GİRİŞ
Türk Millî Eğitim Sistemi’nin meydana gelen değişme, gelişme ve yenileşmelere göre düzenlenmesi çalışmalarına bilimsel danışmanlık etmek üzere tesis edilen Millî Eğitim Şûrası’nın temeli “Maarif Heyet-i İlmiye”lerine dayanmaktadır. Millî Eğitim hizmetlerini sistem bütünlüğü anlayışı esası ile plan ve programa bağlayarak yönlendirmek amacıyla [1339] 1923’te Maarif Teşkilatı [1] bünyesinde yer verilen ve aynı yıl ilk toplantısını yapan Heyet-i İlmiye, 1933’te yürürlüğe konulan 2287 sayılı Maarif Vekaleti Merkez Teşkilatı ve Vazifeleri Hakkında Kanunla (Resmî Gazete:22.06.1933;2434) Maarif [Millî Eğitim] Şûrası’na dönüştürülmüş olup günümüze kadar bu adla çalışmalarını sürdürmüştür.
Birinci Heyet-i İlmiye çalışmalarını, 15.07.-15.08.1923 tarihleri arasında Ankara Öğretmen Okulu Konferans Salonunda gerçekleştirmiştir. 9 Ağustos 1923’te yapılan Heyet-i İlmiye Genel Kurulu toplantısında, encümenlerin raporları görüşülüp karara bağlanmıştır. Bu toplantıda, Ankara’da bir İçtimai İlimler Fakültesi kurulması, kadınların Heyet-i İlmiye’ye katılımı ve İlköğretim Müfettişi olarak atanmaları ve dini öğretim konularında görüşmeler yapılmış ve birtakım kararlar alınmıştır.
Din öğretimi hakkında, Şer’iye Vekaleti Tedrisat Müdür-i Umumisi Ahmet Hamdi [AKSEKİ] Efendi tarafından hazırlanan ve daha önce heyete sunulan rapor [2] okunmuştur. Raporda, raporun hazırlanışının temel sebebi Heyet-i İlmiye’nin din öğretimine ilgisi ve gençlerdeki buhrana karşı duyulan endişe olarak ifade edilmiştir. Dinin fıtrîliğine, sosyal bir kurum olan dinin önemine, din öğretiminde okullara ve öğretmenlere önemli görevler düştüğüne, okullarda takip edilmekte olan Ulum-ı Diniye derslerinin ihtiyacın karşılanmasından uzak olduğuna temas edilmiştir. Dersin muhtevası tenkit edilmiş, gençlerde görülen fikrî ve ahlâkî buhranın sebepleri ve bunların çözüm yolları üzerinde durulmuştur [3].
Türk Millî Eğitim Sistemi’nde, öğretim programları ve ders kitaplarının hazırlanması, uygulanması, geliştirilmesi ve değerlendirilmesi çalışmalarında yararlanmak ve “kurum belleği/hafızası”na katkıda bulunmak amacıyla merhum Ahmet Hamdi [AKSEKİ]’nin Heyet-i İlmiye’ye sunduğu din öğretimi hakkındaki raporun çeviriyazı metnini aşağıda sunuyoruz.
***
MAARİFTE TEDRİSAT-I DİNİYE
Heyet-İ İlmiye Tarafından Kabul Edilen Bir Takrir
Heyet-i İlmiyede Şer’iye Vekaleti mümessili Hamdi Efendi tarafından tedrisat-ı diniyeye dair verilen ve Heyet-i Umumiyede kabul edilen takrirdir:
Beşer, gerek hilkat-i müstakile taraftarının [mutlak yaratılışı kabul edenlerin] dediği gibi sahne-i mevcudata [varlık alemine] doğrudan doğruya insan olarak çıkmış olsun, isterse nazariye-i tekâmül ashabının [tekamül nazariyesi taraftarlarının] iddiası veçhile hakiki hayvanattan tedricen mertebe-i insaniyete yükselmiş bulunsun, bu mertebeye irtika [yükseldikten] ettikten sonra, üzerinde hâkim olan kavanin-i mutlakayı [mutlak kanunu] anlamış hem maddiyatında hem maneviyatında dine muhtaç olduğunu bir ilm-i zaruri ile hissetmiş ve hiçbir vakit dinsiz yaşamamıştır.
Bu itibar ile diyebiliriz ki fikr-i din, fikr-i uluhiyet beşerde fıtridir. Bu his olmaksızın insanın saadet-i hakikiyesi [gerçek saadeti] kabil değildir [mümkün değildir]. Bu cihet bilcümle erbab-ı basiret [görüş sahipleri] nezdinde müslüm olmakla beraber, bazı esbab ve avamilin [sebep ve amillerin] tesirleriyle son asırlarda garpte tebarüz eden [ortaya çıkan] dinsizlik ceryanlarının-maalesef [esefle söylüyorum, yazık ki]-memleketimize de sirayet ettiği, esasat ve itikadat-ı diniyeye [dini esaslar ve itikatlara] karşı birtakım tereddüt ve şüpheler uyandığı da gayr-i münkerdir [inkâr edilemez]. Halbuki dinsizlik, ruhi ve içtimai bir maraz olduğu cihetle bununla musap olan bir cemiyette revabıt-ı içtimaiyenin [içtimai bağların] düçar-ı zaaf olacağı [zaafa uğrayacağı], aile ve ahlak hislerinin gevşeyeceği açık bir hakikattir.
Milletlerin hayatında din meselesinin ne derece mühim olduğu, bilhassa Müslümanlık gibi ferdi olmaktan ziyade içtimai olan bir dinin ehemmiyeti müstağni-i izahtır [izaha muhtaç değildir].
Binaenaleyh gençlerin maneviyatını sarsacak mahiyette olan bu şüphe ve tereddüt dalgalarını teskin ederek onların fikirlerini sabit bir nokta etrafında temerküz ettirmek [toplamak] lazım ve bu da muallimler ile muharrir ve hatiplere terettüp eden [düşen, ait] bir vecibedir.
Birinciler mektep sıralarında telkin edecekleri esaslı fikirlerle, ikinciler de yazacakları dini ve ahlaki makalat [makaleler] ve asar [eserler] ile ibraz edecekleri mevuze [vaaz] ve konferanslarla din duygularını canlandırabileceklerine, kalplere arız olan şüphe ve tereddütleri ve bunun ibraz ettiği elemi yüreklerden sürüp çıkaracaklarına pek kuvvetli bir imanım vardır. Ancak mürşitlerin vazife-i irşadiyelerinde muvaffak olabilmeleri için evvela gençleri tereddüte sevk eden şüphelerin hangi cihetlerden geldiğini, ne gibi mütekkezlerden [boşluklardan] nüfuz edeceğini, hangi noktaları istihdaf [hedef] ettiğini anlayarak daha mektep sıralarında iken talebeyi ona göre ihzar [hazır] etmek icap eder.
Mateessüf [üzüntüyle] itirafa mecburuz ki: mekteplerde takip edilmekte olan Ulum-ı Diniye dersleri bu ihtiyacı tatmin etmekten çok uzaktır. Dokuz on-hatta daha fazla-sınıflı mektep programları gözden geçirilecek olursa, Ulum-ı Diniye namına Kitabu’s-Salat, Kitabu’s-Savm, Kitabu’z-Zekât, Kitabu’l-Haccdan başka hemen hemen bir şey görülemez. Her sınıfta bu mübahis [konular] mihaniki bir tarzda tekrar edip duruyor. Menasik-i hacca dair sahifeler yazılır da haccın hikmet-i diniye ve maslahat-ı içtimaiyesi [sosyal faydaları] hakkında iki satır şey yazılmaz, diğer mübahis de böyle. Halbuki mekteplerde okunan bu mübahis, zaruriyat-ı diniyeden olduğu cihetle bittabi her Müslümanın-daha ailesi nezdinde iken belleyeceği bir şeydir-bunlarla senelerce uğraşmaya lüzum yoktur. Çünkü şimdiye kadar devam eden usule göre talebe bir taraftan bunları mihaniki bir tarzda ezber ederken, diğer taraftan şüphe ve tereddütlere düşüyor: Bunun neticesi olarak gittikçe din muhabbeti mektepten zail olmaya başlıyor.
Zamanın icabatı, efkarın tahavvülatı, muhitin tesiratı nazar-ı dikkate alınmayarak vuku bulan telkinatın bu hususta pek büyük tesiri olacağı şüphesizdir.
Şu hâlde ulum-ı diniye hocasının vazifesi çok mukaddes ve pek müşküldür. Çünkü gençliğin efkâr ve ahlakında husule gelen buhranı izale ederek esasat-ı diniye ve ahlakiyeyi kalplerine yerleştirecek, onlara din muhabbeti telkin edecek olan odur.
Mamafih şurası da itiraf olunmalıdır ki: Ulum-ı diniye muallimi bu vazifeyi başarabilmek için lazım gelen şeraiti ne kadar cami olursa olsun tamami-i muvaffakiyet için muhitinden yardım görmesi de şart-ı izamdır.
Ulum-ı diniye mualliminin bu telkinatı diğer muallimler tarafından teyit edilmez ve bilakis onunla tezat teşkil edecek bir mahiyette olursa o zaman ulum-ı diniye mualliminin vazifesi daha ziyade müşkülleşmiş, muvaffakiyeti de o nispette azalmış demektir.
Çünkü o zaman talebe arasında “ulum-ı diniye muallimi vazifeten bu yolda telkinatta bulunuyor” fikr-i sekimi [yanlış fikri] de ortaya çıkmak ihtimali pek kuvvetlidir. Kanaat-i acizaneme göre “din ve dil” bir milletin harsının en mühim anasırındandır. Bunlara karşı bilaistisna [istisnasız] herkesin alaka göstermesi lazımdır.
Binaenaleyh bu hususta ulum-ı diniye muallimi katiyen yalnız bırakılmamalı ve diğer muallimler tarafından da yardım görmelidir. Bilhassa Tabiat ve Tetkik-i Tabiat dersleri talebede din hissinin takviyesi için ne büyük vasıtalardır. Çünkü İspat-ı Uluhiyet ve Tevhid-i Bari için en büyük delil tabiattır. Akaid-i diniye dersi için en güzel kitap, kitab-ı tabiattır ve bunun içindir ki birçok ayet-i kerime ve ahadis-i şer’iye bize tetkik-i tabiatı emrediyor.
Bu muallimler fenlerini din hissinin gevşemesine değil, belki takviyesine hadim kılacak olursa o zaman gençlikteki buhran yüzde yüz izale edilecektir. Daha doğrusu buhran bile husule gelmeyecektir.
Halbuki bizde çok zaman -maatteessüf- böyle olmuyor. Ulum-ı diniye muallimlerinin zaaf ve aczi, programların bozukluğu hususlarına bir de bazı fen muallimlerinin makasıd-ı fenniyeyi yanlış telkin etmeleri inzimam ederek [eklenerek] bu yüzden din ile ilim arasında bir zıddiyet olduğu zehab-ı batılı [yanlış kanaati] husule geliyor.
Eğer dinin ve terbiye-i diniyenin lüzum-ı hakikisine cidden kani bulunursak-ki muhterem Heyet-i İlmiyenin bu husustaki pek hararetli ve çok samimi müzakereleri bunda şüphe bırakmamıştır-hem ulum-ı diniye tedrisatını ıslah etmek hem de tedrisatın ciddiyetini ihlal edecek, kıymetini düşürecek en ufak şeylerden bile [kaçınmış] olunmak iktiza eder.
Başka türlü hareket muvaffakiyetsizliği münteçtir [doğurur]. Talebe her gün muhitinden, kendisini idare ve terbiye eden ve kendisine feyz verenlerden dine karşı alakadarsızlığa, esasat-ı diniye ile tezat teşkil edecek ifadata şahit olursa onun kalbindeki buhranı izale etmek ne kadar müşküldür.
Buna bir de din [dersi] mualliminin icab-ı zamana [zamanın gereklerine] artık adem-i vukufu [vakıf olmaması], efkarda tahavvülatı [fikirlerdeki değişme ve gelişmeleri] idrak ve ona göre idare-i kelam edecek bir iktidarda olmaması inzimam edince [eklenince] talebede husule gelecek buhran fikri ve ahlakının derecesi ne olmak iktiza eder?
Bendenizce gençlerde husule gelen buhran fikri ve ahlakının sebebi iki şeyde hülasa olunmak iktiza eder:
1-İş başına gelenlerin, gençliğin talim ve terbiyesiyle meşgul olanların ekseriyetle din hususunda lakayt olmaları.
2-Tedrisat-ı diniye ile meşgul olan zevatın her zaman ve mekâna göre değişmesi lazım olan usul-ı tedrisin yalnız bir şeklinde ısrar etmeleri, daha doğrusu mesalik-i irşada vakıf olmamalarıdır. Bunlara bir de zamana ve muhitin icabatına göre hakayık-ı diniyeyi herkesin anlayabileceği bir tarzda teşrih eden [açıklayan] kitapların lisanımızda mevcut olmaması ve buna mukabil din hissini gevşetecek, gençleri dinden nefret ettirecek mülevves [sıradan] eserlerin intişarı ilave olunmalıdır.
Maarif Nezareti’nin şimdiye kadar efkardaki tahavvül atı [fikirlerdeki değişme ve gelişmeleri] takip ve idare etmek suretiyle ne Sultanilerde ne de Darülmuallimîn ve Darülmuallimatlarda din tedrisatına mahsus bir kitap vücuda getirmemiş veyahut getirememiş olması, müddeamın [iddiamın] en bariz delillerindendir.
Gençlikte buhrana mâni olmak ve mevcut buhranı izale etmek için tedabir-i atiyeye [aşağıdaki tedbirlere] tevessül olunmak [başvurmak] zaruridir:
1-Din derslerine ait programlar esaslı bir surette ıslah edilmeli.
2-Talebede din muhabbetini uyandıracak bir tarzda din kitapları vücuda getirilmeli.
3-Ulum-ı diniye tedrisatında İslam’ın ferdi olmaktan ziyade içtimai ve ahlaki bir din olduğu nazar-ı dikkate alınmalı ve mübahis birtakım ıslahat ve tabirat-ı fıkhiye ve kelamiye [fıkhi ve kelami tabirler] ile ağlak [anlaşılmaz] edilmemeli.
4-Mübahis-i fıkhiye ve itikadiye [fıkhi ve itikadi konular] tedris edilirken mütehassısların bilmesi icap eden tafsilattan sarf-ı nazar edilerek zaruriyat-ı diniye miktarı belletilerek ruh-ı meseleye çok ehemmiyet verilmeli ve talebede dine karşı aşk ve muhabbet uyandırmak için ibadatın [ibadetlerin] ahlaki ve içtimai hüküm ve mesalihi [faydaları] de mümkün mertebe izah edilmelidir.
5-Her dersin sahası ayrı olmakla beraber her muallim sırası geldikçe talebede din hissinin inkişafına çalışmalıdır ve hiçbir muallim talebenin dine karşı laubaliyane bir vaziyet almasını intaç edecek sözlerde bulunmamalıdır.
6-Dini edebiyata ehemmiyet verilmeli.
7-Mevlid-i Şerif vesaire gibi mübarek ve resmi günlerden azami istifade olunmalı.
8-Din ulularının teracim-i ahvalinden bilhassa hayata taalluk eden faaliyetlerinden sık sık bahis olunmalı.
9-Hazret-i Peygamber Efendimizin Siyer-i Celile’lerinden, ahlak ve içtimaiyata taalluk eden menakıplarından sık sık bahis olunmalı.
10-Ulum-ı diniye muallimlerinin menşelerine çok dikkat olunmalı ve bunun için Medresetü’l-Mütehassisin’in Felsefe Şubesi mezunları ile Medaris-i Aliye mezunları esas ittihaz olunmalıdır.
Yukarıdan beri izah etmeye çalıştığım esbap ve şeraitin tahakkuku gençlikte buhran fikri ve ahlakını izale ederek bize metanet-i diniye ve ahlakiyeye malik bir nesil yetiştireceği gibi şule-i ümidi [ümit ışığını] parlatan ve bizi daima istikbale ihzar eden [hazırlayan] beka ve ebediyet fikirlerini her zaman için en kuvvetli bir surette yaşatacağına da kuvvetli bir imanım vardır. Binaenaleyh nefsülemirde [işin esasında ve özünde] pek mühim olan bu mesele hakkında muhterem Heyet-i İlmiyenin nazar-ı dikkat alilerini celp etmeyi bir vecibe addediyorum.
Heyet-i İlmiye azasından
Şer’iye Vekaleti Tedrisat-ı Müdür-i Umumiyesi
Ahmed Hamdi
DİPNOTLAR:
[1] Hakimiyet-i Milliye, 02 Şubat 1923, No: 719, “Maarif Vekaletinin 39 Senesi Teşkilatı”, s. 3, sütun: 5-6
[2] Hakimiyet-i Milliye, 10 Ağustos 1923, No: 885, “Heyet-i İlmiyenin Mühim İçtimalarından”, s. 2, sütun: 5-6
[3] Hakimiyet-i Milliye, 19.08.1923, No: 892, “Maarifte Tedrisat-ı Diniye”, s. 2, sütun: 5-6