30 AĞUSTOS HATIRALARI
GAZİ MUSTAFA KEMAL 30 AĞUSTOS ZAFERİNİN KISA BİR HİKAYESİNİ ANLATIYOR (*)
—***—
TÜRK’ÜN ZAFERLER AYI AĞUSTOS
Türk; bu ayda zaferler kazanmış ve tarihe zaferler yazmıştır. Ağustos ayının her bir gününde zafer kazanmış ve tarihe zaferler yazmış bir milletin evladı olmakla iftihar etmek her Türk’ün hakkıdır.
26 Ağustos 1071 Malazgirt Meydan Muharebesi (949. yıldönümü), 23 Ağustos-13 Eylül 1921 Sakarya Meydan Muharebesi (99. Yıldönümü), 30 Ağustos 1922 Başkomutanlık Meydan Muharebesi (98. yıldönümü) ve zaferleri kutlu olsun. Zaferleri kutlama zevk ve mutluluğunu yaşarken mağlubiyetlerimizden ders ve ibret almak unutulmamalıdır.
Türk milletinin dünü-bugünü ve yarınında tarihe imza atan başta Mareşal Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK olmak üzere Türk devlet ve siyasetine varlıklarıyla hizmet etmiş kişiler ile aziz şehitlerimizi rahmet ve minnetle anar; gazilerimize sağlık ve mutluluklar dilerim.
—***—
(30 Ağustos 1924’te, Dumlupınar’da Meçhul Asker Abidesinin esas vazı merasimi Gazi Mustafa Kemal Paşanın huzurları ile yapılmış, merasimde hükumet ve ordu erkanı, askeri kıtalar ve on binlerce halk hazır bulunmuştur. Erkanı Harbiyei Umumiye Reisi Fevzi Paşanın Başkumandanlık Harbinin askeri safhalarını anlatan nutkundan sonra, Gazi Mustafa Kemal kürsüye geçmiştir. Zaferin kısa bir hikayesini yaptıktan sonra onun siyasi ehemmiyeti ve neticesi üzerinde durmuştur. Bu zafer, ayaklanan bir milletin ilk hedefi idi. Bundan sonraki hedefler ne olacaktır? Gazi Mustafa Kemal onları anlatmış ve sözlerini Türk gençliğini muhatap yaparak bitirmiştir.)
Şimdi Gazi Mustafa Kemal’i dinleyelim:
Efendiler,
Erkanı Harbiyei Umumiye Reisi Fevzi Paşa Hazretlerinin verdiği kıymetli izahatla burada hazır bulunanlar “Afyonkarahisar-Dumlupınar Meydan Muharebesi”nin ve neticei katiye veren “30 Ağustos Muharebesi”nin sureti cereyanı hakkında bir fikri icmali edinmişlerdir. Beş gün bilafasıla geceli gündüzlü devam eden en büyük meydan muharebesinin mahiyeti hakikiyesi bugün verilen tafsilattan ziyade, yarın tarihin hükümleri, erbabı tetebbuun tetkik ve muhakemeleri okunduğu zaman daha bariz, daha şümullü bir surette anlaşılacaktır. Beni, milletim, Türk milleti, emniyet ve itimadına layık görerek bu harekatın başında bulundurdu. Bu vazife ve memuriyetimin mesut hatırasını milletime karşı daima en derin minnettarlıkla mütehassıs olarak haz ile iftihar ile muhafaza ediyorum. Vazifelerini milletin arzuyu vicdaniyesine, ihtiyacı hakikisine, yalnız onun iradei aliyesine tevfikan yapmış olanlara mahsus bir istirahati vicdan ile bugün muvacehenizde bulunurken hissettiğim bahtiyarlığı ifade edemem.
30 Ağustos günü saat 2’de…
Efendiler, tıpkı bugün gibi 1922 senesi Ağustos’unun 30’uncu günü saat ikide, şimdi hep beraber bulunduğumuz bu noktaya gelmiştim. Bu üzerinde bulunduğumuz sırtlarda, kahraman Onbirinci Fırkamız, şu karşıki tepelerde muharebeye mecbur edilen düşman kuvayı asliyesine taarruz için yayılarak ilerlemekte bulunuyordu. Şu gördüğümüz Çal köyü alevler ve dumanlar içinde yanıyordu. Beni buraya kadar getiren saikin ne olduğunu izah için hatırladığım bir iki noktayı burada tekrar edeceğim.
29/30 Ağustos gecesi sabaha karşı Garp Cephesi Harekât Şubesi Müdürü Tevfik Bey, bermutat o saate kadar muhtelif karargahlardan ve her taraftan gelen raporlara göre harita üzerinden tespit ve işaret ettiği vaziyeti umumiyeyi Cephe Kumandanı İsmet Paşaya göstermiş ve o da derhal “Paşaya göster” emriyle Tevfik Beyi yanıma göndermişti. Karahisar’da Belediye dairesinde bana tahsis olunan odada yatmakta idim. Beni uyandıran Tevfik Beyin gösterdiği haritaya baktım. Hemen yataktan fırladım.
Ordularımız düşmanı sarmıştı
Arkadaşlar, haritada gördüğüm şey şu idi, ki ordularımız düşman kuvayi mühimmesini şimalden, cenuptan, garptan ihataya müsait bir vaziyet almış bulunuyorlardı. Şu hâlde tasavvur ettiğimiz ve azami netayiç temin edeceğini ümit eylediğimiz vaziyetler tahakkuk ediyordu.
“-Derhal Fevzi ve İsmet Paşaları çağırınız!” dedim. Üçümüz toplandık, vaziyeti bir daha mütalaa ettik ve katiyetle hükmettik ki, Türk’ün hakiki halas güneşi 30 Ağustos sabahı ufuktan bütün şaşaasıyla tulu edecektir. Bu karara göre ordulara yeni emir ve talimatlar yazıldı (saat 6,30). Fakat vaziyet o kadar mühim, o kadar sürat ve şiddet talep ediyordu ki, bu tahriri emirlerle iktifa etmek muvafıkı ihtiyat olamazdı. Onun için Fevzi Paşa Hazretlerinden, bizzat Altınbaş ve cenubundan hareket eden İkinci Ordumuzun ve bunun daha garbında bulunan Süvari Kolordumuzun nezdine giderek tasavvurumuza göre harekâtı tanzim buyurmasını kendilerine rica ettim.
Birinci Ordu karargahında
Dördüncü Kolordusu ile istihdaf ettiğimiz düşman kısmı küllisini cenuptan takip eden Birinci Ordu Karargahına da ben bizzat gidecektim. İsmet Paşanın karargâhta kalıp vaziyeti umumiyeyi idare etmesini münasip gördüm. Fevzi Paşa Hazretleri şimale hareket ederken, ben de otomobille şimendifer güzergahını takiben garba hareket ettim. Akçaşar’da Birinci Ordu Karargahına saat 9’dan evvel idi ki vasıl olmuştum. Ordu kumandanına bir taraftan cephenin tahriri emri tevdi olunurken, ben de kendisine şifahen vaziyeti izah ettim ve Dördüncü Kolordunun tekmil fırkalarıyla ve sürat ve şiddetle işte bu köyün, Çal köyünün garbındaki düşman kısmı küllisini ihata edecek surette muharebeye mecbur etmesini emrettim. Ve ilave ettim ki:
“-Düşman ordusu behemehal imha olunacaktır.” Ordu Kumandanı benim yanımda telefonla Kolordu Komutanı Kemalettin Sami Paşayı buldu. Benim oraya geldiğimi ve emrimin ne olduğunu tebliğ etti. Bir müddet bu karargâhta kaldım. Mütemadiyen gelen muhtelif rütbedeki esir zabitanla görüştüm. Bunlardan biri erkanıharp zabiti idi. Zavallı verdiği malumat meyanında istemeyerek Başkumandan vazifesini alan General Trikopis’in ve İkinci Kolordu Kumandanı General Digenis’in de bizim çevirmek istediğimiz çemberin içinde bulunduğunu ifade etmiş oldu. Derhal yanımda bulunan Ordu Kumandanına:
“-Kemalettin Paşayı bulunuz. Bizzat Trikopis’le beraber bütün düşman generallerini behemehal esir etmelerini söyleyiniz” dedim. Bu emir derakap telefonla tebliğ olundu. Zavallı esir zabit benim bu emrimi işitir işitmez ikram ettiğim çayı içemeyerek büyük bir baygınlık geçirdi. Daha fazla bu ordu karargahında kalamazdım. Muharebe vaziyetini gözümle görmek benim için mukavemetsiz bir ihtiyaç oldu. Ordu Kumandanını da beraber alarak Dördüncü Kolordu Kumandanının tarassut için bulunduğu şu istikametteki bir tepeye geldik (Arpalık civarında).
Daha ileriye, ateş yerine…
Çal köyü garbında ve şimalinde patlayan topların tarrakalarını işitiyordum. Oradan vaziyeti dürbün ile tetkike uğraşmak bana sıkıntılı geldi. Daha ileriye, ateş yerine gitmek için kat’i bir lüzum ve ihtiyaç hissediyordum ve bu noktayı, şimdi üzerinde bulunduğumuz bu tepeyi gösterdim. Oraya gitmek lazımdı ve buyurun gidelim dedim. Otomobillere atladık, bu tepeye gelen yola dahil olduk. Ara sıra güzergahımızın soluna düşman mermileri düşüyordu. Dördüncü Kolordunun fırkaları şarktan garba güzergahımızı kat ederek seri hatvelerle ilerliyorlardı. Biraz evvel dediğim gibi saat ikide şuraya çıkmış bulunuyorduk.
Düşman kuvvetlerini gündüz gözüyle tamamen ihata etmek ve düşmanın muannidane müdafaa ettiği muharebe mevzilerine süngü hücumlarıyla dahil olarak neticei kat’iye almak elzemdi. Bunun için bütün kıtaatın azami fedakarlıkla ilerlemesini ve bütün bataryalarımızın, hatta mesturiyete bakmaksızın, ateş mevzilerine girip düşman mevzilerini sarsmasının istiyordum. Yanımdaki kumandanlar bu noktayı nazarlarımı anlar anlamaz derhal ve en asabi bir suretle faaliyete geçtiler. Maatteessüf şimdi ismini hatırlayamadığım, yanımda bulunan bir süvari zabitine birkaç kelime not ettirerek düşman mevzilerini şimalden saran İkinci Orduya gönderdim. Ve şifahen burada benden işittiklerini onlara da söylemesini emrettim. Bu zabit vazifesini yapmış ve birkaç saat sonra yanıma gelerek malumat da vermişti.
Onbirinci Fırkanın kahraman kumandanı Derviş Bey bizzat ileriye atılarak bütün kuvvetiyle düşman mevziine ilerliyordu. Kolordu Kumandanı Kemalettin Paşa, cenuptan ve garptan düşmana saldırdığı diğer fırkalarına yeniden yeniye teşdit ve tesrii harekât için emirlerini isal ediyordu. İkinci Ordunun Onaltıncı ve Altmışbeşinci fırkaları düşmanla ciddi muharebeye girişiyorlar, diğer fırkaları da ihata dairesini darlaştırıyorlardı. Bunları görüyordum. Süvari Kolumuzun daha garptan düşmanın arkasını kesmek üzere bulunduğunu bana haber getiren süvari zabiti söylemişti.
Ateşli, kanlı, ölümlü bir kıyamet kopmak üzere idi
Arkadaşlar! Saat ilerledikçe gözlerimin önünde inkişaf eden manzara şu idi: Düşman başkumandanının şu karşıki tepede son gayretiyle çırpındığını görüyor gibiydim. Bütün düşman mevzilerinde büyük bir heyecan ve helecan vardı. Artık toplarının, tüfeklerinin ve mitralyözlerinin ateşlerinde sanki öldürücü hassa kalmamıştı. Bu ovadan, şimalden ve cenuptan birbirini velyeden avcı hatlarımızın, gurubu yaklaşan güneşin son şuaatiyle parlayan süngüleri her an daha ileride görülüyordu. Düşman mevaziini saran bir daire üzerinde mevzi almış olan bataryalarımızın fasılasız ve amansız ateşleri düşman mevziini, içinde barınılmaz bir cehennem haline getiriyordu. Güneş mağribe yaklaştıkça ateşli, kanlı ve ölümlü bir kıyametin kopmak üzere olduğu bütün ruhlarda hissolunuyordu.
Bir an önce cihanda büyük bir inhidam olacaktı. Ve beklediğimiz halas güneşinin tulu edebilmesi için bu inhidam lazımdı. Zulmetler içinde bu inhidam vuku bulmalı idi. Hakikaten semanın karardığı bir dakikada Türk süngüleri düşman dolu o sırtlara hücum ettiler. Artık karşımda bir ordu, bir kuvvet kalmamıştı. Kamilen mahvolmuş perişan bir bakiyetüssüyuf kitlesi bulunuyordu. Kendilerinin dediği gibi pürhavf ve lerzan, bişekil bir kitle, acaip bir halita halinde firar için fürce arıyordu. Artık gecenin koyulaşan zulmeti neticeyi gözle görmek için güneşin tekrar şarktan tuluuna intizarı zaruri kılıyordu.
31 Ağustos sabahı manzara
Efendiler, ertesi günü tekrar bu muharebe meydanını dolaştığım zaman, ordumuzun ihraz ettiği zaferin azameti ve buna mukabil hasım ordunun duçar edildiği felaketin dehşeti beni çok mütehassis etti. O karşıki sırtların gerisindeki bütün vadiler, derler, bütün mahfuz ve mestur yerler bırakılmış toplarla, otomobillerle ve namütenahi teçhizat ve malzeme ile bütün bu metrukatın aralarında yığınlar teşkil eden ölüler, toplanıp karargahlarımıza sevk olunmakta, bulunan sürü sürü esir kafileleri hakikaten bir mahşeri andırıyordu. Bu dar ateş ve savlet çemberinden bugün için kurtulabilenler birkaç bin kişilik bakiyetüssüyuftan ibaret idi. Fakat onlar daha büyük Türk çemberi içinden çıkmaya muvaffak olamayarak başlarında Başkumandanları olduğu halde beyaz bayrak çekmeye mecbur olmuşlardı.
Artık durmadan İzmir’e yürüyecektik
Efendiler, Ağustos’un otuz birinci günü takriben zevalde idi ki, yine bu Çal köyünde, yıkık bir evin avlusu içinde İsmet Paşa ve Fevzi Paşa ile buluştuk. Kırık kağnı arabalarının döşeme ve oklarına ilişerek bundan sonraki vaziyeti mütalaa ettik. Kazandığımız meydan muharebesinin bütün seferi hitama erdirebilecek bir azamet ve ehemmiyette olduğundan ittifak ettik. Şimdi Bursa istikametinde çekilen düşman kuvvetlerini mahvetmekle beraber bütün orduyu asli ile bilaaram İzmir’e yürüyecektik.
Meydan muharebesi milletlerin çarpışması demektir
Efendiler, bugünden sonra İzmir’de “Akdeniz”i, Mudanya’da “Marmara”yı görmek için 8-9 günlük bir zaman kâfi gelmiştir. Fakat hatırlatmalıyım ki, bugün bu üzerinde bulunduğumuz tepeye, bu yanık Çal köyüne gelebilmek için yalnız Sakarya’dan itibaren sarf ettiğimiz zaman tam bir senedir. Fakat bu tespit ettiğimiz zaferi ihraz edebilmek için bir seneyi çok bulmazsınız zannederim. Çünkü efendiler, harp, muharebe, nihayet meydan muharebesi yalnız karşı karşıya gelen iki ordunun çarpışması değildir. Milletlerin çarpışmasıdır. Meydan muharebesi milletlerin bütün mevcudiyetleriyle ilim ve fen sahasındaki seviyeleriyle ahlaklarıyla hülasa bütün maddi ve manevi kudret ve faziletleriyle ve her türlü vasıtalarla çarpıştığı bir imtihan sahasıdır. Bu sahada, çarpışan milletlerin hakiki kuvvet ve kıymetleri ölçülür. Netice yalnız kuvveti cismaniyenin değil, bütün kuvvetlerin, bilhassa ahlaki ve harsi kuvvetin tefevvukunu mertebei sübuta vardırır. Bu sebeple meydan muharebesinde yenilen taraf milletçe ve memleketçe, bütün mevcudiyeti maddiye ve maneviyesiyle mağlup edilmiş sayılır. Böyle bir akibetin ne kadar feci olabileceğini tahmin edersiniz. Mahvü izmihlal yalnız cidal sahasında bulunan orduya münhasır kalmaz. Asıl ordunun mensup olduğu millet feci akıbetlere uğrar. Tarih, başlarındaki tacidarların, haris politikacıların bir takım hayali emellerle, vasıtası mevkiine düşen müstevli orduların, müstevli milletlerin uğradığı bu nevi feci akıbetlerle malamaldir.
Efendiler, Türk vatanını fethetmek fikrini, Türk’ü esir etmek hayalini umumi, maaşeri bir fikir haline koymaya çalışanların layık oldukları akıbetten kurtulamamış olduklarını gözlerimizle gördük.
Efendiler, kendilerine bir milletin talihi tevdi olunan adamlar, milletin kuvvet ve kudretini yalnız ve ancak yine milletin hakiki ve kabili istihsal menfaatleri yolunda kullanmakla mükellef olduklarını bir an hatırlarından çıkarmamalıdırlar. Bu adamlar düşünmelidirler ki, bir memleketi zapt ve işgal etmek o memleketlerin sahiplerine hâkim olmak için kâfi değildir. Bir milletin ruhu zapt olunmadıkça, bir milletin azim ve iradesi kırılmadıkça, o millete hâkim olmanın imkânı yoktur. Halbuki asırların mevludu olan bir ruhu milliye, kavi ve daimim bir iradei millîyeye hiçbir kuvvet mukavemet edemez.
Mahkûm olmak istemeyen bir milleti, tahtı esaretinde tutmaya muktedir olacak kadar kuvvetli müstebitler artık bu dünya yüzünde kalmamıştır. Türk milleti son mücadelatiyle bilhassa burada izhar etiği zaferle izhar ettiği azim ve irade ile malum olan bu hakayıkı bir defa daha sinei tarihe çelik kalemle hakketmiş bulunuyor.
Türk tarihinin dönüm noktası
Efendiler, Afyonkarahisar-Dumlupınar Meydan Muharebesi ve onun en son safhası olan bu 30 Ağustos Muharebesi Türk tarihinin en mühim bir noktasını teşkil eder. Tarihi millimiz çok büyük ve çok parlak zaferlerle doludur. Fakat Türk milletinin burada ihraz ettiği zafer neticei katiyeli ve bütün tarihe, yalnız bizim tarihimize değil, cihan tarihine yeni cereyan vermekte kati tesirli bir muharebesi hatırlamıyorum.
Hiç şüphe etmemelidir ki yeni Türk devletinin, genç Türk Cumhuriyetinin temeli burada tarsin olundu. Hayatı ebediyesi burada tetviç olundu. Bu sahada akan Türk kanları, bu semada pervaz eden şehit ruhları devlet ve cumhuriyetimizin ebedi muhafızlarıdır. Burada esasını vazettiğimiz “Şehit Asker” abidesi işte o ruhları, o ruhlarla beraber gazi arkadaşlarını, fedakâr ve kahraman Türk milletini temsil edecektir. Bu abide, Türk vatanına göz dikeceklere Türk’ün 30 Ağustos günündeki ateşini, süngüsünü, savletini, kudret ve iradesindeki şiddeti hatırlatacaktır.
Efendiler, bu muazzam zaferin muhtelif amilleri fevkinde en mühimi ve aslisi Türk milletinin bilakaydüşart hakimiyetini eline almış olmasıdır. Bu hadisenin tarihimizde ve bütün cihanda ne büyük ne feyizli bir inkılap olduğunu izaha lüzum görmem. Milletimizin uzun asırlardan beri hanlar, hakanlar, sultanlar, halifeler elinde, onların tahakküm ve istibdadı altında ne kadar ezildiğini, onların hırslarını temin yolunda ne kadar büyük felaketlere ve zararlara uğradığını düşünürsek, milletimizin hakimiyetini eline almış olması hadisesinin bütün azamet ve ehemmiyeti nazarlarımızda tecelli eder. Gerçi büyük zaferin ferdasına kadar İstanbul’da halife ve sultan namı altında bir şahıs ve onun işgal ettiği hilafet ve saltanat unvanıyla bir makam vardı. Fakat bu zaferden sonra millet o makamları ve makam sahiplerini layık olduğu akıbete isal etti.
Milli hakimiyet öyle bir nurdur ki…
Efendiler, hakimiyeti milliye öyle bir nurdur ki onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar yanar, mahvolur. Milletlerin esareti üzerine kurulmuş müesseseler her tarafta yıkılmaya mahkumdurlar. Avrupa’nın ortasından ta Şark’ın öbür ucundaki binlerce senelik memleketlere bakacak olursak, Osmanlı İmparatorluğunun istihkak ettiği talihi daha güzel anlayabiliriz.
Arkadaşlar, sarayların içinde Türk’ten gayri unsurlara istinat ederek düşmanlarla ittifak ederek Anadolu’nun, Türklüğün aleyhine yürüyen çürümüş gölge adamlarının Türk vatanından tard, düşmanların denize dökülmesinden daha rehakar bir harekettir. Türk milletini mübarek vediai ecdat olan bu topraklarda tam manasıyla efendi olarak yaşaması ancak o fuzulibimana olduktan başka, mevcudiyetleri mahzı zarar ve felaket olan makamların bertaraf edilmesiyle mümkün olabilirdi.
Efendiler, onlar yüzünden Türk vatanının ve Türk milletinin geçirdiği kederleri, elemleri hissetmemiş bir ferdimiz yoktur. Bu kadar matemler ve felaketler geçirdikten sonra elbette Türk öğrenmiştir ki, vatanı yeniden yapmak ve orada mesut ve hür yaşayabilmek için behemehal hakimiyetine sahip olmak ve Cumhuriyet bayrağı altında bütün evlatlarını toplu ve dikkatli bulundurmak lazımdır.
Efendiler, asırlardan beri inleyerek feryat eden, fakat müstebitlerin, muğfillerin, cahillerin vücuda getirdikleri manialarla canhıraş sedasını milletin kulağına isma edemeyen zavallı vatan, bugün diyor ki can kulağınızı harap olmuş, sinesinde en derin ıstıraplar duymuş validenizin samimi hitabına daima açık bulundurunuz.
Efendiler, Asya’da, Avrupa’da, Afrika’da hükümran olmak kudret ve kabiliyetini göstermiş olan ecdadımız vaktinde bu sedayı işitmekten menedilmemiş olsalardı, Türk camiasının, Türk mefkuresinin, Türk menafiinin mahfuz ve feyizdar olacağı anavatanı bugünkü şekli harabisinde mi tevarüs ederdik?
Efendiler, artık vatan imar istiyor, zenginlik ve refah istiyor. Şeref, namus, istiklal, hakiki varlık, vatanın bu taleplerini tamamen ve serian yerine getirmek için esaslı ve ciddi bir surette çalışmayı emreder.
Efendiler, asırlardan beri Türkiye’yi idare edenler çok şeyler düşünmüşlerdir; fakat yalnız bir şeyi düşünmemişlerdir: Türkiye’yi. Bu düşüncesizlik yüzünden Türk vatanının, Türk milletinin duçar olduğu zararları ancak bir tarzda telafi edebiliriz: O da artık Türkiye’de Türkiye’den başka bir şey düşünmemek. Ancak bu zihniyetle hareket ederek her türlü selamet ve saadet hedeflerine vasıl olabiliriz.
Bu zafer, hakimiyeti eline alan milletin ilk hedefi idi!
Efendiler, bizim milletim i vatanı için, hürriyet ve hakimiyeti için fedakâr bir halktır; bunu ispat etti. Milletimiz yaptığı inkılabatın kıskanç müdafiidir de. Benliğinde bu faziletler yerleşmiş bir milleti, yürümekte olduğu doğru yoldan, hiç kimse, hiçbir kuvvet alıkoyamaz.
Efendiler, milletimiz hakimiyetini eline aldığı gün, bilmeyen kalmamıştır, en karanlık felaketlerin, en derin uçurumu kenarında bulunuyordu. Kuvvvei maddiyesi yıpratılmış, vesaiti müdafaası gasp olunmuş, maneviyatı, mukaddesatı duçarı tecavüz olmuş elim bir vaziyette bulunuyordu. Bütün bunlara rağmen mevcudiyetini ve istiklalini kurtarmaya karar verdi. Bu kararında muvaffak olabilmek için bütün milletin kendine bir hedef ve hareket tespit etmesi lazım geliyordu. Bütün milletin, o hedef üzerinde behemehal muvaffak olmayı gayei emel telakki etmesi icap ediyordu. Millet bütün mevcudiyetiyle bütün fedakarlığıyla bütün imanıyla o hedefe beraber yürüsün ve behemehal muvaffak olsun lazımdı. Efendiler, o hedef burası idi. Gayei emel olan muvaffakiyet burada ihraz olunan zafer idi.
Efendiler, milletimiz bundan sonraki mesaisinde de muvaffak olabilmek için, milli hedefini bütün vuzuh ve katiyetle, tekmil vatandaşların nazarında ve vicdanında bütün parlaklığıyla tespit etmiş bulunuyor. İsterseniz benim burada hedef dediğim şeyi, siz milletin mefkuresi tesmiye ediniz. Fakat bu unvanı verirken dikkat ediniz ki, hayali bir manaya kendimizi kaptırmayalım.
Yeni hedef: Medeni seviyemizi yükseltmek
Efendiler, milletimizin hedefi, milletimizin mefkuresi bütün cihanda tam manasıyla medeni bir heyeti içtimaiye olmaktır. Bilirsiniz ki, dünyada her kavmin mevcudiyeti, kıymeti, hakkı hürriyet ve istiklali, malik olduğu ve yapacağı medeni eserlerle mütenasiptir. Medeni eser vücuda getirmek kabiliyetinden mahrum olan kavimler, hürriyet ve istiklallerinden tecrit olunmaya mahkumdurlar. Tarihi beşeriyet baştan başa bu dediğimi teyit etmektedir. Medeniyet yolunda yürümek ve muvaffak olmak, şartı hayattır. Bu yol üzerinde tevakkuf veyahut bu yol üzerinde ileri değil geriye bakmak cehil ve gafletinde bulunanlar, medeniyeti umumiyenin huruşan seli altında boğulmaya mahkumdurlar.
Efendiler, medeniyet yolunda muvaffakiyet teceddüde varestedir. İçtimai hayatta, iktisadi hayatta, ilim ve fen sahasında muvaffak olmak için yegâne tekâmül ve terakki yolu budur. Hayat ve maişete hâkim olan ahkamın, zaman ile tagayyür, tekâmül ve teceddüdü zaruridir. Medeniyetin ihtiraları, fennin harikaları, cihanı tahavvülden tahavvüle duçar ettiği bir devirde, asırlık köhne zihniyetle, maziperestlikle muhafazai mevcudiyet mümkün değildir. Medeniyetten bahsederken şunu da katiyetle beyan etmeliyim ki, medeniyetin esası, terakki ve kuvvetin temeli, aile hayatındadır. Bu hayatta fenalık, muhakkak içtimai, iktisadi, siyasi aczi mucip olur. Aileyi teşkil eden kadın ve erkek unsurların hukuku tabiyelerine malik olmaları, aile vazifelerini idareye muktedir bulunmaları lazımedendir.
İktisaden yükselmeye çalışmalıyız
Efendiler, milletimiz burada tespit ettiğimiz büyük zaferden daha mühim bir vazife peşindedir. O zaferin idraki milletimizin iktisat sahasındaki muvaffakiyetleriyle mümkün olacaktır. Bilirsiniz ki iktisaden zayıf bir bünye fakrü sefaletten kurtulamaz; kuvvetli bir medeniyete, refah ve saadete kavuşamaz; içtimai ve siyasi felaketlerden yakasını kurtaramaz. Memleketin idaresindeki muvaffakiyet ve iktisadiyatındaki müktesebat derecesiyle mütenasip olur. Hiçbir medeni devlet yoktur ki, ordu ve donanmasından evvel iktisadını düşünmüş olmasın. Memleket ve istiklal müdafaası için vücudu lazım olan bütün kuvvetler ve vasıtalar iktisadiyatın inbisat ve inkişafıyla mükemmel olabilir.
Milletimizin muttasıf olduğu kuvvetli seciye, sarsılmaz irade, ateşin milliyetperverlik iktisadi muvaffakiyetten nebean edecek feyizlerle de layık olduğu derecede takviye olunmak zaruridir. Asır mübarezesinde milletimizi muvaffak edecek bir iktisadi hayat teminini istihdaf eden umumi maarif ve terbiye sistemlerimiz, her gün daha çok esaslaşacak ve elbette muvaffak olacaktır.
Efendiler, artık bugün hayat ve insaniyet icapları bütün hakikatiyle tecelli etmiştir. Bunlara mugayir olan rivayetler, ahlak ve imana esas olamaz. Hakikat tecelli edince kizp ortadan kalkar. Safsatalar, hurafeler kafalardan çıkmalıdır. Her türlü teali ve tekemmüle müsteit olan milletimizin içtimai ve fikri inkılap hatvelerini kısaltmak isteyen maniler behemehal bertaraf edilmelidir.
Gençlere hitap
Efendiler, son sözlerimi münhasıran memleketimizin gençliğine tevdi etmek istiyorum.
Gençler!
Cesaretimizi takviye ve idame eden sizsiniz. Siz almakta olduğunuz terbiye ve irfan ile insanlık meziyetinin, vatan muhabbetinin, fikir hürriyetinin en kıymetli timsali olacaksınız.
Ey yükselen yeni nesil! İstikbal sizindir. Cumhuriyeti biz tesis ettik; onu ila ve idame edecek sizsiniz.
Arkadaşlar, bu gaza ve şehadet diyarını terk ederken “Şehit Asker”i hep beraber hürmet ve tazimle selamlayalım.
KAYNAKLAR:
(*) 30 Ağustos Hatıraları, Sel Yayınları, s. 4-18
Hakimiyet-i Milliye, 31 Ağustos 1925, No:1514, “Büyük Zafer ve Kurtuluş Günü Başkumandanlık Meydan Muharebesi” s. 1, sütun: 5-6