Türk Tarihi
TÜRKLERDE ŞEHİRCİLİK: TURFAN UYGURLARINDA ŞEHİR HAYATI (981-984)
Published
3 yıl agoon
By
drkemalkocak
GİRİŞ
840’ta Kırgızlara yenilen Uygurların bazı kabileleri Karluklara, bazıları da Tibet ve An-hsi[Arsak=Kuça)]’ye göç etmişlerdir. Sarı Nehir civarına yerleşen daha sonra Çin sınırına gelmişlerdir. Bu Uygurlar, 847’de Kırgızlar ve Çinliler tarafından yerlerinden edilmişler, dağıtılmışlardır. Dağılan Uygurlar, Kan-chou (Kansu) ve Gobi çölünün batısında kalan şehirlere gidip yerleşmişlerdir. Bu Uygurlar arasında en uzun ömürlüsü ve Türk Tarihi bakımından en önemlisi Kao-ch’ang, sonraki adı ile “Turfan Uygurları”dır.
Doğu Türkistan’da bugünkü Turfan bölgesinin çevresinde yerleşen bu Uygurlar, Çin kaynaklarında Kao-ch’ang Uygurları olarak yer almaktadır. Kağanlığın kışlık merkezi Kao-ch’ang, yazlık merkezi Pei-ting (Beşbalık) şehridir.
Türkistan’da kurulan Türk devletleriyle Çin arasında ticaret çok önemli bir rol oynamıştır. Kao-ch’ang Uygurlarından Çin’e ilk ticaret heyeti 962 yılının Mart ayında gitmiştir. Bu heyet, Çin sarayında kendi ürünlerini sunmuştur. 965 ve 981 yıllarında da ticaret heyetleri Çin’e giderek ürünlerini sunmuşlardır. 981’de Çin’e giden ticaret heyetine karşılık Çin elçisi Wang Yen-te Kao-ch’ang Uygurlarına gelmiştir. [1]
Çin’in resmi elçisi olarak 981-984 yılları arasında Uygurlara giden Wang-Yen-te, ülkesine dönüşte gördüklerini rapor halinde imparatoruna sunmuştur. Wang-Yen-te’nin seyahatnamesi, Turfan Uygurları hakkında özellikle kültür tarihi bakımından fevkalade önemli bilgiler vermektedir. Bu bilgiler, Türk kültür tarihi ve ”Türklerin şehir hayatı” bakımından yabancı bir elçinin görüşlerine dayanmaktadır.
Aşağıda, Çin elçisi Wang-Yen-te’nin seyahatnamesinden, Türk kültür tarihi ve Türklerin şehir hayatı hakkındaki metin sunulmuştur.
***
TURFAN UYGURLARINDA ŞEHİR HAYATI
“Bu memlekete [Turfan’a] ne yağmur ve ne de kar düşer. Aynı zamanda burası çok sıcaktır. Yaz sıcaklarının arttığı zamanlarda, bütün oturanlar toprağı kazarlar ve oturmak için kendilerine mağaralar yaparlardı. Bu sırada kuşlar da sıkışık sürüler halinde suların kıyılarında toplanırdı. Eğer kuşlardan birisi kaza ile uçup havalanmış olursa, sanki güneşin sıcağından yanmış gibi gökten yere düşer ve kanatlarını incitirdi. Burada evler beyaz badanalıdır. 968 yılında yağmur çok fazla yağınca, evlerin pek çoğu tahrip olmuştur.”
Sulama kanalları ve ziraat
“Burada [Beşbalık ile Barköl arasında] Ch’ing-ling adı verilen bir dağdan, bir ırmak gelir. Bu ırmağın suları, (kanallarla) o şekilde düzenlenir ki, devletin başkentinin [Turfan’ın] her tarafını çevreler. Bu su ile tarlalar, bahçeler sulanır ve değirmenlerin taşları döndürülür. Bu memlekette beş türlü hububat yetişir. Burada yalnızca [tatlı karabuğday] adlı buğday cinsi yoktur. Bunu bilmezler. Yüksek ailelerden olanlar, at eti yerler. Halkın geriye kalanları ise, koyun, kaz ve ördek eti yerler, Onlar müziklerinde bir sazı Kung-hou [Kopuz] da kullanırlar.”
Bilindiği üzere “at eti” atlı Türklere ait bir adettir. Bu bakımdan bu belge Türk kültür tarihi bakımından çok önemlidir. Bundan da anlaşılıyor ki, “Turfan’da zengin ve idareci olanlar Türkler idi.” Diğer kavimlerden gelen tüccar kolonileri de, kendi alışkanlıklarına göre yiyip içiyordu.
Ata binme, ok atma, kadın şapkaları, takvim ve kurbanlar
“Erkekler, ata binmeği ve ok atmağı çok sever. Kadınlar ise, vernikle cilalanmış bir külah giyer. Bu başlıklara So-mu-ch’a adı verilir. Onlar, Çin’de M.S. 719 yılında yayınlanmış olan takvimi kullanırlardı… Bu takvime göre, yer ruhlarına kurban verirlerdi. Kışın, gün dönümünde de kurban vermek âdeti vardı.”
Ata binmek ve ok atmak da, Türklere göre bir adettir. Yoksa eski Turfan’ın halkı, tüccar ve din adamlarından meydana geliyordu.
Kumaşlar, adetler ve geziler

“Burada, samur kürkler, beyaz keçeler, altınla işlenmiş ve çiçeklerle süslenmiş kumaşlar yapılır. Onlar, gümüş veya bakırdan borular yaparlar. Bu borulara su doldurup birbirlerine üflerler. Bazan da suyu, elle atarak eğlenirler. Dediklerine göre, böyle yaparak kötü ruhların etkilerini yok ederlermiş. Bu yolla, hastalıkları da kendilerinden uzaklaştırırlarmış. Onlar gezinti yapmağı ve uzun seyahatlere çıkmağı çok sever. Gezintilere çıkanlar; yanlarından müzik aletlerini de eksik etmezler”.
Mabedler ve din adamları
“Orada [Turfan’da] elliye yakın Buda mabedi vardır. Bu mabetlerin (bazılarının) kapılarının üzerinde T’ang Sülalesinden gelen Çin İmparatorlarının ferman yazıtları bulunur. Bu mabetlerde Budizme ait büyük kitap kolleksiyonları vardır. Bunlar, arasında Chang-yung ve Yü-pien, Çince sözlükleri ile Ching-yin Budizm sözlüklerinin adları sayılabilir. Ayrıca orada Mani mabetleri de vardır. Bunlardan başka İranlı din adamları da görülür. Bunlar da, inandıkları dini yaymağa çalışır. Bunlar, Budizm’in din kitaplarını batıl ve din dışı olarak kabul eder”.
Öyle anlaşılıyor ki, Turfan bölgesindeki Budist Türkler, Göktürk çağında yapılmış mabetleri devam ettiriyordu. Mabetler üzerindeki yazıtlardan bu anlaşılıyor. İranlı din adamlarının da Nesturi papazları olmaları çok muhtemeldir. Çünkü bu çağda Uygurlarda Mazdeizm, yani ateşperestlik çok azdı.
Buda mabetlerini ziyaret ederken, askeri talim ve atış yapılması
“Bahar ayları gelince, şehirde oturanlar gruplar halinde toplanır ve Buda mabetlerini ziyaret etmek için gezintiler düzenler. Bu gezintilere katılanların birçokları atlara binerler ve okları ile yaylarını kuşanırlar. Bu sırada ne görürlerse, ona ok ve (mızraklarını) atarlar. Bu talimlerini de, “kötülükleri cezalandırma” diye adlandırırlar”.
Göktürk çağından kalma belgelerin dikkatle saklanması
“Çin imparatorlarından gelen pek çok fermanların kolleksiyonları vardır. Bunlar kilitli bir sandıkta saklanırlar Çin İmparatoru T’ai Tsung’un (M.S. 627-650) bizzat kendi el yazısı ile yazılmış bir fermanı da bulunur”.
Verilen bu bilgi, Uygurların arşiv malzemesine ne kadar büyük bir önem verdiğini gösterir. Bundan sonra Göktürkler hakkında bazı bilgiler verilir.
Uygurlarda sosyal adalet ile sağlık konularının yoluna konmuş olması
“Onların devletinin içinde hiç fakir yoktur; yiyeceği olmayanlara devlet hesabına yardım edilir. Onların birçokları yüz yaşına kadar yaşar. Olgunluk çağına erişmeden genç yaşında ölenler hiç görülmemiştir”.
Uygur Kağanının sıcakların başlaması sebebi ile Beşbalık’a göçmesi ve elçinin, vezir tarafından kabul edilmesi
“Nisan ayında idik. Uygur Kağanı Arslan Kağan sıcakların basması sebebi ile Beşbalık’a çekildi. Devletin idaresini de kayınpederi Ata-Üge’ye verdi. Vezir Ata-Üge, selamlarını bildirmek için elçi Wang Yen-t’e’ye bir memur gönderdi ve şöyle söyletti: “Ben Kağanın kayın pederiyim. Siz bana gelip, beni selamlamayacak mısınız?” Elçi de Uygur memuruna şöyle dedi: “Ben, Çin İmparatorunun özel fermanı ile buraya geliyorum. Benim milletimde, halen yürürlükte olan kaideler, benim sizi selamlamama müsaade etmez. Ancak hükümdarınızı görmem gereklidir.” Bunun üzerine Uygur memuru da şöyle cevap verdi: “O’nun mu sizi selamlamasını istiyorsunuz? Buna da bizim kaidelerimiz izin vermeyecektir!” Aradan bir kaç gün geçtikten sonra (Uygur) veziri Ata Üge, Çin elçisini ziyarete geldi ve elçiye büyük bir saygı gösterdi. Uygur Kağanı Arslan Kağan, elçiyi kuzey başkenti Beşbalık’a davet etti.”
Çin elçisinin, Uygur kağanının yazlık başkenti olan Beşbalık’a gitmesi
“Uygur kağanının daveti üzerine elçi, (Turfan ovasındaki) Chiao-ho şehrini geçerek yola çıktı. Altı gün yol aldıktan sonra, Ching-ling adlı sıradağların geçidine geldi. Bu dağın tepesine altın zirve adı verilir. Çünkü buradan çok değerli madenler elde edilir. İki gün daha gittikten sonra, eski bir Çin garnizonuna geldi. Beş gün sonra da Altın-Zirve dağına çıktı. Bu dağ geçidinden geçerken, büyük kar ve yağmur fırtınalarına tutuldu. Bu geçidin tepesinde kayaların içine oyulmuş bir salon vardı. Adı da “Ejderha salonu” idi. Bir taş üzerine oyulmuş bir yazıt da görülür. Yazıtta, “Küçük karlı dağ” yazılıdır. Bu geçit çok yüksektir ve kalın bir kar tabakası ile örtülüdür. Seyyahlar burasını yünlü elbiseler giymeden geçemezler. En sonunda bir gün sonra Beşbalık’a eriştik.”
Elçinin Tanrıdağlarının en yüksek boğazından bir günde Beşbalık’a indiğine bakılırsa, demek ki şehir, hemen büyük dağın eteğinde bulunuyordu,
Kağanın büyük şöleni, at yetiştirme kaideleri ve Uygur ülkesinin hayvanları
“Elçi Beşbalık’a gelince, Kağan bir akşam şöleni verdi. Elçiyi de muhteşem bir törenle kabul etti. Bu memlekette pek çok at vardır. Kağan, hatun ve prenslerin her biri ayrı ayrı at yetiştirir. Atların hepsi, 100 mil kadar uzunlukta büyük bir vadi içinde yayılırdı. Her at sürüsü birbirinden renklerine göre ayrılırdı. Hiç kimse, kendisinin ne kadar atı olduğunu bilmezdi. Beşbalık vadisi, binlerce mil genişlikte ve uzunluktadır. Orada pek çok akbaba, çaylak, doğan çeşitleri ile diğer avcı kuşlar görülür. Ot yığınlarının ortasında tavşan büyüklüğünde, üzerinde kırmızı lekeler bulunan fareler de vardır. Avcı kuşlar onları yakalarlar ve yerler.”
Uygur Kağanının elçiyi huzuruna kabul etmesi ve selam törenleri
“Kağan, Çin elçisine bir memur gönderdi. Çin elçisinin özürü bulunmayacağı uğurlu bir günü, kabul günü olarak seçti. Ziyaret, yedi gün sonra oldu. Kağan, oğulları ve maiyeti, önce doğuya selam verdiler. Sonra da Çin imparatorunun hediyelerini kabul ettiler. Prensin yanında bir müzisyen bulunuyordu. Elinde ses çıkaran bir taş tutuyor ve bu taşı vurarak selam düzenini idare ediyordu. Taşın ilk vuruluşunda, Uygur kağanı selam görevini yerine getirdi. Bunun üzerine Kağanın, oğulları, kızları ve türlü akrabaları attan indi. Hediyeleri almadan önce de selam verdiler.”
Bu metindeki, “doğuya selam verme”, “7 gün sonra kabul” ve “törende kızların da hazır bulunması”, Türk kültür tarihi bakımından ayrı bir önem taşımaktadır.
Müzikli eğlenceler, komedi şeklinde tiyatro ve Çin elçisinin gelişi dolayısı ile Buda mabetlerini ziyaret
“Az sonra, müziğin de katıldığı bir eğlence düzenlendi. Bu eğlenceler geceye kadar devam etti. (Kağan ailesi ile birlikte) bir gölde kayıklarla gezinti yapıldı. Gölün her tarafından müzik sesleri geliyordu. Ertesi gün bir Buda mabedi ziyaret edildi. Bu mabetler… 637 yılında yapılmıştı.”
Öyle anlaşılıyor ki, bu Buda mabetleri Göktürk çağında yapılmıştı. Çünkü bu bölgeyi Çinliler ancak 641’den sonra ele geçirmişlerdi. Bu da Türk kültür tarihi bakımından önemlidir. Elçi bundan sonra, yakınlardaki volkanlar ile çıkarılan madenlerden söz etmektedir.
“Pei-t’ing [Beşbalık]’in kuzeyindeki dağlarda Kang-sha [Amonyak] imal ediliyordu. Dağın içinden sık sık duman yükseliyordu. Fakat hiç sis yoktu. Bundan başka, ışık ve alevler, meşalenin yansıması gibi idi. Kuşlar ve fareler parlak kırmızı renkte görünüyordu. Amonyak imali için uğraşan insanlar ayakkabı giyerlerdi. Ayakkabılarının tabanında tahta vardı. Eğer ayakkabının tabanı deriden olursa, onlar hemen kavrulurdu.
Dağın eteğinde mavi çamur üretilen bir mağara vardır. Çamur, mağaranın dışına çıktığında, derhal kumtaşına dönüşürdü. Buranın yerlileri bunu deri tabağlamakta kullanırlardı.”
Uygurların kültürleri, bilgileri, sanatkârlıkları ve at cinsleri ile yemekleri ve şehirdeki yapılar hakkında
“Şehirde pek çok iki katlı binalar, pavyonlar, kuleler ve bahçeler vardır. İnsanlar iyi yüzlüdür ve usta sanatkârlardır. Altın, gümüş, bakır ve demir kap yapımında çok ustadırlar. Onlar aynı zamanda yeşim taşı işlemesinin de çok iyi bilirler.”
“İyi bir atın fiyatı, bir top ipekli kumaş kadardır. Eti için yetiştirilen adi atlar da, üç metre kadar ipekli kumaştan daha pahalı değildir…” [2, 3]
DİPNOTLAR
[1] Özkan İZGİ, “Kao-Ch’an (Turfan) Uygurları”, Tarihte Türk Devletleri I, Ankara Üniversitesi Rektörlüğü Yayınları, Ankara, 1987, s. 235-246
[2] Bahaeddin ÖGEL, Türk Kültür Tarihine Giriş 1, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 2000, s. 117-128
[3] Özkan İZGİ, Çin Elçisi Wang Yen-Te’nin Uygur Seyahatnamesi, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1989, s. 56-66
You may like

Malazgi̇rt Meydan Muharebesi̇ (26 Ağustos 1071-26 Ağustos 2025) 954. Yıldönümü

Rei̇si̇cumhur Gazi̇ Mustafa Kemal Paşa’nin Kastamonu Halk Firkasindaki̇ Konuşmasi (31 Ağustos 1925)

Rei̇si̇cumhur Hazretleri̇ni̇n Amasya Ve Tokat’ta Fevkalade İsti̇kballeri̇ [karşilanmalari] (24-25 Eylül 1924)

GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ÜN ÇİFTLİKLERİNİ HAZİNEYE BAĞIŞLAMASI

GAZİ MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN KONYA TÜRK OCAĞI’NDAKİ KONUŞMASI (20 MART 1923)

İstanbul’un Fethinin Kutlanması

Osmanlı Devleti’nin Çöküşü ve Türk İstiklal Mücadelesinin Başlangıç Noktası
Özet
I. Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru Osmanlı Devleti, askerî ve ekonomik açıdan tükenmiş bir hâle gelmiştir. İttifak Devletleri’nin savaşı kaybetmesi üzerine Osmanlı Hükûmeti, ateşkes istemek mecburiyetinde kalmıştır. Bu doğrultuda Osmanlı Devleti adına Bahriye Nazırı Rauf (Orbay) başkanlığındaki heyet, İtilaf Devletleri’ni temsilen İngiliz Amiral Arthur Calthorpe ile 30 Ekim 1918 tarihinde Limni Adası’nın Mondros Limanı’nda görüşerek mütarekeyi imzalamıştır.
Mondros Mütarekesi, Osmanlı Devleti’nin I. Dünya Savaşı’ndan yenilgiyle çıkmasının ardından siyasi, askerî ve ekonomik bakımdan egemenliğini fiilen sona erdirmiştir. Bu mütareke yalnızca bir ateşkes değil, aynı zamanda Anadolu’nun işgale açık hâle getirildiği bir teslimiyet belgesidir. Bu çalışmada, mütarekenin imzalanma süreci, başlıca maddeleri, sonuçları ve Türk millî direnişine zemin hazırlayan etkilerini vaka analizleriyle incelenmektedir.
Anahtar Kelimeler: Mondros Mütarekesi, Osmanlı Devleti, I. Dünya Savaşı, İşgaller, Millî Mücadele
Giriş
I. Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru Osmanlı Devleti askerî ve ekonomik açıdan çöküş sürecine girmiştir. Savaşın başlarında Almanya’nın desteğine güvenen Osmanlı yönetimi, 1918 yılına gelindiğinde Filistin-Suriye Cephesi’nin çökmesi, Bulgaristan’ın savaştan çekilmesi ve Alman ordularının yenilgiye uğraması üzerine mütareke talebinde bulunmak mecburiyetinde kalmıştır.

Osmanlı Devleti, savaşın sürdürülemeyeceğini anlayarak İngiltere ile doğrudan temas kurmuştur. Bu durumda Sadrazam Ahmet İzzet Paşa, İngilizlerle yapılacak bir ateşkesin, muhtemel işgalleri önleyebileceği umudunu taşımaktadır. Osmanlı delegasyonu, Bahriye Nazırı Rauf (Orbay) başkanlığında Hüseyin Rauf Bey, Reşat Hikmet Bey ve Sadullah Bey’den teşekkül etmektedir. Mütareke, Osmanlı heyeti ile İngiltere’yi temsilen Amiral Arthur Calthorpe arasında Limni Adası’ndaki Agamemnon zırhlısında 30 Ekim 1918’de imzalanmıştır.
Mütarekenin Maddeleri
Mondros Mütarekesi 25 maddeden ibaret olup, görünürde bir “ateşkes” metni olmasına rağmen Osmanlı egemenliğini fiilen ortadan kaldıran hükümler içermektedir.
1- Çanakkale ve Karadeniz Boğazlarının çevresi ve Karadeniz’e geçişin temini için buraları müttefikler tarafından işgal edilecektir.
2- Osmanlı sularındaki bütün torpil yerleri gösterilecek ve bunları taramak veya yok etmek için yardım istendiği zaman gerekli kolaylık sağlanacaktır.
3- Karadeniz’deki torpil mevzileri hakkında bilgi verilecektir.
4- İtilâf harp esirleri ile Ermeni esirleri ve mevkuf Ermeniler, İstanbul’a getirilecek ve kayıtsız şartsız İtilâf kuvvetlerine teslim olunacaktır.
5- Hudutların emniyeti ve iç asayişin temini için lüzumlu askerden maadasının derhal terhisi (bu asker miktarı Türkiye’nin görüşü alındıktan sonra müttefikler tarafından kararlaştırılacaktır.)
6- Osmanlı karasularında zabıta ve buna benzer hususlar için kullanılacak küçük gemiler müstesna olmak üzere Türk ordularında bulunan bütün harp sefineleri teslim olunacak ve Osmanlı limanlarında mevkuf bulundurulacaktır.
7- Müttefikler, emniyetlerini tehdit edecek bir durum ortaya çıkarsa herhangi bir stratejik noktayı işgal edebileceklerdir.
8- Bugün Türk işgali altında bulunan liman ve demiryolu mahallerinden İtilâf Devletleri kuvvetleri yararlanacaktır. Osmanlı gemileri de ticaret ve terhis hususlarında aynı şartlardan yararlanacaktır.
9- Bütün Türk limanlarında ve tersanelerinde İtilâf Devletleri’ne ait gemilerin tamirine kolaylık gösterilecektir.
10- Toros Tünelleri Müttefikler tarafından işgal edilecektir.
11- İran’ın Kuzeybatı kısmındaki Osmanlı kuvvetlerinin derhal harpten evvelki hudut gerisine çekilmesi hususunda evvelce verilen emir yerine getirilecektir. Maveray-ı Kafkas’ın evvelce Türk kuvvetleri tarafından kısmen tahliyesi emredildiğinden kısm-ı mütebakisi müttefikler tarafından mahalli vaziyet tetkik edildikten sonra talep durumunda tahliye edilecektir.
12- Hükümet muhaberatı müstesna olmak üzere bütün telsiz ve telgraflar İtilâf Devletleri memurları tarafından kontrol edilecektir.
13- Bahri, askeri ve ticari malzemelerin tahripleri durdurulacaktır.
14- Memleketin ihtiyacı temin olunduktan sonra, İtilâf Devletleri’nin kömür ve diğer ihtiyaçlarının Türkiye kaynaklarından sağlanması için kolaylık gösterilecektir.
15- Bütün demiryollarına İtilâf Devletleri kontrol subayları memur edilecektir. Bu meyanda bugün, Osmanlı Hükümeti’nin kontrolünde bulunan Maveray-ı Kafkas demiryolları aksamı dâhildir. Ahalinin ihtiyacının tatmini nazar-ı dikkate alınacaktır. Bu maddeye Batum’un işgali dâhildir. Osmanlı Devleti Bakü’nün işgaline itiraz etmeyecektir.
16- Hicaz, Asir, Yemen, Suriye ve Irak’ta bulunan garnizonlar en yakın İtilâf Devleti kumandanına teslim olacaktır. Kilikya’daki kuvvetlerden asayişi sağlaması için yeterli miktardan fazlası 5. madde gereğince geri çekilecektir.
17- Trablus ve Bingazi’de bulunan Osmanlı subayları en yakın İtalyan garnizonuna teslim olacaktır.
18- Mısrata da dâhil olmak üzere Trablus ve Bingazi’de işgal edilen limanlar en yakın İtilâf garnizonuna teslim olacaktır.
19- Almanya ve Avusturya’nın deniz, kara, sivil memurlarının ve tebaasının bir ay zarfında, uzak yerlerde bulunanlar da bir aydan sonraki mümkün olan en kısa zamanda Osmanlı memleketlerini terk edeceklerdir.
20- 5. madde gereğince terhis edilecek Osmanlı kuvvetlerinin teçhizatı hakkında verilecek talimata riayet olunacaktır.
21- Müttefiklerin menfaatlerini korumak için İaşe Nezareti nezdinde İtilâf Devletleri temsilcileri hazır bulunacak ve kendilerine gerektiğinde bütün bilgiler verilecektir.
22- Türk harp esirleri İtilâf kuvvetleri nezdinde muhafaza edilecektir.
23- Türk Hükümeti, Merkezi Devletler ile münasebetini kesecektir.
24- İtilâf Devletleri, Vilayat-ı Sitte (altı vilayet) de karışıklık çıkarsa, bu vilayetlerin herhangi bir kısmını işgal etme hakkına haizdirler.
25- Müttefiklerle Osmanlı Hükümeti arasında muhasamat 1918 senesinin 31 Ekim’inde tatil edilecektir.
Bu hükümler, Osmanlı Devleti’nin askeri ve idari yapısının İtilaf Devletleri kontrolüne geçmesi anlamına gelmektedir.
Vaka Analizi: İşgallerin Başlangıcı (1918–1919)
Mütarekenin 7. maddesi, “güvenliği tehdit eden bölgelerin işgal edilebileceği” hükmüyle İtilaf Devletleri’ne sınırsız yetki tanımıştı. Bu maddeye dayanarak:
- 3 Kasım 1918’de İngilizler Musul’u,
- 13 Kasım 1918’de İtilaf donanması İstanbul’u,
- 15 Mayıs 1919’da Yunan ordusu İzmir’i işgal etti.
Bu işgaller, mütarekenin “barış”tan çok “teslimiyet” anlamına geldiğini açıkça göstermiştir.
Sonuçlar
- Osmanlı Devleti fiilen sona ermiştir. Devletin askerî ve siyasî egemenliği ortadan kalkmıştır.
- Boğazlar üzerindeki Türk egemenliği bitmiştir. İstanbul’un güvenliği tehlikeye girmiştir.
- İtilaf Devletleri Anadolu’yu işgale başlamış, ülkenin bütünlüğü fiilen bozulmuştur.
- Halkta direnme bilinci doğmuştur. Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri, bu işgallere tepki olarak kurulmuştur.
- Mustafa Kemal Paşa, bu şartlar altında Anadolu’ya geçerek millî direnişi örgütlemeye başlamıştır.
Tarihi ve Siyasi Değerlendirme
Mondros Mütarekesi, Osmanlı Devleti için siyasi bağımsızlığın kaybedilmesi, Türk milleti içinse millî bilincin uyanması anlamına gelmektedir. Mütareke hükümleri, kısa sürede Sevr Antlaşması’na dönüşmüş; ancak Anadolu’da doğan Kuvâ-yi Milliye hareketi bu teslimiyet sürecini tersine çevirmiştir.
Bu bağlamda Mondros, yalnızca bir “son” değil, aynı zamanda bir “başlangıç noktası”dır. Türk tarihinin en karanlık dönemlerinden biri, yeni bir devletin doğuşuna zemin hazırlamıştır.
Sonuç
30 Ekim 1918 tarihli Mondros Mütarekesi, Osmanlı Devleti’nin siyasî varlığını fiilen sona erdirirken, Türk milletinin bağımsızlık mücadelesini başlatan kıvılcım olmuştur. Bu süreç, Türk milletinin kendi kaderini belirleme hakkını savunduğu bir dönüm noktasıdır.
Mütareke ile birlikte Anadolu, işgal ordularının sahnesine dönüşmüş; fakat aynı topraklarda Millî Mücadele’nin liderleri doğmuştur. Bu sebeple Mondros, Türk tarihinin hem “çöküş hem de yeniden doğuş belgesi” olarak değerlendirilebilir.
Kaynakça
Akşin, Sina. Kısa Türkiye Tarihi. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2017.
Armaoğlu, Fahir. 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi (1914–1995). Ankara: Alkım Yayınevi, 2014.
Karal, Enver Ziya. Osmanlı Tarihi, Cilt IX: Birinci Dünya Savaşı ve Mondros Mütarekesi. Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1996.
Orbay, Rauf. Cehennem Değirmeni: Siyasi Hatıralarım. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2010.
Sonyel, Salahi R. Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika, Cilt I (1918–1923). Ankara: Türk Tarih Kurumu, 2005.
Zürcher, Erik Jan. Modernleşen Türkiye’nin Tarihi. İstanbul: İletişim Yayınları, 2018.
https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/detay/353/Mondros-M%C3%BCtarekesi, Erişim: 31.10.2025
Mustafa Kemal Atatürk
Yönetimde Adalet: Kutadgu Bilig, Siyasetname, Koçi Bey Risalesi ve Devlet Adamlarına Öğütler’in Karşılaştırmalı Analizi
Published
2 hafta agoon
Ekim 17, 2025By
drkemalkocak
Özet
Adalet, Türk-İslam siyaset düşüncesinde devletin bekasının ve toplum düzeninin en temel direği olarak kabul edilmiştir. Yusuf Has Hacib’in Kutadgu Bilig (1069-1070) ve Nizamü’l-Mülk’ün Siyasetname’sinde (1091) adalet; kozmik düzen ve ahlaki temeller üzerinden ele alınırken, Koçi Bey Risalesi (1631) ve Defterdar Sarı Mehmet Paşa’nın Devlet Adamlarına Öğütler (1767) adlı eserinde ise daha çok mali-idari düzenin korunması ve reform ihtiyacı bağlamında işlenmiştir. Bu makalede dört eser karşılaştırılarak adaletin görevleri — meşruiyet kaynağı, toplum düzeninin garantisi, mali düzenin temeli ve devletin bekası — çerçevesinde değerlendirilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Adalet, Yusuf Has Hacib, Kutadgu Bilig, Nizamü’l-Mülk, Siyasetname, Koçi Bey Risalesi, Defterdar Sarı Mehmet Paşa, Devlet Adamlarına Öğütler, Türk-İslam Siyaset Düşüncesi.
Giriş
Adalet, siyaset felsefesinin en eski ve evrensel kavramlarından biridir. Antik Yunan’dan Türk-İslam siyaset geleneğine, Orta Çağ’dan Osmanlı klasik düşüncesine kadar bütün siyasal teorilerde adalet, devletin düzenini ve meşruiyetini sağlayan temel unsur olarak görülmüştür. Türk-İslam düşüncesinde de adalet, yalnızca ahlaki bir ilke değil, aynı zamanda yöneticinin görev ve sorumluluklarını belirleyen bir siyasal kurumdur.
Karahanlıla’da Yusuf Has Hâcib’in Kutadgu Bilig’i, Selçuklu’da Nizamülmülk’ün Siyasetname’si, Osmanlı’da Koçi Bey Risalesi ve Defterdar Sarı Mehmet Paşa’nın Devlet Adamlarına Öğütleri, farklı dönemlerde ve şartlarda kaleme alınmış olmakla birlikte, ortak bir kavram etrafında birleşirler: adalet.
Yönetimde Adalet

1. Kutadgu Bilig’de Adalet
Yusuf Has Hâcib, adaleti devletin “dört sütunundan” biri olarak tanımlar. Hükümdarın zulümden uzak durması, fakirleri koruması ve eşitliği gözetmesi en temel yükümlülüklerdir. Eserde, adaletin Tanrı’nın rızasıyla doğrudan ilişkili olduğu belirtilmektedir:
“Beylerin halk üzerine zulmü artarsa, Tanrı’nın gazabı iner, devlet yıkılır.”

2. Siyasetname’de Adalet
Nizamülmülk’e göre adalet, “mülkün temelidir.”^3 Devletin düzeni, hükümdarın zulümden uzak durmasına bağlıdır. Halkın şikâyetlerini doğrudan dinlemek ve kadıların bağımsızlığını korumak, adaletin somut göstergeleridir.
“Adalet mülkün temelidir; adalet giderse memleket de gider.”
3. Koçi Bey Risalesi’nde Adalet
Koçi Bey, Osmanlı’da yaşanan bozulmayı adaletin kaybına bağlamaktadır. Ona göre rüşvet, liyakatsiz atamalar ve kanun dışı uygulamalar devlet düzenini çökertmiştir. Bu sebeple adaletin yeniden tesisi için ıslahat teklif etmektedir: rüşvetin kaldırılması, tımar sisteminin eski düzenine döndürülmesi ve kadıların tarafsızlığının korunması.
“Rüşvet ile mansıp verilmekle adalet yok oldu, nizam bozuldu.”

4. Devlet Adamlarına Öğütler’de Adalet
Defterdar Sarı Mehmet Paşa, adaleti özellikle mali düzen üzerinden ele almaktadır. Zulümle toplanan vergilerin bereketsiz olduğunu, hazinenin bu yolla dolsa bile sonunda boşalacağını ifade etmektedir. Ona göre adalet, yalnızca şeriatın değil, aynı zamanda mali disiplinin de teminatıdır.
“Hazineyi zulümle doldurmak haramdır; sonunda hazine boşalır, halkın bedduası devleti yıkar.”
Karşılaştırmalı Analiz
- Kutadgu Bilig ve Siyasetname, adaleti metafizik, ahlaki ve kozmik bir ilke olarak görürken;
- Koçi Bey Risalesi ve Devlet Adamlarına Öğütler, adaleti mali-idari düzenin sağlanmasında pratik bir ıslahat unsuru olarak ele almıştır.
Yönetimde Adalet: Karşılaştırmalı Tablo (Alıntılarla)
| Eser | Adaletin Konumu | Adaletin Yöneticiden Beklentisi | Uygulama Alanı | Temel Tehdit / Bozulma Sebebi | Özgün Alıntı |
| Kutadgu Bilig (1069-1070, Yusuf Has Hâcib) | Devletin dört sütunundan biri; kozmik-dini düzenin temeli | Hükümdarın eşitliği gözetmesi, fakirleri koruması, zulümden uzak durması | Vergi adaleti, liyakat, halk ile hükümdar ilişkisi | Zulüm → devletin ömrünün kısalması | “Beylerin halk üzerine zulmü artarsa, Tanrı’nın gazabı iner, devlet yıkılır.” |
| Siyasetname (1091, Nizamülmülk) | “Mülkün temeli” olarak görülür | Halkın şikâyetlerini dinlemek, kadıları bağımsız bırakmak, zulmü engellemek | Vergi düzeni, kadılık sistemi, şikâyet mekanizması | Adaletin bozulması → kozmik ve toplumsal düzenin çöküşü | “Adalet mülkün temelidir; adalet giderse memleket de gider.” |
| Koçi Bey Risalesi (1631) | Devletin bozulma sebeplerini açıklayan merkezî unsur | Rüşvetin kaldırılması, timar düzeninin eski hâline getirilmesi, kadıların tarafsızlığı | Askeri, mali ve adli düzen | Liyakatsiz atamalar, rüşvet, kanun dışı uygulamalar | “Rüşvet ile mansıp verilmekle adalet yok oldu, nizam bozuldu.” |
| Devlet Adamlarına Öğütler (1767, Sarı Mehmet Paşa) | Mali ve idari düzenin bekçisi | Gelir-gider dengesinde adalet, kul hakkından sakınma, ölçülülük | Vergi toplama, hazine yönetimi, idari denetim | Zulümle toplanan vergi → halkın huzursuzluğu ve hazinenin boşalması | “Hazineyi zulümle doldurmak haramdır; sonunda hazine boşalır, halkın bedduası devleti yıkar.” |
Dört eserin ortak noktası, adaletin yokluğunun devletin çöküşüne yol açacağı fikridir. Ancak dönemler ilerledikçe, adaletin tanımı soyut bir düşünceden somut bir yönetim ilkesi ve mali düzen mekanizmasına dönüşmüştür.
Sonuç
Adalet, Türk-İslam siyaset düşüncesinde daima devletin varlık sebebi ve bekasının şartı olmuştur. Kutadgu Bilig ve Siyasetname, adaleti daha evrensel ve ahlaki bir çerçevede değerlendirirken; Koçi Bey Risalesi ve Devlet Adamlarına Öğütler, Osmanlı’nın çözülme döneminde adaleti ıslahatların anahtarı olarak görmüştür. Bu karşılaştırma, siyasal düşünce tarihimizde adalet kavramının sürekli varlığını, fakat içerik ve uygulama bakımından dönemin ihtiyaçlarına göre dönüşümünü açıkça göstermektedir.
Kaynakça
- Yusuf Has Hâcib, Kutadgu Bilig, Çev. Reşit Rahmeti Arat, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1985.
- Nizamülmülk, Siyasetname, Çev. Mehmet Altay Köymen, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1999.
- Koçi Bey, Koçi Bey Risalesi, Haz. Zuhuri Danışman, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul, 1972.
- Defterdar Sarı Mehmet Paşa, Devlet Adamlarına Öğütler (Nasihatü’l-Vüzerâ ve’l-Ümerâ), Haz. Hüseyin Algül, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1991.
- Halil İnalcık, Osmanlı’da Devlet, Hukuk, Adalet, Eren Yayıncılık, İstanbul, 2000.
Türk İstiklâl Mücadelesi
Mudanya Mütarekesi (11 Ekim 1922)
Published
3 hafta agoon
Ekim 12, 2025By
drkemalkocak
Mudanya Mütarekesi, Türk milletinin 20. Yüzyılın emperyalist güçleri karşısındaki milli bir zaferidir. Türk ve Yunan ordusu arasındaki harbi sona erdirmiş olması bakımından, Türk İstiklal Harbi’nin en önemli safhalarından biridir. Mütareke, Devlet-i Aliyye-i Osmaniye’nin sonu anlamına gelen Mondros Mütarekesi’ni geçersiz kılmakla birlikte Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temelini atan Lozan Anlaşması’nın şartlarını hazırlamıştır.
Mudanya Mütarekesi’nde Türkiye’yi İsmet Paşa, İngiltere’yi General Harington (Heringtın), Fransa’yı General Charpy (Şarpi), İtalya’yı General Monbelli (Monbeli) temsil etmiştir. Yunanistan temsilcisi General Mazarakis, Mudanya’ya geldiği gemiden çıkmamış ve görüşlerini yazılı olarak bildirmiştir. Görüşmelere 3 Ekim 1922’de başlanmış, çetin pazarlıklar ve tartışmalar sonucunda 11 Ekim 1922’de Mudanya Mütarekesi imzalanmıştır.
Aşağıda, [Hâkimiyet-i Milliye, 13 Ekim 1922, No: 633, s. 1, sütun: 1-4]’te Osmanlı Türkçesi ile yayımlanan [Konferans Safahatına Dair Levhalar] başlıklı haber metni çevrim yazı olarak sunulmuştur. Görseller, metni açıklayıcı, tamamlayıcı ve destekleyici unsur olarak araştırmacı tarafından yerleştirilmiştir.
—***—
[Mudanya] Konferans Safahatına Dair Levhalar
İmza neden sabaha kadar gecikti?
Mükâleme-i memurinin getirdiği haber, yazı makinesi ile başlıyor

Mudanya: 11[Ekim 1922] (Muhabir-i mahsusamızın telgrafıdır)-Size bu telgrafımla Mudanya Konferansının imzaya müncer [hazır] olduğu geceki safahatı bildireceğim. Burada biz gazeteciler ve halk arasında pek büyük merakı mucip olan bu safahat ve bilhassa imzanın sabaha kadar uzaması herhalde Hâkimiyet karilerinde [okuyucularında] de aynı merakı uyandırmıştır. Filhakika [hakikaten] imza merasimi tam nısfı’l-leylide [gece yarısında] icra edilecekti. Fakat nısfı’l-leyli bir buçuk saat geçtiği halde müttefikin murahhasları [delegeleri] gemilerinden inmediler. Bunun üzerine bir mükâleme memuru giderek tehirin sebebini sual etmiştir. Vuku bulan mükâlemede bu tehirin Yunan murahhaslarının almış olduğu vaziyetten mütevellit bulunduğu anlaşılmıştır. Nısfı’l-leylile doğru İngiliz zırhlısında toplanmış olan üç müttefik hükumet generalleri nezdine Mazarakis ve Miralay Sarıyanis giderek imzaya karşı olan vaziyetlerini teşrih [şerh] eylemişlerdir. Yunanlıların ne vaziyet aldığı malumdur. Saat üçte General Harington karaya çıkmış ve birkaç dakika fasıla ile Fransız ve İtalyan generalleri gelmişlerdir. Bunun üzerine celse derhal küşat olunarak uzun bir protokol müsveddeleri kıraat edilmiş ve mutabık bulunduğu için tebyizine [beyaza çekilmesine] emir verilmiştir. İşte bu anda derin bir sükûtu yalnız yazı makinelerinin tıkırtıları ihlal ediyordu. Nebahat Hanım, Safvet Lütfullah beylerle daha iki zat bizim heyet-i murahhassanın protokollerini tebyiz ediyordu. İngiliz, Fransız heyetlerinden müfrez [ayrılmış] diğer beş zat da mukabil tarafın mukavelesini makineye geçiriyordu. Bu iş gecenin beşine kadar devam etti ve saat beşi çeyrek geçe teneffüs edilmek üzere celseye nihayet verildi.
Herkes memnun, mızıkalar çalıyor, hararetli musafahalar [el sıkışmalar, tokalaşmalar], bütün Mudanya ahalisi bu geceyi ayakta ve uykusuz geçirmiş ve müzakerenin olduğu binanın etrafını kesif bir halk tabakası doldurmuştur. General Harington bizzat sokak kapısına kadar inerek bandodan muhtelif havalar talep etmiş ve bütün istediği parçalar çalınınca bunları hayretler içinde dinlemiştir.
Herkes protokol müsveddelerinde mutabık kalındığını haber aldığı zaman artık imzanın merasim meselesinden başka bir şey olmadığını anlamıştı. Bu hal halk kadar bütün murahhasların çehrelerinde de görülüyordu. Bilhassa Franklin Buyyon Bey büyük bir meserret [sevinç] içinde idi. General Harington İsmet Paşa Hazretleriyle adeta kendisini kucaklarcasına mükerrer musafahalarda bulundu. General Şarpi aynı memnuniyeti izhar eyliyordu. Bu sırada salonlarda fevkalade bir hareket, bir kaynaşma görülüyordu. Bilhassa gazetecilerin faaliyetini görmek insana hakiki bir zevk veriyor, Amerika muhabirlerinin dört yazı makinesi mütemadiyen işliyordu. Artık kırk sekiz saatlik bütün yorgunluklar bu heyecan ve endişe içerisinde unutulmuş, tebyiz üç saat on üç dakikada kâmilen ikmal edilmişti.
Ben, Yunanlıların Protokolü Kabul Etmedikleri Manasını Çıkarıyorum! Hayır, Yunanlıların Ehemmiyeti Yok!
Şimdi saat yediye yirmi yedi var. (Bütün saatler İstanbul ayarıdır.) Herkes yeşil masanın etrafındaki yerlerinde ahz-ı mevki etmiş bulunuyorlar. Konferans Reisi İsmet Paşa Hazretlerinin önündeki çifte lamba dışardan gelen yeni müteharrik beyazlıklar arasında sarı lemalarla kıpırdıyor. İsmet Paşa’nın karşısında General Harington, İngiliz generalinin sağında General Monbelli, solunda diğerleri sırasıyla ahz-ı mevki etmişlerdi. İlk defa General Harington söz alarak Mazarakis ve Sarıyanis’in tahriri kuyıt itirazına serd ederek imzadan imtina eylediğini söyledi ve bu itiraznameyi okudu. Bunun üzerine İsmet Paşa pek ciddi bir tavır ve hareketle:
- Bundan, ben Yunan murahhaslarının protokol münderacatını kabul etmedikleri manasını çıkarıyorum, dedi.
Buna General Harington:
- Hayır! Yunanlıların bu hareketine imtina manası verilemez. Vesait-i muhabereleri karma karışık. Mamafih asıl imzaya salahiyettar murahhaslar General Mazarakis, Miralay Sarıyanis değil, Paris’te bulunan mümessilleridir. Üç güne kadar bütün imzaların hitam bulacağını temin ederim.
Bunun üzerine vapurda bulunan Yunan zabitlerinin konferansça hiçbir ehemmiyeti olmadığı şekli kabul olundu.
Bütün Kalemler Mukavele Üstünde Gıcırdıyor! Harington da Tanışmayarak Geldik, Dost Olarak Gidiyoruz, Diyor
Saat yediye on yedi var. Bütün eller bir an içinde kalemlere ve hokkalara uzanıyor. İlk kalem gıcırtıları protokolün birinci sahifesine dört generalin imzalarını tespit etti. Protokolün her sahifesi ve sonu ayrı ayrı imzalandı. İmzalanan beş nüshadır. İmza muamelesi tam yediyi bir geçe hitam buldu. General Harington imzayı müteakip sarih, kısa ve yumuşak bir sesle bir nutuk irat eyledi ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükumetine, Başkumandan Paşa Hazretlerine, Konferans Reisi İsmet Paşaya, Erkan-ı Harbiye Reisimize ve Erkan-ı Harp umera ve zabitana ayrı ayrı teşekkürde bulundu ve sonra Türkiye halkına ve mümessillerine ve Mudanya şehrine ayrı ayrı teşekkür ederek:
- Tanışmayarak geldik, dost olarak gidiyoruz ve bu hissi daima muhafaza edeceğiz, dedi.
İsmet Paşa Hazretleri General Harington’ın nutkuna kısa bir cevapla mukabele ederek, bu konferansın sulh-ı umumiye mukaddema olacağı ümidinde bulunduğunu söyledi.
General Harington konferans salonundan çıkarken etrafını alan gazetecilerin kendisine ne kadar muğber [gücenmiş, küskün] olduğunu anladığını gösteren bir tavırla beyan-ı itizar etti [özür diledi]. Bidayette matbuat müntesiplerinin konferansa girmemeleri için teşebbüsatta bulunduğunu itiraf, fakat burada kendilerinden pek çok muavenetler gördüğünü ilave etti ve her birine ayrı ayrı ve mükerrer surette teşekkürde bulundu. Bu esnada salonlar hınca hınç dolu idi. Bilhassa Mösyö Fraklin Buyyon bir türlü yerinde duramıyor, izhar-ı meserret eyliyordu [sevinç gösteriyordu].
Mudanya’dan İnfikak [ayrılma]; Yunan Şilebi Galya Emniyet Edilmeyerek Muhafaza Altına Alınmış!
Avdet [dönüş]-Generaller aşağı indikleri zaman pek muntazam bir kıtaa-i askeriyemiz resm-i selamı ifa ediyor ve askeri mızıkalar terennümsaz oluyordu [terennüm ediyordu, şarkı söylüyordu]. Yediyi çeyrek geçe herkes vapurlarına çekilmiş bulunuyordu. Tam sekizde, başta İtalyan ve en sonra Yunan gemileri olduğu halde Mudanya tarihi konferansının bütün ecnebi murahhaslarını İstanbul’a doğru götürmeye başladılar. Bir müddet sonra İngiliz torpidolarından biri geriye dönerek Yunan şilebini önüne kattı ve bunu bir Fransız gemisi takip etti. [1]
—***—
Mudanya Zaferi Ve İstanbul’daki Tesirleri
İstanbul, 13 [Ekim 1922] (Muhabir-i mahsusamızın [özel muhabirimizin] telgrafıdır)-Mukavele-i askeriyenin imzası haberi İstanbul’da fevkalade bir meserret [sevinç] uyandırmış ve derhal her taraf donatılmıştır. Öyle ki İstanbul, ilk defa olarak baştanbaşa kırmızı-siyaha boyanmış ve ay-yıldıza kavuşmuş bulunuyordu. Bu sefer Bab-ı Ali de geçen seferki soğukluğunu bırakmış ve bütün devair-i resmiyenin [resmi dairelerin] tezyinini [süslenmesini] emretmiştir. Bundan başka, ikinci garip manzara Rumların da bu bayrama iştirak ederek bayrak çekmeleridir. Ecnebi müessesatı [yabancı kuruluşlar] da kendi bayraklarının yanına Türk sancağını çekmişlerdir. Gece muntazam bir fener alayı tertip edilmiştir.
Bütün gazeteler, sahifelerini Mudanya Konferansı’nın mesut neticelerine hasretmişlerdir [ayırmışlardır]. İstanbul matbuatı bunun Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükumetinin büyük siyasi zaferi olduğunu müttehiden beyan etmekte ve mukaddemat-ı sulhiyeye [barışın başlangıcına] esas demek olan bu mukavelenin, sulh konferansındaki muvaffakiyetlerimizin derecesini bile göstermekte olduğunu söylemektedirler.
Bu zaferi Beyoğlu Yunan matbuatı da saklamamakta ve Türklerin tam bir vatanperver olarak bu neticeleri elde ettiklerini söylemektedirler. Bilhassa (Pronodos) gazetesi şu şayan-ı dikkat cümleleri yazmaktadır:
“Türkler ne kadar icray-ı şadmani eyleseler [sevinirlerse sevinsinler], o kadar haklıdırlar, çünkü bugün milli emellerini tamamıyla tahakkuk ettirmişler ve herkesin bir daha yerinden kalkmamak üzere gömdüğünü zannettikleri Türkiye’yi diriltmişlerdir. Türklerin son senelerde gösterdikleri eser-i rüşt her millet için bir numune-i imtisaldir. Bu son senelerde her şeyden istifadeyi bilmişlerdir. Yunanlılar ise ancak Yunanlılığın mahvına çalışmışlar, Türklerin ise yegâne düşüncesi Türklüğün ihyası olmuştur.” [2]
DİPNOTLAR
[1] Hâkimiyet-i Milliye, 13 Teşrinievvel [Ekim] 1922, No: 633, s. 1, sütun: 1-4
[2] Hâkimiyet-i Milliye, 15 Teşrinievvel [Ekim]1922, No: 634, s. 1, sütun: 1-2

Mondros Mütarekesi (30 Ekim 1918)

Mustafa Kemal Paşaya Göre Amasya Görüşmeleri: Uygulamalar, Yansımalar, Tepkiler ve Vaka Analizleri

Yönetimde Adalet: Kutadgu Bilig, Siyasetname, Koçi Bey Risalesi ve Devlet Adamlarına Öğütler’in Karşılaştırmalı Analizi
En Çok Okunanlar
Türkler ve Zaferleri3 yıl agoAnafartalar Kumandanı Mustafa Kemal ile Mülakat [Görüşme] (1)
Maarifimizde İstikamet3 yıl agoAİLE KUCAĞINDA VATAN TERBİYESİ
Türk Tarihi3 yıl ago6 EKİM İSTANBUL’UN KURTULUŞ GÜNÜ
Türk İstiklâl Mücadelesi3 yıl agoLOZAN BARIŞ ANTLAŞMASI
Tarihi Toplantılar3 yıl agoİSTİKLÂL MARŞI’NIN YAZILIŞI ve MİLLÎ MARŞ OLARAK KABULÜ
Türk Tarihi3 yıl agoKIZI FERİDE HANIMEFENDİ İLE DAMADI MUHİDDİN AKÇOR, İSTİKLÂL MARŞI ŞAİRİMİZİ ANLATIYOR…
Türk Tarihi3 yıl agoCABER KALESİ [TÜRK MEZARI (MEZAR-I TÜRK)]
Türk İstiklâl Mücadelesi3 yıl agoMustafa Kemal Paşa’nın Sivas Kongresi’ni Açış Konuşması (4 Eylül 1919)















