Connect with us

Türk İstiklâl Mücadelesi

30 AĞUSTOS HATIRALARI

Published

on

30 AĞUSTOS HATIRALARI

GAZİ MUSTAFA KEMAL 30 AĞUSTOS ZAFERİNİN KISA BİR HİKAYESİNİ ANLATIYOR (*)

—***—

TÜRK’ÜN ZAFERLER AYI AĞUSTOS

Türk; bu ayda zaferler kazanmış ve tarihe zaferler yazmıştır. Ağustos ayının her bir gününde zafer kazanmış ve tarihe zaferler yazmış bir milletin evladı olmakla iftihar etmek her Türk’ün hakkıdır.

26 Ağustos 1071 Malazgirt Meydan Muharebesi (949. yıldönümü), 23 Ağustos-13 Eylül 1921 Sakarya Meydan Muharebesi (99. Yıldönümü), 30 Ağustos 1922 Başkomutanlık Meydan Muharebesi (98. yıldönümü) ve zaferleri kutlu olsun. Zaferleri kutlama zevk ve mutluluğunu yaşarken mağlubiyetlerimizden ders ve ibret almak unutulmamalıdır.

Türk milletinin dünü-bugünü ve yarınında tarihe imza atan başta Mareşal Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK olmak üzere Türk devlet ve siyasetine varlıklarıyla hizmet etmiş kişiler ile aziz şehitlerimizi rahmet ve minnetle anar; gazilerimize sağlık ve mutluluklar dilerim.

—***—

(30 Ağustos 1924’te, Dumlupınar’da Meçhul Asker Abidesinin esas vazı merasimi Gazi Mustafa Kemal Paşanın huzurları ile yapılmış, merasimde hükumet ve ordu erkanı, askeri kıtalar ve on binlerce halk hazır bulunmuştur. Erkanı Harbiyei Umumiye Reisi Fevzi Paşanın Başkumandanlık Harbinin askeri safhalarını anlatan nutkundan sonra, Gazi Mustafa Kemal kürsüye geçmiştir. Zaferin kısa bir hikayesini yaptıktan sonra onun siyasi ehemmiyeti ve neticesi üzerinde durmuştur. Bu zafer, ayaklanan bir milletin ilk hedefi idi. Bundan sonraki hedefler ne olacaktır? Gazi Mustafa Kemal onları anlatmış ve sözlerini Türk gençliğini muhatap yaparak bitirmiştir.)

Şimdi Gazi Mustafa Kemal’i dinleyelim:

Efendiler,

Erkanı Harbiyei Umumiye Reisi Fevzi Paşa Hazretlerinin verdiği kıymetli izahatla burada hazır bulunanlar “Afyonkarahisar-Dumlupınar Meydan Muharebesi”nin ve neticei katiye veren “30 Ağustos Muharebesinin sureti cereyanı hakkında bir fikri icmali edinmişlerdir. Beş gün bilafasıla geceli gündüzlü devam eden en büyük meydan muharebesinin mahiyeti hakikiyesi bugün verilen tafsilattan ziyade, yarın tarihin hükümleri, erbabı tetebbuun tetkik ve muhakemeleri okunduğu zaman daha bariz, daha şümullü bir surette anlaşılacaktır. Beni, milletim, Türk milleti, emniyet ve itimadına layık görerek bu harekatın başında bulundurdu. Bu vazife ve memuriyetimin mesut hatırasını milletime karşı daima en derin minnettarlıkla mütehassıs olarak haz ile iftihar ile muhafaza ediyorum. Vazifelerini milletin arzuyu vicdaniyesine, ihtiyacı hakikisine, yalnız onun iradei aliyesine tevfikan yapmış olanlara mahsus bir istirahati vicdan ile bugün muvacehenizde bulunurken hissettiğim bahtiyarlığı ifade edemem.

30 Ağustos günü saat 2de

Efendiler, tıpkı bugün gibi 1922 senesi Ağustos’unun 30’uncu günü saat ikide, şimdi hep beraber bulunduğumuz bu noktaya gelmiştim. Bu üzerinde bulunduğumuz sırtlarda, kahraman Onbirinci Fırkamız, şu karşıki tepelerde muharebeye mecbur edilen düşman kuvayı asliyesine taarruz için yayılarak ilerlemekte bulunuyordu. Şu gördüğümüz Çal köyü alevler ve dumanlar içinde yanıyordu. Beni buraya kadar getiren saikin ne olduğunu izah için hatırladığım bir iki noktayı burada tekrar edeceğim.

29/30 Ağustos gecesi sabaha karşı Garp Cephesi Harekât Şubesi Müdürü Tevfik Bey, bermutat o saate kadar muhtelif karargahlardan ve her taraftan gelen raporlara göre harita üzerinden tespit ve işaret ettiği vaziyeti umumiyeyi Cephe Kumandanı İsmet Paşaya göstermiş ve o da derhal “Paşaya göster” emriyle Tevfik Beyi yanıma göndermişti. Karahisar’da Belediye dairesinde bana tahsis olunan odada yatmakta idim. Beni uyandıran Tevfik Beyin gösterdiği haritaya baktım. Hemen yataktan fırladım.

Ordularımız düşmanı sarmıştı

Arkadaşlar, haritada gördüğüm şey şu idi, ki ordularımız düşman kuvayi mühimmesini şimalden, cenuptan, garptan ihataya müsait bir vaziyet almış bulunuyorlardı. Şu hâlde tasavvur ettiğimiz ve azami netayiç temin edeceğini ümit eylediğimiz vaziyetler tahakkuk ediyordu.

“-Derhal Fevzi ve İsmet Paşaları çağırınız!” dedim. Üçümüz toplandık, vaziyeti bir daha mütalaa ettik ve katiyetle hükmettik ki, Türk’ün hakiki halas güneşi 30 Ağustos sabahı ufuktan bütün şaşaasıyla tulu edecektir. Bu karara göre ordulara yeni emir ve talimatlar yazıldı (saat 6,30). Fakat vaziyet o kadar mühim, o kadar sürat ve şiddet talep ediyordu ki, bu tahriri emirlerle iktifa etmek muvafıkı ihtiyat olamazdı. Onun için Fevzi Paşa Hazretlerinden, bizzat Altınbaş ve cenubundan hareket eden İkinci Ordumuzun ve bunun daha garbında bulunan Süvari Kolordumuzun nezdine giderek tasavvurumuza göre harekâtı tanzim buyurmasını kendilerine rica ettim.

Birinci Ordu karargahında

Dördüncü Kolordusu ile istihdaf ettiğimiz düşman kısmı küllisini cenuptan takip eden Birinci Ordu Karargahına da ben bizzat gidecektim. İsmet Paşanın karargâhta kalıp vaziyeti umumiyeyi idare etmesini münasip gördüm. Fevzi Paşa Hazretleri şimale hareket ederken, ben de otomobille şimendifer güzergahını takiben garba hareket ettim. Akçaşar’da Birinci Ordu Karargahına saat 9’dan evvel idi ki vasıl olmuştum. Ordu kumandanına bir taraftan cephenin tahriri emri tevdi olunurken, ben de kendisine şifahen vaziyeti izah ettim ve Dördüncü Kolordunun tekmil fırkalarıyla ve sürat ve şiddetle işte bu köyün, Çal köyünün garbındaki düşman kısmı küllisini ihata edecek surette muharebeye mecbur etmesini emrettim. Ve ilave ettim ki:

“-şman ordusu behemehal imha olunacaktır.” Ordu Kumandanı benim yanımda telefonla Kolordu Komutanı Kemalettin Sami Paşayı buldu. Benim oraya geldiğimi ve emrimin ne olduğunu tebliğ etti. Bir müddet bu karargâhta kaldım. Mütemadiyen gelen muhtelif rütbedeki esir zabitanla görüştüm. Bunlardan biri erkanıharp zabiti idi. Zavallı verdiği malumat meyanında istemeyerek Başkumandan vazifesini alan General Trikopis’in ve İkinci Kolordu Kumandanı General Digenis’in de bizim çevirmek istediğimiz çemberin içinde bulunduğunu ifade etmiş oldu. Derhal yanımda bulunan Ordu Kumandanına:

“-Kemalettin Paşayı bulunuz. Bizzat Trikopisle beraber bütün düşman generallerini behemehal esir etmelerini söyleyiniz” dedim. Bu emir derakap telefonla tebliğ olundu. Zavallı esir zabit benim bu emrimi işitir işitmez ikram ettiğim çayı içemeyerek büyük bir baygınlık geçirdi. Daha fazla bu ordu karargahında kalamazdım. Muharebe vaziyetini gözümle görmek benim için mukavemetsiz bir ihtiyaç oldu. Ordu Kumandanını da beraber alarak Dördüncü Kolordu Kumandanının tarassut için bulunduğu şu istikametteki bir tepeye geldik (Arpalıcivarında).

Daha ileriye, ateş yerine

Çal köyü garbında ve şimalinde patlayan topların tarrakalarını işitiyordum. Oradan vaziyeti dürbün ile tetkike uğraşmak bana sıkıntılı geldi. Daha ileriye, ateş yerine gitmek için kat’i bir lüzum ve ihtiyaç hissediyordum ve bu noktayı, şimdi üzerinde bulunduğumuz bu tepeyi gösterdim. Oraya gitmek lazımdı ve buyurun gidelim dedim. Otomobillere atladık, bu tepeye gelen yola dahil olduk. Ara sıra güzergahımızın soluna düşman mermileri düşüyordu. Dördüncü Kolordunun fırkaları şarktan garba güzergahımızı kat ederek seri hatvelerle ilerliyorlardı. Biraz evvel dediğim gibi saat ikide şuraya çıkmış bulunuyorduk.

Düşman kuvvetlerini gündüz gözüyle tamamen ihata etmek ve düşmanın muannidane müdafaa ettiği muharebe mevzilerine süngü hücumlarıyla dahil olarak neticei kat’iye almak elzemdi. Bunun için bütün kıtaatın azami fedakarlıkla ilerlemesini ve bütün bataryalarımızın, hatta mesturiyete bakmaksızın, ateş mevzilerine girip düşman mevzilerini sarsmasının istiyordum. Yanımdaki kumandanlar bu noktayı nazarlarımı anlar anlamaz derhal ve en asabi bir suretle faaliyete geçtiler. Maatteessüf şimdi ismini hatırlayamadığım, yanımda bulunan bir süvari zabitine birkaç kelime not ettirerek düşman mevzilerini şimalden saran İkinci Orduya gönderdim. Ve şifahen burada benden işittiklerini onlara da söylemesini emrettim. Bu zabit vazifesini yapmış ve birkaç saat sonra yanıma gelerek malumat da vermişti.

Onbirinci Fırkanın kahraman kumandanı Derviş Bey bizzat ileriye atılarak bütün kuvvetiyle düşman mevziine ilerliyordu. Kolordu Kumandanı Kemalettin Paşa, cenuptan ve garptan düşmana saldırdığı diğer fırkalarına yeniden yeniye teşdit ve tesrii harekât için emirlerini isal ediyordu. İkinci Ordunun Onaltıncı ve Altmışbeşinci fırkaları düşmanla ciddi muharebeye girişiyorlar, diğer fırkaları da ihata dairesini darlaştırıyorlardı. Bunları görüyordum. Süvari Kolumuzun daha garptan düşmanın arkasını kesmek üzere bulunduğunu bana haber getiren süvari zabiti söylemişti.

Ateşli, kanlıölümlü bir kıyamet kopmak üzere idi

Arkadaşlar! Saat ilerledikçe gözlerimin önünde inkişaf eden manzara şu idi: Düşman başkumandanının şu karşıki tepede son gayretiyle çırpındığını görüyor gibiydim. Bütün düşman mevzilerinde büyük bir heyecan ve helecan vardı. Artık toplarının, tüfeklerinin ve mitralyözlerinin ateşlerinde sanki öldürücü hassa kalmamıştı. Bu ovadan, şimalden ve cenuptan birbirini velyeden avcı hatlarımızın, gurubu yaklaşan güneşin son şuaatiyle parlayan süngüleri her an daha ileride görülüyordu. Düşman mevaziini saran bir daire üzerinde mevzi almış olan bataryalarımızın fasılasız ve amansız ateşleri düşman mevziini, içinde barınılmaz bir cehennem haline getiriyordu. Güneş mağribe yaklaştıkça ateşli, kanlı ve ölümlü bir kıyametin kopmak üzere olduğu bütün ruhlarda hissolunuyordu.

Bir an önce cihanda büyük bir inhidam olacaktı. Ve beklediğimiz halas güneşinin tulu edebilmesi için bu inhidam lazımdı. Zulmetler içinde bu inhidam vuku bulmalı idi. Hakikaten semanın karardığı bir dakikada Türk süngüleri düşman dolu o sırtlara hücum ettiler. Artık karşımda bir ordu, bir kuvvet kalmamıştı. Kamilen mahvolmuş perişan bir bakiyetüssüyuf kitlesi bulunuyordu. Kendilerinin dediği gibi pürhavf ve lerzan, bişekil bir kitle, acaip bir halita halinde firar için fürce arıyordu. Artık gecenin koyulaşan zulmeti neticeyi gözle görmek için güneşin tekrar şarktan tuluuna intizarı zaruri kılıyordu.

31 Ağustos sabahı manzara

Efendiler, ertesi günü tekrar bu muharebe meydanını dolaştığım zaman, ordumuzun ihraz ettiği zaferin azameti ve buna mukabil hasım ordunun duçar edildiği felaketin dehşeti beni çok mütehassis etti. O karşıki sırtların gerisindeki bütün vadiler, derler, bütün mahfuz ve mestur yerler bırakılmış toplarla, otomobillerle ve namütenahi teçhizat ve malzeme ile bütün bu metrukatın aralarında yığınlar teşkil eden ölüler, toplanıp karargahlarımıza sevk olunmakta, bulunan sürü sürü esir kafileleri hakikaten bir mahşeri andırıyordu. Bu dar ateş ve savlet çemberinden bugün için kurtulabilenler birkaç bin kişilik bakiyetüssüyuftan ibaret idi. Fakat onlar daha büyük Türk çemberi içinden çıkmaya muvaffak olamayarak başlarında Başkumandanları olduğu halde beyaz bayrak çekmeye mecbur olmuşlardı.

Artık durmadan İzmire yürüyecektik

Efendiler, Ağustos’un otuz birinci günü takriben zevalde idi ki, yine bu Çal köyünde, yıkık bir evin avlusu içinde İsmet Paşa ve Fevzi Paşa ile buluştuk. Kırık kağnı arabalarının döşeme ve oklarına ilişerek bundan sonraki vaziyeti mütalaa ettik. Kazandığımız meydan muharebesinin bütün seferi hitama erdirebilecek bir azamet ve ehemmiyette olduğundan ittifak ettik. Şimdi Bursa istikametinde çekilen düşman kuvvetlerini mahvetmekle beraber bütün orduyu asli ile bilaaram İzmir’e yürüyecektik.

Meydan muharebesi milletlerin çarpışması demektir

Efendiler, bugünden sonra İzmir’de “Akdeniz”i, Mudanya’da “Marmara”yı görmek için 8-9 günlük bir zaman kâfi gelmiştir. Fakat hatırlatmalıyım ki, bugün bu üzerinde bulunduğumuz tepeye, bu yanık Çal köyüne gelebilmek için yalnız Sakarya’dan itibaren sarf ettiğimiz zaman tam bir senedir. Fakat bu tespit ettiğimiz zaferi ihraz edebilmek için bir seneyi çok bulmazsınız zannederim. Çünkü efendiler, harp, muharebe, nihayet meydan muharebesi yalnız karşı karşıya gelen iki ordunun çarpışması değildir. Milletlerin çarpışmasıdır. Meydan muharebesi milletlerin bütün mevcudiyetleriyle ilim ve fen sahasındaki seviyeleriyle ahlaklarıyla hülasa bütün maddi ve manevi kudret ve faziletleriyle ve her türlü vasıtalarla çarpıştığı bir imtihan sahasıdır. Bu sahada, çarpışan milletlerin hakiki kuvvet ve kıymetleri ölçülür. Netice yalnız kuvveti cismaniyenin değil, bütün kuvvetlerin, bilhassa ahlaki ve harsi kuvvetin tefevvukunu mertebei sübuta vardırır. Bu sebeple meydan muharebesinde yenilen taraf milletçe ve memleketçe, bütün mevcudiyeti maddiye ve maneviyesiyle mağlup edilmiş sayılır. Böyle bir akibetin ne kadar feci olabileceğini tahmin edersiniz. Mahvü izmihlal yalnız cidal sahasında bulunan orduya münhasır kalmaz. Asıl ordunun mensup olduğu millet feci akıbetlere uğrar. Tarih, başlarındaki tacidarların, haris politikacıların bir takım hayali emellerle, vasıtası mevkiine düşen müstevli orduların, müstevli milletlerin uğradığı bu nevi feci akıbetlerle malamaldir.

Efendiler, Türk vatanını fethetmek fikrini, Türk’ü esir etmek hayalini umumi, maaşeri bir fikir haline koymaya çalışanların layık oldukları akıbetten kurtulamamış olduklarını gözlerimizle gördük.

Efendiler, kendilerine bir milletin talihi tevdi olunan adamlar, milletin kuvvet ve kudretini yalnız ve ancak yine milletin hakiki ve kabili istihsal menfaatleri yolunda kullanmakla mükellef olduklarını bir an hatırlarından çıkarmamalıdırlar. Bu adamlar düşünmelidirler ki, bir memleketi zapt ve işgal etmek o memleketlerin sahiplerine hâkim olmak için kâfi değildir. Bir milletin ruhu zapt olunmadıkça, bir milletin azim ve iradesi kırılmadıkça, o millete hâkim olmanın imkânı yoktur. Halbuki asırların mevludu olan bir ruhu milliye, kavi ve daimim bir iradei millîyeye hiçbir kuvvet mukavemet edemez.

Mahkûm olmak istemeyen bir milleti, tahtı esaretinde tutmaya muktedir olacak kadar kuvvetli müstebitler artık bu dünya yüzünde kalmamıştır. Türk milleti son mücadelatiyle bilhassa burada izhar etiği zaferle izhar ettiği azim ve irade ile malum olan bu hakayıkı bir defa daha sinei tarihe çelik kalemle hakketmiş bulunuyor.

Türk tarihinin dönüm noktası

Efendiler, Afyonkarahisar-Dumlupınar Meydan Muharebesi ve onun en son safhası olan bu 30 Ağustos Muharebesi Türk tarihinin en mühim bir noktasını teşkil eder. Tarihi millimiz çok büyük ve çok parlak zaferlerle doludur. Fakat Türk milletinin burada ihraz ettiği zafer neticei katiyeli ve bütün tarihe, yalnız bizim tarihimize değil, cihan tarihine yeni cereyan vermekte kati tesirli bir muharebesi hatırlamıyorum.

Hiç şüphe etmemelidir ki yeni Türk devletinin, genç Türk Cumhuriyetinin temeli burada tarsin olundu. Hayatı ebediyesi burada tetviç olundu. Bu sahada akan Türk kanları, bu semada pervaz eden şehit ruhları devlet ve cumhuriyetimizin ebedi muhafızlarıdır. Burada esasını vazettiğimiz “Şehit Asker” abidesi işte o ruhları, o ruhlarla beraber gazi arkadaşlarını, fedakâr ve kahraman Türk milletini temsil edecektir. Bu abide, Türk vatanına göz dikeceklere Türk’ün 30 Ağustos günündeki ateşini, süngüsünü, savletini, kudret ve iradesindeki şiddeti hatırlatacaktır.

Efendiler, bu muazzam zaferin muhtelif amilleri fevkinde en mühimi ve aslisi Türk milletinin bilakaydüşart hakimiyetini eline almış olmasıdır. Bu hadisenin tarihimizde ve bütün cihanda ne büyük ne feyizli bir inkılap olduğunu izaha lüzum görmem. Milletimizin uzun asırlardan beri hanlar, hakanlar, sultanlar, halifeler elinde, onların tahakküm ve istibdadı altında ne kadar ezildiğini, onların hırslarını temin yolunda ne kadar büyük felaketlere ve zararlara uğradığını düşünürsek, milletimizin hakimiyetini eline almış olması hadisesinin bütün azamet ve ehemmiyeti nazarlarımızda tecelli eder. Gerçi büyük zaferin ferdasına kadar İstanbul’da halife ve sultan namı altında bir şahıs ve onun işgal ettiği hilafet ve saltanat unvanıyla bir makam vardı. Fakat bu zaferden sonra millet o makamları ve makam sahiplerini layık olduğu akıbete isal etti.

Milli hakimiyet öyle bir nurdur ki…

Efendiler, hakimiyeti milliye öyle bir nurdur ki onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar yanar, mahvolur. Milletlerin esareti üzerine kurulmuş müesseseler her tarafta yıkılmaya mahkumdurlar. Avrupa’nın ortasından ta Şark’ın öbür ucundaki binlerce senelik memleketlere bakacak olursak, Osmanlı İmparatorluğunun istihkak ettiği talihi daha güzel anlayabiliriz.

Arkadaşlar, sarayların içinde Türk’ten gayri unsurlara istinat ederek düşmanlarla ittifak ederek Anadolu’nun, Türklüğün aleyhine yürüyen çürümüş gölge adamlarının Türk vatanından tard, düşmanların denize dökülmesinden daha rehakar bir harekettir. Türk milletini mübarek vediai ecdat olan bu topraklarda tam manasıyla efendi olarak yaşaması ancak o fuzulibimana olduktan başka, mevcudiyetleri mahzı zarar ve felaket olan makamların bertaraf edilmesiyle mümkün olabilirdi.

Efendiler, onlar yüzünden Türk vatanının ve Türk milletinin geçirdiği kederleri, elemleri hissetmemiş bir ferdimiz yoktur. Bu kadar matemler ve felaketler geçirdikten sonra elbette Türk öğrenmiştir ki, vatanı yeniden yapmak ve orada mesut ve hür yaşayabilmek için behemehal hakimiyetine sahip olmak ve Cumhuriyet bayrağı altında bütün evlatlarını toplu ve dikkatli bulundurmak lazımdır.

Efendiler, asırlardan beri inleyerek feryat eden, fakat müstebitlerin, muğfillerin, cahillerin vücuda getirdikleri manialarla canhıraş sedasını milletin kulağına isma edemeyen zavallı vatan, bugün diyor ki can kulağınızı harap olmuş, sinesinde en derin ıstıraplar duymuş validenizin samimi hitabına daima açık bulundurunuz.

Efendiler, Asya’da, Avrupa’da, Afrika’da hükümran olmak kudret ve kabiliyetini göstermiş olan ecdadımız vaktinde bu sedayı işitmekten menedilmemiş olsalardı, Türk camiasının, Türk mefkuresinin, Türk menafiinin mahfuz ve feyizdar olacağı anavatanı bugünkü şekli harabisinde mi tevarüs ederdik?

Efendiler, artık vatan imar istiyor, zenginlik ve refah istiyor. Şeref, namus, istiklal, hakiki varlık, vatanın bu taleplerini tamamen ve serian yerine getirmek için esaslı ve ciddi bir surette çalışmayı emreder.

Efendiler, asırlardan beri Türkiye’yi idare edenler çok şeyler düşünmüşlerdir; fakat yalnız bir şeyi düşünmemişlerdir: Türkiye’yi. Bu düşüncesizlik yüzünden Türk vatanının, Türk milletinin duçar olduğu zararları ancak bir tarzda telafi edebiliriz: O da artık Türkiye’de Türkiye’den başka bir şey düşünmemek. Ancak bu zihniyetle hareket ederek her türlü selamet ve saadet hedeflerine vasıl olabiliriz.

Bu zafer, hakimiyeti eline alan milletin ilk hedefi idi!

Efendiler, bizim milletim i vatanı için, hürriyet ve hakimiyeti için fedakâr bir halktır; bunu ispat etti. Milletimiz yaptığı inkılabatın kıskanç müdafiidir de. Benliğinde bu faziletler yerleşmiş bir milleti, yürümekte olduğu doğru yoldan, hiç kimse, hiçbir kuvvet alıkoyamaz.

Efendiler, milletimiz hakimiyetini eline aldığı gün, bilmeyen kalmamıştır, en karanlık felaketlerin, en derin uçurumu kenarında bulunuyordu. Kuvvvei maddiyesi yıpratılmış, vesaiti müdafaası gasp olunmuş, maneviyatı, mukaddesatı duçarı tecavüz olmuş elim bir vaziyette bulunuyordu. Bütün bunlara rağmen mevcudiyetini ve istiklalini kurtarmaya karar verdi. Bu kararında muvaffak olabilmek için bütün milletin kendine bir hedef ve hareket tespit etmesi lazım geliyordu. Bütün milletin, o hedef üzerinde behemehal muvaffak olmayı gayei emel telakki etmesi icap ediyordu. Millet bütün mevcudiyetiyle bütün fedakarlığıyla bütün imanıyla o hedefe beraber yürüsün ve behemehal muvaffak olsun lazımdı. Efendiler, o hedef burası idi. Gayei emel olan muvaffakiyet burada ihraz olunan zafer idi.

Efendiler, milletimiz bundan sonraki mesaisinde de muvaffak olabilmek için, milli hedefini bütün vuzuh ve katiyetle, tekmil vatandaşların nazarında ve vicdanında bütün parlaklığıyla tespit etmiş bulunuyor. İsterseniz benim burada hedef dediğim şeyi, siz milletin mefkuresi tesmiye ediniz. Fakat bu unvanı verirken dikkat ediniz ki, hayali bir manaya kendimizi kaptırmayalım.

Yeni hedef: Medeni seviyemizi yükseltmek

Efendiler, milletimizin hedefi, milletimizin mefkuresi bütün cihanda tam manasıyla medeni bir heyeti içtimaiye olmaktır. Bilirsiniz ki, dünyada her kavmin mevcudiyeti, kıymeti, hakkı hürriyet ve istiklali, malik olduğu ve yapacağı medeni eserlerle mütenasiptir. Medeni eser vücuda getirmek kabiliyetinden mahrum olan kavimler, hürriyet ve istiklallerinden tecrit olunmaya mahkumdurlar. Tarihi beşeriyet baştan başa bu dediğimi teyit etmektedir. Medeniyet yolunda yürümek ve muvaffak olmak, şartı hayattır. Bu yol üzerinde tevakkuf veyahut bu yol üzerinde ileri değil geriye bakmak cehil ve gafletinde bulunanlar, medeniyeti umumiyenin huruşan seli altında boğulmaya mahkumdurlar.

Efendiler, medeniyet yolunda muvaffakiyet teceddüde varestedir. İçtimai hayatta, iktisadi hayatta, ilim ve fen sahasında muvaffak olmak için yegâne tekâmül ve terakki yolu budur. Hayat ve maişete hâkim olan ahkamın, zaman ile tagayyür, tekâmül ve teceddüdü zaruridir. Medeniyetin ihtiraları, fennin harikaları, cihanı tahavvülden tahavvüle duçar ettiği bir devirde, asırlık köhne zihniyetle, maziperestlikle muhafazai mevcudiyet mümkün değildir. Medeniyetten bahsederken şunu da katiyetle beyan etmeliyim ki, medeniyetin esası, terakki ve kuvvetin temeli, aile hayatındadır.  Bu hayatta fenalık, muhakkak içtimai, iktisadi, siyasi aczi mucip olur. Aileyi teşkil eden kadın ve erkek unsurların hukuku tabiyelerine malik olmaları, aile vazifelerini idareye muktedir bulunmaları lazımedendir.

İktisaden yükselmeye çalışmalıyız

Efendiler, milletimiz burada tespit ettiğimiz büyük zaferden daha mühim bir vazife peşindedir. O zaferin idraki milletimizin iktisat sahasındaki muvaffakiyetleriyle mümkün olacaktır. Bilirsiniz ki iktisaden zayıf bir bünye fakrü sefaletten kurtulamaz; kuvvetli bir medeniyete, refah ve saadete kavuşamaz; içtimai ve siyasi felaketlerden yakasını kurtaramaz. Memleketin idaresindeki muvaffakiyet ve iktisadiyatındaki müktesebat derecesiyle mütenasip olur. Hiçbir medeni devlet yoktur ki, ordu ve donanmasından evvel iktisadını düşünmüş olmasın. Memleket ve istiklal müdafaası için vücudu lazım olan bütün kuvvetler ve vasıtalar iktisadiyatın inbisat ve inkişafıyla mükemmel olabilir.

Milletimizin muttasıf olduğu kuvvetli seciye, sarsılmaz irade, ateşin milliyetperverlik iktisadi muvaffakiyetten nebean edecek feyizlerle de layık olduğu derecede takviye olunmak zaruridir. Asır mübarezesinde milletimizi muvaffak edecek bir iktisadi hayat teminini istihdaf eden umumi maarif ve terbiye sistemlerimiz, her gün daha çok esaslaşacak ve elbette muvaffak olacaktır.

Efendiler, artık bugün hayat ve insaniyet icapları bütün hakikatiyle tecelli etmiştir. Bunlara mugayir olan rivayetler, ahlak ve imana esas olamaz. Hakikat tecelli edince kizp ortadan kalkar. Safsatalar, hurafeler kafalardan çıkmalıdır. Her türlü teali ve tekemmüle müsteit olan milletimizin içtimai ve fikri inkılap hatvelerini kısaltmak isteyen maniler behemehal bertaraf edilmelidir.

Gençlere hitap

Efendiler, son sözlerimi münhasıran memleketimizin gençliğine tevdi etmek istiyorum.

Gençler!

Cesaretimizi takviye ve idame eden sizsiniz. Siz almakta olduğunuz terbiye ve irfan ile insanlık meziyetinin, vatan muhabbetinin, fikir hürriyetinin en kıymetli timsali olacaksınız.

Ey yükselen yeni nesil! İstikbal sizindir. Cumhuriyeti biz tesis ettik; onu ila ve idame edecek sizsiniz.

Arkadaşlar, bu gaza ve şehadet diyarını terk ederken “Şehit Asker”i hep beraber hürmet ve tazimle selamlayalım.

KAYNAKLAR:

(*) 30 Ağustos Hatıraları, Sel Yayınları, s. 4-18

Hakimiyet-i Milliye, 31 Ağustos 1925, No:1514, “Büyük Zafer ve Kurtuluş Günü Başkumandanlık Meydan Muharebesi” s. 1, sütun: 5-6

Continue Reading
Click to comment

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Türk Tarihi

İstanbul’un İtilaf Devletleri Tarafından Fiilen İşgali (13 Kasım 1918)

Published

on

Giriş

13 Kasım 1918’de İtilaf Devletleri donanmasının İstanbul Boğazı’na girişi, Osmanlı tarihinin son döneminin en kritik olaylarından biridir. Mondros Mütarekesi imzalanmış olsa da, İstanbul’a uygulanan fiilî işgal, mütareke hükümlerinin ötesine geçen bir kontrol mekanizması yaratmıştır. Bu olay, yalnızca askerî hâkimiyetin kurulduğu bir an değil; Osmanlı yönetiminin meşruiyet kaybı, şehir düzeninin dönüşümü, sosyal moral çöküşü ve eşzamanlı olarak milli direniş fikrinin doğuşunu simgeleyen bir dönemeçtir.

Bu çalışma aşağıdaki sorulara cevap aramaktadır:

İşgale giden yolda hangi diplomatik, askerî ve psikolojik mekanizmalar rol oynamıştır?

13 Kasım 1918, Osmanlı egemenliği açısından hangi kırılmayı temsil etmektedir?

Fiilî işgal ile resmî işgal arasında nasıl bir fark vardır ve tarih yazımı bu ayrımı neden sıklıkla göz ardı etmektedir?

İşgal İstanbul’un toplumsal hafızasında nasıl bir iz bırakmıştır?

Bu olay, Millî Mücadele’nin fikri zeminini hangi açılardan tetiklemiştir?

1. Mondros Mütarekesi’nin Siyasal Anatomisi ve İşgale Giden Süreç

1.1. Eleştirel Tarih Yöntemi Açısından Mütareke Maddelerinin Yorumu

    Mütarekenin 7. maddesi, belirsizliği sebebiyle diplomatik genişletmeye en açık maddedir. İngiliz belgeleri “İstanbul’un düzeni tehlikede” yorumunu meşru kabul ederken, Osmanlı heyeti bu maddeyi yalnızca savaş bölgeleri için geçerli görmüştür.

    Burada “metin ile niyet” arasındaki boşluk işgale zemin hazırlamıştır.

    1.2. Boğazlar Sorununun Uluslararası Boyutu

    Boğazların kontrolü, İngiltere’nin 19. yüzyıldan itibaren benimsediği deniz üstünlüğü stratejisinin çekirdek unsurudur.

    • İngiltere: Boğazların uluslararasılaştırılması
    • Fransa: İstanbul üzerinde kültürel nüfuz
    • İtalya: Akdeniz’de denge unsuru
    • Yunanistan: “Megali Idea” bağlamında fırsat arayışı

    İstanbul, yalnızca Osmanlı Devleti için değil, Büyük Güçler arası hegemonya mücadelesinin kesişim noktasıdır.

    1.3. Osmanlı Devleti’nin Yapısal Çöküşü

    1918 sonbaharında Osmanlı’nın:

    • bütçe açığı,
    • ordunun dağılması,
    • gıda krizi,
    • bürokratik çöküş,

    gibi yapısal sorunları işgale zemin hazırlamıştır.

    Eleştirel tarih yöntemi bu noktada “işgal”i yalnızca dış müdahale değil, iç zayıflığın sonucu olarak da ele alır.

    2. 13 Kasım 1918: İtilaf Devletleri Donanmasının İstanbul’a Girişi

    2.1. Donanmanın Kompozisyonu

    İngiliz arşivlerine göre Boğaz’a giren filo:

    • 22 İngiliz
    • 12 Fransız
    • 17 İtalyan
    • 4 Yunan
    • Yardımcı gemiler

    toplam 55–61 gemi arasında değişmektedir.

    Bu güç gösterisi yalnızca askerî değil, psikolojik bir şok stratejisidir.

    2.2. Tanıklıklar: Mustafa Kemal ve İstanbul Halkı

    Mustafa Kemal’in Haydarpaşa’da gördüğü manzara karşısında söylediği:

    “Geldikleri gibi giderler.”

    ifadesi, askeri liderlik psikolojisi açısından bir “direniş çerçevesi” inşa etmiştir.

    Halide Edib ise bu günü “şehrin ruhunun esir alındığı gün” olarak tanımlar.

    2.3. Şehir Sosyolojisi Açısından İşgalin Tasviri

    İşgal günü:

    • Galata Köprüsü’nde toplanan kalabalığın sessizliği
    • Tophane rıhtımına indirilen birlikler
    • İstanbul polisinin pasifize oluşu
    • Pera’daki gayrimüslim cemaatlerin temkinli kutlamaları

    gibi unsurlar şehir sosyolojisinin “eşzamanlı çoklu duygular” barındıran yapısını ortaya koyar.

    3. Vaka Analizleri: İşgalin Çok Boyutlu Etkileri

    Vaka 1: Osmanlı Yönetim Aygıtının Çöküşü ve Tevfik Paşa’nın Görevlendirilmesi

    Tevfik Paşa’nın getirilmesi İngilizlerin “ılımlı, denetim altına alınabilir hükümet” arayışıyla uyumludur.

    Bu, klasik sömürge stratejisinin bir türüdür: Yerel yönetimi tamamen devirmeden etkisiz kılmak.

    Vaka 2: Polis Teşkilatının Yeniden Düzenlenmesi

    İngiliz subayları polis merkezlerinde denetim noktaları kurmuş, atamalara müdahale etmiş, “güvenilir” görülen isimleri öne çıkarmıştır.

    Bu durum fiilî işgalin “hiyerarşi kırma stratejisi”dir.

    Vaka 3: Basının Kontrol Altına Alınması

    Peyam-ı Sabah gibi gazeteler İngiliz yanlısı çizgiye evrilmiş; İleri ve Yeni Gün gibi gazeteler baskı altına alınmıştır.

    Bu, modern anlamda enformasyon savaşının erken bir örneğidir.

    4. Fiilî İşgal – Resmî İşgal Ayrımı: Tarih Yazımı Eleştirisi

    Türk tarih yazımında “öğretim kolaylığı” gerekçesiyle İstanbul’un yalnızca 16 Mart 1920’de işgal edildiği aktarılır. Ancak:

    • egemenlik kaybı,
    • idari müdahale,
    • askerî sınırlama,
    • polis ve basın kontrolü,

    ölçütleri dikkate alındığında 13 Kasım 1918 tam nitelikli bir fiilî işgaldir.

    Eleştirel tarih yazımı, devletlerin “resmî söylem”leri ile arşiv gerçekleri arasındaki farkı açığa çıkarır.

    5. İşgalin Psikolojik ve Toplumsal Etkileri

    5.1. Moral Çöküş ve Mill Kimliğin Yeniden İnşası

    İşgal, İstanbul halkında:

    • yenilmişlik,
    • belirsizlik,
    • öfke,
    • utanç,
    • milliyetçi uyanış

    gibi duyguları aynı anda tetiklemiştir.

    5.2. Aydınlar Üzerindeki Etkiler

    Ahmet Emin Yalman, Halide Edib, Celal Nuri gibi yazarların günlüklerinde:

    • “Öfke”
    • “Aşağılanma”
    • “Direniş gerekliliği”

    temaları baskındır.

    5.3. Millî Mücadele’nin Psikolojik Kaynağı

    Mustafa Kemal’in 1918–1919 arasında İstanbul’da yaptığı temaslar, işgal psikolojisinden doğan direniş enerjisini Anadolu’ya taşıyan bir “fikri köprü” oluşturmaktadır.

    Sonuç: 13 Kasım 1918’in Tarihi Konumlandırılması

    Bu makalenin kapsamlı analizi göstermiştir ki:

    • İstanbul’un işgali diplomatik, askerî, psikolojik ve idari boyutları olan çok katmanlı bir harekettir.
    • 13 Kasım 1918, 16 Mart 1920’den bağımsız düşünülemez; ancak bu ilk tarih egemenlik kaybının başlangıcıdır.
    • Bu olay, milli kimliği yeniden kuran bir “travmatik başlangıç anı”dır.
    • Millî Mücadele’nin ruhu, bu işgal gününde şekillenmiştir.

    Kaynakça

    Selahattin Tansel, Mondros’tan Mudanya’ya Kadar I, M. E. B. Devlet Kitapları, Milli Eğitim Basımevi, Ankara, 1977, s. 54-57

    Zeki Sarıhan, Kurtuluş Savaşı Günlüğü I, TTK Yayınları, TTK Basımevi, Ankara, 1993, s. 24-26

    Sina Akşin, İstanbul Hükümetleri ve Milli Mücadele I (Mutlakıyete Dönüş 1918-1919), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2004, s. 79-114

    Bilge Criss, İşgal Altında İstanbul 1918-1923, İletişim Yayınları, İstanbul, 2008.

    Zekeriya Türkmen, “İstanbul’un İşgali ve İşgal Dönemindeki Uygulamalar (13 Kasım1918-16 Mart 1920)”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Cilt: XVIII, Temmuz 2002, Sayı: 53, s. 319-372

    Abdurrahman Bozkurt, “İstanbul’un İşgali”, Atatürk Ansiklopedisi

    https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/detay/690/%C4%B0stanbul’un-%C4%B0%C5%9Fgali

    Continue Reading

    Türk İstiklâl Mücadelesi

    TBMM’nin 30 Ekim 1922 Tarihli ve 307 Sayılı Kararı: Egemenliğin Yeniden Tanımı ve Tarihi Kırılma Noktası

    Published

    on

    Özet

    30 Ekim 1922 tarihli ve 307 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) kararı, Osmanlı Devleti’nin hukuken sona erdiğini ve TBMM Hükûmeti’nin “hududu millî dâhilinde vârisi” olduğunu ilan ederek, Türk siyasi tarihinde bir meşruiyet inkılabı yaratmıştır. Bu karar, yalnızca bir rejim değişikliği değil; aynı zamanda meşruiyet, egemenlik, kimlik ve tarih yazımı alanlarında köklü bir yeniden kuruluşu temsil etmektedir. Makalede, söz konusu karar amaç, yapı, işleyiş, kavramlar, kişiler, kurumlar ve olaylar üzerinden incelenmekte; ayrıca eleştirel tarih yöntemi ve vaka analizleri aracılığıyla kararın tarihi anlamı çok boyutlu olarak değerlendirilmektedir.

    Anahtar Kelimeler: 307 sayılı karar, TBMM, egemenlik, meşruiyet, hilafet, milli egemenlik, tarihi inşa, eleştirel tarih.

    1. Giriş: Tarihi Bağlam

    Birinci Dünya Savaşı’nın ardından Osmanlı Devleti’nin siyasi egemenliği, Mondros Mütarekesi (30 Ekim 1918) ile fiilen; Sevr Antlaşması (10 Ağustos 1920) ile hukuken sona ermiştir.

    Anadolu’da 23 Nisan 1920’de kurulan Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti, fiilî bir egemenlik alanı yaratmış; ancak uluslararası hukukta meşruiyet bakımından tartışmalı kalmıştır.

    Lozan Barış Konferansı’na (1922) hem İstanbul Hükûmeti hem TBMM Hükûmeti davet edilince, “kim meşrudur?” sorusu ortaya çıkmıştır.

    TBMM, bu soruya 30 Ekim 1922 tarihli ve 307 sayılı kararla cevap vermiştir:

    Osmanlı İmparatorluğu’nun İnkıraz [son] bulup Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti Teşekkül Ettiğine Dair.

    Osmanlı İmparatorluğunun munkarız olduğuna [son bulduğuna] ve Büyük Millet Meclisi Hükûmeti teşekkül ettiğine [kurulduğuna] ve Yeni Türkiye Hükûmetinin Osmanlı İmparatorluğu yerine kaim [geçmiş] olup onun hududu milli dâhilinde yeni varisi olduğuna ve Teşkilatı Esasiye Kanunu ile hukuk-ı hükümranı [hükümranlık hakları] milletin nefsine [kendisine] verildiğinden İstanbul’daki Padişahlığın madum [yok olduğuna] ve tarihe müntakil bulunduğuna [intikal ettiğine] ve İstanbul’da meşru [şeriata, kanuna uygun] bir hükûmet olmayıp İstanbul ve civarının Büyük Millet Meclisine ait ve binaenaleyh [dolayısıyla] oraların umur-ı idaresinin [yönetim işlerinin, yönetiminin] de Büyük Millet Meclisi memurlarına tevdi edilmesine [bırakılmasına] ve Türk Hükûmetinin hakk-ı meşru [meşru hakkı] olan Makam-ı Hilafeti esir bulunduğu ecnebilerin elinden kurtaracağına karar verildi.” 30.10.1338 [1922] [1]

    Osmanlı İmparatorluğu inkıraz bulmuştur. Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti, onun hududu millî dâhilinde yeni vârisidir.

    Bu ifade, hem Osmanlı hanedanı ile hukuki kopuşu, hem de devletin tarihi sürekliliğini aynı anda tesis etmiştir.

    2. Amaç: Egemenliğin Kaynağını Yeniden Tanımlamak

    307 sayılı kararın iki temel amacı bulunmaktadır:

    Dış meşruiyet: Lozan’da tek temsilci olmak ve uluslararası alanda TBMM’yi tanıtmak.

    İç meşruiyet amacı: Egemenliği hanedan millete devretmek ve yeni bir “kurucu iktidar” inşa etmek.

    Bu bağlamda karar, egemenliğin kaynağını yeniden tanımlayarak
    millet egemenliği ilkesinin temelini atmıştır.

    3. Yapı ve İşleyişi

    Karar üç temel yapı taşına sahiptir:

    UnsurİçerikGörev
    TespitOsmanlı İmparatorluğu’nun “inkıraz bulduğu”Eski rejimin sona erişini hukuken ilan eder.
    BeyanTBMM Hükûmeti’nin “hududu millî dâhilinde vârisi” olduğuDevletin sürekliliğini tesis eder.
    Sonuç“Meşru hükümet yalnız TBMM Hükûmetidir”Yeni meşruiyetin tesisi

    Karar, TBMM Genel Kurulu’nda yapılan tartışmalar sonucunda oybirliğiyle kabul edilmiş, ardından 1 Kasım 1922’de 308 sayılı kararla padişahlığın kaldırılmasına zemin hazırlamıştır.

    4. Kavramlar ve Anlamları

    Hududu Millî: Misak-ı Milli’nin hukuki yansımasıdır. Egemenliğin coğrafi sınırını tanımlamaktadır. [2]

    Vâris: Yeni Türkiye, Osmanlı’nın devamı değil; onun mirasçısıdır.

    Bu fark, Cumhuriyet’in kuruluş felsefesindeki “devrimle gelen devamlılık” ilkesini doğurur. [3]

    Hukuk-u Hükümrani Milletindir: Egemenliğin ilahi ve hanedana ait bir meşruiyetten kaynaklandığı anlayışına karşı millet egemenliği düşüncesinin ilanıdır. [4]

    5. Temsil Ettiği Değerler

    Karar, beş temel değerin kurucu ifadesidir:

    1. Egemenlik: “Kayıtsız şartsız milletindir.”
    2. Laiklik: Meşruiyetin kaynağı milli iradeye dayanır.
    3. Milliyetçilik: Egemenliğin coğrafi değil, siyasi bir millet birliği üzerinden tanımlanmasıdır.
    4. Cumhuriyetçilik: Yönetimde halkın özne olmasıdır
    5. Modernleşme: Akla ve hukuka dayalı yönetim anlayışının benimsenmesidir.

    6. Kurumlar ve Kişiler

    TBMM: Kararın mimarıdır; kurucu iktidarın simgesi olarak, yasama ve yürütme erkini elinde bulundurur.

    TBMM, meşruiyetini “millet iradesi”nden alarak Osmanlı hanedanının kutsal meşruiyet anlayışını reddetmiştir. [5]

    Mustafa Kemal Paşa: Kararın ideolojik ve stratejik planlayıcısıdır. Lozan öncesinde Tevfik Paşa’nın “birlikte temsil” teklifini reddederek kararın çıkmasını sağlamıştır. [6]

    Tevfik Paşa: İstanbul Hükûmeti adına “iki hükümetli temsil” teklifinde bulunmuş; bu durum kararı tetiklemiştir. [7]

    Rauf Orbay ve İsmet Paşa: İcra Vekilleri Heyeti’nin öncü isimleri olarak kararın uygulanmasında etkili rol oynamışlardır.

    7. Vaka Analizleri

    Vaka 1: Lozan’a İki Hükümet Çağrısı (1922)

    İngiltere’nin, hem İstanbul hem Ankara hükümetlerini Lozan’a davet etmesi, “çift meşruiyet” krizini doğurmuştur. 307 sayılı karar, bu krize hukuki cevap olmuştur. [8]

    Vaka 2: Saltanatın Kaldırılması (1 Kasım 1922)

    307 sayılı kararın ertesi günü 308 sayılı karara zemin oluşturmuş, padişahlık kaldırılmış ve monarşi hukuken sona ermiştir.[9]

    Vaka 3: Ankara’nın Başkent İlanı (13 Ekim 1923)

    Kararın “İstanbul’daki hükümet gayrimeşrudur” tespiti, Ankara’nın siyasi merkez haline gelmesine yol açmıştır.

    Vaka 4: Hilafetin Kaldırılması (3 Mart 1924)

    Kararda hilafetin “ecnebilerin elinde esir bulunduğu” ifadesi, dini otoritenin artık siyasetten ayrılması gerektiği fikrini doğurmuş; 3 Mart 1924’te bu sürecin son halkası tamamlanmıştır.

    8. Zaman ve Mekân

    Zaman: Karar, Türk İstiklal Harbi’nin diplomatik safhasına denk düşmektedir.
    Askerî zaferin hemen ardından gelen bu karar, silahlı mücadelenin siyasi meşruiyete dönüşümüdür.

    Mekân: Ankara, yeni egemenliğin “coğrafi sembolü”dür. İstanbul’dan kopuş, millet-devlet merkezinin kuruluşudur.

    9. Eleştirel Tarih Yöntemiyle Değerlendirme

    Eleştirel tarih yöntemi, olguları sadece sonuçlarıyla değil, niyet ve söylemleri ile incelemeyi öngörmektedir. Bu bakımdan 307 sayılı karar, iki yönlü bir tarihi görev yapmıştır:

    İnşa: Yeni bir millet-devlet kimliği, halk egemenliği felsefesini inşa etmiştir.

    Tahrif: Osmanlı geçmişini “inkıraz” olarak tanımlayıp tarihi sürekliliği ideolojik biçimde yeniden yazmıştır.

    Bu sebeple karar, tarihi yalnız kuran değil aynı zamanda tarihi yeniden yazan bir metindir. [10]

    10. Sonuç

    307 sayılı TBMM kararı, Türk siyasi düşüncesinde egemenlik, meşruiyet ve kimlik kavramlarının yeniden tanımlandığı bir anayasal dönüm noktasıdır.
    Bu kararla:

    • Osmanlı hanedan egemenliği/monarşi hukuken sona ermiştir.
    • TBMM Hükûmeti devletin meşru temsilcisi olarak tanımlanmıştır.
    • Millet egemenliği, Cumhuriyet’in temel ilkesi haline gelmiştir.

    Eleştirel açıdan karar, sadece rejim değişikliğini değil; tarih bilincinin, meşruiyetin ve milli kimliğin yeniden inşasını temsil etmektedir.

    307 sayılı karar, bir “son” ile bir “başlangıcı” birleştirir. Osmanlı’nın son nefesi, Cumhuriyet’in ilk sözüdür.

    DİPNOTLAR

    [1] Büyük Millet Meclisi Kavanin Mecmuası, Cilt:1, s. 487; T. B. M. M. ZABIT CERİDESİ,  30.10. 1338[1922], Devre: I, Cilt: 24, İçtima Senesi: 3, s. 292-298

    https://www5.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/TBMM/d01/c024/tbmm01024129.pdf

    [2] Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasal Gelişmeler 1876–1938, Arba Yayınları, İstanbul, 1984, s. 217.

    [3] Cem Eroğul, Devlet ve Devrim Arasında Türkiye Cumhuriyeti, İletişim Yayınları, İstanbul, 1998, s. 35.

    [4]  Suna Kili, Atatürk Devrimi, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara,1983, s. 21.

    [5]  Kemal Gözler, Anayasa Hukuku Dersleri, Ekin Yayınları, Bursa, 2021, s. 64.

    [6] Erik Jan Zürcher, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, İletişim Yayınları, İstanbul, 2005, s. 208.

    [7] İsmail Kara, Din ile Modernleşme Arasında Türkiye, Dergâh Yayınları, İstanbul, 2010, s. 122.

     [8]  Kemal H. Karpat, Türk Demokrasi Tarihi, İmge Yayınları, Ankara, 2002, s. 55.

    [9]  Şerif Mardin, Türk Modernleşmesi, İletişim Yayınları, İstanbul, 2000, s. 113

     [10]  İlber Ortaylı, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, Timaş Yayınları, İstanbul, 2020, s. 289.

    Continue Reading

    Türk Tarihi

    Mondros Mütarekesi (30 Ekim 1918)

    Published

    on

    Osmanlı Devleti’nin Çöküşü ve Türk İstiklal Mücadelesinin Başlangıç Noktası

    Özet

    I. Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru Osmanlı Devleti, askerî ve ekonomik açıdan tükenmiş bir hâle gelmiştir. İttifak Devletleri’nin savaşı kaybetmesi üzerine Osmanlı Hükûmeti, ateşkes istemek mecburiyetinde kalmıştır. Bu doğrultuda Osmanlı Devleti adına Bahriye Nazırı Rauf (Orbay) başkanlığındaki heyet, İtilaf Devletleri’ni temsilen İngiliz Amiral Arthur Calthorpe ile 30 Ekim 1918 tarihinde Limni Adası’nın Mondros Limanı’nda görüşerek mütarekeyi imzalamıştır.

    Mondros Mütarekesi, Osmanlı Devleti’nin I. Dünya Savaşı’ndan yenilgiyle çıkmasının ardından siyasi, askerî ve ekonomik bakımdan egemenliğini fiilen sona erdirmiştir. Bu mütareke yalnızca bir ateşkes değil, aynı zamanda Anadolu’nun işgale açık hâle getirildiği bir teslimiyet belgesidir. Bu çalışmada, mütarekenin imzalanma süreci, başlıca maddeleri, sonuçları ve Türk millî direnişine zemin hazırlayan etkilerini vaka analizleriyle incelenmektedir.

    Anahtar Kelimeler: Mondros Mütarekesi, Osmanlı Devleti, I. Dünya Savaşı, İşgaller, Millî Mücadele

    Giriş

    I. Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru Osmanlı Devleti askerî ve ekonomik açıdan çöküş sürecine girmiştir. Savaşın başlarında Almanya’nın desteğine güvenen Osmanlı yönetimi, 1918 yılına gelindiğinde Filistin-Suriye Cephesi’nin çökmesiBulgaristan’ın savaştan çekilmesi ve Alman ordularının yenilgiye uğraması üzerine mütareke talebinde bulunmak mecburiyetinde kalmıştır.

    Osmanlı Devleti, savaşın sürdürülemeyeceğini anlayarak İngiltere ile doğrudan temas kurmuştur. Bu durumda Sadrazam Ahmet İzzet Paşa, İngilizlerle yapılacak bir ateşkesin, muhtemel işgalleri önleyebileceği umudunu taşımaktadır. Osmanlı delegasyonu, Bahriye Nazırı Rauf (Orbay) başkanlığında Hüseyin Rauf BeyReşat Hikmet Bey ve Sadullah Bey’den teşekkül etmektedir. Mütareke, Osmanlı heyeti ile İngiltere’yi temsilen Amiral Arthur Calthorpe arasında Limni Adası’ndaki Agamemnon zırhlısında 30 Ekim 1918’de imzalanmıştır.

    Mütarekenin Maddeleri

    Mondros Mütarekesi 25 maddeden ibaret olup, görünürde bir “ateşkes” metni olmasına rağmen Osmanlı egemenliğini fiilen ortadan kaldıran hükümler içermektedir.

    1- Çanakkale ve Karadeniz Boğazlarının çevresi ve Karadeniz’e geçişin temini için buraları müttefikler tarafından işgal edilecektir.

    2- Osmanlı sularındaki bütün torpil yerleri gösterilecek ve bunları taramak veya yok etmek için yardım istendiği zaman gerekli kolaylık sağlanacaktır.

    3- Karadeniz’deki torpil mevzileri hakkında bilgi verilecektir.

    4- İtilâf harp esirleri ile Ermeni esirleri ve mevkuf Ermeniler, İstanbul’a getirilecek ve kayıtsız şartsız İtilâf kuvvetlerine teslim olunacaktır.

    5- Hudutların emniyeti ve iç asayişin temini için lüzumlu askerden maadasının derhal terhisi (bu asker miktarı Türkiye’nin görüşü alındıktan sonra müttefikler tarafından kararlaştırılacaktır.)

    6- Osmanlı karasularında zabıta ve buna benzer hususlar için kullanılacak küçük gemiler müstesna olmak üzere Türk ordularında bulunan bütün harp sefineleri teslim olunacak ve Osmanlı limanlarında mevkuf bulundurulacaktır.

    7- Müttefikler, emniyetlerini tehdit edecek bir durum ortaya çıkarsa herhangi bir stratejik noktayı işgal edebileceklerdir.

    8- Bugün Türk işgali altında bulunan liman ve demiryolu mahallerinden İtilâf Devletleri kuvvetleri yararlanacaktır. Osmanlı gemileri de ticaret ve terhis hususlarında aynı şartlardan yararlanacaktır.

    9- Bütün Türk limanlarında ve tersanelerinde İtilâf Devletleri’ne ait gemilerin tamirine kolaylık gösterilecektir.

    10- Toros Tünelleri Müttefikler tarafından işgal edilecektir.

    11- İran’ın Kuzeybatı kısmındaki Osmanlı kuvvetlerinin derhal harpten evvelki hudut gerisine çekilmesi hususunda evvelce verilen emir yerine getirilecektir. Maveray-ı Kafkas’ın evvelce Türk kuvvetleri tarafından kısmen tahliyesi emredildiğinden kısm-ı mütebakisi müttefikler tarafından mahalli vaziyet tetkik edildikten sonra talep durumunda tahliye edilecektir.

    12- Hükümet muhaberatı müstesna olmak üzere bütün telsiz ve telgraflar İtilâf Devletleri memurları tarafından kontrol edilecektir.

    13- Bahri, askeri ve ticari malzemelerin tahripleri durdurulacaktır.

    14- Memleketin ihtiyacı temin olunduktan sonra, İtilâf Devletleri’nin kömür ve diğer ihtiyaçlarının Türkiye kaynaklarından sağlanması için kolaylık gösterilecektir.

    15- Bütün demiryollarına İtilâf Devletleri kontrol subayları memur edilecektir. Bu meyanda bugün, Osmanlı Hükümeti’nin kontrolünde bulunan Maveray-ı Kafkas demiryolları aksamı dâhildir. Ahalinin ihtiyacının tatmini nazar-ı dikkate alınacaktır. Bu maddeye Batum’un işgali dâhildir. Osmanlı Devleti Bakü’nün işgaline itiraz etmeyecektir.

    16- Hicaz, Asir, Yemen, Suriye ve Irak’ta bulunan garnizonlar en yakın İtilâf Devleti kumandanına teslim olacaktır. Kilikya’daki kuvvetlerden asayişi sağlaması için yeterli miktardan fazlası 5. madde gereğince geri çekilecektir.

    17- Trablus ve Bingazi’de bulunan Osmanlı subayları en yakın İtalyan garnizonuna teslim olacaktır.

    18- Mısrata da dâhil olmak üzere Trablus ve Bingazi’de işgal edilen limanlar en yakın İtilâf garnizonuna teslim olacaktır.

    19- Almanya ve Avusturya’nın deniz, kara, sivil memurlarının ve tebaasının bir ay zarfında, uzak yerlerde bulunanlar da bir aydan sonraki mümkün olan en kısa zamanda Osmanlı memleketlerini terk edeceklerdir.

    20- 5. madde gereğince terhis edilecek Osmanlı kuvvetlerinin teçhizatı hakkında verilecek talimata riayet olunacaktır.

    21- Müttefiklerin menfaatlerini korumak için İaşe Nezareti nezdinde İtilâf Devletleri temsilcileri hazır bulunacak ve kendilerine gerektiğinde bütün bilgiler verilecektir.

    22- Türk harp esirleri İtilâf kuvvetleri nezdinde muhafaza edilecektir.

    23- Türk Hükümeti, Merkezi Devletler ile münasebetini kesecektir.

    24- İtilâf Devletleri, Vilayat-ı Sitte (altı vilayet) de karışıklık çıkarsa, bu vilayetlerin herhangi bir kısmını işgal etme hakkına haizdirler.

    25- Müttefiklerle Osmanlı Hükümeti arasında muhasamat 1918 senesinin 31 Ekim’inde tatil edilecektir.

    Bu hükümler, Osmanlı Devleti’nin askeri ve idari yapısının İtilaf Devletleri kontrolüne geçmesi anlamına gelmektedir.

    Vaka Analizi: İşgallerin Başlangıcı (1918–1919)

    Mütarekenin 7. maddesi, “güvenliği tehdit eden bölgelerin işgal edilebileceği” hükmüyle İtilaf Devletleri’ne sınırsız yetki tanımıştı. Bu maddeye dayanarak:

    • 3 Kasım 1918’de İngilizler Musul’u,
    • 13 Kasım 1918’de İtilaf donanması İstanbul’u,
    • 15 Mayıs 1919’da Yunan ordusu İzmir’i işgal etti.

    Bu işgaller, mütarekenin “barış”tan çok “teslimiyet” anlamına geldiğini açıkça göstermiştir.

    Sonuçlar

    1. Osmanlı Devleti fiilen sona ermiştir. Devletin askerî ve siyasî egemenliği ortadan kalkmıştır.
    2. Boğazlar üzerindeki Türk egemenliği bitmiştir. İstanbul’un güvenliği tehlikeye girmiştir.
    3. İtilaf Devletleri Anadolu’yu işgale başlamış, ülkenin bütünlüğü fiilen bozulmuştur.
    4. Halkta direnme bilinci doğmuştur. Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri, bu işgallere tepki olarak kurulmuştur.
    5. Mustafa Kemal Paşa, bu şartlar altında Anadolu’ya geçerek millî direnişi örgütlemeye başlamıştır.

    Tarihi ve Siyasi Değerlendirme

    Mondros Mütarekesi, Osmanlı Devleti için siyasi bağımsızlığın kaybedilmesi, Türk milleti içinse millî bilincin uyanması anlamına gelmektedir. Mütareke hükümleri, kısa sürede Sevr Antlaşması’na dönüşmüş; ancak Anadolu’da doğan Kuvâ-yi Milliye hareketi bu teslimiyet sürecini tersine çevirmiştir.

    Bu bağlamda Mondros, yalnızca bir “son” değil, aynı zamanda bir “başlangıç noktası”dır. Türk tarihinin en karanlık dönemlerinden biri, yeni bir devletin doğuşuna zemin hazırlamıştır.

    Sonuç

    30 Ekim 1918 tarihli Mondros Mütarekesi, Osmanlı Devleti’nin siyasî varlığını fiilen sona erdirirken, Türk milletinin bağımsızlık mücadelesini başlatan kıvılcım olmuştur. Bu süreç, Türk milletinin kendi kaderini belirleme hakkını savunduğu bir dönüm noktasıdır.

    Mütareke ile birlikte Anadolu, işgal ordularının sahnesine dönüşmüş; fakat aynı topraklarda Millî Mücadele’nin liderleri doğmuştur. Bu sebeple Mondros, Türk tarihinin hem “çöküş hem de yeniden doğuş belgesi” olarak değerlendirilebilir.

    Kaynakça

    Akşin, Sina. Kısa Türkiye Tarihi. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2017.

    Armaoğlu, Fahir. 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi (1914–1995). Ankara: Alkım Yayınevi, 2014.

    Karal, Enver Ziya. Osmanlı Tarihi, Cilt IX: Birinci Dünya Savaşı ve Mondros Mütarekesi. Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1996.

    Orbay, Rauf. Cehennem Değirmeni: Siyasi Hatıralarım. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2010.

    Sonyel, Salahi R. Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika, Cilt I (1918–1923). Ankara: Türk Tarih Kurumu, 2005.

    Zürcher, Erik Jan. Modernleşen Türkiye’nin Tarihi. İstanbul: İletişim Yayınları, 2018.

    https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/detay/353/Mondros-M%C3%BCtarekesi, Erişim: 31.10.2025

    Continue Reading

    En Çok Okunanlar