Connect with us

Türk İstiklâl Mücadelesi

BÜYÜK TAARRUZ

Published

on

26 Ağustos 2017, “Büyük Taarruz”un başlangıcının, 30 Ağustos 2017, “Başkumandanlık Meydan Savaşı/Dumlupınar Meydan Muharebesi”nin 95. yıl dönümüdür.

Sakarya Meydan Muharebesi kazanıldıktan sonra Başkumandan Gazi Mustafa Kemal Paşa, düşmana tasarladığı son ve öldürücü darbeyi indirmek ve onu saldırmaya cüret ettiği Türk anavatanında boğup imha etmek için planlı bir faaliyete girişti. Bu faaliyetin hedefi, Türk ordusunun savaş gücünü en üst noktaya çıkarmak ve bu görevi başaracak duruma getirmekti. Tabii bu da zamana bağlı idi.

Bu arda İtilaf devletleri, bir mütareke ve arkasından da yeni barış teklifinde bulundular. Ancak barış şartları Milli Misak prensiplerine ve Türk milletinin çıkarlarına aykırı görüldüğünden kabul edilmedi.
Çünkü yeni şartlar, İstanbul hükumetinin imzalamış olduğu Sevr Andlaşması’nın Türkiye lehine az çok değiştirilmiş şeklinden başkası değildi. Milli hükumet, yeni görüşmelere zemin hazırlamak için bir mütarekeyi kabul edebileceğini, bunun ilk şartının da Anadolu’nun düşman kuvvetlerinden boşaltılması olacağını ileri sürdü. İtilaf devletleri, bunu kabul etmediklerinden barış teşebbüsleri bir daha suya düştü.

Milli Misak, artık Türk süngüsü ile kabul ettirilecekti.

Başkumandanlık Kanunu, 4 Şubat 1922’de yeniden uzatılmıştı. Süresi 3 Mayıs 1922’de sona eriyordu. İkinci uzatma teklifi Meclis’te birçok tartışmalara yol açmış, sonunda kanun çıkmıştı. Mayıs ayında üçüncü uzatma müzakereleri sırasında, Meclis’te çoktanberi hazırlanmakta olan muhaliflerin şiddetli karşı koymaları yüzünden olumlu sonuç alınamadı. Ancak Mustafa Kemal’in gizli bir celsede vermiş olduğu izahat üzerine Başkumandanlık Kanunu yeniden üç ay uzatıldı. Bu konuda Temmuz ayında geçen görüşmeler sonunda ise T.B.M.M. Başkumandanlığın Gazi Mustafa Kemal Paşa’ya süresiz olarak verilmesi kabul edildi.

Sakarya Meydan Muharebesi’nden sonra, Yunan ordusunun büyük kısmı Afyonkarahisarı-Dumlupınar arasında bulunuyordu. Başka kuvvetli bir grubu da Eskişehir bölgesinde yer almıştı. Bunların arasında ise ihtiyat kuvvetleri vardı. Sağ kanadını Menderes bölgesinde bulundurduğu kuvvetlerle korumakta idi. Böylece Menderes nehrinden Marmara denizine kadar uzayan bir cephe meydana gelmişti.

Yunan ordusunun genel kuruluşu, üç kolordu ile bir takım müstakil birlikler şeklinde idi. Bu üç kolordu, 12 tümeni kapsıyordu. Müstakil birliklerin toplam üç tümeni bulunuyordu.

Garp cephesindeki Türk kuvvetleri, iki ordu halinde idi. Ayrıca cephe karargahına bağlı birlikler vardı. Genel mevcut 18 tümendi. Bunlardan başka 3 tümenli bir süvari kolordusu ve daha az mevcutlu ayrı iki süvari alayı vardı.

Türk ordusunun birincisine Ali İhsan (Sabis) Paşa, ikincisine Yakup Şevki Paşa kumanda ediyordu. Bir süre sonra Birinci Ordu Kumandanlığına Nurettin Paşa getirildi.

Kuruluşları değişik olan Türk ve Yunan orduları kıyaslanırsa, insan ve tüfek sayısı birbirine eşit gibiydi. Yalnız Türk ordusunun süvari kuvveti daha fazla, buna karşılık Yunan ordusu top, makineli tüfek, ulaştırma araçları, cephane ve fenni malzeme bakımlarından daha üstündü. Üstelik Yunan ordusu, dünyanın serbest ve destekleyici endüstrisinin himayesine dayanıyordu.

Türk İstiklal Orduları Başkumandanı Gazi Mustafa Kemal Paşa 23 Temmuz 1922’de Garp Cephesi karargahının bulunduğu Akşehir’e gitti. Genelkurmay Başkanı’nın da katıldığı toplantıda harekat hakkında genel bir görüşme yapıldı.

Mustafa Kemal Paşa, Konya’ya kadar gelmiş olan İngiliz Generali Tovzend ile görüşmek üzere Konya’ya gitti. 27 Temmuz’da Akşehir’e döndü. O gece yapılan görüşmelerde, bütün taarruz hazırlıklarının 15 Ağustos’a kadar tamamlanması kararlaştırıldı.

Ertesi günü, bir futbol müsabakası bahanesiyle ordu ve bir kısım kolordu kumandanları Akşehir’e davet edildiler. O gece Mustafa Kemal Paşa kendileri ile taarruz hakkında görüşüp düşüncelerini sordu. Karşılığında da kendi düşüncelerini onlara açıkladı.

Garp Cephesi Kumandanlığı, 6 Ağustos 1922 günü gizli olarak ordulara taarruz hazırlığı emrini verdi.

Mustafa Kemal Paşa, taarruz kararını verdiğini hükumet üyelerine henüz açıklamamıştı. Ankara’ya dönüşünde, onlarla bir toplantı yaparak birlikte iç ve dış durumu görüştü. Askeri durumumuz hakkında gerekli bilgileri verdi. Birlikte geçen görüşme ve konuşmalardan sonra, taarruz konusunda hükumetle mutabık kaldı.
Bu sırada muhalifler, ordunun kötü durumda bulunduğu, yerinden kıpırdayamayacak halde olduğu hakkındaki propagandalarını en son dereceye çıkarmışlardı. Bu durum, Türk ordusunun işine yaramıştı. Böylece gerçek durum ve taarruz kararının uygulanması için yapılan nihai hazırlıklar, Yunanlılardan daha kolay ve kendiliğinden gizlenmişti. Onlar da tamamen bu yanlış propagandanın etkisi altında kalmışlar ve gerekli tedbirleri almamışlardı.

Yalnız, devletin önemli ve sorumlu mevkilerinde bulunan bazı kimselerde de bu olumsuz propagandanın tesirleri görülmeye başlamıştı. Bunu ilerisi için zararlı gören Mustafa Kemal Paşa, onlarla başbaşa konuşmalar yaparak ordunun gerçek durumu hakkında kendilerini ikna etti ve sonra cepheye gitti.

Kendisinden önce oraya gelmiş olan Genelkurmay Başkanı ile buluştu. Ankara’dan ayrıldığını son derece gizli tutmuştu. Bunu birkaç yakınından başka kimse bilmiyordu. Arkadaşları, kendisi Anakara’da imiş gibi hareket edeceklerdi. Gazi Paşa’nın 21 Ağustos’ta Çankaya Köşkü’nde bir çay ziyafeti vereceğini gazete ve ajanslar ilan ederlerken, kendisi 22 Ağustos 1922 günü öğleden sonra saat 16.00’da Akşehir’de Garp Cephesi karargahında bulunuyordu.

Burada, Cephe Kumandanı’na 26 Ağustos 1922 sabahı düşmana taarruz edilmesi emrini verdi.

O gece Birinci ve İkinci Ordu kumandanlarını karargahına çağırdı ve kendilerine taarruzun nasıl yapılacağını bir harp oyunu şeklinde izah etti. Bunun başarılabilmesi için, yığınağın ve tertiplerin mutlaka çok gizli olması gerekiyordu. Bu yüzden bütün hareketler gece yapılacak, birlikler gündüzleri köylerde ve ağaçlar altında dinlenecekti.

Mustafa Kemal Paşa, 24 Ağustos 1922 günü Başkumandanlık karargahını Akşehir’den taarruz cephesinin gerisinde bulunan Şuhut kasabasına nakletti. 25 Ağustos 1922 sabahı da Şuhut’tan savaşın idare edileceği Kocatepe’nin batısında çadırlı ordugaha geçildi.

Başkumandan Gazi Mustafa Kemal Paşa, 26 Ağustos Cumartesi günü sabah saat 05.30’da yanında Genelkurmay Başkanı ve Garp Cephesi kumandanı olduğu halde Kocatepe’de idi. Bir akşam öncesinden Anadolu’nun dışarı ile her türlü yazı ve telgraf haberleşmesi kesilmiş bulunuyordu.

Türk ordusunun taarruzu şu şekilde düzenlenmişti:
12 piyade ve 3 süvari tümeninden kurulu Birinci Ordu, Akarçay-Ahırdağ bölgesinden kuzeye doğru taarruza geçecek, 2 kolordu ve 1 süvari tümeninden kurulu İkinci Ordu, cepheden düşmana tespit taarruzunda bulunacak, 3 tümenli süvari kolordusu Ahırdağ’ın doğusundan geçip düşmanın yan ve gerilerine hücum edecekti.
Diğer taraftan, düşmanın yapması yapması mümkün bütün hareketleri inceden inceye hesaplanmış bulunuyordu. Kabul edilen esas, ne olursa olsun asıl ağırlık merkezinden diğer cephelere kuvvet ayırmamaktı. Eskişehir-Akarçay arasındaki 130 km.lik cepheye 5 piyade ve 1 süvari tümeni tahsis edilmişti. Akarçay’ın batısında 14 tümen bulunduruluyordu. Ağırlık bölgesinin hemen batısında 6 tümenle taarruza geçilecek ve bu suretle genel taarruz 20 tümenle yapılmış olacaktı. Taarruz planının amacı, düşmanın sağ kanadına kesin bir darbe vurarak Ege Denizi ile bağlantısını kesmek ve böylece onu vatan toprakları içinde boğup imha etmekti. Kuvvetli ve yoğun bir topçu hazırlık ateşinden sonra, taarruz tam bir baskın şeklinde başladı ve Mehmetçiğin yiğitçe ve fedakarca hücumları ile devam etti. Daha ilk saatlerden itibaren düşmanın birçok kesimlerine nüfuz edilmişti. Taarruz, akşama kadar şiddetini hiç kaybetmeden devam etti. Düşmanın maddi ve manevi gücü, bu müthiş hücum karşısında adamakıllı sarsıldı. Akşamüstü, Afyon’un güney doğusundaki düşman sağ kanadının kilit noktaları olan Kaleciksivrisi ile Belentepe ve ayrıca büyük bir dayanak noktası olan Tınaztepe ele geçirilmiş bulunuyordu.

İkinci Ordu, Kazdağı yönünden yaptığı taarruzla düşmanı bulunduğu yere çakarak kendisinden beklenen görevi başarmıştı. Bu yüzden büyük ihtiyatlarını asıl ağırlık bölgesine sürememiş bulunuyordu. Esasen 26 Ağustos akşamına kadar cephenin her noktasından aynı şiddetle devam eden taarruzlara uğramış ve böylece asıl ağırlık noktasını sezememişti.

27 Ağustos sabahı başlayan Türk piyade taarruzu, asıl amacı açığa vurmuşsa da artık iş işten geçmiş bulunuyordu. Bu taarruzlar sonucunda, Afyon’un güneyinde 50 km ve doğusunda 25-30 km kadar uzanmış ve bir yıldır büyük bir itina ile tahkim edilmiş olan düşman mevzileri yarıldı ve Yunanlılar kuzeye doğru çekilmek zorunda kaldılar. Türk piyadesinin taarruzu ise devam etti. Bunun sonucunda, düşmanın savunma gücü kırılarak büyük kısmı Sincan ovasıan sürüldü ve burada açıkta savaşmak zorunda bırakıldı.

Daha 25/26 Ağustos gecesi, Ahırdağ’ın güneyinden geçip düşman hatlarının sağ yan gerilerine inmiş bulunan Fahrettin (Altay) Paşa kumandasındaki Türk Süvari Kolordusu, onun batı ile bütün bağlantısını kesmiş ve tam bir çember içine alınmasını sağlamıştı
Bu suretle kuzeyden ilerleyen İkinci Ordu, düşmanın Afyon ve Eskişehir grupları arasına girmek suretiyle kuvvetlerini ikiye bölmüş oldu. Asıl kuvvetler ise kuzeyde kalanlardı.

28 Ağustos akşamına kadar bu kısım batıdan çevrilerek tamamen sarıldı. Diğerleri de 29 Ağustos akşamına kadar geçen takip ve çevirme hareketleri ile sarılmış oldu.

BAŞKUMANDANLIK MEYDAN MUHAREBESİ VE BÜYÜK ZAFER

Böylece yenilen düşman kuvvetleri 30 Ağustos günü Aslıhanlar civarında kuşatılmış bulunuyordu. Bundan sonra geçen ve Başkumandanlık Meydan Muharebesi diye anılan safha, hayatını hiçe sayarak savaşlara müdahale eden Mustafa Kemal Paşa tarafından 30 Ağustos günü Dumlupınar’da uygulandı ve parlak bir başarı ile sona erdi.

Bu harekat sonucunda, düşmanın asıl kuvvetleri çok yakın mesafeden ve iki yandan sarıldı. Adatepe ormanlarına sürüldü. Çekilme yolları, süvari kolordusu tarafından kesilmiş bulunuyordu. Düşman ordusu tamamen yok edildi. Yunan ordusu Başkumandanı Trikopis esir alındı. Dört taraftan hücuma uğrayan düşman, dar bir sahada üst üste yığılan cesetlerden kanlı öbekler bırakmış ve Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın vaat ettiği şekilde “Vatanın harim-i ismetinde” boğulmuş, buraya ayak atmaya cesaret edenler bir daha geriye dönemeden mahvolup gitmişlerdi.

Bu savaştan canını kurtarabilmiş, pek az Yunan ordusu artıkları ile daha aşağıda bulunup imhadan kurtulan birlikler, geri ve menzil teşkilatında ve işgal edilmiş yerlerde muhafaza hizmetinde bırakılmış kuvvetleri de birlikte sürükleyerek Uşak üzerinden İzmir-Çeşme yönünde kaçmaya başladılar. Bunlar, gece gündüz amansız bir şekilde takip edilip yetişildikçe kanlı çarpışmalarla batıya doğru sürülmeye başlandılar. Aynı zamanda Yunanlıların Eskişehir grubu, üçüncü kolordu ile İzmit grubunu teşkil eden tümenler tarafından mağlup ve perişan bir halde Bursa-Mudanya-Erdek hattına sürüldü. Sonra bir kısmı burada yok edildi. Bir kısmı takibe devam edilip denize döküldü.

Takip hareketi başlarken Başkumandan Gazi Mustafa Kemal Paşa ordulara hitaben şu emri yayımlamıştı:
“Türkiye Büyük Millet Meclisi orduları!
Afyonkarahisarı, Dumlupınar Meydan Muharebesinde zalim ve mağrur bir ordunun asıl unsurlarını inanılmayacak kadar bir zamanda imha ederek büyük ve necip milletimizin fedakarlıklarına layık olduğunuzu ispat ediyorsunuz. Sahibimiz olan büyük Türk milleti geleceğinden emin olmaya haklıdır. Savaş alanındaki maharet ve fedakarlıklarınızı yakından görüyor ve takip ediyorum. Milletimizin hakkınızdaki takdirlerine delalet etmek görevimi arka arkaya ve durmadan yapacağım. Başkumandanlığa tekliflerde bulunmasını cephe kumandanına emrettim. Bütün arkadaşlarımın Anadolu’da daha başka meydan muharebeleri verileceğini dikkat nazarına alarak ilerlemesini ve herkesin akıl gücünü ve celadet ve kahramanlık kaynaklarını yarışırcasına bezletmeye devamlarını dilerim.
Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir ileri!”

Kahraman Türk ordusu, bu emri eksiksiz olarak yerine getirmek için 300 km.lik bir mesafeyi 11 günde alarak Akdeniz’e varmıştır.

Gazi Mustafa Kemal Paşa diyor ki:
“Bana bizzat verilen bir telgrafta, İzmir’deki İtilaf devletleri konsoloslarına benimle müzakerelerde bulunma yetkisini verdiklerinden, hangi gün ve nerede buluşulabileceği soruluyordu. Buna verdiğim cevapta, 9 Eylül’de Nif’te buluşabileceğimizi bildirmiştim. Hakikaten ben, dediğim gün Nif’te bulundum. Fakat mülakat isteyenler orada değildi. Çünkü ordularımız İzmir rıhtımında ilk verdiğim hedefe, Akdeniz’e varmış bulunuyorlardı.”

Evet, Türk orduları 9 Eylül’de İzmir’e girmiş bulunuyor, böylece Orta Doğu’nun bu sihirli beldesi hakiki sahibine ebediyen kavuşmuş oluyordu. 200.000 kişilik Yunan ordusu bu süre içinde mahvolmuş, Anadolu’nun içinde yok edilmiş ve ancak perişan kalıntıları İzmir rıhtımlarından Türk süngüsü ile Akdeniz’e dökülmüştür.

Zafer, eksizdi. Bu zafer, 10 Eylül 1922 günü yanında Genelkurmay Başkanı Fevzi (Çakmak) Paşa bulunduğu halde, halkın çoşkun gösterileri arasında İzmir’e girmiş olan Başkumandan Mustafa Kemal Paşa tarafından bir beyanname ile büyük Türk milletine ilan edilmişti.

Yine bu zafer, Milli Misak esaslarına uygun bir barışı sağlamış ve “İlelebed Payidar” olacak yeni bir Türk Devleti’nin, Türkiye Cumhuriyeti’nin doğmasına yol açmıştır.

KAYNAKLAR:
Mithat SERTOĞLU, Alparslan’dan Atatürk’e Kadar Türk Zaferleri Ansiklopedisi, Yeni İstanbul Gazetesi yayını, (Tarihsiz), İstanbul, s.261-264
http://tdk.gov.tr/index.php?index.php&option=com_nutuk&view=nutuk&kategori1=nutukdty&kelime1=Dumlup%C4%B1nar&sayfa1=2167
http://tdk.gov.tr/index.php?index.php&option=com_nutuk&view=nutuk&kategori1=nutukdty&kelime1=Dumlup%C4%B1nar&sayfa1=2168
http://tdk.gov.tr/index.php?index.php&option=com_nutuk&view=nutuk&kategori1=nutukdty&kelime1=Dumlup%C4%B1nar&sayfa1=2169
http://tdk.gov.tr/index.php?index.php&option=com_nutuk&view=nutuk&kategori1=nutukdty&kelime1=Dumlup%C4%B1nar&sayfa1=2170
http://tdk.gov.tr/index.php?index.php&option=com_nutuk&view=nutuk&kategori1=nutukdty&kelime1=Dumlup%C4%B1nar&sayfa1=2171
http://tdk.gov.tr/index.php?index.php&option=com_nutuk&view=nutuk&kategori1=nutukdty&kelime1=Dumlup%C4%B1nar&sayfa1=2172
http://tdk.gov.tr/index.php?index.php&option=com_nutuk&view=nutuk&kategori1=nutukdty&kelime1=Dumlup%C4%B1nar&sayfa1=2173
http://tdk.gov.tr/index.php?index.php&option=com_nutuk&view=nutuk&kategori1=nutukdty&kelime1=Dumlup%C4%B1nar&sayfa1=2174
http://tdk.gov.tr/index.php?index.php&option=com_nutuk&view=nutuk&kategori1=nutukdty&kelime1=Dumlup%C4%B1nar&sayfa1=2175
http://tdk.gov.tr/index.php?index.php&option=com_nutuk&view=nutuk&kategori1=nutukdty&kelime1=Dumlup%C4%B1nar&sayfa1=2176

Continue Reading
Click to comment

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Türk İstiklâl Mücadelesi

Saltanatın Kaldırılmasına Dair Türkiye Büyük Millet Meclisinin Genel Kurul Kararı

Published

on

(1 Kasım 1922)

Sadrazam Tevfik Paşa 17 Ekim 1922’de Mustafa Kemal Paşa’ya çektiği telgrafta [1], Büyük Zafer’i saltanat makamı ile Babıâli’ye varlığını sürdürecek bir unsur olarak görmüş, hatta Barış Konferansı’nda İstanbul Hükûmetinin yanında yer almak suretiyle Ankara’nın son vazifesini yapmasını bekler vaziyette bulunmuştur. Mustafa Kemal Paşa, Tevfik Paşa’nın telgrafına cevap olmak üzere TBMM’nin İstanbul’daki siyasî temsilcisi Hamit Bey’e Bursa’dan çektiği 18 Ekim 1922 tarihli telgrafta [2], “…Teşki­lât-ı Esasiye Kanunu ile şekil ve mahiyeti taayyün eden Türkiye Devletinin tarihi teessüsünden beri Türkiye mukadderatına vaziülyet ve bundan mes’ul yalnız ve ancak Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükumeti olduğu”nu belirtmiş, aynı kanun gereğince Türkiye’yi konferansta TBMM Hükûmeti’nin temsil edeceğini bildirmiştir. Hamit Bey, Gazi Paşa’nın talimatı doğrultusunda Tevfik Paşa’ya tebligatta bulunmasına rağmen sonuç elde edememiştir.

27 Ekim 1922’de İngiliz, Fransız, İtalyan temsilcileri ayrı ayrı verdikleri şifahi notalarla İstanbul ve Ankara Hükûmetlerini aynı anda, 13 Kasım 1922’ de İsviçre’nin Lozan şehrinde yapılacak konferansa davet ettiler. 23 Ekim’de Ankara bu daveti kabul ettiğini bildirmiş, 29 Ekim’de Tevfik Paşa tarafından TBMM Başkanlığına çekilen telgrafta[3], birlikte katılma teklifinde bulunulmuştur.

Mustafa Kemal Paşa, Barış Konferansı’nda ikiliği ortadan kaldırmak için saltanatın hemen kaldırılması doğrultusunda kararını vermiştir. Bu konuda Rauf Bey ile Kâzım Karabekir Paşa’dan kararının uygun olduğuna dair meclis kürsüsünde konuşma yapmalarını istemiştir. Bu istek kabul görmüş, hatta Rauf Bey daha ileri giderek bu günün bayram ilân edilmesini teklif etmiştir.

Sadrazam Tevfik Paşa’nın barış konferansına birlikte katılma teklifi TBMM’de büyük tepki ile karşılanmıştır. Bu konu, 30 Ekim 1922 tarihindeki birleşimde görüşülmüştür. Vahi­deddin’in ve Hükûmetlerinin Millî Mücadeledeki karşı icraatları açıklanarak saltanat makamını suçlayan konuşmalar yapılmıştır. Bu sebeple kimi mebuslar İstanbul Hükûmetinin konferansa katılma haklarının bulunmadığını ifade ederken, kimileri de İstanbul Hükûmetinin yok sayılmasını ve hatta saltanatın kaldırılmasını istemişlerdir. Aynı birleşimde saltanatın kaldırılmasına dair Dr. Rıza Nur ve arkadaşlarınca verilen 81 imzalı altı maddelik önerge [4] Meclis Başkanlığına sunulmuş, 131 kabul, 2 ret, 3 çekimser oya karşılık çoğunluk sağlanamadığından işlem tamamlanamamış ve 1 Kasım Çarşamba günü tekrar oylama yapılmak üzere oturuma son verilmiştir. TBMM’nin çalışmalarına ara verdiği 31 Ekim Salı günü Müdafaa-i Hukuk Grubu toplantısında Mustafa Kemal Paşa, saltanatın kaldırılmasının mecburi olduğuna dair açıklamada bulunmuştur. 1 Kasım Çarşamba günkü 130. birleşimin birinci oturumunda konu tekrar gündeme getirilmiştir.

 Dr. Rıza Nur ve arkadaşları önergelerinin altıncı maddesine yönelik değişiklik teklifinde bulundular[5]. Teklifte, hilâfetin Türklere, özellikle Osmanlı hanedanına ait olduğu kabul edilmiş ve halifenin ne şekilde, kim tarafından belirleneceğine açıklık getirilmiştir. İkinci Grup liderlerinden Hüseyin Avni (Ulaş) Bey ve arkadaşlarınca verilen 26 imzalı iki maddelik bir önergede[6], İstanbul Hükûmetinin 16 Mart 1920’den itibaren tarihe karıştığı belirtilmiş olmasına rağmen saltanatın kaldırılmasına yönelik herhangi bir açıklamada bulunulmamıştır. Bu önerge sadece İstanbul Hükûmeti’ni hedef almıştır. Mustafa Kemal Paşa her iki teklif üzerinde yapmış olduğu uzunca konuşmasında hilâfetle saltanatın birbirinden ayrılabileceğini, tarihten örnekler vererek açıklamış neticede söz konusu tekliflerin Şer’iye, Adliye ve Kanun-ı Esasi encümenlerinden meydana gelen ortak komisyona havalesi kabul olunarak birinci oturuma son verilmiştir.

Teklifler, ortak komisyonda görüşülürken, durumu yakından takip eden Mustafa Kemal Paşa, toplantı odasına girerek komisyona hitaben bir konuşma yapmıştır. Konuşmasında; hâkimiyet ve saltanatın kuvvet ve kudretle alınabileceğini, milletin ayaklanarak zaten bunları elde ettiğini, yapılacak işin fiili durumu resmîleştirmekten ibaret bulunduğunu, aksi takdirde bazı kafaların kesileceğini ifade etmiştir. Bu konuşmayla aydınlanan komisyon üyeleri, bu görüşler doğrultusunda bir karar tasarısı metni hazırlayıp meclis başkanlığına sunmuşlardır.

TBMM Genel Kurulunun 130. birleşiminin ikinci oturumunda ittifakla kabul edilen iki maddelik “TBMM’nin Hukuk-ı Hâkimiyet ve Hükümranının Mümessil-i Hakikisi Olduğuna Dair Hey’et-i Umumiye Kararı”na [7] göre;  saltanatla hilâfet birbirinden ayrılmış, saltanat kaldırılmış, hilâfetin varlığı korunmuş, hilâfet makamının Osmanlı hanedanına ait olduğu, ilim ve ahlâk bakımlarından hanedanın en iyi ve en olgun mensubunun bu makama TBMM tarafından seçileceği belirtilmiştir. Aynı kararda İstanbul Hükûmetinin varlığına son verilmiştir.

Türkiye Büyük Millet Meclisinin Hukuk-ı Hâkimiyet ve Hükümranının Mümessil-i Hakikisi Olduğuna Dair Hey’et-i Umumiye Kararı

Numara: 308

Birkaç asırdır Saray ve Bab-ı Âlinin cehâlet ve sefâhati yüzünden devlet azim felâketler içinde müthiş bir surette çalkandıktan sonra nihayet tarihe intikal etmiş bulunduğu bir anda, Osmanlı İmparatorluğunun müessisi ve sahib-i hakikisi olan Türk milleti, Anadolu’da hem harici düşmanlarına karşı kıyam etmiş hem de o düşmanlarla birleşip millet aleyhine harekete gelmiş olan Saray ve Bab-ı Âli aleyhine mücâhedeye atılarak Türkiye’de Büyük Millet Meclisi ve onun Hükûmeti ve ordularını bitteşkil harici düşmanlar, Saray ve Bab-ı Âli ile fiilen ve müsellahan ve malum müşkilât-ı şedide ve mahrumiyet-i elime içinde cidâle girişmiş, bugünkü halâs gününe vasıl olmuştur.

Türk milleti, Saray ve Bab-ı Âlinin hıyanetini gördüğü zaman Teşkilât-ı Esasiye Kanununu ısdar ederek onun birinci maddesiyle hâkimiyeti padişahtan alıp bizzat millete ve ikinci maddesiyle icrai ve teşri kuvvetleri onun yed-i kudretine vermiştir. Yedinci madde ile de harp ilânı, sulh akdi gibi bütün hukuk-ı hükümraniyi milletin nefsinde cem eylemiştir.

Binaenaleyh; o zamandan beri eski Osmanlı İmparatorluğu tarihe intikal edip yerine yeni ve milli bir Türkiye devleti, yine o zamandan beri padişahlık merfu olup yerine Türkiye Büyük Millet Meclisi kaim olmuştur. Yani bugün İstanbul’da bulunan heyet mevcudiyetini usulen himaye edecek hiçbir meşru ve gayr-i meşru ecnebi kuvvete ve müzâheret-i milliyeye malik olmayıp bir zıll-ı zâil halindedir. Millet, şahsi hükümranlık ve saray halkı ve etrafının sefâhati esası üzerine müessis bir saltanat yerine, asıl halk kitlesinin ve köylünün hukukunu himaye ve saadetini tekeffül eden bir halk Hükûmeti idaresi tesis ve vaz’edilmiştir.

Hal böyle iken İstanbul’da düşmanlarla teşrik-i mesâi etmiş olanların elan hukuk-ı hilâfet ve saltanat ve hukuk-ı hanedandan bahs eylemelerini görmekle müstekreh-i hayret bulunuyoruz. Tevfik Paşanın telgrafı kadar garip ve acayip ve hilâf-ı mavaka’ı bir vesika tarihte nadir görülmüştür. Binaenaleyh Türkiye Büyük Millet Meclisi bervechi ati mevadı neşr ve ilâna karar vermiştir:

1-Teşkilât-ı Esasiye Kanunuyla Türkiye halkı, hukuk-ı hâkimiyet ve hükümranisini mümessil-i hakikisi olan Türkiye Büyük Millet Meclisinin şahsiyet-i maneviyesinde gayr-i kabili terk ve tecezzi ve ferağ olmak üzere temsile ve bilfiil istimale ve irade-i milliyeye istinad etmeyen hiçbir kuvvet ve heyeti tanımamağa karar verdiği cihetle Misak-ı Milli hudutları dâhilinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmetinden başka şekl-i Hükûmeti tanımaz. Binaenaleyh Türkiye halkı, hâkimiyet-i şahsiyeye müstenid olan İstanbul’daki şekl-i Hükûmeti 16 Mart 1336’dan itibaren ve ebediyen tarihe müntakil addeylemiştir.

2-Hilâfet; Hanedan-ı Âli Osman’a ait olup halifeliğe Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından bu Hanedanın ilmen ve ahlâken erşed ve eslâh olanı intihap olunur. Türkiye devleti makam-ı hilâfetin istinatgâhıdır.

1-2 Teşrinisani 1338 [1-2 Kasım 1922]

DİP NOTLAR

[1] T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, 30.10. 1338, Devre: 1, Cilt: 24, İçtima Senesi: 3, s. 269; Kemal Atatürk, Nutuk Cilt: III Vesikalar, Vesika: 260, MEB Devlet Kitapları, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1982, s.1236-1237

[2] Kemal Atatürk, Nutuk Cilt: III Vesikalar, Vesika: 262, MEB Devlet Kitapları, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1982, s.1237

[3] T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, 30.10. 1338, Devre: 1, Cilt: 24, İçtima Senesi: 3, s. 270; Kemal Atatürk, Nutuk Cilt: III Vesikalar, Vesika: 263, MEB Devlet Kitapları, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1982,s.1238-1239

[4] T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, 30.10. 1338, Devre: 1, Cilt: 24, İçtima Senesi: 3, s. 292-293

[5] T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, 1.11. 1338, Devre: 1, Cilt: 24, İçtima Senesi: 3, s. 304

[6] T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, 1.11. 1338, Devre: 1, Cilt: 24, İçtima Senesi: 3, s. 304-305

[7] T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, 1.11. 1338, Devre: 1, Cilt: 24, İçtima Senesi: 3, s. 313-314; Büyük Millet Meclisi Kavanin Mecmuası, Cilt:1, s. 487-488; Bekir Sıtkı Yalçın-İsmet Gönülal, Atatürk İnkılâbı Kanunlar-Kararlar Tamimler-Bildiriler Belgeler-Gerekçe ve Tutanaklarıyla- Kültür ve Turizm Bakanlığı, Ankara 1984, s. 286-288

Continue Reading

Türk İstiklâl Mücadelesi

Mustafa Kemal Paşa’nın Neue Freie Presse Muhabirine Cumhuriyet Hakkında Beyanatı [Demeci]

Published

on

(22 Eylül 1923)

Giriş

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Gazi Mustafa Kemal [ATATÜRK] önderliğinde gerçekleştirilen Türk İstiklal Harbi/Milli Mücadele’den sonra kurulmuştur. Türk Milletinin bağımsızlığını kazanmasından sonra Gazi, zaman zaman yurt gezilerine çıkmıştır. Bu gezilerinde, Millî Mücadele sırasında düşmana karşı omuz omuza birlikte mücadele ettiği milleti ile daha yakından temas kurma imkânına kavuşmuştur. Gezilerinden, uzun süren harplerden yeni çıkmış olan halka moral vermiş, yeni kurulan “Türk Milletinin/Milli Kültürümüzün” muasır medeniyetler seviyesine ulaşması için yapılması gerekenler hakkında, kulluk/kölelikten kurtularak hürriyetine kavuşan vatandaşları bilgilendirmiş, yapılan inkılâpların uygulanışını görmüş ve yapılacak inkılâplarla hakkında kamuoyu oluşturmuştur. İhtiyaç duyduğu kamuoyu desteğini sağladığına kanaat getirdikten sonra, yapmak istediği inkılâpları Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sunmuş ve uygulamaya/hayata geçirmiştir.

Bu sebeple Gazi’nin yurt gezileri yanında yabancı asker ve siyasi temsilciler ve gazetecilerle temas ve görüşmeleri, genellikle önemli siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel değişim ve gelişmelerin yaşandığı/yaşanacağı günlerin öncesi veya sonrasında gerçekleşmiş olması bakımından anlamlıdır. Bu kapsamda, Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın Nöye Fraye Prese [Neue Freie Presse] adındaki Avusturya gazetesi muhabirine verdiği “Cumhuriyetin ilanını öngören” demeç, Osmanlı Türkçesi ile yayımlandığı [Hâkimiyet-i Milliye, 27 Eylül 1923, No: 926, s. 1, sütun: 1-3]’ten çevrim yazı olarak aşağıda sunulmuştur.

***

Büyük Millet Meclisi Reisi Başkumandan Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’nin Viyana’da münteşir [yayımlanan] “Nöye Fraye Prese” [Neue Freie Presse] namındaki Avusturya gazetesine vaki beyanatının asıl metni.

Ankara, 26 [Eylül 1923], (A. A.) – İki üç günden beri Ankara ve İstanbul gazetelerinde Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’ne atfedilen beyanat, salahiyettar olmayan zevat tarafından neşredilmiştir [yayımlanmıştır]. Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’nin şehrimizde bulunan Nöye Fraye Prese Muhabiri Mösyö Jozef Hans Lazar’a vaki olan beyanatı aynen ber-vech-i atidir [aşağıdadır]:

Muharririn [yazarın], Türkiye Teşkilatı Esasiye Kanunu’ndaki müstakbel tadilatın [gelecekteki değişikliğin] ne olacağı hakkındaki sualine [sorusuna] Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri şu suretle cevap vermiştir:

Yeni Türkiye Teşkilatı Esasiye Kanunu’nun ilk maddelerini size tekrar edeceğim:

Hâkimiyet bila kaydu şart [kayıtsız şartsız] milletindir. İcra kudreti, teşri kudreti [kanun yapma] salahiyeti, milletin yegâne hakiki mümessili [temsilcisi] olan Meclis’te tecelli etmiş ve toplanmıştır.

Bu iki maddeyi bir kelimede hülasa etmek kabildir [özetlemek mümkündür]: “Cumhuriyet“.

Yeni Türkiye’nin umur-ı teceddüdü [yenileşme işi] daha nihayet bulmamıştır. Ancak yolun sonuna kadar gidilmelidir. Harpten sonra Türk Teşkilatı Esasiye’sinin inkişafı [gelişmesi] henüz kati bir şekil almış addedilemez [sayılamaz]. Tadilat [değişiklikler] ve tashihat [düzeltmeler] yapmak ve daha mükemmel bir hale getirmek elzemdir. İkmaline [tamamlanmasına] başlanan bu iş henüz bitmemiştir. Kısa bir zaman zarfında Türkiye’nin bugün fiilen almış bulunduğu şekil kanunen de tespit edilecektir. Yakın bir atide [gelecekte] bu meseleye ait hükûmet teklifatı [teklifleri] Meclis’e arz edilecektir. Bu teklifatın [tekliflerin] bütün mevadı [maddeleri] Teşkilatı Esasiye Kanunu’nun inkişaf [gelişme] ve ikmaline [tamamlanmasına] ait bulunacaktır.

Bütün Avrupa ve Amerika’daki cumhuriyetler nasıl esas itibariyle yekdiğerinden ayrı değilse ve aralarındaki fark nasıl yalnız şekle ait bulunuyorsa, Türkiye’nin da bu cumhuriyetlerden farkı sırf bir şekil meselesidir. Diğer cumhuriyet usulüyle idare edilen memleketlerde olduğu gibi bizim de hâkimiyete malik [sahip] bir parlamentomuz vardır. Yalnız bizde Büyük Millet Meclisi hem teşri [kanun yapma] hem de icrai salahiyete maliktir [icra salahiyetine sahiptir]. Başka yerde olduğu gibi, bizde de vekiller kendi vekâletlerine ait işlerden mesuldürler. Başka yerlerde yeni Türkiye devleti icra vekillerinin Millet Meclisi elinde bir oyuncak olduğu zannediliyor; bu, hatadır. Vekillerin mesuliyetine ve vazifesine ait meselede, Teşkilatı Esasiye Kanunu’nda yapılacak tadilat ile [değişikliklerle] tespit edilmiş olacaktır. Netice itibariyle reisicumhurdan, reisi hükûmetten [hükûmet reisinden] ve mesul vekillerden müteşekkil bir hükûmet teşkil edeceğiz.

Yeni Türkiye’nin payitahtı meselesine gelince, bunun cevabı kendiliğinden zahir olur [ortaya çıkar]: Ankara, Türkiye Cumhuriyeti’nin payitahtıdır.

S[ual]  – Avrupa’da, Türkiye’nin Avrupa’ya ve Garplılığa [Batılılığa] husumeti [düşmanlığı] bulunduğu fikri vardır. Türk matbuatında da bu nokta hakkında bir münakaşa açılmıştı. Bu münakaşada Garplılık müdafaa ediliyor veya aleyhinde bulunuluyordu. Bu hususta ne düşünülüyor?

C[evap]  – Asırlardan beri düşmanlarımız Avrupa akvamı [milletleri] arasında Türklere karşı kin ve husumet [düşmanlık] fikirleri telkin etmişlerdir. Garp zihinlerine yerleşmiş olan bu fikirler, hususi [özel] bir zihniyet vücuda getirmişlerdir. Bu zihniyet hala her şeye ve bütün hadisata [hadiselere] rağmen mevcuttur. Ve Avrupa’da hala Türk’ün her türlü terakkiye [ilerlemeye] hasım [düşman] bir adam olduğu, manen ve fikren inkişafa [gelişmeye] gayr-i müstaid [kabiliyetsiz] bir adam olduğu zannedilmektedir. Bu, azim [büyük] bir hatadır. Cevabımı basitleştirmek için size şu misali serdedeceğim [vereceğim]: Farz ediniz ki, karşınızda iki adam var; bunlardan biri zengin ve emrine her türlü vesait muhya [vasıtalar hazır], diğeri de fakir ve elinde hiçbir vasıta mevcut değil. Bu vesait fıkdanından [vasıta yokluğundan] başka ikincinin manevi ruhu da diğerinden hiç farkı ve maduniyeti [geriliği] yoktur. İşte Avrupa ile Türkiye yekdiğerine karşı bu vaziyettedir. Bizi madun [geri] olmaya mahkûm bir kavim olarak tanımakla iktifa etmemiş [yetinmemiş] olan Garp, harabiyetimizi [haraplığımızı] tacil [çabuklaştırmak] için ne yapmak lazımsa yapmıştır. Garp ve Şark  [Doğu] zihinlerinde yekdiğeriyle muarız [çatışan] iki prensip mevzu bahs [söz konusu] olduğu vakit, bunun en mühim menbaını [kaynağını] bulmak için Avrupa’ya bakmalı. İşte Avrupa’da mütemadiyen [devamlı] olarak mücadele ettiğimiz bu zihniyet mevcuttur.

İmparatorluk zamanında sultanın hükûmetleri Türk milletinin Avrupa ile temasına mani olmak için ellerinden geleni yapmışlar ve milletin arzu ve iradesinden uzak ve ayrı olarak icray-ı hükûmet [hükûmet icra] etmişler ve Türk milletini terakkiden [ilerlemeden] hariç bırakmışlardır.

Biz milliyetperverler gözleri açık adamlarız. Gözlerimizi her gün daha ziyade açmakta ve gerek dâhilde ve gerek hariçte olup biteni görüyoruz. Milletimizin mütemeddin [medeni] milletlerle temasını teshil etmek [kolaylaştırmak] menafimiz [menfaatlarımız]  mukteziyatındandır [gereklerindendir].

Bu temasın, münasebetlerin yeniden tesisini yalnız arzu etmekle kalmıyoruz, onları inkişaf ettirmek [geliştirmek] için her şeyi yapıyoruz. Bu tavrımız, çok açık ve tartışmasız olarak, Türklerin zenofobisi [yabancı korkusu] bulunduğu şeklindeki yanlış zannı çürütmektedir.

Matbuatla milliyetperver Türkiye’nin ecnebi [yabancı] düşmanı olduğu ilan edilirse, büyük bir hata irtikâp edilmiş [işlenmiş] ve hakikaten mevcut olan şeyin aksi iddia edilmiş olur.

İkinci noktaya gelince, yani Türk matbuatında da Garplılık [Batılılık] ve Şarklılık [Doğululuk] münakaşası açıldığına gelince, matbuat, istediği bahiste istediği veçhile [şekilde] tefsiratta [yorumlarda] bulunabilir. Matbuat, hiçbir veçhile [şekilde] tahakküm ve nüfuza tabi tutulamaz. Benim bu hususta şahsi nokta-ı nazarım [görüşüm] şudur ki, muhafazakâr olan ve bu hususta yalnız olan Tevhidi Efkâr’ın karşısında Türk matbuatının kesreti [çoğunluğu] var. Bu matbuat Garplılaşmak [Batılılaşmak] veçhesini [yönünü] müdafaa ediyor. Tevhidi Efkâr’ın fikri bizim inkişafımızın [gelişmemizin] Garp usulünde vaki olmasını tadil edemez [değiştiremez]. Onun hareketi Garp matbuatına karşı aksülamel [tepki] diye telakki [kabul] edilebilir. O Garp matbuatı ki, ekseriyeti [çoğunluğu] mukaddema [başlangıçta] bizim aleyhimizde bulunuyordu. Vaki olan tebeddülata [değişikliklere] rağmen eski metotlarını değiştirmiyorlar.

SLozan sulhu [barışı] hakkındaki fikr-i devletlileri [devletlilerinin fikri]?

C Lozan sulhu heyet-i umumiyesi [bütünü] itibariyle bizi tatmin ediyor. Biz bu muahedeye [antlaşmaya] tamamıyla riayet edeceğiz. Buna rağmen şunu söylemekten kendimizi men edemeyiz ki, daha taleplerimiz vardır ve bunların kuvveden [düşünceden] fiile çıktığını ahiren [son zamanda] Avrupa akvamının [milletlerinin] zihinlerinde vaki olan Türkiye’ye müsait yeni bir temayül [eğilim] vasıtasıyla görmek istiyoruz.

Muallak mesail [meseleler] için dostane tarz-ı tasfiyeler [çözüm tarzları] bulunacağını ümit etmek istiyoruz. Uzak bir atide [gelecekte] değil yakın bir istikbalde [gelecekte] şimdiye kadar halledilemeyen mesailin [meselelerin] kati hal şekline iktiran ettiğini [kavuştuğunu] görmek istiyoruz.

[Hâkimiyet-i Milliye, 27 Eylül 1923, No: 926, s. 1, sütun: 1-3;

Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt: 16 (1924), Kaynak Yayınları, İstanbul, 2005, s. 117-119]

Continue Reading

Türk İstiklâl Mücadelesi

Büyük Âlim Ziya Gökalp’in Vefatı

Published

on

[25 Ekim 1924]

Giriş

Türk sosyolojisinin kurucusu ve Türk milliyetçiliğinin en önemli düşünürlerinden biri olan Ziya GÖKALP [1], “bedenimin babası Ali Rıza Efendi, hislerimin babası Namık Kemal, fikirlerimin babası ise Ziya Gökalp’tir” sözünü sarf eden Mustafa Kemal ATATÜRK’ün en fazla etkilendiği kişiler arasında yer alır.

Vefatının 100. yıldönümünde Ziya Gökalp’i minnet ve rahmetle anarım. Bu münasebetle başta Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK olmak üzere Türk milleti, vatanı ve devleti uğrunda hizmet eden bilim, kültür, sanat, devlet, asker ve siyaset adamları ile Türk Mehmetçiklerinden bu dünyadan göç edenlere rahmet, hayatta olanlara sağlık, mutluluk ve başarılar dilerim.

Hafızalarımızı tazeleyip zihin jimnastiği yapmak amacıyla GÖKALP’in vefatının ertesi günü [Hâkimiyet-i Milliye, 26 Teşrinievvel 1924, No: 1256, s. 1, sütun: 2-3]’te yayımlanan “Hamdullah Suphi [TANRIÖVER],” ve “Ziya Gökalp Büyük Âlim Ziya Gökalp’in Ziyaı” başlıklı haber metinleri Osmanlı Türkçesi’nden çevrim yazı olarak aşağıda sunulmuştur.

***

ZİYA GÖKALP

“Ne elim bir haberle dilhunuz [içimiz kan ağlıyor]. Türk milliyetperverleri bir baş, hakiki bir mürşit kaybettiler. Türkçülük mefkûresinin bir meşalesi olan bu asil zekâ, kendi izinde yürüyecek binlerce muakkip [takipçi] bıraktı. Onun Türk tarihini, Türk içtimaiyatını, Türk harsını aydınlatan tahlil ve tasnif kuvveti, asırlardır ruhumuzda biriken karanlıkları derece derece eritmişti. Geçtiği yol evvelce bir izdi, şimdi bir şehrahtır [ana yoldur]. Türk vatanı en aziz evladından birini kaybetmekle taziye edilmek lazım gelen bir felakete uğradı. Ziya Gökalp’in hatırası önünde başlarımızı eğdiğimiz bu acı dakikalarda, tesellimiz odur ki, onun ufkumuzda dalgalandırdığı manevi bayrağı yere düşürmeyecek bir gençlik; memleketin her köşesinde bu imanın mahfuziyeti [korunması] için ayakta silahlanmış duruyor.” [2]

Hamdullah Suphi [TANRIÖVER]

***

BÜYÜK ÂLİM ZİYA GÖKALP’İN ZİYAI

Diyarbakır Mebus-ı Muhteremi; çok kıymetli eserlerini Türklüğe ve gençliğe hatıra bırakarak aramızdan ebediyen ayrılmıştır

Reisicumhurumuz ve İsmet Paşa hazeratı birer telgrafla merhum müşarünileyhin [adı geçenin] ailesine teessürlerini [üzüntülerini] iblağ buyurmuşlardır [bildirmişlerdir]. Bir Ziya Gökalp Cemiyeti teşkil edilmiştir.

***

Bir müddetten beri rahatsız bulunan ve son günlerde hastalığının şiddetlenmesi dolayısıyla hastahaneye nakledilen Diyarbakır Mebusu Ziya Gökalp Bey üstadımız dün [25 Ekim 1924] sabaha karşı irtihal-i dar-ı beka [ahirete göç] eylemiş ve bu müellim [elem veren] haber şehrimizde birden bire şayi olarak [duyularak] umumi ve derin bir teessürle [keder ve üzüntüyle] karşılanmıştır.

Reisicumhur Gazi Paşa Hazretleriyle Başvekil ve Hariciye Vekili İsmet Paşa Hazretleri merhum müşarünileyhin ailesine birer taziye telgrafı çekmek suretiyle teessürlerini iblağ buyurdukları gibi hükumet tarafından lazım gelenlere cenaze merasiminin pek mutantan bir surette icrası için de emirler verilmiştir.

İstanbul’da icra edilecek olan cenaze merasiminde Türkiye Büyük Millet Meclisi namına orada bulunan İkinci Reis Vekili Şarkikarahisar Mebusu Ali Sururi Bey hazır bulunacaktır. Merhum müşarünileyhin ailesine bu devreye ait olan tahsisatın kâmilen verilmesi ve ayrıca hidmet-i vataniye [vatana hizmet] tertibinden maaş tahsisi takarrür etmiştir [kararlaştırılmıştır]. Müdafaa-i Milliye Vekili Kazım Paşa Hazretleri ordu namına, beyan-ı taziyet edilmesini Üçüncü Kolordu Kumandanlığına ve Maarif Vekili Vasıf Bey Efendi de cenaze merasiminin icra edildiği gün bütün mekteplerin kapatılmasını ve bilumum muallimlerle talebelerin merasime iştirak etmelerini İstanbul’daki memurin-i aidesine emreylemişlerdir.

Vasıf Bey Efendi merhumun ailesine çektikleri telgrafta; kendisiyle beraber bilumum muallimlerin muhtaç-ı taziye ve teselliye bir halde olduklarını ve merhumun hatırasının gençlik için kuvvetli bir menba-ı ilham [ilham kaynağı]  olacağını ve bir arzuları varsa muhatap olmak istediğini bildirmiş ve ayrıca Muallimler Birliği, Türk Ocakları Heyet-i Merkeziyelerince telgrafla beyan-ı tessesür ve arz-ı taziyet olunmuştur.

Dün gece Ankara’da Türkçülük Cereyanının maruf simaları, mebuslar ve Türkçü gençler bir içtima akdederek [toplantı yaparak] bir “Ziya Gökalp Cemiyeti” tesis etmişlerdir. Cemiyetin Birinci Reisliğine Sinop Mebusu sabık Sıhhiye Vekili Doktor Ziya Nur Bey, İkinci Reisliğine Zonguldak Mebusu Ragıp beyler bil ittifak intihap edilmişlerdir [seçilmişlerdir]. Cemiyet Ziya Gökalp Beyin bütün Türk şehirlerindeki muhiplerinden ve talebesinden taazzuv edecektir [meydana gelecektir]. Cemiyetin programı ve gayesi; Ziya Gökalp Beyin kitaplarının tabı [basımı], yazılarının ve hatıralarının cemi [toplanması] ve ihtifallerinin [törenlerinin] tertibi olacaktır.

Diğer taraftan “Türk Ocakları Merkez Heyeti ve Hars Heyeti” ve “Ziya Gökalp Cemiyeti” şu suretle derin teessürlerini ve hissiyat-ı taziyetkaranelerini ifade etmektedirler:

Türklüğe ve Türk Ocaklarına ifa ettiği layemut [ölmez] hidmetler ile kalbimizde ebediyen yaşayacak bir minnet ve şükran hatırası bırakmış olan büyük âlim ve rehber Ziya Gökalp’in vefatı dolayısıyla Türk milletine en samimi taziyetlerimizi ve memleketin umumi kederine bütün mevcudiyetimizle iştirak ettiğimizi beyan ederiz.

Anadolu Ajansı da şu satırlarla teessürlerini bildirmektedir:

Türk vatanı en büyük ilim adamını kaybetti. Milli Mücadelenin ruhu ve istinatgâhı olan milliyet fikirlerini neşretmek hususunda Ziya Gökalp Beyin ifa ettiği hidmetler Türk milletinin kalbinde ebedi bir minnet bırakmıştır. Anadolu Ajansı bu büyük ziya [kayıp] karşısında duyduğu derin teessürleri beyan ve Türk milletini bütün ruhuyla taziye eder [başsağlığı diler].”

Üstadın son hayatına ait ajans tarafından verilen malumat ber-vech-i atidir [aşağıdadır]:

Ajans ve matbuat mensubini [mensupları] namına üstat Ziya Gökalp Beyi 23 Teşirinievvel’de [23 Ekim 1924] ziyaret eden Anadolu Ajansının İstanbul mümessili [temsilcisi] Edhem Hidayet Bey o günkü tarihle şu telgrafı ajansa göndermiştir:

İstanbul: 23 [Ekim 1924] (A. A.)-Ziya Gökalp Beye gittim. Çok dalgın, etrafındakileri tanıyamaz bir halde idi. Hiçbir şey söyleyemiyor ve ızdırap alameti gösteriyordu. Dünkü konsültasyon neticesinde kati olmamak üzere dimağında iltihap olduğu teşhis edildiğini ve doktorların ümitvar bulunmadığını biraderi Nihad Bey ifade etti. Kemal-i teessürle arz ederim.”

Anadolu Ajansının üstadın hastalığına ve irtihaline dair müteakip telgrafları da ber-vech-i atidir [aşağıdadır]:

İstanbul: 24 [Ekim 1924] (A. A.)-Ziya Gökalp Beyin vaziyet-i sıhhiyesine [sağlık durumuna] dair bu akşamki tabip raporu ber-vech-i atidir:

Hastanın ahval-i umumiyesi git gide kesb-i vahamet ediyor. Hastalık süratle seyrini takip ediyor. Ziya Bey artık etrafındakileri tanımıyor. Kalp mukavemet ediyor. Hastalığın vahameti bütün kuvvetiyle bakidir.” [2]

DİP NOTLAR

[1] https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/bilgi/ziya-gokalp-1876-1924/

[2] Hâkimiyet-i Milliye, 26 Teşrinievvel 1924, No: 1256, s. 1, sütun: 2-3

Continue Reading

En Çok Okunanlar