında durdu. Öğrenciler hep bir ağızdan İstiklal Marşı’nı söyleyerek Atatürk’ü selamlıyorlardı.
Pencereye koştum. Atatürk’ün üzülmemesi için, durmayıp yollarına devam etmelerini elimle işaret ediyordum. Vapurdakiler, elimi sallayarak ilerlemeleri için işaret verişimi Atatürk’ün mukabelesi zannetmiş olacaklar ki “Yaşa, varol” sesleri ve coşkun tezahürat etrafı çınlatmaya başladı. Geri çekildim. Kapının önündeki paravananın arkasından Atatürk’e baktım… Yatağından doğrulmuş oturuyordu. Öğrencilerin yaptığı tezahürattan etkilenmiş, gözleri dolmuştu. Vapurdaki gençleri yatakta gözleriyle izliyordu. Bu bakış kısa sürdü. Sonra halsiz düşerek başını tekrar yastığa koydu ve içten bir “ah” çekerek gözlerini kapadı, düşünceye daldı.
Akşam olmuş, Cumhuriyet bayramı nedeniyle her yer ışıklarla donanmıştı. Fakat her yerde derin bir sessizlik vardı. Millet içten içe ağlıyordu.
O arada Kızkulesi de donatılmıştı. Oradan atılan havai fişekler ve patlayıcı maddeler Atatürk’ü rahatsız etmiş olmalı ki zile basıp sofracı Kamil’i çağırdı. Ben de yine paravana arkasından kendisini izliyordum. Sofracıya sordu:
“Bu patırtılar nedir?”
Zavallı Kamil, aklınca Atatürk’ü üzmemek için bir yalan uydurdu:
“Gök gürlüyor Paşam!”
Atatürk, bu çocukça cevabın samimiyetini anladı ve güldü:
”Haydi enayi!”
Tekrar yatağına uzandı.
You may like
Kılıç Ali’nin Anlatımıyla Dr. Reşit Galip Olayı
GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ÜN ÇİFTLİKLERİNİ HAZİNEYE BAĞIŞLAMASI
GAZİ MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN KONYA TÜRK OCAĞI’NDAKİ KONUŞMASI (20 MART 1923)
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Hastalığı, Vasiyeti ve Ölümü (3)
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Hastalığı, Vasiyeti ve Ölümü (1)
Montrö Boğazlar Mukavelenamesi [Sözleşmesi]
Mustafa Kemal Atatürk
Kazım Karabekir Paşanın T. B. M. M.’ne Telgrafı
Published
4 ay agoon
Ağustos 12, 2024By
drkemalkocak5.- MUHTELİF EVRAK
1.- Şark Cephesi Kumandanı Kâzım Karabekir Paşanın, İstanbul’da inikat eden Şûrayı Saltanatta Sevr Muahedesinin imza edilmesine karar verenlerle muahedeyi imza edenlerin hiyaneti vataniye ile ittiham olunmalarına dair telgrafı.
REİS — Kâzım Karabekir Paşadan mevrut bir telgraf var okunacak.
Erzurum;
Ankara’da Meclisi Milli Riyasetine
Vatansız, vicdansız üç serserinin, yine kendileri gibi millet ve vatanla alakası olmayan bir kaç kişi namına sulh muahedesini imza ettiklerini ajansta gördük. Mücadelei milliyemizde daha büyük bir azim ve imanla devamı tekiden ahdettiğimizi arz eylerim. İstanbul’da teşekkülünü evvelce duyduğumuz Şûrayı Saltanatta Türkiye’nin hayatı mevcudiyetini söndüren bu zalim muahedenin imza edilmesine karar ve rey veren esamileri malum eşhasın ve muahedenameye vazı imza edenlerin ihaneti vataniye ile ittiham olunmasını ve haklarında hükmü gıyabi verilmesini bu vatansızların isimlerinin her yerde lanetle yadedilmesinin ilan ve tamim olunmasını arz ve teklif eylerim.
17 Ağustos 1336 [1920]
Şark Cephesi Kumandanı
Kâzım Karabekir
REİS — Kâzım Paşanın bu teklifini tensip buyuruyor musunuz? (Hay hay) tensip buyuranlar ellerini kaldırsın. Tensip edildi efendim.
T. B. M. M. ZABIT CERİDESİ, Elliüçüncü İçtima, 19.8.1336 Perşembe, Devre: 1, Cilt: 3, İçtima Senesi: 1, s. 333
https://www5.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/TBMM/d01/c003/tbmm01003053.pdf
Türk İstiklâl Mücadelesi
Mustafa Kemal Paşa’nın Balıkesir Zağnos Paşa Camiinde Halkla Konuşması
Published
10 ay agoon
Şubat 7, 2024By
drkemalkocak(7 Şubat 1923)
GİRİŞ
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Gazi Mustafa Kemal [ATATÜRK] önderliğinde gerçekleştirilen Türk İstiklal Harbi/Milli Mücadele’den sonra kurulmuştur. Türk Milletinin bağımsızlığını kazanmasından sonra Gazi, zaman zaman yurt gezilerine çıkmıştır. Bu gezilerinde, Millî Mücadele sırasında düşmana karşı omuz omuza birlikte mücadele ettiği milleti ile daha yakından temas kurma imkânına kavuşmuştur. Gezilerinde, uzun süren harplerden yeni çıkmış olan halka moral vermiş, yeni kurulan “Türk Milletinin/Milli Kültürümüzün” muasır medeniyetler seviyesine ulaşması için yapılması gerekenler hakkında, kulluk/kölelikten kurtularak hürriyetine kavuşan vatandaşları bilgilendirmiş, yapılan inkılâpların uygulanışını görmüş ve yapılacak inkılâplarla hakkında kamuoyu oluşturmuştur. İhtiyaç duyduğu kamuoyu desteğini sağladığına kanaat getirdikten sonra, yapmak istediği inkılâpları Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sunmuş ve uygulamaya/hayata geçirmiştir.
Bu geziler, Gazi’i görmek isteyen Türk halkı tarafından büyük bir sabırsızlıkla beklenmiştir. Nitekim geziler öncesinde zaman zaman Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği tarafından karşılama töreni yapılmaması istenmesine rağmen kadını-erkeği, genci-yaşlısı bütün Türk halkı, Gazi’ye olan sevgi ve saygısını göstermek için büyük bir heyecan ve coşkuyla geçeceği yollar üzerine toplanmıştır. Halkın ilgisinden ziyadesiyle memnun olan Gazi, gittiği her yerde özellikle vatandaşlarla yüz yüze görüşebileceği ve fikir alışverişinde bulunabileceği belediye, okul, Cumhuriyet Halk Fırkası, Türk Ocağı ve diğer kurum ve kuruluşları ziyaret etmiştir. Bu görüşmelerin katkısıyla halkın beklentileri hükümet programlarında ve uygulamalarında anlamını ve yerini bulmuştur. Bu sebeple Gazi’nin yurt gezileri, genellikle önemli siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel değişim ve gelişmelerin yaşandığı/yaşanacağı günlerin öncesi veya sonrasında gerçekleşmiş olması bakımından anlamlıdır.
Gazi Mustafa Kemal, yurt gezileri kapsamında Balıkesir’i biri cumhuriyetin ilanından önce, altısı ilan edildikten sonra olmak üzere yedi defa ziyaret etmiştir. Cumhuriyetin ilanından önce Balıkesir’e ilk defa 6-8 Şubat 1923’te gelmiştir. Cumhuriyet’in ilanından sonraki ilk ziyareti ise 8-10 Ekim 1925’te gerçekleşmiştir. Bunu, 13-15 Haziran 1926, 7-8 Şubat 1931, 21-22 Ocak 1933, 15 Nisan 1934 ve 24-25 Haziran 1934’teki ziyaretleri takip etmiştir.
Aşağıda, Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın 6-8 Şubat 1923’teki Balıkesir seyahatinde kendisine eşlik eden Hâkimiyet-i Milliye Gazetesi Sahibi Recep Zühdü [SOYAK]’ın kaleminden “GAZİ MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN BALIKESİR SEYAHATİ”nin, Hâkimiyet-i Milliye Gazetesi’nin 11 Şubat 1923 tarihli nüshasında yayımlanan “BALIKESİR’DE FEVKALADE MÜHİM BİR NUTUK- BALIKESİR’DE HALKLA KONUŞMA (7 ŞUBAT 1923)” başlıklı bölümü, Osmanlı Türkçesinden çeviri yazı olarak sunulmuştur.
***
BALIKESİR’DE FEVKALADE MÜHİM BİR NUTUK
Mustafa Kemal Paşa Hazretleri hutbeler ve hilafet hakkındaki izahatından sonra mesail-i siyasiye ve içtimaiye ve iktisadiyemize [siyasi, sosyal ve ekonomik meselelere] geçmişlerdir
BALIKESİR’DE HALKLA KONUŞMA
(7 ŞUBAT 1923)
Balıkesir: 7 [Şubat 1923 Çarşamba] (AA ) – Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri, bugün öğle namazını büyük bir cemaat ile Paşa [Zağnos Paşa] Camii Şerifi’nde kılmışlardır. Namazdan ve ervah-ı şühedaya [şehitlerin ruhlarına] ithafen kıraat edilen [okunan] mevlidi nebeviden sonra Paşa Hazretleri minbere çıkarak şu hutbeyi [nutku/konuşmayı] irat buyurmuşlardır [yapmışlardır]:
“Millet! Allah birdir. Şanı büyüktür. Allah’ın selameti, atifeti [iyiliği] ve hayrı üzerinize olsun. Peygamberimiz Efendimiz Hazretleri, Cenabı Hak tarafından insanlara hakayıkı [hakikatleri] tebliğe memur ve resul olmuştur. Kanunu esasisi, cümlenizce [hepinizce] malumdur ki, Kur’an-ı azimüşşandaki nusustur [naslardır]. İnsanlara feyz ruhu vermiş olan dinimiz, son dindir. Ekmel dindir. Çünkü dinimiz akla, mantığa, hakikate tamamen tevafuk ve tetabuk ediyor [uyuyor ve denk düşüyor]. Eğer akla, mantığa ve hakikate tevafuk etmemiş [uymamış] olsaydı, bununla diğer kavanin-i tabiiye-i ilahiye beyninde [tabii ilahi kanunlar arasında] tezat [zıtlık] olması icap ederdi. Çünkü bilcümle kavanin-i künyeyi [bütün kâinatın kanunlarını] yapan, Cenabı Hak’tır.
Arkadaşlar, Cenabı Peygamber, mesaisinde iki eve, iki haneye malik [sahip] bulunuyordu. Biri kendi hanesi, diğeri Allah’ın evi idi. Millet işlerini, Allah’ın evinde yapardı. Hazreti Peygamber’in eser-i mübareklerine [mübarek eserlerine] iktifaen [uyarak] bu dakikada milletimize, milletimizin hal ve istikbaline [bugününe ve geleceğine] ait hususatı [hususları] görüşmek maksadıyla bu dar-ı kutside [kutsal evde], Allah’ın huzurunda bulunuyoruz. Beni buna mazhar eden, Balıkesir’in dindar ve kahraman insanlarıdır. Bundan dolayı çok memnunum. Bu vesile ile büyük bir sevaba nail olacağımı ümit ediyorum.
Efendiler, camiler birbirimizin yüzüne bakmaksızın yatıp kalkmak için yapılmamıştır. Camiler itaat ve ibadet ile beraber din ve dünya için neler yapılmak lazım geldiğini düşünmek, yani meşveret için yapılmıştır. Millet işlerinde her ferdin zihni başlı başına faaliyette bulunmak elzemdir. İşte biz de burada din ve dünya için, istikbal ve istiklalimiz [gelecek ve bağımsızlığımız] için, bilhassa hâkimiyetimiz için neler düşündüğümüzü meydana koyalım. Ben yalnız kendi düşüncemi söylemek istemiyorum. Hepinizin düşündüklerinizi anlamak istiyorum. Amal-ı milliye [milli emeller], irade-i milliye [milli irade] yalnız bir şahsın düşünmesinden değil, bilumum efrad-ı milletin [bütün millet fertlerinin] arzularının, emellerinin muhassalasından [bileşkesinden] ibarettir. Binaenaleyh [dolayısıyla] benden ne öğrenmek, ne sormak istiyorsanız, serbestçe sormanızı rica ederim.”
Müşarünileyh [adı geçen], badehu [ondan sonra] minberden aşağıya inmişler ve muhtelif zevat tarafından irat edilen [sorulan] yirmiyi mütecaviz suali [yirmiden fazla soruyu] tespit ettikten sonra cevaplarını vermişlerdir. Hutbeler hakkındaki ilk suale [soruya] cevaben demişlerdir ki:
“Hutbeler hakkında irat edilen sualden [sorulan sorudan] anlıyorum ki, bugünkü hutbelerin tarzı, milletimizin hissiyat-ı fikriyesi [fikri hissiyatı] ve lisanıyla ve ihtiyacat-ı medeniye [medeni ihtiyaçlar] ile mütenasip [uyumlu] görülmemektedir. Efendiler, hutbe demek nasa [insanlara] hitap etmek, yani söz söylemek demektir. Hutbenin manası budur. Hutbe denildiği zaman, bundan birtakım mefhum [kavram] ve manalar istihraç edilmemelidir [çıkarılmamalıdır]. Hutbeyi irat eden [söyleyen], hatiptir. Yani söz söyleyen demektir. Biliyoruz ki, Hazreti Peygamber zamanı saadetlerinde hutbeyi kendisi irat ederlerdi [söylerlerdi]. Gerek Peygamber Efendimiz ve gerek hulefay-ı raşidinin [dört halifenin] hutbelerini okuyacak olursanız görürsünüz ki, gerek Peygamber’in, gerek hulefay-ı raşidinin [dört halifenin] söylediği şeyler, o günün meseleleridir; o günün askeri, idari, mali ve siyasi, içtimai hususatıdır [toplumsal hususlarıdır]. Ümmet-i İslamiye [İslam ümmeti] tekessür [çoğalmaya] ve memalik-i İslamiye [İslam memleketleri] tevsie [genişlemeye] başlayınca, Cenabı Peygamber’in ve hulefay-ı raşidinin [dört halifenin] hutbeyi her yerde bizzat kendilerinin irat etmelerine [söylemelerine] imkân kalmadığından, halka söylemek istedikleri şeyleri iblağa [bildirmeye] birtakım zevatı memur etmişlerdir. Bunlar her halde en büyük rüesa [reisler] idi. Onlar camii şerifte ve meydanlarda ortaya çıkar, halkı tenvir [aydınlatmak] ve irşat [uyarmak] için ne söylemek lazımsa söylerlerdi. Bu tarzın devam edebilmesi için bir şart lazımdı. O da milletin reisi olan zatın halka doğruyu söylemesi, halkı dinlemesi ve halkı aldatmaması! Halkı ahval-ı umumiyeden [genel durumdan] haberdar etmek, son derecede haiz-i ehemmiyettir [ehemmiyetlidir].
Çünkü her şey açık söylendiği zaman halkın dimağı hal-i faaliyette [faaliyet halinde] bulunacak, iyi şeyleri yapacak ve milletin zararına olan şeyleri reddederek şunun veya bunun arkasından gitmeyecektir. Ancak millete ait olan işleri milletten gizli ettiler. Hutbelerin halkın anlayamayacağı bir lisanda olması ve onların da bugünkü icabat[icapları]nıza ve ihtiyaçlarınıza temas etmemesi, halife ve padişah namını taşıyan müstebitlerin arkasından köle gibi gitmeye mecbur etmek içindi. Hutbeden maksat, ahalinin tenvir ve irşadıdır [aydınlatılması ve uyarılmasıdır], başka şey değildir. Yüz, iki yüz, hatta bin sene evvelki hutbeleri okumak, insanları cehalet ve gaflet içinde bırakmak demektir. Hatibanın [hatiplerin] her halde nasın [insanların] kullandığı lisanla görüşmesi elzemdir. Geçen sene Millet Meclisi’nde irat ettiğim bir nutukta demiştim ki: “Minberler halkın dimağları, vicdanları için bir menba-ı feyz [feyiz kaynağı], bir menba-ı nur [nur kaynağı] olmuştur.” Böyle olabilmek için minberlerden aksedecek sözlerin bilinmesi ve anlaşılması ve hakayık-ı fenniye ve ilmiyeye [fenni ve ilmi hakikatlere] mutabık [uygun] olması lazımdır. Hatibay-ı kiramın [değerli hatiplerin] ahval-i siyasiye [siyasi ahvali], ahval-i içtimaiye ve medeniyeyi [toplumsal ve medeni ahvali] her gün takip etmeleri zaruridir. Bunlar bilinmediği takdirde halka yanlış telkinat [telkinler] verilmiş olur. Binaenaleyh [dolayısıyla] hutbeler tamamen Türkçe ve icabat-ı zamana mutabık [zamanın icaplarına uygun] olmalıdır ve olacaktır.”
Badehu [ondan sonra] hilafet hakkındaki suale [soruya] nakl-i kelam ederek [sözü getirerek] yalnız Türkiya değil, bütün âlem-i İslam’a [İslam âlemine] ait olan bu makama vazife ve salahiyet vermek, Türkiya devletinin salahiyeti haricinde ve fevkinde [üzerinde] olduğunu beyandan sonra demişlerdir ki:
“Dünya yüzünde Osmanlı devletinin inkırazından [bitişinden] sonra bir Türkiya devleti teşekkül etmiştir. Bu devlet İran ve Afganistan gibi müstakil [bağımsız] ve Müslümandır. Yeni Türkiya devletini milletin vekillerinden mürekkep olan [meydana gelen] Türkiya Büyük Millet Meclisi idare eder. Bu şerait[şartlar] dâhilinde halifeye, yalnız Türkiya devleti nam ve hesabına kanun-ı mahsusla [özel kanunla] verilmiş olduğundan başka bir hak ve salahiyet verilmek icap ederse, milletin hâkimiyeti takit edilmiş [kısıtlanmış] ve bilnetice [neticede] bu hâkimiyet inkısama uğratılmış [parçalanmış] olur ki, bu, eski halin avdetinden [dönmesinden] başka bir şey olamaz.”
Müteakiben Lozan Konferansı hakkında irat edilen suale [sorulan soruya] geçerek şu sözleri söylemişlerdir:
“Mamafih [ne yazık ki], adli, mali kapitülasyonlar mesailinde [meselelerinde] muhataplarımız eski zihniyetlerini tebdil etmemişlerdir [değiştirmemişlerdir]. Bu mesailde [meselelerde] İtalyanlar ve bilhassa Fransızlar müşkülat ihdas etmişlerdir [çıkarmışlardır]. Bu iki sebepten dolayı Lozan Konferansı’nın mesai-i ciddiyesi [ciddi mesaisi] tevkif etmiştir [durmuştur]. İtilaf devletleri heyet-i murahhasları [delege heyetleri], hükümetleriyle temasta bulunmak üzere Lozan’dan müfarekat etmişlerdir [ayrılmışlardır]. Bizim heyet-i murahhasımızın [delege heyetimizin] da hükümet ve Büyük Millet Meclisi ile müşavere etmek üzere gelmesi memuldür [muhtemeldir]. Biliyorsunuz ki, Lozan’da İtilaf heyet-i murahhası [delege heyeti] aylardan beri devam eden mesaiden sonra bize bir sulh [barış] projesi vermişlerdir. Bu proje kapitülasyonlar hakkında ihtiva ettiği mevaddan [maddelerden] dolayı milletimizce katiyen kabil-i kabul değildir [kabul edilemez]. Kapitülasyonlar bir devleti behemehâl [mutlaka] münkariz eder [bitirir]. Devlet-i Osmaniye [Osmanlı devleti] ile Hindistan Türk ve İslam imparatorlukları bunun en büyük delilidir. Efendiler, biz hukuk-ı meşru ve hayatımızı [meşru ve hayati haklarımızı] dünyay-ı medeniyet ve insaniyete [medeniyet ve insaniyet dünyasına] tasdik ve teslim ettirmek için çalışıyoruz. Bunu tasdik ve teslim ettirmek için icap eden her türlü tedbirlere tevessülde [girişmekte] tereddüt göstermeyeceğiz. Milletin irade-i hakikiyesinin [hakiki iradesinin] bu merkezde olduğuna kaniyim.” (Hay hay sesleri)
Badehu [Ondan sonra] Düyunu Umumiye’nin Türkiya’dan ayrılacak mahallere taksim olunduktan sonra tanınacağından ve rejinin şu veya bu şekilde olmasının her zaman kabil-i tezekkür olduğundan [konuşulabileceğinden], ticarete, ziraate ve sanayiye fevkalade ehemmiyet verilmek icap ettiğinden, kadınların hayat-ı içtimaiyemizde [toplumsal hayatımızda] erkekler derecesinde sahib-i hak [hak sahibi] olması lazım geldiğinden bahsetmişler ve Halk Fırkası hakkındaki soruya aşağıdaki cevabı vermişlerdir:
“Bu milletin siyasi fırkalardan çok canı yanmıştır. Şunu arz edeyim ki, memalik-i sairede [diğer memleketlerde], fırkalar behemehâl [mutlaka] iktisadi maksatlar üzerine teessüs etmiş ve etmektedir. Çünkü o memleketlerde muhtelif sınıflar vardır. Bir sınıfın menfaatını muhafaza için teşekkül eden siyasi bir fırkaya mukabil [karşılık] diğer bir sınıfın menfaatını muhafaza maksadıyla başka bir fırka teşekkül eder. Bu pek tabiidir. Güya bizim memleketimizde de ayrı ayrı sınıflar varmış gibi teessüs eden siyasi fırkalar yüzünden şahit olduğumuz neticeler malumdur. Hâlbuki Halk Fırkası dediğimiz zaman bunun içinde bir kısım değil, bütün millet dâhildir. Bir defa halkımızı gözden geçirelim: Biliyorsunuz ki, memleketimiz çiftçi memleketidir. O halde milletimizin ekseriyet-i azimesi [büyük çoğunluğu] çiftçi ve çobandır. Bu böyle olunca buna karşı büyük arazi ve çiftlik sahipleri varid-i hatır olur [hatıra gelir]. Bizde büyük araziye kaç kişi maliktir [sahiptir]? Bu arazinin miktarı nedir? Tedkit edilirse [incelenirse] görülür ki, memleketimizin vüsatına [genişliğine] nazaran hiç kimse büyük araziye malik [sahip] değildir. Binaenaleyh [dolayısıyla] bu arazi sahipleri de himaye edilecek insanlardır. Sonra sanat sahipleriyle kasabalarda ticaret eden küçük tüccaran [tüccarlar] gelir. Bittabi bunların menfaatlarını, hal ve atilerini [bugünlerini ve geleceklerini] temin ve muhafaza etmek mecburiyetindeyiz. Çiftçilerin karşısında olduğunu farz ettiğimiz büyük arazi sahipleri gibi bu ticaret erbabının karşısında da büyük sermaye sahibi tüccarların bulunduğu varid-i hatır olabilir [hatıra gelebilir]. Hâlbuki bizim memleketimizde büyük sermaye sahibi insanlar yoktur. Kaç milyonerimiz var! Hiç. Binaenaleyh [dolayısıyla] biraz parası olanlara da düşman olacak değiliz. Bilakis memleketimizde birçok milyonerlerin hatta milyarderlerin yetişmesine çalışacağız. Sonra amele gelir. Bugün memleketimizde fabrika, imalathane vesaire gibi müessesat çok mahduttur [müesseseler çok sınırlıdır]. Mevcut amelemizin miktarı yirmi bini geçmez. Hâlbuki memleketi teali eylemek [yükseltmek] için çok fabrikalara muhtacız. Bunun için de amele lazımdır. Binaenaleyh [dolayısıyla] tarlada çalışan çiftçilerden farkı olmayan ameleyi de himaye ve sıyanet [korumak] etmek icap eder. Bundan sonra münevveran [aydınlar] ve ulema denilen zevat gelir. Bu münevveran ve ulema kendi kendilerine toplanıp halka düşman olabilir mi? Bunlara terettüp eden [düşen] vazife, halkın içine girerek onları irşat [uyarmak] ve ilâ etmek [yükseltmek] ve onlara terakki [ilerleme] ve temeddünde [medenileşmekte] pişva [öncü] olmaktır. İşte ben milletimizi böyle görüyorum. Binaenaleyh mesalik-i muhtelife erbabının [çeşitli meslekler sahiplerinin] menafi [menfaatları] yekdiğerine memzuc [karışmış] olduğundan, onları sınıflara ayırmak imkânı yoktur ve heyet-i umumiyesi [tamamı] halktan ibarettir.
Halk Fırkası halkımıza terbiye-i siyasiye [siyasi terbiye] vermek için bir mektep olacaktır. Beni çok seven ve hayatımı düşünen bazı arkadaşlarım bana böyle bir fırka-ı siyasiye [siyasi fırka] teşkil etmemekliğimi tavsiye etmişlerdir. Filhakika [hakikaten] vazife-i milliyenin hitamında [milli vazifenin sonunda] köşeye çekilerek istirahat etmekliğim benim için bir menfaattır. Bunu yapabilmek için şimdiye kadar istihsal [elde] olunan neticelerin tespit olunduğu gibi devam edeceğine itimat etmek icap eder. Fakat bu hususta henüz bi-endişe [endişesiz olamam. Hiçbirinizin de bi-endişe olmamanızı tavsiye ederim. Şimdiye kadar istihsal ettiğimiz muvaffakiyetler üç dört seneye sığmayacak kadar çoktur. Her tarafta olduğu gibi bizde de yeni hareketler ve cereyanlar karşısında onu hazmedemeyen kuvvetler zuhur edebilir [ortaya çıkabilir].
Mateessüf [ne yazık ki], bu daima vardır. Nitekim bu hususta ahkâm-ı şer’iyeye muvafık [şer’i hükümlere uygun] olmayan ve maalesef Meclis’te aza [üye] bulunan bir zat tarafından risale de yazılmıştır. Bu teşebbüs eski Osmanlı devletini iadeden başka bir şey değildir. Bunu yapan o zat, hükümet ve millet nazarında mürtecidir.
Efendiler, şunu katiyetle bilmek icap eder ki, kazanılan şey, hayat ve namustur. Buna tecavüz, hayat ve namusumuza tecavüzdür. Her ferdin bu gibi hareketlere dikkat etmesi ve onlara karşı son derece müteyakkız [uyanık] bulunması lazımdır. İşte bu nokta-ı nazardan [bakımdan] milletin içinde bir fert olarak ve tekrar milletin intihabına [seçmesine] nail olur isem, Türkiya Büyük Millet Meclisi’nde aza sıfatıyla çalışmayı vazife telakki [kabul] ediyorum.
Efendiler, ne ben ve ne siz, şahıslarımız üzerinde vaziyetler ihdasına [meydana getirmeye] kalkışmayalım. Biz hepimiz o suretle çalışalım ki, kuracağımız şey milli bir müessese olsun. Bu da millete terbiye-i siyasi [siyasi terbiye] vermekle olur.
Asırların bize verdiği dersten milletimizin lüzumu kadar mütenebbih [uyanmış] olduğunu görüyorum. Milletimizin evsaf-ı mahsusası [özel vasıfları] her işimizde muvaffakiyetimizin teminatıdır. Muvaffakiyetimiz bittabi vahdetle [birlikle] olacaktır. Eğer millet müşterek gayeye müştereken sarf-ı faaliyet [faaliyet sarf] ederek yürürse, behemehâl [mutlaka] muvaffak olacaktır. İşte bunları düşünerek mesai-i müstakbelede de [gelecekteki mesaide] de muvaffak olacağına kani bulunuyorum.”
Paşa Hazretleri hasbihâllerine şu suretle son vermişlerdir:
“Arkadaşlar, buraya gelinceye kadar birçok yerlere uğradım. O yerlerin halkıyla yani kardeşleriniz, dindaşlarınız ve hemdertlerinizle aynı suretle musahabelerde [sohbetlerde] bulundum ve onların da sizin gibi memleketin hal ve atisiyle [bugünü ve geleceğiyle] fevkalade alakadar olduklarını gördüm. Sonra yine bu seyahatim esnasında ordumuzu gördüm; askerlerimiz, subaylarımız ve kumandanlarımızla temasa geldim.
Tetebbu tedkikat ve teftişatım [İnceleme ve teftişlerimin] neticesi bizi mağrur edecek bir haldedir. Çünkü vaziyetimiz çok kuvvetlidir. Memleketimiz halkında ve ordusunda gördüğüm kudret ve kabiliyet, bilhassa azim ve celadet [kahramanlık], hakkımızı behemehâl [mutlaka] istihsale [elde etmeye] kâfi ve kefildir.”
KAYNAKÇA
Hâkimiyet-i Milliye, 11 Şubat 1923, No: 736, s. 2, sütun: 1-4
Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri II, Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Yayınları, Ankara, 1959, s. 94-99
Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt: 15 (1923), Kaynak Yayınları, İstanbul, 2005, s. 117-121
Özel Günler ve Anlamları
Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni Açış Konuşması
Published
1 yıl agoon
Kasım 10, 2023By
drkemalkocak(1 Kasım 1938)
GİRİŞ
Türk’ü reayalıktan vatandaşlığa, saltanattan cumhuriyete kavuşturan, Türk kadınını yok sayılmaktan kurtarıp varlık sahnesine çıkaran, Göktürklerden bu yana kaybolan Türk kimliğini inşa eden Türk İstiklal Harbinin Başkumandanı, Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu, Türk İnkılabının planlayıcı ve uygulayıcı önderi ilk Cumhurbaşkanımız Mareşal Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ü, fani âlemden baki âleme göç edişinin 85. yıldönümünde minnet ve rahmetle anarım.
Cumhuriyetin 15. yıldönümü törenlerine ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılışa hastalığı sebebiyle katılamayan ilk Cumhurbaşkanımız Mareşal Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün; 1 Kasım 1938 günü Türkiye Büyük Millet Meclisi Açış Konuşmasını Başbakan Celal Bayar yapmıştır.
***
Başvekil Celal Bayar (İzmir) – (Başvekil alkışlar arasında kürsüye geldiler.) Teşkilatı Esasiye Kanunu’nun 36. maddesi hükmüne göre Cumhurreisimiz Atatürk’ten aldığım emir üzerine bu seneye ait nutuklarını okuyorum. (Alkışlar.)
Sayın Milletvekilleri,
Hepinizi sevgi ve saygı ile selamlarım. . .
Geçen sene aziz Kamutayı [Türkiye Büyük Millet Meclisi] arkadaşlarıma millet ve memleket için ne gibi feyizli işler başarmak istediğimizi izah etmiştim. Bugün de bunlardan hangilerinin bu yıl içinde yapıldığını bildirmek isterim.
Sayın Arkadaşlarım,
Her şeyden evvel size kıvançla arz edeyim ki millet ve memleket geçen seneyi de tam bir huzur ve sükûn içinde yükselme ve kalkınma faaliyetiyle geçirmiştir.
Uzun yıllardan beri devam eden ve zaman zaman had bir şekil alan Tunçeli’ndeki toplu eşkıyalık hadiseleri, belirli bir program dâhilindeki çalışmaların neticesi olarak kısa bir zamanda bertaraf edilmiş, o mıntıkada bu gibi vakalar bir daha tekerrür etmemek üzere tarihe devrolunmuştur. (Bravo sesleri.)
Cumhuriyet’in feyzinden yurdun diğer evlatları gibi oradakiler de tamamıyla istifade edeceklerdir.
Hususi idare ve belediyelerin bu yılki faaliyetleri geçen senelerden fazla ve daha verimli olmuştur.
İmar işlerinde belediyeleri türeli [muntazam, düzenli] surette aydınlatmak, kılavuzlamak ve faaliyetlerini takip etmek ve denetlemek üzere merkezde bir teknik büro teşkili, yol ve yapı kanununda işlerin ve istimlak muamelelerinin süratle yürümesini temin edecek tadilat yapılması, Belediyeler Bankası’nın imar işlerinde yardımını genişletmesi, çiftçi mallarının emniyetini korumak ve zirai suçlan süratle meydana çıkarıp suçluların cezalandırılması için Yüksek Kamutay’a sunulmak üzere, birer kanun tasarısı hazırlanmıştır.
Büyük Meclis’in tasvibine arz edilmiş olan yeni nüfus kanununun kabul ve tatbiki nüfus işlerinin daha modem ve muntazam bir şekilde yürütülmesini temine hizmet edecektir.
Muhterem Arkadaşlar,
Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekâleti kendisine verilen sağlık ve toplumsal yardım
vazifelerine, iskan ve göçmen işlerine Yüksek Meclis’in kabul buyurduğu tahsisat dahilinde başarı ile devam etmiştir.
Bu senenin ilkbaharında Orta Anadolu’da, bilhassa Kırşehir ve Yozgat havalisinde
bir kısım köylerimizi harap eden ve aziz vatandaşlarımızdan bazılarının ölümüne sebebiyet vermekle bizi çok üzen bir yer sarsıntısı olmuştu. Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekâleti ve aynı zamanda bu işle vazifelendirilen Kızılay Cemiyeti felakete uğrayan vatandaşlarımızı korumak için derhal gereken tedbirleri almışlardır. Bu sahada yapılmasına karar verilen 2114 evden bir kısmı bitmiştir. Bir kısmının da inşaatı ilerlemektedir. Bu hizmet ve mesaiyi memnuniyetle kaydederim.
Yüce Saylavlar [Milletvekilleri],
Memlekette mevcut huzur ve asayişe paralel olarak adalet cihazı da intizamla işlemektedir.
Meşhut Cürümler Kanunu’nun tatbikatından elde edilen iyi neticelerden örnek alınarak bu kanun kapsamına ağır cezalı cürümler de alınmıştır.
İnkılabımızın istikrarını teyit için yeni kanuni tedbirler alınmıştır. Bu maksatla Türk Ceza Kanunu’ndaki devletin şahsiyetiyle ve devlet kuvvetleri aleyhine alakalı cürümler daha kuvvetli müeyyidelere bağlanmıştır.
Cezaevlerinin terbiye, ıslah ve iş esaslarına göre düzeltilmesi yolundaki hayırlı faaliyetin genişletilmesi, cemiyete, doğru yoldan saparak hürriyetini kaybetmiş olan binlerce vatandaşı faydalı birer uzuv olarak kazandırmaktadır.
Sayın Milletvekilleri,
Devletin ekonomik sahadaki yapıcı ve yaptırıcı kudret ve prensibinin kapsamına ziraat işlerimizin de alınması yolunda bir numune olmak üzere hükmi şahsiyeti haiz “Ziraat İşletmeleri Kurumu” teşkil edilmiştir.
Geçen seneki nutkumuzda:
“Milli ekonominin temeli ziraattır. Bunun içindir ki, ziraatta kalkınmamıza büyük önem vermekteyiz. Köylere kadar yapılacak programlı ve pratik çalışmalar bu maksada ermeyi kolaylaştıracaktır. Fakat bu hayati işi isabetle amacına ulaştırmak için, ilkönce ciddi etütlere dayalı bir ziraat siyaseti tespit etmek ve onun için de her köylünün ve bütün vatandaşların kolayca kavrayabileceği ve severek tatbik edebileceği bir ziraat rejimi kurmak lazımdır” tavsiyesinde bulunmuştuk.
Buna ait etütler tamamlanmıştır.
Cumhuriyet’in on beşinci yılı, planlı, sistemli ziraat ve köy kalkınmasının başlangıcı olmalıdır.
Sayın Arkadaşlar,
Ekonomi işlerimiz normal gelişme yolunu takip etmektedir.
Bu yıl da üretimin, mübadelenin ve kredinin düzenlenmesiyle sanayileşme ve teşkilatlanma sahalarında olumlu neticeler alınmıştır.
Maden tetkik ve arama işleriyle maden işletmeleri mevcut programına göre gelişmektedir.
Dış ticaret politikamız vaziyete, milli ve milletlerarası konjonktüre uyarak, karşılıklı menfaat ve müsaadeler esasına bağlı kalmakta devam etmiştir.
İhracatın denetimi ve ihraç mallarımızın standartlanması yolundaki çalışmalar yürümekte ve hayırlı neticeler elde edilmektedir. Bu sene yeniden birtakım ihraç mallarımız daha denetlenen mallar arasına girmiştir.
Böylece ihracatımızın ve ihracatımızın itibarını yükselttiğini gördüğümüz bu usulün sahası genişletilmektedir.
Halkımızın bedii [güzel sanatlara ilişkin] kabiliyetlerini yansıtan ve her günkü ihtiyaçlarımızın büyük bir kısmını karşılayan el ve ev küçük sanatlarının Cumhuriyet rejiminde layık olduğu mertebeye yükseltilmesi icap eder. Bunun için teşvikler yapılmasını ve bu konudaki tasarının bir an evvel müzakeresini tavsiyeye değer bulurum.
Geçen toplantı devresinde Yüksek Meclis’in kabul buyurduğu “sermayesinin tamamı devlet tarafından verilmek suretiyle kurulan iktisadi teşekküllerin teşkilatıyla idare ve denetimleri” hakkındaki kanunun tatbiki için teşkilata başlanmıştır.
Memleketin muhtelif yerlerinde kredi ve satış kooperatiflerinin ve birliklerinin kurulmasına devam edilmiştir. Bu cümleden olarak Karadeniz mıntıkasında fındık mahsulümüz için beş kooperatif ve bunlar için merkezi Giresun’da olmak üzere bir birlik teşkil olunmuştur.
Küçük esnafa ve küçük sanayi erbabına muhtaç oldukları kredileri temin etmek üzere Halk Bankası ve halk sandıkları kurulmuştur.
Kredinin normal şartlar altında ucuzlatılmasının ekonomik alandaki mühim tesiri malumdur. Büyük Millet Meclisi’nin kabul buyurduğu kanun ile faiz hadlerinin indirilmesini memnuniyetle karşılarım.
Büyük Millet Meclisi Denizbank’ı kurmakla çok isabetli bir harekette bulunmuştur. Birinci beş senelik sanayi planımız muvaffakiyetle bitmek üzeredir. Buna ilaveten üç senelik bir maden işletme programı tanzim edilmiş ve tatbikine başlanmıştır. Bu üç senelik maden programının büyük bir kısmını içine almak ve şeker sanayiini de genişletmek suretiyle makine, kimya, gıda maddeleri, toprak ve su mahsulleri, ev yakacağı sanayiiyle l iman inşasını ve nakliye vasıtalarının çoğaltılmasını ve deniz işleri için duyduğumuz ihtiyaçları ihtiva ve ifade eden dört senelik üç numaralı yeni bir program yapılmış ve ilan edilmiştir. Bu plan için sarf olunacak para 85 ila 90 milyon lira arasında tahmin edilmektedir. Buna ait kredinin temin edildiği malumdur.
Memleket için faydalı olan her teşebbüsü yüksek bir vatanseverlik duygusuyla destekleyen ve himaye eden değerli Kamutay’ın bu planı da desteğine mazhar kılacağından şüphe etmiyorum.
Muhterem Milletvekilleri,
Memleketin imarı ve kalkınması yolunda çok mühim vazifeler alan Cumhuriyet nafıasının bu yıl içindeki çalışmalarının azami randıman vermiş olduğunu görmekteyim.
Geçide açılan büyük köprülerin bu yıl 115’e ulaştığını kayıt ve adetlerinin ihtiyaçla orantılı olarak süratle çoğaltılmasını temenni ederim.
İstanbul’dan başlayan Avrupa turistik asfalt yolunun birinci kısmı tamamlanmıştır. Ve son kısımlarının inşaatına devam edilmektedir.
Memleketin umumi su siyasetinin büyük ehemmiyeti üzerinde durmaktayız. Geçen devrede kabul buyurduğunuz bir kanunla Adana ovasının sulama işlerine hız verilmiş olmasını memnuniyetle kaydederim. Diğer su işlerimiz de program dâhilinde yürümektedir.
Geçen sene yapılmasına başlandığını bildirdiğim radyo merkezi stüdyosu tamamlanmıştır.
Şirketlerden elimize geçen demiryollarının ıslahına ve çekici ve çekilen araçların her türlü ihtiyaca cevap verecek surette tamamlanmasına çalışılmaktadır.
Memlekette nakliye hacmi artmaktadır. Muhtelif malların sevkini kolaylıkla temin etmek için yeni nakliye vasıtaları sipariş edilmiş ve üç numaralı programda da bu hususa ayrıca yer verilmiştir.
Geçen yıl Divriği’ye ulaştığını gördüğümüz demiryolunun bu yıl Erzincan’a vardığını ve önümüzdeki yıl içinde de Erzurum şehrine ulaşacağını kıvançla müjdelerim.
Arkadaşlar,
Maliyemiz denk bütçe, sağlam ödeme, vergi sistemlerini mükellef lehine ıslah ve hafifletme ve milli paranın istikrarını muhafaza prensiplerini tam bir sadakat ve muvaffakiyetle takip ve tatbik etmektedir.
Halkın ve çiftçinin vergi yükünü hafifletmek yolunda öteden beri güdülen prensibin imkân nispetinde tatbikine bu yıl da devam edilmiştir.
Kazanç ve denge vergilerinde yünlü ve pamuklu kumaşların tüketim vergisinde ve hayvan vergilerinde indirmeler yapılmış, hayvan vergisinin at ve katıra ait kısmıyla tıbbi ve ispençiyari [eczacılık] maddelerin tüketim vergisi tamamen kaldırılmıştır.
Bir kısım vergilerde yapılan mühim indirmelere rağmen tahsilat tahmin olunan gelirden geçen sene de 29 milyon fazlalık göstermiştir.
Bu seneki tahsilatın da tahminlerden ziyade olacağı umulmaktadır.
Ekonomik sahadaki gelişmeyle orantılı olarak daima bütçe tahminlerini aşan devlet gelirinin devamlı artışı, bir taraftan vergi indirmelerini belirli bir program dairesinde tahakkuk ettirmeye, diğer taraftan muhtelif sahalarda verimli işlere ve milli müdafaa hizmetlerine daha çok pay ayırmaya imkân vermektedir.
Teşviki Sanayi Kanunu’ndan istifade eden müesseselere hariçten getirdikleri hammaddelerle makine, alet ve edevat için verilmiş olan gümrük muafiyeti kaldırılarak zikrolunan kanundan istifade eden ve etmeyen bütün sanayi erbabını kapsamak üzere bu nevi hammaddelerle makine, alet ve edevatın gümrük vergilerinin cüzi bir hadde indirilmesi ve makine alet ve edevatı için muamele vergisi muafiyetinin kabul edilmesi memleket sanayii üzerinde hayırlı neticeler verecek bir tedbir olmuştur.
Bir kısım vergilerimizin tarh ve cibayet usullerinin ıslahı ve tatbikatta sadelik ve
birlik temini maksadıyla hazırlanarak Yüksek Kamutay’a sunulan layihanın bir an evvel çıkarılmasını temenniye değer bulurum.
Sayın Arkadaşlarım,
İnhisarlar İdaresi [tekel] kurumlarının mali monopol [mali tekel], ticari teşekkül ve mali valorizasyon [değerini artırma, değerlendirme] kurumu karakterini kazanması için icap eden esaslı tedbirler alınmakta ve semereleri de elde edilmektedir.
Çok kıymetli ve nefis mahsullerimizden biri olan tütünün ziraat usullerini düzeltmek, ziraatçıları, mahsulünü işletmek ve değer fiyatıyla satmak bakımından aydınlatmak ve korumak, tütünlerimizi dünya piyasalarına daha çok tanıtarak ihracatını azami hadde çıkarmak yolundaki gayretler iyi neticeler vermektedir.
Diğer tekel maddelerinin üretim ve tüketiminde de gelişmeler görülmektedir.
Sevgili Arkadaşlarım,
Yüksek tahsil gençlerini istediğimiz ve muhtaç olduğumuz gibi milli şuurlu ve modem kültürlü olarak yetiştirmek için, İstanbul Üniversitesi’nin gelişmesi, Ankara Üniversitesi’nin tamamlanması ve Şark Üniversitesi’nin yapılan etütlerle tespit edilmiş olan esaslar dairesinde Van Gölü civarında kurulması mesaisine hızla ve önemle devam edilmektedir.
Geçen sene tecrübelerinin ümit verici mahiyette olduğunu kaydettiğim eğitmen okulları çok iyi neticeler vermiş ve eğitim kadrosuna bu yıl 1500 kişi daha ilave edilmiştir. Önümüzdeki yıllar içinde bu miktarın artırılacağı şüphesizdir.
Türk Tarih ve Dil Kurumlarının çalışmaları takdire layık kıymet ve mahiyet arz etmektedir. Tarih tezimizi reddedilmez delil ve vesikalarla ilim dünyasına tanıtan Tarih Kurumu, memleketin muhtelif yerlerinde yeniden kazılar yaptırmış ve milletlerarası toplantılara muvaffakiyetle iştirak ederek yaptığı tebliğlerle yabancı uzmanların alaka ve takdirlerini kazanmıştır.
Dil Kurumu, en güzel ve feyizli bir iş olarak, türlü ilimlere ait Türkçe terimleri tespit etmiş ve bu suretle dilimiz yabancı dillerin tesirinden kurtulma yolunda esaslı adımını atmıştır.
Bu yıl okullarımızda eğitimin Türkçe terimlerle yazılmış kitaplarla başlamış olmasını kültür hayatımız için mühim bir hadise olarak kaydetmek isterim.
Türk gençliğinin kültürde olduğu gibi spor sahasında da idealine ulaştırılması için
Yüksek Kamutay’ın kabul ettiği Beden Terbiyesi Kanunu’nun tatbikine geçildiğini görmekle memnunum.
Muhterem Arkadaşlarım,
Vatanın ve rejimin koruyucusu olmakla kalmayıp, en geniş ve hakiki manasıyla bir barış etkeni ve bir eğitim ve öğretim ocağı olan yenilmez ordumuzun, geçen sene de işaret ve izah ettiğim gibi, son sistem silah ve motorlu vasıtalarla cihazlandırılması yolundaki çalışmalara hız verilmiştir. (Bravo sesleri, şiddetli alkışlar.)
Geçen sene, Büyük Kamutay’ın kabul buyurduğu tahsisat üzerine bir genel silahlanma programı yapılmıştır. Tatbikatı ilerlemektedir.
Deniz kuvvetlerimizin takviyesi için lüzumlu olan harp gemilerimizin küçük bir kısmı sipariş edilmiştir. Büyük bir kısmı da sipariş edilmek üzeredir. (Alkışlar.)
Bu doğrultuda mevcut gemilerimizin daha mükemmel bir hale konulması için tertibat alınmaktadır.
Bu sene Gölcük harp tersanemizin inşasına başlanacaktır.
Hava programımız önemle tatbik olunmaktadır. Şanlı adını andıkça gönül ferahı
ve sonsuz gurur duyduğumuz kıymetli ordumuz, bu yaz doğu bölgesinde tabiatın en çetin ve haşin şartlan içinde yaptığı manevralarda her gün artan kudret ve kabiliyetini bir kere daha göstermiştir. (Şiddetli alkışlar.)
Çok değerli komutan ve subaylarımızla kahraman erlerimizi huzurunuzda iftihar ve takdirle selamlarım. (Bravo sesleri, sürekli alkışlar.)
Sayın Milletvekilleri,
Harici siyasetimizin son sene zarfındaki gelişmesi geçen sene ana vasıflarını çizmiş olduğum esaslar dairesinde cereyan etmiştir.
Son aylar zarfında barış çetin bir imtihan geçirdi. Şimdi ne kadar süreceğini ancak daha bir müddet sonra anlayabileceğimiz yeni bir sükûn devresi içindeyiz.
Barış, milletleri refah ve saadete eriştiren en iyi yoldur. Fakat bu kavram bir defa ele geçirilince, daimi bir ihtimam ve itina ve her milletin ayrı ayrı hazırlığını ister.
Memleketimizi her gün daha çok kuvvetlendirmek, her sahada her türlü ihtimallere karşı koyabilecek bir halde bulundurmak ve dünya hadiselerinin bütün safhalarını büyük bir teyakkuzla takip etmek, barışsever siyasetimizin dayandığı esasların başlıcasıdır. (Bravo sesleri, alkışlar.)
Milletlerin emniyeti ya iki taraflı veyahut çok taraflı genel müşterek anlaşmalarla, uzlaşmalarla temin edilebilir diye mutlak mahiyette ortaya atılan ve her biri diğerlerine zıt sayılan prensipler barışın muhafazası işinde bizim için kati ve isabetli değildir ve olamaz. (Bravo sesleri.) Bunların her birini coğrafi ve siyasi icap ve vaziyetlere göre kullanarak barış yolundaki ihtimamı realitelere uydurmak her millet için ayrı ayrı bir vazifedir.
Cumhuriyet hükümeti bu hakikati görmüş, tatbik etmiş, en yakın komşularıyla olduğu kadar en uzak devletlerle olan münasebetlerini, dostluklarını, ittifaklarını ona göre tanzim etmeyi bilmiş ve bu sayede harici siyasetimizi sağlam esaslara dayandırmıştır. (Alkışlar.)
Balkan siyaseti, Balkanlar’ın ayrı ve müşterek menfaatlarının en açık bir ifadesi, Balkan milletlerinin her birinin ayrı ayrı kuvvetleşmesi de barış yolundaki dinamik anlayış tarzının fiili bir misalidir.
Burada memnuniyetle kaydetmek istediğim bir hadise, Balkan milletlerini birbirine büsbütün yakınlaştırmakta kuvvetli etken olmuştur ve yarın için de ümitler vaat eden bir eserdir. Selanik’te Balkan Antlaşması devletleri namına Konsey Reisi ve Muhterem Yunan Başvekili General Metaksas ile Sayın Bulgar Başvekili Mösyö Köseivanof arasında imza edilmiş olan anlaşmadan bahsetmek istediğim anlaşılmıştır. Bu anlaşma da barış yolundaki devamlı gayretlerimizin ve Balkan devletlerinin takip edegeldikleri salim politikanın hayırlı bir tecellisidir. (Bravo sesleri.)
Yine ayrı realiteler, aynı dinamizm ve aynı yüksek gayeler, Sadabad akitlerinin maziden miras kalan hurafeleri nasıl bir hamlede yıkarak, münasebetlerini yeni ve doğurgan esaslara dayandırmayı bildiklerini göstermiştir.
Türkiye’nin diğer devletlerle olan münasebetleri geçen sene açık olarak gösterdiğim yolda dostane gelişmesini takip ederek ilerlemekte bulunuyor.
Hatay meselesinin son sene zarfında geçirmiş olduğu safhalar malumunuzdur. Bu milli davayı bir Türk-Fransız dostane anlaşmasıyla halletmek yolundaki mesai muvaffakiyete erdi. Türk ve Fransız askerlerinin geçici ve müşterek işgali bu anlaşmanın bariz tezahürü oldu. Bu sayede sükûn yerleşti ve seçimler tamamlandı. Nihayet Hatay, Millet Meclisi’ne ve bağımsızlığına kavuştu. (Bravo sesleri, şiddetli ve sürekli alkışlar.) Bağımsız Hatay devleti bugün inzibat kuvvetlerini tanzim eylemek ve memleketin dâhili emniyetini de kendi vasıtalarıyla temin etmekle meşguldür. Bunun da yakında başarılacağını ümit ediyoruz.
Geçen sene “Yarınki Türk-Fransız münasebetlerinin dilediğimiz yolda gelişmesine, Hatay işinin iyi bir yönde yürümesi esaslı bir ölçü ve etken olacaktır” demiştim. Hakikaten, Hatay işindeki Türk-Fransız anlaşması, iki devlet arasındaki münasebetleri çok dostane bir duruma getirmiştir. Hatay işinde elde edilen neticelerin istikrarının Türk-Fransız dostluğunun da gelişme ve billurlaşmasına bir esas teşkil edeceği kanaatindeyim.
Cumhuriyet hükûmeti, geçen seneden beri muhtelif devletlerle iktisadi münasebetlerini tanzim eden mukavele ve anlaşmalar imza etmiş bulunuyor.
Bu doğrultuda İngiltere hükûmetiyle yapılan ticaret anlaşması ve aynı zamanda 16 milyon İngiliz liralık bir ticaret ve silahlanma kredisi mukavelesini zikretmek isterim ki, esasen bununla alakalı kanun yüksek tasdikinize sunulmuştur.
Birkaç gün evvel memleketimizi ziyaret eden Almanya’nın mümtaz İktisat Nazırı
Bay Funk ile 150 milyon marklık bir kredinin esaslarında mutabakat hâsıl oldu. Teferruat yakında iki hükûmeti arasında tespit edilecektir.
Bu kredi anlaşmalarını memleketimizin mali itibarına karşı gösterilen ciddi emniyetin ve harici siyasetimizdeki dürüst hareketin bir tecellisi olarak kabul etmek lazım gelir. (Bravo sesleri.)
Hükûmetin yaptığı mukaveleler arasında hukuki sahada muhtelif anlaşmalar mevcut olduğu gibi, bağımsızlığına kavuşan dost Mısır devletiyle yapılan bir de dostluk, ikamet ve tabiiyet mukavelenamesi mevcut bulunmaktadır.
Büyük komşu ve dostumuz Sovyet İttihadı Cumhuriyeti’yle geçen yıl içinde yeni bir sınır mukavelesi imza edilerek iki memleketin sınır münasebetleri bu suretle iki taraf tecrübelerinin gösterdiği salim esaslara bağlanmıştır. Bu mukavelenin yakında yürürlüğe konulması beklenilmektedir.
Yine geçen yıl içinde İtalya hükûmeti Montrö’de imza edilen ve kendi iştirakine açık bırakılan Boğazlar Mukavelesi’ne katılmış ve bu komşu büyük memleketin bize karşı olan bu dostane hareketi memleketimizin de aynı dostane hissiyatıyla karşılanmıştır.
Büyük Kamutay, şimdiye kadar olduğu gibi bütün işlerinizde başarılar dilerim.
(Şiddetli ve sürekli alkışlar.)
KAYNAKÇA
T. B. M. M. Zabıt Ceridesi, 01.11.1938, Cilt: 27, Devre: V, İçtima: 4, s. 3-7
https://www5.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/TBMM/d05/c027/tbmm05027001.pdf
Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt: 30 (1937-1938), Kaynak Yayınları, İstanbul, 2011, s. 312-320
Saltanatın Kaldırılmasına Dair Türkiye Büyük Millet Meclisinin Genel Kurul Kararı
Mustafa Kemal Paşa’nın Neue Freie Presse Muhabirine Cumhuriyet Hakkında Beyanatı [Demeci]
Büyük Âlim Ziya Gökalp’in Vefatı
En Çok Okunanlar
- Türkler ve Zaferleri2 yıl ago
Anafartalar Kumandanı Mustafa Kemal ile Mülakat [Görüşme] (1)
- Maarifimizde İstikamet2 yıl ago
AİLE KUCAĞINDA VATAN TERBİYESİ
- Türk Tarihi2 yıl ago
6 EKİM İSTANBUL’UN KURTULUŞ GÜNÜ
- Türk İstiklâl Mücadelesi2 yıl ago
LOZAN BARIŞ ANTLAŞMASI
- Tarihi Toplantılar2 yıl ago
İSTİKLÂL MARŞI’NIN YAZILIŞI ve MİLLÎ MARŞ OLARAK KABULÜ
- Mustafa Kemal Atatürk2 yıl ago
GAZİ MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN KONYA TÜRK OCAĞI’NDA YAPTIĞI KONUŞMA
- Maarifimizde İstikamet2 yıl ago
1998 İLKÖĞRETİM SOSYAL BİLGİLER DERSİ ÖĞRETİM PROGRAMI 6’NCI SINIF TÜRKİYE TARİHİ ÜNİTESİ AMAÇLARININ KAZANILMIŞLIK DÜZEYİ (Kastamonu Örneği)
- Türk İstiklâl Mücadelesi2 yıl ago
Mustafa Kemal Paşa’nın Sivas Kongresi’ni Açış Konuşması (4 Eylül 1919)