Mustafa Kemal Atatürk
Gazi̇ Mustafa Kemal Paşa’nin Türki̇ye’ni̇n Geleceği̇ Üzeri̇ne İzmi̇r’de Halkla Konuşmasi Detaylı Anlatım
Published
3 yıl agoon
By
drkemalkocak(2 Şubat1923)
“Efendiler! Biliyorsunuz ki, bizde bir kanaat meselesi vardır. Kanaatkâr olmak nazariyesi vardır. Bu çok yanlıştır. Bu nazariye, haddizatında [aslında], delalet ettiği manadan uzaklaştırılmıştır. Kastedilen, anlaşılan ile bağdaşmaz. Kanaatkâr olmak demek, fakir olmak, az şey ile yetinmek demek değildir. Bunu bir tarafa bırakalım. Diğer taraftan bunu çürüten bir şey daha vardır. İnsanlar çok çalışmaya mecburdur. Niçin çalışacak? Gaye, hayatın gerektirdiği her şeyi tedarik etmek ve en iyi tarzda tedarik etmektir. Bu ise zengin olmayı hedef tutmakla mümkündür. Bir insan ve bir içtimai heyet zengin olacağım dediği zaman, ne kadar çok şey lâzım olduğunu görecek ve onların her birini ayrı ayrı tedarik edecek, en iyi vaziyete, mükemmel bir vaziyete ulaştırmak mecburiyetini duyacaktır. Bunu şiar edinelim. Milletimizi zengin etmek lâzımdır. Kuvvetli kılmak için… Zengin olan muvaffak olur. Bu millet, muvaffak olmak istiyorsa zengin olacaktır. Kanaatkârlıktan bahseden insanlara -ki hepimizin kulağına fısıldadıkları- mütalaa tarzlarının yanlış olduğunu avazımız çıktığı kadar bağıralım. Çünkü böyle hareket etmezsek, çünkü o miskince tasavvurların tatbikatına koyulursak, o zaman en miskin vaziyette kalırız. Ve bu kadar miskin vaziyette kalan insanlar da, ali insanlardan meydana gelen içtimai heyetler karşısında yalnız uşak olmaya mahkûm kalır.“
GİRİŞ
T.B.M.M. Reisi Başkumandan Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri, 2 Şubat 1923’te İzmir İktisat Kongresi için hazırlanan Eski Gümrük Binasında İzmirliler ile sohbette bulunmuşlardır. Konferans salonunu, beş altı bin kadın ve erkek dinleyici doldurmuştu. Gazi Hazretleri, saat iki buçukta başlayan ve 6 saati geçen uzun konuşmasında halktan 17 kişinin [Eski Matbuat-ı Dâhiliye Müdürü Fazlı Necip Bey, Hazır olanlardan bir şahıs, Sanatkârlardan İbrahim Hakkı Efendi, Gümrük memurlarından bir efendi, Kız Sultani Müdiresi Hanım, Maarif Müdürü Vasıf Bey, Hazır olanlardan bir şahıs, Darülmuallimin muallimlerinden Hikmet Bey, Darülmuallimin muallimlerinden Hasan Ali Bey, Muallime Melahat Hanım, Sadayı Hak Gazetesi Yazarlarından Sırrı Bey, Hazır bulunanlardan bir efendi, Hazır olanlardan bir Musevi, Ahenk Gazetesi Başyazarı Şevki Bey, Darülmuallimat Edebiyat Muallimesi Nuriye Hanım, Hazır bulunanlardan bir efendi, Edirne Eski Maarif Müdürü İzmirli Rahmi Bey] çeşitli konular hakkındaki sorularına cevaplar vermiştir. Gazi Hazretlerinin konuşmasını; açık, anlaşılır ve doğru anlatım bakımından [İzmir Bir Parola Olmuştur, Kuruluştan Çöküşe Kadar Osmanlı Devleti, Milli Mücadele, Kadının Aile ve İçtimai Heyet Hayatındaki Yeri ve Önemi, Akşehir’de Kadınlarla Hasbıhal, Türkiye Devleti, Türkiye Büyük Millet Meclisi, Hükûmet, Milli Hâkimiyet, Teşkilatı Esasiye Kanunu, Dış Münasebetlerimiz, Milli İktisat ve Kalkınma, Maarif İşleri, Hars, Milli Seciye, Milliyetperverlik, Milliyet Hissi, Medreseler, Vakıflar, Halk Fırkası, İçtimai ve İktisadi Sınıflar, Ordu, Seçme ve Seçilme Hakkı ve Ödevi] başlıkları altında göstermek mümkündür.
—***—
[Dış Münasebetlerimiz]
Arkadaşlar! Bu bahse ara verebilmek için diğer bir arkadaşımızın dahi sorusuna cevap vermek lâzımdır; o da Rusya ile vaziyetimiz, münasebetimiz nedir vesaire?
Efendiler! Rusya ile bugün mevcut olan umumi münasebetimiz tamamen dostanedir ve samimidir. Bu samimiyetin bozulduğuna veyahut esasen mevcut bulunmadığına dair şayialar yok değildir. Fakat bunların hiçbirisinin aslı esası yoktur. Çünkü Türkiye ile Rusya’nın münasebetleri zaman zaman hâsıl olan, değişen, sönen hislere bağlanmış değildir. Hakiki düşüncelere, hakiki görüşlere ve tabii sebeplere dayanmaktadır. Ve bu sebepler ve şartlar o kadar tabii ve kuvvetlidir ki, ne Türkiye’de ve ne de Rusya’da şahsi siyasetler yapmak isteyenler -ki bu siyasetleri ve bu esasları ihlale yönelik olan siyasetler demek istiyorum- katiyen muvaffak olamaz. Ve nitekim huna teşebbüs edenler olmuştur. Bu gibi hususi ve mahdut teşebbüsler daima sönmeye ve bertaraf edilmeye mahkûmdur. Çünkü iki milletin görüş ve kanaat hasılaları [neticeleri] yekdiğerine temas hâlindedir. Bu hasılaların temadisini [sürmesini, sürekliliğini] esasen o hasılanın içinde cüziyat [az] kabilinden olan hususi görüşler ihlal edemez [bozamaz].
Türkiye ile Rusya arasındaki münasebetler her gün daha ziyade esaslaşmaktadır ve daha çok esaslaşacaktır. Arkadaşımızın sorusundan ufak bir endişe duydum. İhtimal yanılmıyorum, endişe şu noktada görüldü: Yani Rusya ile dostluğumuz yok ise veya bozdurulursa; diğer taraftan da İngiltere’nin takip ettiği görüş bilinmektedir. Bunun üzerine böyle bir vaziyet içinde biz ne yapabiliriz, ne olacağız’?
Arkadaş ve arkadaşlar! Sizi temin ederim ki, hiç korkmayınız. Biz bütün dostluğumuz ile beraber, Rusya’ya dayanarak yürüyen bir millet değiliz. Başlı başına yürüyen bir milletiz. Kati olarak arz ediyorum ki, bu millet, İngiltere’den korkmaz efendiler! Eğer İngiltere bu milleti korkutmakla şu veya bu istikamete döndürmeye çalışmak hevesinde ise -ki bugüne kadar öyle idi- bundan çabuk dönsün, lâzımdır. Çünkü takip etmek istediği istikamete kendisi bizzat dâhil olmuştur. (Yaşasın sesleri, alkışlar) Milletimiz namusludur. Namuslu muhataplar ister. (Yaşa sesleri ve alkışlar)
Umumi siyasî vaziyeti tamamlamak için belki hatırınıza gelir, Fransızlarla ne hâldeyiz? İtalyanlarla ne hâldeyiz? Diğerleri ile ne hâldeyiz? Kısa cevaplarla arz edeyim. Fransızlarla malum bir anlaşmamız vardır. Fakat Fransızlar da Lozan Konferansı’nda İngilizlerle beraber ve hem de tamamen beraber olarak yürümüştür ve yürümektedir, efendiler. Bilhassa kapitülasyonlar meselesinde onlardan daha ileri gitmişlerdir. (Kahrolsunlar) İtalyanlar da öyledir. Kapitülasyonlarda en son ısrar edenler İtalyanlar olmuşlardır. Henüz sarih [açık] bir şey ifade etmek istemiyorum. İnşallah ümit etmek istiyorum ki, yakında bu menfi gördüğümüz zihniyetleri değişir ve hakikaten insan gibi düşünürler. Hak nedir? Adalet nedir? Takdir ederler. Karşımızda korkutmakla, aldatmakla yürüyen değil, bilakis, namusluca muhatap bulunmakla iş hâllolunur, bir millet olduğunu takdir ederler. (Alkışlar) Arkadaşlar, sulhu elde edebilmek için, -fakat daima benim dediğim manada, çünkü bunu kötüye yoranlar vardır-zannediyorlar ki, bizim milletimiz bezgin bir hâle gelmiştir. Her ne olursa olsun sulh yapmak istiyor. Güya hükûmet heyeti veya oradaki murahhaslarımız, milletin hakiki arzusu hilafında olmak üzere, şöyle böyle şeylerle uğraşıyorlar… Hayır, öyle değildir. Siz milletsiniz ve söyleyiniz, çok ciddi olarak söyleyiniz. Bu sebepler ve şartlar dâhilinde sulhu kabul eder misiniz? (Hayır, sesleri) Bittabi [tabiatıyla] hükûmet bütün imkânlara başvuracaktır. Hiçbir vakitte lüzumsuz harbe girmek istemeyecektir. Bir gün işitirseniz ki harp hareketi başlamıştır, bilesiniz ki, bunun yegâne, hakiki ve kati mesulleri muhataplarımızdır. Biz hiçbir vakitte o mesuliyetin sahibi olmayacağız. Perdesi, şekli, rengi ne olursa olsun, herhalde mesul onlardır. Esasen şimdiye kadar da onlardı ve ne olursa yine onlar olabilir.
Arkadaşlar, bu millet ve ordusu, esasen Misakı Millî muhteviyatını kuvvetiyle ve teşebbüslerindeki muvaffakiyetleriyle maddeten elde etmiştir. Bundan sonra bahis mevzuu [söz konusu] olan şey, bizi imha etmek isteyenlerle iyi münasebetlere girmektir ki, o münasebetler bizim kadar onlar için faydalıdır. Er geç o da olacaktır. Mutlaka sulh olacaktır.
Arkadaşlar, artık medeniyet dünyasının, medeniyet dünyasının bu kadar nefretlerle dolu fikirlerin müessiri [tesir edeni, iz bırakanı] olmasına ihtimal veremiyorum. Ve hakikaten görülüyor ki, bütün memleketlerin halkları, hatta İngiliz milleti samimi olarak sulh istiyor. Ancak bu milletlerin hakiki arzularının hâsıl olamaması [elde edilemeyişi], o milletleri sevk ve idare eden ve o milletleri temsil eden insanların o milletlerle aynı kanaatte, fikirde, histe ve görüşte bulunmamalarındandır. Yani milletlerinin hakiki arzularının tercümanı bulunmamalarıdır. Fakat böyle bir şekil ilelebet devam edemez. Milletler, hakikatlerin icap ettirdiği hareket hattını, siyaset yolunu kendi adamlarına kendi siyasî ricaline takip ettirecektir.
Belki, Balkanlar vaziyeti de hatırınıza gelebilir. Biliyorsunuz ki, Balkanlar dâhilinde mevcut hükûmetlerden biri müstesna olmak üzere -Yunanlılar müstesna olmak üzere- Yugoslavya ile Romanya ve Bulgaristan ile alışverişimiz yoktur. Bizce temenni olunur ki, onlarla dost olalım. Onlar bizimle dost olsunlar. Türkiye’nin dostluğu onlar için çok faydalıdır. Ve bu memleketlerde Türkiye’nin dostluğunun kıymetini takdir edenler vardır. Fakat gariptir, her yerde olduğu gibi, güzel ve büyük hakikatler ve kanaatler, biraz müşkülat göğüslenmedikçe tatbik sahası bulamıyorlar. Balkan hükûmetlerinin fiilen düşmanımız olanlarla birleşip aleyhimizde tasavvur ve harekâtta bulunabilmeleri de bazılarının hatırına gelebilir. Bundan da katiyen endişe etmeyiniz. Esasen buna çalışanlar olsa bile muvaffak olmaları güçtür. Eğer muvaffak olurlarsa, bu muvaffakiyet rolör [rol sahibi] olanlara, yani fail olanlara ait kalır. Fakat buna rıza gösterenlerin nihayete kadar zarar göreceklerine hiç şüphe edilmesin. (Alkışlar) Esasen böyle tasavvurun fiile dönüşmesi bizim üzerimizde asla ve asla hiçbir tesir yapamaz. (Alkışlar) Bizim hedefimiz gayet açıktır. Ve bizi oraya yetiştireceğine emin olduğumuz istikamet, çok doğru ve haklıdır. Biz ne olursa olsun o istikameti takip edeceğiz. Ve mutlaka o hedefe ulaşacağız. (Alkışlar)
[Milli İktisat ve Kalkınma]
Arkadaşlar! Diyorum ki, maddeten muvaffak olduk. Usulen ve resmen muvaffakiyetimiz mutlaka ifade olunacak… Fakat nede muvaffak olduk? Neye muvaffak olduk? Eğer bütün bu mesai [çalışma] ve fedakârlık ve azim, rehavet içinde [insan gibi yaşamak] için ise hiçbir mana ifade etmez. Kabul etmek lâzımdır ki, asıl kurtuluşa ulaşmak, mücadeleyi tatil etmekle değil, ilelebet mücadeleyi devam ettirmekle mümkün olacaktır.
İçinizde zan ve farz eden bulunmasın ki, harp ve düşmanca hareketler son bulunca işler bitmiştir. Hayır… Hakiki mücadele ve belki daha güç mücadeleler o zaman başlayacak. Bu suretle muvaffak olunacak, hakiki kurtuluş temin edilecektir. Arkadaşlar! Geleceğe ait mücadele safhaları çoktur ve geniştir. Bütün bu çok kelimeleriyle ifade etmek istediğim şey, aslında bir kelime ile ifade edilebilir. Millet fakirdir. Millet zengin olmak mecburiyetindedir. Milletin zengin olması demek, her türlü meseleleri halletmiş olması demektir. (Alkışlar)
Efendiler! Biliyorsunuz ki, bizde bir kanaat meselesi vardır. Kanaatkâr olmak nazariyesi vardır. Bu çok yanlıştır. Bu nazariye, haddizatında [aslında], delalet ettiği manadan uzaklaştırılmıştır. Kastedilen, anlaşılan ile bağdaşmaz. Kanaatkâr olmak demek, fakir olmak, az şey ile yetinmek demek değildir. Bunu bir tarafa bırakalım. Diğer taraftan bunu çürüten bir şey daha vardır. İnsanlar çok çalışmaya mecburdur. Niçin çalışacak? Gaye, hayatın gerektirdiği her şeyi tedarik etmek ve en iyi tarzda tedarik etmektir. Bu ise zengin olmayı hedef tutmakla mümkündür. Bir insan ve bir içtimai heyet zengin olacağım dediği zaman, ne kadar çok şey lâzım olduğunu görecek ve onların her birini ayrı ayrı tedarik edecek, en iyi vaziyete, mükemmel bir vaziyete ulaştırmak mecburiyetini duyacaktır. Bunu şiar edinelim. Milletimizi zengin etmek lâzımdır. Kuvvetli kılmak için… Zengin olan muvaffak olur. Bu millet, muvaffak olmak istiyorsa zengin olacaktır. Kanaatkârlıktan bahseden insanlara -ki hepimizin kulağına fısıldadıkları- mütalaa tarzlarının yanlış olduğunu avazımız çıktığı kadar bağıralım. Çünkü böyle hareket etmezsek, çünkü o miskince tasavvurların tatbikatına koyulursak, o zaman en miskin vaziyette kalırız. Ve bu kadar miskin vaziyette kalan insanlar da, ali insanlardan meydana gelen içtimai heyetler karşısında yalnız uşak olmaya mahkûm kalır.
Efendiler, bizim milletimiz böyle fakir değildi, bizim memleketimiz böyle harabe hâlinde değildi. Bilakis, mamur idi ve milletimiz çok zengin idi. O hâlde zengin olabilmek için bizi fakirliğe, sefalete sevk etmiş olan sebeplerin ne olduğunu düşünelim ve onlardan kurtulmaya bakalım. Bir arkadaşımızın sorusuna cevap vermek için şu başlangıcı yaptım ve çok ehemmiyet vermek isledim; o da bir sanatkâr arkadaşımızın. Şurada ve burada sanatla meşgul olmuş ve fazla gayret göstermiş, çok öğrenmiş… Acaba bundan sonra memleketimizde mevcut olmayan sanatlarla da iştigal edebilecek [meşgul olabilecek] midir? Ve neticede sanatkârlar mesut ve müreffeh olacak mıdır?
Arkadaşlar! Sanatkârların mesut ve müreffeh olmaması yüzündendir ki, bu millet, bu fakirliğe, bu zarurete düşmüştür. Hakikaten, sanat ve sanat müesseseleri başlı başına bir milleti zengin eden veya fakir eden, bir memleketi mamur [bayındır] eden veya harap hâle sokan bir meseledir. Ve bizim fakru zaruret içinde olduğumuzun sebepleri dahi bu arz ettiğim meseleye başlı başına bağlı olduğunu görebilirsiniz. Biliyorsunuz ki, bizim memleketimizde sanayi bahis konusu olduğu zamanda hatıra gelen şey, tezgâhlardır. Çok ufak şeylerdir. Biz her şeyi evlerdeki, köylerdeki, şurada ve buradaki tezgâhlarda yapmışızdır ve hâlâ yapıyoruz. Hâlbuki buna mukabil Avrupa’da, medeni dünyada büyük sanat merkezleri görünmüştür. O kadar ki, bizim ufak tezgâhlarımızın, ufak sanat evlerimizin vücuda getirmiş olduğu mahsul, bu azametli sanat müesseseleri karşısında ölmeye mahkûm kaldı. Ve dolayısıyla rekabet edemeyecek bir hâle gelmiştir. Paralarımız da hu suretle harice gitmiştir.
Diğer taraftan sanatlarımız da çürümüştür, mahvolmuştur. Zengin olabilmek için behemehâl sanatlarımızı ilerletmek, genişletmek mecburiyetindeyiz. Buna muvaffak olabilmek için sanatkârlarımızı çok iyi yetiştirmek ve onları başımız üstünde tutmak lâzımdır. Sanatkâra malik olmayan bir millet en büyük uzvundan mahrum kalır. Onun için hiç merak buyurmayın, şimdiye kadar çalıştığımız çok büyük bir mesaidir. Memleketin en mesutlarından biri olacaksınız. Bizi daha fakirliğe, zarurete sevk eden sebepleri arayalım. Mühim olarak şu hatıra gelebilir: Bizim için çok debdebeli olan taarruzlarımızdan sonra mukabil taarruza duçar olunduğunu [uğranıldığını] arz etmiştim. Ve bunun neticesi olarak asırlardan beri terk etmekte olduğumuz memleketler dâhilinde bir umumi göç vakidir. Unsur-i aslî, terk ettiği yerlerde sabit mallarını bir defa mahvolmaya [yok olmaya] mahkûm bırakıyor ve hicret [göç] hâli dolayısıyla nakil olunabilecek mallarını da mahvediyordu. Bu da milletin umumi servetinde büyük yekûn teşkil etmiştir ve milletin serveti böylelikle heba olmuştur. Böyle göçe mahkûm edilen ırktaşlarımız vaktiyle bir daire dâhilinde kesif bir hâlde bulunsalar ve hayati mesailerini orada sarf etselerdi, bu felâkete ve bu fakirliğe düşmeyeceklerdi. Diğer bir sebep, millet kendi işi ile iştigal edeceği yerde, birtakım fatihlerin peşinde dolaştırılmıştır. Bu itibarla fetihleri yapmak için memleketimizde çalışan eller, kollar azalmıştır. Ve hariçte ölüp gelmemek yüzünden daima noksana mahkûm kalmıştır. Ve bu harekâtı yapabilmek için memlekete ve memleketin içine sarf edilmek lâzım gelen birçok paralar heba edilmiştir.
Diğer bir mesele: Bizim memleketimiz Şark’ın ve Garb’ın arasındadır. Bir zamanlar, Süveyş Kanalı açılmadan evvel ve oraları bizim elimizde bulunduğu zaman ve de Kafkasya’da şimendifer yapılmadan evvel bütün Şark ve Garp arasındaki ticari hatlar memleketimizin dâhilinden geçerdi. Bunlar zamanın vasıtalarıyla, kervanlarıyla daima faaliyet hâlinde bulunuyordu. Bilirsiniz, birçok kervansarayımız varmış. 7000 kişi ve daha ziyade insanları alabilecek kadar kervansaraylarımız varmış. Memleketimiz böyle nakliye ve ticaret güzergâhıymış. Bu, memlekete çok servet temin ediyormuş. Vaktaki [ne vakit ki] Kafkasya şimendiferleri yapıldı. Süveyş Kanalı açıldı, bunlar elimizden gitti. Muvasala [ulaşım] hatları değişti, kolaylık ve sürat peyda etti [kazandı]. Biz bunun farkında olmadık. Bekledik ki, Şark’tan Garb’a ve Garp’tan Şark’a kervanlar gelsin. Fakat kervanlar gelmedi, o kervanların geçtiği yollar harap oldu ve kervansaraylar harap ve türap oldu.
Ağzımız havaya açık olarak kaldık. Ve neticede millet parasız ve sefil kaldı. Diğer bir nokta daha… ve belki bu nokta ile bir arkadaşımıza cevap vereceğiz. Şimendiferlerden bahsetmişlerdi.
Efendiler, memleketi fakru zarurete mahkûm eden en mühim sebeplerden birisi de asrın icap ettirdiği nakliye vasıtalarından mahrumiyetimizdir. Yani şimendiferden mahrumiyetimizdir. Yollardan ve işleyen otomobillerden mahrumiyetimizdir. Sahillerimizde işleyen ve harice gidip gelebilecek vapurlardan mahrumiyetimizdir. Yollarımız yoktur, şimendiferlerimiz yoktur, gemilerimiz yoktur. Ne vardır? Develer vardır, kağnılar vardır ve merkepler vardır. Bunlarla istiyoruz ki, bütün medeni dünyaya karşı mevcudiyetimizi muhafaza edelim ve istiyoruz ki, bunlarla medeni dünyanın mesaisiyle müsabaka edelim. Buna imkân var mıdır? Yoktur efendiler!
İzmir’de her gün Amerikalılara un için kaç para veriyorsunuz, biliyor musunuz? (Hazır olan Vali Abdülhalik Bey cevap veriyor: Üç bin lira) Bu, günde üç bin lira. Bunu ayda ve senede hesap ederseniz, göreceksiniz ki, 1,5 milyon lira yalnız İzmir’imiz Amerika’ya veriyor. Ne için? Ekmek yapmak için! Efendiler, bakınız Konya bir hazinedir ve hazine olan çok yerlerimiz vardır. Her yerimiz hazinedir. Fakat kabil midir [mümkün müdür] ki, bir livanın mahsulünü diğer bir livaya nakilde müşkülata uğramayalım. Çünkü yol yoktur ve seri [çabuk işleyen] vasıtalar yoktur. Amerika ile memleketimiz içinde müsabaka edemiyoruz. Amerika, İzmir’e Konya’dan daha yakındır. Niçin? Çünkü asri, fenni vasıtaları vardır.
Efendiler! Asrın mevcutları ile mücadele edebilmek kabiliyeti ve bu mücadelede muvaffak olabilmek kabiliyeti, en son medeniyet ve tekniğe yetişmeye karar vermekle mümkündür. Ordumuz muvaffaktır. Çünkü ordumuzu teşkil eden milletin evlatları öyle bir unsurun mahsulüdür ki, ezeli asırlardan beri ruhu, bütün benliğiyle askerdir ve kahramandır. Fakat muvaffak olabilmesi için bu koskoca kahramanlık hiçbir vakitte kâfi gelmezdi. Muvaffak olmuş isek, hiç şüphe etmeyiniz ki, ordumuzun elindeki tüfek düşmanımız elindeki tüfekten aşağı değildir de ondan. Top, mitralyöz aşağı değildir. Talim ve terbiye aşağı değildir. Bunların hepsinde yüksek olduğumuz için muvaffak olduk. Muvaffak olabilmek için her hususta ordu gibi kemal [olgunluk] derecesine ve bunun üstüne çıkmak gerekir. Ordudaki kemal derecesi ne ile olmuştur? Hiç şüphe yok ki, asri ve fenni vasıtaları tamamen almakla ve bihakkın [hakkıyla] tatbik etmekle. Ziraatte de muvaffak olmak istiyorsak, ticarette muvaffak olmak istiyorsak, sanayide muvaffak olmak istiyorsak, onlar ne yapmaktadır, ne gibi vasıtalara müracaat etmektedir? Derhâl onları alacağız ve tatbik edeceğiz.
Arkadaşlar! Bizim memleketimiz bir ziraat memleketidir. Dünyanın en güzel ve en mükemmel ziraat memleketidir. Fakat bizim memleketimiz sadece bir ziraat memleketi olmakla kalmaz. Baştan nihayete kadar keşfedilmemiş ve istifade edilmemeye mahkûm maden hazineleri ile doludur. Bunların hepsini açmak, işletmek, para yapmak lâzımdır. Baştan nihayete kadar dünyanın en güzel yetiştiği kabiliyetle araziye malikiz. Fakat biliyorsunuz ki, ormanlarımız metruk [terk edilmiş] bir hâlde, senelerden ve asırlardan beri mahvedilmeye, yakılmaya, berbat edilmeye mahkûmdur. Şüphe yok, bütün bunları istifade edilir hâle koymak lâzımdır. Fakat en büyük kabiliyetimizi azami derecede süratle geliştirmek icap eder. O da ziraat meseleleridir. Ve zaten millet bununla iştigal etmektedir [meşgul olmaktadır]. Bunda şimdiye kadar yapılagelmekte olan usullerle bir netice almanın imkânı yoktur. Azami netice alabilmek için, esasen muhtaç olduğumuz noktaları araştırmalı, bulmalı ve tatbik etmelidir. Bir kere insan bulmak lâzımdır. Biliyorsunuz ki, bizim memleketimiz Almanya’dan iki kere büyüktür. Almanya’nın iki mislidir. Hâlbuki Almanya’nın belki, yetmiş-seksen milyon nüfusu vardır. Bizim sekiz milyon nüfusumuz vardır. Seksen milyon nüfusa malik olan bir memleketin iki mislinde sekiz milyon nüfus vardır; yaklaşık. O hâlde bu koskoca memleketi bu sekiz milyon işleyemez, işletemez. El lâzımdır işlemek için. Fakat burada bir noktayı hatırlamak lâzımdır. Böyle olmakla beraber, yeni Türkiye Devleti eski Osmanlı Devleti’nden, eski Osmanlı İmparatorluğu’ndan daha, pek çok kuvvetlidir. Zira sonu gelmeyen ufuklara şamil, büyük imparatorluğun içinde aslî unsur kendi evi, tarlası, öküzü ve koyunu ile değil, fakat uzak evlerin bekçiliği ile meşguldü. Beklerdi, beklerdi, en nihayet vücudunu, kemiğini el topraklarında terk ederdi.
Efendiler! Süveyş Kanalı açılalı takriben [yaklaşık] 45 sene zarfında Anadolu evladından Yemen’e gidip ölenlerin miktarını biliyor musunuz? Bir buçuk milyondur. Bu, mazbut [kayıtlı] bir tarzda tespit olunan miktardır. Buna ilave yapınız. Suriye’yi beklemek için, Irak’ı beklemek için, Afrika’yı beklemek için ve birtakım yerleri beklemek için verdiğimiz, heder ettiğimiz evlatlarımızın miktarını düşününüz. Şimdilik bu bekçilikten kurtulmuş oluyoruz. Ve kesif bir hâlde kendi topraklarımızın içinde bulunuyoruz ve şüphesiz ki, eskisinden kuvvetliyiz. Fakat bu da kâfi değildir. Zira o kuvvet hakiki bir kuvvet değildir. Eğer öyle olsaydı mevcudiyetini muhafaza eder ve tesirlerini devam ettirebilirdi. Biz daha kuvvetli olmak mecburiyetindeyiz ve olacağız. Fakat bu insanları sekiz milyondan seksen milyona çıkarmak lâzımdır ve şüphe yok, bunu temin etmek için icap eden vasıtalara müracaat edilecektir; sıhhi, iktisadi vesaire… Fakat biz bunu bekleyemeyiz. Bunu beklemekle beraber, insan noksanını, el noksanını başka bir şeyle telafi etmek mecburiyetindeyiz ki, o da fennin bahşetmiş olduğu vasıtalardır. Onun adına makine derler. On beş kişinin, yüz kişinin yapabileceği fen kuvvetine müracaat etmek mecburiyetindeyiz. Ziraatten bahsettik, sanattan bahsettik, ticarete temas ettik, yollardan konuştuk; zannediyorum ki, bütün bunlara kısa bir tabirle iktisadiyat derler. İktisadiyat demek, bence insanın, içtimai heyetin muhtaç olduğu şeyleri temin etmek için ve bunu temin ettikten sonra da insanlığın icabı olarak daha fazlasını da temin edebilmek için yapılması lâzım gelen şeylerdir.
Yapılması lâzım gelen şeylerin de çok olduğu anlaşılıyor. Yol yapacağız, şimendiferler, limanlar yapacağız. Sonra ziraatimizde tamamen asri ve fenni vasıtalar kullanarak onu yükselteceğiz. Sonra sanatkârlarımızı yetiştireceğiz. Onların sanat mahsullerinden istifade edeceğiz. Dünya ile rekabete girebilecek tarzda hareket edeceğiz. Tabii bu da fabrikalarla olacaktır. Mesainin mahsulünden hariçle temasla azami ve hakiki istifadeyi temin edebilmek için de araya aracılar koymayacağız. Şimdiye kadar felâket sebeplerinden birisi de, milletimizle hariç arasında yabancıların aracı olmasıdır. Bu aracılığın adına ticaret derler. Bilhassa harici ticarette mühim olan bu şeyin dâhili ticarette de ehemmiyeti o kadar büyüktür. Maalesef [ne yazık ki], harici ticarette nasıl olmuş ise, dâhili ticarette de yine bir kısım kişiler millet arasına girmiştir. O hâlde ticaretimize iyi bir cereyan [yol] vermek lâzım gelir.
Milletin bunu bizzat eline alması ve yükseltmesi lâzım gelir. Bütün bu şeyleri idrak etmek ve bunların faydalarını takdir etmek ve bunların icaplarını yapabilmek için bir şey lâzımdır; o da bilmektir. İnsanlar, cahil olan insanlar, bu dediğimiz şeylerin hiçbirisini yapamaz. Kabul etmek lâzımdır ki, milletimiz şimdiye kadar lüzumu derecesinde cehaleti [bilgisizliği] izale [yok] yok edememiştir. Umumi denecek derecede bir cehalet vardır. O hâlde her şeyden evvel bu umumi cehaleti yok etmek lâzımdır. Bunu yok etmekle beraber, daha başka şeyler bilmek gerektir. Bu da maarifimize bir şekil, bir faaliyet vermekle mümkün olacaktır.
You may like
Mustafa Kemal Atatürk
Kazım Karabekir Paşanın T. B. M. M.’ne Telgrafı
Published
5 ay agoon
Ağustos 12, 2024By
drkemalkocak5.- MUHTELİF EVRAK
1.- Şark Cephesi Kumandanı Kâzım Karabekir Paşanın, İstanbul’da inikat eden Şûrayı Saltanatta Sevr Muahedesinin imza edilmesine karar verenlerle muahedeyi imza edenlerin hiyaneti vataniye ile ittiham olunmalarına dair telgrafı.
REİS — Kâzım Karabekir Paşadan mevrut bir telgraf var okunacak.
Erzurum;
Ankara’da Meclisi Milli Riyasetine
Vatansız, vicdansız üç serserinin, yine kendileri gibi millet ve vatanla alakası olmayan bir kaç kişi namına sulh muahedesini imza ettiklerini ajansta gördük. Mücadelei milliyemizde daha büyük bir azim ve imanla devamı tekiden ahdettiğimizi arz eylerim. İstanbul’da teşekkülünü evvelce duyduğumuz Şûrayı Saltanatta Türkiye’nin hayatı mevcudiyetini söndüren bu zalim muahedenin imza edilmesine karar ve rey veren esamileri malum eşhasın ve muahedenameye vazı imza edenlerin ihaneti vataniye ile ittiham olunmasını ve haklarında hükmü gıyabi verilmesini bu vatansızların isimlerinin her yerde lanetle yadedilmesinin ilan ve tamim olunmasını arz ve teklif eylerim.
17 Ağustos 1336 [1920]
Şark Cephesi Kumandanı
Kâzım Karabekir
REİS — Kâzım Paşanın bu teklifini tensip buyuruyor musunuz? (Hay hay) tensip buyuranlar ellerini kaldırsın. Tensip edildi efendim.
T. B. M. M. ZABIT CERİDESİ, Elliüçüncü İçtima, 19.8.1336 Perşembe, Devre: 1, Cilt: 3, İçtima Senesi: 1, s. 333
https://www5.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/TBMM/d01/c003/tbmm01003053.pdf
Türk İstiklâl Mücadelesi
Mustafa Kemal Paşa’nın Balıkesir Zağnos Paşa Camiinde Halkla Konuşması
Published
11 ay agoon
Şubat 7, 2024By
drkemalkocak(7 Şubat 1923)
GİRİŞ
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Gazi Mustafa Kemal [ATATÜRK] önderliğinde gerçekleştirilen Türk İstiklal Harbi/Milli Mücadele’den sonra kurulmuştur. Türk Milletinin bağımsızlığını kazanmasından sonra Gazi, zaman zaman yurt gezilerine çıkmıştır. Bu gezilerinde, Millî Mücadele sırasında düşmana karşı omuz omuza birlikte mücadele ettiği milleti ile daha yakından temas kurma imkânına kavuşmuştur. Gezilerinde, uzun süren harplerden yeni çıkmış olan halka moral vermiş, yeni kurulan “Türk Milletinin/Milli Kültürümüzün” muasır medeniyetler seviyesine ulaşması için yapılması gerekenler hakkında, kulluk/kölelikten kurtularak hürriyetine kavuşan vatandaşları bilgilendirmiş, yapılan inkılâpların uygulanışını görmüş ve yapılacak inkılâplarla hakkında kamuoyu oluşturmuştur. İhtiyaç duyduğu kamuoyu desteğini sağladığına kanaat getirdikten sonra, yapmak istediği inkılâpları Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sunmuş ve uygulamaya/hayata geçirmiştir.
Bu geziler, Gazi’i görmek isteyen Türk halkı tarafından büyük bir sabırsızlıkla beklenmiştir. Nitekim geziler öncesinde zaman zaman Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği tarafından karşılama töreni yapılmaması istenmesine rağmen kadını-erkeği, genci-yaşlısı bütün Türk halkı, Gazi’ye olan sevgi ve saygısını göstermek için büyük bir heyecan ve coşkuyla geçeceği yollar üzerine toplanmıştır. Halkın ilgisinden ziyadesiyle memnun olan Gazi, gittiği her yerde özellikle vatandaşlarla yüz yüze görüşebileceği ve fikir alışverişinde bulunabileceği belediye, okul, Cumhuriyet Halk Fırkası, Türk Ocağı ve diğer kurum ve kuruluşları ziyaret etmiştir. Bu görüşmelerin katkısıyla halkın beklentileri hükümet programlarında ve uygulamalarında anlamını ve yerini bulmuştur. Bu sebeple Gazi’nin yurt gezileri, genellikle önemli siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel değişim ve gelişmelerin yaşandığı/yaşanacağı günlerin öncesi veya sonrasında gerçekleşmiş olması bakımından anlamlıdır.
Gazi Mustafa Kemal, yurt gezileri kapsamında Balıkesir’i biri cumhuriyetin ilanından önce, altısı ilan edildikten sonra olmak üzere yedi defa ziyaret etmiştir. Cumhuriyetin ilanından önce Balıkesir’e ilk defa 6-8 Şubat 1923’te gelmiştir. Cumhuriyet’in ilanından sonraki ilk ziyareti ise 8-10 Ekim 1925’te gerçekleşmiştir. Bunu, 13-15 Haziran 1926, 7-8 Şubat 1931, 21-22 Ocak 1933, 15 Nisan 1934 ve 24-25 Haziran 1934’teki ziyaretleri takip etmiştir.
Aşağıda, Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın 6-8 Şubat 1923’teki Balıkesir seyahatinde kendisine eşlik eden Hâkimiyet-i Milliye Gazetesi Sahibi Recep Zühdü [SOYAK]’ın kaleminden “GAZİ MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN BALIKESİR SEYAHATİ”nin, Hâkimiyet-i Milliye Gazetesi’nin 11 Şubat 1923 tarihli nüshasında yayımlanan “BALIKESİR’DE FEVKALADE MÜHİM BİR NUTUK- BALIKESİR’DE HALKLA KONUŞMA (7 ŞUBAT 1923)” başlıklı bölümü, Osmanlı Türkçesinden çeviri yazı olarak sunulmuştur.
***
BALIKESİR’DE FEVKALADE MÜHİM BİR NUTUK
Mustafa Kemal Paşa Hazretleri hutbeler ve hilafet hakkındaki izahatından sonra mesail-i siyasiye ve içtimaiye ve iktisadiyemize [siyasi, sosyal ve ekonomik meselelere] geçmişlerdir
BALIKESİR’DE HALKLA KONUŞMA
(7 ŞUBAT 1923)
Balıkesir: 7 [Şubat 1923 Çarşamba] (AA ) – Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri, bugün öğle namazını büyük bir cemaat ile Paşa [Zağnos Paşa] Camii Şerifi’nde kılmışlardır. Namazdan ve ervah-ı şühedaya [şehitlerin ruhlarına] ithafen kıraat edilen [okunan] mevlidi nebeviden sonra Paşa Hazretleri minbere çıkarak şu hutbeyi [nutku/konuşmayı] irat buyurmuşlardır [yapmışlardır]:
“Millet! Allah birdir. Şanı büyüktür. Allah’ın selameti, atifeti [iyiliği] ve hayrı üzerinize olsun. Peygamberimiz Efendimiz Hazretleri, Cenabı Hak tarafından insanlara hakayıkı [hakikatleri] tebliğe memur ve resul olmuştur. Kanunu esasisi, cümlenizce [hepinizce] malumdur ki, Kur’an-ı azimüşşandaki nusustur [naslardır]. İnsanlara feyz ruhu vermiş olan dinimiz, son dindir. Ekmel dindir. Çünkü dinimiz akla, mantığa, hakikate tamamen tevafuk ve tetabuk ediyor [uyuyor ve denk düşüyor]. Eğer akla, mantığa ve hakikate tevafuk etmemiş [uymamış] olsaydı, bununla diğer kavanin-i tabiiye-i ilahiye beyninde [tabii ilahi kanunlar arasında] tezat [zıtlık] olması icap ederdi. Çünkü bilcümle kavanin-i künyeyi [bütün kâinatın kanunlarını] yapan, Cenabı Hak’tır.
Arkadaşlar, Cenabı Peygamber, mesaisinde iki eve, iki haneye malik [sahip] bulunuyordu. Biri kendi hanesi, diğeri Allah’ın evi idi. Millet işlerini, Allah’ın evinde yapardı. Hazreti Peygamber’in eser-i mübareklerine [mübarek eserlerine] iktifaen [uyarak] bu dakikada milletimize, milletimizin hal ve istikbaline [bugününe ve geleceğine] ait hususatı [hususları] görüşmek maksadıyla bu dar-ı kutside [kutsal evde], Allah’ın huzurunda bulunuyoruz. Beni buna mazhar eden, Balıkesir’in dindar ve kahraman insanlarıdır. Bundan dolayı çok memnunum. Bu vesile ile büyük bir sevaba nail olacağımı ümit ediyorum.
Efendiler, camiler birbirimizin yüzüne bakmaksızın yatıp kalkmak için yapılmamıştır. Camiler itaat ve ibadet ile beraber din ve dünya için neler yapılmak lazım geldiğini düşünmek, yani meşveret için yapılmıştır. Millet işlerinde her ferdin zihni başlı başına faaliyette bulunmak elzemdir. İşte biz de burada din ve dünya için, istikbal ve istiklalimiz [gelecek ve bağımsızlığımız] için, bilhassa hâkimiyetimiz için neler düşündüğümüzü meydana koyalım. Ben yalnız kendi düşüncemi söylemek istemiyorum. Hepinizin düşündüklerinizi anlamak istiyorum. Amal-ı milliye [milli emeller], irade-i milliye [milli irade] yalnız bir şahsın düşünmesinden değil, bilumum efrad-ı milletin [bütün millet fertlerinin] arzularının, emellerinin muhassalasından [bileşkesinden] ibarettir. Binaenaleyh [dolayısıyla] benden ne öğrenmek, ne sormak istiyorsanız, serbestçe sormanızı rica ederim.”
Müşarünileyh [adı geçen], badehu [ondan sonra] minberden aşağıya inmişler ve muhtelif zevat tarafından irat edilen [sorulan] yirmiyi mütecaviz suali [yirmiden fazla soruyu] tespit ettikten sonra cevaplarını vermişlerdir. Hutbeler hakkındaki ilk suale [soruya] cevaben demişlerdir ki:
“Hutbeler hakkında irat edilen sualden [sorulan sorudan] anlıyorum ki, bugünkü hutbelerin tarzı, milletimizin hissiyat-ı fikriyesi [fikri hissiyatı] ve lisanıyla ve ihtiyacat-ı medeniye [medeni ihtiyaçlar] ile mütenasip [uyumlu] görülmemektedir. Efendiler, hutbe demek nasa [insanlara] hitap etmek, yani söz söylemek demektir. Hutbenin manası budur. Hutbe denildiği zaman, bundan birtakım mefhum [kavram] ve manalar istihraç edilmemelidir [çıkarılmamalıdır]. Hutbeyi irat eden [söyleyen], hatiptir. Yani söz söyleyen demektir. Biliyoruz ki, Hazreti Peygamber zamanı saadetlerinde hutbeyi kendisi irat ederlerdi [söylerlerdi]. Gerek Peygamber Efendimiz ve gerek hulefay-ı raşidinin [dört halifenin] hutbelerini okuyacak olursanız görürsünüz ki, gerek Peygamber’in, gerek hulefay-ı raşidinin [dört halifenin] söylediği şeyler, o günün meseleleridir; o günün askeri, idari, mali ve siyasi, içtimai hususatıdır [toplumsal hususlarıdır]. Ümmet-i İslamiye [İslam ümmeti] tekessür [çoğalmaya] ve memalik-i İslamiye [İslam memleketleri] tevsie [genişlemeye] başlayınca, Cenabı Peygamber’in ve hulefay-ı raşidinin [dört halifenin] hutbeyi her yerde bizzat kendilerinin irat etmelerine [söylemelerine] imkân kalmadığından, halka söylemek istedikleri şeyleri iblağa [bildirmeye] birtakım zevatı memur etmişlerdir. Bunlar her halde en büyük rüesa [reisler] idi. Onlar camii şerifte ve meydanlarda ortaya çıkar, halkı tenvir [aydınlatmak] ve irşat [uyarmak] için ne söylemek lazımsa söylerlerdi. Bu tarzın devam edebilmesi için bir şart lazımdı. O da milletin reisi olan zatın halka doğruyu söylemesi, halkı dinlemesi ve halkı aldatmaması! Halkı ahval-ı umumiyeden [genel durumdan] haberdar etmek, son derecede haiz-i ehemmiyettir [ehemmiyetlidir].
Çünkü her şey açık söylendiği zaman halkın dimağı hal-i faaliyette [faaliyet halinde] bulunacak, iyi şeyleri yapacak ve milletin zararına olan şeyleri reddederek şunun veya bunun arkasından gitmeyecektir. Ancak millete ait olan işleri milletten gizli ettiler. Hutbelerin halkın anlayamayacağı bir lisanda olması ve onların da bugünkü icabat[icapları]nıza ve ihtiyaçlarınıza temas etmemesi, halife ve padişah namını taşıyan müstebitlerin arkasından köle gibi gitmeye mecbur etmek içindi. Hutbeden maksat, ahalinin tenvir ve irşadıdır [aydınlatılması ve uyarılmasıdır], başka şey değildir. Yüz, iki yüz, hatta bin sene evvelki hutbeleri okumak, insanları cehalet ve gaflet içinde bırakmak demektir. Hatibanın [hatiplerin] her halde nasın [insanların] kullandığı lisanla görüşmesi elzemdir. Geçen sene Millet Meclisi’nde irat ettiğim bir nutukta demiştim ki: “Minberler halkın dimağları, vicdanları için bir menba-ı feyz [feyiz kaynağı], bir menba-ı nur [nur kaynağı] olmuştur.” Böyle olabilmek için minberlerden aksedecek sözlerin bilinmesi ve anlaşılması ve hakayık-ı fenniye ve ilmiyeye [fenni ve ilmi hakikatlere] mutabık [uygun] olması lazımdır. Hatibay-ı kiramın [değerli hatiplerin] ahval-i siyasiye [siyasi ahvali], ahval-i içtimaiye ve medeniyeyi [toplumsal ve medeni ahvali] her gün takip etmeleri zaruridir. Bunlar bilinmediği takdirde halka yanlış telkinat [telkinler] verilmiş olur. Binaenaleyh [dolayısıyla] hutbeler tamamen Türkçe ve icabat-ı zamana mutabık [zamanın icaplarına uygun] olmalıdır ve olacaktır.”
Badehu [ondan sonra] hilafet hakkındaki suale [soruya] nakl-i kelam ederek [sözü getirerek] yalnız Türkiya değil, bütün âlem-i İslam’a [İslam âlemine] ait olan bu makama vazife ve salahiyet vermek, Türkiya devletinin salahiyeti haricinde ve fevkinde [üzerinde] olduğunu beyandan sonra demişlerdir ki:
“Dünya yüzünde Osmanlı devletinin inkırazından [bitişinden] sonra bir Türkiya devleti teşekkül etmiştir. Bu devlet İran ve Afganistan gibi müstakil [bağımsız] ve Müslümandır. Yeni Türkiya devletini milletin vekillerinden mürekkep olan [meydana gelen] Türkiya Büyük Millet Meclisi idare eder. Bu şerait[şartlar] dâhilinde halifeye, yalnız Türkiya devleti nam ve hesabına kanun-ı mahsusla [özel kanunla] verilmiş olduğundan başka bir hak ve salahiyet verilmek icap ederse, milletin hâkimiyeti takit edilmiş [kısıtlanmış] ve bilnetice [neticede] bu hâkimiyet inkısama uğratılmış [parçalanmış] olur ki, bu, eski halin avdetinden [dönmesinden] başka bir şey olamaz.”
Müteakiben Lozan Konferansı hakkında irat edilen suale [sorulan soruya] geçerek şu sözleri söylemişlerdir:
“Mamafih [ne yazık ki], adli, mali kapitülasyonlar mesailinde [meselelerinde] muhataplarımız eski zihniyetlerini tebdil etmemişlerdir [değiştirmemişlerdir]. Bu mesailde [meselelerde] İtalyanlar ve bilhassa Fransızlar müşkülat ihdas etmişlerdir [çıkarmışlardır]. Bu iki sebepten dolayı Lozan Konferansı’nın mesai-i ciddiyesi [ciddi mesaisi] tevkif etmiştir [durmuştur]. İtilaf devletleri heyet-i murahhasları [delege heyetleri], hükümetleriyle temasta bulunmak üzere Lozan’dan müfarekat etmişlerdir [ayrılmışlardır]. Bizim heyet-i murahhasımızın [delege heyetimizin] da hükümet ve Büyük Millet Meclisi ile müşavere etmek üzere gelmesi memuldür [muhtemeldir]. Biliyorsunuz ki, Lozan’da İtilaf heyet-i murahhası [delege heyeti] aylardan beri devam eden mesaiden sonra bize bir sulh [barış] projesi vermişlerdir. Bu proje kapitülasyonlar hakkında ihtiva ettiği mevaddan [maddelerden] dolayı milletimizce katiyen kabil-i kabul değildir [kabul edilemez]. Kapitülasyonlar bir devleti behemehâl [mutlaka] münkariz eder [bitirir]. Devlet-i Osmaniye [Osmanlı devleti] ile Hindistan Türk ve İslam imparatorlukları bunun en büyük delilidir. Efendiler, biz hukuk-ı meşru ve hayatımızı [meşru ve hayati haklarımızı] dünyay-ı medeniyet ve insaniyete [medeniyet ve insaniyet dünyasına] tasdik ve teslim ettirmek için çalışıyoruz. Bunu tasdik ve teslim ettirmek için icap eden her türlü tedbirlere tevessülde [girişmekte] tereddüt göstermeyeceğiz. Milletin irade-i hakikiyesinin [hakiki iradesinin] bu merkezde olduğuna kaniyim.” (Hay hay sesleri)
Badehu [Ondan sonra] Düyunu Umumiye’nin Türkiya’dan ayrılacak mahallere taksim olunduktan sonra tanınacağından ve rejinin şu veya bu şekilde olmasının her zaman kabil-i tezekkür olduğundan [konuşulabileceğinden], ticarete, ziraate ve sanayiye fevkalade ehemmiyet verilmek icap ettiğinden, kadınların hayat-ı içtimaiyemizde [toplumsal hayatımızda] erkekler derecesinde sahib-i hak [hak sahibi] olması lazım geldiğinden bahsetmişler ve Halk Fırkası hakkındaki soruya aşağıdaki cevabı vermişlerdir:
“Bu milletin siyasi fırkalardan çok canı yanmıştır. Şunu arz edeyim ki, memalik-i sairede [diğer memleketlerde], fırkalar behemehâl [mutlaka] iktisadi maksatlar üzerine teessüs etmiş ve etmektedir. Çünkü o memleketlerde muhtelif sınıflar vardır. Bir sınıfın menfaatını muhafaza için teşekkül eden siyasi bir fırkaya mukabil [karşılık] diğer bir sınıfın menfaatını muhafaza maksadıyla başka bir fırka teşekkül eder. Bu pek tabiidir. Güya bizim memleketimizde de ayrı ayrı sınıflar varmış gibi teessüs eden siyasi fırkalar yüzünden şahit olduğumuz neticeler malumdur. Hâlbuki Halk Fırkası dediğimiz zaman bunun içinde bir kısım değil, bütün millet dâhildir. Bir defa halkımızı gözden geçirelim: Biliyorsunuz ki, memleketimiz çiftçi memleketidir. O halde milletimizin ekseriyet-i azimesi [büyük çoğunluğu] çiftçi ve çobandır. Bu böyle olunca buna karşı büyük arazi ve çiftlik sahipleri varid-i hatır olur [hatıra gelir]. Bizde büyük araziye kaç kişi maliktir [sahiptir]? Bu arazinin miktarı nedir? Tedkit edilirse [incelenirse] görülür ki, memleketimizin vüsatına [genişliğine] nazaran hiç kimse büyük araziye malik [sahip] değildir. Binaenaleyh [dolayısıyla] bu arazi sahipleri de himaye edilecek insanlardır. Sonra sanat sahipleriyle kasabalarda ticaret eden küçük tüccaran [tüccarlar] gelir. Bittabi bunların menfaatlarını, hal ve atilerini [bugünlerini ve geleceklerini] temin ve muhafaza etmek mecburiyetindeyiz. Çiftçilerin karşısında olduğunu farz ettiğimiz büyük arazi sahipleri gibi bu ticaret erbabının karşısında da büyük sermaye sahibi tüccarların bulunduğu varid-i hatır olabilir [hatıra gelebilir]. Hâlbuki bizim memleketimizde büyük sermaye sahibi insanlar yoktur. Kaç milyonerimiz var! Hiç. Binaenaleyh [dolayısıyla] biraz parası olanlara da düşman olacak değiliz. Bilakis memleketimizde birçok milyonerlerin hatta milyarderlerin yetişmesine çalışacağız. Sonra amele gelir. Bugün memleketimizde fabrika, imalathane vesaire gibi müessesat çok mahduttur [müesseseler çok sınırlıdır]. Mevcut amelemizin miktarı yirmi bini geçmez. Hâlbuki memleketi teali eylemek [yükseltmek] için çok fabrikalara muhtacız. Bunun için de amele lazımdır. Binaenaleyh [dolayısıyla] tarlada çalışan çiftçilerden farkı olmayan ameleyi de himaye ve sıyanet [korumak] etmek icap eder. Bundan sonra münevveran [aydınlar] ve ulema denilen zevat gelir. Bu münevveran ve ulema kendi kendilerine toplanıp halka düşman olabilir mi? Bunlara terettüp eden [düşen] vazife, halkın içine girerek onları irşat [uyarmak] ve ilâ etmek [yükseltmek] ve onlara terakki [ilerleme] ve temeddünde [medenileşmekte] pişva [öncü] olmaktır. İşte ben milletimizi böyle görüyorum. Binaenaleyh mesalik-i muhtelife erbabının [çeşitli meslekler sahiplerinin] menafi [menfaatları] yekdiğerine memzuc [karışmış] olduğundan, onları sınıflara ayırmak imkânı yoktur ve heyet-i umumiyesi [tamamı] halktan ibarettir.
Halk Fırkası halkımıza terbiye-i siyasiye [siyasi terbiye] vermek için bir mektep olacaktır. Beni çok seven ve hayatımı düşünen bazı arkadaşlarım bana böyle bir fırka-ı siyasiye [siyasi fırka] teşkil etmemekliğimi tavsiye etmişlerdir. Filhakika [hakikaten] vazife-i milliyenin hitamında [milli vazifenin sonunda] köşeye çekilerek istirahat etmekliğim benim için bir menfaattır. Bunu yapabilmek için şimdiye kadar istihsal [elde] olunan neticelerin tespit olunduğu gibi devam edeceğine itimat etmek icap eder. Fakat bu hususta henüz bi-endişe [endişesiz olamam. Hiçbirinizin de bi-endişe olmamanızı tavsiye ederim. Şimdiye kadar istihsal ettiğimiz muvaffakiyetler üç dört seneye sığmayacak kadar çoktur. Her tarafta olduğu gibi bizde de yeni hareketler ve cereyanlar karşısında onu hazmedemeyen kuvvetler zuhur edebilir [ortaya çıkabilir].
Mateessüf [ne yazık ki], bu daima vardır. Nitekim bu hususta ahkâm-ı şer’iyeye muvafık [şer’i hükümlere uygun] olmayan ve maalesef Meclis’te aza [üye] bulunan bir zat tarafından risale de yazılmıştır. Bu teşebbüs eski Osmanlı devletini iadeden başka bir şey değildir. Bunu yapan o zat, hükümet ve millet nazarında mürtecidir.
Efendiler, şunu katiyetle bilmek icap eder ki, kazanılan şey, hayat ve namustur. Buna tecavüz, hayat ve namusumuza tecavüzdür. Her ferdin bu gibi hareketlere dikkat etmesi ve onlara karşı son derece müteyakkız [uyanık] bulunması lazımdır. İşte bu nokta-ı nazardan [bakımdan] milletin içinde bir fert olarak ve tekrar milletin intihabına [seçmesine] nail olur isem, Türkiya Büyük Millet Meclisi’nde aza sıfatıyla çalışmayı vazife telakki [kabul] ediyorum.
Efendiler, ne ben ve ne siz, şahıslarımız üzerinde vaziyetler ihdasına [meydana getirmeye] kalkışmayalım. Biz hepimiz o suretle çalışalım ki, kuracağımız şey milli bir müessese olsun. Bu da millete terbiye-i siyasi [siyasi terbiye] vermekle olur.
Asırların bize verdiği dersten milletimizin lüzumu kadar mütenebbih [uyanmış] olduğunu görüyorum. Milletimizin evsaf-ı mahsusası [özel vasıfları] her işimizde muvaffakiyetimizin teminatıdır. Muvaffakiyetimiz bittabi vahdetle [birlikle] olacaktır. Eğer millet müşterek gayeye müştereken sarf-ı faaliyet [faaliyet sarf] ederek yürürse, behemehâl [mutlaka] muvaffak olacaktır. İşte bunları düşünerek mesai-i müstakbelede de [gelecekteki mesaide] de muvaffak olacağına kani bulunuyorum.”
Paşa Hazretleri hasbihâllerine şu suretle son vermişlerdir:
“Arkadaşlar, buraya gelinceye kadar birçok yerlere uğradım. O yerlerin halkıyla yani kardeşleriniz, dindaşlarınız ve hemdertlerinizle aynı suretle musahabelerde [sohbetlerde] bulundum ve onların da sizin gibi memleketin hal ve atisiyle [bugünü ve geleceğiyle] fevkalade alakadar olduklarını gördüm. Sonra yine bu seyahatim esnasında ordumuzu gördüm; askerlerimiz, subaylarımız ve kumandanlarımızla temasa geldim.
Tetebbu tedkikat ve teftişatım [İnceleme ve teftişlerimin] neticesi bizi mağrur edecek bir haldedir. Çünkü vaziyetimiz çok kuvvetlidir. Memleketimiz halkında ve ordusunda gördüğüm kudret ve kabiliyet, bilhassa azim ve celadet [kahramanlık], hakkımızı behemehâl [mutlaka] istihsale [elde etmeye] kâfi ve kefildir.”
KAYNAKÇA
Hâkimiyet-i Milliye, 11 Şubat 1923, No: 736, s. 2, sütun: 1-4
Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri II, Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Yayınları, Ankara, 1959, s. 94-99
Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt: 15 (1923), Kaynak Yayınları, İstanbul, 2005, s. 117-121
Özel Günler ve Anlamları
Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni Açış Konuşması
Published
1 yıl agoon
Kasım 10, 2023By
drkemalkocak(1 Kasım 1938)
GİRİŞ
Türk’ü reayalıktan vatandaşlığa, saltanattan cumhuriyete kavuşturan, Türk kadınını yok sayılmaktan kurtarıp varlık sahnesine çıkaran, Göktürklerden bu yana kaybolan Türk kimliğini inşa eden Türk İstiklal Harbinin Başkumandanı, Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu, Türk İnkılabının planlayıcı ve uygulayıcı önderi ilk Cumhurbaşkanımız Mareşal Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ü, fani âlemden baki âleme göç edişinin 85. yıldönümünde minnet ve rahmetle anarım.
Cumhuriyetin 15. yıldönümü törenlerine ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılışa hastalığı sebebiyle katılamayan ilk Cumhurbaşkanımız Mareşal Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün; 1 Kasım 1938 günü Türkiye Büyük Millet Meclisi Açış Konuşmasını Başbakan Celal Bayar yapmıştır.
***
Başvekil Celal Bayar (İzmir) – (Başvekil alkışlar arasında kürsüye geldiler.) Teşkilatı Esasiye Kanunu’nun 36. maddesi hükmüne göre Cumhurreisimiz Atatürk’ten aldığım emir üzerine bu seneye ait nutuklarını okuyorum. (Alkışlar.)
Sayın Milletvekilleri,
Hepinizi sevgi ve saygı ile selamlarım. . .
Geçen sene aziz Kamutayı [Türkiye Büyük Millet Meclisi] arkadaşlarıma millet ve memleket için ne gibi feyizli işler başarmak istediğimizi izah etmiştim. Bugün de bunlardan hangilerinin bu yıl içinde yapıldığını bildirmek isterim.
Sayın Arkadaşlarım,
Her şeyden evvel size kıvançla arz edeyim ki millet ve memleket geçen seneyi de tam bir huzur ve sükûn içinde yükselme ve kalkınma faaliyetiyle geçirmiştir.
Uzun yıllardan beri devam eden ve zaman zaman had bir şekil alan Tunçeli’ndeki toplu eşkıyalık hadiseleri, belirli bir program dâhilindeki çalışmaların neticesi olarak kısa bir zamanda bertaraf edilmiş, o mıntıkada bu gibi vakalar bir daha tekerrür etmemek üzere tarihe devrolunmuştur. (Bravo sesleri.)
Cumhuriyet’in feyzinden yurdun diğer evlatları gibi oradakiler de tamamıyla istifade edeceklerdir.
Hususi idare ve belediyelerin bu yılki faaliyetleri geçen senelerden fazla ve daha verimli olmuştur.
İmar işlerinde belediyeleri türeli [muntazam, düzenli] surette aydınlatmak, kılavuzlamak ve faaliyetlerini takip etmek ve denetlemek üzere merkezde bir teknik büro teşkili, yol ve yapı kanununda işlerin ve istimlak muamelelerinin süratle yürümesini temin edecek tadilat yapılması, Belediyeler Bankası’nın imar işlerinde yardımını genişletmesi, çiftçi mallarının emniyetini korumak ve zirai suçlan süratle meydana çıkarıp suçluların cezalandırılması için Yüksek Kamutay’a sunulmak üzere, birer kanun tasarısı hazırlanmıştır.
Büyük Meclis’in tasvibine arz edilmiş olan yeni nüfus kanununun kabul ve tatbiki nüfus işlerinin daha modem ve muntazam bir şekilde yürütülmesini temine hizmet edecektir.
Muhterem Arkadaşlar,
Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekâleti kendisine verilen sağlık ve toplumsal yardım
vazifelerine, iskan ve göçmen işlerine Yüksek Meclis’in kabul buyurduğu tahsisat dahilinde başarı ile devam etmiştir.
Bu senenin ilkbaharında Orta Anadolu’da, bilhassa Kırşehir ve Yozgat havalisinde
bir kısım köylerimizi harap eden ve aziz vatandaşlarımızdan bazılarının ölümüne sebebiyet vermekle bizi çok üzen bir yer sarsıntısı olmuştu. Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekâleti ve aynı zamanda bu işle vazifelendirilen Kızılay Cemiyeti felakete uğrayan vatandaşlarımızı korumak için derhal gereken tedbirleri almışlardır. Bu sahada yapılmasına karar verilen 2114 evden bir kısmı bitmiştir. Bir kısmının da inşaatı ilerlemektedir. Bu hizmet ve mesaiyi memnuniyetle kaydederim.
Yüce Saylavlar [Milletvekilleri],
Memlekette mevcut huzur ve asayişe paralel olarak adalet cihazı da intizamla işlemektedir.
Meşhut Cürümler Kanunu’nun tatbikatından elde edilen iyi neticelerden örnek alınarak bu kanun kapsamına ağır cezalı cürümler de alınmıştır.
İnkılabımızın istikrarını teyit için yeni kanuni tedbirler alınmıştır. Bu maksatla Türk Ceza Kanunu’ndaki devletin şahsiyetiyle ve devlet kuvvetleri aleyhine alakalı cürümler daha kuvvetli müeyyidelere bağlanmıştır.
Cezaevlerinin terbiye, ıslah ve iş esaslarına göre düzeltilmesi yolundaki hayırlı faaliyetin genişletilmesi, cemiyete, doğru yoldan saparak hürriyetini kaybetmiş olan binlerce vatandaşı faydalı birer uzuv olarak kazandırmaktadır.
Sayın Milletvekilleri,
Devletin ekonomik sahadaki yapıcı ve yaptırıcı kudret ve prensibinin kapsamına ziraat işlerimizin de alınması yolunda bir numune olmak üzere hükmi şahsiyeti haiz “Ziraat İşletmeleri Kurumu” teşkil edilmiştir.
Geçen seneki nutkumuzda:
“Milli ekonominin temeli ziraattır. Bunun içindir ki, ziraatta kalkınmamıza büyük önem vermekteyiz. Köylere kadar yapılacak programlı ve pratik çalışmalar bu maksada ermeyi kolaylaştıracaktır. Fakat bu hayati işi isabetle amacına ulaştırmak için, ilkönce ciddi etütlere dayalı bir ziraat siyaseti tespit etmek ve onun için de her köylünün ve bütün vatandaşların kolayca kavrayabileceği ve severek tatbik edebileceği bir ziraat rejimi kurmak lazımdır” tavsiyesinde bulunmuştuk.
Buna ait etütler tamamlanmıştır.
Cumhuriyet’in on beşinci yılı, planlı, sistemli ziraat ve köy kalkınmasının başlangıcı olmalıdır.
Sayın Arkadaşlar,
Ekonomi işlerimiz normal gelişme yolunu takip etmektedir.
Bu yıl da üretimin, mübadelenin ve kredinin düzenlenmesiyle sanayileşme ve teşkilatlanma sahalarında olumlu neticeler alınmıştır.
Maden tetkik ve arama işleriyle maden işletmeleri mevcut programına göre gelişmektedir.
Dış ticaret politikamız vaziyete, milli ve milletlerarası konjonktüre uyarak, karşılıklı menfaat ve müsaadeler esasına bağlı kalmakta devam etmiştir.
İhracatın denetimi ve ihraç mallarımızın standartlanması yolundaki çalışmalar yürümekte ve hayırlı neticeler elde edilmektedir. Bu sene yeniden birtakım ihraç mallarımız daha denetlenen mallar arasına girmiştir.
Böylece ihracatımızın ve ihracatımızın itibarını yükselttiğini gördüğümüz bu usulün sahası genişletilmektedir.
Halkımızın bedii [güzel sanatlara ilişkin] kabiliyetlerini yansıtan ve her günkü ihtiyaçlarımızın büyük bir kısmını karşılayan el ve ev küçük sanatlarının Cumhuriyet rejiminde layık olduğu mertebeye yükseltilmesi icap eder. Bunun için teşvikler yapılmasını ve bu konudaki tasarının bir an evvel müzakeresini tavsiyeye değer bulurum.
Geçen toplantı devresinde Yüksek Meclis’in kabul buyurduğu “sermayesinin tamamı devlet tarafından verilmek suretiyle kurulan iktisadi teşekküllerin teşkilatıyla idare ve denetimleri” hakkındaki kanunun tatbiki için teşkilata başlanmıştır.
Memleketin muhtelif yerlerinde kredi ve satış kooperatiflerinin ve birliklerinin kurulmasına devam edilmiştir. Bu cümleden olarak Karadeniz mıntıkasında fındık mahsulümüz için beş kooperatif ve bunlar için merkezi Giresun’da olmak üzere bir birlik teşkil olunmuştur.
Küçük esnafa ve küçük sanayi erbabına muhtaç oldukları kredileri temin etmek üzere Halk Bankası ve halk sandıkları kurulmuştur.
Kredinin normal şartlar altında ucuzlatılmasının ekonomik alandaki mühim tesiri malumdur. Büyük Millet Meclisi’nin kabul buyurduğu kanun ile faiz hadlerinin indirilmesini memnuniyetle karşılarım.
Büyük Millet Meclisi Denizbank’ı kurmakla çok isabetli bir harekette bulunmuştur. Birinci beş senelik sanayi planımız muvaffakiyetle bitmek üzeredir. Buna ilaveten üç senelik bir maden işletme programı tanzim edilmiş ve tatbikine başlanmıştır. Bu üç senelik maden programının büyük bir kısmını içine almak ve şeker sanayiini de genişletmek suretiyle makine, kimya, gıda maddeleri, toprak ve su mahsulleri, ev yakacağı sanayiiyle l iman inşasını ve nakliye vasıtalarının çoğaltılmasını ve deniz işleri için duyduğumuz ihtiyaçları ihtiva ve ifade eden dört senelik üç numaralı yeni bir program yapılmış ve ilan edilmiştir. Bu plan için sarf olunacak para 85 ila 90 milyon lira arasında tahmin edilmektedir. Buna ait kredinin temin edildiği malumdur.
Memleket için faydalı olan her teşebbüsü yüksek bir vatanseverlik duygusuyla destekleyen ve himaye eden değerli Kamutay’ın bu planı da desteğine mazhar kılacağından şüphe etmiyorum.
Muhterem Milletvekilleri,
Memleketin imarı ve kalkınması yolunda çok mühim vazifeler alan Cumhuriyet nafıasının bu yıl içindeki çalışmalarının azami randıman vermiş olduğunu görmekteyim.
Geçide açılan büyük köprülerin bu yıl 115’e ulaştığını kayıt ve adetlerinin ihtiyaçla orantılı olarak süratle çoğaltılmasını temenni ederim.
İstanbul’dan başlayan Avrupa turistik asfalt yolunun birinci kısmı tamamlanmıştır. Ve son kısımlarının inşaatına devam edilmektedir.
Memleketin umumi su siyasetinin büyük ehemmiyeti üzerinde durmaktayız. Geçen devrede kabul buyurduğunuz bir kanunla Adana ovasının sulama işlerine hız verilmiş olmasını memnuniyetle kaydederim. Diğer su işlerimiz de program dâhilinde yürümektedir.
Geçen sene yapılmasına başlandığını bildirdiğim radyo merkezi stüdyosu tamamlanmıştır.
Şirketlerden elimize geçen demiryollarının ıslahına ve çekici ve çekilen araçların her türlü ihtiyaca cevap verecek surette tamamlanmasına çalışılmaktadır.
Memlekette nakliye hacmi artmaktadır. Muhtelif malların sevkini kolaylıkla temin etmek için yeni nakliye vasıtaları sipariş edilmiş ve üç numaralı programda da bu hususa ayrıca yer verilmiştir.
Geçen yıl Divriği’ye ulaştığını gördüğümüz demiryolunun bu yıl Erzincan’a vardığını ve önümüzdeki yıl içinde de Erzurum şehrine ulaşacağını kıvançla müjdelerim.
Arkadaşlar,
Maliyemiz denk bütçe, sağlam ödeme, vergi sistemlerini mükellef lehine ıslah ve hafifletme ve milli paranın istikrarını muhafaza prensiplerini tam bir sadakat ve muvaffakiyetle takip ve tatbik etmektedir.
Halkın ve çiftçinin vergi yükünü hafifletmek yolunda öteden beri güdülen prensibin imkân nispetinde tatbikine bu yıl da devam edilmiştir.
Kazanç ve denge vergilerinde yünlü ve pamuklu kumaşların tüketim vergisinde ve hayvan vergilerinde indirmeler yapılmış, hayvan vergisinin at ve katıra ait kısmıyla tıbbi ve ispençiyari [eczacılık] maddelerin tüketim vergisi tamamen kaldırılmıştır.
Bir kısım vergilerde yapılan mühim indirmelere rağmen tahsilat tahmin olunan gelirden geçen sene de 29 milyon fazlalık göstermiştir.
Bu seneki tahsilatın da tahminlerden ziyade olacağı umulmaktadır.
Ekonomik sahadaki gelişmeyle orantılı olarak daima bütçe tahminlerini aşan devlet gelirinin devamlı artışı, bir taraftan vergi indirmelerini belirli bir program dairesinde tahakkuk ettirmeye, diğer taraftan muhtelif sahalarda verimli işlere ve milli müdafaa hizmetlerine daha çok pay ayırmaya imkân vermektedir.
Teşviki Sanayi Kanunu’ndan istifade eden müesseselere hariçten getirdikleri hammaddelerle makine, alet ve edevat için verilmiş olan gümrük muafiyeti kaldırılarak zikrolunan kanundan istifade eden ve etmeyen bütün sanayi erbabını kapsamak üzere bu nevi hammaddelerle makine, alet ve edevatın gümrük vergilerinin cüzi bir hadde indirilmesi ve makine alet ve edevatı için muamele vergisi muafiyetinin kabul edilmesi memleket sanayii üzerinde hayırlı neticeler verecek bir tedbir olmuştur.
Bir kısım vergilerimizin tarh ve cibayet usullerinin ıslahı ve tatbikatta sadelik ve
birlik temini maksadıyla hazırlanarak Yüksek Kamutay’a sunulan layihanın bir an evvel çıkarılmasını temenniye değer bulurum.
Sayın Arkadaşlarım,
İnhisarlar İdaresi [tekel] kurumlarının mali monopol [mali tekel], ticari teşekkül ve mali valorizasyon [değerini artırma, değerlendirme] kurumu karakterini kazanması için icap eden esaslı tedbirler alınmakta ve semereleri de elde edilmektedir.
Çok kıymetli ve nefis mahsullerimizden biri olan tütünün ziraat usullerini düzeltmek, ziraatçıları, mahsulünü işletmek ve değer fiyatıyla satmak bakımından aydınlatmak ve korumak, tütünlerimizi dünya piyasalarına daha çok tanıtarak ihracatını azami hadde çıkarmak yolundaki gayretler iyi neticeler vermektedir.
Diğer tekel maddelerinin üretim ve tüketiminde de gelişmeler görülmektedir.
Sevgili Arkadaşlarım,
Yüksek tahsil gençlerini istediğimiz ve muhtaç olduğumuz gibi milli şuurlu ve modem kültürlü olarak yetiştirmek için, İstanbul Üniversitesi’nin gelişmesi, Ankara Üniversitesi’nin tamamlanması ve Şark Üniversitesi’nin yapılan etütlerle tespit edilmiş olan esaslar dairesinde Van Gölü civarında kurulması mesaisine hızla ve önemle devam edilmektedir.
Geçen sene tecrübelerinin ümit verici mahiyette olduğunu kaydettiğim eğitmen okulları çok iyi neticeler vermiş ve eğitim kadrosuna bu yıl 1500 kişi daha ilave edilmiştir. Önümüzdeki yıllar içinde bu miktarın artırılacağı şüphesizdir.
Türk Tarih ve Dil Kurumlarının çalışmaları takdire layık kıymet ve mahiyet arz etmektedir. Tarih tezimizi reddedilmez delil ve vesikalarla ilim dünyasına tanıtan Tarih Kurumu, memleketin muhtelif yerlerinde yeniden kazılar yaptırmış ve milletlerarası toplantılara muvaffakiyetle iştirak ederek yaptığı tebliğlerle yabancı uzmanların alaka ve takdirlerini kazanmıştır.
Dil Kurumu, en güzel ve feyizli bir iş olarak, türlü ilimlere ait Türkçe terimleri tespit etmiş ve bu suretle dilimiz yabancı dillerin tesirinden kurtulma yolunda esaslı adımını atmıştır.
Bu yıl okullarımızda eğitimin Türkçe terimlerle yazılmış kitaplarla başlamış olmasını kültür hayatımız için mühim bir hadise olarak kaydetmek isterim.
Türk gençliğinin kültürde olduğu gibi spor sahasında da idealine ulaştırılması için
Yüksek Kamutay’ın kabul ettiği Beden Terbiyesi Kanunu’nun tatbikine geçildiğini görmekle memnunum.
Muhterem Arkadaşlarım,
Vatanın ve rejimin koruyucusu olmakla kalmayıp, en geniş ve hakiki manasıyla bir barış etkeni ve bir eğitim ve öğretim ocağı olan yenilmez ordumuzun, geçen sene de işaret ve izah ettiğim gibi, son sistem silah ve motorlu vasıtalarla cihazlandırılması yolundaki çalışmalara hız verilmiştir. (Bravo sesleri, şiddetli alkışlar.)
Geçen sene, Büyük Kamutay’ın kabul buyurduğu tahsisat üzerine bir genel silahlanma programı yapılmıştır. Tatbikatı ilerlemektedir.
Deniz kuvvetlerimizin takviyesi için lüzumlu olan harp gemilerimizin küçük bir kısmı sipariş edilmiştir. Büyük bir kısmı da sipariş edilmek üzeredir. (Alkışlar.)
Bu doğrultuda mevcut gemilerimizin daha mükemmel bir hale konulması için tertibat alınmaktadır.
Bu sene Gölcük harp tersanemizin inşasına başlanacaktır.
Hava programımız önemle tatbik olunmaktadır. Şanlı adını andıkça gönül ferahı
ve sonsuz gurur duyduğumuz kıymetli ordumuz, bu yaz doğu bölgesinde tabiatın en çetin ve haşin şartlan içinde yaptığı manevralarda her gün artan kudret ve kabiliyetini bir kere daha göstermiştir. (Şiddetli alkışlar.)
Çok değerli komutan ve subaylarımızla kahraman erlerimizi huzurunuzda iftihar ve takdirle selamlarım. (Bravo sesleri, sürekli alkışlar.)
Sayın Milletvekilleri,
Harici siyasetimizin son sene zarfındaki gelişmesi geçen sene ana vasıflarını çizmiş olduğum esaslar dairesinde cereyan etmiştir.
Son aylar zarfında barış çetin bir imtihan geçirdi. Şimdi ne kadar süreceğini ancak daha bir müddet sonra anlayabileceğimiz yeni bir sükûn devresi içindeyiz.
Barış, milletleri refah ve saadete eriştiren en iyi yoldur. Fakat bu kavram bir defa ele geçirilince, daimi bir ihtimam ve itina ve her milletin ayrı ayrı hazırlığını ister.
Memleketimizi her gün daha çok kuvvetlendirmek, her sahada her türlü ihtimallere karşı koyabilecek bir halde bulundurmak ve dünya hadiselerinin bütün safhalarını büyük bir teyakkuzla takip etmek, barışsever siyasetimizin dayandığı esasların başlıcasıdır. (Bravo sesleri, alkışlar.)
Milletlerin emniyeti ya iki taraflı veyahut çok taraflı genel müşterek anlaşmalarla, uzlaşmalarla temin edilebilir diye mutlak mahiyette ortaya atılan ve her biri diğerlerine zıt sayılan prensipler barışın muhafazası işinde bizim için kati ve isabetli değildir ve olamaz. (Bravo sesleri.) Bunların her birini coğrafi ve siyasi icap ve vaziyetlere göre kullanarak barış yolundaki ihtimamı realitelere uydurmak her millet için ayrı ayrı bir vazifedir.
Cumhuriyet hükümeti bu hakikati görmüş, tatbik etmiş, en yakın komşularıyla olduğu kadar en uzak devletlerle olan münasebetlerini, dostluklarını, ittifaklarını ona göre tanzim etmeyi bilmiş ve bu sayede harici siyasetimizi sağlam esaslara dayandırmıştır. (Alkışlar.)
Balkan siyaseti, Balkanlar’ın ayrı ve müşterek menfaatlarının en açık bir ifadesi, Balkan milletlerinin her birinin ayrı ayrı kuvvetleşmesi de barış yolundaki dinamik anlayış tarzının fiili bir misalidir.
Burada memnuniyetle kaydetmek istediğim bir hadise, Balkan milletlerini birbirine büsbütün yakınlaştırmakta kuvvetli etken olmuştur ve yarın için de ümitler vaat eden bir eserdir. Selanik’te Balkan Antlaşması devletleri namına Konsey Reisi ve Muhterem Yunan Başvekili General Metaksas ile Sayın Bulgar Başvekili Mösyö Köseivanof arasında imza edilmiş olan anlaşmadan bahsetmek istediğim anlaşılmıştır. Bu anlaşma da barış yolundaki devamlı gayretlerimizin ve Balkan devletlerinin takip edegeldikleri salim politikanın hayırlı bir tecellisidir. (Bravo sesleri.)
Yine ayrı realiteler, aynı dinamizm ve aynı yüksek gayeler, Sadabad akitlerinin maziden miras kalan hurafeleri nasıl bir hamlede yıkarak, münasebetlerini yeni ve doğurgan esaslara dayandırmayı bildiklerini göstermiştir.
Türkiye’nin diğer devletlerle olan münasebetleri geçen sene açık olarak gösterdiğim yolda dostane gelişmesini takip ederek ilerlemekte bulunuyor.
Hatay meselesinin son sene zarfında geçirmiş olduğu safhalar malumunuzdur. Bu milli davayı bir Türk-Fransız dostane anlaşmasıyla halletmek yolundaki mesai muvaffakiyete erdi. Türk ve Fransız askerlerinin geçici ve müşterek işgali bu anlaşmanın bariz tezahürü oldu. Bu sayede sükûn yerleşti ve seçimler tamamlandı. Nihayet Hatay, Millet Meclisi’ne ve bağımsızlığına kavuştu. (Bravo sesleri, şiddetli ve sürekli alkışlar.) Bağımsız Hatay devleti bugün inzibat kuvvetlerini tanzim eylemek ve memleketin dâhili emniyetini de kendi vasıtalarıyla temin etmekle meşguldür. Bunun da yakında başarılacağını ümit ediyoruz.
Geçen sene “Yarınki Türk-Fransız münasebetlerinin dilediğimiz yolda gelişmesine, Hatay işinin iyi bir yönde yürümesi esaslı bir ölçü ve etken olacaktır” demiştim. Hakikaten, Hatay işindeki Türk-Fransız anlaşması, iki devlet arasındaki münasebetleri çok dostane bir duruma getirmiştir. Hatay işinde elde edilen neticelerin istikrarının Türk-Fransız dostluğunun da gelişme ve billurlaşmasına bir esas teşkil edeceği kanaatindeyim.
Cumhuriyet hükûmeti, geçen seneden beri muhtelif devletlerle iktisadi münasebetlerini tanzim eden mukavele ve anlaşmalar imza etmiş bulunuyor.
Bu doğrultuda İngiltere hükûmetiyle yapılan ticaret anlaşması ve aynı zamanda 16 milyon İngiliz liralık bir ticaret ve silahlanma kredisi mukavelesini zikretmek isterim ki, esasen bununla alakalı kanun yüksek tasdikinize sunulmuştur.
Birkaç gün evvel memleketimizi ziyaret eden Almanya’nın mümtaz İktisat Nazırı
Bay Funk ile 150 milyon marklık bir kredinin esaslarında mutabakat hâsıl oldu. Teferruat yakında iki hükûmeti arasında tespit edilecektir.
Bu kredi anlaşmalarını memleketimizin mali itibarına karşı gösterilen ciddi emniyetin ve harici siyasetimizdeki dürüst hareketin bir tecellisi olarak kabul etmek lazım gelir. (Bravo sesleri.)
Hükûmetin yaptığı mukaveleler arasında hukuki sahada muhtelif anlaşmalar mevcut olduğu gibi, bağımsızlığına kavuşan dost Mısır devletiyle yapılan bir de dostluk, ikamet ve tabiiyet mukavelenamesi mevcut bulunmaktadır.
Büyük komşu ve dostumuz Sovyet İttihadı Cumhuriyeti’yle geçen yıl içinde yeni bir sınır mukavelesi imza edilerek iki memleketin sınır münasebetleri bu suretle iki taraf tecrübelerinin gösterdiği salim esaslara bağlanmıştır. Bu mukavelenin yakında yürürlüğe konulması beklenilmektedir.
Yine geçen yıl içinde İtalya hükûmeti Montrö’de imza edilen ve kendi iştirakine açık bırakılan Boğazlar Mukavelesi’ne katılmış ve bu komşu büyük memleketin bize karşı olan bu dostane hareketi memleketimizin de aynı dostane hissiyatıyla karşılanmıştır.
Büyük Kamutay, şimdiye kadar olduğu gibi bütün işlerinizde başarılar dilerim.
(Şiddetli ve sürekli alkışlar.)
KAYNAKÇA
T. B. M. M. Zabıt Ceridesi, 01.11.1938, Cilt: 27, Devre: V, İçtima: 4, s. 3-7
https://www5.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/TBMM/d05/c027/tbmm05027001.pdf
Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt: 30 (1937-1938), Kaynak Yayınları, İstanbul, 2011, s. 312-320
Saltanatın Kaldırılmasına Dair Türkiye Büyük Millet Meclisinin Genel Kurul Kararı
Mustafa Kemal Paşa’nın Neue Freie Presse Muhabirine Cumhuriyet Hakkında Beyanatı [Demeci]
Büyük Âlim Ziya Gökalp’in Vefatı
En Çok Okunanlar
- Türkler ve Zaferleri2 yıl ago
Anafartalar Kumandanı Mustafa Kemal ile Mülakat [Görüşme] (1)
- Maarifimizde İstikamet2 yıl ago
AİLE KUCAĞINDA VATAN TERBİYESİ
- Türk Tarihi3 yıl ago
6 EKİM İSTANBUL’UN KURTULUŞ GÜNÜ
- Türk İstiklâl Mücadelesi2 yıl ago
LOZAN BARIŞ ANTLAŞMASI
- Tarihi Toplantılar3 yıl ago
İSTİKLÂL MARŞI’NIN YAZILIŞI ve MİLLÎ MARŞ OLARAK KABULÜ
- Mustafa Kemal Atatürk3 yıl ago
GAZİ MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN KONYA TÜRK OCAĞI’NDA YAPTIĞI KONUŞMA
- Türk İstiklâl Mücadelesi2 yıl ago
Mustafa Kemal Paşa’nın Sivas Kongresi’ni Açış Konuşması (4 Eylül 1919)
- Maarifimizde İstikamet3 yıl ago
1998 İLKÖĞRETİM SOSYAL BİLGİLER DERSİ ÖĞRETİM PROGRAMI 6’NCI SINIF TÜRKİYE TARİHİ ÜNİTESİ AMAÇLARININ KAZANILMIŞLIK DÜZEYİ (Kastamonu Örneği)