Türk Tarihi
SAKARYA MEYDAN MUHAREBESİ
Published
3 yıl agoon
By
drkemalkocak
Türk Ordusu’na son darbeyi indireceklerini hayal eden Yunanlılara verilen sert cevap:
SAKARYA MEYDAN MUHAREBESİ
23 Ağustos-13 Eylül 1921 tarihleri arasında 22 gün ve gece devam etmiştir. 23 Ağustos-13 Eylül 2025 günleri, Sakarya Meydan Muharebesi’nin 104. yıl dönümüdür.
“Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh, bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı, vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça, terk olunamaz. Onun için küçük, büyük her cüzütam, bulunduğu mevziden atılabilir. Fakat küçük, büyük her cüzütam, ilk durabildiği noktada, tekrar düşmana karşı cephe teşkil edip muharebeye devam eder. Yanındaki cüzütamın çekilmeye mecbur olduğunu gören cüzütamlar, ona tabi olmaz. Bulunduğu mevzide nihayete kadar sebat ve mukavemete mecburdur.”
Birinci ve İkinci İnönü savaşlarındaki başarısızlıkları, Yunanlıları kolay yutulmayacak bir Türk kuvvetiyle karşılaştıkları kanaatine vardırmıştı. Daha hazırlıklı bir harekata girişmek için Yunan başkomutanı Papulas, Atina’ya kadar gitmiş, oradan gerekli yardım ve talimatı almıştı.
Papulas, Birinci ve İkinci İnönü savaşlarındaki yenilgiyi, kısa hedefli bir keşif taarruzu olduğunu söyleyerek örtbas hevesine kapılmıştı.
Londra’ya giden Yunan Başvekilini, İngiliz Başvekili Lloyd George sıkıştırıyor, Yunan ordusunun bir an önce Mustafa Kemal kuvvetlerini yok etmesini istiyordu. Böylece kolayca Boğazlara sahip olacak ve Osmanlı İmparatorluğunu parçalayabilecekti. Bunun üzerine Yunanlılar yeniden üç sınıf askeri silah altına alarak gerekli silah ve malzemeyi de Asya orduları kumandanının emrine vermişti.
Fakat Yunan Genelkurmayı ile siyasetçileri arasında görüş bakımından büyük bir anlaşmazlık vardı.
Yunan devlet adamları, “Büyük Yunanistan” hülyası peşindeydiler. Ordu ise eldeki kuvvetle geniş Türk arazisi içinde bu ideali gerçekleştirmenin imkansızlığını öne sürüyordu.
ESKİŞEHİR-KÜTAHYA SAVAŞI
Yunanlıların hazırlıkları karşısında Güney cephesi komutanı olan Refet Paşa, yeni bir savunma hattı düşüncesini ileri sürerek ordunun bu hatta Yunanlıları karşılamasını istiyordu. Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa ise bu fikre karşıydı. Mustafa Kemal Paşa durumu yerinde incelemek üzere Genelkurmay Başkanıyla beraber Güney cephesine giderek durumu incelemiş, Refet Paşa’yı oradan alarak Milli Savunma Bakanlığına getirmiş ve Güney cephesini de kaldırarak buradaki kuvvetleri Garp cephesinin emrine vermişti.
Batı cephesindeki ordumuz, bütün gayretlere rağmen ancak 52.000 kişiye çıkarılabilmiş, 421 ağır makineli, 162 top, pek az cephane ile bu bölgeye getirilebilmişti. Ordunun ikmal kolları, kağnı arabasıyla deve ve hayvan kollarına bağlıydı.
Yunanlılar ise devamlı olarak ana yurtlarından yeni kuvvetler getiriyorlardı. Düşman ordusu 8 Temmuz 1921’de iki tümenle Bursa’dan harekete girişti. Yunanlıların uygulamak istedikleri plan, Türk ordusunu kuşatıp yok etmekti.
14 Temmuz 1921’de bu bölgede en kanlı savaşlar yapılmaktaydı. 16 Temmuz’da Kütahya ve Altıntaş bölgesinde Türk ve Yunan orduları boğaz boğaza ve diş dişe varan bir ölüm kalım pençeleşmesinin bütün dehşetini yaşadılar.
4.tümen komutanı olan Nazım Bey, kuvvetlerinin geri çekilmesine razı olmamış elinde tabancasıyla birliklerinin önüne düşerek:
– Ya Yunanlılar, ya beni diye Nasuhçal bölgesinde Yumrutepe’ye doğru at üzerinde saldırmıştı. Düşmana pek az kalmıştı ki, hain bir kurşun bu yiğit kumandanı atından düşürmüş fakat yaralı halinde bile, emrindekilere hücum emri vermeye devam etmişti.
17 Temmuz’da ordumuz, Yunanlıların kuvvetli saldırıları karşısında Eskişehir-Seyitgazi hattına çekilmek zorunda kaldı. Düşmanla aramızda büyük kuvvet farkı vardı. Yunanlıların üstün kuvvetleri karşısında bu bölgede daha fazla kayıp vermemek üzere ordunun Sakarya gerisine çekilmesine karar verildi.
Eskişehir, Kütahya, Afyon, tamamen Yunanlıların eline geçmişti. Durum gerçekten nazik bir hal alıyordu. Uzun çalışmalar sonunda meydana getirilen ordu, yok olmak tehlikesi ile karşı karşıyaydı.
YUNAN ORDUSUNUN HEDEFİ: ANKARA
Eskişehir-Kütahya savaşlarıyla, İnönü savaşlarının öcünü alan Yunan ordusu, çekilen Türk ordusunu takip etmeyerek hükumetinin vereceği kararı beklemekle, çok şeyler kaybetmişti. Ordu genellikle Anadolu içerisinde yayılarak güçten düşmeyi göze alamıyordu.
Durumu incelemek ve kesin bir karar vermek üzere 27 Temmuz’da Kütahya’da bir savaş meclisi topladılar. Bu toplantıya Kral Konstantin, başbakan Gunaris, Mili Savunma Bakanı Teodokis ve Yunan hükumetinin askeri danışmanı Stratikos, ordu komutanı general Papulas, ordu kurmaybaşkanı Rallis katılmışlardı.
Ortada iki düşünce çarpışıyordu. Ordu komutanı ve onun kurmay heyeti, Ankara yönünde geniş ölçüde yapılacak bir ileri hareketin, kazançlı olmayacağı düşüncesindeydiler.
Yunan devlet adamlarıyla onların askeri danışmanı ise, yeni kurulan Türk ordusunun mutlaka yakalanıp yok edilmesi ile Batı Anadolu’nun geniş bir kısmının Yunan ordusu tarafından ele geçirileceği fikrini savunuyorlardı.
Kralın huzurunda yapılan bu toplantı dağılırken, ordu komutanı general Papulas, ordunun önceden hazırladığı bir raporu da savunma bakanına sunmuştu. Bu raporda Türklere karşı girişilen harekatın son bulduğu, Türklerin artık toplanamayacağı ve Türk ordusunun bir daha Eskişehir önlerine gelemeyeceği görüşü savunuluyordu.
TÜRK TEPKİSİ
Türk ordusunun Sakarya gerisine çekilmesi, Anadolu’da ve T.B.M.M’nde tepkilere yol açmıştı.
Mustafa Kemal nutuklarında bunu özetle öyle anlatır:
“Mecliste bilhassa muhalifler, nutuklarla feryada başladılar. “Ordu nereye gidiyor? Millet nereye götürülüyor? Bu hareketlerin elbette bir mesulü vardır; o nerede? Onu göremiyoruz!” “Muhalif milletvekillerinden biri, Mustafa Kemal için ordunun başına geçsin dedi. Bu teklife katılanlar çoğaldı. Aksi fikirde olanlar da vardı. Ordunun tamamen dağıldığına inananlar, Mustafa Kemal’i ordunun başına geçirmekle ona en büyük sorumluluğu yüklemiş olmak politikasını güdüyorlardı.”
4 Ağustos 1921’de yapılan gizli toplantıda Mustafa Kemal Paşa “T.B.M.M.’nin kullandığı salahiyeti fiilen kullanmak şartıyla Başkumandanlığı kabul ediyorum.” şeklinde bir önerge verdi.
Mecliste muhalifler ayaklanmıştı. “Başkomutanlık veremeyiz. Başkomutan vekili olmalıdır. Başkamutanlık meclisin manevi şahsiyetinde kalmalıdır. Meclisin sahip olduğu yetkiler kimseye verilemez!” sesleri yükseliyordu. Uzun süren tartışmalardan sonra Başkomutanlık yetkisi kanunu çıkmıştı. Bu kanunun ikinci maddesine göre kendisine verilen yetkiler şunlardı:
“Başkomutan, ordunun maddi ve manevi kuvvetlerini azami surette arttırmak, yöneltmek ve idaresini bir kat daha kuvvetleştirmek hususunda T.B.M.M.’nin buna bağlı yetkilerini meclis adına kullanmaya mezundur.” Bu maddeye göre Başkomutanın verdiği emirler, kanun niteliğinde olacaktı. Genelkurmay ve Milli Savunma ona bağlanmıştı.
Bu yetkiler üzerine Başkomutan, 7, 8 Ağustos 1921 tarihlerinde Milli Tekalif Emri adı altında on emir yayınladı. Başkumandan, bu ölüm kalım savaşına bütün milletin gücüyle katılmasını isteyerek, karşı akımı durdurmak teşebbüsüne girişmişti.
SAKARYA MEYDAN MUHAREBESİ
Yunanlılar, İngilizlerden aldıkları savaş malzemesiyle, üç kuvvetli kolordu halinde Anadolu’nun ortasına doğru ilerlemeye karar vermişlerdi. Yunanlılar bu savaşa 88.000 er, 300 top, 20 uçakla katılıyorlardı. Bizim kuvvetlerimiz ise 40.000 piyade, 177 top, 2 uçaktan ibaretti. Böylece düşman bir mislinden bile üstün bir durumdaydı.
Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’nın emrinde, Genelkurmay Başkanı olarak Fevzi Paşa, Mili Savunma Bakanı olarak da Refet Paşa bulunuyordu. Garp Cephesi komutanlığında İsmet Paşa, kurmay başkanlığında da Asım Gündüz bulunmaktaydı.
Başkumandan, ordu ve millete şu bildiriyi yayınlamıştı:
“Büyük Savaş’tan çıktığımız en zayıf zamanımızda, tekmil memleketi çiğnemek ve bütün ahaliyi mahvetmek için üzerimize hücum eden düşmanlara karşı milletçe birleştik ve pek kıymetli ordular meydana getirdik. Muhtelif ve müteaddit cephelerde emsalsiz fedakarlıklarla milletin hukukunu müdafaa eden ve İnönü’nde Yunanlıların istila ordularını iki defa tepeleyen ordularımız, o kadar azim ve imanla savaştılar ki, düşmanlar yalnız Garp cephemizdeki ordumuza karşı kralları başlarında olduğu halde, bütün Yunan ordusunu Anadolu’ya getirmeye mecbur oldular.
Garp cephesinde meydana gelen son savaşlarda, bu düşman ordusunu çok korkunç kayıplara uğrattıktan sonra, ordumuzun büyük kudret ve gücünden hiçbir şey kaybetmeden, bugünkü duruma geldik. Bugün düşman ordusu asıl kaynaklarından ve üslerinden uzaklaşmış bir vaziyette karşımızdadır.
Bütün kahramanlık meziyetleri ve yüksek vasıflarını en çetin savaşlarda tanıdığım ordumuzun tedbirli yüksek komuta heyeti ve fedakar subaylarına ve kahraman erlerine, dedelerimizden bize kalan meziyetleriyle yücelen bütün milletime sesleniyorum!
Memleketin kaderine el koyan Büyük Millet Meclisi, bugün beni başarıya ulaşmamız için büyük bir yetkiyle Meclis Reisliğinden başka orduların Başkomutanlığında da görevlendirdi.
Sizlere bu beyannameyi yazdığım dakikadan itibaren büyük Tanrıma sığınarak güvenle büyük ve şerefli vazifeyi yapmaya başlamış bulunuyorum.
Bana bu vazifeyi vermiş bulunan Meclisin ve bu Mecliste temsil edilen milletin kesin iradesi, davranışımın esasını teşkil edecektir.
Hiçbir sebep ve suretle tadiline imkan olmayan bu kesin iradeyle behemehal düşman ordusunu imha eylemek ve bütün Yunan silahlı kuvvetlerinden kurulu olan bu orduyu ana yurdumuzun harim-i ismetinde boğarak kurtulmak ve istiklalimizi elde etmektir.
Memleket ve milletin maddi ve manevi bütün kuvvetlerinin, neticenin alınması yoluna sevk ve yönelmesi için hiçbir tedbir ve teşebbüste müsamaha edilmeyecek, ne zemin ve zaman ile ve ne de vatan mefhumu karşısında teferruattan ibaret kalan diğer düşüncelerle bağlanılmayarak düşman ordusunun yok edilmesinden ibaret olan gayenin elde edilmesi için gerekli her şey yapılacaktır.
Bu beyannamenin ta erlere kadar bütün ordu mensubu ile bütün memurlara ve halka tebliğini rica ederim.”
T.B.M.M. Reisi
Başkomutan
Mustafa Kemal
Mustafa Kemal Paşa’nın Başkomutan olması, ordudaki bütün subay ve komutanları çok sevindirmişti.
Mustafa Kemal Paşa, Garp cephesinin karargahı olan Malıköy civarındaki Alagöz köyüne gelerek Türkoğlu Ali Ağa’nın evinde kurulmuş olan karargaha indi.
18 Ağustos’ta Türk ordusu bütün noksanlarını tamamlayarak Sakarya gerisinde Yunan saldırılarını karşılayacak duruma gelmiş bulunuyordu.
Yunanlılar, Eskişehir-Kütahya savaşında püskürttükleri Türk ordusunu takip etmemekle ne büyük hata ettiklerini çok sonra anladılar.
23 Ağustos’ta Yunanlılar sol kanadımızdaki Malgaldağı’na saldırıya geçtiler. O gece de, Beylikköprü güneyindeki geçitten Sakarya’yı aşarak 2.tümenimizin orada bulunan taburuna saldırdılar. İlk olarak 24 Ağustos sabahı Beylikköprü bölgesinde kanlı Sakarya savaşları başlamış oluyordu.
Türk ordusu düşman taarruzunu kahramanca karşılamıştı. Üstün düşman kuvvetleri karşısında çok defa cephenin sarsıldığı olmuş, Kızılırmak gerisine çekilme fikri ortaya atılmıştı. Bu düşünceler karşısında Başkumandan, kumandanlarına şu tarihi emri verdi:
“Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh, bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı, vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça, terk olunamaz. Onun için küçük, büyük her cüzütam, bulunduğu mevziden atılabilir. Fakat küçük, büyük her cüzütam, ilk durabildiği noktada, tekrar düşmana karşı cephe teşkil edip muharebeye devam eder. Yanındaki cüzütamın çekilmeye mecbur olduğunu gören cüzütamlar, ona tabi olmaz. Bulunduğu mevzide nihayete kadar sebat ve mukavemete mecburdur.”
Türk ordusu Mustafa Kemal’in bu emri altında yurdunu canla başla savunuyordu. Sakarya savaşı, bir subay savaşı olmuştu. Yetişmiş askerlerimizi, Balkan Savaşı’nda, Büyük Harbin, 9 cephesinde kaybetmiştik. Genç askerlerimizi vatan müdafaasında gayrete getirmek için subaylardan birlik yaparak en önemli yerlerde saldırıya giriştiğimiz gibi bütün birliklerde de takım, bölük, tabur, alay kumandanları, ellerinde tabancaları, birliklerinin önünde düşmana karşı saldırılar yaparak savaşıyorlardı. Bu yüzden çok subay kaybettik. Yaralılar Ankara’ya trenle getiriliyordu. Mebuslar bile istasyona yaralı taşımak için koşuyorlardı. Birçok okul, hastahane haline getirilmişti. Ankara halkı evlerinden yatak, yorgan taşıyor, sargı bezi, pamuk veriyordu. İstanbul’la irtibat yokluğu, ilaç ikmalini de imkansız kılmıştı. Ankara’dan top sesleri duyuluyor, Yunan uçakları istasyon ve Samanpazarı’na uçaksavarımız olmadığından bomba atma cesaretini gösteriyordu.
KADER SAVAŞI
Bütün dünya basınının gözü Sakarya Savaşı’na çevrilmişti. Türk ulusunun kader savaşıydı bu.
Mustafa Kemal ilk cepheye gittiği gün, yanında Genelkurmay Başkanı ve Garp Cephesi Komutanı olduğu halde savunma mevziini terk ederken, attan düşerek bir kaza geçirmişti. Düşme sırasında göğsüne gelen sivri kaya parçası bir kaburga kemiğinin kırılmasına sebep olmuştu. Fakat biraz sonra atına atlayarak Alagöz köyündeki karargahına gitmişti.
YUNANLILAR GELİYOR
24 Ağustos’ta Duatepe’ye ilerleyen Yunan birlikleri, fazla kayıp verdirilerek geri püskürtülmüşse de, başka bölgede ilerlemeyi başararak Yıldıztepe ile Ilıca’yı ellerine geçirmişlerdi.
26 Ağustos’ta Yunanlılar demiryolunu aşarak Karailyas sırtlarına kadar geldiler. Savaşlarda her iki tarafın kayıpları da ağır olmuş, 20 saat kadar süren çarpışma sırasında süvarilerimiz iki otomobil ile 200’den fazla kasaplık hayvan ele geçirerek, düşman gerilerinde endişe yaratmıştı. 26 ve 27 Ağustos’ta başlayan savaş, 28 Ağustos gecesine kadar sürdü. Gece Yunanlılar şiddetli saldırılar sonunda Beştepeler’i ele geçirdiler. Sol kanadımızı geri almak zorunda kaldık. İhtiyat kuvvetlerimizi buraya sürerek bozulmuş olan cephe düzeltildi.
KANLI SAVAŞLAR
Aynı gece Yunanlılar, albay Kazım Bey’in birlikleri üzerine de yüklendiler. Sabaha kadar ateş, bomba, süngü süngüye ve boğaz boğaza yapılan savaşlar sonu, her iki taraf da büyük kayıplar verdi. Fakat Yunanlılar umduklarını bulamamışlardı.
29 Ağustos’ta Yunan saldırıları özellikle merkez cephesinde biraz başarıya ulaşabilince, buradan da çekilmek zorunda kaldık.
30 Ağustos günü ise bütün cephede karşılıklı topçu ve piyade atışı yapılırken düşman yeni kuşatmalara kalkışıyordu.
31 Ağustos’ta düşman kuvvetleri Duatepe’ye saldırarak süngü hücumu ile burasını ele geçirince, kuvvetlerimizi Basritepe’ye çektik.
ŞEHİT TEĞMEN
1 Eylül’de düşman Duatepe’den Basritepe’ye saldırarak sağ kanadımızı çökertmek istedi. Bu bölgeyi az bir kuvvetle savunuyorduk. Burayı savunan teğmen Ahmet’in şehit düşmesi karşısında bütün ordu üzülmüş, fakat Basritepe düşmanın eline geçmekten kurtarılmıştı.
Eylül ayı Yunanlılar için hiç de uğur getirmemişti. Anadolu’nun kurak havası, sıcağı, Yunan ordusunu susuzluktan kavurmuş, ikmalini güçleştirmişti. 2 ve 3 Eylül’de de sonuçsuz taarruzlarına devam ettiler. 4 Eylül’de albay Kazım’ın mürettep kolordusuna yüklendilerse de, üstün kuvvetlerle saldırmalarına rağmen, bir sonuç alamadılar. Yaptığımız karşı saldırı sonucu siperlerimizin önü Yunan cesetleriyle dolmuştu. Boğuşma gece yarısına kadar bütün şiddetiyle sürdü. 5 Eylül’de merkez kuvvetlerimize saldırdılar. Yunanlılar, 5 Eylül’de Ankara’da verdikleri randevuyu gerçekleştirmek istiyorlardı. Fakat Yunan birlikleri moralman bir çöküntü içindeydiler. Yapılan gözetlemelerden bazı ikmal kollarının geri çekildiği bile öğrenilmişti.
9 Eylül’de Başkomutan Garp cephesi komutanıyla beraber Zafertepe’ye gelerek ertesi günü için bir taarruz düzenlediler. 10 Eylül’de Yunanlıların sol kanadına bir karşı- taarruz yapılacaktı.
Albay Kazım (Özalp)’ın komutasında meydana getirilen bir kuvvete 1, 17. piyade ve 1.süvari tümenleriyle 23, 15, 47.tümenler de, gece yürüyüşleriyle bu bölgeye aktarılmıştı. 10 Eylül sabahı topçu ateşi yardımıyla başlayan taarruz Duatepe’ye doğru gelişmekteydi. Bu taarruz öğleden sonra Yunanlıların çok güvendiği ve tahkim ettikleri Duatepe’yi ellerinden alacak, taarruz güçlerini kırarak, yenilgilerini kabul ettirerek çekilmelerini sağlayacaktı.
YUNANLILAR ŞAŞKIN
Taarruz, Yunanlıları iyice şaşırtmıştı. Çekilme yollarının kapatılacağından korktukları için, bütün birlikleri bir umutsuzluk kaplamıştı.
Yunan ordusu nihayet Eskişehir-Afyon hattına çekilme kararı almış, bol cephaneli geri birliklerinin himayesinde, çekilme yollarına koyulmuşlardı. Buna meydan vermemek için de birliklerimizin saldırıya geçmesi bu ricatı adeta kaçış haline sokmuştu.
RİC’AT
13 Eylül’de Yunanlılar Sakarya nehrini aşarken bir hayli kayıp verdiler. Bu firar sırasında da, ahlaksızlıkların en büyüğüne baş vurarak köylerimizi yakmaktan, köylülerimize saldırmaktan çekinmediler.
13 Eylül’de 22 gün ve gece aralıksız süren hayasız bir saldırı son bulmuş, Türk süngüsü yenilmeyeceğini bir kere daha dünyaya ispat etmişti. Bu savaşta 8.000’den fazla şehit ve 17.000 yaralı vermiştik. Yunanlıların kaybı ise 12.000 ölü, 23.000’den fazla yaralıydı.
MAREŞALLIK
Bu zafer, bütün memlekette çoşkun bir sevinç yaratmıştı. T.B.M.M. Mustafa Kemal Paşa’ya 19 Eylül’de GAZİLİK ve MAREŞALLIK rütbesi vermişti.
Yunan orduları, Eskişehir-Kütahya savaşındaki başarılarından cesaretlenip, Ankara üzerine ileri harekata karar vermişti. Türk süngüsü buna, 22 gün ve gece süren kanlı ve kahramanca bir savaşta “hayır” dedi.
You may like
Mustafa Kemal Atatürk
Yönetimde Adalet: Kutadgu Bilig, Siyasetname, Koçi Bey Risalesi ve Devlet Adamlarına Öğütler’in Karşılaştırmalı Analizi
Published
7 gün agoon
Ekim 17, 2025By
drkemalkocak
Özet
Adalet, Türk-İslam siyaset düşüncesinde devletin bekasının ve toplum düzeninin en temel direği olarak kabul edilmiştir. Yusuf Has Hacib’in Kutadgu Bilig (1069-1070) ve Nizamü’l-Mülk’ün Siyasetname’sinde (1091) adalet; kozmik düzen ve ahlaki temeller üzerinden ele alınırken, Koçi Bey Risalesi (1631) ve Defterdar Sarı Mehmet Paşa’nın Devlet Adamlarına Öğütler (1767) adlı eserinde ise daha çok mali-idari düzenin korunması ve reform ihtiyacı bağlamında işlenmiştir. Bu makalede dört eser karşılaştırılarak adaletin görevleri — meşruiyet kaynağı, toplum düzeninin garantisi, mali düzenin temeli ve devletin bekası — çerçevesinde değerlendirilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Adalet, Yusuf Has Hacib, Kutadgu Bilig, Nizamü’l-Mülk, Siyasetname, Koçi Bey Risalesi, Defterdar Sarı Mehmet Paşa, Devlet Adamlarına Öğütler, Türk-İslam Siyaset Düşüncesi.
Giriş
Adalet, siyaset felsefesinin en eski ve evrensel kavramlarından biridir. Antik Yunan’dan Türk-İslam siyaset geleneğine, Orta Çağ’dan Osmanlı klasik düşüncesine kadar bütün siyasal teorilerde adalet, devletin düzenini ve meşruiyetini sağlayan temel unsur olarak görülmüştür. Türk-İslam düşüncesinde de adalet, yalnızca ahlaki bir ilke değil, aynı zamanda yöneticinin görev ve sorumluluklarını belirleyen bir siyasal kurumdur.
Karahanlıla’da Yusuf Has Hâcib’in Kutadgu Bilig’i, Selçuklu’da Nizamülmülk’ün Siyasetname’si, Osmanlı’da Koçi Bey Risalesi ve Defterdar Sarı Mehmet Paşa’nın Devlet Adamlarına Öğütleri, farklı dönemlerde ve şartlarda kaleme alınmış olmakla birlikte, ortak bir kavram etrafında birleşirler: adalet.
Yönetimde Adalet

1. Kutadgu Bilig’de Adalet
Yusuf Has Hâcib, adaleti devletin “dört sütunundan” biri olarak tanımlar. Hükümdarın zulümden uzak durması, fakirleri koruması ve eşitliği gözetmesi en temel yükümlülüklerdir. Eserde, adaletin Tanrı’nın rızasıyla doğrudan ilişkili olduğu belirtilmektedir:
“Beylerin halk üzerine zulmü artarsa, Tanrı’nın gazabı iner, devlet yıkılır.”

2. Siyasetname’de Adalet
Nizamülmülk’e göre adalet, “mülkün temelidir.”^3 Devletin düzeni, hükümdarın zulümden uzak durmasına bağlıdır. Halkın şikâyetlerini doğrudan dinlemek ve kadıların bağımsızlığını korumak, adaletin somut göstergeleridir.
“Adalet mülkün temelidir; adalet giderse memleket de gider.”
3. Koçi Bey Risalesi’nde Adalet
Koçi Bey, Osmanlı’da yaşanan bozulmayı adaletin kaybına bağlamaktadır. Ona göre rüşvet, liyakatsiz atamalar ve kanun dışı uygulamalar devlet düzenini çökertmiştir. Bu sebeple adaletin yeniden tesisi için ıslahat teklif etmektedir: rüşvetin kaldırılması, tımar sisteminin eski düzenine döndürülmesi ve kadıların tarafsızlığının korunması.
“Rüşvet ile mansıp verilmekle adalet yok oldu, nizam bozuldu.”

4. Devlet Adamlarına Öğütler’de Adalet
Defterdar Sarı Mehmet Paşa, adaleti özellikle mali düzen üzerinden ele almaktadır. Zulümle toplanan vergilerin bereketsiz olduğunu, hazinenin bu yolla dolsa bile sonunda boşalacağını ifade etmektedir. Ona göre adalet, yalnızca şeriatın değil, aynı zamanda mali disiplinin de teminatıdır.
“Hazineyi zulümle doldurmak haramdır; sonunda hazine boşalır, halkın bedduası devleti yıkar.”
Karşılaştırmalı Analiz
- Kutadgu Bilig ve Siyasetname, adaleti metafizik, ahlaki ve kozmik bir ilke olarak görürken;
- Koçi Bey Risalesi ve Devlet Adamlarına Öğütler, adaleti mali-idari düzenin sağlanmasında pratik bir ıslahat unsuru olarak ele almıştır.
Yönetimde Adalet: Karşılaştırmalı Tablo (Alıntılarla)
| Eser | Adaletin Konumu | Adaletin Yöneticiden Beklentisi | Uygulama Alanı | Temel Tehdit / Bozulma Sebebi | Özgün Alıntı |
| Kutadgu Bilig (1069-1070, Yusuf Has Hâcib) | Devletin dört sütunundan biri; kozmik-dini düzenin temeli | Hükümdarın eşitliği gözetmesi, fakirleri koruması, zulümden uzak durması | Vergi adaleti, liyakat, halk ile hükümdar ilişkisi | Zulüm → devletin ömrünün kısalması | “Beylerin halk üzerine zulmü artarsa, Tanrı’nın gazabı iner, devlet yıkılır.” |
| Siyasetname (1091, Nizamülmülk) | “Mülkün temeli” olarak görülür | Halkın şikâyetlerini dinlemek, kadıları bağımsız bırakmak, zulmü engellemek | Vergi düzeni, kadılık sistemi, şikâyet mekanizması | Adaletin bozulması → kozmik ve toplumsal düzenin çöküşü | “Adalet mülkün temelidir; adalet giderse memleket de gider.” |
| Koçi Bey Risalesi (1631) | Devletin bozulma sebeplerini açıklayan merkezî unsur | Rüşvetin kaldırılması, timar düzeninin eski hâline getirilmesi, kadıların tarafsızlığı | Askeri, mali ve adli düzen | Liyakatsiz atamalar, rüşvet, kanun dışı uygulamalar | “Rüşvet ile mansıp verilmekle adalet yok oldu, nizam bozuldu.” |
| Devlet Adamlarına Öğütler (1767, Sarı Mehmet Paşa) | Mali ve idari düzenin bekçisi | Gelir-gider dengesinde adalet, kul hakkından sakınma, ölçülülük | Vergi toplama, hazine yönetimi, idari denetim | Zulümle toplanan vergi → halkın huzursuzluğu ve hazinenin boşalması | “Hazineyi zulümle doldurmak haramdır; sonunda hazine boşalır, halkın bedduası devleti yıkar.” |
Dört eserin ortak noktası, adaletin yokluğunun devletin çöküşüne yol açacağı fikridir. Ancak dönemler ilerledikçe, adaletin tanımı soyut bir düşünceden somut bir yönetim ilkesi ve mali düzen mekanizmasına dönüşmüştür.
Sonuç
Adalet, Türk-İslam siyaset düşüncesinde daima devletin varlık sebebi ve bekasının şartı olmuştur. Kutadgu Bilig ve Siyasetname, adaleti daha evrensel ve ahlaki bir çerçevede değerlendirirken; Koçi Bey Risalesi ve Devlet Adamlarına Öğütler, Osmanlı’nın çözülme döneminde adaleti ıslahatların anahtarı olarak görmüştür. Bu karşılaştırma, siyasal düşünce tarihimizde adalet kavramının sürekli varlığını, fakat içerik ve uygulama bakımından dönemin ihtiyaçlarına göre dönüşümünü açıkça göstermektedir.
Kaynakça
- Yusuf Has Hâcib, Kutadgu Bilig, Çev. Reşit Rahmeti Arat, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1985.
- Nizamülmülk, Siyasetname, Çev. Mehmet Altay Köymen, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1999.
- Koçi Bey, Koçi Bey Risalesi, Haz. Zuhuri Danışman, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul, 1972.
- Defterdar Sarı Mehmet Paşa, Devlet Adamlarına Öğütler (Nasihatü’l-Vüzerâ ve’l-Ümerâ), Haz. Hüseyin Algül, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1991.
- Halil İnalcık, Osmanlı’da Devlet, Hukuk, Adalet, Eren Yayıncılık, İstanbul, 2000.
Türk İstiklâl Mücadelesi
Mudanya Mütarekesi (11 Ekim 1922)
Published
2 hafta agoon
Ekim 12, 2025By
drkemalkocak
Mudanya Mütarekesi, Türk milletinin 20. Yüzyılın emperyalist güçleri karşısındaki milli bir zaferidir. Türk ve Yunan ordusu arasındaki harbi sona erdirmiş olması bakımından, Türk İstiklal Harbi’nin en önemli safhalarından biridir. Mütareke, Devlet-i Aliyye-i Osmaniye’nin sonu anlamına gelen Mondros Mütarekesi’ni geçersiz kılmakla birlikte Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temelini atan Lozan Anlaşması’nın şartlarını hazırlamıştır.
Mudanya Mütarekesi’nde Türkiye’yi İsmet Paşa, İngiltere’yi General Harington (Heringtın), Fransa’yı General Charpy (Şarpi), İtalya’yı General Monbelli (Monbeli) temsil etmiştir. Yunanistan temsilcisi General Mazarakis, Mudanya’ya geldiği gemiden çıkmamış ve görüşlerini yazılı olarak bildirmiştir. Görüşmelere 3 Ekim 1922’de başlanmış, çetin pazarlıklar ve tartışmalar sonucunda 11 Ekim 1922’de Mudanya Mütarekesi imzalanmıştır.
Aşağıda, [Hâkimiyet-i Milliye, 13 Ekim 1922, No: 633, s. 1, sütun: 1-4]’te Osmanlı Türkçesi ile yayımlanan [Konferans Safahatına Dair Levhalar] başlıklı haber metni çevrim yazı olarak sunulmuştur. Görseller, metni açıklayıcı, tamamlayıcı ve destekleyici unsur olarak araştırmacı tarafından yerleştirilmiştir.
—***—
[Mudanya] Konferans Safahatına Dair Levhalar
İmza neden sabaha kadar gecikti?
Mükâleme-i memurinin getirdiği haber, yazı makinesi ile başlıyor

Mudanya: 11[Ekim 1922] (Muhabir-i mahsusamızın telgrafıdır)-Size bu telgrafımla Mudanya Konferansının imzaya müncer [hazır] olduğu geceki safahatı bildireceğim. Burada biz gazeteciler ve halk arasında pek büyük merakı mucip olan bu safahat ve bilhassa imzanın sabaha kadar uzaması herhalde Hâkimiyet karilerinde [okuyucularında] de aynı merakı uyandırmıştır. Filhakika [hakikaten] imza merasimi tam nısfı’l-leylide [gece yarısında] icra edilecekti. Fakat nısfı’l-leyli bir buçuk saat geçtiği halde müttefikin murahhasları [delegeleri] gemilerinden inmediler. Bunun üzerine bir mükâleme memuru giderek tehirin sebebini sual etmiştir. Vuku bulan mükâlemede bu tehirin Yunan murahhaslarının almış olduğu vaziyetten mütevellit bulunduğu anlaşılmıştır. Nısfı’l-leylile doğru İngiliz zırhlısında toplanmış olan üç müttefik hükumet generalleri nezdine Mazarakis ve Miralay Sarıyanis giderek imzaya karşı olan vaziyetlerini teşrih [şerh] eylemişlerdir. Yunanlıların ne vaziyet aldığı malumdur. Saat üçte General Harington karaya çıkmış ve birkaç dakika fasıla ile Fransız ve İtalyan generalleri gelmişlerdir. Bunun üzerine celse derhal küşat olunarak uzun bir protokol müsveddeleri kıraat edilmiş ve mutabık bulunduğu için tebyizine [beyaza çekilmesine] emir verilmiştir. İşte bu anda derin bir sükûtu yalnız yazı makinelerinin tıkırtıları ihlal ediyordu. Nebahat Hanım, Safvet Lütfullah beylerle daha iki zat bizim heyet-i murahhassanın protokollerini tebyiz ediyordu. İngiliz, Fransız heyetlerinden müfrez [ayrılmış] diğer beş zat da mukabil tarafın mukavelesini makineye geçiriyordu. Bu iş gecenin beşine kadar devam etti ve saat beşi çeyrek geçe teneffüs edilmek üzere celseye nihayet verildi.
Herkes memnun, mızıkalar çalıyor, hararetli musafahalar [el sıkışmalar, tokalaşmalar], bütün Mudanya ahalisi bu geceyi ayakta ve uykusuz geçirmiş ve müzakerenin olduğu binanın etrafını kesif bir halk tabakası doldurmuştur. General Harington bizzat sokak kapısına kadar inerek bandodan muhtelif havalar talep etmiş ve bütün istediği parçalar çalınınca bunları hayretler içinde dinlemiştir.
Herkes protokol müsveddelerinde mutabık kalındığını haber aldığı zaman artık imzanın merasim meselesinden başka bir şey olmadığını anlamıştı. Bu hal halk kadar bütün murahhasların çehrelerinde de görülüyordu. Bilhassa Franklin Buyyon Bey büyük bir meserret [sevinç] içinde idi. General Harington İsmet Paşa Hazretleriyle adeta kendisini kucaklarcasına mükerrer musafahalarda bulundu. General Şarpi aynı memnuniyeti izhar eyliyordu. Bu sırada salonlarda fevkalade bir hareket, bir kaynaşma görülüyordu. Bilhassa gazetecilerin faaliyetini görmek insana hakiki bir zevk veriyor, Amerika muhabirlerinin dört yazı makinesi mütemadiyen işliyordu. Artık kırk sekiz saatlik bütün yorgunluklar bu heyecan ve endişe içerisinde unutulmuş, tebyiz üç saat on üç dakikada kâmilen ikmal edilmişti.
Ben, Yunanlıların Protokolü Kabul Etmedikleri Manasını Çıkarıyorum! Hayır, Yunanlıların Ehemmiyeti Yok!
Şimdi saat yediye yirmi yedi var. (Bütün saatler İstanbul ayarıdır.) Herkes yeşil masanın etrafındaki yerlerinde ahz-ı mevki etmiş bulunuyorlar. Konferans Reisi İsmet Paşa Hazretlerinin önündeki çifte lamba dışardan gelen yeni müteharrik beyazlıklar arasında sarı lemalarla kıpırdıyor. İsmet Paşa’nın karşısında General Harington, İngiliz generalinin sağında General Monbelli, solunda diğerleri sırasıyla ahz-ı mevki etmişlerdi. İlk defa General Harington söz alarak Mazarakis ve Sarıyanis’in tahriri kuyıt itirazına serd ederek imzadan imtina eylediğini söyledi ve bu itiraznameyi okudu. Bunun üzerine İsmet Paşa pek ciddi bir tavır ve hareketle:
- Bundan, ben Yunan murahhaslarının protokol münderacatını kabul etmedikleri manasını çıkarıyorum, dedi.
Buna General Harington:
- Hayır! Yunanlıların bu hareketine imtina manası verilemez. Vesait-i muhabereleri karma karışık. Mamafih asıl imzaya salahiyettar murahhaslar General Mazarakis, Miralay Sarıyanis değil, Paris’te bulunan mümessilleridir. Üç güne kadar bütün imzaların hitam bulacağını temin ederim.
Bunun üzerine vapurda bulunan Yunan zabitlerinin konferansça hiçbir ehemmiyeti olmadığı şekli kabul olundu.
Bütün Kalemler Mukavele Üstünde Gıcırdıyor! Harington da Tanışmayarak Geldik, Dost Olarak Gidiyoruz, Diyor
Saat yediye on yedi var. Bütün eller bir an içinde kalemlere ve hokkalara uzanıyor. İlk kalem gıcırtıları protokolün birinci sahifesine dört generalin imzalarını tespit etti. Protokolün her sahifesi ve sonu ayrı ayrı imzalandı. İmzalanan beş nüshadır. İmza muamelesi tam yediyi bir geçe hitam buldu. General Harington imzayı müteakip sarih, kısa ve yumuşak bir sesle bir nutuk irat eyledi ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükumetine, Başkumandan Paşa Hazretlerine, Konferans Reisi İsmet Paşaya, Erkan-ı Harbiye Reisimize ve Erkan-ı Harp umera ve zabitana ayrı ayrı teşekkürde bulundu ve sonra Türkiye halkına ve mümessillerine ve Mudanya şehrine ayrı ayrı teşekkür ederek:
- Tanışmayarak geldik, dost olarak gidiyoruz ve bu hissi daima muhafaza edeceğiz, dedi.
İsmet Paşa Hazretleri General Harington’ın nutkuna kısa bir cevapla mukabele ederek, bu konferansın sulh-ı umumiye mukaddema olacağı ümidinde bulunduğunu söyledi.
General Harington konferans salonundan çıkarken etrafını alan gazetecilerin kendisine ne kadar muğber [gücenmiş, küskün] olduğunu anladığını gösteren bir tavırla beyan-ı itizar etti [özür diledi]. Bidayette matbuat müntesiplerinin konferansa girmemeleri için teşebbüsatta bulunduğunu itiraf, fakat burada kendilerinden pek çok muavenetler gördüğünü ilave etti ve her birine ayrı ayrı ve mükerrer surette teşekkürde bulundu. Bu esnada salonlar hınca hınç dolu idi. Bilhassa Mösyö Fraklin Buyyon bir türlü yerinde duramıyor, izhar-ı meserret eyliyordu [sevinç gösteriyordu].
Mudanya’dan İnfikak [ayrılma]; Yunan Şilebi Galya Emniyet Edilmeyerek Muhafaza Altına Alınmış!
Avdet [dönüş]-Generaller aşağı indikleri zaman pek muntazam bir kıtaa-i askeriyemiz resm-i selamı ifa ediyor ve askeri mızıkalar terennümsaz oluyordu [terennüm ediyordu, şarkı söylüyordu]. Yediyi çeyrek geçe herkes vapurlarına çekilmiş bulunuyordu. Tam sekizde, başta İtalyan ve en sonra Yunan gemileri olduğu halde Mudanya tarihi konferansının bütün ecnebi murahhaslarını İstanbul’a doğru götürmeye başladılar. Bir müddet sonra İngiliz torpidolarından biri geriye dönerek Yunan şilebini önüne kattı ve bunu bir Fransız gemisi takip etti. [1]
—***—
Mudanya Zaferi Ve İstanbul’daki Tesirleri
İstanbul, 13 [Ekim 1922] (Muhabir-i mahsusamızın [özel muhabirimizin] telgrafıdır)-Mukavele-i askeriyenin imzası haberi İstanbul’da fevkalade bir meserret [sevinç] uyandırmış ve derhal her taraf donatılmıştır. Öyle ki İstanbul, ilk defa olarak baştanbaşa kırmızı-siyaha boyanmış ve ay-yıldıza kavuşmuş bulunuyordu. Bu sefer Bab-ı Ali de geçen seferki soğukluğunu bırakmış ve bütün devair-i resmiyenin [resmi dairelerin] tezyinini [süslenmesini] emretmiştir. Bundan başka, ikinci garip manzara Rumların da bu bayrama iştirak ederek bayrak çekmeleridir. Ecnebi müessesatı [yabancı kuruluşlar] da kendi bayraklarının yanına Türk sancağını çekmişlerdir. Gece muntazam bir fener alayı tertip edilmiştir.
Bütün gazeteler, sahifelerini Mudanya Konferansı’nın mesut neticelerine hasretmişlerdir [ayırmışlardır]. İstanbul matbuatı bunun Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükumetinin büyük siyasi zaferi olduğunu müttehiden beyan etmekte ve mukaddemat-ı sulhiyeye [barışın başlangıcına] esas demek olan bu mukavelenin, sulh konferansındaki muvaffakiyetlerimizin derecesini bile göstermekte olduğunu söylemektedirler.
Bu zaferi Beyoğlu Yunan matbuatı da saklamamakta ve Türklerin tam bir vatanperver olarak bu neticeleri elde ettiklerini söylemektedirler. Bilhassa (Pronodos) gazetesi şu şayan-ı dikkat cümleleri yazmaktadır:
“Türkler ne kadar icray-ı şadmani eyleseler [sevinirlerse sevinsinler], o kadar haklıdırlar, çünkü bugün milli emellerini tamamıyla tahakkuk ettirmişler ve herkesin bir daha yerinden kalkmamak üzere gömdüğünü zannettikleri Türkiye’yi diriltmişlerdir. Türklerin son senelerde gösterdikleri eser-i rüşt her millet için bir numune-i imtisaldir. Bu son senelerde her şeyden istifadeyi bilmişlerdir. Yunanlılar ise ancak Yunanlılığın mahvına çalışmışlar, Türklerin ise yegâne düşüncesi Türklüğün ihyası olmuştur.” [2]
DİPNOTLAR
[1] Hâkimiyet-i Milliye, 13 Teşrinievvel [Ekim] 1922, No: 633, s. 1, sütun: 1-4
[2] Hâkimiyet-i Milliye, 15 Teşrinievvel [Ekim]1922, No: 634, s. 1, sütun: 1-2

Kutadgu Bilig, Siyasetnâme, Koçi Bey Risalesi ve Devlet Adamlarına Öğütler’de Karşılaştırmalı Bir İnceleme
Özet
Bu çalışma, Türk-İslâm siyaset düşüncesinin dört temel metnini—Yusuf Has Hacib’in Kutadgu Bilig’i (1069-1070), Nizâmü’l-Mülk’ün Siyasetnâme’si (1091), Koçi Bey Risalesi (1631) ve Defterdar Sarı Mehmet Paşa’nın Devlet Adamlarına Öğütler’i (1767)—“ehliyet ve liyakat” kavramı üzerinden karşılaştırmaktadır. İncelemede, devletin bekasının her dönemde liyakatli kadrolara bağlandığı, ancak kavramın içeriğinin tarihi bağlama göre değiştiği ortaya konulmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Ehliyet, Liyakat, Yusuf Has Hacib, Kutadgu Bilig, Nizamü’l-Mülk, Siyasetname, Koçi Bey Risalesi, Defterdar Sarı Mehmet Paşa, Devlet Adamlarına Öğütler, Osmanlı maliyesi
Giriş
Devlet yönetiminde ehliyet ve liyakat, Türk-İslâm siyaset düşüncesinde süreklilik arz eden temel ilkelerden biridir. Erken dönemden itibaren yöneticilerin erdem, bilgi ve adaletle mücehhez kılınması/donatılması gerektiği vurgulanmış; zamanla kurumların bozulması ve mali krizler karşısında bu ilke yeniden gündeme getirilmiştir. Bu çalışmada, Kutadgu Bilig’de normatif ideal, Siyasetnâme’de kurumsal tecrübe, Koçi Bey Risalesi’nde kriz teşhisi ve Devlet Adamlarına Öğütler’de mali disiplin ekseninde ortaya konulan liyakat anlayışları karşılaştırmalı olarak ele alınmıştır.
Gelişme

1. Kutadgu Bilig’de Erdem Merkezli Liyakat
Yusuf Has Hâcib, erdemli ve bilge yöneticiyi devletin temeli olarak görmektedir. Ona göre:
“Bilgisiz kişi iş başına geçerse, iş bozulur, halk perişan olur.” [1]
Dolayısıyla liyakat, daha çok ahlâkî erdem ve bilgelik üzerinden tanımlanmaktadır. Yöneticilik ancak adalet, akıl ve ölçü sahibi kimselere verilmelidir.
2. Siyasetnâme’de Kurum Tecrübesi ve Liyakat
Nizâmü’l-Mülk, Selçuklu pratiği üzerinden liyakati kurum bağlamında ele almaktadır:
“Hükümdar, iş bilmez kişiye memuriyet verirse, o iş harap olur.” [2]
Siyasetnâme’de kadılar, valiler, komutanlar gibi görevler için tecrübe ve dürüstlük vurgulanmaktadır. Rüşvet ve kayırmacılığın devleti çökerteceği sıkça dile getirilmektedir. Burada liyakat, ahlâk kadar kurum işleyişi ve idari tecrübe ile bağlantılıdır.

3. Koçi Bey Risalesi’nde Kriz ve Liyakat Kaybı
Koçi Bey, XVII. yüzyıl Osmanlı krizini, özellikle tımar ve ocak düzeninin bozulmasını ehliyet kaybıyla açıklamaktadır:
“Evvelce tımar ve zeametler iş ehline verilirdi; şimdi para veren ehliyetsizlere tevcih olunur oldu. Bu sebepden asker bozuldu.” [3]
Çözüm olarak “kanun-ı kadîm”e dönüş ve ehil kişilerin iş başına getirilmesi teklif edilmektedir. Burada liyakat, doğrudan askeri-idari düzenin yeniden tesisi ile eş anlamlıdır.

4. Defterdar Sarı Mehmet Paşa’da Mali Disiplin ve Liyakat
Sarı Mehmet Paşa, Osmanlı’nın mali krizini liyakatsizlikle ilişkilendirmektedir:
“Bir iş, ehil olmayanın eline geçerse, defterler bozulur, hazine boşalır, halkın malı telef olur.” [4]
Ayrıca rüşvetle iş göreni, kul hakkı yiyen ve devleti çökerten kişi olarak nitelemektedir. [5] Bu yaklaşım, liyakati özellikle mali doğruluk, dürüstlük ve hesap verebilirlik üzerinden tanımlar.
5. Karşılaştırmalı Tablo
| Ölçüt | Kutadgu Bilig (11. yy) | Siyasetname (11. yy sonu) | Koçi Bey Risalesi (17. yy başı) | Devlet Adamlarına Öğütler (17. yy sonu) |
| Bağlam | Kurucu siyaset felsefesi | Selçuklu idare pratiği | Osmanlı kriz dönemi ıslahnâme | Mali kriz ıslah risalesi |
| Liyakatin Temeli | Erdem, akıl, adalet | Tecrübe, dürüstlük | Kanun-ı kadîm, askeri-idari ehliyet | Mali doğruluk, dürüstlük, hesap verebilirlik |
| Sorun Tespiti | Bilgisiz kişinin iş başına gelmesi | İş bilmez memur, rüşvet | Rüşvetle mansıp tevcihi, tımar bozulması | Defterlerin bozulması, rüşvet, israf |
| Çözüm | İş ehline verilmelidir | Liyakatli kadro, rüşvet yasağı | Eski usule dönüş, ehil atamalar | Ehil memur, şeffaf kayıt, mali disiplin |
| Beka Anlayışı | Halk refahı ↔ devletin uzun ömrü | Nizam ↔ devletin devamı | Disiplin ↔ devletin yeniden dirilişi | Mali denge ↔ devletin bekası |

Sonuç
Kutadgu Bilig’de liyakat, ahlâkî ve erdem merkezli bir normatif ideal olarak ifade edilirken, Siyasetnâme’de kurum tecrübesi, Koçi Bey Risalesi’nde kriz karşısında kanun-ı kadîme dönüş ve Devlet Adamlarına Öğütler’de mali doğruluk üzerinden tanımlanmıştır. Farklı bağlamlara rağmen dört metin de ortak bir görüşte birleşmektedir: Devletin bekası, işlerin ehline verilmesine bağlıdır.
DİPNOTLAR
- Yusuf Has Hâcib, Kutadgu Bilig, Çeviren: Reşit Rahmeti Arat, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 1947, Beyit 2018.
- Nizâmü’l-Mülk, Siyâsetnâme, Hazırlayan: Mehmet Altay Köymen, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1990, 10. bab.
- Koçi Bey, Koçi Bey Risalesi, Hazırlayan: Ali Kemali Aksüt, Türk Tarih Kurumu Yayınları, İstanbul, 1994, s. 42.
- Sarı Mehmed Paşa, Nesâyihü’l-Vüzerâ ve’l-Ümerâ (Devlet Adamlarına Öğütler), Hazırlayan: Mehmet Arslan, Kitabevi, İstanbul, 1996, s. 115.
- Defterdar Sarı Mehmet Paşa, Devlet Adamlarına Öğütler, Derleyen ve Çeviren: Hüseyin Ragıp Uğural, Kültür Bakanlığı Yayınları, İzmir, 1990, s. 124.

Mustafa Kemal Paşaya Göre Amasya Görüşmeleri: Uygulamalar, Yansımalar, Tepkiler ve Vaka Analizleri

Yönetimde Adalet: Kutadgu Bilig, Siyasetname, Koçi Bey Risalesi ve Devlet Adamlarına Öğütler’in Karşılaştırmalı Analizi

Gazi Mustafa Kemal’in Nutuk Adlı Eserini Okuması (15-20 Ekim 1927)
En Çok Okunanlar
Türkler ve Zaferleri3 yıl agoAnafartalar Kumandanı Mustafa Kemal ile Mülakat [Görüşme] (1)
Maarifimizde İstikamet3 yıl agoAİLE KUCAĞINDA VATAN TERBİYESİ
Türk Tarihi3 yıl ago6 EKİM İSTANBUL’UN KURTULUŞ GÜNÜ
Türk İstiklâl Mücadelesi3 yıl agoLOZAN BARIŞ ANTLAŞMASI
Tarihi Toplantılar3 yıl agoİSTİKLÂL MARŞI’NIN YAZILIŞI ve MİLLÎ MARŞ OLARAK KABULÜ
Türk Tarihi3 yıl agoKIZI FERİDE HANIMEFENDİ İLE DAMADI MUHİDDİN AKÇOR, İSTİKLÂL MARŞI ŞAİRİMİZİ ANLATIYOR…
Türk İstiklâl Mücadelesi3 yıl agoMustafa Kemal Paşa’nın Sivas Kongresi’ni Açış Konuşması (4 Eylül 1919)
Türk Tarihi3 yıl agoCABER KALESİ [TÜRK MEZARI (MEZAR-I TÜRK)]









