Connect with us

Mustafa Kemal Atatürk

GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ÜN AĞAÇ SEVGİSİ

Published

on

Türk Destanlarında Millî-Bedîî Unsurlardan Ağaç

Bir medeniyet beşiği bilinen ağaç ve medeniliğin şartlarından sayılan ağaç sevgisi, Türk destanlarında geniş yer tutar:

İnsanlığın yaratılışı hakkındaki Türk düşüncesine göre Tanrı, yeryüzündeki dokuz insan cinsini, bu insanlardan önce yarattığı dokuz dallı bir ağacın gölgesinde barındırmıştır. Önce yerden dokuz dallı ağacı yükseltmiş, sonra her dalın altında bu günkü insanlığın ilk atalarından birini yaratarak, bu dokuz insana ağaç gölgesinde barınmayı bir yaratılış bilgisi hâlinde vermiştir.

Hun Destanı’nda, Oğuz Han’ın Gök, Dağ, Deniz isimli, küçük oğullarını doğuran kadın, göl ortasındaki mukaddes bir ağacın kovuğunda yaratılmıştı.

Oğuz orduları Batı’ya doğru akarken İtil suyu’nu ağaç üstünde geçtiler; Çürçet Kağan’ın ordusunu yendiklerinde, ellerine düşen ganimeti, ağaçtan yaptıkları kağnı’larla taşıdılar.

Bu destanın İslamiyet’ten sonraki rivâyetinde, yavrusunu ağaç kovuğunda doğuran kadının bu oğluna Kıpçak adı verildi. Kıpçak yani «oyuk ağaç» Türkleri, bu çocuğun neslinden çoğaldılar.

Gök – Türk’ler, Ergenekon’daki demirden dağı, çevresinde ağaç yakıp eritmişler; içinde 400 yıl kaldıkları bu kapalı yurd‘un meyveli ağaçlarını, aziz hâtıra olarak destanlarına işlemişlerdi.

Uygur hükümdarı ve Tanrı çocuğu Bugu Han, Tuğla ve Selenge ırmakları arasındaki mukaddes ağaç’ın kovuğunda dört kardeşi ile bir arada doğmuştu.

Bütün bu vak’alardaki mukaddes, anne ağaç motifi, İslâmiyet’ten sonraki Türk destanlarında yaşayacaktır. Bir misal olarak, Osmanlı İmparatorluğu’nun kurucusu Osman Gaazi’nin rü’yasına giren bir ağaç, Anadolu ve Balkanlar coğrafyasında kurulacak Türkiye Türklüğü’nün, hâkimiyetini nerelere kadar götüreceğini, dünyanın üç kıt’asına doğru uzayan dalları ve kılıçlaşan yapraklarıyle, haber verecektir.

Bu asırlarda ağaç sevgisi, İslâm imanının ağaca verdiği kıymetle birleşecek ve devam edecektir. Bu sevgi, XIII. asır Anadolu şâiri Yunus Emre’nin şiirinde:

 Altundandır direkleri

Gümüştendir yaprakları

Uzandıkça budakları

Biter Allah deyu deyu…

söyleyişiyle bir cennet manzarasından çok, bir dünya manzarasını düşündüren, altın ve gümüş parıltıları içinde bir tasvir şâheseri olacak ve budaklarının uzayışıyle, insana Allah’ı hatırlatacaktır.

XIV. asır sonlarında Azerbaycan bölgesinde yazıya geçirilen bir Dede Korkut hikâyesinde bu sevgi, ağaca karşı bir aşk, bir gönül ürperişi derecesine varacaktır:

Ağaç ağaç der isem sana arlanma ağaç

Mekke ile Medine’nün kapusı ağaç

Musa Kelim’ün asası ağaç

Büyük büyük suların köprüsü ağaç

Kara kara denizlerün gemisi ağaç

Şah-ı merdan Ali’nün Düldül’ünün eğeri ağaç

Zülfikaar’un kınıyilen kabzası ağaç

Şah Hasan’la Hüseyin’ün beşiği ağaç

Eğer erdür eğer avrat korkusu ağaç

ağaç sevgisini İslâm büyüklerinin hatırasıyle birleştirme geleneği burada bitmiyecek, aynı sözler, XVI. asır sazşairi Pir Sultan Abdal’ın bir Nefes’inde:

Öt benim sarı tanburam

Senin aslın ağaçtandır

Ağaç dersem gönüllenme

Kırmızı gül ağaçtandır

Nurdandır Kâbe eşiği

Cihanı tuttu ışığı

Hasan Hüseyn’in beşiği

 O da yine ağaçtandır

gibi, aynı gönül ürperişleriyle dolu söyleyişler hâlinde uzayıp gidecektir. [1]

***

Ağaçları çok severdi, değerli yazarımız Falih Rıfkı Atay’ın bir eserinde dediği gibi: “Tabiat âşığı idi. Yurdunun çöl boşluğundan ıstırap duyardı. Ankara’daki orman çiftliğini yoz topraktan ormanlık haline soktu. Ağaçların dikilişini, tutuşunu, büyüyüşünü adım adım kolladı; Akköprü tarafında çiftliğe giden yolun etrafındaki boş topraklar yemişlik oldu. Bir gün bu yemişlikten geçerken birdenbire şoförüne “dur” dedi. Arabasından inerek orada bulunanlara: “Burada bir iğde ağacı vardı. Ne oldu?” diye sordu. Kimse iğde ağacını bilmiyordu. Atatürk’ün biraz önceki neşesi kalmamıştı; çünkü çiftliğin ilk çorak günlerinin yeşillik hatırası sökülüp atılmıştı.”

* * *

Evet; ben de hatırlıyorum; bu iğde ağacının sökülüp atılması O’na çok dokunmuştu. Ağacın yerine daha güzeli dikilmek üzere kesilmiş olması gerçeği bile O’nu teselli edememişti. Bu acıklı olayı uzun zaman unutamadı. Her sözü edildikçe hayıflanır, yapanlara karşı kırgınlığını belirtirdi.

* * *

Çankaya’daki yaverlik dairesi dar gelmeye başlamıştı; keyfiyeti kendisine arz ettim, binanın ihtiyaca yetecek kadar genişletilmesini muvafık gördü.

Yazın biz İstanbul’da iken tevsi işine başlandı ve bir iki ay içinde tamamlandı; bu arada yapılan ilaveye yer açmak için büyücek bir ağaç da kesilmişti.

İstanbul’dan dönüşümüzde binanın yeni halini görmek istedi. Köşkten beraberce oraya doğru yürüyorduk; bina görünür görünmez durdu ve büyük bir heyecanla sordu:

“Şu yanda bir ağaç vardı, ne oldu?”

Ben ve yanımızdaki arkadaşlar önümüze baktık, cevap veremedik. Çok kederlenmişti; birkaç saniye olduğu yerde kaldı:

“Yazık, çok yazık. Yahu, bu iş ağaca dokunulmadan yapılamaz mıydı sanki? Bana söyleseydiniz çaresini bulurdum” dedi ve geri döndü; binaya girmeye tahammülü kalmamıştı.

Orman çiftliğinin arazisi içinde, Balgat köyünün altında “Söğütözü” denilen bir yer vardır; burada oldukça bol su, bir küçük havuz ile ilk zamanlarda belki yüz kadar yetişmiş söğüt ağacı mevcuttu.

Atatürk çok beğendiği bu yerde küçük bir köy evi, daha doğrusu. O’nun deyişiyle bir koliba (kulübe) ve bir çardak yaptırmak istedi, fakat kulübe ile çardak için ayırdığı parçada 20-30 söğüt ağacı bulunuyordu; bunları kesmek lazımdı. Daha ilk anda büyük bir güçlükle karşılaşılmıştı; ağaçlan bir türlü feda edemiyordu.

Nihayet düşünmüş, taşınmış, söğütleri yanlara nakletmek kararını vermişti. Bu kendisi için çok önemli işi bizzat yapacaktı.

Çiftlikten lüzumu kadar amele seçildi; bir gün, kendisi başta, faaliyete geçildi. İlkin yerleri değiştirilecek ağaçlar için yeni çukurlar açtırdı; sonra ağaçlan söktürüp hazırlanan çukurlara diktirmeye başladı.

Sabahları gayet erken, iş yerine geliyor, akşam oluncaya kadar işçilerle beraber çalışıyordu. Öğle yemeklerini orada yiyordu; paydos zamanlan da yere serilen hasır ve seccadeler üzerinde dinleniyordu. Günlük resmî işleri de orada görüyor, hazırlanan evrakı yine orada imzalıyordu.

Çalışma esnasında amele ile arasında bazı anlaşmazlıklar da oluyordu; çukurlar açılır yahut ağaçlar dikilirken işçilere verdiği emirlerde; muvazi (paralel) yahut amut (dikey) gibi kelimeler kullanıyordu. Tabii amele bunları anlamadığından sinirleniyor, koşup bizzat durumu düzeltiyordu.

Bir defasında, yine bu yüzden, işçilerden birine kızdı:

“Ben senin kafası işlemez, işe yaramaz bir adam olduğunu zaten ilk görüşte anlamıştım; çekil oradan, şuraya otur, işe karışma” diye çıkıştı; onu bir kenara oturttu ve akşama kadar çalıştırmadı. Akşamüzeri işe son verirken bana:

“Çiftlikteki arkadaşlara söyle de bu delikanlının gündeliğini tam olarak versinler; yarından itibaren de başka bir yerde kullansınlar. Sakın işten çıkarmasınlar, bunu sıkı tembih et” emrini verdi. Adama acımıştı; hatta belki de gönlünü kırdığını düşünerek müteessir de olmuştu.

Böylece birkaç gün çalışıldı. Bir akşam artık iş bitmiş, kulübe için seçtiği yer açılmıştı. Kendisi memnun olmakla beraber biraz düşünceli yere çömelmiş, etrafı gözden geçiriyordu; ben ayakta duruyordum. Başını kaldırıp sordu:

“Ne dersin çocuk; acaba bu ağaçlar tutacak mı?”

“Katı bir şey söyleyemem paşam” dedim. “Yalnız bendenize öyle geliyor ki, önümüzdeki kış çiftlik, yakacak bakımından sıkıntı çekmeyecektir.”

Yüzü pembeleşti; bıyık altından gülmeye başladı:

“Bana da öyle geliyor, hele bakalım” dedi, yerinden kalktı, Köşke dönmek üzere otomobile bindik.

* * *

Ne dersiniz, yerlerini değiştirdiği bütün ağaçlar tutmuştu; o günlerden bugüne aradan 30 seneden fazla bir zaman geçmiş bulunuyor. Şimdi; Söğütözü’nde, o vakit Atatürk’ün, çiftlikte sebze bahçelerinde çalışan Bulgarlara, kendisi için kerpiçten yaptırdığı, ocaklı ve çardaklı kulübe ile yanında yine o tarzda inşa edilmiş küçük bir bina, etrafında da bir fidanlık, bir de küçük orman var.

Sık sık oraya gider, bazen orada yemek yer, sonra ot minderli sedire uzanarak rahat, sakin uyurdu.

Burayı birkaç yıl önce ziyaretimde yeri değiştirilen ihtiyar söğütlerden bir kaçının çürüyüp kurumaya yüz tuttuğunu gördüm, kulübenin yanındaki binada oturan bekçi, ağaçlara bir kurt arız olduğunu, bunların imhasına çalışıldığını söyledi.

Kim bilir; belki bu mutlu ağaçlar ömürlerini tamamlamaktadır. Bu tabii hadiseyi imkân olduğu kadar geciktirmek, tarihî kulübeyi de zamanın yıpratıcı tesirinden korumak için her tedbirin alınmasını gönül ne kadar arzu ediyor. [2]

DİPNOTLAR

[1] Nihad Sami BANARLI, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi I, M. E. B. Devlet Kitapları, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1983, s. 31

[2] Hasan Rıza SOYAK, Atatürk’ten Hatıralar, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2010, s. 38-41; Nezihe ARAZ, Mustafa Kemal’in Ankarası, Apa Ofset Basımevi, İstanbul, (Tarihsiz), s. 12-16

Mustafa Kemal Atatürk

10 Kasım’da Atatürk’ü Anmak ve Anlamak

Published

on

Özet

Bu makale, 10 Kasım’ın tarihi anlamını yalnızca bir anma günü olarak değil, aynı zamanda Atatürk’ün fikri mirasını yeniden yorumlama fırsatı olarak ele almaktadır. Atatürk’ü anmak, onu tarihi bir figür olarak yüceltmekten öte, çağdaş bir düşünce sisteminin sürekliliğini koruma çabasıdır. Bu bağlamda makale, anmanın tören boyutu ile anlamanın entelektüel boyutunu bütünleştirerek, 10 Kasım’ı bir toplum bilinci pratiği olarak analiz etmektedir.

Anahtar Kelimeler: Atatürk, 10 Kasım, Anma Kültürü, Cumhuriyet Düşüncesi, Modernleşme, Eleştirel Tarih.

Giriş

Türkiye Cumhuriyeti’nde 10 Kasım, yalnızca Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ölüm yıldönümü değil; aynı zamanda, bir milletin kendisini yeniden tanıma ve tarih bilincini tazeleme günüdür. 1938’den itibaren her yıl tekrarlanan bu tören, bir yas ifadesinden ziyade, modern Türk kimliğinin sürekliliğini koruma iradesinin sembolü hâline gelmiştir.

Atatürk’ü anmak, onun bıraktığı mirasın hem tarihi hem de fikri boyutlarını hatırlamaktır. Ancak onu anlamak, bu mirasın felsefi ve sosyal temellerini çağın şartlarına uyarlayabilmektir.

1. Atatürk’ü Anmak: Orta Hafızada Bir Tören

Anma olgusu, sosyal hafızanın yeniden üretim biçimlerinden biridir. 10 Kasım sabahı 09.05’te bütün ülkenin aynı anda susması, yalnızca bir “yitiriş” anını değil, bir “yeniden diriliş” bilincini temsil eder. Bu sessizlik, bireysel bir yas değil, ortak bir anlamlandırma dönemidir.

Ortak bellek teorisine göre, bir toplum, geçmişini yeniden kurgularken aslında kendisini inşa eder. Bu bağlamda 10 Kasım törenleri, Türkiye Cumhuriyeti’nin kimlik inşasında önemli bir “zaman ve mekân sabitesi” görevini yapmıştır.

Bu tören, bireylerin şahsi duygularını sosyal bir çerçeveye yerleştirir. Özellikle okullarda, kamu kurumlarında ve meydanlarda yapılan törenler, genç kuşaklara Cumhuriyet’in değerlerinin aktarıldığı sembolik mekânlardır. Dolayısıyla 10 Kasım, sadece geçmişi hatırlama değil, aynı zamanda “geleceğe ait bir kimliği” gösterme ve sürdürme eylemidir.

2. Atatürk’ü Anlamak: Fikri Mirasın Yeniden Yorumu

Atatürk’ü anlamak, yalnızca tarihi olayları bilmek değil, bu olayların ardındaki fikri sistemi kavramaktır. O, “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” bireylerden oluşan bir toplum ideali ortaya koymuştur. [1]

Bu ideal, dogmalardan arınmış bir akılcılığı ve bilime dayalı bir ilerleme anlayışını temel almaktadır. “Benim manevi mirasım ilim ve akıldır” sözü, Atatürk’ün fikri mirasının özüdür.

Atatürk’ün inkılapları –özellikle eğitim, hukuk ve kadın hakları alanlarındaki dönüşümler– birer modernleşme adımı olmanın ötesinde, insanı merkeze alan bir özgürlük anlayışının yansımaslarıdır. Bu inkılaplar, “rasyonelleşme dönemi”nin Türkiye’deki göstergeleridir.

3. Vaka Analizi: 10 Kasım 1938 ve Sosyal Tepki

Atatürk’ün 10 Kasım 1938’de Dolmabahçe Sarayı’nda vefatı, yalnızca bir devlet adamının ölümü değil,  millî bir sarsıntı olarak yaşanmıştır. Ancak bu sarsıntı, kısa sürede “millî direniş bilinci”ne dönüşmüştür.

Arşiv belgelerine göre, İstanbul’da cenaze gününde sokağa çıkan yüzbinler, kendi inisiyatifleriyle yas tutma biçimleri geliştirmiştir. [2] Bu durum, anma kültürünün halk tarafından özümsendiğini göstermektedir.

1938 sonrasında 10 Kasım törenleri, devletin resmi tören çizgisinden taşarak, bireysel ve sivil hafızanın ortak alanına dönüşmüştür. Özellikle 1950 sonrası dönemde, anma biçimlerinin çeşitlendiği ve duygusal yoğunluğun kuşaklar arası aktarımında kültürel bir süreklilik sağladığı gözlemlenmiştir.

4. Eleştirel Tarih Bakış Açısıyla 10 Kasım’ın Dönüşümü

Eleştirel tarih yöntemi, geçmişi kutsallaştırmadan, onun bugüne etkilerini çözümlemeyi amaçlamaktadır. Bu açıdan bakıldığında, 10 Kasım anmaları yalnızca “nostaljik bir bağlılık” değil, tarih bilinci üretiminin bir aracıdır.

Son yıllarda yapılan bazı araştırmalar, 10 Kasım’ın genç kuşaklar nezdinde duygusal bir etkiden ziyade sembolik bir törene dönüştüğünü ortaya koymuştur. [3] Ancak bu durum, anmanın anlamını yitirdiği anlamına gelmez; aksine, yeni kuşakların Atatürk’ü kendi çağlarının diliyle yeniden yorumlama çabası olarak görülebilir.

Dolayısıyla Atatürk’ü “anlamak”, onu tekrarlamak değil, onun yöntemini sürdürmektir: eleştirel düşünmek, sorgulamak ve daima ileriyi hedeflemek.

Sonuç

10 Kasım, yalnızca bir anma günü değil,  millî bilincin yenilenme anıdır. Atatürk’ü anmak, geçmişe duyulan saygıdır; ama onu anlamak, geleceğe duyulan sorumluluktur.
Bu sebeple her 10 Kasım, Türk milletinin “düşünen ve ilerleyen insan” idealini yeniden hatırladığı bir zaman eşiğidir.

Atatürk’ün mirası, bir kişi kültü değil; bir düşünce kültürüdür. Bu kültür, her kuşakta yeniden doğar, çünkü 10 Kasım’ın sessizliğinde bir milletin sesi saklıdır.

DİPNOTLAR

  1. Atatürk, Nutuk, Cilt II Türk Devrim Tarihi Enstitüsü Yayınları, Ankara, 1969, s. 894.
  2. Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri, Dolmabahçe Defterleri, 1938 Kasım Dosyası, Belge No: 27.
  3. Ayşe Kuruoğlu, “10 Kasım Anma Kültürünün Kuşaklar Arası Dönüşümü” Toplum ve Tarih 412 (2019), s. 67–89.

Continue Reading

Mustafa Kemal Atatürk

Yönetimde Adalet: Kutadgu Bilig, Siyasetname, Koçi Bey Risalesi ve Devlet Adamlarına Öğütler’in Karşılaştırmalı Analizi

Published

on

Özet

Adalet, Türk-İslam siyaset düşüncesinde devletin bekasının ve toplum düzeninin en temel direği olarak kabul edilmiştir. Yusuf Has Hacib’in Kutadgu Bilig (1069-1070) ve Nizamü’l-Mülk’ün Siyasetname’sinde (1091) adalet; kozmik düzen ve ahlaki temeller üzerinden ele alınırken, Koçi Bey Risalesi (1631) ve Defterdar Sarı Mehmet Paşa’nın Devlet Adamlarına Öğütler (1767) adlı eserinde ise daha çok mali-idari düzenin korunması ve reform ihtiyacı bağlamında işlenmiştir. Bu makalede dört eser karşılaştırılarak adaletin görevleri meşruiyet kaynağı, toplum düzeninin garantisi, mali düzenin temeli ve devletin bekası — çerçevesinde değerlendirilmiştir.

Anahtar Kelimeler: Adalet, Yusuf Has Hacib, Kutadgu Bilig, Nizamü’l-Mülk, Siyasetname, Koçi Bey Risalesi, Defterdar Sarı Mehmet Paşa, Devlet Adamlarına Öğütler, Türk-İslam Siyaset Düşüncesi.

Giriş

Adalet, siyaset felsefesinin en eski ve evrensel kavramlarından biridir. Antik Yunan’dan Türk-İslam siyaset geleneğine, Orta Çağ’dan Osmanlı klasik düşüncesine kadar bütün siyasal teorilerde adalet, devletin düzenini ve meşruiyetini sağlayan temel unsur olarak görülmüştür. Türk-İslam düşüncesinde de adalet, yalnızca ahlaki bir ilke değil, aynı zamanda yöneticinin görev ve sorumluluklarını belirleyen bir siyasal kurumdur.

Karahanlıla’da Yusuf Has Hâcib’in Kutadgu Bilig’i, Selçuklu’da Nizamülmülk’ün Siyasetname’si, Osmanlı’da Koçi Bey Risalesi ve Defterdar Sarı Mehmet Paşa’nın Devlet Adamlarına Öğütleri, farklı dönemlerde ve şartlarda kaleme alınmış olmakla birlikte, ortak bir kavram etrafında birleşirler: adalet.

Yönetimde Adalet

1. Kutadgu Bilig’de Adalet

Yusuf Has Hâcib, adaleti devletin “dört sütunundan” biri olarak tanımlar. Hükümdarın zulümden uzak durması, fakirleri koruması ve eşitliği gözetmesi en temel yükümlülüklerdir. Eserde, adaletin Tanrı’nın rızasıyla doğrudan ilişkili olduğu belirtilmektedir:

Beylerin halk üzerine zulmü artarsa, Tanrı’nın gazabı iner, devlet yıkılır.”

2. Siyasetname’de Adalet

Nizamülmülk’e göre adalet, “mülkün temelidir.”^3 Devletin düzeni, hükümdarın zulümden uzak durmasına bağlıdır. Halkın şikâyetlerini doğrudan dinlemek ve kadıların bağımsızlığını korumak, adaletin somut göstergeleridir.

Adalet mülkün temelidir; adalet giderse memleket de gider.”

3. Koçi Bey Risalesi’nde Adalet

Koçi Bey, Osmanlı’da yaşanan bozulmayı adaletin kaybına bağlamaktadır. Ona göre rüşvet, liyakatsiz atamalar ve kanun dışı uygulamalar devlet düzenini çökertmiştir. Bu sebeple adaletin yeniden tesisi için ıslahat teklif etmektedir: rüşvetin kaldırılması, tımar sisteminin eski düzenine döndürülmesi ve kadıların tarafsızlığının korunması.

Rüşvet ile mansıp verilmekle adalet yok oldu, nizam bozuldu.”

4. Devlet Adamlarına Öğütler’de Adalet

Defterdar Sarı Mehmet Paşa, adaleti özellikle mali düzen üzerinden ele almaktadır. Zulümle toplanan vergilerin bereketsiz olduğunu, hazinenin bu yolla dolsa bile sonunda boşalacağını ifade etmektedir. Ona göre adalet, yalnızca şeriatın değil, aynı zamanda mali disiplinin de teminatıdır.

Hazineyi zulümle doldurmak haramdır; sonunda hazine boşalır, halkın bedduası devleti yıkar.”

Karşılaştırmalı Analiz

  • Kutadgu Bilig ve Siyasetname, adaleti metafizik, ahlaki ve kozmik bir ilke olarak görürken;
  • Koçi Bey Risalesi ve Devlet Adamlarına Öğütler, adaleti mali-idari düzenin sağlanmasında pratik bir ıslahat unsuru olarak ele almıştır.

Yönetimde Adalet: Karşılaştırmalı Tablo (Alıntılarla)

EserAdaletin KonumuAdaletin Yöneticiden BeklentisiUygulama AlanıTemel Tehdit / Bozulma SebebiÖzgün Alıntı
Kutadgu Bilig (1069-1070, Yusuf Has Hâcib)Devletin dört sütunundan biri; kozmik-dini düzenin temeliHükümdarın eşitliği gözetmesi, fakirleri koruması, zulümden uzak durmasıVergi adaleti, liyakat, halk ile hükümdar ilişkisiZulüm → devletin ömrünün kısalması“Beylerin halk üzerine zulmü artarsa, Tanrı’nın gazabı iner, devlet yıkılır.”
Siyasetname (1091, Nizamülmülk)“Mülkün temeli” olarak görülürHalkın şikâyetlerini dinlemek, kadıları bağımsız bırakmak, zulmü engellemekVergi düzeni, kadılık sistemi, şikâyet mekanizmasıAdaletin bozulması → kozmik ve toplumsal düzenin çöküşü“Adalet mülkün temelidir; adalet giderse memleket de gider.”
Koçi Bey Risalesi (1631)Devletin bozulma sebeplerini açıklayan merkezî unsurRüşvetin kaldırılması, timar düzeninin eski hâline getirilmesi, kadıların tarafsızlığıAskeri, mali ve adli düzenLiyakatsiz atamalar, rüşvet, kanun dışı uygulamalar“Rüşvet ile mansıp verilmekle adalet yok oldu, nizam bozuldu.”
Devlet Adamlarına Öğütler (1767, Sarı Mehmet Paşa)Mali ve idari düzenin bekçisiGelir-gider dengesinde adalet, kul hakkından sakınma, ölçülülükVergi toplama, hazine yönetimi, idari denetimZulümle toplanan vergi → halkın huzursuzluğu ve hazinenin boşalması“Hazineyi zulümle doldurmak haramdır; sonunda hazine boşalır, halkın bedduası devleti yıkar.”

Dört eserin ortak noktası, adaletin yokluğunun devletin çöküşüne yol açacağı fikridir. Ancak dönemler ilerledikçe, adaletin tanımı soyut bir düşünceden somut bir yönetim ilkesi ve mali düzen mekanizmasına dönüşmüştür.

Sonuç

Adalet, Türk-İslam siyaset düşüncesinde daima devletin varlık sebebi ve bekasının şartı olmuştur. Kutadgu Bilig ve Siyasetname, adaleti daha evrensel ve ahlaki bir çerçevede değerlendirirken; Koçi Bey Risalesi ve Devlet Adamlarına Öğütler, Osmanlı’nın çözülme döneminde adaleti ıslahatların anahtarı olarak görmüştür. Bu karşılaştırma, siyasal düşünce tarihimizde adalet kavramının sürekli varlığını, fakat içerik ve uygulama bakımından dönemin ihtiyaçlarına göre dönüşümünü açıkça göstermektedir.

Kaynakça 

  1. Yusuf Has Hâcib, Kutadgu Bilig, Çev. Reşit Rahmeti Arat, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1985.
  2. Nizamülmülk, Siyasetname, Çev. Mehmet Altay Köymen, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1999.
  3. Koçi Bey, Koçi Bey Risalesi, Haz. Zuhuri Danışman, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul, 1972.
  4. Defterdar Sarı Mehmet Paşa, Devlet Adamlarına Öğütler (Nasihatü’l-Vüzerâ ve’l-Ümerâ), Haz. Hüseyin Algül, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1991.
  5. Halil İnalcık, Osmanlı’da Devlet, Hukuk, Adalet, Eren Yayıncılık, İstanbul, 2000.

Continue Reading

Mustafa Kemal Atatürk

Gazi Mustafa Kemal’in Nutuk Adlı Eserini Okuması (15-20 Ekim 1927)

Published

on

Gazi Mustafa Kemal, Nutuk’u Cumhuriyet Halk Fırkası’nın İkinci Büyük Kongresi’nde 15 Ekim 1927 Cumartesi günü saat 10.00’da okumaya başladı. 2 Eylül l927’de seçimler yapılmıştı. Yeni Meclis 1 Kasım’da açılacaktı. Gazi, kürsüye Cumhuriyet Halk Fırkası Reisi Umumisi, bugünkü ifadeyle CHP Genel Başkanı olarak çıktı. Konuşması, altı gün sürdü. Günde altışar saatten 36 saat 31 dakika konuştu. Son gün, 20 Ekim l 927’de altı oturum yapıldı. Gençliğe Hitabe‘yi söyleyip kürsüden indiğinde saat 20.25’ti.

Nutuk metnini bizzat Gazi Mustafa Kemal okumuştur. Vesika sunuşlarına sıra geldiğinde Gazi her vesikayı kürsüden, Kongre’de kâtiplik yapan Ruşen Eşref [Ünaydın] Bey’e uzatmış, vesikalar onun tarafından okunmuştur.

Mebusların ve vilayet delegelerinin oluşturduğu Kongre, 15-23 Ekim 1927 tarihleri arasında dokuz gün sürmüştür. Dinleyici olarak askeri erkândan başka yabancı devlet temsilcileri de Kongre’yi takip etmiştir. Gazi Mustafa Kemal’in Nutuk’undan sonra, Erzurum Mebusu Necip Asım [Yazıksız] Bey şu önergeyi sunmuştur: “Fırkamızın Umumi Reisi, Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal Hazretleri’nin Milli Mücadele ve İnkılap Tarihimiz hakkındaki beyanat ve izahatını büyük bir hürmet ve takdir ile dinledik. Bütün vatanperverane icraat ve hizmetleri, vatan ve milletin kurtuluş ve yükselişini temin eden Gazi Hazretleri’nin Nutuk1arının tamamen ve harfiyen tasvip edilmesini ve millet namına Kongre Genel Kurulu’nun imzalarıyla yazılı olarak teşekkür ve takdirler sunulmasını Büyük Kongre’ye arz ve teklif ederim, efendim.” Önerge oybirliği ile kabul edilmiş ve bütün Kongre üyeleri tarafından tek tek imzalanmıştır.

Nutuk’un müsveddesi T. C. Genelkurmay-Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı (ATASE) Arşivi’nde bulunmaktadır. Gazi, bazı bölümlerini kendisi yazmış, bazı bölümlerini yazdırmıştır. Müsveddeler üzerinde düzeltmeler, çıkarmalar ve eklemeler vardır. Gazi Mustafa Kemal, hazırlık aşamasında, toplanan yüzlerce vesikayı tek tek elden geçirmiş ve düzenlemiştir. Ayrıca kişilerin bilgisine başvurulmuştur. Gazi, yazdıklarını ilgili kişilere okuyup saatlerce tartışmış ve son şekli vermiştir. Önemli bir bölümü Ankara’da Çankaya’daki çalışma odasında kaleme alınmış. Son bölümleri de İstanbul’da Dolmabahçe Sarayı’nda yazılmıştır.

En son şeklin verildiği ve baskıya giden metin, Türk Hava Kurumu Müzesi’nde bulunmaktadır.

Nutuk’un 1927 tarihli ilk basımı “Nutuk/ Mustafa Kemal Tarafından” (543 +[2] sayfa) ve “Nutuk/ Muhteviyata Ait Vesaik” (303 +[2] sayfa) başlığıyla iki cilt halinde, büyük boy yayımlanmıştır. Üzerinde “Türkiye’de tab ve neşir hakkı Türk Tayyare Cemiyeti’ne tevdi buyurulmuştur” kaydı bulunmaktadır. Basım yeri Ankara, Türk Ocakları Heyeti Merkeziye Matbaası’dır. Cildin başında Gazi’nin “Gazi M. Kemal” imzalı fotoğrafı yer almaktadır. Arka kapakta bir cep içinde üç harita ve yedi kroki vardır. Hepsi numaralı olarak ilk 100 bin adet basılmıştır. Metinde başlıklandırma yapılmamıştır. Sadece bazı satırbaşlarında paragraf işareti, bölüm sonlarında üç yıldız bulunmaktadır. Vesikaların sıra numarası vardır. “Trakya Teşkilatına Ait Vesaik” numarasız ol arak “Vesikalar“ın sonuna eklenmiştir.

Nutuk’un 1927 Türk Tayyare Cemiyeti basımı dışında ayrıca 2000 adet lüks basımı yapılmıştır. Bu basım da iki cilttir. Bazı paragrafların baş harfleri süslü ve büyük yazılmıştır. Sayfa zeminleri renkli, çevresi de süslüdür. Türk Tayyare Cemiyeti, Nutuk’un bu basımını İstanbul’da Ebüzziya Matbaası’na yaptırmıştır.

Gazi Mustafa Kemal’in fotoğrafı ve haritalar Ahmet İhsan (Tokgöz) Matbaası aracılığıyla Viyana’da Elbemühl Matbaası’nda basılmıştır.

Nutuk, kâğıt ve ciltlerinin kalitesi ve süslemelerine göre 5, 10, 25, 45, 50 ve 500 lira fiyattan satılmıştır. 10 adet özel basılan ve ciltlenen Nutuk, Gazi Mustafa Kemal’e, TBMM Reisi’ne, Başvekil’e ve Erkanıharbiyei Umumiye Reisi’ne ve İnkılap Müzesi’ne armağan edilmiştir. Dört adedi de beş yüz lira karşılığında koleksiyonculara satışa sunulmuştur. Ciltleme, İstanbul’da Zelliç Matbaası’nın mücellithanesinde yapılmıştır. 10 adet özel ciltlenen Nutuk’un süslemeleri İstanbul’da Medreset-ül-hattatin adıyla anılan okulun sanatçıları tarafından düzenlenmiş, kuyumculuk işlerini İstanbullu kuyumcular yapmıştır.

Nutuk’un yeni harflerle ilk basımı 1934’te İstanbul, Devlet Matbaası’nda yapılmış­ tır. Üç cilt halinde yayımlanan Nutuk’un birinci cildi BMM’nin açılacağını bildiren genelge ile bitiyor. İkinci cilt BMM’nin açılışıyla başlıyor. Üçüncü cilt vesikalara ayrılmış. Birinci cildin başında A. Kampfın çizdiği Atatürk portresi yer alıyor. Metin içine fotoğraflar konulmuştur. Metnin yan tarafına eklenen konu başlıkları Faik Reşit Unat tarafından hazırlanmıştır. Harita ve krokiler ciltle birliktedir. İlk iki ciltte dizin bulunmaktadır. 1934 baskısının saklanan kalıpları aynen kullanılarak, l938’de, sadece metin bölümü tek cilt olarak Kültür Bakanlığı’nca yayımlandı.

Nutuk, bütün dünyada ilgi gördü ve yabancı dillere çevrildi. Aralık l927’de Oriente Moderno dergisinde yayımlanan 30 sayfalık İtalyanca özetinden sonra, l928’de Almanca çevirisi iki cilt olarak “Gasi Mustafa Kemal Pascha, Der Weg zur Freiheit 1919-1920 Die neue Türkei 1919-1927, Rede, gehalten von Gasi Mustafa Kemal Pascha in Angora vom 15. bis 20 Oktober 1927 vor den Abgeordneten und Delegierten der Republikanischen Volkspartei” ve “Gasi Mustafa Kemal Pascha, Die Dokumente, zur Rede” başlıklarıyla Leipzig’de K.F. Köhler Yayınevi tarafından basıldı. Yine aynı yayınevi tarafından 1929’da “Discours dıı Ghazi Moııstapha Kemal, President de la Republique Turque, Octobre 1927” başlığıyla Fransızcası; “A Speech delivered by Ghazi Mustapha Kemal, President of the Tıırkish Repııblic, October 1927” başlığıyla İngilizcesi yayımlanmıştır. Fransızca ve İngilizce basımlarda çeviren adı yoktur. Almanca baskısında Nutuk’un “yazarının gözetimi altında hazırlanan Fransızcasından” Dr. Paul Roth tarafından çevrildiği belirtilmektedir.

Rusça basımı en kapsamlı olanıdır. 1929-1934 yılları arasında “Put Norny Turtsii 1919-1927” başlığıyla dört cilt basılmıştır. Esere ayrıca Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün yaşamöyküsü, Türk İnkılabı‘nı anlatan 45 sayfalık bir giriş bölümü, açıklayıcı notlar, geniş bir ad ve kavram dizini, dizinli sözlük, zaman dizimi çizelgesi, fotoğraflar, görsel belgeler eklenmiştir.

KAYNAKÇA

Kemal Atatürk, Nutuk, Cilt: I, 1919-1920, M. E. B. Devlet Kitapları, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1970

Kemal Atatürk, Nutuk, Cilt: II, 1920-1927, M. E. B. Devlet Kitapları, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1969

Kemal Atatürk, Nutuk, Cilt: III, Vesikalar, M. E. B. Devlet Kitapları, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1969

Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt: 19, Nutuk I (1927), Kaynak Yayınları, İstanbul, 2006

Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt: 20, Nutuk II (1927), Kaynak Yayınları, İstanbul, 2007

Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt: 21, Nutuk III Vesikalar (1927), Kaynak Yayınları, İstanbul, 2007

https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/detay/878/Atat%C3%BCrk%E2%80%99%C3%BCn_Nutuk_Adl%C4%B1_Eseri

https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/detay/499/Nutuk%E2%80%99un-Dil-ve-%C3%9Cslup-%C3%96zellikleri

Continue Reading

En Çok Okunanlar