Connect with us

Türk İstiklâl Mücadelesi

Rauf Orbay’ın Anlatımıyla İstanbul’un İşgali (16 Mart 1920)

Published

on

İngilizlerin Meclisi Basma İhtimali

İngilizlerin mütareke şartlarına aykırı olduğu kadar, hak ve adalet mefhumlarıyla bağdaşmayan hareketlerle de kalmayarak, İstanbul’da bütün gözleri yıldırmak hevesine kapılıp, bir şeyler yapmağa hazırlandıkları duyulduğu günlerde, Sultan Vahdettin de, herhalde kendi hesabına bazı tehlikelere maruz kalabileceği endişesiyle telâşa düşerek, Mebusan Meclisi riyasetinden, (içine bilhassa benim de katılmam kaydıyle) bir mebuslar heyetinin gidip, kendisini ziyaret etmesini istemişti. Meclisin kabul ettiği bu ziyaret, Padişahın tensibi ile Mart’ın 15 inci günü, öğleden evvel yapılacaktı. Heyet de, benimle Meclis Başkanı Celâlettin Arif ve Konya Mebusu Vehbi Hoca Efendiden mürekkep olarak seçilmişti. Fakat o sabah Meclis Başkanlığına alelâcele bildirilen:

Zatı Şâhâne münharifül mizaç olduklarından Meclis heyetini ancak yarın sabah kabul buyuracaklardır” tarzında irade-i seniyye ile ziyaret ertesi güne bırakılmıştı.

Bu sırada, biz bazı yakın arkadaşlarımla, İngilizlerin herhangi bir taarruzuna uğramak ihtimalini düşünerek, böyle bir durumda Meclisten gayri bir yerde yakalanmamak için, evlerimize uğramayıp geceleri başka yerlerde kalmak kararını vermiş olduğumuzdan, ben de birkaç gündür, asıl ikametgâhım olan Beyoğlu’nda Ağa Camiinin karşısındaki sokakta Naum Paşa apartmanına uğramamakta ve dostlarımdan ticaretle meşgul Hâşim Beyin Şişli’deki apartmanında kalmakta idim.

“Bin Lirayı Alda Gel”

Gece yarısı, Mustafa Kemal Paşa’dan acele bir telgraf geldi. Mahrem muhaberemize vasıta olan Harbiye Nâzın Fevzi Paşa’nın (Çakmak) Seryaveri Salih Beyin (Omurtak) bana gönderdiği bu telgrafta, Mustafa Kemal Paşa: “Osmanlı Bankasıyla bin lira gönderildi. Al da, gel” diyordu. Ben de derhal: “Evvelce kararlaştırdığımız gibi, namus borcumuzu yapacağız. Meclisi bastırmak için orada kalacağız. Aksi takdirde bize güvenerek burada kalanlar kendilerine haber verilmeden aralarından ayrılışımıza muğber olurlar da içtimaa devam ederlerse, o zaman meclisin Ankara’da toplanması meselesi ciddî şekilde tehlikeye girer.” şeklinde cevap verdim.

16 Mart [1920] günü sabahı, uyanır uyanmaz, ilk işimiz bermutat gazeteleri aramak oldu. Fakat o sabah gazeteler gelmedi. Sebebini soruştururken, İngilizlerin ani bir baskınla Şehzadebaşı karakolundan itibaren, şehri yer yer işgal ettiklerini haber aldık. Biraz sonra da, İngilizlerin benim Beyoğlu’nda oturduğum apartmanı basmış ve beni orada bulamayınca, nerede bulunabileceğimi tahkike koyulmuş olduklarını öğrendik. Bu durumda, sokağa çıkarken de ihtiyatlı bulunmak gerekiyordu. Apartmanda kapanıp kalamazdım. İngilizlerin, bulunduğum yeri kolayca keşfedemeyeceklerini de düşünerek, Hâşim Beyin apartmanından çıkıp, arka yolları takiple, doğru Mebusan Meclisine gitmek üzere idim ki, Kâzım Paşa (Orbay) ile Miralay Seyfi Bey ziyaretime geldi. Her ikisi de, sevip saydığım dostlarımdı. Teessür ve heyecan içinde idiler. Böyle ani gelişlerinin sebebini merak ederken, (hemen Ankara’ya gitmek) istediklerini söylediler. O günlerde, hele İngilizlerce mimlenmiş güzide şahsiyetlerin İstanbul’dan, Anadolu’ya geçmeleri ancak gizli yollardan mümkün olabiliyordu. Bizce hazırlanıp tespit edilmiş en emin yolun mebdei: Vaniköy’deki tekke idi.

Gizlice bu tekkeye gidenler, oradan hükumetin kendisinden katiyen şüphelenmemesi için, Maltepe Endaht Mektebi Kumandanlığı vazifesini de almış ve bilahare İstanbul Mebusu olan-Enver Paşa’nın da askeri yaveri- Yenibahçeli Şükrü Bey (Oğuz) tarafından alınıp Maltepe’den itibaren arka yollardan içerilere gönderiliyorlardı.

Kâzım Paşa ile Seyfi Beye de bu yolu tavsiye ettim. Onlar veda ile yanımdan ayrıldıktan sonra, ben de doğru Meclise gittim.

Meclise vardığım zaman, Padişahı ziyarete gitmek üzere Reis Celâlettin Arif Beyi aradım. Makamında bulamadım. Sordum, arattım, bulduramadım. Sarayda bulunmak saati yaklaştığı halde, görünmedi, nerede olduğunu bilen de yoktu. Çaresiz, onun yerine Reis vekili Balıkesir Mebusu Abdülaziz Mecdi Efendiyi alarak, Konya Mebusu Vehbi Efendi de dâhil, heyet halinde Yıldız Sarayına gittik.

“ Zulmün Topu Var, Kal’ası Varsa…”

Giderken yollarda, sağda, solda, cihana hükmedermiş gibi mağrur, dimdik duran süngülü düşman askerlerini gördükçe, yüreğimiz sızlayarak, sesimiz kısılmışçasına, susuyorduk. Fakat itiraf ederim ki, maruz kaldığımız felâketin büyüklüğünü açıkça gösteren bu manzara karşısında, ne benim, ne de yanımdaki arkadaşlarımın, bugünlerin de geçerek yurdun ve milletin kurtulduğu güne kavuşulacağı hakkındaki iman ve ümidimiz katiyen sarsılmış değildi. İngilizler, şimdi kuvvetlerine güvenerek her şeyi yapabilirlerdi, fakat hiçbir zulmün devam etmesine imkân olmadığı gibi, bunun da, Allah’a ve yurtseverliğinden emin olduğumuz millete güvenimiz bâki kaldıkça, sonu geleceğine inanıyorduk. İşte bu duygularla mütehassis olarak Saraya vardık ve derhal huzura kabul olunduk.

Sultan Vahdettin, bizi karşısında görünce gayet soğuk bir eda ile selâmlarımıza mukabele ettikten sonra, yanındaki Başmabeyinci Fuat Beye hitap ile: “Biz nasıl haber aldık, bu işi?“diye sordu.

Fuat Bey, el pençe divan durmuş bir vaziyette, şu cevabı verdi: “Efendim, dün Fransız mümessilliği baş tercümanı geldi. Anadolu’dan gelen birtakım zevatın, İstanbul’un emniyet ve huzurunu ihlâl edecek harekâtta bulunduklarından bahisle, İtilâf devletleri mümessillerinin şehrin asayişini muhafaza için, bir nümayiş yapılmasına karar verdiklerini, ancak bunun, İstanbul’un statükosunu ihlâl edecek bir hareket olmayacağını söyledi.

Vahdettin, bir işaretle Fuat beyi salondan çıkardıktan sonra, bana döndü:

“- İşittiniz mi beyefendi?” dedi. “Bu adamlar her şeyi yaparlar. Yaptıkları bu kadarla da kalmaz. Daha fazlasını yapmağa da cür’et edebilirler. Onun için, Meclisteki konuşmalarınıza dikkat edin.

Ben cevap vereceğim sırada, Konya Mebusu Vehbi Hoca, heyecanını zapt edemedi, benden evvel konuşarak:

“- Efendim!” dedi, “ne yapsalar milleti yıldıramazlar. Millet Hilâfet ve Saltanata sadıktır. Memleketin kurtarılması için uğraşıyoruz. Müsterih olunuz Padişahım!

Fakat Vahdettin hiç de müsterih görünmüyordu. Tekrar etti:

“- Rica ederim, dikkat edin. Bu adamlar, her şeyi yaparlar, Meclisteki sözlerinize dikkat edin…”

Bu sefer, Abdülaziz Mecdi Efendi, heyecanlandı ve oturduğu yerden, pencereden görünen Dolmabahçe önünde demirli düşman donanmasını göstererek:

“- Padişahım” dedi, “bu kâfirlerin zoru işte su kenarına kadar geçer. Ötesinde sökmez. Anadolu pulattır. Memleketin selâmeti için atıldığı mücadelede mutlaka muvaffak olacaktır. Bundan emin olunuz.”

Vahdettin, oralarda değildi. Söylenenleri duymuyormuş gibi, zihninde yerleştirmiş olduğu aynı nakaratın üzerinde duruyordu:

Tekrar ediyorum, akıl için yol birdir” dedi. “Vaziyet meydandadır. İsterlerse, yarın Ankara’ya da giderler.

Vahdettin’in, bütün ruh haletini ve bilhassa şunun bunun tesiri ile gözünde büyüttükçe büyüttüğü düşmanlardan, her arzu ve emellerine kayıtsız şartsız mutavaat edecek dereceyi bulan korkaklığını sarahatle belirten bu sözleri karşısında, ben de kendimi tutamadım:

“- Müsaade buyurun!” dedim. “Misak-ı Millî ile tespit edildiği veçhile, Hilâfet ve Saltanat makamı ile memleketin kurtarılması bahis konusudur. Fakat cereyanı hale göre eğer biz, bu milletin duygularına tercüman olabiliyorsak, şunu arz edelim ki, milletin sizden istediği Meclis kararı olmadan herhangi bir milletlerarası vesikayı imzalamamaktır. Aksi takdirde, istikbali çok karanlık görüyoruz. O kadar ki, akıbetin ne olacağı şimdiden kestirilemez.”

“Koyun” ve “Millet” Benzetmesi

Vahdettin, bu sözlerim üzerine, sinirliliğini açıkça belirten bir tavırla oturduğu koltuktan kalkıp, bakışlarını gözlerime dikerek:

“- Rauf Bey!” dedi, “bir millet var, koyun sürüsü… Buna bir çoban lâzım… O da benim.

Onun bana bu sözü, aynen bir müddet evvel, Ahmet Rıza Beyle birlikte İzzet Paşa Kabinesini tazyik eyledikleri sırada kendisini ziyaretimiz esnasında söylemiş olduğunu da hatırladım, demek ki çobanlık rolünü oynamağa pek hevesli, gerçekten de kararlı ve azimli imiş…

Artık bizim için söylenecek bir şey kalmamıştı. Zaten onun davranışı ile beraber, biz de oturduğumuz koltuklardan kalkmıştık. Karşılaştığımız andaki halden çok daha soğuk bir hava içinde ayrıldık ve doğru Meclise döndük.

Meclis, bir matemgâha dönmüştü. İşgal faciasiyle beyinlerinden vurulmuşa dönen mebuslar, heyecan ve üzüntü içinde, ne yapılması gerektiğini düşünerek, dertleşiyorlardı.  Bizim geldiğimizi görünce, Padişahtan getirdiğimiz haberleri bir an evvel almak merakına düştüler. Meclis Reisi Celâlettin Arif Bey, hâlâ meydana çıkmadığından, Abdülâziz Mecdi Efendi başkanlığında bir grup toplantısı yapılmasına karar verildi.

Abdülâziz Mecdi Efendi, kürsüye çıkarak, Vahdettin ile görüşmemizi, olduğu gibi anlatmağa başladı. Bu gibi görüşmelerde Padişahın, Meclis azalarına – usulen ve nezaketen bir selâm göndermesi âdet olduğu halde- bu sefer, selâm yerine azarlama ve ihtar ile hiç beklenmeyen şeyler geldiğini gören mebuslar, hayretler içinde hayal kırıklığına uğrayarak, hikâyenin sonunu beklerken, Meclis Muhafız Kıtası Kumandanı salona girerek; kapıya gelen bir İngiliz müfrezesinin benimle Kara Vasıf Beyi teslim almak istediklerini haber verdi.

Bunu duyan mebuslar, bir anda feveran ettiler. “Teslim etmeyiz!.. olamaz!., olamaz!.. Silâhla mukabele ederiz.” sesleri ortalığı çınlatıyordu. Bu arada Gümüşhane Mebusu Zeki Bey (Kadirbeyoğlu) ile bazıları, bana hitapla kaçmamı teklif ediyorlardı. Meclis binası, malûm, Fındıklı’da deniz kıyısında olduğundan, bu arkadaşlar için, akla gelen kaçmaktan kolay şey yoktu. Fakat ben hiç sesimi çıkarmıyordum. Bu esnada Sinop Mebusu Yusuf Kemal Bey (Tengirşenk):

“- Arkadaşlar, sakin olunuz, bu işte asıl salâhiyet sahibi Rauf Beydir. O karar versin” deyince, ben de:

“- Şimdiye kadar sizin durumunuz tehlikeye düşmesin diye, sustum. Mademki Meclis taarruza uğramıştır, burada muhafız bölüğü var, emir verilsin, mukavemet etsin. Vazifesini yapsın” dedim.

Bu sözüm üzerine muhafız kıtası harekete geçirilmek istendi ise de Reis Celâlettin Arif Beyin, Meclisten ayrılırken, böyle bir ihtimali düşünerek (Ne maksatla olursa olsun, silâh kullanılmaması) emrini vermiş olduğu anlaşıldığından, muhafız kıtası atıl bir vaziyette kalmağa mecbur oldu.

İdeal Uğruna

Salonda gürültü devam ediyordu. Dâvayı bir an evvel halletmek maksadıyla Trabzon Mebusu Bahriyeli Ali Şükrü Beye; gidip kapıdaki İngiliz zabitleriyle görüşerek, kan dökülmesinin önüne geçmek için ancak beni müzakere salonundan zorla teslim aldıklarına dair yazılı bir vesika verdikleri takdirde, teslim olacağımı bildirmesini söyledim. Ali Şükrü Bey gitti. Fakat Meclisteki arkadaşlardan birçoğu hâlâ, ne suretle olursa olsun, teslim olmamam, kaçmam taraftarı idiler. Çünkü niçin kaçmak istemediğimi bilmiyorlardı. Bir yalı olan Fındıklı Sarayının rıhtımından, oracıkta duran sandal veya motorlardan birine binerek, gözden kaybolmak imkânı bu kadar var iken, dış kapıya gelen İngilizlere teslim olmak elbet akıl kârı değildi. Lâkin o anda ben; nefsimi, kendimi, kendi rahat ve huzurumu ve hürriyetimi dahi uğrunda hiç tereddüde düşmeden feda edebileceğim, başka şeyler düşünüyordum.

Ali Şükrü Bey, İngilizlerle görüştükten sonra, teklifimi kabul ettikleri cevabını getirince, artık salonda ses seda kesildi. Bunun üzerine, İngilizlerden istediğim vesikayı alıp, Meclis riyasetine tevdi ettikten sonra, hâlâ şaşkınlıklarından sıyrılmamış arkadaşlara veda ederek, kapıda bekleyen İngilizlere teslim oldum. Kara Vasıf Bey de aynı şekilde benimle beraber geldi.

Silahlı İngilizler, bizi Meclis kapısında bindirdikleri askerî otomobille doğru Tophane’ye şevkle- şimdi Malûl Gaziler Yurdu olan- tarihî köşke soktular. Ve oradan yine Tophane rıhtımından ufak, köhne ve pis bir gemi ile açıkta demirli bulunan (Benbow) dretnotuna götürdüler ve en alt katta, astsubaylara mahsus olan loş ve havasız bir yere tıktılar. Orada, bizden evvel yakalanmış Edirne mebusları Şeref ve Faik Beylerle diğer bazı mebuslar da vardı.

[Rauf ORBAY, Cehennem Değirmeni Siyasi Hatıralarım 2, Emre Yayınları, İstanbul, 1993, s. 30-38]

Continue Reading
Click to comment

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Türk Tarihi

Mondros Mütarekesi (30 Ekim 1918)

Published

on

Osmanlı Devleti’nin Çöküşü ve Türk İstiklal Mücadelesinin Başlangıç Noktası

Özet

I. Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru Osmanlı Devleti, askerî ve ekonomik açıdan tükenmiş bir hâle gelmiştir. İttifak Devletleri’nin savaşı kaybetmesi üzerine Osmanlı Hükûmeti, ateşkes istemek mecburiyetinde kalmıştır. Bu doğrultuda Osmanlı Devleti adına Bahriye Nazırı Rauf (Orbay) başkanlığındaki heyet, İtilaf Devletleri’ni temsilen İngiliz Amiral Arthur Calthorpe ile 30 Ekim 1918 tarihinde Limni Adası’nın Mondros Limanı’nda görüşerek mütarekeyi imzalamıştır.

Mondros Mütarekesi, Osmanlı Devleti’nin I. Dünya Savaşı’ndan yenilgiyle çıkmasının ardından siyasi, askerî ve ekonomik bakımdan egemenliğini fiilen sona erdirmiştir. Bu mütareke yalnızca bir ateşkes değil, aynı zamanda Anadolu’nun işgale açık hâle getirildiği bir teslimiyet belgesidir. Bu çalışmada, mütarekenin imzalanma süreci, başlıca maddeleri, sonuçları ve Türk millî direnişine zemin hazırlayan etkilerini vaka analizleriyle incelenmektedir.

Anahtar Kelimeler: Mondros Mütarekesi, Osmanlı Devleti, I. Dünya Savaşı, İşgaller, Millî Mücadele

Giriş

I. Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru Osmanlı Devleti askerî ve ekonomik açıdan çöküş sürecine girmiştir. Savaşın başlarında Almanya’nın desteğine güvenen Osmanlı yönetimi, 1918 yılına gelindiğinde Filistin-Suriye Cephesi’nin çökmesiBulgaristan’ın savaştan çekilmesi ve Alman ordularının yenilgiye uğraması üzerine mütareke talebinde bulunmak mecburiyetinde kalmıştır.

Osmanlı Devleti, savaşın sürdürülemeyeceğini anlayarak İngiltere ile doğrudan temas kurmuştur. Bu durumda Sadrazam Ahmet İzzet Paşa, İngilizlerle yapılacak bir ateşkesin, muhtemel işgalleri önleyebileceği umudunu taşımaktadır. Osmanlı delegasyonu, Bahriye Nazırı Rauf (Orbay) başkanlığında Hüseyin Rauf BeyReşat Hikmet Bey ve Sadullah Bey’den teşekkül etmektedir. Mütareke, Osmanlı heyeti ile İngiltere’yi temsilen Amiral Arthur Calthorpe arasında Limni Adası’ndaki Agamemnon zırhlısında 30 Ekim 1918’de imzalanmıştır.

Mütarekenin Maddeleri

Mondros Mütarekesi 25 maddeden ibaret olup, görünürde bir “ateşkes” metni olmasına rağmen Osmanlı egemenliğini fiilen ortadan kaldıran hükümler içermektedir.

1- Çanakkale ve Karadeniz Boğazlarının çevresi ve Karadeniz’e geçişin temini için buraları müttefikler tarafından işgal edilecektir.

2- Osmanlı sularındaki bütün torpil yerleri gösterilecek ve bunları taramak veya yok etmek için yardım istendiği zaman gerekli kolaylık sağlanacaktır.

3- Karadeniz’deki torpil mevzileri hakkında bilgi verilecektir.

4- İtilâf harp esirleri ile Ermeni esirleri ve mevkuf Ermeniler, İstanbul’a getirilecek ve kayıtsız şartsız İtilâf kuvvetlerine teslim olunacaktır.

5- Hudutların emniyeti ve iç asayişin temini için lüzumlu askerden maadasının derhal terhisi (bu asker miktarı Türkiye’nin görüşü alındıktan sonra müttefikler tarafından kararlaştırılacaktır.)

6- Osmanlı karasularında zabıta ve buna benzer hususlar için kullanılacak küçük gemiler müstesna olmak üzere Türk ordularında bulunan bütün harp sefineleri teslim olunacak ve Osmanlı limanlarında mevkuf bulundurulacaktır.

7- Müttefikler, emniyetlerini tehdit edecek bir durum ortaya çıkarsa herhangi bir stratejik noktayı işgal edebileceklerdir.

8- Bugün Türk işgali altında bulunan liman ve demiryolu mahallerinden İtilâf Devletleri kuvvetleri yararlanacaktır. Osmanlı gemileri de ticaret ve terhis hususlarında aynı şartlardan yararlanacaktır.

9- Bütün Türk limanlarında ve tersanelerinde İtilâf Devletleri’ne ait gemilerin tamirine kolaylık gösterilecektir.

10- Toros Tünelleri Müttefikler tarafından işgal edilecektir.

11- İran’ın Kuzeybatı kısmındaki Osmanlı kuvvetlerinin derhal harpten evvelki hudut gerisine çekilmesi hususunda evvelce verilen emir yerine getirilecektir. Maveray-ı Kafkas’ın evvelce Türk kuvvetleri tarafından kısmen tahliyesi emredildiğinden kısm-ı mütebakisi müttefikler tarafından mahalli vaziyet tetkik edildikten sonra talep durumunda tahliye edilecektir.

12- Hükümet muhaberatı müstesna olmak üzere bütün telsiz ve telgraflar İtilâf Devletleri memurları tarafından kontrol edilecektir.

13- Bahri, askeri ve ticari malzemelerin tahripleri durdurulacaktır.

14- Memleketin ihtiyacı temin olunduktan sonra, İtilâf Devletleri’nin kömür ve diğer ihtiyaçlarının Türkiye kaynaklarından sağlanması için kolaylık gösterilecektir.

15- Bütün demiryollarına İtilâf Devletleri kontrol subayları memur edilecektir. Bu meyanda bugün, Osmanlı Hükümeti’nin kontrolünde bulunan Maveray-ı Kafkas demiryolları aksamı dâhildir. Ahalinin ihtiyacının tatmini nazar-ı dikkate alınacaktır. Bu maddeye Batum’un işgali dâhildir. Osmanlı Devleti Bakü’nün işgaline itiraz etmeyecektir.

16- Hicaz, Asir, Yemen, Suriye ve Irak’ta bulunan garnizonlar en yakın İtilâf Devleti kumandanına teslim olacaktır. Kilikya’daki kuvvetlerden asayişi sağlaması için yeterli miktardan fazlası 5. madde gereğince geri çekilecektir.

17- Trablus ve Bingazi’de bulunan Osmanlı subayları en yakın İtalyan garnizonuna teslim olacaktır.

18- Mısrata da dâhil olmak üzere Trablus ve Bingazi’de işgal edilen limanlar en yakın İtilâf garnizonuna teslim olacaktır.

19- Almanya ve Avusturya’nın deniz, kara, sivil memurlarının ve tebaasının bir ay zarfında, uzak yerlerde bulunanlar da bir aydan sonraki mümkün olan en kısa zamanda Osmanlı memleketlerini terk edeceklerdir.

20- 5. madde gereğince terhis edilecek Osmanlı kuvvetlerinin teçhizatı hakkında verilecek talimata riayet olunacaktır.

21- Müttefiklerin menfaatlerini korumak için İaşe Nezareti nezdinde İtilâf Devletleri temsilcileri hazır bulunacak ve kendilerine gerektiğinde bütün bilgiler verilecektir.

22- Türk harp esirleri İtilâf kuvvetleri nezdinde muhafaza edilecektir.

23- Türk Hükümeti, Merkezi Devletler ile münasebetini kesecektir.

24- İtilâf Devletleri, Vilayat-ı Sitte (altı vilayet) de karışıklık çıkarsa, bu vilayetlerin herhangi bir kısmını işgal etme hakkına haizdirler.

25- Müttefiklerle Osmanlı Hükümeti arasında muhasamat 1918 senesinin 31 Ekim’inde tatil edilecektir.

Bu hükümler, Osmanlı Devleti’nin askeri ve idari yapısının İtilaf Devletleri kontrolüne geçmesi anlamına gelmektedir.

Vaka Analizi: İşgallerin Başlangıcı (1918–1919)

Mütarekenin 7. maddesi, “güvenliği tehdit eden bölgelerin işgal edilebileceği” hükmüyle İtilaf Devletleri’ne sınırsız yetki tanımıştı. Bu maddeye dayanarak:

  • 3 Kasım 1918’de İngilizler Musul’u,
  • 13 Kasım 1918’de İtilaf donanması İstanbul’u,
  • 15 Mayıs 1919’da Yunan ordusu İzmir’i işgal etti.

Bu işgaller, mütarekenin “barış”tan çok “teslimiyet” anlamına geldiğini açıkça göstermiştir.

Sonuçlar

  1. Osmanlı Devleti fiilen sona ermiştir. Devletin askerî ve siyasî egemenliği ortadan kalkmıştır.
  2. Boğazlar üzerindeki Türk egemenliği bitmiştir. İstanbul’un güvenliği tehlikeye girmiştir.
  3. İtilaf Devletleri Anadolu’yu işgale başlamış, ülkenin bütünlüğü fiilen bozulmuştur.
  4. Halkta direnme bilinci doğmuştur. Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri, bu işgallere tepki olarak kurulmuştur.
  5. Mustafa Kemal Paşa, bu şartlar altında Anadolu’ya geçerek millî direnişi örgütlemeye başlamıştır.

Tarihi ve Siyasi Değerlendirme

Mondros Mütarekesi, Osmanlı Devleti için siyasi bağımsızlığın kaybedilmesi, Türk milleti içinse millî bilincin uyanması anlamına gelmektedir. Mütareke hükümleri, kısa sürede Sevr Antlaşması’na dönüşmüş; ancak Anadolu’da doğan Kuvâ-yi Milliye hareketi bu teslimiyet sürecini tersine çevirmiştir.

Bu bağlamda Mondros, yalnızca bir “son” değil, aynı zamanda bir “başlangıç noktası”dır. Türk tarihinin en karanlık dönemlerinden biri, yeni bir devletin doğuşuna zemin hazırlamıştır.

Sonuç

30 Ekim 1918 tarihli Mondros Mütarekesi, Osmanlı Devleti’nin siyasî varlığını fiilen sona erdirirken, Türk milletinin bağımsızlık mücadelesini başlatan kıvılcım olmuştur. Bu süreç, Türk milletinin kendi kaderini belirleme hakkını savunduğu bir dönüm noktasıdır.

Mütareke ile birlikte Anadolu, işgal ordularının sahnesine dönüşmüş; fakat aynı topraklarda Millî Mücadele’nin liderleri doğmuştur. Bu sebeple Mondros, Türk tarihinin hem “çöküş hem de yeniden doğuş belgesi” olarak değerlendirilebilir.

Kaynakça

Akşin, Sina. Kısa Türkiye Tarihi. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2017.

Armaoğlu, Fahir. 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi (1914–1995). Ankara: Alkım Yayınevi, 2014.

Karal, Enver Ziya. Osmanlı Tarihi, Cilt IX: Birinci Dünya Savaşı ve Mondros Mütarekesi. Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1996.

Orbay, Rauf. Cehennem Değirmeni: Siyasi Hatıralarım. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2010.

Sonyel, Salahi R. Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika, Cilt I (1918–1923). Ankara: Türk Tarih Kurumu, 2005.

Zürcher, Erik Jan. Modernleşen Türkiye’nin Tarihi. İstanbul: İletişim Yayınları, 2018.

https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/detay/353/Mondros-M%C3%BCtarekesi, Erişim: 31.10.2025

Continue Reading

Türk İstiklâl Mücadelesi

Mustafa Kemal Paşaya Göre Amasya Görüşmeleri: Uygulamalar, Yansımalar, Tepkiler ve Vaka Analizleri

Published

on

Giriş

Amasya Görüşmeleri, Millî Mücadele’nin dönüm noktalarından biri olarak Osmanlı Devleti’nin son döneminde milli egemenliğe dayalı yeni bir siyasi düzenin temellerinin atıldığı kritik bir müzakere safahatını temsil etmektedir. 20–22 Ekim 1919 tarihlerinde Mustafa Kemal Paşa başkanlığındaki Heyet-i Temsiliye ile İstanbul Hükûmeti adına Bahriye Nazırı Salih Paşa arasında gerçekleşen bu görüşmeler, millî iradenin siyasî meşruiyet kazanmasında ve Misak-ı Millî’nin şekillenmesinde belirleyici rol oynamıştır. Mustafa Kemal’e göre Amasya Görüşmeleri, sadece iki siyasi merkez arasındaki bir diplomatik temas değil, aynı zamanda Anadolu’da gelişen millî hareketin, Osmanlı yönetimince resmen tanındığı tarihî bir dönüm noktasıdır. Bu çalışma, Mustafa Kemal’in bakış açısından Amasya Görüşmeleri’nin uygulamalarını, iç ve dış yansımalarını, dönemin farklı kişilerinin tepkilerini ve bunlara dair önemli vaka analizlerini inceleyerek, görüşmelerin Türk millet-devletinin kuruluş safhasındaki rolünü değerlendirmektedir.

Mondros Mütarekesi’nin ardından Osmanlı Devleti’nin toprakları işgal edilmeye başlanmış ve devletin egemenliği fiilen ortadan kalkmıştır. Bu dönemde İstanbul Hükûmeti’nin pasif tutumu, işgallere karşı Anadolu’da yerel direniş hareketlerinin doğmasına sebep olmuştur. Mustafa Kemal Paşa önderliğinde Erzurum (23 Temmuz – 7 Ağustos 1919) ve Sivas (4–11 Eylül 1919) kongreleri toplanmış, milli egemenliğe dayalı bir mücadelenin çerçevesi çizilmiştir.

Ancak bu kongrelerin ardından millî hareketin siyasi meşruiyetinin sağlanması ve Osmanlı Hükûmeti tarafından tanınması büyük önem arz etmiştir. Bu bağlamda Amasya Görüşmeleri, yalnızca bir uzlaşma arayışı değil, millî iradenin resmî tanınmasının önemli bir adımı olarak değerlendirilmiştir. Mustafa Kemal’in ifadesiyle, “Amasya, millî mücadelenin siyasî meşruiyetini kazandığı yerdir.”

I. Amasya Görüşmeleri

1. Heyet-i Temsiliye’nin Resmî Tanınması

Amasya Görüşmeleri ile birlikte Heyet-i Temsiliye, İstanbul Hükûmeti tarafından ilk kez resmî bir muhatap olarak kabul edilmiştir. Mustafa Kemal’e göre bu, Anadolu’daki hareketin “isyancı” olmaktan çıkıp siyasî bir otorite hâline gelmesinin göstergesidir.

2. Meclis-i Mebusan’ın Yeniden Açılması Kararı

Görüşmelerin en somut sonucu, Meclis-i Mebusan’ın yeniden toplanması yönünde İstanbul Hükûmeti’nin verdiği söz olmuştur. Mustafa Kemal bu adımı, “millî iradenin kurumlaşması yönünde en önemli adım” olarak nitelendirmiştir.

3. Millî Mücadele’nin Meşrulaşması

Görüşmeler, İstanbul yönetiminin Heyet-i Temsiliye ile doğrudan müzakereye oturması sayesinde millî hareketin meşruiyetini artırmış, Anadolu halkının desteğini güçlendirmiştir.

II. Yansımalar: İç ve Dış Politika Açısından

1. İç Siyasette Yansımalar

  • Meşruiyetin Kurumlaşması: Millî hareket, artık devlet içinde resmî olarak tanınan bir tüzel kişilik hâline gelmiştir.
  • Halk Desteğinin Artması: Görüşmeler, Anadolu halkının millî mücadeleye güvenini artırmış, yerel cemiyetlerin birleşmesini hızlandırmıştır.
  • Osmanlı Hükûmeti’nin Zayıflığı: Mustafa Kemal’e göre İstanbul’un bu görüşmelere mecbur kalması, Osmanlı merkezî otoritesinin çaresizliğini ortaya koymuştur.

2. Dış Politikadaki Yansımalar

İtilaf Devletleri, Osmanlı Hükûmeti’nin Anadolu ile uzlaşma çabalarını dikkatle takip etmiş ve millî hareketin ciddiye alınması gerektiğini fark etmiştir. Bu durum, uluslararası alanda da millî mücadelenin tanınırlığını artırmıştır.

III. Tepkiler: Dönemin Aktörlerinin Yaklaşımları

1. İstanbul Hükûmeti’nin Tepkisi

İstanbul yönetimi, Anadolu’daki hareketi tamamen bastıramayacağını anlamış ve zaman kazanma amacıyla uzlaşmacı bir tavır sergilemiştir. Ancak bu tavır, kısa süre sonra Misak-ı Millî kararlarının ilanı ile yerini sert bir çatışmaya bırakacaktır.

2. Anadolu’daki Komutanlar ve Halkın Tepkisi

Millî Mücadele’nin lider kadroları ve halk, görüşmeleri büyük bir zafer olarak değerlendirmiş, Mustafa Kemal’in liderliği daha da pekişmiştir.

3. İtilaf Devletleri’nin Tepkisi

İtilaf Devletleri, Osmanlı’nın zayıflığını bir kez daha görmüş ve Anadolu’daki gelişmeleri yakından takip etme kararı almıştır. Özellikle İngiltere, millî hareketin gelecekteki gücünü ciddiye almaya başlamıştır.

IV. Vaka Analizleri

Vaka 1: Meclis-i Mebusan’ın Toplanması ve Misak-ı Millî

Amasya Protokolleri doğrultusunda Meclis 12 Ocak 1920’de açılmış ve kısa süre içinde Misak-ı Millî kararlarını kabul etmiştir. Bu kararlar, millî mücadelenin siyasi hedeflerini resmî hâle getirmiştir. Ancak bunun üzerine İstanbul işgal edilmiş ve Meclis kapatılmıştır. Mustafa Kemal, bu gelişmeyi “millet iradesinin artık durdurulamaz gücü” olarak değerlendirmiştir.

Vaka 2: TBMM’nin Açılışına Giden Yol

Meclis’in kapatılması, millî hareketin Ankara’da bağımsız bir yasama organı kurma kararlılığını pekiştirmiş ve 23 Nisan 1920’de TBMM’nin açılmasına yol açmıştır. Amasya Görüşmeleri bu yolun ilk siyasî adımı olmuştur.

Vaka 3: Millî Mücadele’nin Meşruiyetinin Uluslararasına Taşınması

Görüşmeler, Anadolu hareketinin yalnızca yerel bir isyan değil, uluslararası bir mesele olduğunu göstermiştir. Bu durum, Lozan’a giden yolda diplomatik zemine işlerlik kazandırmıştır.

Sonuç

Mustafa Kemal’e göre Amasya Görüşmeleri, Millî Mücadele’nin siyasî olgunluk aşamasına geçişinin sembolüdür. Bu görüşmelerle birlikte Anadolu hareketi ilk defa Osmanlı Devleti tarafından tanınmış, millî irade siyasi meşruiyet kazanmış ve Meclis-i Mebusan’ın yeniden açılmasıyla milli egemenliğin kurumlaşması yönünde önemli bir adım atılmıştır.

Amasya Görüşmeleri, yalnızca bir diplomatik müzakere değil; Osmanlı’nın çözülme sürecinde yeni bir siyasi düzenin habercisidir. Mustafa Kemal’in önderliğinde bu hamle, milli egemenliğe dayalı yeni bir devletin temellerini atmış ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna giden yolda önemli bir kilometre taşı olmuştur.

Kaynakça

Kemal Atatürk, Nutuk Cilt: I 1919-1920, M. E. B. Devlet Kitapları, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1970

Kemal Atatürk, Nutuk Cilt: III Vesikalar, M. E. B. Devlet Kitapları, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1969

Faik Reşit Unat, “Amasya Protokolleri”, Tarih Vesikaları, Sayı: 3 (18) Mart 1961, Milli Eğitim Bakanlığı Türk Kültür Eserleri Bürosu, s. 359-365

Şerafettin Turan, Türk Devrim Tarihi Cilt II, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1992.

Kazım Karabekir, İstiklal Harbimiz, Emre Yayınları, İstanbul, 1995.

Ali Fuat Cebesoy, Millî Mücadele Hatıraları, Temel Yayınları, İstanbul, 2000.

Sina Akşin, İstanbul Hükümetleri ve Millî Mücadele, Cilt II. Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2004.

Continue Reading

Mustafa Kemal Atatürk

Gazi Mustafa Kemal’in Nutuk Adlı Eserini Okuması (15-20 Ekim 1927)

Published

on

Gazi Mustafa Kemal, Nutuk’u Cumhuriyet Halk Fırkası’nın İkinci Büyük Kongresi’nde 15 Ekim 1927 Cumartesi günü saat 10.00’da okumaya başladı. 2 Eylül l927’de seçimler yapılmıştı. Yeni Meclis 1 Kasım’da açılacaktı. Gazi, kürsüye Cumhuriyet Halk Fırkası Reisi Umumisi, bugünkü ifadeyle CHP Genel Başkanı olarak çıktı. Konuşması, altı gün sürdü. Günde altışar saatten 36 saat 31 dakika konuştu. Son gün, 20 Ekim l 927’de altı oturum yapıldı. Gençliğe Hitabe‘yi söyleyip kürsüden indiğinde saat 20.25’ti.

Nutuk metnini bizzat Gazi Mustafa Kemal okumuştur. Vesika sunuşlarına sıra geldiğinde Gazi her vesikayı kürsüden, Kongre’de kâtiplik yapan Ruşen Eşref [Ünaydın] Bey’e uzatmış, vesikalar onun tarafından okunmuştur.

Mebusların ve vilayet delegelerinin oluşturduğu Kongre, 15-23 Ekim 1927 tarihleri arasında dokuz gün sürmüştür. Dinleyici olarak askeri erkândan başka yabancı devlet temsilcileri de Kongre’yi takip etmiştir. Gazi Mustafa Kemal’in Nutuk’undan sonra, Erzurum Mebusu Necip Asım [Yazıksız] Bey şu önergeyi sunmuştur: “Fırkamızın Umumi Reisi, Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal Hazretleri’nin Milli Mücadele ve İnkılap Tarihimiz hakkındaki beyanat ve izahatını büyük bir hürmet ve takdir ile dinledik. Bütün vatanperverane icraat ve hizmetleri, vatan ve milletin kurtuluş ve yükselişini temin eden Gazi Hazretleri’nin Nutuk1arının tamamen ve harfiyen tasvip edilmesini ve millet namına Kongre Genel Kurulu’nun imzalarıyla yazılı olarak teşekkür ve takdirler sunulmasını Büyük Kongre’ye arz ve teklif ederim, efendim.” Önerge oybirliği ile kabul edilmiş ve bütün Kongre üyeleri tarafından tek tek imzalanmıştır.

Nutuk’un müsveddesi T. C. Genelkurmay-Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı (ATASE) Arşivi’nde bulunmaktadır. Gazi, bazı bölümlerini kendisi yazmış, bazı bölümlerini yazdırmıştır. Müsveddeler üzerinde düzeltmeler, çıkarmalar ve eklemeler vardır. Gazi Mustafa Kemal, hazırlık aşamasında, toplanan yüzlerce vesikayı tek tek elden geçirmiş ve düzenlemiştir. Ayrıca kişilerin bilgisine başvurulmuştur. Gazi, yazdıklarını ilgili kişilere okuyup saatlerce tartışmış ve son şekli vermiştir. Önemli bir bölümü Ankara’da Çankaya’daki çalışma odasında kaleme alınmış. Son bölümleri de İstanbul’da Dolmabahçe Sarayı’nda yazılmıştır.

En son şeklin verildiği ve baskıya giden metin, Türk Hava Kurumu Müzesi’nde bulunmaktadır.

Nutuk’un 1927 tarihli ilk basımı “Nutuk/ Mustafa Kemal Tarafından” (543 +[2] sayfa) ve “Nutuk/ Muhteviyata Ait Vesaik” (303 +[2] sayfa) başlığıyla iki cilt halinde, büyük boy yayımlanmıştır. Üzerinde “Türkiye’de tab ve neşir hakkı Türk Tayyare Cemiyeti’ne tevdi buyurulmuştur” kaydı bulunmaktadır. Basım yeri Ankara, Türk Ocakları Heyeti Merkeziye Matbaası’dır. Cildin başında Gazi’nin “Gazi M. Kemal” imzalı fotoğrafı yer almaktadır. Arka kapakta bir cep içinde üç harita ve yedi kroki vardır. Hepsi numaralı olarak ilk 100 bin adet basılmıştır. Metinde başlıklandırma yapılmamıştır. Sadece bazı satırbaşlarında paragraf işareti, bölüm sonlarında üç yıldız bulunmaktadır. Vesikaların sıra numarası vardır. “Trakya Teşkilatına Ait Vesaik” numarasız ol arak “Vesikalar“ın sonuna eklenmiştir.

Nutuk’un 1927 Türk Tayyare Cemiyeti basımı dışında ayrıca 2000 adet lüks basımı yapılmıştır. Bu basım da iki cilttir. Bazı paragrafların baş harfleri süslü ve büyük yazılmıştır. Sayfa zeminleri renkli, çevresi de süslüdür. Türk Tayyare Cemiyeti, Nutuk’un bu basımını İstanbul’da Ebüzziya Matbaası’na yaptırmıştır.

Gazi Mustafa Kemal’in fotoğrafı ve haritalar Ahmet İhsan (Tokgöz) Matbaası aracılığıyla Viyana’da Elbemühl Matbaası’nda basılmıştır.

Nutuk, kâğıt ve ciltlerinin kalitesi ve süslemelerine göre 5, 10, 25, 45, 50 ve 500 lira fiyattan satılmıştır. 10 adet özel basılan ve ciltlenen Nutuk, Gazi Mustafa Kemal’e, TBMM Reisi’ne, Başvekil’e ve Erkanıharbiyei Umumiye Reisi’ne ve İnkılap Müzesi’ne armağan edilmiştir. Dört adedi de beş yüz lira karşılığında koleksiyonculara satışa sunulmuştur. Ciltleme, İstanbul’da Zelliç Matbaası’nın mücellithanesinde yapılmıştır. 10 adet özel ciltlenen Nutuk’un süslemeleri İstanbul’da Medreset-ül-hattatin adıyla anılan okulun sanatçıları tarafından düzenlenmiş, kuyumculuk işlerini İstanbullu kuyumcular yapmıştır.

Nutuk’un yeni harflerle ilk basımı 1934’te İstanbul, Devlet Matbaası’nda yapılmış­ tır. Üç cilt halinde yayımlanan Nutuk’un birinci cildi BMM’nin açılacağını bildiren genelge ile bitiyor. İkinci cilt BMM’nin açılışıyla başlıyor. Üçüncü cilt vesikalara ayrılmış. Birinci cildin başında A. Kampfın çizdiği Atatürk portresi yer alıyor. Metin içine fotoğraflar konulmuştur. Metnin yan tarafına eklenen konu başlıkları Faik Reşit Unat tarafından hazırlanmıştır. Harita ve krokiler ciltle birliktedir. İlk iki ciltte dizin bulunmaktadır. 1934 baskısının saklanan kalıpları aynen kullanılarak, l938’de, sadece metin bölümü tek cilt olarak Kültür Bakanlığı’nca yayımlandı.

Nutuk, bütün dünyada ilgi gördü ve yabancı dillere çevrildi. Aralık l927’de Oriente Moderno dergisinde yayımlanan 30 sayfalık İtalyanca özetinden sonra, l928’de Almanca çevirisi iki cilt olarak “Gasi Mustafa Kemal Pascha, Der Weg zur Freiheit 1919-1920 Die neue Türkei 1919-1927, Rede, gehalten von Gasi Mustafa Kemal Pascha in Angora vom 15. bis 20 Oktober 1927 vor den Abgeordneten und Delegierten der Republikanischen Volkspartei” ve “Gasi Mustafa Kemal Pascha, Die Dokumente, zur Rede” başlıklarıyla Leipzig’de K.F. Köhler Yayınevi tarafından basıldı. Yine aynı yayınevi tarafından 1929’da “Discours dıı Ghazi Moııstapha Kemal, President de la Republique Turque, Octobre 1927” başlığıyla Fransızcası; “A Speech delivered by Ghazi Mustapha Kemal, President of the Tıırkish Repııblic, October 1927” başlığıyla İngilizcesi yayımlanmıştır. Fransızca ve İngilizce basımlarda çeviren adı yoktur. Almanca baskısında Nutuk’un “yazarının gözetimi altında hazırlanan Fransızcasından” Dr. Paul Roth tarafından çevrildiği belirtilmektedir.

Rusça basımı en kapsamlı olanıdır. 1929-1934 yılları arasında “Put Norny Turtsii 1919-1927” başlığıyla dört cilt basılmıştır. Esere ayrıca Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün yaşamöyküsü, Türk İnkılabı‘nı anlatan 45 sayfalık bir giriş bölümü, açıklayıcı notlar, geniş bir ad ve kavram dizini, dizinli sözlük, zaman dizimi çizelgesi, fotoğraflar, görsel belgeler eklenmiştir.

KAYNAKÇA

Kemal Atatürk, Nutuk, Cilt: I, 1919-1920, M. E. B. Devlet Kitapları, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1970

Kemal Atatürk, Nutuk, Cilt: II, 1920-1927, M. E. B. Devlet Kitapları, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1969

Kemal Atatürk, Nutuk, Cilt: III, Vesikalar, M. E. B. Devlet Kitapları, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1969

Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt: 19, Nutuk I (1927), Kaynak Yayınları, İstanbul, 2006

Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt: 20, Nutuk II (1927), Kaynak Yayınları, İstanbul, 2007

Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt: 21, Nutuk III Vesikalar (1927), Kaynak Yayınları, İstanbul, 2007

https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/detay/878/Atat%C3%BCrk%E2%80%99%C3%BCn_Nutuk_Adl%C4%B1_Eseri

https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/detay/499/Nutuk%E2%80%99un-Dil-ve-%C3%9Cslup-%C3%96zellikleri

Continue Reading

En Çok Okunanlar