Mustafa Kemal Atatürk
GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ÜN ÇİFTLİKLERİNİ HAZİNEYE BAĞIŞLAMASI
Published
2 yıl agoon
By
drkemalkocak
GİRİŞ
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün, sahip olduğu menkul [taşınır] ve gayrimenkulleri [taşınmazları] “örnek insan ve devlet adamlığı”nın somut göstergesi olarak bağış ve vasiyet yoluyla vermiştir. Atatürk, çiftliklerini Hazineye, diğer menkul ve gayrimenkullerini de Cumhuriyet Halk Partisine bağışlamıştır.
Bu çalışmada, Atatürk’ün sahip olduğu menkullerden Türkiye İş Bankasının kuruluşu, gayrimenkullerinden çiftliklerin ne amaçla ve nasıl kurulduğu ve bunların Hazineye bağışları hakkındaki gelişmeler; ilk Cumhurbaşkanımız Mustafa Kemal Atatürk’ün Cumhurbaşkanlığı (Riyaset-i Cumhur) Daire Müdürlüğü, Cumhurbaşkanlığı Özel Kalem (Kalem-i Mahsus) Müdürlüğü ve Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği (Umumî Kâtipliği) görevlerini yürüten Hasan Rıza Soyak’ın [1] “Atatürk’ten Hatıralar, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2010” künyeli eserinden aşağıda sunulmuştur.
***
[Hint Müslümanlarının Gönderdiği Para]
Şimdi, bu mevzu ile ilgili olup vakit vakit bazı çevrelerde birçok dedikodulara sebep olan [Pakistan ve Bangladeş Hint Müslümanlarınca] Hindistan’dan gönderilmiş bir miktar paranın nasıl ve nerelere sarf edildiğinden ve neticelerinden bahsedeceğim.
Başka bir yazımda da bu konuya temas etmiştim: Açtığı çetin mücadeleye yardım maksadıyla Hindistan’dan şahsına yekûnu takriben 500 – 600 bin lira kadar tutan bir para gönderilmişti. O, bu paranın 500 bin lirasını Büyük Taarruzdan önce mâliyenin karşılayamadığı bazı hususi masraflar için Batı Cephesi Komutanlığı emrine vermişti. Yunanlıların kaçarken yakıp yıktıkları savaş alanında aç ve açıkta kalan zavallılara yapılan yardım da, Paşa’nın ordu ile beraber İzmir yolunda iken verdiği emirle yine bu paradan yapılmıştı.
Zaferden sonra, 500 bin liranın 380 küsur bin lirası, İcra Vekilleri Heyeti karariyle kendisine iade olunmuştu.
[Türkiye İş Bankasının Kuruluşu]
Atatürk, bu paranın memleket hesabına en hayırlı, en faydalı şekilde nasıl ve nerede kullanılabileceğini düşünüyordu; bu sırada kendisine bir milli bankanın kurulması zaruretinden bahsedilmiştir; zaten o da yabancı mali müesseselerin, bu arada bilhassa Osmanlı Bankası’nın, hazine ile yakından alakası olmasına rağmen, Cumhuriyet hükümetine karşı takındığı mütehakkim tavırdan teessür duymakta, böyle bir milli müesseseye olan ihtiyacı çok derinden hissetmekteydi.
Binaenaleyh derhal kararını verdi; elindeki paranın 250 bin lirasını temel sermaye olarak bu işe tahsis etti ve ayrıca toplanan sermayenin katılması ile şimdiki büyük ve itibarlı mali müessesemiz, Türkiye İş Bankası vücut buldu. Bilindiği gibi bu bankanın ilk Genel Müdürü Celâl Bayar’dı. Sağlam temeller üzerine kurulup memleketin ticaret, iktisat ve hatta kültür hayatına sayısız hizmetler ifa etmiş olan bu müessese-, günümüze kadar bazen temposu yavaşlamış olmakla beraber, hiç durmadan gelişme ve yükselme seyrine devam etmiş ve şimdiki seviyesine ulaşmıştır.
İş Bankası’nın, bankacılık alanında, memleketteki teşebbüs erbabına, şevk ve cesaret verici bir örnek olduğu muhakkaktır. Sayısı son senelerde gittikçe artmakta olan milli bankalarımıza, yüksek kalitede eleman yetiştirmek hususunda bir mektep vazifesi görmüş olması da, bu kıymetli müessesenin değerli hizmetleri arasında şükranla anılacak hususi bir yer işgal etmektedir.
* * *
[Çitliklerin Kuruluşu]
Atatürk, yardım parasının elinde kalan kısmı ile de ziraat sahasında çalışmayı muvafık görmüştü. Kendisi, çocukluğundan beri kır ve çiftlik hayatından çok hoşlanırdı. Aynı zamanda bu saha, nüfusun büyük çoğunluğunun yaşayıp, çalıştığı ve memleket ekonomisinin umumiyet itibariyle dayandığı saha idi.
Birbiri ardından, Ankara civarında Orman Çiftliğini teşkil eden vâsi araziyi, Silifke yakınında Tekir ve Şövalye, Tarsus’ta Piloğlu çiftliklerini, Dörtyol’da Karabasamak Çiftliği ile büyük bir portakal bahçesini ve Yalova’da Baltacı ve Millet çiftliklerini, parça parça sahiplerinden veya metruk mallar idaresinden satın alarak işe koyuldu.
Arada şunu da belirtmeliyim ki, o zaman arazi çok ucuz, paramız da o nispette kıymetli idi. Bütün bu arazi için ödenen para miktarı 100-120 bin lirayı geçmiyordu.
Gaye; iklim ve mahsul itibariyle birbirinden farklı bulunan bu bölgelerde serbest çalışan numune çiftlikleri vücuda getirmek ve bir yandan çeşitli tecrübeler yaparken, bir yandan da civar köylere örnek ve rehber olmaktı.
Bu müesseselerde, yeni Türkiye’nin bir numaralı çiftçisinin direktifleri ve daimi nezareti altında rahmetli arkadaşım Tahsin Coşkan olmak üzere, ekserisi genç, enerjik, feragat ve ideal sahibi ziraatçilerimiz tarafından cidden takdir ve iftihara layık, büyük gayretler sarf olunarak, memleket için çok faydalı başarılar elde edilmişti.
Bilhassa, Ankara’nın başlıca giriş kapısında bulunan Orman Çiftliği’nde yeni usûl ve geniş makineli ziraatle beraber, ziraat sanatlarının hemen hemen her çeşidi için mükemmel çalışma yerleri; pastörize süt, tereyağı, yoğurt ve peynir imalathaneleri, pulluk ve bira fabrikaları, sebze ve meyve bahçeleri, bağlar, halkın istifadesine açılan büyük parklar, Marmara ve Karadeniz havuzları gibi, hem sulamaya, hem de su sporları yapmaya elverişli geniş havuzlar tesis edilmişti.
Ankara Belediyesi’nin teşviki ile şehirde birkaç satış mağazası da açılmıştı. Bu mağazalar, çiftlikte çıkan karışıksız mahsul ve mamulleri çok ucuz fiyatlarla satıyor, bu suretle kendi piyasasında esaslı bir nâzım rolü ifa ediyordu. Yalova’daki Millet ve Baltacı çiftlikleri kurulduktan sonra, İstanbul’da da iki satış mağazası açılmıştı.
Ankara ve civan, o zamanlar ağaç ve yeşillik hasreti çekiyordu. Atatürk, orman idaresini de harekete getirmişti; bu idareye ayırdığı geniş arazi üzerinde -ki çiftlikten, şehre doğru uzanıyordu- büyük bir orman tesisine başlanmıştı.
Ayrıca tasarrufu altındaki büyük arazinin mühim bir kısmının, içindeki bina ve tesisleri ile beraber, göçmen iskânına tahsis ederek yine yakın alaka ve nezareti altında, Ankara civarındaki Etimesut numune köyünün kurulmasını sağlamıştı.
Bilindiği gibi Atatürk’ün daha 1927 senesinde yaptığı bir açıklama ile Partisine ait olduğunu bildirdiği çiftliklerin temin ettikleri kazançlar, kendi inkişaflarına sarf ediliyor, hatta bunlara yeni sermayeler ve topraklar (Ankara’daki Güvercin Çiftliği gibi) ilave ediliyordu. Eski Mısır Hıdivi Abbas Hilmi Paşa’nın, Türkiye Cumhuriyeti tabiiyetine girmesi münasebetiyle CHP’ye teberru ettiği 900.000 lira civarındaki para ile İş Bankası’ndaki hisse senetlerinden alınan temettü ve mevduat faizleri bu ilaveleri karşılamakta idi ve bu gibi gelirlerle o yolda yapılan harcamalar yine Iş Bankası’nda açılmış olan 2 numaralı bir hesap içinde muamele görmekteydi. Burada tasrih etmeliyim ki Atatürk bu hesaptan şahsı için hiçbir masraf yapmamıştır.
1924 senesinde başlayıp, gittikçe hızlanarak 13 sene devam eden kesif çalışmalar sonunda bu müesseseler çok olgunlaşmış, her bakımdan yüksek bir seviyeye ulaşmışlardı. Artık bunları, bütün varlık ve tecrübeleri ile devlete, dolayısıyla Ziraat Vekâleti’nin istifadesine terk etmek zamanı gelmişti.
***
[Çiftliklerin Hazineye Bağışlanması]
1937 senesinin Mayıs ayı içindeydi; memleket dışında bir vazife seyahatine çıkacak ve ilkin Paris’e uğradıktan sonra Almanya’ya geçecektim.
“Çocuk! Çabuk git, gel de artık şu çiftliklerin hazineye devri işini halledelim. Biliyorsun, ben 1927 senesinde, Büyük Nutkumu verdiğim celselerden birinde Büyük Millet Meclisi’ne, bunların Partiye ait olduğunu söylemiştim. Bu itibarla devir esnasında, hükümetten, Parti için bir miktar para alırsak iyi olacaktır. Bakalım; İsmet Paşa’nın avdetinde meseleyi onunla da görüşeceğim, en münasip şekli o zaman kararlaştırırız.” demişti.
Başvekil İsmet İnönü, o günlerde İngiltere Kralı VI. George’un taç giyme töreninde Türkiye Devlet Reisini ve Hükümetini temsil etmek üzere bir heyetin başında Londra’ya gitmiş bulunuyordu.
Yazılarımın bu kısmına başlarken bazı dedikodulardan bahsetmiştim. Bu arada Partiye ait olduğunu söylediği çiftliklerin idaresi üzerinde de, tereddüt belirten birtakım söylentiler olmuş, bunları Atatürk de duymuştu ve bana, Partinin fiili başkanlığını yapmakta olan İsmet Paşa’ya gidip bu konuda malûmat ve hesap vermemi emretmişti.
Bunun üzerine, Paşa’nın evine giderek kendilerine çiftliklerin gerçek durumları ve kazandıkları maddi değerler hakkında hesaplara dayanan uzun bilgi vermiştim. Parti Genel Başkan Vekilinin, maruzatımı dikkatle dinledikten sonra söylediği şu olmuştu:
“Bu parlak neticeyi ancak Büyük Şefimiz sağlayabilirdi. Kendilerine Parti adına teşekkür ve minnetlerimi arz ederim.”
* * *
Ben; Paris’ten, Almanya’ya geçmek üzere hazırlanırken Ankara’dan nöbetçi yaveri telefon etti. Atatürk’ün Almanya seyahatini geriye bırakarak, derhal yurda dönmekliğimi emrettiğini bildirdi. Hemen o akşam yola çıktım.
İstanbul’a vardığım gün, Atatürk de buraya gelmişti ve birkaç saat sonra Karadeniz yolu ile doğuya doğru bir seyahate çıkmak üzere idi. Kendisi ile karşılaşınca, İnönü ile görüştükten sonra çiftlikleri, bütün tesis ve varlıklarıyla, hazineye hibe etmeye kati karar verdiğini söyledi ve bana şu talimatı verdi:
“Sen bu akşam Ankara’ya git; mevcudu tespit edip, bir listesini yap. Ayrıca Başvekilliğe tarafımdan bir mektup hazırla! (Burada mektubun esaslarını dikte etti). Mektup müsveddesini İsmet Paşa’ya gösterip, mütalâa ve mutabakatını al. Sonra bana telgrafla bildir. Bunları vakit geçirmeden yapmalısın; çünkü Meclis kapanmak üzeredir. Ben istiyorum ki, tatilden evvel keyfiyet Meclise de arz edilmiş olsun, bunu temin etmelisin!”
* * *
Ankara’da, emirleri dairesinde bir mektup ve bir liste hazırladım. Müsveddeyi Başbakana okudum; muvafık buldu. Yalnız bir yerinde “ticari çalışma” gibi bir tabir vardı; bunu “geniş çalışma” diye tashih etti.
Mektubu ve listeyi telgrafla Trabzon’da bulunan Atatürk’e arz ettim. Verdiği cevapta muvafık olduğunu, hemen Başvekile tevdi etmekliğimi, avdetinde imza etmek üzere şimdilik telgrafının imza yerine, mektuba eklenmesini emrediyordu.
* * *
Mektubun sureti ile çok uzun olan listenin bir özetini aşağıya derç ediyorum:
“Başvekâlete;
Malûm olduğu üzere ziraat ve zirai iktisat sahasında fenni ve ameli tecrübeler yapmak maksadıyla, muhtelif zamanlarda, memleketin muhtelif mıntıkalarında müteaddit çiftlikler tesis etmiştim. 13 sene devam eden çetin çalışmalan esnasında faaliyetlerini bulundukları iklimin yetiştirdiği her çeşit mahsulâttan başka her nevi ziraat sanatlarına da teşmil eden bu müesseseler, ilk senelerde başlayan bütün kazançlarını, inkişaflanna sarf ederek büyük, küçük müteaddit fabrika ve imalathaneler tesis etmişler, bütün ziraat makine ve aletlerini yerinde ve faydalı şekilde kullanarak bunlann hepsini tamir ve mühim bir kısmını yeniden imal edecek tesisat vücuda getirmişlerdir. Yerli ve yabancı birçok hayvan ırkları üzerinde çift ve mahsul bakımından yaptıkları tetkikler neticesinde bunların muhite en elverişli ve verimli olanlarını tespit etmişler, kooperatif teşkili suretiyle veya aynı mahiyette başka suretlerle civar köylerle beraber faydalı şekilde çalışmışlar, bir taraftan da iç ve dış piyasalarla daimi ve sıkı temaslarda bulunmak suretiyle faaliyetlerini ve istihsallerini bunların isteklerine uydurmuşlar ve bugün her bakımdan verimli, olgun ve çok kıymetli birer varlık haline gelmişlerdir. Çiftliklerin yerine göre arazi ıslah ve tanzim etmek, muhitlerini güzelleştirmek, halka gezecek, eğlenecek ve dinlenecek sıhhi yerler, hilesiz ve nefis gıda maddeleri temin eylemek, bazı yerlerde ihtikârla fiili ve muvaffakiyetli mücadelelerde bulunmak gibi hizmetleri de zikre şayandır. Bünyelerinin metanetini ve muvaffakiyetlerinin temelini teşkil eden geniş çalışma ve ticari esaslar dâhilinde idare edildikleri ve memleketin diğer mıntıkalarında da mümasilleri tesis edildiği takdirde tecrübelerini müspet iş sahasından alan bu müesseselerin ziraat usullerini düzeltme, istihsalatı arttırma ve köyleri kalkındırma yolunda devletçe alınan ve alınacak olan tedbirlerin hüsnü intihap ve inkişafına çok müsait birer amil ve mesnet olacaklarına kani bulunuyorum ve bu kanaatle tasarrufum altındaki bu çiftlikleri bütün tesisat, hayvanat ve demirbaşlan ile beraber hâzineye hediye ediyorum. Çiftliklerin arazisi ile tesisat ve demirbaşlarını mükemmel olarak gösteren bir liste ilişiktir. Muktazi kanuni muamelenin yapılmasını dilerim.”
* * *
Listenin özeti:
1- Yukarıda isimlerini ve yerlerini bildirdiğim çiftliklerde; 582 dönümü meyve bahçesi, 700 dönümü çeşitli ağaç fidanlığı, 400 dönümü Amerikan asma çubuğu fidanlığı, 220 dönümü bağ, 220 dönümü zeytinlik, 375 dönümü sebze bahçesi, 17 dönümü portakallık, 15 dönümü kuşkonmazlık, 100 dönümü park ve bahçe, 2650 dönümü çayır ve yoncalık, 1450 dönümü yeni yetiştirilmiş orman ve 148.000 dönümü ziraate elverişli tarla ve mera olmak üzere 154.729 dönüm arazi. Ağaç fidanlıklarında meyveli ve meyvesiz 650.000 fidan, Amerikan asma fidanlığında 560.000 kök bağ çubuğu, bağlarda 88.000 adet bağomcesi, zeytinliklerde 6600, portakal bahçesinde 1654 ağaç mevcuttur.
2- Mefruşat ve demirbaşları ile beraber 45 ikametgâh ve daire binası, 7 ağıl, 6 mandıra, 8 ahır, 7 ambar, 4 samanlık ve otluk, 6 hangar, 4 lokanta ve gazino, 2 fırın, 2 ser ki ceman 91 bina.
3- Senede 7000 hektolitre çeşitli bira yapacak kabiliyette bir bira fabrikası, malt fabrikası, günde 4 ton buz yapan bir buz fabrikası, günde 3000 şişe soda ve gazoz yapan bir soda ve gazoz fabrikası, bir ziraat aletleri ve demir fabrikası, 2 modern pastörize süt fabrikası, 2 geniş yoğurt imalathanesi, yılda 80.000 litre şarap yapacak kabiliyette bir şarap imalathanesi, 2 taşlı elektrikle işler bir un değirmeni, İstanbul’da bulunan 1 çeltik fabrikasının yüzde kırk hissesi, iki kaşar ve beyaz peynir ile yağ imaline mahsus imalathane, 2 tavuk çiftliği, 5 satış mağazası, 13.100 koyun, 443 baş sığır, 69 baş binek ve koşum atı, 2450 tavuk, 16 traktör, 13 harman ve biçer döver makinesi, 35 tonluk bir deniz motoru, 5 kamyon ve kamyonet, 2 binek otomobili, 19 araba ve muhtelif sulama tesisleri ile hususi telefon şebekesi.”
* * *
Mektup ve listeyi, Atatürk’ün telgrafı ile beraber Başbakana tevdi ettim. Keyfiyetin 12 Haziran 1937 cumartesi günü Meclise arz edilmesini kararlaştırdık; aynı zamanda Başbakan, Büyük Millet Meclisi Riyasetine şu tezkereyi yazmıştı:
“Büyük Millet Meclisi Yüksek Reisliğine;
Reisicumhur Atatürk, tasarruflarında bulunan çiftliklerini hazineye ihda [hediye etme] buyurduklarını, melfuf [ekli] tezkere ile tebliğ buyurmuşlardır. Devletin ziraat politikasında ve memleketin zirai inkişafında mühim amil olacak kıymet ve ehemmiyette olan bu âlicenap hareketi şükranla Yüksek Meclisin ıttılaına [bilgisine] arz ederim.”
* * *
O gün, müzakereleri takip etmek üzere, Büyük Millet Meclisi binasına girerken, Başvekil İsmet Paşa’nın beni odasında beklediğini söylediler; derhal yanma çıktım:
“Gel Soyak! Ben mektubu bugün Meclise arz etmekten vazgeçtim; bunu Kasım içtimaına bırakmayı daha muvafık buluyorum” diye söze başladı. Şaşırmıştım, büyük bir heyecanla sordum:
“Niçin Paşam?”
“Önce bir hususî kanun ile Cumhurreisinin maaş ve tahsisatından kesilen ağır vergiyi hafifletmek lazım” dedi; “Aksi halde, çiftlikleri devrettikten sonra, geçinme hususunda güçlük çeker diye düşünüyorum. Hâlbuki Meclis, bugün, yarın tatil devresine girecektir; böyle bir kanunu yetiştirmek imkânsızdır. İnşallah Kasım’da ilk iş olarak bunu yaparız. Ondan sonra da Meclise arz ederiz.”
“Aman Paşam; bu çok yakışıksız bir şey olur. Âdeta taviz karşılığı hibe gibi bir şey. Atatürk bunu katiyen kabul etmez, eminim ki bunun tasavvurundan bile aşırı derecede rencide olur. Hem O, çiftliklerden şimdiye kadar şahsen hiç istifade etmemiş, bir habbe dahi almamıştır ki. Köşke gönderilen çiftlikler mahsul ve mamullerinin de bedellerini herkes gibi fatura mukabilinde ödemiş ve ödemektedir; binaenaleyh düşündüğünüz gibi bir vaziyet mevcut değildir. Diğer taraftan bana, mektubunun, Meclisin bu içtima devresinde okunmasını kati olarak tembih etti. Bu hususta her an haber beklemektedir. Müsaade buyurulursa iş yürüsün.”
“Hayır, hayır! Sen korkma, bütün mesuliyeti üzerime alıyorum.”
Bunu söyledikten sonra yerinden kalktı, Meclis toplantı salonuna girmek üzere kapıya doğru yürüdü; önüne atıldım:
“Muhterem Paşam!” dedim. “Affınıza sığınarak rica ederim, beni bir an daha dinleyiniz, mesele çok mühim ve ciddidir; o derecede ki, böyle bir sebeple vaki olacak geciktirmenin neticesi, aranızdaki resmî ve hatta hususi münasebetlerin bozulup kesilmesine kadar varabilir; bunu açıkça arz etmek mecburiyetindeyim. Lütfen bana inanınız!”
Biraz düşündü:
“Peki, öyleyse” dedi ve odasından çıkarak Meclise girdi.
* * *
Sayın İnönü’nün bahsettiği ve mahsusi kanun ile hafifletmeyi düşündüğü vergi meselesi ne idi? Bunu da izah edeyim:
Cumhurbaşkanına 1927 senesine kadar ayda 5000 lira maaş ve 7000 lira fevkalade tahsisat verilmekte idi. 1927 senesinde bunlara, umumi bir kanun ile ve “pahalılık zammı” adı ile 2480 lira ilave edilmiştir.
1927 ve 28 senelerinde bütün bunlardan ceman 453 lira, 1929 ve 30 senelerinde 724 lira, 1931 senesinde de 1293 lira vergi kesiliyor ve bu son senede kendisine net olarak ayda 13.186 lira ödeniyordu.
1932 senesinde çıkan bir kanun ile bilhassa yüksek maaş ve ücretlere kademeli olarak artan nispeten ağır vergiler konulmuştu. Buna göre Cumhurreisinin maaş ve tahsisatından kesilecek olan vergi miktarı 5401 liraya çıkmış ve ele geçen miktar 9078 liraya düşmüştü.
Bunun 2000 lirasını aşağıda izah edeceğim veçhile her ay İnönü’ye vermekte olduğundan hakikatte elinde kalan miktar 7000 liradan ibaretti.
Diğer taraftan o zamana kadar yaverler ve muhafız polislerle beraber, Köşkün içinde ve dışında çalışan bütün müstahdeminin iaşesi ve Köşkün sair masrafları Atatürk tarafından yapılmakta idi; hatta istasyondaki binada bulunan Hususi Kalem memurları da, öğle yemeklerini yine masrafı Atatürk tarafından ödenen bir tabldottan yiyorlardı. Her günkü iaşe mevcudu sabah ve akşam misafirlerle beraber 90-100 kişiyi buluyordu.
Seyahatlerinde, devletçe kendisine yalnız tren veya vapur gibi vasıtalar temin ediliyordu; diğer masraflar tamamen Atatürk’ün kesesinden çıkıyordu. Yalnız kendisi için değil, maiyeti için dahi, “harcırah” diye bir şey bahis konusu değildi.
Hâlbuki ekseriya misafiri olarak onunla beraber seyahat eden Başvekil ve Vekillerle maiyetleri bütçeden yol masrafı ve yevmiye almakta idiler.
Bir gün kendisine bundan bahsederek yolculuk dolayısiyle katlandıkları bazı zaruri masraflarını karşılamak üzere yaver ve Hususi Kalem memurlarına da alelusul yevmiye verilmesine müsaade buyurmasını rica etmiştim, kabul etmeyerek:
“O zaruri masraflar ne ise hepsini biz yapalım!” demiş ve ondan sonra da öyle yapılmıştı.
Aradan bir müddet geçtikten sonra vaki olan mükerrer istirhamlarım üzerine yaver ve memurlara ayrıca devlet bütçesinden yılda birer maaş nispetinde ikramiye verilmesine muvafakat buyurmuşlardı.
* * *
Devlet bütçesine -kabil olduğu kadar- bâr olmamak hususundaki titizliği ve bilhassa devletin mümessili bulunmak sıfat ve haysiyeti nazarı dikkate alınmayarak, umum arasında Devlet Reisliği tahsisatının da birdenbire mühim miktarda azaltılmış olması kendisine dokunmuştu.
Bana:
“Bizim, Köşktekiler ve misafirlerimizle beraber geçinmemiz için ayda ne kadar paraya ihtiyaç vardır?” diye sordu; cevap verdim:
“Bilmem efendim ama herhalde 1000-1500 lira kâfi gelir zannederim.”
“Öyle ise bize bu parayı versinler, diğer masrafları devlet yapsın, münasip olanı budur” dedi ve bahsi değiştirdi.
Bir daha bu meseleden bahsettiğini işitmedim; eminim ki aradan 24 saat geçmeden bunu tamamıyla unutmuştu.
* * *
Atatürk’ün bir an için vaki olan bu teessüründen -nereden ve nasıl bilmiyorum- Başvekil de haberdar olmuş. Ertesi gün beni evine çağırdı:
“Bir yanlışlık olmuş, hiç kimse farkına varmadan dünkü kanunla, Cumhurreisliği tahsisatı da üçte bir nispetinde azalmış. Bunu nasıl telafi edebiliriz?” dedi. Kanunun tadili suretiyle hatanın tashihini düşündüğünü de ilave etti.
Yukarıda izah ettiğim vaziyeti anlattım. Bununla beraber Atatürk’ün teessürünün ilk işittiği ana mahsus ve daha ziyade bir prensip meselesine dayanan geçici bir hal olduğunu, kanunun tadiline asla rıza göstermeyeceğini söyledim:
“Fakat” dedim, “bundan sonrası için ‘Memurin ve müstahdemin iaşesi’ adı ile bütçeye bir tahsisat koymak muvafık olur.”
Bu mütalâamı tasvip etmiş ve ilk bütçeye böyle bir tahsisat konulmuştu.
İşte İnönü’nün bahsettiği vergi meselesi bu idi.
* * *
Büyük Millet Meclisi, Atatürk’ün mektubunu büyük bir heyecanla dinledi ve çok candan tezahürlerle uzun uzun alkışladı.
Başvekil İsmet İnönü de bu hadisenin manasını ve kıymetini belirten, umumiyet itibariyle güzel ve yerinde bir nutuk verdi; ezcümle dedi ki:
“Şimdi büyük sevinç ve heyecanla dinlediğimiz Atatürk’ün teberruu, yüksek kıymeti üzerinde ehemmiyetle durulacak çok mühim bir hadisedir. Yüksek Heyetinizin ve bütün memleketin dikkatini celp edecektir ki, hazineye intikal etmekte olan bu çiftlikler, değeri milyonlar ifade eden bir servet halindedir. Bu çiftlikleri, Atatürk senelerden beri tasarrufu altında ve bilhassa şahsi emeğiyle vücuda getirmiştir.
Anadolu ortasında herkesin buradan nasıl bir mamure çıkacağına bedbin bir nazarla baktığı sırada, bütün memleket gibi, Anadolu ortasında da ilimle ve çalışma ile büyük mamure ve vatandaşlar için büyük servet temin olunabileceğine şahsen misal vermek hevesi senelerden beri kendisini işgal etmekte idi. Çiftliklerin maddeten olan yüksek kıymetleri, ancak bu kanaatle ve şahsi çalışma ile temin edilmiştir. Bu eserler meydana çıktıktan ve yüksek değerde oldukları anlaşıldıktan sonra, Atatürk’ün bunları maddi kıymetlerine bir lâhza bakmaksızın, kâmilen devletin istifadesine terk etmesi bütün vatandaşların bu nokta üzerinde dikkatlerini ve şükranlarını celp etmeye layık görülecektir. Atatürk, her türlü şahsi menfaatlerin kendi şahsına teveccüh edecek her türlü faydaların daima üstünde kalmış ve daima üstünde kalacak olan milli bir varlıktır. Atatürk’ün bu eserleri vücuda getirdikten sonra, bunları hazineye bedelsiz ve karşılıksız terk etmesinde esaslı, büyük ve siyasi bir ideali vardır. Milli Mücadelenin ilk gününden beri, bu memleketin kudretini ve servetini, köylülerimizin kalkınmasında, zengin ve müreffeh olmasında gördü; memleketin vesait ve menabiî gayet dar olduğu zamanlarda köylüyü; milletimizin içtimai kitleleri içinde bilhassa dikkate alınacak, onun işleri ile bilhassa uğraşılacak bir mevzu olarak millete ifade etti. İlk günden beri Atatürk bu istikamette yürümektedir. Dikkat buyurursanız, bugün köylülerimizin ve çiftçilerimizin vergi vermek hususunda bulundukları vaziyet, diğer bütün içtimai kitlelerden daha müsait bir haldedir. En ağır vergiler içinde bulunan köylünün, ilk günden beri ağırından başlayarak, bugüne kadar mütemadiyen külfeti azaltılmaktadır. Bu hal, Atatürk’ün hiç şaşmayan siyasi bir istikamet gibi, mütemadi çalışmasının ve tesir etmesinin bir neticesidir; bu istikamette yürüyoruz. Bugün de Atatürk’ün kani olduğu esaslı bir siyaset akidesi şudur: Memleketin kudret ve servetinin artması için köylünün vaziyetinin ve iktisadi varlığının yükselmesi lazımdır.”
Bundan sonra Başvekil, girişilen bütün içtimai ve endüstriyel tedbirlerin en yüksek semerelerini vermesi, bu memleketin köylüsünde ve ziraatinde elde edilecek neticelere bağlı bulunduğunu, bundan dolayı birkaç seneden beri köylünün çalışmasında daha çok semere elde etmesi, daha kıymetli ve yeni vasıtalarla istihsalini kuvvetlendirmesi ve genişletmesi yolunda Büyük Millet Meclisi’nce ve hükümetçe tedbirler alındığını söyledi ve nutkuna şöyle devam etti:
“Atatürk, bu mücadelenin başındadır; O’nu takip etmekte çok dikkatliyiz. Atatürk, bu siyasetin memleket içinde büyük faydalar getireceğine, haklı olarak kanidir. O, bu müesseselerin hükumete, yeni ziraatı köylüye öğretmek yolunda çok kıymetli saha ve vasıta olacaklarını düşünmüştür. Hakikaten bunlar, Ziraat Vekâleti’nin gerek ziraatte ve gerek ziraat endüstrisinde ve her türlü terbiye ve yetiştirme sahalarında girişeceği tecrübeler için kuvvetli mesnet olacaklardır.
Hükumet, çiftlikleri alırken bunların iyi halde muhafazasını, daha ziyade inkişaflarının temin edilmesini sağlamakta ve memlekete gerek tecrübelerini yaymakta ve gerek esaslı ve faydalı unsur olmasında çok dikkatli bulunacaktır. Atatürk’ün, çiftçilerimizin refahında ve ziraatin inkişafında şimdiye kadar takip ettiği, şimdiye kadar ibzal ettiği alakayı bundan sonra da muhafaza edeceğine kani oluşumuz, bizim muvaffakiyete itimadımızın esasıdır.”
İnönü, burada Atatürk’ün, çiftlikleri Cumhuriyet Halk Partisi’nin malı olarak saklamakta iken hazineye terk etmeyi tercih etmesinin sebeplerini -kendi görüşüne göre- izah etti ve bu müesseselerin maksada varmak için, devletin elinde bulunması, ameli bakımdan daha elverişli olduğu, zaten Cumhuriyet Halk Fırkası’nın, o gün için hükumetten ayn bir teşekkül olmaktan çıkarak, hükumetle iç içe milletin ve devletin müşterek bir müessesesi haline girmiş bulunduğu mütalâalarını ileri sürdü ve uzun nutkunu şu cümlelerle bitirdi:
“Atatürk, bize bir defa daha kendi huzur ve rahatının, vatandaşların refahında olduğunu söylüyor; Atatürk, bize bir defa daha şan ve şerefinin, vatanın şan ve şerefinde ve kudretinde olduğunu gösteriyor.
Arkadaşlar! Milletin karşısında, sizin yüksek hislerinize tercüman olarak, biz de diyoruz ki; Atatürk, bizim en kıymetli hazinemizdir. O’nun şan ve şerefini, biz vatanın kudreti, şan ve şerefi sayıyoruz.”
* * *
İnönü’den sonra 13 mebus söz söyledi; bunlar arasında bulunan rahmetli Refik Şevket İnce: “Çok ahlaki ve hakikaten bugün yaşayanlara ve yarın yaşayacaklara verilmiş emsalsiz, yeni bir ders karşısında bulunuyoruz” diye söze başlayarak dedi ki:
“Bunun hocası Atatürk, talebesi de bugün bizleriz, fakat her zaman bu milletin evlatları olacaktır. Atatürk, çiftliklerini, fabrikalarını, bizim gibi, birer mülk telakki etmiyor. O, mülkü dahi bizim tanıdığımız gibi şahsiyetimizin muhafazası için bir vasıta değil, milletine icabında fayda vermek için toplanılmış, vücuda getirilmiş bir vasıta olarak kullanıyor. Bu büyük işaretler karşısında hürmet, muhabbet ve bağlılık duygularını tatmamak imkânı var mıdır?”
Konuşmalar bittikten sonra mebuslardan Dr. Cemal Tunca ve arkadaşları tarafından verilen aşağıdaki takrir okundu ve sürekli alkışlar arasında ittifakla kabul edildi:
“Yüksek Reisliğe;
1- Büyük Kurtancımız Atatürk, memleketin zirai kalkınmasına yardım olmak üzere, yıllardan beri bizzat uğraşarak yetiştirdikleri çiftlikleri ve içinde bulunan fabrika, hayvanat, âlat ve sairenin kâffesini hükümetin ziraatin inkişafı ve tekâmülü uğrundaki tedbirlerinin muvaffakiyetini kolaylaştırmak gayesiyle devlete ihda buyurduklarını şu anda öğrenmiş bulunuyoruz ve Atatürk’ün çok yüksek mana ihtiva eden bu lûtuflanrının Kamutayda uyandırdığı derin heyecanı yaşıyoruz.
2- Kamutayın minnetle dolu samimi hislerinin ve derin teşekkürlerinin Ulu Halaskarımıza arzını yüksek riyasetten rica ediyoruz.”
* * *
Büyük Millet Meclisi Reisi rahmetli Mustafa Abdülhalik Renda, Meclisin kararına uyarak, o gün Atatürk’e şu telgrafı gönderdi:
“Memleketin zirai kalkınmasına yardım olmak üzere yıllardan beri bizzat uğraşarak yetiştirdiğiniz çiftlikleri ve içinde bulunan fabrika, hayvanat, âlat ve sairenin kâffesini, ziraatin inkişaf ve tekâmülü uğrunda hükumetçe alınmakta olan tedbirlerin muvaffakiyetini kolaylaştırmak gayesi ile ihda buyurdukları hakkındaki haber, Kamutayda derin heyecan uyandırmış ve hislerinin ve derin teşekkürlerinin yüksek huzurunuza sunulmasına ittifakla karar verilmiştir. Derin saygılarımla arz ederim.”
Atatürk buna şu kısa cevabı verdi:
“Yapılan bir vazifedir.”
Başbakan İsmet İnönü de, kendisine aşağıdaki telgrafı çekmişti: “15 seneden beri sebatlı ve bilgili çalışmanızın eseri olan ve her biri kıymetli birer mamure olan çiftliklerinizi hazineye hediye buyurduğunuzu Cumhuriyet Hükumeti tazim hisleriyle karşılamıştır; bu suretle de hükumete gösterdiğiniz yüksek müzaherete şükranlarımızı sunarım. Kıymetli eserleriniz, sizin daima refahını düşündüğünüz köylümüze, numune ve mektep olarak çok faydalı ve hayırlı olacaklarına imanımız vardır. Büyük Millet Meclisi âlicenap teberruunuzu heyecanla telakki etti. Milletin hayatı ve varlığı içinde kaynamış olan yüce varlığınızı, hükumetin ve bütün milletin en aziz varlığı saydığını en geniş tazim hislerinde arz ederim.”
Atatürk’ün cevabı:
“Başvekil İsmet İnönü’ne;
Hatırlarsınız; Türk köylüsünün, Türk efendisi olduğunu söylediğim zamanı. Ben, o efendinin arzu ve iradesi altında senelerden beri çalışmış bir hadimim. Şimdi beni çok heyecana getiren hadise, Türk köylüsüne, naçizane olsa da ufak bir vazife yapmış olduğumdur. Milletin Yüksek Mümessiller Heyeti bunu iyi görmüş ve kabul etmişlerse, benim için ne unutulmaz bir saadet hatırasını bana vermişlerdir. Bundan ve çok yüksek zevkle millet, memleket ve Cumhuriyet hükumetine yapmaya mecbur olduğum vazifeler karşısında gösterilmiş olan teveccühten, takdirden ne kadar mütehassis olduğumu ifadeye muktedir değilim. Bahis mevzuu olan hediye, Yüksek Türk Milletine, benim asıl vermeyi düşündüğüm hediye karşısında, hiçbir kıymeti haiz değildir. Ben icap ettiği zaman en büyük hediyem olmak üzere Türk milletine canımı vereceğim.” [2, 3, 4]
* * *
DİPNOTLAR:
[1] https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/bilgi/hasan-riza-soyak-1890-1970/
[2] Hasan Rıza SOYAK, Atatürk’ten Hatıralar, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2010, s. 648-660
[3] TBMM ZABIT CERİDESİ, 12.6.1937, Devre: V, Cilt: 19, İçtima: 2, s. 266-274, 275
https://www5.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/TBMM/d05/c019/tbmm05019075.pdf
[4] Akşam, 13 Haziran 1937, No: 6700, s. 1, sütun: 1-5; s. 7, sütun: 3-5
Cumhuriyet, 13 Haziran 1937, No: 4699, s. 1, sütun: 5-6; s. 6, sütun: 5-6
Haber, 13 Haziran 1937, No: 1943, s. 1, sütun: 1-2; s. 7, sütun: 1-5
Kurun, 13 Haziran 1937, No: 6975-1095, s. 1, sütun: 1-5; s. 4, sütun: 1-5
Son Posta, 13 Haziran 1937, No: 2466, s. 1, sütun: 1-3; s. 7, sütun: 1-5
Tan, 13 Haziran 1937, No: 773, s. 1, sütun: 3-5; s. 3, sütun: 5
http://nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/GAZETE/tan//tan_1937/tan_1937_haziran_/tan_1937_haziran_13_.pdf
Ulus, 13 Haziran 1937, No: 5702, s. 1, sütun: 1-5; s. 4, sütun: 1-3; s. 5, sütun: 1-5; s. 6, sütun: 1-5; s. 7, sütun: 1-5
Yeni Asır, 13 Haziran 1937, No: 9575, s. 1, sütun: 5-6; s. 5, sütun: 1-6

You may like

Büyük Âlim Ziya Gökalp’in Vefatı

Kılıç Ali’nin Anlatımıyla Dr. Reşit Galip Olayı

Birinci İnönü Muharebesi (6-11 Ocak 1921)

Malazgi̇rt Meydan Muharebesi̇ (26 Ağustos 1071-26 Ağustos 2025) 954. Yıldönümü

Rei̇si̇cumhur Gazi̇ Mustafa Kemal Paşa’nin Kastamonu Halk Firkasindaki̇ Konuşmasi (31 Ağustos 1925)

Rei̇si̇cumhur Hazretleri̇ni̇n Amasya Ve Tokat’ta Fevkalade İsti̇kballeri̇ [karşilanmalari] (24-25 Eylül 1924)
Mustafa Kemal Atatürk
10 Kasım’da Atatürk’ü Anmak ve Anlamak
Published
2 gün agoon
Kasım 10, 2025By
drkemalkocak
Özet
Bu makale, 10 Kasım’ın tarihi anlamını yalnızca bir anma günü olarak değil, aynı zamanda Atatürk’ün fikri mirasını yeniden yorumlama fırsatı olarak ele almaktadır. Atatürk’ü anmak, onu tarihi bir figür olarak yüceltmekten öte, çağdaş bir düşünce sisteminin sürekliliğini koruma çabasıdır. Bu bağlamda makale, anmanın tören boyutu ile anlamanın entelektüel boyutunu bütünleştirerek, 10 Kasım’ı bir toplum bilinci pratiği olarak analiz etmektedir.
Anahtar Kelimeler: Atatürk, 10 Kasım, Anma Kültürü, Cumhuriyet Düşüncesi, Modernleşme, Eleştirel Tarih.
Giriş

Türkiye Cumhuriyeti’nde 10 Kasım, yalnızca Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ölüm yıldönümü değil; aynı zamanda, bir milletin kendisini yeniden tanıma ve tarih bilincini tazeleme günüdür. 1938’den itibaren her yıl tekrarlanan bu tören, bir yas ifadesinden ziyade, modern Türk kimliğinin sürekliliğini koruma iradesinin sembolü hâline gelmiştir.
Atatürk’ü anmak, onun bıraktığı mirasın hem tarihi hem de fikri boyutlarını hatırlamaktır. Ancak onu anlamak, bu mirasın felsefi ve sosyal temellerini çağın şartlarına uyarlayabilmektir.
1. Atatürk’ü Anmak: Orta Hafızada Bir Tören

Anma olgusu, sosyal hafızanın yeniden üretim biçimlerinden biridir. 10 Kasım sabahı 09.05’te bütün ülkenin aynı anda susması, yalnızca bir “yitiriş” anını değil, bir “yeniden diriliş” bilincini temsil eder. Bu sessizlik, bireysel bir yas değil, ortak bir anlamlandırma dönemidir.
Ortak bellek teorisine göre, bir toplum, geçmişini yeniden kurgularken aslında kendisini inşa eder. Bu bağlamda 10 Kasım törenleri, Türkiye Cumhuriyeti’nin kimlik inşasında önemli bir “zaman ve mekân sabitesi” görevini yapmıştır.
Bu tören, bireylerin şahsi duygularını sosyal bir çerçeveye yerleştirir. Özellikle okullarda, kamu kurumlarında ve meydanlarda yapılan törenler, genç kuşaklara Cumhuriyet’in değerlerinin aktarıldığı sembolik mekânlardır. Dolayısıyla 10 Kasım, sadece geçmişi hatırlama değil, aynı zamanda “geleceğe ait bir kimliği” gösterme ve sürdürme eylemidir.
2. Atatürk’ü Anlamak: Fikri Mirasın Yeniden Yorumu

Atatürk’ü anlamak, yalnızca tarihi olayları bilmek değil, bu olayların ardındaki fikri sistemi kavramaktır. O, “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” bireylerden oluşan bir toplum ideali ortaya koymuştur. [1]
Bu ideal, dogmalardan arınmış bir akılcılığı ve bilime dayalı bir ilerleme anlayışını temel almaktadır. “Benim manevi mirasım ilim ve akıldır” sözü, Atatürk’ün fikri mirasının özüdür.
Atatürk’ün inkılapları –özellikle eğitim, hukuk ve kadın hakları alanlarındaki dönüşümler– birer modernleşme adımı olmanın ötesinde, insanı merkeze alan bir özgürlük anlayışının yansımaslarıdır. Bu inkılaplar, “rasyonelleşme dönemi”nin Türkiye’deki göstergeleridir.
3. Vaka Analizi: 10 Kasım 1938 ve Sosyal Tepki

Atatürk’ün 10 Kasım 1938’de Dolmabahçe Sarayı’nda vefatı, yalnızca bir devlet adamının ölümü değil, millî bir sarsıntı olarak yaşanmıştır. Ancak bu sarsıntı, kısa sürede “millî direniş bilinci”ne dönüşmüştür.
Arşiv belgelerine göre, İstanbul’da cenaze gününde sokağa çıkan yüzbinler, kendi inisiyatifleriyle yas tutma biçimleri geliştirmiştir. [2] Bu durum, anma kültürünün halk tarafından özümsendiğini göstermektedir.
1938 sonrasında 10 Kasım törenleri, devletin resmi tören çizgisinden taşarak, bireysel ve sivil hafızanın ortak alanına dönüşmüştür. Özellikle 1950 sonrası dönemde, anma biçimlerinin çeşitlendiği ve duygusal yoğunluğun kuşaklar arası aktarımında kültürel bir süreklilik sağladığı gözlemlenmiştir.
4. Eleştirel Tarih Bakış Açısıyla 10 Kasım’ın Dönüşümü

Eleştirel tarih yöntemi, geçmişi kutsallaştırmadan, onun bugüne etkilerini çözümlemeyi amaçlamaktadır. Bu açıdan bakıldığında, 10 Kasım anmaları yalnızca “nostaljik bir bağlılık” değil, tarih bilinci üretiminin bir aracıdır.
Son yıllarda yapılan bazı araştırmalar, 10 Kasım’ın genç kuşaklar nezdinde duygusal bir etkiden ziyade sembolik bir törene dönüştüğünü ortaya koymuştur. [3] Ancak bu durum, anmanın anlamını yitirdiği anlamına gelmez; aksine, yeni kuşakların Atatürk’ü kendi çağlarının diliyle yeniden yorumlama çabası olarak görülebilir.
Dolayısıyla Atatürk’ü “anlamak”, onu tekrarlamak değil, onun yöntemini sürdürmektir: eleştirel düşünmek, sorgulamak ve daima ileriyi hedeflemek.
Sonuç
10 Kasım, yalnızca bir anma günü değil, millî bilincin yenilenme anıdır. Atatürk’ü anmak, geçmişe duyulan saygıdır; ama onu anlamak, geleceğe duyulan sorumluluktur.
Bu sebeple her 10 Kasım, Türk milletinin “düşünen ve ilerleyen insan” idealini yeniden hatırladığı bir zaman eşiğidir.
Atatürk’ün mirası, bir kişi kültü değil; bir düşünce kültürüdür. Bu kültür, her kuşakta yeniden doğar, çünkü 10 Kasım’ın sessizliğinde bir milletin sesi saklıdır.
DİPNOTLAR
- Atatürk, Nutuk, Cilt II Türk Devrim Tarihi Enstitüsü Yayınları, Ankara, 1969, s. 894.
- Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri, Dolmabahçe Defterleri, 1938 Kasım Dosyası, Belge No: 27.
- Ayşe Kuruoğlu, “10 Kasım Anma Kültürünün Kuşaklar Arası Dönüşümü” Toplum ve Tarih 412 (2019), s. 67–89.
Mustafa Kemal Atatürk
Yönetimde Adalet: Kutadgu Bilig, Siyasetname, Koçi Bey Risalesi ve Devlet Adamlarına Öğütler’in Karşılaştırmalı Analizi
Published
4 hafta agoon
Ekim 17, 2025By
drkemalkocak
Özet
Adalet, Türk-İslam siyaset düşüncesinde devletin bekasının ve toplum düzeninin en temel direği olarak kabul edilmiştir. Yusuf Has Hacib’in Kutadgu Bilig (1069-1070) ve Nizamü’l-Mülk’ün Siyasetname’sinde (1091) adalet; kozmik düzen ve ahlaki temeller üzerinden ele alınırken, Koçi Bey Risalesi (1631) ve Defterdar Sarı Mehmet Paşa’nın Devlet Adamlarına Öğütler (1767) adlı eserinde ise daha çok mali-idari düzenin korunması ve reform ihtiyacı bağlamında işlenmiştir. Bu makalede dört eser karşılaştırılarak adaletin görevleri — meşruiyet kaynağı, toplum düzeninin garantisi, mali düzenin temeli ve devletin bekası — çerçevesinde değerlendirilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Adalet, Yusuf Has Hacib, Kutadgu Bilig, Nizamü’l-Mülk, Siyasetname, Koçi Bey Risalesi, Defterdar Sarı Mehmet Paşa, Devlet Adamlarına Öğütler, Türk-İslam Siyaset Düşüncesi.
Giriş
Adalet, siyaset felsefesinin en eski ve evrensel kavramlarından biridir. Antik Yunan’dan Türk-İslam siyaset geleneğine, Orta Çağ’dan Osmanlı klasik düşüncesine kadar bütün siyasal teorilerde adalet, devletin düzenini ve meşruiyetini sağlayan temel unsur olarak görülmüştür. Türk-İslam düşüncesinde de adalet, yalnızca ahlaki bir ilke değil, aynı zamanda yöneticinin görev ve sorumluluklarını belirleyen bir siyasal kurumdur.
Karahanlıla’da Yusuf Has Hâcib’in Kutadgu Bilig’i, Selçuklu’da Nizamülmülk’ün Siyasetname’si, Osmanlı’da Koçi Bey Risalesi ve Defterdar Sarı Mehmet Paşa’nın Devlet Adamlarına Öğütleri, farklı dönemlerde ve şartlarda kaleme alınmış olmakla birlikte, ortak bir kavram etrafında birleşirler: adalet.
Yönetimde Adalet

1. Kutadgu Bilig’de Adalet
Yusuf Has Hâcib, adaleti devletin “dört sütunundan” biri olarak tanımlar. Hükümdarın zulümden uzak durması, fakirleri koruması ve eşitliği gözetmesi en temel yükümlülüklerdir. Eserde, adaletin Tanrı’nın rızasıyla doğrudan ilişkili olduğu belirtilmektedir:
“Beylerin halk üzerine zulmü artarsa, Tanrı’nın gazabı iner, devlet yıkılır.”

2. Siyasetname’de Adalet
Nizamülmülk’e göre adalet, “mülkün temelidir.”^3 Devletin düzeni, hükümdarın zulümden uzak durmasına bağlıdır. Halkın şikâyetlerini doğrudan dinlemek ve kadıların bağımsızlığını korumak, adaletin somut göstergeleridir.
“Adalet mülkün temelidir; adalet giderse memleket de gider.”
3. Koçi Bey Risalesi’nde Adalet
Koçi Bey, Osmanlı’da yaşanan bozulmayı adaletin kaybına bağlamaktadır. Ona göre rüşvet, liyakatsiz atamalar ve kanun dışı uygulamalar devlet düzenini çökertmiştir. Bu sebeple adaletin yeniden tesisi için ıslahat teklif etmektedir: rüşvetin kaldırılması, tımar sisteminin eski düzenine döndürülmesi ve kadıların tarafsızlığının korunması.
“Rüşvet ile mansıp verilmekle adalet yok oldu, nizam bozuldu.”

4. Devlet Adamlarına Öğütler’de Adalet
Defterdar Sarı Mehmet Paşa, adaleti özellikle mali düzen üzerinden ele almaktadır. Zulümle toplanan vergilerin bereketsiz olduğunu, hazinenin bu yolla dolsa bile sonunda boşalacağını ifade etmektedir. Ona göre adalet, yalnızca şeriatın değil, aynı zamanda mali disiplinin de teminatıdır.
“Hazineyi zulümle doldurmak haramdır; sonunda hazine boşalır, halkın bedduası devleti yıkar.”
Karşılaştırmalı Analiz
- Kutadgu Bilig ve Siyasetname, adaleti metafizik, ahlaki ve kozmik bir ilke olarak görürken;
- Koçi Bey Risalesi ve Devlet Adamlarına Öğütler, adaleti mali-idari düzenin sağlanmasında pratik bir ıslahat unsuru olarak ele almıştır.
Yönetimde Adalet: Karşılaştırmalı Tablo (Alıntılarla)
| Eser | Adaletin Konumu | Adaletin Yöneticiden Beklentisi | Uygulama Alanı | Temel Tehdit / Bozulma Sebebi | Özgün Alıntı |
| Kutadgu Bilig (1069-1070, Yusuf Has Hâcib) | Devletin dört sütunundan biri; kozmik-dini düzenin temeli | Hükümdarın eşitliği gözetmesi, fakirleri koruması, zulümden uzak durması | Vergi adaleti, liyakat, halk ile hükümdar ilişkisi | Zulüm → devletin ömrünün kısalması | “Beylerin halk üzerine zulmü artarsa, Tanrı’nın gazabı iner, devlet yıkılır.” |
| Siyasetname (1091, Nizamülmülk) | “Mülkün temeli” olarak görülür | Halkın şikâyetlerini dinlemek, kadıları bağımsız bırakmak, zulmü engellemek | Vergi düzeni, kadılık sistemi, şikâyet mekanizması | Adaletin bozulması → kozmik ve toplumsal düzenin çöküşü | “Adalet mülkün temelidir; adalet giderse memleket de gider.” |
| Koçi Bey Risalesi (1631) | Devletin bozulma sebeplerini açıklayan merkezî unsur | Rüşvetin kaldırılması, timar düzeninin eski hâline getirilmesi, kadıların tarafsızlığı | Askeri, mali ve adli düzen | Liyakatsiz atamalar, rüşvet, kanun dışı uygulamalar | “Rüşvet ile mansıp verilmekle adalet yok oldu, nizam bozuldu.” |
| Devlet Adamlarına Öğütler (1767, Sarı Mehmet Paşa) | Mali ve idari düzenin bekçisi | Gelir-gider dengesinde adalet, kul hakkından sakınma, ölçülülük | Vergi toplama, hazine yönetimi, idari denetim | Zulümle toplanan vergi → halkın huzursuzluğu ve hazinenin boşalması | “Hazineyi zulümle doldurmak haramdır; sonunda hazine boşalır, halkın bedduası devleti yıkar.” |
Dört eserin ortak noktası, adaletin yokluğunun devletin çöküşüne yol açacağı fikridir. Ancak dönemler ilerledikçe, adaletin tanımı soyut bir düşünceden somut bir yönetim ilkesi ve mali düzen mekanizmasına dönüşmüştür.
Sonuç
Adalet, Türk-İslam siyaset düşüncesinde daima devletin varlık sebebi ve bekasının şartı olmuştur. Kutadgu Bilig ve Siyasetname, adaleti daha evrensel ve ahlaki bir çerçevede değerlendirirken; Koçi Bey Risalesi ve Devlet Adamlarına Öğütler, Osmanlı’nın çözülme döneminde adaleti ıslahatların anahtarı olarak görmüştür. Bu karşılaştırma, siyasal düşünce tarihimizde adalet kavramının sürekli varlığını, fakat içerik ve uygulama bakımından dönemin ihtiyaçlarına göre dönüşümünü açıkça göstermektedir.
Kaynakça
- Yusuf Has Hâcib, Kutadgu Bilig, Çev. Reşit Rahmeti Arat, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1985.
- Nizamülmülk, Siyasetname, Çev. Mehmet Altay Köymen, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1999.
- Koçi Bey, Koçi Bey Risalesi, Haz. Zuhuri Danışman, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul, 1972.
- Defterdar Sarı Mehmet Paşa, Devlet Adamlarına Öğütler (Nasihatü’l-Vüzerâ ve’l-Ümerâ), Haz. Hüseyin Algül, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1991.
- Halil İnalcık, Osmanlı’da Devlet, Hukuk, Adalet, Eren Yayıncılık, İstanbul, 2000.
Mustafa Kemal Atatürk
Gazi Mustafa Kemal’in Nutuk Adlı Eserini Okuması (15-20 Ekim 1927)
Published
4 hafta agoon
Ekim 15, 2025By
drkemalkocak

Gazi Mustafa Kemal, Nutuk’u Cumhuriyet Halk Fırkası’nın İkinci Büyük Kongresi’nde 15 Ekim 1927 Cumartesi günü saat 10.00’da okumaya başladı. 2 Eylül l927’de seçimler yapılmıştı. Yeni Meclis 1 Kasım’da açılacaktı. Gazi, kürsüye Cumhuriyet Halk Fırkası Reisi Umumisi, bugünkü ifadeyle CHP Genel Başkanı olarak çıktı. Konuşması, altı gün sürdü. Günde altışar saatten 36 saat 31 dakika konuştu. Son gün, 20 Ekim l 927’de altı oturum yapıldı. Gençliğe Hitabe‘yi söyleyip kürsüden indiğinde saat 20.25’ti.
Nutuk metnini bizzat Gazi Mustafa Kemal okumuştur. Vesika sunuşlarına sıra geldiğinde Gazi her vesikayı kürsüden, Kongre’de kâtiplik yapan Ruşen Eşref [Ünaydın] Bey’e uzatmış, vesikalar onun tarafından okunmuştur.
Mebusların ve vilayet delegelerinin oluşturduğu Kongre, 15-23 Ekim 1927 tarihleri arasında dokuz gün sürmüştür. Dinleyici olarak askeri erkândan başka yabancı devlet temsilcileri de Kongre’yi takip etmiştir. Gazi Mustafa Kemal’in Nutuk’undan sonra, Erzurum Mebusu Necip Asım [Yazıksız] Bey şu önergeyi sunmuştur: “Fırkamızın Umumi Reisi, Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal Hazretleri’nin Milli Mücadele ve İnkılap Tarihimiz hakkındaki beyanat ve izahatını büyük bir hürmet ve takdir ile dinledik. Bütün vatanperverane icraat ve hizmetleri, vatan ve milletin kurtuluş ve yükselişini temin eden Gazi Hazretleri’nin Nutuk1arının tamamen ve harfiyen tasvip edilmesini ve millet namına Kongre Genel Kurulu’nun imzalarıyla yazılı olarak teşekkür ve takdirler sunulmasını Büyük Kongre’ye arz ve teklif ederim, efendim.” Önerge oybirliği ile kabul edilmiş ve bütün Kongre üyeleri tarafından tek tek imzalanmıştır.

Nutuk’un müsveddesi T. C. Genelkurmay-Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı (ATASE) Arşivi’nde bulunmaktadır. Gazi, bazı bölümlerini kendisi yazmış, bazı bölümlerini yazdırmıştır. Müsveddeler üzerinde düzeltmeler, çıkarmalar ve eklemeler vardır. Gazi Mustafa Kemal, hazırlık aşamasında, toplanan yüzlerce vesikayı tek tek elden geçirmiş ve düzenlemiştir. Ayrıca kişilerin bilgisine başvurulmuştur. Gazi, yazdıklarını ilgili kişilere okuyup saatlerce tartışmış ve son şekli vermiştir. Önemli bir bölümü Ankara’da Çankaya’daki çalışma odasında kaleme alınmış. Son bölümleri de İstanbul’da Dolmabahçe Sarayı’nda yazılmıştır.
En son şeklin verildiği ve baskıya giden metin, Türk Hava Kurumu Müzesi’nde bulunmaktadır.
Nutuk’un 1927 tarihli ilk basımı “Nutuk/ Mustafa Kemal Tarafından” (543 +[2] sayfa) ve “Nutuk/ Muhteviyata Ait Vesaik” (303 +[2] sayfa) başlığıyla iki cilt halinde, büyük boy yayımlanmıştır. Üzerinde “Türkiye’de tab ve neşir hakkı Türk Tayyare Cemiyeti’ne tevdi buyurulmuştur” kaydı bulunmaktadır. Basım yeri Ankara, Türk Ocakları Heyeti Merkeziye Matbaası’dır. Cildin başında Gazi’nin “Gazi M. Kemal” imzalı fotoğrafı yer almaktadır. Arka kapakta bir cep içinde üç harita ve yedi kroki vardır. Hepsi numaralı olarak ilk 100 bin adet basılmıştır. Metinde başlıklandırma yapılmamıştır. Sadece bazı satırbaşlarında paragraf işareti, bölüm sonlarında üç yıldız bulunmaktadır. Vesikaların sıra numarası vardır. “Trakya Teşkilatına Ait Vesaik” numarasız ol arak “Vesikalar“ın sonuna eklenmiştir.

Nutuk’un 1927 Türk Tayyare Cemiyeti basımı dışında ayrıca 2000 adet lüks basımı yapılmıştır. Bu basım da iki cilttir. Bazı paragrafların baş harfleri süslü ve büyük yazılmıştır. Sayfa zeminleri renkli, çevresi de süslüdür. Türk Tayyare Cemiyeti, Nutuk’un bu basımını İstanbul’da Ebüzziya Matbaası’na yaptırmıştır.
Gazi Mustafa Kemal’in fotoğrafı ve haritalar Ahmet İhsan (Tokgöz) Matbaası aracılığıyla Viyana’da Elbemühl Matbaası’nda basılmıştır.
Nutuk, kâğıt ve ciltlerinin kalitesi ve süslemelerine göre 5, 10, 25, 45, 50 ve 500 lira fiyattan satılmıştır. 10 adet özel basılan ve ciltlenen Nutuk, Gazi Mustafa Kemal’e, TBMM Reisi’ne, Başvekil’e ve Erkanıharbiyei Umumiye Reisi’ne ve İnkılap Müzesi’ne armağan edilmiştir. Dört adedi de beş yüz lira karşılığında koleksiyonculara satışa sunulmuştur. Ciltleme, İstanbul’da Zelliç Matbaası’nın mücellithanesinde yapılmıştır. 10 adet özel ciltlenen Nutuk’un süslemeleri İstanbul’da Medreset-ül-hattatin adıyla anılan okulun sanatçıları tarafından düzenlenmiş, kuyumculuk işlerini İstanbullu kuyumcular yapmıştır.

Nutuk’un yeni harflerle ilk basımı 1934’te İstanbul, Devlet Matbaası’nda yapılmış tır. Üç cilt halinde yayımlanan Nutuk’un birinci cildi BMM’nin açılacağını bildiren genelge ile bitiyor. İkinci cilt BMM’nin açılışıyla başlıyor. Üçüncü cilt vesikalara ayrılmış. Birinci cildin başında A. Kampfın çizdiği Atatürk portresi yer alıyor. Metin içine fotoğraflar konulmuştur. Metnin yan tarafına eklenen konu başlıkları Faik Reşit Unat tarafından hazırlanmıştır. Harita ve krokiler ciltle birliktedir. İlk iki ciltte dizin bulunmaktadır. 1934 baskısının saklanan kalıpları aynen kullanılarak, l938’de, sadece metin bölümü tek cilt olarak Kültür Bakanlığı’nca yayımlandı.
Nutuk, bütün dünyada ilgi gördü ve yabancı dillere çevrildi. Aralık l927’de Oriente Moderno dergisinde yayımlanan 30 sayfalık İtalyanca özetinden sonra, l928’de Almanca çevirisi iki cilt olarak “Gasi Mustafa Kemal Pascha, Der Weg zur Freiheit 1919-1920 Die neue Türkei 1919-1927, Rede, gehalten von Gasi Mustafa Kemal Pascha in Angora vom 15. bis 20 Oktober 1927 vor den Abgeordneten und Delegierten der Republikanischen Volkspartei” ve “Gasi Mustafa Kemal Pascha, Die Dokumente, zur Rede” başlıklarıyla Leipzig’de K.F. Köhler Yayınevi tarafından basıldı. Yine aynı yayınevi tarafından 1929’da “Discours dıı Ghazi Moııstapha Kemal, President de la Republique Turque, Octobre 1927” başlığıyla Fransızcası; “A Speech delivered by Ghazi Mustapha Kemal, President of the Tıırkish Repııblic, October 1927” başlığıyla İngilizcesi yayımlanmıştır. Fransızca ve İngilizce basımlarda çeviren adı yoktur. Almanca baskısında Nutuk’un “yazarının gözetimi altında hazırlanan Fransızcasından” Dr. Paul Roth tarafından çevrildiği belirtilmektedir.

Rusça basımı en kapsamlı olanıdır. 1929-1934 yılları arasında “Put Norny Turtsii 1919-1927” başlığıyla dört cilt basılmıştır. Esere ayrıca Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün yaşamöyküsü, Türk İnkılabı‘nı anlatan 45 sayfalık bir giriş bölümü, açıklayıcı notlar, geniş bir ad ve kavram dizini, dizinli sözlük, zaman dizimi çizelgesi, fotoğraflar, görsel belgeler eklenmiştir.
KAYNAKÇA
Kemal Atatürk, Nutuk, Cilt: I, 1919-1920, M. E. B. Devlet Kitapları, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1970
Kemal Atatürk, Nutuk, Cilt: II, 1920-1927, M. E. B. Devlet Kitapları, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1969
Kemal Atatürk, Nutuk, Cilt: III, Vesikalar, M. E. B. Devlet Kitapları, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1969
Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt: 19, Nutuk I (1927), Kaynak Yayınları, İstanbul, 2006
Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt: 20, Nutuk II (1927), Kaynak Yayınları, İstanbul, 2007
Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt: 21, Nutuk III Vesikalar (1927), Kaynak Yayınları, İstanbul, 2007
https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/detay/878/Atat%C3%BCrk%E2%80%99%C3%BCn_Nutuk_Adl%C4%B1_Eseri
https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/detay/499/Nutuk%E2%80%99un-Dil-ve-%C3%9Cslup-%C3%96zellikleri
En Çok Okunanlar
Türkler ve Zaferleri3 yıl agoAnafartalar Kumandanı Mustafa Kemal ile Mülakat [Görüşme] (1)
Maarifimizde İstikamet3 yıl agoAİLE KUCAĞINDA VATAN TERBİYESİ
Türk Tarihi3 yıl ago6 EKİM İSTANBUL’UN KURTULUŞ GÜNÜ
Türk İstiklâl Mücadelesi3 yıl agoLOZAN BARIŞ ANTLAŞMASI
Tarihi Toplantılar3 yıl agoİSTİKLÂL MARŞI’NIN YAZILIŞI ve MİLLÎ MARŞ OLARAK KABULÜ
Türk Tarihi3 yıl agoKIZI FERİDE HANIMEFENDİ İLE DAMADI MUHİDDİN AKÇOR, İSTİKLÂL MARŞI ŞAİRİMİZİ ANLATIYOR…
Türk Tarihi3 yıl agoCABER KALESİ [TÜRK MEZARI (MEZAR-I TÜRK)]
Türk İstiklâl Mücadelesi3 yıl agoMustafa Kemal Paşa’nın Sivas Kongresi’ni Açış Konuşması (4 Eylül 1919)

















