Connect with us

Mustafa Kemal Atatürk

ATATÜRK ve TÜRK TARİH TEZİ

Published

on

ATATÜRK VE TÜRK TARİH TEZİ

Yrd. Doç. Dr. Kemal KOÇAK (*)

Mustafa Kemal Atatürk’te tarihe, özellikle Türk tarihine karşı ilgi ve sevgi, Manastır Askerî İdâdisi (Lise)’nde öğrenci iken tarih öğretmeninin etkisi ve teşvikiyle başlamış ve hayatı boyunca sürmüştür. [1]

  1. TÜRK TARİH TEZİNİ GEREKLİ KILAN SEBEPLER
  2. Osmanlı Devleti’nin Paylaşılmasında Tarihî Dayanaklar

1918 Paris Barış Konferansına gelinceye kadar, devletlerarası ilişkilerde geçerli olan kural, kazanan devletin fetih hakkı ile ele geçirdiği yerde kalması ve hâkimiyetini sürdürmesiydi. A.B.D. Cumhurbaşkanı Wilson’un 14 maddelik bildirisinde milliyet ilkelerine saygı gösterilmesi gerektiğini öngören bir madde bulunmaktaydı. Bu bildiriden sonra, dünya haritasının milliyetler esasına göre düzeltilmesi anlayışı yayılmaya başladı. Wilson bildirisinde Türkler hakkında, “Türklerin çoğunlukta bulunduğu yerde bağımsız bir Türk devleti varlığını sürdürecektir” [2] hükmünde bir madde yer almıştı. Bu madde hükmüne dayanılarak İstiklâl Harbi öncesinde kurulan cemiyetlerin adı “Müdafaa-i Hukuk-u Milliye” olduğu gibi, bu cemiyetlerin amaçlarından biri de bulundukları yerde Türklerin çoğunlukta bulunduklarını ispatlamak yolunda faaliyet göstermek olmuştur.

1918 Paris Barış Konferansında, Wilson bildirisinde Türkler hakkında yer alan madde hükmü dikkate alınmadı. İtilâf Devletleri, Birinci Dünya Harbi esnasında kendi aralarında yaptıkları antlaşmalar gereğince Türkiye’yi paylaşmak için harekete geçtiler.

Yunanlılar, coğrafya ve medeniyet belgelerine başvurarak Batı Anadolu’da; Fransızlar Haçlı Seferlerinden sonra bir Frank devleti kurulmasını, İtalyanlar ise Roma İmparatorluğunun mirasçıları olduklarını ileri sürerek Güney Anadolu’da hak iddia ettiler. [3] Doğu Anadolu’da bir Kürt ve Ermeni devleti kurulması için tarihe başvuruldu.

Osmanlı Devleti’ndeki Türk olmayan çeşitli topluluklar ve Müslüman Araplar, birçok tarihçinin de yardımıyla dünya kamuoyunu Türklere karşı kışkırtmakta öncülük ettiler. Kasten çarpıtılarak ortaya konulan bu yanlış tarih bilgisi üzerine Sevr Antlaşması hazırlandı ve Osmanlı Devleti’ne imzalatıldı.

Türkiye, Türk İstiklâl Harbi neticesinde maddî olarak bağımsızlığına kavuştu ve bu durumu Lozan Antlaşması ile dünyaya tescil ettirdi. Buna rağmen, Mustafa Kemal’in kafasından, yukarıda belirtildiği gibi tarihin Türkler aleyhine değiştirilmesi ve iftiralarla doldurulması anlayışı silinmemişti.

Nitekim Lozan Antlaşması’ndan sonra bile bazı emperyalist devletlerin öne sürdükleri fikirler ve tâkip ettikleri politikalar, bu devletlerin Türk toprakları üzerindeki emellerinden vazgeçmediklerini göstermiştir. [4]

  • Dünya Kamuoyunda Türkler Aleyhindeki Yanlış Bilgi ve Propagandalar

Türkler İslâm dünyası içine girdikten sonra, İslâmiyetin yayılmasında ve korunmasında yüzyıllarca öncülük etmişlerdir. Buna karşılık, Türklerin tarih içindeki görevi yeterince değerlendirilmemiş, meydana getirdikleri medeniyet eserleri Arap, Fars ve Bizans’a mal edilmiştir. Türk’ün kendisi de Türk sözünü kaba ve avam anlamında kullanmıştır. Türklük ve Türk tarihi “Osmanlılık” adı ve gururu altında kaybolmuş ve hatta eski kitapların bazıları da Türk’ten “Etraki biidrâk” diye söz etmişlerdir. Göktürk kitâbelerinde yer alan “Ey Türk budunu, titre ve kendine dön!” tavsiyesi, ancak Cumhuriyet devrinde suûrlu bir şekilde duyulmuş ve ele alınmıştır.

Ernest Renan tarafından ileri sürülmüş olan, daha sonra da bazı Arap tarihçileri tarafından da savunulan şu iddialar ilgi çekicidir:

  1. Dokuzuncu ve onuncu yüzyıllarda İslâm dünyasına en parlak devrini yaşattıran ilim hareketi, Türk olmayan unsurların eseridir.
  2. Parlak bir gelişme göstermiş olan bu ilim hareketi, Selçuk Türklerinin Ön Asya’yı istilâ etmeleri sonucunda durmuş, bu durum İslâm dünyasının çöküşüne sebep olmuştur. [5]

Bazı Avrupalı düşünürler, Türklerin sarı ırka mensup, ikinci sınıf bir insan tipi oldukları görüşünü dünyaya yaymışlardı. Osmanlı çağı Türkiye’si ile Batılılar arasında yüzyıllar boyu sürmüş olan sert tarihî ilişkilerin sonucunda, dinî veya siyasî düşüncelerle Türklerin sarı ırktan olduklarının kabulü, onların medenî yetenekten yoksun olduğu anlayışını da birlikte getirmekteydi.

Batılı birçok tarihçi ve siyaset adamı, Türklerin hiçbir medeniyet eseri meydana getirmediğini, Avrupa’da ordu kurmuş bir insan topluluğu olduğu fikrini ileri sürmüştü. Hatta Türklerin Avrupa’dan Asya’ya kovulması gereken barbarlar olduğu bile ispatlanmaya çalışılmıştı.

Bu görüş ve anlayışla hareket eden bir tarihçi için, Türklerin İslâmiyete girmeden önce kendilerine özgü bir kültüre sahip olduklarını kabul etmeye imkân bulunmamaktaydı. [6]

Türkiye’de tarihe bilimsel açıdan yaklaşılmadığı ve tarih kitapları Batılı yazarların eserlerinden yapılan çevirilerle yazıldığından, yukarıda belirtilen yanlış anlayış ve inanışlar ülkemize de girmiş ve yaygınlaşmış bulunmaktaydı.

Nitekim 1918 Paris Barış Konferansı’nda da, Türklerin her türlü medenî vasıf ve yetenekten yoksun, uygarlık düşmanı, kötülük kaynağı ve medenî milletler arasında yerinin olmadığı ileri sürülmüştü.

İngiliz devlet adamı Gladstone, “dünya yüzünden Türklerin kötülüklerini kaldırmanın bir tek çaresi vardır ki, o da dünya yüzünden kendi vücutlarının kaldırılmasıdır” [7]  demekten kendini alamamıştı.

Açıklanan bu sebeplerle, Türkler haklı olarak akıl almaz bir aşağılık duygusuna kapılmışlardı. Türkleri bu aşağılık duygusundan kurtarmak kendine olan güvenini yeniden kazandırmak gerekliydi.

Mustafa Kemal, Türkiye’de öğretim kurumlarında devam etmekte olan eski tarih eğitim ve öğretimi yerine millî tarihin esas alınması gerektiğini, ruhunda çoktan beri duymaktaydı. Millî tarih aynı zamanda Türk İstiklâl Harbi’nin manevî gücünü de oluşturacaktı. Bunun için Mustafa Kemal’in iki amacı bulunuyordu:

  1. Türk milletinin şanlı ve şerefli mazisinden gurur duyması ve kendine güvenmesi gerçeğinin aşılanması,
  2. Türk milletinin geçmişte güçlü devletler kurduğu ve parlak medeniyetler meydana getirdiği, yaşadığı Anadolu topraklarının asıl sahibinin kendileri olduğunu öğretmek ve böylece millet ile ülke arasındaki ilişkinin gelişmesini hızlandırmak. [8]
  1. MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ÜN TARİHE YÖNELMESİ

Mustafa Kemal, Türk İstiklâl Harbi’nde ve Cumhuriyetin ilk yıllarında, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde ve halkla yaptığı toplantılarda yeri ve zamanı geldikçe, Türk tarihi hakkındaki gerçek bilgileri kendisine özgü ateşli uslûbu ile herkese duyurmaya ve manevî gücümüzü yükseltmeye, millî şuurun bu yolla şahlanmasına büyük önem vermiştir..

Saltanatın kaldırıldığına dair T.B.M.M.’nde 1 Kasım 1922 tarihinde verilen karar münâsebetiyle irâd ettiği tarihî nutkunda Mustafa Kemal, Türk tarihi ile ilgili olarak milletine şöyle seslenmiştir:

“Efendiler ! Bu insanlık dünyasında yüz milyondan fazla nüfustan oluşan azim bir Türk milleti vardır ve bu milletin dünya üzerindeki genişliği ölçüsünde tarih içinde de bir derinliği vardır. …  En belirli ve en kesin maddî tarih kalıntılarına dayanarak beyan edebiliriz ki, Türkler 15 yüzyıl önce Asya’nın göbeğinde muazzam devletler kurmuşlar ve insanlığın her türlü kabiliyetlerini kendilerinde toplamış bir unsurdur. Elçilerini Çin’e gönderen ve Bizans’ın elçilerini kabul eden bir Türk devleti ecdadımız olan Türk milletinin teşkil eylediği bir devlet idi. …Hicretin dördüncü yüzyılında idi ki, Selçuk hükûmeti nâmı altında muazzam bir Türk devleti kuruldu; bu devletin nâmı altında icrây-ı faaliyet eden Türkler, bir taraftan Kafkasya’ya, diğer taraftan güneye İran ve Irak’a ve Suriye’ye ve batıya Anadolu’ya nüfuz eyledi. Gerçekten bu Türk devleti beşinci hicret asrı ortalarında Maveraünnehir ve Harezm’i, Şam ve Mısır’ı ve Anadolu kıt’asının çoğunu ve birçok memleketleri zapt ile sınırını Kâşgar’dan ve Seyhun mecrasından Akdeniz ve Kızıl Deniz ve Umman Denizi’ne kadar genişletti ve Bağdat’ta bulunan Abbasî halifelerini kendi idaresine aldı.” [9]

19 Eylül 1923’te, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Profesörler Kurulu, o zamanki adı ile İstanbul Darülfünunu Edebiyat Medresesi Meclisi Müderrisîni, Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi ve Başkumandan Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine Fahrî Edebiyat Profesörlüğü unvanı verilmesini kararlaştırmıştı.

Mustafa Kemal, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesinin Fahrî Profesörlük beratını sunmak üzere Ankara’ya gelen heyete: “Mektep sıralarından beri çok sevdiği tarih ile daima meşgul olduğunu, bu itibarla Fahrî Müderrisliğin edebiyattan ziyade tarihe ait olmasını daha münasip olacağını” söylemiştir. [10]

Mustafa Kemal’in heyette bulunan Şemsettin Günaltay’a dönerek “Tarihçilerle çok konuşacağız” cümlesini sözlerine eklediğine tanık olmaktayız. [11] Bu ifade bize, onun 1919’dan itibaren başladığı tarih çalışmalarını, daha 1923 yılında düşünmekte olduğunu göstermektedir.

22 Eylül 1924’te Samsun’da İstiklâl Ticaret Okulunu ziyaretten sonra Mustafa Kemal Paşa öğretmenlere hitâben şöyle demiştir:

“Efendiler ! Bizim milletimiz derin bir maziye mâliktir. Milletimizin esas hayatını düşünelim. Bu düşünce bizi elbette altı yedi asırlık Osmanlı Türklüğünden çok Selçuklu Türklerine ve ondan önce bu devirlerin her birine muadil olan büyük Türk devrine kavuşturur…” [12]

1924 yılında Adana’ya yaptığı bir gezide Mustafa Kemal Paşa, İskenderun Sancağı ile ilgili olarak; “Kırk asırlık Türk yurdu düşman elinde esir kalamaz” biçiminde bir demeç vermiştir. Buradaki “kırk asır”ın dile kolay geldiği için söylenmiş bir söz olmadığı açıktır. Bu “dört bin yıllık Türk yurdu” dediği “Sancak”a (İskenderun ve Antakya bölgesi), vefatından az önce, Atatürk “Hatay” adını vermekle daha derin bir anlam kazandırmıştır. Anadolu’da İsa’dan 2000, zamanımızdan 4000 yıl önce yazılmış çivi yazılı tabletlerde Anadolu’ya Hatti adı verildiği bilinmektedir. Bu ülkede yaşayanlara da Hattili denildiği anlaşılmıştır. Anadolu’ya daha sonra gelen Hititler de ülkelerine Hatti demişlerdir. Erken bir tarihte, Hatay bölgesi Hatti ülkesinin, yani Anadolu’nun bir parçası olmuştur. Birinci Dünya Harbi’nden sonra Misâk-ı Millî sınırları içinde bulunan ve yukarıda belirtildiği gibi eski tarihte Anadolu’nun bir parçasını teşkil etmiş olan bu bölgeye Hattena veya Hatti adları veriliyordu. “Sancak”a Atatürk tarafından eski tarihî ve gerçek adı tekrar kazandırılmakla, Anadolu’nun ve Türklüğün bir parçası olduğu esası ebedileştirilmiş olmaktadır. [13]

1928’de Afet İnan Mustafa Kemal’e, Türk ırkının sarı ırka mensup ve Avrupa zihniyetine göre ikinci sınıf bir insan tipi olduğunu yazan Prof. E. Pittard’ın “Les Races et L’histoire” (Irklar ve Tarih) adlı eserini göstererek bunun doğru olup olmadığını sordu. Mustafa Kemal de doğru olamayacağını, üzerinde çalışmak gerektiğini belirtti. [14]

Bu olay Mustafa Kemal’in Türk tarihi konusundaki çalışmalarını toplamasına yol açmıştır. Bu çalışmalarında Mustafa Kemal’in 1928’lerde aydınlatılmasını istediği ve ilmî çözümler aradığı konular şunlardı:

  1. Türkiye’nin otokton halkı kimlerdir? Bu ülkede ilk medeniyet nasıl ve kimler tarafından kurulmuştur?
  2.      Türklerin cihan tarihindeki yeri ve medeniyet tarihine hizmetleri nelerdir?
  3. Türklerin Anadolu’da bir aşiretten devlet çıkarmaları mümkün olmadığına göre, onların Anadolu’da varoluşlarının gerçek açıklaması nasıl olmalıdır?
  4. İslâm tarihinin gerçek yönü ile Türklerin İslâm tarihindeki yerleri ve rolleri nedir? [15]

1929’dan sonra tarih alanında en yeni kitapların bulunduğu bir kütüphane kuruldu. Mustafa Kemal, milletvekillerinin de katıldığı geniş bir araştırıcı grubuyla birlikte Türk tarihi çalışmalarına başladı.

  1. MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ÜN TARİH ALANINDA YAPTIĞI ÇALIŞMALARIN SONUÇLARI

1925’te Ziya Gökalp’in “Türk Medeniyeti Tarihi” adlı eseri, Türkiye Cumhuriyeti Maarif Vekâleti tarafından yayımlandı ve liselerde ders kitabı olarak okutuldu. Türk medeniyetinin İslâmiyetten önceki devrini konu edinen bu eser, ilmî bir iddia taşımaktan çok, o günün ihtiyaçlarına cevap vermek için yazılmıştır. [16] Atatürk’ün, “Vücudumun babası Ali Rıza Efendi, heyecanlarımın babası Namık Kemal, fikirlerimin babası Ziya Gökalp’tir.” [17] dediği, büyük Türkçünün söz konusu eseri, Türkleri millî tarih anlayışına yaklaştırmak istemesi bakımından önemliydi. Fakat Türk tarihini dünya tarihinden soyutlamaktaydı. Amacı Türk düşüncesinde Batı düşüncesini temel kılmak olan Türk inkılâbının ruhuna uymuyordu. Bu sebeple 1927-1928’de Herbert George Wells’in, dünya tarihine yeni bir boyut kazandıran “The Outline of History” adlı eseri Türk Hükûmetince Türkçe’ye çevirtilerek “Cihan Tarihihin Ana Hatları” adıyla yayımlandı.

Wells’in bu eseri, dünya tarihini bir bütün olarak ele almanın yanında, tarihe hâkim olan ya da hâkim olması gereken temel ilkeleri vurgulaması bakımından da öenmli bir değişiklik gösteriyordu. Wells, dünya tarihini kavimlerin, milletlerin ya da devletlerin tarihi olarak değil, insanların ve insanlığın tarihi olarak görmekte; bütün insanlık bir tek ortak kökene sahiptir, ortak yol boyunca ilerlemiştir ve ortak bir amaca yaklaşılmaktadır sonucunda varmaktaydı. [18]

23 Nisan 1930’da Ankara’da toplanan altıncı “Türk Ocakları Kurultayı”, Türk Tarih Kurumu’nun kurulmasında ilk adım olması bakımından önem taşımaktadır. Mustafa Kemal’in isteğiyle, 28 Nisan Pazartesi günkü kurultay toplantısında Bayan Afet İnan, Türk tarihinin eskiliğini, Türk milletinin kurduğu büyük medeniyetleri konu alan bir konuşma yaparak kırk imzalı bir önerge vermiştir. Bu önergede, “Türk tarih ve medeniyetini ilmî surette tetkik etmek için hususî ve daimî bir heyetin teşkil edilmesine karar verilmesini ve bu heyetin azâsını seçmek selâhiyetinin Mekez Heyeti’ne bırakılmasını teklif ederiz” denilmekteydi. [19]

İkinci oturumda Yasa Encümeninin okunan raporunda, Türk Ocakları Tüzüğüne: “Merkez Heyeti Türk tarih ve medeniyetini ilmî bir surette tetkik ve tetebbu eylemek vazifesiyle mükellef olmak üzere bir Türk Tarih Heyeti teşkil eder” maddesinin eklenmesi teklif edildi. Bu madde hükmü gereğince, Türk Tarih Kurumu’nun çekirdeği olan “Türk Ocağı Türk Tarihi Tetkik Heyeti” kuruldu.

Mustafa Kemal’in himayesi altında işe başlayan heyet, daha önce okullar için fasiküller hâlinde bastırılan tarih notlarından faydalanarak, on bir bölümden oluşan 606 sayfalık “Türk Tarihinin Ana Hatları” adlı eseri bastırdı. Bu eser; evrenden, dünyanın meydana gelişinden, insanın ortaya çıkışından başlayarak Türk ırkını ve Türk tarihini en eski çağlardan Cumhuriyete kadar kısaca ele almaktaydı. Yalnız yüz olarak bastırılıp ilgili tarihçilerin ve aydınların tenkidine sunulan bu eser, Türk tarihi hakkında yepyeni bir görüşü ortaya atmıştır. [20] Genellikle “Tarih Tezi” diye adlandırılan bu tez şöylece özetlenebilir:

“Türk milletinin tarihi şimdiye kadar tanıtılmak istenildiği gibi yalnız Osmanlı tarihinden ibaret değildir. Türk’ün tarihi çok daha eskidir.” [21]

“Türk ırkı Anadolu’da ilk devlet kuran bir millettir. Bu ırkın kültür yurdu ilk zamanlarda iklimi müsait olan Orta Asya idi. İklim tabiî şartlar dahilinde değişti. Taşı cilâlamayı bulan, ziraat hayatına erişen, madenlerden istifadeyi keşfeden bu halk kütlesi göç etmeye mecbur kaldı. Orta Asya’dan şarka, güneye, batıda Hazar denizinin kuzey ve güneyine olmak üzere yayıldı. Gittikleri yerlerde yerleştiler, kültürlerini oralarda kurdular.

Bazı mıntıkalarda otokton oldular, bazılarında otokton olan diğer ırk ile karıştılar. Avrupa’da tesadüf ettikleri ırk tipi dolikosefal idi. Irak, Anadolu, Mısır ve Ege medeniyetlerinin ilk kurucuları Orta Asyalı brakisefal ırkın mümessilleridir. Biz Türkler de onların çocuklarıyız.” [22]

Türk kavminden olan Sümer ve Hititler ise Orta Doğu’da kurulan medeniyetlerin öncüleridir. Anadolu bundan dolayı çok eski zamanlardan beri bir Türk ülkesidir.” [23]

Bu eserin “Türk Tarihine Medhal” ve “Orta Asya” bölümlerinden oluşan 74 sayfalık bir broşür, “Türk Tarihinin Ana Hatları Medhal Kısmı” adı altında Maarif Vekâleti’nce 1931 yılı başında 30.000 adet bastırılarak okullara dağıtıldı. [24]

Türk Tarihinin Ana Hatları adlı eserin ilk sayfasında kitabın niçin yazıldığı şöyle ifade edilmektedir:

Bu kitap muayyen bir maksat gözetilerek yazılmıştır.

Şimdiye kadar memleketimizde neşrolunan tarih kitaplarının çoğunda ve onlara mehaz olan Fransızca tarih kitaplarında Türklerin dünya tarihindeki rolleri şuurlu veya şuursuz olarak küçültülmüştür. Türklerin, ecdat hakkında böyle yanlış malûmat alması, Türklüğün kendini tanımasında, benliğini inkişaf ettirmesinde zararlı olmuştur. Bu kitapla istihdaf olunan asıl gaye,  bugün bütün dünyada tabiî mevkiini istirdat eden ve bu şuurla yaşayan milletimiz için zararlı olan bu hataların tashihine çalışmaktır; aynı zamanda bu, son büyük hadiselerle ruhunda benlik ve birlik duygusu uyanan Türk milleti için millî bir tarih yazmak ihtiyacı önünde atılmış ilk adımdır.” [25]

Eserin “Türk Tarihine Medhal” bölümünün sonunda da Türk milletine şöyle seslenilmektedir:

Gazi Mustafa Kemal Hazretleri, tarihî nutuklarının sonunda gençliğe hitap ederek memleketin maruz kalabileceği vahim ihtimalleri ve bütün tehlikeleri saydıktan sonra; “Ey Türk İstikbâlinin Evlâdı, işte bütün ahval ve şerait içinde dahi vazifen İstiklâl ve Cumhuriyeti kurtarmaktır. Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur” buyurmuşlardı.

“Türkün tarihî azametinin mümtaz timsali büyük reisi, bu notların toplanması ve bir araya getirilmesi için çalışanları, bu mesaiye sevkeden irşatları ve rehberlikleri ile şimdi hatırlattığımız hitabelerine şu cümleleri ilâve buyurmuş oluyorlar:

“Ey Türk Milleti ! Sen yalnız kahramanlık ve cengâverlikte değil, fikirde ve medeniyette de insanlığın şerefisin. Tarih, kurduğun medeniyetlerin sena ve sitayişleriyle doludur. Mevcudiyetine kasteden siyasî ve içtimaî amiller birkaç asırdır yolunu kesmiş, yürüyüşünü ağırlaştırmış olsa da, on bin yıllık fikir ve hars mirası, ruhunda bakir ve tükenmez bir kudret hâlinde yaşıyor. Hafızasında binlerce ve binlerce yılın hatırasını taşıyan tarih, medeniyetin safında lâyık olduğun mevkii sana parmağıyla gösteriyor, oraya yürü ve yüksel ! Bu senin için hem bir hak, hem de bir vazifedir.” [26]

Türk Ocağı Türk Tarih Heyeti, Haziran 1930- Mart 1931 tarihleri arasında sekiz resmî toplantı yapmıştır. Bu zaman süresince, tarihî konular Gazi Mustafa Kemal’in çevresinde ve yaptığı toplantılarda konuşulmuş, çalışmalar ilerlemiştir. [27]

1931 Nisanının başlarında Türk Ocaklarının kapanması üzerine, “Türk Ocağı Türk Tarihi Tetkik Heyeti”nin tüzel kişiliği ortadan kalktı. Bunun üzerine heyet üyeleri İçişleri Bakanlığı’na başvurarak, 15 Nisan 1931’de “Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti”ni kurdular. Mustafa Kemal’in himayesi altında çalışmalarına devam eden bu cemiyetin adı, dil inkılâbından sonra 1935 yılında “Türk Tarih Kurumu”na çevrildi. Kurumun nizamnamesinde amacı ve bu amaca ulaşmak için kullanacağı yol şu şekilde belirtilmiştir:

“Madde 3- Cemiyetin maksadı, Türk tarihini tetkik ve elde edilen neticeleri neşir ve tamim etmektir.

Madde 4- Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti maksadına ermek için aşağıdaki vasıtaları kullanır:

  1.     Toplanıp ilmî müzakerelerde bulunmak,
  2.     Türk tarihinin menbalarını araştırıp bastırmak,
  3. Türk tarihini aydınlatmaya yarayacak vesikayı ve malzemeyi elde etmek için gereken yerlere araştırma ve keşif heyetleri göndermek,
  4. Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti mesaisinin semerelerini her türlü yollarla neşre çalışmak.”  [28]

Türk Tarih Kurumu, ilk iş olarak liseler için dört ciltlik bir tarih kitabı hazırladı. Bu kitabın ilk basımı 1931 sonbaharında gerçekleşti ve liselerde okutulmaya başladı. [29]

Mustafa Kemal, liseler için hazırlanan Tarih II (Orta zamanlar) adlı kitapta, İslâm tarihi konusunda yazılanları yeterli bulmayarak “Muhammed’in Hayatı ve Savaşları” bölümünü yeniden yazdı. [30]

Dört ciltlik lise tarihinin “Osmanlılar dışındaki Türk Devletleri” bölümlerini Prof. Dr. Fuat Köprülü, “Cumhuriyet Tarihi”ni içine alan dördüncü cildini de Tevfik Bıyıklıoğlu ile Doktor Reşit Galip yazmıştır. [31]

Lise tarih kitapları genellikle öğretmenlerce iyi karşılanmış, bu sebeple öğretmenlerin büyük çoğunluğu tarih tezine heyecanla sarılmışlardır. Ortaokullarda da okutulan bu kitapların pedagoji bakımından öğrencilere ağır gelmesi üzerine, iki yıl sonra, Millî Eğitim Bakanlığı’nca bu kitaplara göre ortaokullar için ayrıca üç ciltlik daha küçük tarih kitapları ile ilkokullar için yeni kitaplar yazdırılmıştır. [32]

14 Şubat 1932’de Mustafa Kemal’in Türk Tarih Kurumu’na verdiği direktifler arasında özellikle şu dört konu yer almaktaydı:

  1. Türk Tarihinin Ana Hatları adlı büyük kitabın son incelemeler ve belgeler dikkate alınarak yeniden yazılması,
  2. Liseler için hazırlanan dört ciltlik tarih kitaplarında gerekli düzeltmeler yapılarak yeni baskılarının 1932-1933 öğretim yılına yetiştirilmesi,
  3. İlkokullar için yeni tarih kitapları yazdırılması,
  4. Birinci Türk Tarih Kongresi’nin toplanması. [33]

Yapılan çalışmalar neticesinde birçok konularda araştırmaların yetersizliği sebebiyle “Türk Tarihinin Ana Hatları” kitabının kısa bir süre içinde yazılamayacağı, çeşitli bölüm ve devirler yazıldıkça, bunlardan yayınlanma değeri olanların yayınlanmasına karar verildi. Bu sebeple, Türk Tarih Kurumu’nun yayın dizilerinin sekizincisi bu eserlere ayrıldı. Konular gereğince işlendikten sonra bunlardan yararlanılarak “Türk Tarihinin Ana Hatları” yazılacaktı. Bunlardan ilki, İsmail Hakkı Uzunçarşılı’nın yazdığı “Anadolu Beylikleri” adlı eserdir ve 1937’de yayımlanmıştır. [34]

Mustafa Kemal, yeni tarih görüşünün ve tarih öğretiminde tutulacak yolun öğretmenlere anlatılması için Temmuz ayında tarih öğretmenlerine bir kurs düzenlenmesini 14 Şubat 1932’de Türk Tarih Kurumu’na bildirdi. Düzenlenecek “Tarih Öğretmenleri Kursu” ile okutulmaya başlanan tarih kitapları hakkında öğretmenlerin ve profesörlerin düşünceleri öğrenilecekti. Bu toplantıya sonradan “Birinci Türk Tarih Kongresi“  adı verildi ve toplantının tutanakları da bu başlık altında yayımlandı. [35]

Kongre, Maarif Vekâleti ile birlikte düzenlenmiş, İstanbul Darülfünunu (Üniversitesi) tarih müderris(profesör)leri ile lise, ortaokul ve öğretmen okulları tarih öğretmenleri davet edilmiş, kongrenin bütün giderleri adı geçen vekâletçe karşılanmıştır. [36]

Kongre, 2 Temmuz 1932 Cumartesi günü saat dokuzda Ankara Halkevi tiyatro salonunda Maarif Vekili Esat Bey tarafından açılmış, 11 Temmuz 1932 Pazartesi günü öğleden sonra yine Esat Bey’in konuşmasıyla sona ermiştir.

Birinci Türk Tarih Kongresi’ne sadece Türk profesör ve öğretmenleri katıldığından kongrenin milletlerarası bir niteliği bulunmamaktaydı. Birinci Türk Tarih Kongresi’nin önemi, Türk Tarih Kurumu’nun kuruluşu ile ortaya atılan yeni “Türk Tarih Tezi”nin, kurum üyeleri tarafından profesörler ile öğretmenlere açıklanması ve tartışılmasıdır. Kongre, kurumun çalışma metotları ile amacını belirtmesi bakımından ayrı bir önem taşımaktadır. Kısa bir süre sonra yayımlanan kongre tutanaklarının başında aşağıdaki kısa sunuş bölümü yer almaktadır. [37]

“Türkiye Cumhuriyeti, Türk kültür faaliyetleri arasında millî tarihe en büyük mevkiî vermiştir. 15 yıl önce Türk’ün varlığını tarihten, adını dillerden ve kitaplardan kaldırmaya yeltenenlere karşı Türk’ün yüksek varlığını gösteren Büyük Şef Gazi Mustafa Kemal Hazretleri, Türk yurdunu ve istiklâlini dünya tarihine şeref verecek bir kudretle kurtardıktan sonra, ona hakikî millî tarihini de öğretmek istedi. Dünyaya ilk medeniyet ışığını veren, cihan medeniyet tarihinin her safhasında ve beşerî faaliyetlerin her sahasında yaratıcı varlığının bin bir delilini gösteren Türk milletinin tarihini ilmî vesikalarla tespit ve neşretmek üzere kurduğu Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti’ni yüksek himayesine aldı. Karanlıkları yırtan ve asırlara hâkim olan dehâsının derin kaynaklarlından ilham alan cemiyet, geceyi gündüze katarak onun çizdiği anahtarlar üzerinde Türk tarihini araştırdı ve Türk gençliğine dört ciltlik bir tarih kitabı verdi. Türk tarihine ve cihan tarihinin umumî görünüşüne yeni bir ışık ve yeni bir manâ veren bu tarih kitaplarını okutmak vazifesini üzerlerine almış Türk muallimlerine cemiyetin Türk tarihi sahasında yaptığı ilmî tetkiklerin neticelerini göstermek ve mekteplerimizdeki tarih derslerine verilecek yeni veçheler hakkında meslektaşlar arasında bir fikir ve hedef birliği vücuda getirmek üzere, 1932 senesi temmuzunda Ankara’da Birinci Türk Tarih Kongresi’ni topladı. En asil gayeye hayatlarını vakfetmiş olan yüzlerce meslektaş, memleketin her tarafından Ankara’ya koştular. Büyük Gazi’nin yüce ve kutlu varlığı ile aydınlattığı samimi bir çalışma havası içinde millî davayı sarsılmaz bir iman ile kuvvetlendirerek iş başına döndüler.

İşte bu kitap, dokuz gün süren kongre esnasında nasıl çalışıldığını, bilgi âlemimizin millî tarihe nasıl bir bakışla baktığını, millî davanın ne kadar derin temellere dayandığını göstermek için çıkıyor. Türk millî tarihine yeni ufuk açan emeklerin bir angısı olmak üzere bastırıldı.” [38]

Birinci Türk Tarihi Kongresi’nde, Türklerin medeniyet ve İslâm tarihindeki rolleri üzerinde durulmuş, Türkler hakkındaki yanlış iddialar çürütülmeye çalışılmış, Türklerin üstün bir ırka mensup oldukları ve Ortaçağ İslâm Medeniyetinde büyük rol oynadıkları ispatlanmıştır. [39]

Mutafa Kemal, tarih alanındaki çalışmalarını yoğunlaştırırken dil meseleleri üzerinde de durmuştur.

12 Temmuz 1932’de (Birinci Türk Tarih Kongresi’nin sona erdiği gün), amacı Türk dilini millileştirmek olan Türk Dil Kurumu kurulmuştur. [40]

1933’ten itibaren Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti, tarih araştırmalarını ve yayınlarını devam ettirmek amacıyla başka kurumlar meydana getirmiştir. Bunlardan üçü, Millî Eğitim Bakanlığı’nca kurulmuş olan “ Eski Eserler ve Müzeler Dairesi”, “Tercüme Bürosu” ve “Kültür Bürosu”dur. Birinci kurum kazıları yönetmek, ikincisi birçok dilden tarihî eserleri de içeren klâsikleri çevirmek, üçüncüsü ise eski yazıdan yeni yazıya transkripsiyon yoluyla çevrilmiş başlıca Türk tarihi kitaplarının edisyonlarını yayınlamak için kurulmuştu. Basın Yayın ve Turizm Bakanlığı’na bağlı özel bir dairede Türk Sanat Tarihi ve folkloru konusunda yazılan eserler yayımlanmıştır.

Mutafa Kemal, Batı medeniyetine ayak uydurabilmek için, öncelikle Batı üniversite sistemini Türkiye’ye sokmak gerektiğine inanmıştı. O zaman tek üniversitemiz olan İstanbul Darülfünunu’nun modernleştirilmesi görevini Millî Eğitim Bakanı Doktor Reşit Galib’e vermiştir. [41]

Üniversite reformu için İsviçreli Profesör Albert Malche rapor hazırlamakla görevlendirilmiştir. Malche hazırladığı raporu 1931’de ülkemize gelerek sunmuştur. Almanya’dan gelen patolojik anatomi profesörü Philip Schwartz’ın da bu konuda yardımları dokunmuştur.

1933 yılında Türkiye’ye Avrupa’dan ve özellikle Almanya’dan büyük bir beyin göçü başlamıştır. [42]

Mutafa Kemal Atatürk, tarih ve dil kurumlarını akademi yapmak konusundaki düşüncesini gerçekleştirmek üzere 1935 yılında ilk adımı attı. 14 Haziran 1935’te Büyük Millet Meclisi’nde kabul edilen 2795 sayılı kanunla Ankara Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi kuruldu ve resmî hüviyetini kazandı.

Atatürk, bir üniversite için lüzumlu bütün fakültelerin Ankara’da kurulmasını bir ihtiyaç olarak zaruri görmekteydi.

Tarih ile coğrafya arasındaki sıkı iş birliğine inanmış olan Gazi Mustafa Kemal, Ankara’da kurulacak fakülte için ilk isim olarak “Tarih-Coğrafya”yı düşünmüştü. Daha sonra fakültenin adına dil kısmı şu sebeplere dayanılarak eklenmiştir:

  1. Türk ve Türkiye tarihine kaynaklık edecek bütün eski dillerin öğretimi ve tetkik merkezleri fakültede kurulmalıdır. Bu maksatla yabancı uzmanlar ülkemizde Türk talebelerini bu çeşitli kollarda eğitmelidir.

Bunun için Orta Asya Türk Tarihi ile Çince’den başlayarak Sinoloji, Sümeroloji, Hititoloji, klâsik dillerden Lâtince, Yunanca, Arapça ve Farsça kürsüleri fakültenin kuruluş programında yer almıştır.

Aynı zamanda bu eski dillerin incelenmesiyle, Türk tarihi kaynaklarından bizzat Türklerin faydalanması sağlanacak; bu dillerin eski ve yeni Türkçe ile karşılaştırılmaları imkânı mümkün olacaktı. Bu esaslara göre kurulacak kürsülerde bir yandan filolojik eğitim yapılırken, diğer taraftan tarihimizin ana kaynaklarını bugünkü dilimize çevirebilecek gençlerin yetişmesi gerekli görülmüştür.

  • Dil bakımından Atatürk’ün ikinci amacı, bütün lehçeleriyle Türk dilinin dünkü ve bugünkü durumunu tespit etmekti. Bunu yanında dil teorilerinin incelenmesi ve Türk dilinin bu teorilerdeki yerinin belirtilmesi gerekmekteydi.

Bu dil meseleleri yanında Atatürk, çağımızın kültür dillerinin bilimsel temellerini, edebiyatını ve filolojisini de öğrenmek gerektiğini düşünmüş, bu hususların ilk programda yer almasını kararlaştırmıştır.

Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nin kuruluş kanunu TBMM’de görüşülürken Atatürk’ün bu işlerle yakından ilgilenmekte olduğu resmen açıklanmıştır. [43]

Gazi Mutafa Kemal, tarih çalışmaları için şu konulara önem verilmesi gerektiğini belirtmiştir:

  1.     Türk tarihinin ana kaynaklarını araştırmak,
  2.     Arkeoloji vasıtasıyla yeni bilgiler sağlamak,
  3. Tarihte ve bugün, ırkî karakterleri antropolojik metotlarla tespit etmek.

Tarihe yardımcı ilimlerden arkeoloji, antropoloji ve etnoloji; Türk tarihi açısından yepyeni çalışma alanlarıydı. Bu alanlarda yabancı uzmanlarca inceleme yapılmakta ve ülkemizin zenginlikleri bize ve dünya ülkelerine bu şekilde tanıtılmaktaydı. Gençlerimizin bu alanlarda kendi ülkemizde akademik seviyede yetişebilmeleri için arkeoloji, antropoloji ve etnoloji bölümlerinin İstanbul Üniversitesi’nden daha geniş bir programla Ankara’da yeni açılacak fakültede yer alması gerekliydi. [44]

Arkeoloji bölümünün tarihe yardımcı olacağı düşünülmekle birlikte, ülkemizin zenginliklerini ortaya çıkaran bir merkez olması da tasarlanmıştı.

Abidin Özmen’den sonra 11 Haziran 1935’te Kültür Bakanı olan Saffet Arıkan, Atatürk’ten yeni kurulacak fakülte hakkında sürekli yeni direktifler almaktaydı.

Gazi Mustafa Kemal, Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi binasını dış yapısı ile olduğu kadar iç mimarisiyle de ilgilenmiştir. [45] Fakültenin tüzük ve programlarının hazırlanması için, bütün dünyadaki üniversitelerin tüzük ve programları getirtilmiş ve kendisine sunulmuştur. Bugün fakültenin dekanlık odasında bulunan bu vesikalar, 1934-1935 yılları arasındaki dünya üniversitelerine aittir. Atatürk, yöneticilerin bu programlardan yararlanarak millî bir senteze ulaşmalarını arzu etmiştir.

Fakültenin eğitici kadrosunu, çalışacakları alanlarda Avrupa’da uzmanlıklarını tamamlayan Türk öğretim üyeleri ve sözleşme ile getirilen yabancı ünlü bilginler ve profesörler meydana getirmekteydi. [46]

9 Ocak 1936 Perşembe günü, Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nin açılış töreni Ankara Halkevi’nde yapıldı. Maarif Vekili Saffet Arıkan’ın açış konuşmasından sonra, Afet İnan “Tarihe Giriş” konulu ilk dersini verdi.

Türk Tarih Kurumu, “Türk ve Türkiye tarihini aydınlatmaya yarayacak belge ve malzemeyi elde etmek için gereken yerlere inceleme, kazı ve bunlarla ilgili araştırma yapma üzere gereken kişileri tek olarak veya heyet hâlinde gönderir” hükümlü amacını gerçekleştirmek üzere 1935 yılından itibaren kazılara başlamıştır. Kurumun kendi parası ve kendi elemanlarıyla yaptığı ilk kazı Alacahöyük kazısıdır. Altın, gümüş ve bronzdan ev ve kült eşyasını bilim dünyasına tanıtan bu kazı, Anadolu’nun binlerce yıl önceki büyük medeniyetini meydana çıkartması bakımından önem taşımaktadır. Kazılardan Türk ce cihan tarihi için önemli sonuçlar alınmıştır. Türk Tarih Tezi, yeni araştırmalar ve kazılarla gittikçe kuvvetlenmiş, birçok yeni meselelerin bilim dünyasının araştırma ve tenkidine sunulması ihtiyacı doğmuştur. [47]

Bu ihtiyacı karşılamak için 20-25 Eylül 1937 tarihleri arasında İstanbul’da yabancı bilginlerin de katılmalarıyla İkinci Türk Tarih Kongresi toplandı. Kongrede, “Türk Tarih Tezi” uzun tartışmalara sebep olmuş ve tezin ilmî nitelikte olduğu kabul edilmiştir.

1936’da Üçüncü Dil Kurultayı’ndan Türk Dil Teorisi-Güneş Dil Teorisi-ortaya atılmış ve tartışılmıştır. [48] Sadri Maksudi Arsal’ın Türk Ocaklarınca yayımlanan “Türk Dili İçin” adlı eserinin başında: “Ülkesini, yüksek istiklâlini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır!” diyen Atatürk, bu tutumu ile “Türk milletinin kendini tanıma gücünü yenilemek üzere, atalarının özüne, ilham kaynağına dönmüştür. Türk Dil Tezi, Türk Tarih Tezinden çıkan bir gerekçedir. Türk milleti meydana getirdiği kültür eserlerinin adını ve bu eserlere bağlı fikir sistemlerini, göç sırasında birlikte götürmüş ve içlerine girdiği kavimlere de yaymıştır.” [49] Türk Dil Tezi, Türk Tarih Tezi içinde gelişmiş ve millî kaynaklara dönüşü gerçekleştirme yolunda büyük ölçüde katkılarda bulunmuştur.

DİPNOTLAR

(*) (E) Kastamonu Üniversitesi Eğitim Fakültesi Sosyal Bilgiler Eğitimi Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi mkemalkocak@gmail.comdrkkocak@gmail.com

[1] Kemal Balkan, “Atatürk ve Tarih Bilimi”, Millî Kültür, Nisan 1981, s.2

[2] Enver Ziya Karal, “Tanzimattan Bugüne Kadar Tarihçiliğimiz”, Felsefe Kurumu Seminerleri, Türk Tarih Kurumu Basımevi Ankara, 1977, s.256

[3] Karal, a. g. m., s.257

[4] Afet İnan- Enver Ziya Karal, Atatürk Hakkında Konferanslar, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1946, s. 58

[5] Şemsettin Günaltay, “İslâm Dünyasının İnhitatı Sebebi Selçuk İstilası mıdır?”, İkinci Türk Tarih Kongresi, Kenan Matbaası, İstanbul, 1943, s. 350

[6] M. Fuat Köprülü, “Ortazaman Türk Hukukî Müesseseleri”, a. g. e., s.385

[7] Bekir Sıtkı Baykal, “Atatürk ve Tarih”, Belleten, Cilt: XXXV, Sayı: 140, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1971, s. 537

[8] Kemal Balkan, a. g. m., s. 3

[9] A. g. y.

[10] Baykal, a. g. m., s.352

[11] Şemsettin Günaltay, “Atatürk’ün Tarihçiliği ve Fahrî Profesörlüğü Hakkında Bir Hatıra”, Belleten, Cilt: III, Sayı: 10, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1939, s. 274

[12] Millî Eğitim Bakanlığı, Atatürk’ün Maarife Ait Direktifleri, Millî Eğitim Basımevi, İstanbul, 1985, s. 20

[13] Balkan, a. g. y.

[14] Uluğ İğdemir, Cumhuriyetin 50. Yılında Türk Tarih Kurumu, TTK Basımevi, Ankara, 1973, s. 3

[15] Afet İnan, “Atatürk ve Tarih Tezi”, Belleten, Cilt: III, Sayı: 10, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1939, s. 244-245

[16] Ziya Gökalp, Türk Medeniyeti Tarihi (Hazırlayanlar: İsmail Aka-Kâzım Yaşar Kopraman), Kültür Bakanlığı Yayınları, Güneş Matbaacılık A. Ş., İstanbul, 1976, s. 12

[17] Şerafettin Turan, Atatürk’ün Düşünce Yapısını Etkileyen Olaylar, Düşünürler, Kitaplar, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1989, s. 18

[18] A. g. e., s.38-43

[19] İğdemir, a. g. e., s. 4

[20] A. g. e., s.5

[21] İnan-Karal, a. g. e., s. 63

[22] Afet İnan, Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1981, s. 61-62

[23] İğdemir, a. g. e., s. 5

[24] A. g. e., s. 5-6

[25] Türk Tarihinin Ana Hatları, Devlet Matbaası, İstanbul, 1931, s. 73-74

[26] A. g. y.

[27] İnan, a. g. e., s. 199

[28] A. g. e., s. 201

[29] T.C. Maarif Vekâleti, Millî Talim ve Terbiye Dairesinin 23.9.1931 tarih ve 140 numaralı kararı

[30] Şerafettin Turan, a. g. e., s. 29

[31] İğdemir, a. g. e., s. 9

[32] A. g. e., s. 15; “Türk Tarih Kurumu’nun Kuruluşuna ve Yedi Yıllık Çalışmalarına Dair Bir Hülâsa”, İkinci Türk Tarih Kongresi, s. 33

[33] İğdemir, a. g. e., s. 23

[34] A. g. e., s. 11

[35] A.g. y.

[36] A. g. e., s. 13

[37] A. g. y., s. 13-14

[38] Yusuf Akçura, “Tarih Yazmak ve Tarih Okutmak Usullerine Dair”, Birinci Türk Tarih Kongresi Konferanslar, Müzakere Zabıtları, T.C. Maarif Vekâleti, 1932, s. 577-607

[39] İnan, a. g. e., s. 20

[40] Aydın Sayılı, “Atatürk, Bilim ve Üniversite”, Belleten, Cilt: XIV, Sayı: 177, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1981, s. 38

[41] Sayılı, a. g. m., s. 39

[42] İnan, a. g. e., s. 229

[43] A. g. e., s. 232

[44] A. g. y.

[45] A. g. e., s. 232

[46] A. g. e., s. 233

[47] İkinci Türk Tarih Kongresi, s. 37

[48] Şemsettin Günaltay-Hasan Reşit Tankut, Dil ve Tarih Tezlerimiz Üzerine Gerekli Bazı İzahlar, Devlet Basımevi, İstanbul, 1938, s. 3

[49] Orhan Türkdoğan, “50. Yılında Atatürk’ün Dil ve Tarih Tezi”, Türk Millî Eğitiminin Dünü, Bugünü ve Geleceği, Bimaş Matbaacılık, Ankara, 1979, s. 47

Mustafa Kemal Atatürk

Kazım Karabekir Paşanın T. B. M. M.’ne Telgrafı

Published

on

5.- MUHTELİF EVRAK

1.- Şark Cephesi Kumandanı Kâzım Karabekir Paşanın, İstanbul’da inikat eden Şûrayı Saltanatta Sevr Muahedesinin imza edilmesine karar verenlerle muahedeyi imza edenlerin hiyaneti vataniye ile ittiham olunmalarına dair telgrafı.

REİS — Kâzım Karabekir Paşadan mevrut bir telgraf var okunacak.

Erzurum;

             Ankara’da Meclisi Milli Riyasetine

Vatansız, vicdansız üç serserinin, yine kendileri gibi millet ve vatanla alakası olmayan bir kaç kişi namına sulh muahedesini imza ettiklerini ajansta gördük. Mücadelei milliyemizde daha büyük bir azim ve imanla devamı tekiden ahdettiğimizi arz eylerim. İstanbul’da teşekkülünü evvelce duyduğumuz Şûrayı Saltanatta Türkiye’nin hayatı mevcudiyetini söndüren bu zalim muahedenin imza edilmesine karar ve rey veren esamileri malum eşhasın ve muahedenameye vazı imza edenlerin ihaneti vataniye ile ittiham olunmasını ve haklarında hükmü gıyabi verilmesini bu vatansızların isimlerinin her yerde lanetle yadedilmesinin ilan ve tamim olunmasını arz ve teklif eylerim.

17 Ağustos 1336 [1920]

Şark Cephesi Kumandanı

Kâzım Karabekir

REİS — Kâzım Paşanın bu teklifini tensip buyuruyor musunuz? (Hay hay) tensip buyuranlar ellerini kaldırsın. Tensip edildi efendim.

T. B. M. M. ZABIT CERİDESİ, Elliüçüncü İçtima, 19.8.1336 Perşembe, Devre: 1, Cilt: 3, İçtima Senesi: 1, s. 333

https://www5.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/TBMM/d01/c003/tbmm01003053.pdf

Continue Reading

Türk İstiklâl Mücadelesi

Mustafa Kemal Paşa’nın Balıkesir Zağnos Paşa Camiinde Halkla Konuşması

Published

on

(7 Şubat 1923)

GİRİŞ

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Gazi Mustafa Kemal [ATATÜRK] önderliğinde gerçekleştirilen Türk İstiklal Harbi/Milli Mücadele’den sonra kurulmuştur. Türk Milletinin bağımsızlığını kazanmasından sonra Gazi, zaman zaman yurt gezilerine çıkmıştır. Bu gezilerinde, Millî Mücadele sırasında düşmana karşı omuz omuza birlikte mücadele ettiği milleti ile daha yakından temas kurma imkânına kavuşmuştur. Gezilerinde, uzun süren harplerden yeni çıkmış olan halka moral vermiş, yeni kurulan “Türk Milletinin/Milli Kültürümüzün” muasır medeniyetler seviyesine ulaşması için yapılması gerekenler hakkında, kulluk/kölelikten kurtularak hürriyetine kavuşan vatandaşları bilgilendirmiş, yapılan inkılâpların uygulanışını görmüş ve yapılacak inkılâplarla hakkında kamuoyu oluşturmuştur. İhtiyaç duyduğu kamuoyu desteğini sağladığına kanaat getirdikten sonra, yapmak istediği inkılâpları Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sunmuş ve uygulamaya/hayata geçirmiştir.

Bu geziler, Gazi’i görmek isteyen Türk halkı tarafından büyük bir sabırsızlıkla beklenmiştir. Nitekim geziler öncesinde zaman zaman Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği tarafından karşılama töreni yapılmaması istenmesine rağmen kadını-erkeği, genci-yaşlısı bütün Türk halkı, Gazi’ye olan sevgi ve saygısını göstermek için büyük bir heyecan ve coşkuyla geçeceği yollar üzerine toplanmıştır. Halkın ilgisinden ziyadesiyle memnun olan Gazi, gittiği her yerde özellikle vatandaşlarla yüz yüze görüşebileceği ve fikir alışverişinde bulunabileceği belediye, okul, Cumhuriyet Halk Fırkası, Türk Ocağı ve diğer kurum ve kuruluşları ziyaret etmiştir. Bu görüşmelerin katkısıyla halkın beklentileri hükümet programlarında ve uygulamalarında anlamını ve yerini bulmuştur. Bu sebeple Gazi’nin yurt gezileri, genellikle önemli siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel değişim ve gelişmelerin yaşandığı/yaşanacağı günlerin öncesi veya sonrasında gerçekleşmiş olması bakımından anlamlıdır.

Gazi Mustafa Kemal, yurt gezileri kapsamında Balıkesir’i biri cumhuriyetin ilanından önce, altısı ilan edildikten sonra olmak üzere yedi defa ziyaret etmiştir. Cumhuriyetin ilanından önce Balıkesir’e ilk defa 6-8 Şubat 1923’te gelmiştir. Cumhuriyet’in ilanından sonraki ilk ziyareti ise 8-10 Ekim 1925’te gerçekleşmiştir.  Bunu, 13-15 Haziran 1926, 7-8 Şubat 1931, 21-22 Ocak 1933, 15 Nisan 1934 ve 24-25 Haziran 1934’teki ziyaretleri takip etmiştir.

Aşağıda, Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın 6-8 Şubat 1923’teki Balıkesir seyahatinde kendisine eşlik eden Hâkimiyet-i Milliye Gazetesi Sahibi Recep Zühdü [SOYAK]’ın kaleminden “GAZİ MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN BALIKESİR SEYAHATİ”nin, Hâkimiyet-i Milliye Gazetesi’nin 11 Şubat 1923 tarihli nüshasında yayımlanan “BALIKESİR’DE FEVKALADE MÜHİM BİR NUTUK- BALIKESİR’DE HALKLA KONUŞMA (7 ŞUBAT 1923)” başlıklı bölümü, Osmanlı Türkçesinden çeviri yazı olarak sunulmuştur.

***

BALIKESİR’DE FEVKALADE MÜHİM BİR NUTUK

Mustafa Kemal Paşa Hazretleri hutbeler ve hilafet hakkındaki izahatından sonra mesail-i siyasiye ve içtimaiye ve iktisadiyemize [siyasi, sosyal ve ekonomik meselelere] geçmişlerdir

BALIKESİR’DE HALKLA KONUŞMA

(7 ŞUBAT 1923)

Balıkesir: 7 [Şubat 1923 Çarşamba] (AA ) – Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri, bugün öğle namazını büyük bir cemaat ile Paşa [Zağnos Paşa] Camii Şerifi’nde kılmışlardır. Namazdan ve ervah-ı şühedaya [şehitlerin ruhlarına] ithafen kıraat edilen [okunan] mevlidi nebeviden sonra Paşa Hazretleri minbere çıkarak şu hutbeyi [nutku/konuşmayı] irat buyurmuşlardır [yapmışlardır]:

“Millet! Allah birdir. Şanı büyüktür. Allah’ın selameti, atifeti [iyiliği] ve hayrı üzerinize olsun. Peygamberimiz Efendimiz Hazretleri, Cenabı Hak tarafından insanlara hakayıkı [hakikatleri] tebliğe memur ve resul olmuştur. Kanunu esasisi, cümlenizce [hepinizce] malumdur ki, Kur’an-ı azimüşşandaki nusustur [naslardır]. İnsanlara feyz ruhu vermiş olan dinimiz, son dindir. Ekmel dindir. Çünkü dinimiz akla, mantığa, hakikate tamamen tevafuk ve tetabuk ediyor [uyuyor ve denk düşüyor]. Eğer akla, mantığa ve hakikate tevafuk etmemiş [uymamış] olsaydı, bununla diğer kavanin-i tabiiye-i ilahiye beyninde [tabii ilahi kanunlar arasında] tezat [zıtlık] olması icap ederdi. Çünkü bilcümle kavanin-i künyeyi [bütün kâinatın kanunlarını] yapan, Cenabı Hak’tır.

Arkadaşlar, Cenabı Peygamber, mesaisinde iki eve, iki haneye malik [sahip] bulunuyordu. Biri kendi hanesi, diğeri Allah’ın evi idi. Millet işlerini, Allah’ın evinde yapardı. Hazreti Peygamber’in eser-i mübareklerine [mübarek eserlerine] iktifaen [uyarak] bu dakikada milletimize, milletimizin hal ve istikbaline [bugününe ve geleceğine] ait hususatı [hususları] görüşmek maksadıyla bu dar-ı kutside [kutsal evde], Allah’ın huzurunda bulunuyoruz. Beni buna mazhar eden, Balıkesir’in dindar ve kahraman insanlarıdır. Bundan dolayı çok memnunum. Bu vesile ile büyük bir sevaba nail olacağımı ümit ediyorum.

Efendiler, camiler birbirimizin yüzüne bakmaksızın yatıp kalkmak için yapılmamıştır. Camiler itaat ve ibadet ile beraber din ve dünya için neler yapılmak lazım geldiğini düşünmek, yani meşveret için yapılmıştır. Millet işlerinde her ferdin zihni başlı başına faaliyette bulunmak elzemdir. İşte biz de burada din ve dünya için, istikbal ve istiklalimiz [gelecek ve bağımsızlığımız] için, bilhassa hâkimiyetimiz için neler düşündüğümüzü meydana koyalım. Ben yalnız kendi düşüncemi söylemek istemiyorum. Hepinizin düşündüklerinizi anlamak istiyorum. Amal-ı milliye [milli emeller], irade-i milliye [milli irade] yalnız bir şahsın düşünmesinden değil, bilumum efrad-ı milletin [bütün millet fertlerinin] arzularının, emellerinin muhassalasından [bileşkesinden] ibarettir. Binaenaleyh [dolayısıyla] benden ne öğrenmek, ne sormak istiyorsanız, serbestçe sormanızı rica ederim.”

Müşarünileyh [adı geçen], badehu [ondan sonra] minberden aşağıya inmişler ve muhtelif zevat tarafından irat edilen [sorulan] yirmiyi mütecaviz suali [yirmiden fazla soruyu] tespit ettikten sonra cevaplarını vermişlerdir. Hutbeler hakkındaki ilk suale [soruya] cevaben demişlerdir ki:

“Hutbeler hakkında irat edilen sualden [sorulan sorudan] anlıyorum ki, bugünkü hutbelerin tarzı, milletimizin hissiyat-ı fikriyesi [fikri hissiyatı] ve lisanıyla ve ihtiyacat-ı medeniye [medeni ihtiyaçlar] ile mütenasip [uyumlu] görülmemektedir. Efendiler, hutbe demek nasa [insanlara] hitap etmek, yani söz söylemek demektir. Hutbenin manası budur. Hutbe denildiği zaman, bundan birtakım mefhum [kavram] ve manalar istihraç edilmemelidir [çıkarılmamalıdır]. Hutbeyi irat eden [söyleyen], hatiptir. Yani söz söyleyen demektir. Biliyoruz ki, Hazreti Peygamber zamanı saadetlerinde hutbeyi kendisi irat ederlerdi [söylerlerdi]. Gerek Peygamber Efendimiz ve gerek hulefay-ı raşidinin [dört halifenin] hutbelerini okuyacak olursanız görürsünüz ki, gerek Peygamber’in, gerek hulefay-ı raşidinin [dört halifenin] söylediği şeyler, o günün meseleleridir; o günün askeri, idari, mali ve siyasi, içtimai hususatıdır [toplumsal hususlarıdır]. Ümmet-i İslamiye [İslam ümmeti] tekessür [çoğalmaya] ve memalik-i İslamiye [İslam memleketleri] tevsie [genişlemeye] başlayınca, Cenabı Peygamber’in ve hulefay-ı raşidinin [dört halifenin] hutbeyi her yerde bizzat kendilerinin irat etmelerine [söylemelerine] imkân kalmadığından, halka söylemek istedikleri şeyleri iblağa [bildirmeye] birtakım zevatı memur etmişlerdir. Bunlar her halde en büyük rüesa [reisler] idi. Onlar camii şerifte ve meydanlarda ortaya çıkar, halkı tenvir [aydınlatmak] ve irşat [uyarmak] için ne söylemek lazımsa söylerlerdi. Bu tarzın devam edebilmesi için bir şart lazımdı. O da milletin reisi olan zatın halka doğruyu söylemesi, halkı dinlemesi ve halkı aldatmaması! Halkı ahval-ı umumiyeden [genel durumdan] haberdar etmek, son derecede haiz-i ehemmiyettir [ehemmiyetlidir].

Çünkü her şey açık söylendiği zaman halkın dimağı hal-i faaliyette [faaliyet halinde] bulunacak, iyi şeyleri yapacak ve milletin zararına olan şeyleri reddederek şunun veya bunun arkasından gitmeyecektir. Ancak millete ait olan işleri milletten gizli ettiler. Hutbelerin halkın anlayamayacağı bir lisanda olması ve onların da bugünkü icabat[icapları]nıza ve ihtiyaçlarınıza temas etmemesi, halife ve padişah namını taşıyan müstebitlerin arkasından köle gibi gitmeye mecbur etmek içindi. Hutbeden maksat, ahalinin tenvir ve irşadıdır [aydınlatılması ve uyarılmasıdır], başka şey değildir. Yüz, iki yüz, hatta bin sene evvelki hutbeleri okumak, insanları cehalet ve gaflet içinde bırakmak demektir. Hatibanın [hatiplerin] her halde nasın [insanların] kullandığı lisanla görüşmesi elzemdir. Geçen sene Millet Meclisi’nde irat ettiğim bir nutukta demiştim ki: “Minberler halkın dimağları, vicdanları için bir menba-ı feyz [feyiz kaynağı], bir menba-ı nur [nur kaynağı] olmuştur.” Böyle olabilmek için minberlerden aksedecek sözlerin bilinmesi ve anlaşılması ve hakayık-ı fenniye ve ilmiyeye [fenni ve ilmi hakikatlere] mutabık [uygun] olması lazımdır. Hatibay-ı kiramın [değerli hatiplerin] ahval-i siyasiye [siyasi ahvali], ahval-i içtimaiye ve medeniyeyi [toplumsal ve medeni ahvali] her gün takip etmeleri zaruridir. Bunlar bilinmediği takdirde halka yanlış telkinat [telkinler] verilmiş olur. Binaenaleyh [dolayısıyla] hutbeler tamamen Türkçe ve icabat-ı zamana mutabık [zamanın icaplarına uygun] olmalıdır ve olacaktır.”

Badehu [ondan sonra] hilafet hakkındaki suale [soruya] nakl-i kelam ederek [sözü getirerek] yalnız Türkiya değil, bütün âlem-i İslam’a [İslam âlemine] ait olan bu makama vazife ve salahiyet vermek, Türkiya devletinin salahiyeti haricinde ve fevkinde [üzerinde] olduğunu beyandan sonra demişlerdir ki:

“Dünya yüzünde Osmanlı devletinin inkırazından [bitişinden] sonra bir Türkiya devleti teşekkül etmiştir. Bu devlet İran ve Afganistan gibi müstakil [bağımsız] ve Müslümandır. Yeni Türkiya devletini milletin vekillerinden mürekkep olan [meydana gelen] Türkiya Büyük Millet Meclisi idare eder. Bu şerait[şartlar] dâhilinde halifeye, yalnız Türkiya devleti nam ve hesabına kanun-ı mahsusla [özel kanunla] verilmiş olduğundan başka bir hak ve salahiyet verilmek icap ederse, milletin hâkimiyeti takit edilmiş [kısıtlanmış] ve bilnetice [neticede] bu hâkimiyet inkısama uğratılmış [parçalanmış] olur ki, bu, eski halin avdetinden [dönmesinden] başka bir şey olamaz.”

Müteakiben Lozan Konferansı hakkında irat edilen suale [sorulan soruya] geçerek şu sözleri söylemişlerdir:

“Mamafih [ne yazık ki], adli, mali kapitülasyonlar mesailinde [meselelerinde] muhataplarımız eski zihniyetlerini tebdil etmemişlerdir [değiştirmemişlerdir]. Bu mesailde [meselelerde] İtalyanlar ve bilhassa Fransızlar müşkülat ihdas etmişlerdir [çıkarmışlardır]. Bu iki sebepten dolayı Lozan Konferansı’nın mesai-i ciddiyesi [ciddi mesaisi] tevkif etmiştir [durmuştur]. İtilaf devletleri heyet-i murahhasları [delege heyetleri], hükümetleriyle temasta bulunmak üzere Lozan’dan müfarekat etmişlerdir [ayrılmışlardır]. Bizim heyet-i murahhasımızın [delege heyetimizin] da hükümet ve Büyük Millet Meclisi ile müşavere etmek üzere gelmesi memuldür [muhtemeldir]. Biliyorsunuz ki, Lozan’da İtilaf heyet-i murahhası [delege heyeti] aylardan beri devam eden mesaiden sonra bize bir sulh [barış] projesi vermişlerdir. Bu proje kapitülasyonlar hakkında ihtiva ettiği mevaddan [maddelerden] dolayı milletimizce katiyen kabil-i kabul değildir [kabul edilemez]. Kapitülasyonlar bir devleti behemehâl [mutlaka] münkariz eder [bitirir]. Devlet-i Osmaniye [Osmanlı devleti] ile Hindistan Türk ve İslam imparatorlukları bunun en büyük delilidir. Efendiler, biz hukuk-ı meşru ve hayatımızı [meşru ve hayati haklarımızı] dünyay-ı medeniyet ve insaniyete [medeniyet ve insaniyet dünyasına] tasdik ve teslim ettirmek için çalışıyoruz. Bunu tasdik ve teslim ettirmek için icap eden her türlü tedbirlere tevessülde [girişmekte] tereddüt göstermeyeceğiz. Milletin irade-i hakikiyesinin [hakiki iradesinin] bu merkezde olduğuna kaniyim.” (Hay hay sesleri)

Badehu [Ondan sonra] Düyunu Umumiye’nin Türkiya’dan ayrılacak mahallere taksim olunduktan sonra tanınacağından ve rejinin şu veya bu şekilde olmasının her zaman kabil-i tezekkür olduğundan [konuşulabileceğinden], ticarete, ziraate ve sanayiye fevkalade ehemmiyet verilmek icap ettiğinden, kadınların hayat-ı içtimaiyemizde [toplumsal hayatımızda] erkekler derecesinde sahib-i hak [hak sahibi] olması lazım geldiğinden bahsetmişler ve Halk Fırkası hakkındaki soruya aşağıdaki cevabı vermişlerdir:

“Bu milletin siyasi fırkalardan çok canı yanmıştır. Şunu arz edeyim ki, memalik-i sairede [diğer memleketlerde], fırkalar behemehâl [mutlaka] iktisadi maksatlar üzerine teessüs etmiş ve etmektedir. Çünkü o memleketlerde muhtelif sınıflar vardır. Bir sınıfın menfaatını muhafaza için teşekkül eden siyasi bir fırkaya mukabil [karşılık] diğer bir sınıfın menfaatını muhafaza maksadıyla başka bir fırka teşekkül eder. Bu pek tabiidir. Güya bizim memleketimizde de ayrı ayrı sınıflar varmış gibi teessüs eden siyasi fırkalar yüzünden şahit olduğumuz neticeler malumdur. Hâlbuki Halk Fırkası dediğimiz zaman bunun içinde bir kısım değil, bütün millet dâhildir. Bir defa halkımızı gözden geçirelim: Biliyorsunuz ki, memleketimiz çiftçi memleketidir. O halde milletimizin ekseriyet-i azimesi [büyük çoğunluğu] çiftçi ve çobandır. Bu böyle olunca buna karşı büyük arazi ve çiftlik sahipleri varid-i hatır olur [hatıra gelir]. Bizde büyük araziye kaç kişi maliktir [sahiptir]? Bu arazinin miktarı nedir? Tedkit edilirse [incelenirse] görülür ki, memleketimizin vüsatına [genişliğine] nazaran hiç kimse büyük araziye malik [sahip] değildir. Binaenaleyh [dolayısıyla] bu arazi sahipleri de himaye edilecek insanlardır. Sonra sanat sahipleriyle kasabalarda ticaret eden küçük tüccaran [tüccarlar] gelir. Bittabi bunların menfaatlarını, hal ve atilerini [bugünlerini ve geleceklerini] temin ve muhafaza etmek mecburiyetindeyiz. Çiftçilerin karşısında olduğunu farz ettiğimiz büyük arazi sahipleri gibi bu ticaret erbabının karşısında da büyük sermaye sahibi tüccarların bulunduğu varid-i hatır olabilir [hatıra gelebilir]. Hâlbuki bizim memleketimizde büyük sermaye sahibi insanlar yoktur. Kaç milyonerimiz var! Hiç. Binaenaleyh [dolayısıyla] biraz parası olanlara da düşman olacak değiliz. Bilakis memleketimizde birçok milyonerlerin hatta milyarderlerin yetişmesine çalışacağız. Sonra amele gelir. Bugün memleketimizde fabrika, imalathane vesaire gibi müessesat çok mahduttur [müesseseler çok sınırlıdır]. Mevcut amelemizin miktarı yirmi bini geçmez. Hâlbuki memleketi teali eylemek [yükseltmek] için çok fabrikalara muhtacız. Bunun için de amele lazımdır. Binaenaleyh [dolayısıyla] tarlada çalışan çiftçilerden farkı olmayan ameleyi de himaye ve sıyanet [korumak] etmek icap eder. Bundan sonra münevveran [aydınlar] ve ulema denilen zevat gelir. Bu münevveran ve ulema kendi kendilerine toplanıp halka düşman olabilir mi? Bunlara terettüp eden [düşen] vazife, halkın içine girerek onları irşat [uyarmak] ve ilâ etmek [yükseltmek]  ve onlara terakki [ilerleme] ve temeddünde [medenileşmekte] pişva [öncü] olmaktır. İşte ben milletimizi böyle görüyorum. Binaenaleyh mesalik-i muhtelife erbabının [çeşitli meslekler sahiplerinin] menafi [menfaatları]  yekdiğerine memzuc [karışmış] olduğundan, onları sınıflara ayırmak imkânı yoktur ve heyet-i umumiyesi [tamamı] halktan ibarettir.

Halk Fırkası halkımıza terbiye-i siyasiye [siyasi terbiye] vermek için bir mektep olacaktır. Beni çok seven ve hayatımı düşünen bazı arkadaşlarım bana böyle bir fırka-ı siyasiye [siyasi fırka] teşkil etmemekliğimi tavsiye etmişlerdir. Filhakika [hakikaten] vazife-i milliyenin hitamında [milli vazifenin sonunda] köşeye çekilerek istirahat etmekliğim benim için bir menfaattır. Bunu yapabilmek için şimdiye kadar istihsal [elde] olunan neticelerin tespit olunduğu gibi devam edeceğine itimat etmek icap eder. Fakat bu hususta henüz bi-endişe [endişesiz olamam. Hiçbirinizin de bi-endişe olmamanızı tavsiye ederim. Şimdiye kadar istihsal ettiğimiz muvaffakiyetler üç dört seneye sığmayacak kadar çoktur. Her tarafta olduğu gibi bizde de yeni hareketler ve cereyanlar karşısında onu hazmedemeyen kuvvetler zuhur edebilir [ortaya çıkabilir].

Mateessüf [ne yazık ki], bu daima vardır. Nitekim bu hususta ahkâm-ı şer’iyeye muvafık [şer’i hükümlere uygun]  olmayan ve maalesef Meclis’te aza [üye] bulunan bir zat tarafından risale de yazılmıştır. Bu teşebbüs eski Osmanlı devletini iadeden başka bir şey değildir. Bunu yapan o zat, hükümet ve millet nazarında mürtecidir.

Efendiler, şunu katiyetle bilmek icap eder ki, kazanılan şey, hayat ve namustur. Buna tecavüz, hayat ve namusumuza tecavüzdür. Her ferdin bu gibi hareketlere dikkat etmesi ve onlara karşı son derece müteyakkız [uyanık] bulunması lazımdır. İşte bu nokta-ı nazardan [bakımdan] milletin içinde bir fert olarak ve tekrar milletin intihabına [seçmesine] nail olur isem, Türkiya Büyük Millet Meclisi’nde aza sıfatıyla çalışmayı vazife telakki [kabul] ediyorum.

Efendiler, ne ben ve ne siz, şahıslarımız üzerinde vaziyetler ihdasına [meydana getirmeye] kalkışmayalım. Biz hepimiz o suretle çalışalım ki, kuracağımız şey milli bir müessese olsun. Bu da millete terbiye-i siyasi [siyasi terbiye] vermekle olur.

Asırların bize verdiği dersten milletimizin lüzumu kadar mütenebbih [uyanmış] olduğunu görüyorum. Milletimizin evsaf-ı mahsusası [özel vasıfları] her işimizde muvaffakiyetimizin teminatıdır. Muvaffakiyetimiz bittabi vahdetle [birlikle] olacaktır. Eğer millet müşterek gayeye müştereken sarf-ı faaliyet [faaliyet sarf] ederek yürürse, behemehâl [mutlaka] muvaffak olacaktır. İşte bunları düşünerek mesai-i müstakbelede de [gelecekteki mesaide] de muvaffak olacağına kani bulunuyorum.”

Paşa Hazretleri hasbihâllerine şu suretle son vermişlerdir:

“Arkadaşlar, buraya gelinceye kadar birçok yerlere uğradım. O yerlerin halkıyla yani kardeşleriniz, dindaşlarınız ve hemdertlerinizle aynı suretle musahabelerde [sohbetlerde] bulundum ve onların da sizin gibi memleketin hal ve atisiyle [bugünü ve geleceğiyle] fevkalade alakadar olduklarını gördüm. Sonra yine bu seyahatim esnasında ordumuzu gördüm; askerlerimiz, subaylarımız ve kumandanlarımızla temasa geldim.

Tetebbu tedkikat ve teftişatım [İnceleme ve teftişlerimin] neticesi bizi mağrur edecek bir haldedir. Çünkü vaziyetimiz çok kuvvetlidir. Memleketimiz halkında ve ordusunda gördüğüm kudret ve kabiliyet, bilhassa azim ve celadet [kahramanlık], hakkımızı behemehâl [mutlaka] istihsale [elde etmeye] kâfi ve kefildir.”

KAYNAKÇA

Hâkimiyet-i Milliye, 11 Şubat 1923, No: 736, s. 2, sütun: 1-4

https://dspace.ankara.edu.tr/xmlui/bitstream/handle/20.500.12575/67476/0131.pdf?sequence=131&isAllowed=y

Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri II, Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Yayınları, Ankara, 1959, s. 94-99

Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt: 15 (1923), Kaynak Yayınları, İstanbul, 2005, s. 117-121

Continue Reading

Özel Günler ve Anlamları

Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni Açış Konuşması

Published

on

(1 Kasım 1938)

GİRİŞ

Türk’ü reayalıktan vatandaşlığa, saltanattan cumhuriyete kavuşturan, Türk kadınını yok sayılmaktan kurtarıp varlık sahnesine çıkaran, Göktürklerden bu yana kaybolan Türk kimliğini inşa eden Türk İstiklal Harbinin Başkumandanı, Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu, Türk İnkılabının planlayıcı ve uygulayıcı önderi ilk Cumhurbaşkanımız Mareşal Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ü, fani âlemden baki âleme göç edişinin 85. yıldönümünde minnet ve rahmetle anarım.

Cumhuriyetin 15. yıldönümü törenlerine ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılışa hastalığı sebebiyle katılamayan ilk Cumhurbaşkanımız Mareşal Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün; 1 Kasım 1938 günü Türkiye Büyük Millet Meclisi Açış Konuşmasını Başbakan Celal Bayar yapmıştır.

***

Başvekil Celal Bayar (İzmir) – (Başvekil alkışlar arasında kürsüye geldiler.) Teşkilatı Esasiye Kanunu’nun 36. maddesi hükmüne göre Cumhurreisimiz Atatürk’ten aldığım emir üzerine bu seneye ait nutuklarını okuyorum. (Alkışlar.)

Sayın Milletvekilleri,

Hepinizi sevgi ve saygı ile selamlarım. . .

Geçen sene aziz Kamutayı [Türkiye Büyük Millet Meclisi] arkadaşlarıma millet ve memleket için ne gibi feyizli işler başarmak istediğimizi izah etmiştim. Bugün de bunlardan hangilerinin bu yıl içinde yapıldığını bildirmek isterim.

Sayın Arkadaşlarım,

Her şeyden evvel size kıvançla arz edeyim ki millet ve memleket geçen seneyi de tam bir huzur ve sükûn içinde yükselme ve kalkınma faaliyetiyle geçirmiştir.

Uzun yıllardan beri devam eden ve zaman zaman had bir şekil alan Tunçeli’ndeki toplu eşkıyalık hadiseleri, belirli bir program dâhilindeki çalışmaların neticesi olarak kısa bir zamanda bertaraf edilmiş, o mıntıkada bu gibi vakalar bir daha tekerrür etmemek üzere tarihe devrolunmuştur. (Bravo sesleri.)

Cumhuriyet’in feyzinden yurdun diğer evlatları gibi oradakiler de tamamıyla istifade edeceklerdir.

Hususi idare ve belediyelerin bu yılki faaliyetleri geçen senelerden fazla ve daha verimli olmuştur.

İmar işlerinde belediyeleri türeli [muntazam, düzenli]  surette aydınlatmak, kılavuzlamak ve faaliyetlerini takip etmek ve denetlemek üzere merkezde bir teknik büro teşkili, yol ve yapı kanununda işlerin ve istimlak muamelelerinin süratle yürümesini temin edecek tadilat yapılması, Belediyeler Bankası’nın imar işlerinde yardımını genişletmesi, çiftçi mallarının emniyetini korumak ve zirai suçlan süratle meydana çıkarıp suçluların cezalandırılması için Yüksek Kamutay’a sunulmak üzere, birer kanun tasarısı hazırlanmıştır.

Büyük Meclis’in tasvibine arz edilmiş olan yeni nüfus kanununun kabul ve tatbiki nüfus işlerinin daha modem ve muntazam bir şekilde yürütülmesini temine hizmet edecektir.

Muhterem Arkadaşlar,

Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekâleti kendisine verilen sağlık ve toplumsal yardım

vazifelerine, iskan ve göçmen işlerine Yüksek Meclis’in kabul buyurduğu tahsisat dahilinde başarı ile devam etmiştir.

Bu senenin ilkbaharında Orta Anadolu’da, bilhassa Kırşehir ve Yozgat havalisinde

bir kısım köylerimizi harap eden ve aziz vatandaşlarımızdan bazılarının ölümüne sebebiyet vermekle bizi çok üzen bir yer sarsıntısı olmuştu. Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekâleti ve aynı zamanda bu işle vazifelendirilen Kızılay Cemiyeti felakete uğrayan vatandaşlarımızı korumak için derhal gereken tedbirleri almışlardır. Bu sahada yapılmasına karar verilen 2114 evden bir kısmı bitmiştir. Bir kısmının da inşaatı ilerlemektedir. Bu hizmet ve mesaiyi memnuniyetle kaydederim.

Yüce Saylavlar [Milletvekilleri],

Memlekette mevcut huzur ve asayişe paralel olarak adalet cihazı da intizamla işlemektedir.

Meşhut Cürümler Kanunu’nun tatbikatından elde edilen iyi neticelerden örnek alınarak bu kanun kapsamına ağır cezalı cürümler de alınmıştır.

İnkılabımızın istikrarını teyit için yeni kanuni tedbirler alınmıştır. Bu maksatla Türk Ceza Kanunu’ndaki devletin şahsiyetiyle ve devlet kuvvetleri aleyhine alakalı cürümler daha kuvvetli müeyyidelere bağlanmıştır.

Cezaevlerinin terbiye, ıslah ve iş esaslarına göre düzeltilmesi yolundaki hayırlı faaliyetin genişletilmesi, cemiyete, doğru yoldan saparak hürriyetini kaybetmiş olan binlerce vatandaşı faydalı birer uzuv olarak kazandırmaktadır.

Sayın Milletvekilleri,

Devletin ekonomik sahadaki yapıcı ve yaptırıcı kudret ve prensibinin kapsamına ziraat işlerimizin de alınması yolunda bir numune olmak üzere hükmi şahsiyeti haiz “Ziraat İşletmeleri Kurumu” teşkil edilmiştir.

Geçen seneki nutkumuzda:

“Milli ekonominin temeli ziraattır. Bunun içindir ki, ziraatta kalkınmamıza büyük önem vermekteyiz. Köylere kadar yapılacak programlı ve pratik çalışmalar bu maksada ermeyi kolaylaştıracaktır. Fakat bu hayati işi isabetle amacına ulaştırmak için, ilkönce ciddi etütlere dayalı bir ziraat siyaseti tespit etmek ve onun için de her köylünün ve bütün vatandaşların kolayca kavrayabileceği ve severek tatbik edebileceği bir ziraat rejimi kurmak lazımdır” tavsiyesinde bulunmuştuk.

Buna ait etütler tamamlanmıştır.

Cumhuriyet’in on beşinci yılı, planlı, sistemli ziraat ve köy kalkınmasının başlangıcı olmalıdır.

Sayın Arkadaşlar,

Ekonomi işlerimiz normal gelişme yolunu takip etmektedir.

Bu yıl da üretimin, mübadelenin ve kredinin düzenlenmesiyle sanayileşme ve teşkilatlanma sahalarında olumlu neticeler alınmıştır.

Maden tetkik ve arama işleriyle maden işletmeleri mevcut programına göre gelişmektedir.

Dış ticaret politikamız vaziyete, milli ve milletlerarası konjonktüre uyarak, karşılıklı menfaat ve müsaadeler esasına bağlı kalmakta devam etmiştir.

İhracatın denetimi ve ihraç mallarımızın standartlanması yolundaki çalışmalar yürümekte ve hayırlı neticeler elde edilmektedir. Bu sene yeniden birtakım ihraç mallarımız daha denetlenen mallar arasına girmiştir.

Böylece ihracatımızın ve ihracatımızın itibarını yükselttiğini gördüğümüz bu usulün sahası genişletilmektedir.

Halkımızın bedii [güzel sanatlara ilişkin] kabiliyetlerini yansıtan ve her günkü ihtiyaçlarımızın büyük bir kısmını karşılayan el ve ev küçük sanatlarının Cumhuriyet rejiminde layık olduğu mertebeye yükseltilmesi icap eder. Bunun için teşvikler yapılmasını ve bu konudaki tasarının bir an evvel müzakeresini tavsiyeye değer bulurum.

Geçen toplantı devresinde Yüksek Meclis’in kabul buyurduğu “sermayesinin tamamı devlet tarafından verilmek suretiyle kurulan iktisadi teşekküllerin teşkilatıyla idare ve denetimleri” hakkındaki kanunun tatbiki için teşkilata başlanmıştır.

Memleketin muhtelif yerlerinde kredi ve satış kooperatiflerinin ve birliklerinin kurulmasına devam edilmiştir. Bu cümleden olarak Karadeniz mıntıkasında fındık mahsulümüz için beş kooperatif ve bunlar için merkezi Giresun’da olmak üzere bir birlik teşkil olunmuştur.

Küçük esnafa ve küçük sanayi erbabına muhtaç oldukları kredileri temin etmek üzere Halk Bankası ve halk sandıkları kurulmuştur.

Kredinin normal şartlar altında ucuzlatılmasının ekonomik alandaki mühim tesiri malumdur. Büyük Millet Meclisi’nin kabul buyurduğu kanun ile faiz hadlerinin indirilmesini memnuniyetle karşılarım.

Büyük Millet Meclisi Denizbank’ı kurmakla çok isabetli bir harekette bulunmuştur. Birinci beş senelik sanayi planımız muvaffakiyetle bitmek üzeredir. Buna ilaveten üç senelik bir maden işletme programı tanzim edilmiş ve tatbikine başlanmıştır. Bu üç senelik maden programının büyük bir kısmını içine almak ve şeker sanayiini de genişletmek suretiyle makine, kimya, gıda maddeleri, toprak ve su mahsulleri, ev yakacağı sanayiiyle l iman inşasını ve nakliye vasıtalarının çoğaltılmasını ve deniz işleri için duyduğumuz ihtiyaçları ihtiva ve ifade eden dört senelik üç numaralı yeni bir program yapılmış ve ilan edilmiştir.  Bu plan için sarf olunacak para 85 ila 90 milyon lira arasında tahmin edilmektedir. Buna ait kredinin temin edildiği malumdur.

Memleket için faydalı olan her teşebbüsü yüksek bir vatanseverlik duygusuyla destekleyen ve himaye eden değerli Kamutay’ın bu planı da desteğine mazhar kılacağından şüphe etmiyorum.

Muhterem Milletvekilleri,

Memleketin imarı ve kalkınması yolunda çok mühim vazifeler alan Cumhuriyet nafıasının bu yıl içindeki çalışmalarının azami randıman vermiş olduğunu görmekteyim.

Geçide açılan büyük köprülerin bu yıl 115’e ulaştığını kayıt ve adetlerinin ihtiyaçla orantılı olarak süratle çoğaltılmasını temenni ederim.

İstanbul’dan başlayan Avrupa turistik asfalt yolunun birinci kısmı tamamlanmıştır. Ve son kısımlarının inşaatına devam edilmektedir.

Memleketin umumi su siyasetinin büyük ehemmiyeti üzerinde durmaktayız. Geçen devrede kabul buyurduğunuz bir kanunla Adana ovasının sulama işlerine hız verilmiş olmasını memnuniyetle kaydederim. Diğer su işlerimiz de program dâhilinde yürümektedir.

Geçen sene yapılmasına başlandığını bildirdiğim radyo merkezi stüdyosu tamamlanmıştır.

Şirketlerden elimize geçen demiryollarının ıslahına ve çekici ve çekilen araçların her türlü ihtiyaca cevap verecek surette tamamlanmasına çalışılmaktadır.

Memlekette nakliye hacmi artmaktadır. Muhtelif malların sevkini kolaylıkla temin etmek için yeni nakliye vasıtaları sipariş edilmiş ve üç numaralı programda da bu hususa ayrıca yer verilmiştir.

Geçen yıl Divriği’ye ulaştığını gördüğümüz demiryolunun bu yıl Erzincan’a vardığını ve önümüzdeki yıl içinde de Erzurum şehrine ulaşacağını kıvançla müjdelerim.

Arkadaşlar,

Maliyemiz denk bütçe, sağlam ödeme, vergi sistemlerini mükellef lehine ıslah ve hafifletme ve milli paranın istikrarını muhafaza prensiplerini tam bir sadakat ve muvaffakiyetle takip ve tatbik etmektedir.

Halkın ve çiftçinin vergi yükünü hafifletmek yolunda öteden beri güdülen prensibin imkân nispetinde tatbikine bu yıl da devam edilmiştir.

Kazanç ve denge vergilerinde yünlü ve pamuklu kumaşların tüketim vergisinde ve hayvan vergilerinde indirmeler yapılmış, hayvan vergisinin at ve katıra ait kısmıyla tıbbi ve ispençiyari [eczacılık] maddelerin tüketim vergisi tamamen kaldırılmıştır.

Bir kısım vergilerde yapılan mühim indirmelere rağmen tahsilat tahmin olunan gelirden geçen sene de 29 milyon fazlalık göstermiştir.

Bu seneki tahsilatın da tahminlerden ziyade olacağı umulmaktadır.

Ekonomik sahadaki gelişmeyle orantılı olarak daima bütçe tahminlerini aşan devlet gelirinin devamlı artışı, bir taraftan vergi indirmelerini belirli bir program dairesinde tahakkuk ettirmeye, diğer taraftan muhtelif sahalarda verimli işlere ve milli müdafaa hizmetlerine daha çok pay ayırmaya imkân vermektedir.

Teşviki Sanayi Kanunu’ndan istifade eden müesseselere hariçten getirdikleri hammaddelerle makine, alet ve edevat için verilmiş olan gümrük muafiyeti kaldırılarak zikrolunan kanundan istifade eden ve etmeyen bütün sanayi erbabını kapsamak üzere bu nevi hammaddelerle makine, alet ve edevatın gümrük vergilerinin cüzi bir hadde indirilmesi ve makine alet ve edevatı için muamele vergisi muafiyetinin kabul edilmesi memleket sanayii üzerinde hayırlı neticeler verecek bir tedbir olmuştur.

Bir kısım vergilerimizin tarh ve cibayet usullerinin ıslahı ve tatbikatta sadelik ve

birlik temini maksadıyla hazırlanarak Yüksek Kamutay’a sunulan layihanın bir an evvel çıkarılmasını temenniye değer bulurum.

Sayın Arkadaşlarım,

İnhisarlar İdaresi [tekel] kurumlarının mali monopol [mali tekel], ticari teşekkül ve mali valorizasyon [değerini artırma, değerlendirme] kurumu karakterini kazanması için icap eden esaslı tedbirler alınmakta ve semereleri de elde edilmektedir.

Çok kıymetli ve nefis mahsullerimizden biri olan tütünün ziraat usullerini düzeltmek, ziraatçıları, mahsulünü işletmek ve değer fiyatıyla satmak bakımından aydınlatmak ve korumak, tütünlerimizi dünya piyasalarına daha çok tanıtarak ihracatını azami hadde çıkarmak yolundaki gayretler iyi neticeler vermektedir.

Diğer tekel maddelerinin üretim ve tüketiminde de gelişmeler görülmektedir.

Sevgili Arkadaşlarım,

Yüksek tahsil gençlerini istediğimiz ve muhtaç olduğumuz gibi milli şuurlu ve modem kültürlü olarak yetiştirmek için, İstanbul Üniversitesi’nin gelişmesi, Ankara Üniversitesi’nin tamamlanması ve Şark Üniversitesi’nin yapılan etütlerle tespit edilmiş olan esaslar dairesinde Van Gölü civarında kurulması mesaisine hızla ve önemle devam edilmektedir.

Geçen sene tecrübelerinin ümit verici mahiyette olduğunu kaydettiğim eğitmen okulları çok iyi neticeler vermiş ve eğitim kadrosuna bu yıl 1500 kişi daha ilave edilmiştir. Önümüzdeki yıllar içinde bu miktarın artırılacağı şüphesizdir.

Türk Tarih ve Dil Kurumlarının çalışmaları takdire layık kıymet ve mahiyet arz etmektedir. Tarih tezimizi reddedilmez delil ve vesikalarla ilim dünyasına tanıtan Tarih Kurumu, memleketin muhtelif yerlerinde yeniden kazılar yaptırmış ve milletlerarası toplantılara muvaffakiyetle iştirak ederek yaptığı tebliğlerle yabancı uzmanların alaka ve takdirlerini kazanmıştır.

Dil Kurumu, en güzel ve feyizli bir iş olarak, türlü ilimlere ait Türkçe terimleri tespit etmiş ve bu suretle dilimiz yabancı dillerin tesirinden kurtulma yolunda esaslı adımını atmıştır.

Bu yıl okullarımızda eğitimin Türkçe terimlerle yazılmış kitaplarla başlamış olmasını kültür hayatımız için mühim bir hadise olarak kaydetmek isterim.

Türk gençliğinin kültürde olduğu gibi spor sahasında da idealine ulaştırılması için

Yüksek Kamutay’ın kabul ettiği Beden Terbiyesi Kanunu’nun tatbikine geçildiğini görmekle memnunum.

Muhterem Arkadaşlarım,

Vatanın ve rejimin koruyucusu olmakla kalmayıp, en geniş ve hakiki manasıyla bir barış etkeni ve bir eğitim ve öğretim ocağı olan yenilmez ordumuzun, geçen sene de işaret ve izah ettiğim gibi, son sistem silah ve motorlu vasıtalarla cihazlandırılması yolundaki çalışmalara hız verilmiştir. (Bravo sesleri, şiddetli alkışlar.)

Geçen sene, Büyük Kamutay’ın kabul buyurduğu tahsisat üzerine bir genel silahlanma programı yapılmıştır. Tatbikatı ilerlemektedir.

Deniz kuvvetlerimizin takviyesi için lüzumlu olan harp gemilerimizin küçük bir kısmı sipariş edilmiştir. Büyük bir kısmı da sipariş edilmek üzeredir. (Alkışlar.)

Bu doğrultuda mevcut gemilerimizin daha mükemmel bir hale konulması için tertibat alınmaktadır.

Bu sene Gölcük harp tersanemizin inşasına başlanacaktır.

Hava programımız önemle tatbik olunmaktadır. Şanlı adını andıkça gönül ferahı

ve sonsuz gurur duyduğumuz kıymetli ordumuz, bu yaz doğu bölgesinde tabiatın en çetin ve haşin şartlan içinde yaptığı manevralarda her gün artan kudret ve kabiliyetini bir kere daha göstermiştir. (Şiddetli alkışlar.)

Çok değerli komutan ve subaylarımızla kahraman erlerimizi huzurunuzda iftihar ve takdirle selamlarım. (Bravo sesleri, sürekli alkışlar.)

Sayın Milletvekilleri,

Harici siyasetimizin son sene zarfındaki gelişmesi geçen sene ana vasıflarını çizmiş olduğum esaslar dairesinde cereyan etmiştir.

Son aylar zarfında barış çetin bir imtihan geçirdi. Şimdi ne kadar süreceğini ancak daha bir müddet sonra anlayabileceğimiz yeni bir sükûn devresi içindeyiz.

Barış, milletleri refah ve saadete eriştiren en iyi yoldur. Fakat bu kavram bir defa ele geçirilince, daimi bir ihtimam ve itina ve her milletin ayrı ayrı hazırlığını ister.

Memleketimizi her gün daha çok kuvvetlendirmek, her sahada her türlü ihtimallere karşı koyabilecek bir halde bulundurmak ve dünya hadiselerinin bütün safhalarını büyük bir teyakkuzla takip etmek, barışsever siyasetimizin dayandığı esasların başlıcasıdır. (Bravo sesleri, alkışlar.)

Milletlerin emniyeti ya iki taraflı veyahut çok taraflı genel müşterek anlaşmalarla, uzlaşmalarla temin edilebilir diye mutlak mahiyette ortaya atılan ve her biri diğerlerine zıt sayılan prensipler barışın muhafazası işinde bizim için kati ve isabetli değildir ve olamaz. (Bravo sesleri.) Bunların her birini coğrafi ve siyasi icap ve vaziyetlere göre kullanarak barış yolundaki ihtimamı realitelere uydurmak her millet için ayrı ayrı bir vazifedir.

Cumhuriyet hükümeti bu hakikati görmüş, tatbik etmiş, en yakın komşularıyla olduğu kadar en uzak devletlerle olan münasebetlerini, dostluklarını, ittifaklarını ona göre tanzim etmeyi bilmiş ve bu sayede harici siyasetimizi sağlam esaslara dayandırmıştır. (Alkışlar.)

Balkan siyaseti, Balkanlar’ın ayrı ve müşterek menfaatlarının en açık bir ifadesi, Balkan milletlerinin her birinin ayrı ayrı kuvvetleşmesi de barış yolundaki dinamik anlayış tarzının fiili bir misalidir.

Burada memnuniyetle kaydetmek istediğim bir hadise, Balkan milletlerini birbirine büsbütün yakınlaştırmakta kuvvetli etken olmuştur ve yarın için de ümitler vaat eden bir eserdir. Selanik’te Balkan Antlaşması devletleri namına Konsey Reisi ve Muhterem Yunan Başvekili General Metaksas ile Sayın Bulgar Başvekili Mösyö Köseivanof arasında imza edilmiş olan anlaşmadan bahsetmek istediğim anlaşılmıştır. Bu anlaşma da barış yolundaki devamlı gayretlerimizin ve Balkan devletlerinin takip edegeldikleri salim politikanın hayırlı bir tecellisidir. (Bravo sesleri.)

Yine ayrı realiteler, aynı dinamizm ve aynı yüksek gayeler, Sadabad akitlerinin maziden miras kalan hurafeleri nasıl bir hamlede yıkarak, münasebetlerini yeni ve doğurgan esaslara dayandırmayı bildiklerini göstermiştir.

Türkiye’nin diğer devletlerle olan münasebetleri geçen sene açık olarak gösterdiğim yolda dostane gelişmesini takip ederek ilerlemekte bulunuyor.

Hatay meselesinin son sene zarfında geçirmiş olduğu safhalar malumunuzdur. Bu milli davayı bir Türk-Fransız dostane anlaşmasıyla halletmek yolundaki mesai muvaffakiyete erdi. Türk ve Fransız askerlerinin geçici ve müşterek işgali bu anlaşmanın bariz tezahürü oldu. Bu sayede sükûn yerleşti ve seçimler tamamlandı. Nihayet Hatay, Millet Meclisi’ne ve bağımsızlığına kavuştu. (Bravo sesleri, şiddetli ve sürekli alkışlar.) Bağımsız Hatay devleti bugün inzibat kuvvetlerini tanzim eylemek ve memleketin dâhili emniyetini de kendi vasıtalarıyla temin etmekle meşguldür. Bunun da yakında başarılacağını ümit ediyoruz.

Geçen sene “Yarınki Türk-Fransız münasebetlerinin dilediğimiz yolda gelişmesine, Hatay işinin iyi bir yönde yürümesi esaslı bir ölçü ve etken olacaktır” demiştim. Hakikaten, Hatay işindeki Türk-Fransız anlaşması, iki devlet arasındaki münasebetleri çok dostane bir duruma getirmiştir. Hatay işinde elde edilen neticelerin istikrarının Türk-Fransız dostluğunun da gelişme ve billurlaşmasına bir esas teşkil edeceği kanaatindeyim.

Cumhuriyet hükûmeti, geçen seneden beri muhtelif devletlerle iktisadi münasebetlerini tanzim eden mukavele ve anlaşmalar imza etmiş bulunuyor.

Bu doğrultuda İngiltere hükûmetiyle yapılan ticaret anlaşması ve aynı zamanda 16 milyon İngiliz liralık bir ticaret ve silahlanma kredisi mukavelesini zikretmek isterim ki, esasen bununla alakalı kanun yüksek tasdikinize sunulmuştur.

Birkaç gün evvel memleketimizi ziyaret eden Almanya’nın mümtaz İktisat Nazırı

Bay Funk ile 150 milyon marklık bir kredinin esaslarında mutabakat hâsıl oldu. Teferruat yakında iki hükûmeti arasında tespit edilecektir.

Bu kredi anlaşmalarını memleketimizin mali itibarına karşı gösterilen ciddi emniyetin ve harici siyasetimizdeki dürüst hareketin bir tecellisi olarak kabul etmek lazım gelir. (Bravo sesleri.)

Hükûmetin yaptığı mukaveleler arasında hukuki sahada muhtelif anlaşmalar mevcut olduğu gibi, bağımsızlığına kavuşan dost Mısır devletiyle yapılan bir de dostluk, ikamet ve tabiiyet mukavelenamesi mevcut bulunmaktadır.

Büyük komşu ve dostumuz Sovyet İttihadı Cumhuriyeti’yle geçen yıl içinde yeni bir sınır mukavelesi imza edilerek iki memleketin sınır münasebetleri bu suretle iki taraf tecrübelerinin gösterdiği salim esaslara bağlanmıştır. Bu mukavelenin yakında yürürlüğe konulması beklenilmektedir.

Yine geçen yıl içinde İtalya hükûmeti Montrö’de imza edilen ve kendi iştirakine açık bırakılan Boğazlar Mukavelesi’ne katılmış ve bu komşu büyük memleketin bize karşı olan bu dostane hareketi memleketimizin de aynı dostane hissiyatıyla karşılanmıştır.

Büyük Kamutay, şimdiye kadar olduğu gibi bütün işlerinizde başarılar dilerim.

(Şiddetli ve sürekli alkışlar.)

KAYNAKÇA

 T. B. M. M. Zabıt Ceridesi, 01.11.1938, Cilt: 27, Devre: V, İçtima: 4, s. 3-7

https://www5.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/TBMM/d05/c027/tbmm05027001.pdf

Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt: 30 (1937-1938), Kaynak Yayınları, İstanbul, 2011, s. 312-320

Continue Reading

En Çok Okunanlar