Maarifimizde İstikamet
KURULUŞUNUN 85. YILDÖNÜMÜNDE “TALİM VE TERBİYE”NİN TÜRK EĞİTİM VE KÜLTÜR POLİTİKALARINDAKİ YERİ
Published
3 yıl agoon
By
drkemalkocakGİRİŞ
Eğitim sisteminin birbirini tamamlayıcı iki önemli görevi bulunmaktadır. Birinci görev, milletin kültürünü meydana getiren sağlam ve kalıcı değerleri genç kuşaklara aktararak milletin sürekliliğini sağlamaktır. İkinci görev, toplumun yaşayışında/davranışlarında istenilen bir takım değişiklikleri gerçekleştirmek; toplumun gelişmesini, ilerlemesini ve çağdaşlaşmasını sağlamaktır. Eğitim, bu görevlerin ikisini birden yerine getirmekle yükümlüdür. Bunlardan birincisi gerçekleşmediğinde toplumda kopukluk olur, milletin sürekliliği tehlikelerle karşılaşır. İkinci görev gerçekleşmediğinde, toplum geri kalır, çağın gelişmelerine ayak uyduramaz, varlığı tehlikeye düşer.
Kültür; bir milletin duygu, düşünce ve davranış kalıplarını, belirli dönemlerdeki bilgi, sanat ve beceri birikimlerini, kendi varlığı hakkındaki tarih şuurunu ve milletin belirginleşen objektif sosyal yapısına sahip olan sistemler bütününü, din, ahlak, dil, sanat ve edebiyat ile ekonomik ve teknolojik kurumların biçim ve içeriklerini kapsayan tarzları biçiminde anlaşılmakta/tanımlanmaktadır.
Bir milletin hissettiği duygular, ortaya koyduğu düşünceler, gösterdiği davranış ve beceriklikler, ürettiği bilgiler, somutlaştırarak anıtlaştırdığı estetik değerler (güzel-çirkin), biçimlendirdiği sosyal yapılar, uyguladığı dini (helal-haram), ahlaki (iyi-kötü), hukuki (haklı-haksız), ekonomik ve teknolojik sistemler ve tarih şuuru gibi unsurlar, o milletin zaman içinde yaşadığı sosyal gerçeklik(realite)lerdir.
Kültür, tarihi bir birikimdir. Bu birikim, tarih içinde meydana gelen şartların özüne dokunamadığı iman, kanaat ve bilgiler ile davranışların bütünüdür. Tarihi birikimin sonucu maddi ve manevi kültür değerleri oluşur.
Bu değerlerin, toplumun bütün kesimlerinde bütünleştirici bir tesir göstermesi milli şuura yol açar. Milli şuur; toplumun kimliğine sahip çıkması, kendine güvenmesi, yeni mal, hizmet ve fikir üretmesi, tarih içinde devam etme arzusu ve inancıdır. (1)
“Türk Milli Eğitimi”nden sorumlu yetkililer, çağdaş topluma olumlu bir tavır takınma ihtiyacı duymuşlar ve yapıcı düşüncelerle, Türk milletinin bütün fertlerini gelecekteki sosyal, kültürel ve ekonomik hayat rolleri için hazırlamak üzere eğitim-öğretim programları geliştirmişlerdir. Bilim ve teknoloji, sosyal yapı, aile ve çalışma hayatı gibi alanlarda meydana gelen değişiklikler, Türk milletinin ihtiyaçlarını ve “Türk Milli Eğitimi”nin amaçlarını etkilemektedir. Bu etkileme, eğitim sisteminde düzenlemeler yapılmasını gerekli kılmaktadır. Yapılan düzenlemeler programlarla netlik kazanmaktadır. Eğitimde meydana gelen değişmelerin ve yapılan araştırmaların sonuçları, programlar aracılığı ile eğitim-öğretim kurumlarına/öğrencilere ulaştırılmaktadır.
Türkiye’de, millî eğitim hizmetlerini; Anayasa, 430 sayılı Tevhidi Tedrisat Kanunu, 1739 sayılı Millî Eğitim Temel Kanunu, kalkınma plân ve programları doğrultusunda yürütmek üzere Millî Eğitim Bakanlığı kurulmuştur (2).
Talim ve Terbiye Kurulu, bakanın “en yakın bilimsel danışma ve karar organı”(3) olarak bakanlık merkez teşkilâtındaki yerini almıştır.
Bu çalışmada, “Talim ve Terbiye’nin Türk Millî Eğitim ve Kültür Politikalarındaki Yeri”,”anlayış, hükûmet programları, görevlerin yerine getirilmesi” bakımından incelenip değerlendirilmiştir.
Cumhuriyetten günümüze eğitim ve kültür politikalarını, siyasî iktidarları hükûmet programları ve bu programlara göre eğitim ve kültür alanındaki uygulamalar biçimlendirmiştir. Eğitim ve kültür politikalarının uygulamalarında, iç ve dış politika etkileyici ve düzenleyici rol oynayabilmiştir. Buna göre, Cumhuriyetten günümüze eğitim ve kültür politikaları, programlara ve ders kitaplarına yansımalarının gerçekleşme durumuna göre başlıca beş (Türk Tarih Tezinin Etkisinde Millileştirme Dönemi, Kültürde Hümanizma Akımının Etkili Olduğu Dönem, Çok Partili Hayat – Demokratikleşme Dönemi, Türk – İslâm Sentezinin Etkili Olduğu Dönem, Küreselleşme-Avrupa Birliği Müzakere Süreci) dönemde/zaman sürecinde incelenebilir: Eğitim ve kültür politikalarının gerçekleşme durumu, Talim ve Terbiye’nin Millî Eğitim Bakanlığı merkez, taşra ve yurtdışı teşkilâtındaki etkisi(yeri)ni ortaya koyacaktır.
A. CUMHURİYETTEN GÜNÜMÜZE YENİ TOPLUM DÜZENİ
1. Türk Tarih Tezinin Etkisinde Millileştirme Dönemi ( 1923 – 1938 )
Cumhuriyetle başlayan Yeni Toplum Düzeni, Gökalp’in düşüncelerinin etkisinde şekillenmiştir. Gökalp, bir otokton düşünür özelliği ile Türk İnkılâbı’nın manevî babası olarak kabul görmektedir. Gökalp, Osmanlı toplumunun ortak bir din etrafında birleşen, fakat millet seviyesine henüz ulaşmamış, ümmet kimliğine sahip olduğunu ileri sürmüştür. Tek başına dinî inançlar milletleşme süreci için yeterli olamadığından; milletleşme olgusu için dil, kültür ve duyguda birlik temel hareket noktasıdır. Ümmetten millete geçiş, dilde ve duyguda birliğe ulaşmakla gerçekleşebilir. Batı, bu çizgiyi takip etmiş ve millet seviyesine yükselmiştir(4).
Eğitimin amacı, millî devleti gerçekleştirmekti. Bu özelliği ile eğitim, Türk İnkılâbı’nın elinde yeni bir araç konumundadır. İdeal bir toplum için, öncelikle plânlanmış ve düzenlenmiş bir eğitim ön plânda yer almaktadır. Eğitimden iki amacı gerçekleştirmesi beklenmektedir. Bunlar :
a. Ümmetten millete geçişin plânlanması,
b. Millî kültür ekseni etrafında milletleşme sürecinin hazırlanmasıdır.
Bunun için, hareket noktası olarak “ millî kültür “ kavramının ve kaynaklarının belirlenmesi gerekmektedir. Öncelikle, kültürün Asyatik yapısına yönelinmiş, dil ve tarih tezlerine dayalı yeni bir kimlik anlayışı ortaya konulmuştur.
Türk İnkılâbı, dil ve tarih tezleri ile din de Gökalp’in gündeme getirdiği ladini (laicus) kavramıyla yeni bir biçime kavuşmuştur. Bu durumda, Türk İnkılâbı’nın köklere dönmek suretiyle Batılılaşma çizgisinde yürümeyi hedeflediği söylenebilir. Bu dönemde millî eğitim; dil, tarih ve din alanında yapılan düzenlemeler için taşıyıcı görevini üstlenmiştir.
Türk toplumu, dilde, duyguda ve düşüncede köklere yönelik bir tarih şuuru kazanmak suretiyle milletleşme sürecine ulaşabilmiştir. Milletleşme, tasada ve kıvançta ortak duyguların bir yansımasıdır.
Gökalp, Yeni Toplum Düzeni için İslâmlaşma, Türkleşme ve Batılılaşma tezini ileri sürmüş ve belirli bir süre etkili olmuştur. Cumhuriyet yönetimi, bir süre sonra Laikleşme, Batılılaşma ve Türkleşme sloganlarını benimseyerek Gökalp’ten ayrılmıştır(5).
Atatürk döneminde, milletleşme sürecinde takip edilen millî eğitim politikası temelde bir kimlik arayışı biçiminde tezahür etmiştir. Günümüzde, kimi kişi ve grupların, resmî teori/resmî tez diye niteledikleri yargılar, aslında milletleşme olgusunun bir restorasyonu olarak kabul edilebilir. Dil ve tarih şuurunun canlanışı, milliyetçiliğin yükselişidir.
Türk Tarih Kurumu aracılığında, Gazi Mustafa Kemal’in çok yakın ilgisi ve bir takım Avrupalı Türkologların desteğiyle Türk Tarih Tezi ortaya atıldı. Buna göre, dünyadaki bütün medeniyetlerin temeli tabiî (doğal) sebeplerle Orta Asya’daki ana yurtlarından ayrılmak mecburiyetinde kalan Türkler tarafından taşınan Türk Medeniyetidir. Türk Tarih Tezi’yle meydana getirilmek istenen millete, tarih vasıtasıyla millî şuur aşılanmak hedeflenmiştir.
Cumhuriyet dönemi hükûmet programlarında eğitim ve kültür politikaları, Atatürk’ün ve dönemindeki fikir ve Devlet adamlarının koydukları esaslara göre tespit edilmiş ve uygulanmıştır. Atatürk’ün ölümünden sonra ise, Atatürk ilkeleri esas olmasına ve Millî Eğitim Bakanlığı programlarına yansımasına rağmen, hükûmetler döneminde aynı titizlik ve cesaretle uygulama imkânı bulamamıştır.
Fevzi, Çakmak başkanlığında, 25 Nisan 1920’de kurulan Muvakkat İcra Encümeni’nin programı 3 Mart 1920’de açıklanmıştır. Dr. Rıza Nur’un Maarif Vekili olduğu İcra Heyeti programındaki esaslar şunlardır(6):
“ Maarif işlerindeki gayemiz; çocuklarımıza verilecek terbiyeyi her manası ile dinî ve millî bir hâle koymak ve onları cidal-i hayatta muvaffak kılacak, istinadgâhlarını kendi nefislerinde bulduracak kudret-i teşebbüs ve itimad-ı nefis gibi seciyeler verecek, müstahsil bir fikir ve şuur uyandıracak bir derece-i âliyeye i’sâl eylemek, tedrisat-ı resmiyeyi, bütün mekteplerimizi en ilmî, en asrî olan esasat ile kavâin-i sıhhiye dairesinde yeniden tanzim ve programlarını ıslah etmek, mizac-ı millete ve şerâit-i coğrafiye ve iklimiyemize, ananât-ı tarihiye ve ictimaiyemize muvafık ilmî ders kitapları meydana getirmek, halk kütlesinden lügatları toplayarak dilimizin kamusunu yapmak, bizde ruhu milliyi nemalandıracak âsâr-ı tarihiye, ebediye ve ictimaiyeyi erbâbına yazdırmak, âsâr-ı atika-ı milliyeyi tescil ve muhafaza eylemek, garb ve şarkın müellefât-ı ilmiye ve fenniyesini, dilimize tercüme ettirmek, hasılı bir milletin hıfzı hayat ve mevcudiyeti için en mühim âmil olan maarif umûruna dikkat ve gayret-i mahsusa ile çalışmaktır. Bugün ise ilk işimiz mekâtibi mevcudeyi hüsn-i idare etmektir “.
Maarif Vekâletinin ilk teşkilâtı:
1. Program Heyeti,
2. İlk Tedrisat Müdürlüğü,
3. Orta Tedrisat Müdürlüğü,
4. Hars (Kültür) Müdürlüğü,
5. Sicil ve İstatistik Müdürlüğü,
Olmak üzere beş birimden ibarettir. Bakanlığın “danışma birimi” olan Program Heyeti, Talim ve Terbiye Kurulu’nun temeli/çekirdeğidir. 1921’de Program Heyeti, maarifçe kendilerine gönderilen eserleri inceleme hizmetlerini yürütmekle görevli “ Telif ve Tercüme Dairesi”ne dönüşmüştür.
Türk İstiklâl Harbi’nden sonra yıkılan ülkeyi yeni baştan kurmak için, diğer kurumlarda olduğu gibi eğitim kurumunda da Türk İnkılâbı’nın birer parçası olarak çeşitli kurumların yönetimindeki dağınıklığı ortadan kaldırmak ve öğretimi devletin gözetim ve denetiminde yapmak için, 3 Mart 1924’te 430 sayılı Tevhid-i Tedrisat (Öğretim Birliği) Kanunu çıkarılmıştı. Kanunun hükümleri şöyledir:
Madde 1 – Türkiye dahilindeki bütün müessesatı ilmiye ve tedrisiye Maarif Vekaletine merbuttur.
Madde 2 – Şer’iye ve Evkaf Vekaleti veyahut hususi vakıflar tarafından idare olunan bilcümle medrese ve mektepler Maarif Vekaletine devir ve raptedilmiştir.
Madde 3 – Şer’iye ve Evkaf Vekaleti bütçesinde mekatip ve medarise tahsis olunan mebaliğ Maarif bütçesine nakledilecektir.
Madde 4 – Maarif Vekaleti yüksek diniyat mütehassısları yetiştirilmek üzere Darülfünunda bir İlahiyat Fakültesi tesis ve imamet ve hitabet gibi hidematı diniyenin ifası vazifesiyle mükellef memurların yetişmesi için de aynı mektepler küşat edecektir.
Madde 5 – Bu kanunun neşri tarihinden itibaren terbiye ve tedrisatı umumiye ile müştegil olup şimdiye kadar Müdafaai Milliyeye merbut olan askeri rüşti ve idadilerle Sıhhiye Vekaletine merbut olan darüleytamlar, bütçeleri ve heyeti talimiyeleri ile beraber Maarif Vekaletine raptolunmuştur. Mezkür rüşti ve idadilerde bulunan heyeti talimiyelerin ciheti irtibatları atiyen ait olduğu Vekaletler arasında tahvil ve tanzim edilecek ve o zamana kadar orduya mensup olan muallimler orduya nispetlerini muhafaza edecektir.(Ek: 22/4/1341 – 637/1 md.) Mektebi Harbiyeden menşe teşkil eden askeri liseler bütçe ve kadrolariyle Müdafaai Milliye Vekaletine devrolunmuştur.
Madde 6 – İşbu kanun tarihi neşrinden muteberdir.
Madde 7 – İşbu kanunun icrayı ahkamına İcra Vekilleri Heyeti memurdur.
Tevhid-i Tedrisat Kanunu, millî eğitim hizmetlerinin yürütülmesinde “ Anayasa, 1739 sayılı Millî Eğitim Temel Kanunu ile kalkınma plan ve programları”(7) ile birlikte Millî Eğitim Bakanlığının teşkilât ve görevlerine ilişkin esasların düzenlenmesinde gözetilecek çerçevelerden biridir.
22 Kasım 1924 tarihinde kurulan ikinci Fethi Okyar hükûmetinde Maarif Vekili Şükrü Saraçoğlu’dur. Hükûmetin programı şöyledir (8) :
“ Meclis-i Alinizin yüksek karariyle tevhid-i tedrisât esaslarını kabul ederek selamet yolunu bulmuş olan Maarifimizi aynı yolda yürütmek ve Türk vatanına talim ve terbiyenin muhtaç olduğu intizam ve inzibat altında yeknesak terbiye ve tahsil ile mücehhez, hayat için hazırlanmış gençler yetiştirmek gayemiz olacaktır. Halkımızın maarife karşı gösterdiği büyük alâkayı bihakkın tatmin edebilmek üzere muallim noksanının telâfisine çalışmak ve alelumum mektep programlarıyla mektep teşkilâtının istikrarını temin için lüzumsuz tebeddülâttan ictinap etmek vazifemizdir “.
8 Kasım 1928’de kurulan dördüncü İsmet İnönü Hükûmetinin Millî Eğitim Bakanlıklarını sırasıyla Mustafa Necati, İsmet İnönü(vekil), Vasıf Çınar ve Cemal Hüsnü Taray yapmıştır. Hükûmetin programı şöyledir (9) :
“ Türk harflerinin bütün vatandaşlara kapılarının önünde ve işlerinin başında öğretilebilmesi için daha bu sene içinde millet mektepleri teşkilâtı yapacağız. Bu teşkilât şehir ve köy, bütün yurdu kaplayarak, vatandaşların işlerinin maişetlerinin en müsait devirlerinde ve yanlarında ya iki aylık ya da dört aylık kurslar açılacak, şehirde ve köyde mekteplere, muayyen ictima mahallerine gelmeğe vakitleri müsait olmayan vatandaşlar için seyyar muallim teşkilâtı yapılacak; devletin en büyüğünden en küçüğüne kadar bütün memurları millet mektepleri teşkilâtında ihtiyaca göre çalışacaklar. Reisicumhur Hazretleri millet mektepleri teşkilâtının umumî reisliğini ve baş muallimliğini kabul buyurmuşlardır. Bu teşkilât ile bir senede vatandaşların maişet hayatındaki düzeni hiç sarsmaksızın geçkin yaşlara birkaç yüzbin nüfusu okutabileceğimizi hesap ediyoruz…”
22 Mart 1926’da 789 sayılı “Maarif Teşkilâtına Dair Kanun”la eğitim politikasını belirlemek için, Türk dili ve diğer bilimsel sorunlarla uğraşacak “ Dil Heyeti”, eğitim-öğretim işleriyle uğraşacak “Millî Talim ve Terbiye Dairesi” olmak üzere iki danışma organı kurulmuştur.
Dönemin Maarif Vekili Mustafa Necati, 9 Şubat 1926’da “Millî Talim ve Terbiye Dairesi”nin kurulması lüzumunu şöyle belirtmiştir(10):
“Malumunuzdur ki, Maarif Vekâletinde devamlı olarak Talim ve Terbiye işlerini yapacak bir daire kurulmuş değildir. 1923 senesinden beri zaman zaman toplanan ilmî heyetlerle bu görevin yapılması düşünülmüş ise de bu mümkün olmamıştır. Her müterakki memleketin merkez teşkilâtında en önemli görevleri yapan bu ilmî heyetler hakkında özet fikir vermek için bir misal vereceğim. Bu misal Fransa’dır. Fransa’da bir eğitim yüksek meclisi vardır ki prof-gramlarda ve teşkilâtta azamî söz ve rey sahibidir.
Maarif teşkilâtımızı ilmî esaslar üzerine kurmak, terbiye ve tedris sitemlerimizi memleketin ihtiyaçlarına ve muasır medeniyet şartlarına uygun olarak düzenlemek için yetkili kişilerle bizim de böyle bir teşkilât vücuda getirmemize katî ihtiyaç vardır.
Maarif Vekâleti içinde maarifin esas şartlarını, programını uzun tetkiklerle ancak böyle bir heyet hazırlayabilir. Bu heyet hakkında Heyet-i Vekilece kabul edilen ve meclise sevkedilen kanunda özel madde vardır. Bu heyete şahsım adına bir ehemmiyet-i mahsusa vermekte olduğumu söylemeyi zaid görmem. Genel eğitimimizde bizi muayyen usullerle muayyen hedefe götürecek ancak böyle kuvvetli bir teşkilâtın düşünerek, okuyarak, tetkik ederek vereceği kararlardır.”
789 sayılı kanun gereğince, Bakanlar kurulu kararı ile Millî Talim ve Terbiye Dairesi’nin teşkilât ve görevlerini düzenleyen bir yönetmelik kabul edilmiştir. 28 Mart 1926 gün ve 3393 sayılı yönetmeliğin 1’inci maddesinde dairenin görevleri şöyle belirtilmiştir:
“Madde 1- 22 Mart 1926 tarihli kanuna göre teşkil edilen Millî Talim ve Terbiye Dairesinin vazifeleri şunlardır:
a. Millî Eğitimle ilgili yönetmelik, tüzük ve kanun tasarılarını hazırlamak, incelemek ve mevcut yönetmelik, tüzük ve kanunlarda değişiklik yapılmasına ihtiyaç görülen husular hakkında Bakanlığa teklifte bulunmak,
b. Her derece genel ve meslek okullarının programlarını doğrudan doğruya veya uzmanlar vasıtasıyla düzenlemek ve değiştirmek,
c. Darülfünun şubeleri da dahil olduğu hâlde, yüksek ve orta dereceli her çeşit okulların yeniden kurulması veya lağvedilmesi hususunda görüşlerini bildirmek,
d. Okullarda kabul ve uygulanacak eğitimi ve öğretimin amaçları, sistem ve usulleri hakkında karar almak,
e. Gençleri Cumhuriyet esasına göre hazırlayacak ve okullarda Millî Terbiyeyi kuvvetlendirecek tedbirler almak,
f. Okulların derecelerini tayin ve imtihan usulleri ve mezun olma şartları hakkında karar almak,
g. Halkın terbiye ve aydınlatılması için tedbirler düşünmek,
h. Mevcut öğretmenlerin meslekî bilgi ve güçlerini artırmak için gerekli tedbirleri almak,
i. Türk öğrencilerinin yabancı ülkelerde öğrenim meselesi ile Maarif Vekâletinin yabancı ülkelerden getireceği her çeşit uzmanlar hakkında fikrini söylemek,
j. İlk ve orta dereceli okullarda okutulmak üzere yazılan kitapları incelettirmek ve bunlardan öğretim programına uygun ve pedagojik şartları taşıyanları kabul etmek ve onamak,
k. Bakanlık hesabına bastırılması gereken okul kitaplarını tespit etmek,
l. Yabancı dilde yazılmış pedagojik mecmua ve kitapları takip etmek, Türkiye öğretmenlerine faydalı olanlarını aynen veya özet hâlinde yayımlamak,
m. Maarif Vekâletinin ilmî risale ve mecmualarını yayımlamak,
n. Bakanlık hesabına bastırılmak üzere dışardan verilip Bakanlık Makamınca kurula gönderilen ilmî eserleri doğrudan doğruya tetkik ederek veya uzmanlarına tetkik ettirerek kabul veya reddetmek.”
22 Haziran 1933 tarih ve 2287 sayılı “Maarif Vekâleti Merkez Teşkilâtı ve Vazifeleri Hakkında Kanun”la, bilimsel danışma organları olarak Maarif Şûrası ile Millî Talim ve Terbiye Heyeti kurulmuştur. 2287 sayılı kanunun bazı maddelerini değiştiren 9 Haziran 1937 tarih ve 3225 sayılı kanunla “Maarif Şûrası” “Millî Eğitim Şûrası”na, “Millî Talim ve Terbiye Heyeti” “Talim ve Terbiye Kurulu”na dönüştürülmüştür.
1 Kasım 1937’de kurulan Celâl Bayar Hükûmetinde Millî Eğitim Bakanı Saffet Arıkan’dır. Hükûmetin programı şöyledir (11) :
“ Parti programımızdaki direktiflere göre, millî kültür sistemimizin inkişafına azami gayret vereceğiz.
İlköğretim her bakımdan üzerinde en çok duracağımız ve en çok ehemmiyet vereceğimiz mevzudur.
Aile ocağından sonra millî kültür ile ilk temas ilkokullarda başlıyor. Genç vatandaşlar her şeyi benimseyen ve henüz kabiliyeti teessüs etmemiş olan taze zekâsı ile ancak en doğruyu en iyiyi ve en güzeli öğretecek bir müesseseye emanet edilebilir.
İlk tahsilde alınan fena intibaları müteakiben düzenleyebilecek âli bir tahsil sistemi henüz icad edilmemiştir.
Fena bir ilk öğretim, fena bir hayata başlayış demektir. Bu genç vatandaşın karakterinin teşekkülüne mani olur ve hatta bozabilir, bunun içindir ki, ilköğretime en çok ehemmiyet vereceğiz. En kıymetli en iyi yetişmiş ve en kıymetli elemanlarımızı bu işte ve bu iş için adam yetiştirmekle kullanacağız. İyi bir ilkokul öğretmenini en yüksek bir okul öğretmeninden mahiyet itibari ile daha az mühim bir vazife almış saymıyoruz ve kendilerini hayatı ile refahları ile ve bu mühim vazifeyi başarış kabiliyetleri ile en yakından alâkadar olmakta devam edeceğiz… “
“… Millî kültür bakımından büyük önemi olan ve şefin ilim ve kültür sahasında en büyük abidelerinden biri hâlinde daima yükselecek bulunan tarih ve dil araştırmalarımıza ve bunlarla alâkadar işlere hususî ehemmiyet vermeğe devam edeceğiz..”
2. Kültürde Hümanizma Akımının Etkili Olduğu Dönem ( 1938 – 1950 )
Bu dönemde; Atatürk döneminde gerçekleştirilmesine çalışılan millî tarih ve millî kültüre dayalı Asyatik kökenli milliyetçilik ideolojisi, “ Kültürde Hümanizma “ teziyle millî köklerden koparılarak Greko-Lâtin kaynaklara dönüşmüştür. Millî kültür politikası yerine Türk Hümanizması olarak bilinen akım, millî kültür tezinin alternatifi olmuştur. Böylece, çok isabetli ve rasyonel kararlarla başlatılan milletleşme olgusu, suyu geçerken at değiştirme anlamında bir çıkışla millî köklerden koparılarak Greko-Lâtin kaynaklara yönlendirilmiştir(12).
Eğitimin yön değiştirmesi denilebilecek bu sapma Türk milletini Batıya değil, Batının köklerini meydana getiren kültlere götürmüştür. 1923 – 1938 yılları arasında devam eden millî eğitim politikası, farklı bir eksene dayandırılmak suretiyle, kimliğinden soyutlanarak “ üniversalizme “ dönüştürülmüş; yeryüzünde “ tek medeniyet ve kültür vardır “ ilkesine bağlı kültür hümanizması modeli Türk eğitim sisteminin programlarını etkilemiştir. Bu programın özellikleri şöyle sıralanabilir :
a. Sistemli ve sürekli bir çeviricilik,
b. Bizden önce bu yollardan geçen milletlerden alınacak dersler,
c. Tarihimizi bu yönde aydınlatmak.
Tarih kitapları ile kültür eserlerinde Rönesans ve Reform hareketlerine daha çok yer verildiği, Lâtin -Yunan hümanizması ayrıntılı bir biçimde ele alınmış olmasına rağmen, Atatürk’le başlayan Orta Asya’ya yönelik millî kültür geleneği devreden çıkarılmıştır. Hümanist politika, tarih öğretiminde ağırlığını daha açık bir biçimde hissettirmiştir. Nitekim 15 – 21 Şubat 1943 tarihleri arasında Ankara’da toplanan İkinci Maarif Şûrasının açılış konuşmasında Maarif Vekili Hasan Ali Yücel, tarih programlarının ( muhtevanın ) yüklü oluşu sebeplerini şöyle sıralamaktadır (13) :
“… a) Türk milletinin en eski ve geniş tarihe malik olması,
b) Garp medeniyetine olan alâkalarımız dolayısıyla garp milletleri tarihi üzerinde durmamız,
c) Bütün tarih boyunca kurduğumuz devletlerin ve başka milletlerle olan münasebetlerimizin çokluğu,
d) Cumhuriyet ve İnkılâp tarihimizi çocuklarımızın yetişmesi bakımından teferruatlı şekilde okutmak lüzumu… “
Bu dönemin uygulamalarına aşağıdaki çarpıcı örnekler verilebilir :
9 Temmuz 1942’de kurulan birinci Şükrü Saraçoğlu Hükûmetinde Maarif Vekili Hasan Ali Yücel’dir. Hükûmet programı Türklük şuuru ile başlamakta ve yapılan hamleler sıralanmaktadır (14) :
“ Biz Türküz, Türkçüyüz ve daima Türkçü kalacağız. Bizim için Türkçülük bir kan meselesi olduğu kadar lâakal o kadar vicdan ve kültür meselesidir. Biz azalan ve azaltan Türkçü değil, çoğalan ve çoğaltan Türkçüyüz. Ve her vakit bu istikamette çalışacağız…”
Avrupa’da faşizm çöktükten sonra, ülkemizde ırk teması üzerinde yapılan biyolojik ve morfolojik ölçmeler son bulmuştur. İkinci Dünya Savaşı içinde Başbakan Saraçoğlu’nun ifade ettiği ırk ve kan temaları, Almanların Stalingrat mağlubiyetinden sonra işitilmez olmuştur. Türk Milliyetçiliğinin temsilcilerinden Alparslan Türkeş’in de içinde bulunduğu birçok kişi “ Irkçılar ve Turancılar “ nitelemesiyle 1944’te kovuşturmaya uğramışlardır. Bu arada Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetinin Sovyetlerle olan ilişkileri bozulmuş, hükûmetin A.B.D.’ye yaklaşma teşebbüsleri başlamıştır. Bunun üzerine, Alparslan Türkeş ve arkadaşları Askerî Yargıtayın kararı ile hapisten çıkmışlardır. Milletleşme sürecinde, milliyetçi ideolojinin yükselmesi ve sapmalar göstermesi üzerinde, içi ve dış politika ilişkilerinin düzenleyici rolünün bulunduğunu söylemek gerekmektedir(15).
Böylece, ülkemiz 1923-1950 döneminde üç önemli köklü değişiklik yaşadı. Birincisi, Osmanlıdan Cumhuriyete geçiş önemli bir sosyo-kültürel sancıyla gerçekleştirilmiştir. İkincisi, ümmetten millete dönüşüm, ferdî olmaktan ziyade toplumun tarihî kimliğini etkileyen temellerin hareketlenmesini sağlamıştır. Üçüncüsü, yeni bir düzen, yeni bir kimlik aşılama süreci başlatmıştır. 1923-1950 yılları arasındaki 27 yıllık süre içinde ortaya çıkan bu üç radikal atılım istikrarlı, akılcı ve köklere yönelik bir millî eğitim politikasının uygulanmasını engellemiştir. Bu durum, 1950’ler sonrasında, millî kimliğini kazanmış bir eğitim politikası yerine, bu üçlü eğilimin yansımasına sebep olmuştur.
3. Çok Partili Hayat – Demokratikleşme Dönemi ( 1950 – 1980 )
Bu dönem; birinin yaptığını, öteki yıkan ve bu çelişkili kültür politikası dolayısıyla eğitim felsefesi çizgisinin belirsizlikler içine çekildiği bir dönemdir(16).
“ Çok partili döneme geçiş ile birlikte, yeni iktidar Devrimleri tutan ve tutmayan devrimler olarak yargılamış, özellikle Atatürk Milliyetçiliği ve Laiklik ilkesinden verilen ödünler genişleyerek günümüze kadar gelmiştir. Bu durum, doğal olarak ders kitaplarına yansımış ve başlangıçta ırksal ve dinsel olarak ayrı ayrı görüntüler sergileyen ideolojik etkiler 1980’den sonra Türk-İslâm Sentezi adı altında uzmanlaşmış görünmektedir “(17).
Bu dönemde, Osmanlı ve ümmet ideolojisinden ayıklanma süreci sonucunda Batıya açılma ve yalnızca Batıcılaşma süreci yanında, Kültürde Hümanizma taraftarları tek kültür ve tek medeniyet anlayışına dayanarak bir bayrak altında toplanmışlardır.
Türk Millî Eğitim Sisteminin oluşumunda; millî kültür politikası, Türk Hümanizması ve Batılılaşma tezine dayalı bu üç eğilim derin izler bırakarak etkili olmuştur. Yerinde bir ifadeyle nesiller “ deneme tahtası “ görevini üstlenmişlerdir. Bir nesil belirli bir süre millî kültür ortamında yetişmiş, ondan sonraki ikinci nesil Greko – Lâtin köklerin etkisinde kalmıştır. Diğer üçüncü nesil, kendilerinden önceki eğitim politikasının silik izlerini taşımakla birlikte yalnızca Batılılaşmayı bir inanç sistemi olarak benimsemiştir.
Bu dönemde yapılan uygulamaların göstergesi olarak aşağıdaki çarpıcı örnekler verilebilir:
22 Mayıs 1950 ve 30 Mart 1951 tarihlerinde kurulan birinci ve ikinci Adnan Menderes hükûmetlerinin programlarında “ millî bir dava hâline getirilen maarif sisteminden ve bir vatan ideali “nden bahsedilmekte ve şöyle denilmektedir(18):
“ Maddî bakımdan ne kadar ilerlemiş olursa olsun, millî, ahlâkî sarsılmaz esaslara dayanmayan, ruhunda manevî kıymetlere yer vermeyen bir cemiyetin, bugünkü karışık dünya şartları içinde kötü akibetlere sürükleneceği tabiidir. Talim ve terbiye sisteminde bu gayeyi göz önünde bulundurmayan, gençliğini millî karakterine ve an’ anelerine göre manevî ve insanî kıymetlerle techiz edemeyen bir memlekette ilmin ve teknik bilginin yayılmış olması, hür müstakil bir millet olarak yaşamanın teminatı sayılamaz. Yıllardan beri sarih bir istikâmetten ve rasyonel bir plândan mahrum olduğu için mütemadî değişikliklere, sarsıntılara uğrayan maarifimizin, milletçe katlanılan büyük maddî fedakârlıklara mütenasip bir verimlilik arz etmediği açık bir hakikattır. Hükûmetimiz, parti programımızda tespit edilmiş esaslar dairesinde, bu büyük millî davayı bir kül hâlinde ehemmiyetle ele almış bulunuyor. Tamamıyle demokratik bir ruh ile ve ilmin son neticelerine göre tespit edilecek geniş ve teferruatlı bir plân için maarif nimetini memleketin her tarafına müsavi şartlarla yaymayı temin edecek kanun tasarılarını hazırlıklarımız biter bitmez yüksek tasvibinize arz edeceğiz “.
“ Gençliğini millî karakterine ve an’anelerine göre manevî, insanî kıymetlerle techiz edemeyen bir memlekette ilmin ve teknik bilginin yayılmış olması, hür ve müstakil bir millet olarak yaşamanın teminatı sayılamaz. Gençliğimizin vatan ideali etrafına toplanmasını hareket noktası olarak alıyoruz “.
3 Kasım 1965 ve 31 Mart 1975 tarihlerinde kurulan birinci ve beşinci Süleyman Demirel hükûmetleri programlarında, millî eğitimde millî şuurun hâkim kılınması ve toplumun bütün kesimlerine yaygınlaştırılması ön görülmektedir(19):
“ Millî eğitim politikamızın temeli; vatandaşın bir kül hâlinde kalkınabilmesine, maddî ve manevî hayatını techiz ederek ve millî şuuru hâkim kılarak yetişmesine yardım etmektir…”
“ Eğitimin milliliğine büyük önem veriyoruz. Millî Eğitimde temel hedefimiz, milletimizin bütün fertlerini, Türk Milletinin millî, manevî, ahlâkî, insanî, sosyal ve kültürel değerlerini benimseyen, koruyan ve geliştiren, ailesini, vatanını ve milletini seven ve daima yüceltmeye çalışan, Türkiye Cumhuriyetine karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış hâline getirmiş büyük ve şanlı tarihimizle iftihar eden, milletimizin geleceğine güvenle bakan, her türlü taklitçilikten uzak, millî, şahsiyetini müdrik, ilim, teknik ve medeniyet yarışında insanlığa örnek olmayı hedef alan vatandaşlar olarak yetiştirmektir…”
12 Mart 1971 Askerî Müdahelesi, devlet teşkilâtında ve bu arada Millî Eğitimde “reform” isteğini ortaya koymuştur. 1971-1973 yılları arasındaki olağanüstü dönemde, kültür işleri Millî Eğitim Bakanlığının görev alanından çıkarılmış, kurulacak yeni bir bakanlık tarafından yürütülmesi sağlanmıştır.
24 Haziran 1973 tarih ve 1739 sayılı Millî Eğitim Temel Kanunu ile Türk Millî Eğitimi “ sistem bütünlüğü” anlayışına göre düzenlenmiştir. Kanunda öngörülen Türk Millî Eğitiminin genel amaçları, “iyi vatandaş, verimli vatandaş, meslek sahibi vatandaş” nitelikleri bakımından, toplumun beklentilerine cevap veren bir anlayışı sergilemiştir.
1739 sayılı Millî Eğitim Temel Kanununun uygulama aşamasında, özellikle 26 Ağustos 1976’da Talim ve Terbiye Kurulu, “millî eğitimimizi millî kültürümüzün özelliklerine göre düzenlemekten sorumlu” (20) olmak anlayışıyla kamuoyuna sesini duyurmuştur. Bu dönemde, öğretim programları ve ders kitaplarında “ Türk Milliyetçiliği”, “Türk Kültür ve Medeniyeti” açık bir biçimde ve ağırlıklı olarak yer almıştır.
1950-1980 döneminde liselerde okutulan tarih kitaplarında yer alan ünite/ konuların ağırlıkları, dönemin geçerli anlayışını örnekleyebilecek niteliktedir.
Tarih Lise I. Sınıf (21) ders kitabında “Türklerin Anayurdu ve Göçleri % 3.7, Ön Asya ve Mısır Uygarlıkları % 34, Yunan Uygarlığı % 23.5 ve Roma Uygarlığı % 28.1 oranında”; Tarih Lise II. Sınıf (22) ders kitabında “Avrupa Tarihi % 35.8, İslâm Tarihi % 18.7, Türk Tarihi % 42.5 oranında”; Tarih Lise I (23) ders kitabında “Adalar Denizi Medeniyeti % 15,4, Türk Tarihi ve Kültürü % 69,2 oranında” yer almıştır.
4. Türk – İslâm Sentezinin Etkili Olduğu Dönem ( 1980 – 2004)
Sosyal değişme; sosyal yapının ve onu oluşturan sosyal ilişkiler ağının ve bu ilişkileri belirleyen sosyal kurumların değişmesi olarak tanımlanmaktadır. Sosyal yapılar, kurumlar ve ilişkiler sürekli değişmektedir. Bu değişmenin hızlı ve yavaş olduğu dönemler olduğu gibi çoğu zaman değişimin yönü de açık değildir. Değişim, özellikle devrimler ve rejim değişikliklerinin olduğu dönemlerde hız kazanmaktadır. Sosyal, ekonomik ve politik yapıdaki önemli değişiklikler ile sosyal güçlerin ve politik grupların etki ve baskılarının sonucu bir takım reformlar gerçekleşmektedir. Sosyal değişmeyi sağlayan sebepler değişiklik gösterdiği gibi bu sebeplerden bazılarının ön plâna çıkması toplumdan topluma farklılık gösterebilmektedir. Eğitim de sosyal değişmenin sebeplerinden biridir(24).
Bu dönemde ; “ çok partili geçiş ile oluşum tohumları atılan, MC hükûmetleri döneminde semiren Türk – İslâm Sentezi, 12 Eylül 1980 Askerî Darbesi’nin hazırladığı ortam sayesinde ( devletin tüm mekanizmalarında olduğu gibi ) ders kitaplarında da millî kültür raporundaki amaçlar çerçevesinde kendini gösterdi. Bozulmuş olan millî kültürü devlet eliyle onarmak ve korumak amacıyla, ideal bir yaşam biçimi olarak görülen Türk – İslâm Sentezi düşüncesi Sosyal Bilimlere ait ders kitaplarına enjekte edilerek istenilen insan tipinin yetiştirilmesi hedeflendi “(25).
Ders programları ve kitaplarında muhtevanın belirlenmesi ve biçimlenmesinde en büyük etkiyi siyasî iktidarlar ve ve bu iktidarların ülkeye ve dünyaya bakış açılarının oluşturduğu söylenebilir. Burada bir tez, diğeri sentez olmak üzere iki ana etkinin söz konusu olduğu ifade edilmektedir(26):
1. Türk Tarih Tezi
Cumhuriyetin ilk yılları, 1920’nin sonları ve 1930’lu yıllar boyunca, Millî Mücadelenin Batıya karşı savunmasında, Türk milletinin kültürel boyuttaki devamının göstergesi olarak ortaya konulmuştur. Türklüğün dünyaya atalığını ve önderliğini işlemiş, milletleşme sürecindeki görevini yerine getirmiştir.
2. DPT’nin 1983 tarihli Millî Kültür Raporu ile Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumunun 1986’da kabul ettiği “ Kültür Unsurlarının ve Kültür Politikasının Tespitinde Uygulanacak Yöntem ve Sorumluluklar “ adlı raporda ifade edilen ve sistemleştirilmeye çalışılan Türk – İslâm Sentezidir.
Gelişmeler karşısında Talim ve Terbiye Kurulu, “1981-1982 öğretim yılından itibaren Yüksek Okullarda okutulacak Türkiye Cumhuriyeti İnkılâp Tarihi dersi öğretim programları”(27) ile “Temel Eğitim II. Kademe Okulları Türkiye Cumhuriyeti İnkılâp Tarihi Dersi Programı”nı(28) hazırlayarak uygulamaya koymuştur. Bu değişme, öğretim programı ve ders kitaplarında, “Türkiye Cumhuriyeti İnkılâp Tarihi Dersi Adının Türkiye Cumhuriyeti İnkılâp Tarihi ve Atatürkçülük Olarak Değiştirilmesi”(29),”Atatürkçülükle İlgili Konuların Öğretim Programlarına Aktarılması”(30) çalışmalarını yapmak üzere Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı bünyesinde “ATATÜRKÇÜLÜK ÜNİTESİ” kurulmuştur.
12 Eylül 1980 Askerî Harekâtı ile başlayan 1980-1983 yıllarını kapsayan dönemde, devlet teşkilâtında ve buna paralel olarak Millî Eğitim Bakanlığında “yeniden örgütlenme” çalışmaları başlatılmıştır. Bakanlıkça yapılan çalışmalar, 1981’de toplanan X. Millî Eğitim Şûrası’nda değerlendirilmiştir. Değerlendirme sonuçlarına göre, sistemi daha iyi yönetebilecek şekilde merkez teşkilâtını küçültmeyi amaçlayan 27.02.1982 tarih ve 8-4334 sayılı Bakanlar Kurulu kararı uyarınca, 1 Mart 1982’de Millî Eğitim Bakanlığı merkez teşkilâtı yeniden düzenlenmiştir.
Bu düzenleme ile merkez teşkilâtı; “esas birimler”, “danışma ve denetim birimleri” ve “ yardımcı birimler” olmak üzere üç grupta toplanmıştır. Talim ve Terbiye Kurulu sıra düzende aşağı çekilirken, Teftiş Kurulu ve İstihbarat Dairesi yukarıya doğru kaydırılmıştır. Bu durum, Talim ve Terbiye Kurulunun Millî Eğitim Bakanlığı merkez ve taşra teşkilâtındaki rolü ve konumu üzerinde bir takım tartışmaların yapılmasına sebep olmuştur. Bu dönemde, Talim ve Terbiye Kurulu kararlarında, üye olarak Bakanlık Müsteşarının imzasının bulunduğu da görülmüştür(31).
Bu dönemde; 1982 Anayasasının 134’üncü maddesine dayanılarak “ Atatürkçü düşünceyi, Atatürk ilke ve inkılâplarını, Türk kültürünü, Türk tarihini ve Türk dilini bilimsel yoldan araştırmak, tanıtmak ve yaymak amacıyla; Atatürk’ün manevî himayesinde, Cumhurbaşkanının gözetim ve desteğinde, Başbakanlığa bağlı; Atatürk Araştırma Merkezi, Türk Dil Kurumu, Türk Tarih Kurumu ve Atatürk Kültür Merkezi’nden oluşan, kamu tüzel kişiliğine sahip Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu “ kurulmuştur.
Aynı maddede “ Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumunun; kuruluşu, organları, çalışma usulleri ve özlük işleri ile kuruluşuna dahil kurumlar üzerindeki yetkileri kanunla düzenlenir “ hükmü ön görülmüştür.
Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumunun kuruluşu, hizmet ve faaliyetleri ile ilgili ilkeleri ve organları; görev, yetki ve çalışma usulleri ile özlük işleri 2876 sayılı kanunla düzenlenmiştir.
Kanunun 4’üncü maddesine göre, Yüksek Kurumun ve bağlı kuruluşlarının bütün hizmet ve faaliyetlerinde Anayasa çerçevesinde uygulanacak ilkeler şunlardır:
a. Millî mücadele ruhu ve bilinci içerisinde; Atatürkçü düşünceye, Atatürk ilke ve inkılâplarına, Türkiye Cumhuriyeti’nin sonsuza kadar var olma şuuruna, kişilerin ve milletin refahına, toplumun mutluluğu inancına, millî kültürümüzü çağdaş medeniyet seviyesinin üstüne çıkarma azim ve kararlılığına bağlı kalmak ve sahip olmak,
b. Topluca Türk vatandaşlarının millî gurur ve iftiharlarda, millî sevinç ve kederlerde, ortak ve bölünmez bir bütün hâlinde, millî kültür ve ülküler etrafında toplanmasını güçlendirecek doğrultuda hareket etmek,
c. Millî dayanışma ve bütünleşmede Atatürkçü düşünce, Atatürk ilke ve inkılâplarını, kültür, dil ve tarih değerlerini, birleştirici bir güç olarak göz önünde tutmak; bu değerlere karşı girişilecek her türlü yabancı ve bölücü akımların bilimsel yoldan çürütülmesini esas almak,
d. Kültür, dil ve tarihî değerlerimizin bilimsel yoldan ortaya çıkarılmasını, belgelenmesini, araştırılıp incelenmesini esas almak,
e. Toplumda yaratılan bütün maddî ve manevî kültür değerlerinin; sürekli, düzenli ve kapsamlı bir şekilde birikimini ve gelecek kuşaklara aktarılmasını temel kabul etmek,
f. Millî bütünlük ve güvenlik gereklerini, millî ahlâk değerlerini ve millî gelenekleri koruyucu ve gözetici doğrultuda hareket etmek,
g. Türk dilinin öz güzelliğini ve zenginliğini meydana çıkaracak, O’nu yeryüzü dilleri arasında değerine yaraşır yüksekliğe eriştirecek, kuşaklar arası anlayışta ve söyleyişte birleştirici yönde hareket etmek,
h. Türk tarihini ve Türkiye tarihini ve bunlarla ilgili konuları, Türklerin medeniyete hizmetlerini inceler ve elde edilen sonuçları yayarken, millî tarihimizin ve millî tarih değerlerimizin birleştirici bir güç olduğunu esas almak ve Türk milletini şanlı geçmişine yaraşan tarihine sahip kılmak.
Talim ve Terbiye Kurulunca hazırlanıp kabul edilerek 1983-1984 öğretim yılından itibaren uygulamaya konulan “Ortaöğretim Kurumları Tarih Programı”nın “AÇIKLAMALAR” başlığı altında: “Anadolu’nun fethi konusunda, bugünü yurdumuzun Bizanslılardan alınışı anlatılırken, Anadolu’da Bizans boyunduruğu altında yaşamış olan Ermenilerle bir sorunumuzun olmadığı üzerinde durulacak, son zamanlarda dış güçlerle desteklenip yabancı ülkelerde elçilik ve müşavirliklerimizde giriştikleri kanlı cinayetler karşısında Türk milletinin, belirli terör odaklarınca düşünülen siyasî oyunların tuzağına düşmeyeceği açıklanacak; Türk milletinin her zaman olduğu gibi davasındaki haklılığının kabulünü sabırla beklediği belirtilecek; yaratılmak istenen olaylar, Türkiye Cumhuriyeti İnkılâp Tarihi ve Atatürkçülük derslerinde işlenen ve bu konu ile ilgili kısımların ışığı altında değerlendirilecektir.”(32) Yönergesiyle, iç ve dış politikadaki gelişmeler karşısında eğitim siteminin anlayış ve tutumu ortaya konulmuştur.
Aynı anlayış ve tutum, kapsamı genişletilerek; “Ermeni, Yunan-Pontus ve Süryaniler ile İlgili Konuların Ortaöğretim Tarih 1, Tarih 2 ve Türkiye Cumhuriyeti İnkılâp Tarihi ve Atatürkçülük Dersi Öğretim Programlarında Yer Alması”(33), “Ermeni Sorunu ile İlgili Konuların İlköğretim 5.ve 7. Sınıf Sosyal Bilgiler Dersi Öğretim Programlarında Yer Alması”(34) konularının; 2002-2003 öğretim yılında ilgili öğretim programları kapsamında işlenmesi, 2003-2004 öğretim yılından itibaren ilgili ders kitaplarına yansıtılması olarak devam etmiştir.
1983 Ortaöğretim Kurumları Tarih Programına göre hazırlanan ders kitaplarından Tarih Lise I (35) hakkında değerlendirme şöyle yapılmaktadır (36) :
“ Selahattin Dikmen – Kemal Koçak Tarih I Lise kitaplarında İbrahim Kafesoğlu – Altan Deliorman ve Yılmaz Öztuna’nın 1976 yılı ders kitaplarında kelimesi kelimesine aynı düşünceyi naklediyorlar. Görüldüğü gibi günümüz ders kitabı yazarlarının büyük bölümü bir inanç ekolü olarak 1976 yılı ders kitabı yazarlarını izlemekte olup aynı doğrultuda II. İdeoloji Harekâtını Lise Tarih kitaplarında başlatmış görünmektedir “.
6 Kasım 1983 seçimleri sonucunda Türkiye’de yeniden sivil iktidar dönemi başlamıştır. Bu dönemde, devlet teşkilâtının tamamında devleti etkili kılacak bazı düzenlemeler yapılması benimsenmiştir. 13 Aralık 1983 günü bir dizi Kanun Hükmünde Kararname çıkarılarak “Bakanlıkların Kuruluş Görev ve Esasları” yeniden düzenlenmiştir.
179(37) sayılı ve daha sonra onu değiştiren 208(38) sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile “Millî Eğitim” ve “Gençlik ve Spor” bakanlıkları kaldırılmış, görevleri yeni kurulan Millî Eğitim Gençlik ve Spor Bakanlığına devredilmiştir. 179 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile 22 Mart 1926 tarih 789 sayılı “Maarif Teşkilâtına Dair Kanun” ile 22 Haziran 1933 tarih ve 2287 sayılı “Maarif Vekâleti Merkez Teşkilâtı ve Vazifeleri Hakkında Kanun” ile ek ve tadilleri yürürlükten kaldırılmıştır.
179 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve eki, Millî Eğitim Gençlik ve Spor Bakanlığı merkez, taşra ve yurtdışı teşkilâtı ile diğer danışma kurullarını korumuştur. Ayrıca, 1739 sayılı Millî Eğitim Temel Kanunu’nun 56’ncı maddesindeki, “Eğitim ve öğretim hizmetinin, Devlet adına yürütülmesinden, gözetim ve denetiminden Millî Eğitim Bakanlığı sorumludur.” hükmüne rağmen, bakanlığın üstünde “Eğitim sistemi ile eğitim ve öğretim plân ve programlarının esaslarını tespit etmek ve uygulamasını değerlendirmek; ilk ve orta dereceli geneli meslekî ve teknik okulların ve eğitim kurumlarının eğitim ve öğretim programlarını incelemek ve onaylamak” görevlerini yapmak üzere “Eğitim ve Öğretim Yüksek Kurulu” kurulmuştur(39). Bu durumda, Talim ve Terbiye Kurulu kararları yedi bakanın onayından geçerek uygulamaya konulur olmuştur. Başka bir deyişle, Millî Eğitim Gençlik ve Spor Bakanının kararları onaylaması yeterli görülmemiş, diğer altı bakanın kararlara katlım, gözetim ve denetimine ihtiyaç duyulmuştur.
3 Kasım 1989’da 385 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile bakanlık tekrar teşkilât değişikliğine uğramıştır. Gençlik ve Spor hizmetleri, Millî Eğitim Bakanlığı görev alanından çıkarılmış ve ayrı bir bakanlık olarak örgütlenmiştir.
Millî Eğitim Bakanlığı merkez, taşra ve yurtdışı teşkilâtı bugünkü hâlini, 3797 sayılı Millî Eğitim Bakanlığının Teşkilât ve Görevleri Hakkında Kanun ile almıştır. Eğitim sisteminin bilgi girişinin düzenli ve etkili duruma getirilmesi ihtiyacının karşılanması için, Talim ve Terbiye Kurulu’nun sistemle bütünleşmesi, “ bilimsel danışma ve karar organı” olarak etkili ve açık durumu getirilmesi çalışmaları gerçekleşmiştir.
1991’de SSCB’nin dağılmasıyla Türk Cumhuriyetleri ve Türk Toplulukları bağımsızlıklarını ilân ettiler. Talim ve Terbiye Kurulu, Türk kamuoyuna Gazi Mustafa Kemal’in aşağıdaki sözlerini hatırlatmakta öncülük etti:(40)
” Bugün Sovyetler Birliği dostumuzdur, komşumuzdur, müttefikimizdir. Bu dostluğa ihtiyacımız vardır. Fakat yarın ne olacağı nı bugünden kimse kestiremez. Tıpkı Osmanlı gibi, tıpkı Avusturya-Macaristan gibi parçalanabilir, ufalanabilir. Bugün elinde sımsıkı tuttuğu milletler avuçlarından kaçabilirler. Dünya yeni bir dengeye ulaşabilir. İşte o zaman Türkiye ne yapacağını bilmelidir…
Bizim bu dostumuzun idaresinde dili bir, inancı bir, özü bir kardeşlerimiz vardır. Onlara sahip çıkmaya hazır olmalıyız. Hazır olmak o günü susup beklemek değildir. Hazırlanmak lazımdır. Milletler buna nasıl hazırlanır? Manevî köprüleri sağlam tutarak. Dil bir köprüdür. İnanç bir köprüdür. Tarih bir köprüdür. Köklerimize inmeli ve olayların böldüğü tarihimizin içinde bütünleşmeliyiz. Onların (dış Türklerin) bize yakınlaşmasını bekleyemeyiz. Bizim onlara yaklaşmamız gerekli…”
Mustafa Kemal ATATÜRK ( 29 Ekim 1933 )
Türk Cumhuriyetleri ve Türk Topluluklarına ilişkin sosyal, ekonomik ve kültürel konular; karşılıklı anlayış ve iş birliği içinde ilköğretim ve ortaöğretim kurumları sosyal bilgiler, tarih ve coğrafya programlarına ve ders kitaplarına yansıtılmıştır(41). Özellikle sosyal bilgiler, tarih ve coğrafya ders kitaplarında yer alan Türk Cumhuriyetleri ve Türk Topluluklarından bazıları ile Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ilişkilerini zedeleyen, kardeşleri “ben ve öteki” konumuna iten zorlayıcı (Yıldırım Beyazit-Timur, Yavuz Sultan Selim-Şah İsmail çekişmeleri gibi)bir takım ifadeler, ders kitaplarından çıkarılmıştır.
29 Ekim – 3 Kasım 1992 tarihleri arasında Kırgızistan’ın başkenti Bişkek’te Eğitim Bakanları Toplantısı yapıldı. Toplantıda dil ve tarih birliği üzerinde durulmuş ve bu çerçevede ortak tarih programı çalışmaları için ayrı bir toplantı yapılması kararlaştırılmıştır. Bunun üzerine, beş Türk Cumhuriyeti temsilcilerinin katılımıyla 26 Kasım – 3 Aralık 1992’de Yalova’da yapılan toplantıda, Ortak Tarih Komisyonu ilkokul, ortaokul ve lise programlarına alınması gerekli görülen muhtevayı belirlemiştir (42) .
Türk Tarih Kurumunun öncülüğünde, 5-9 Eylül 1994’te Ankara’da “ Türk Dünyası Tarih Araştırmaları Kongresi “ toplanmıştır. 1992’de başlayan resmî görüşmelerin bir devamı olarak düşünülen toplantıya, Türk cumhuriyetleri ve topluluklarından 65 tarihçi katılmıştır. Kongrede, Ortak bir Türk Tarihinin nasıl yazılabileceği ya da yazılıp yazılamayacağı tartışılmıştır. Ortak bir Türk Tarihi yazılmasının tek yolunun karşılıklı tarih malzemeleri üzerinde uzun süreli çalışmaktan geçtiği, Türk kültür tarihi ile ülkelerin tek tek tarihinin ayrı ayrı çalışma alanları olduğu birçok tarihçi tarafından ortaya konmuştur.
Özbek tarihçilerin bir kısmı “ Türk “ sözüne karşı çıkmış, Azerilerin önemli bir kısmı ile Türkmen tarihçilerin bazıları, özellikle kültür tarihinde sürekliliği olan gerçekliğin Türklük olduğunu vurgulamışlardır. Ortak Türk Tarihinin yazılmasında, Kırgız tarihçiler “ Türk “ adına karşı çıkmamışlar, büyük ve orta ölçekli hedeflerin şimdilik bir yana bırakılmasını istemişler ve arkeoloji alanında Türk bilim adamlarına çağrıda bulunmuşlardır.
Kalkınma plânları, hükûmet programları ve millî eğitim şûralarında öngörülen hedeflerin gerçekleştirilmesinde yapılan çalışmalar göz önüne alındığında; Talim ve Terbiye Kurulu “ bilimsel danışma ve karar organı”, gerektiğinde “ana hizmet birimi”, “ birimler arası iş birliği ve koordinasyon” olmak üzere çok yönlü ve ağır sorumluluklar yüklenmektedir. Eğitim-öğretim hizmetlerinin, ana hizmet birimlerince etkili, verimli, süratli ve objektif biçimde yerine getirilmemesi durumunda; Talim ve Terbiye Kurulu “ bilimsel danışma ve karar organı” olmaktan çıkmakta, “ana hizmet ve denetim birimi” rollerini oynamaya mecbur bırakılmakta/kalmaktadır.
5. Küreselleşme-Avrupa Birliği Müzakere Süreci ( 2004-….)
Talim ve Terbiye Kurulu; VIII. ve IX. Beş Yıllık Kalkınma Plânları, Recep Tayyip Erdoğan hükümetleri döneminde uygulamaya konulan Acil Eylem Plânı, öte yandan Avrupa Birliği uyum yasaları kapsamında/paralelinde eğitim-öğretim hizmetlerinin “sistem bütünlüğü” anlayışı ile gerçekleştirilmesinde tarihî başrolünü oynamaktadır.
“Eğitilmiş insan gücü, bilgi ve bilim, demokrasi ve yönetim, teknoloji, küreselleşme, sanayi toplumundan bilgi toplumuna geçiş, insan kaynaklarına yapılan yatırım, hayat boyu öğrenme, uluslar arası piyasalardaki rekabet ortamına uyum, Avrupa Birliğine üyelik, Kalkınma Planları, AB’ye sunulan Ulusal Programlar, eğitimde kalitenin ve seviyenin artırılması, eğitimde kalitenin uluslar arası geçerliliği ve kabul edilebilirliği” gibi kavram, olgu, olay, kurum, kuruluş ve yapı/sistemlerdeki değişme ve yenileşmeler, öğretim programlarının yeniden düzenlenmesini gerekli kılmıştır.(43)
Talim ve Terbiye Kurulu, “Tüm dünyada bireysel, toplumsal ve ekonomik alanda yaşanmakta olan değişimi ve gelişimi; ülkemizde de demografik yapıda, ailenin niteliğinde, yaşam biçimlerinde, üretim ve tüketin kalıplarında, bilimsellik anlayışında, toplumsal cinsiyet alanında, bilgi teknolojisinde, iş ilişkileri ve iş gücünün niteliğinde, yerelleşme ve küreselleşme süreçlerinde görmek mümkündür. Tüm bu değişim ve gelişimleri eğitim sitemimize ve programlarımıza yansıtmak bir zorunluluk hâline gelmiştir”(44) tespitini yapmıştır.
4306 sayılı Kanun(45) uyarınca, 1997-1998 öğretim yılından itibaren uygulamaya konulan “Sekiz Yıllık İlköğretim” programları (İlköğretim Türkçe, Matematik, Hayat Bilgisi, Sosyal Bilgiler, Fen ve Teknoloji) geliştirilmiş ve 2004-2005 öğretim yılından itibaren uygulamaya konulmuştur.
Öğretim programlarındaki değişiklik ile 1950’li yıllardan itibaren benimsenen, 1983 ve 1984 yıllarında yeniden belirlenen “davranışçı” yaklaşım/anlayıştan “yapılandırmacı”lığa geçilmiştir. Bu yaklaşıma göre; öğrenci bilgiyi kendisi yapılandırmakta ve kendi öğrenmesini yönetmektedir. Yapılandırmacı öğretim programında değerlendirme, öğretmen ve öğrencilerle birlikte planlanmakta ve gerçekleştirilmektedir. Öğrencilerin belli yorumları yapıp yapamadığı değil yorumları ne derecede iyi biçimlendirebildiği incelenmektedir. Değerlendirme öğrenmenin sonunda yer almamakta, öğrenme süreci ile birlikte devam etmekte ve öğretimi yönlendirmektedir. (46)
Davranışçılıktan yapılandırmacılığa-öğretmen merkezlilikten öğrenci merkezliliğe- dönüştürülen “Eğitim Reformu”nda lokomotif rol üstlenen Talim ve Terbiye Kurulu/Başkanlığı-bürokratik ve örgüt yapısı örtüşmesi ve çelişkisi/çekişmesi- bünyesinde çelişkileri de barındırabilmiştir:
21.03.2003-08.05.2006 tarihleri arasında Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı yapan Prof. Dr. Ziya SELÇUK, “Kemalizm eğitimin yapı taşı olamaz” başlıklı söyleşi(47) ve 12.05.2006-21.02.2008 tarihleri arasında Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı yapan Prof. Dr. İrfan ERDOĞAN “Cumhuriyetin ilk yıllarından beri program geliştirme alanında sağlanan gelişmeleri ve birikimleri iddialı söylemlerle gölgeleyerek gösterilen cesaret, geçiş esnasında gösterilememiştir. Yani 2004 yılındaki program geliştirme çalışmalarına başlarken yapılan temellendirme gibi daha sonra izlenen süreç de yanlış programlanmıştır. Daha önceki müfredatımızın ezberciliğe dayandığı, yeni müfredatla öğrenci merkezli eğitime geçildiği gibi yapay bir milat yaratılmıştır. Eğitim tarihini biraz bilenler öğrenci merkezli eğitime geçildiği konusundaki bu ifadeyi ciddiye almazlar”(48) ifadeleri ile yaşananları/yaşadıklarını kamuoyuyla paylaşma ihtiyacı duymuşlardır.
Cumhuriyet tarihinde ilk defa, Talim ve Terbiye Kurulu’nca kabul edilerek uygulamaya konulan İlköğretim Hayat Bilgisi (1-3), Türkçe (1-5), Matematik (1-5), Sosyal Bilgiler (4-5), Fen ve Teknoloji (4-5) öğretim programlarının iptali istemiyle Danıştay Sekizinci Dairesi’nde dava açılmıştır. Yapılan yargılama sonucunda; İlköğretim Hayat Bilgisi (1,2,3) ve Türkçe (1,2,4,5) öğretim programları iptal edilmiştir.(49)
Talim ve Terbiye Kurulu, Danıştay Sekizinci Dairesini iptal kararına dayanarak; Hayat Bilgisi (1,2,3) ve Türkçe (1,2,4,5) öğretim programlarını 18.05.2008 tarihinden itibaren uygulamadan kaldırmış, düzenlenen aynı öğretim programlarını 18.05.2009 tarihinden itibaren uygulamaya koymuştur. Böylece eğitim hizmetlerinin etkili, verimli, süratli, sürekli ve objektif ilkelere göre yürütülmesinde, görev, yetki ve sorumluluk anlayışında örneklik sergilemiştir.(50)
SONUÇ
Türk eğitim ve kültür politikalarında, iç ve dış politika ilişkilerinin düzenleyici, siyasî iktidarlar ve bu iktidarların ülkeye ve dünyaya bakış açılarının baskın ve etkili rol oynadığı, bu rolün de Talim ve Terbiye Kurulu’nun yerini belirlediği söylenebilir.
Talim ve Terbiye Kurulu’nun, eğitimde değişim yükümlülüğünü üstlendiği gözlemlenmektedir. Yatay ve dikey öğrenci geçişleri/akışları, ilköğretimdeki yöneltme/yönlendirmenin tam anlamıyla anlaşılıp gerçekleştirilmemesi, ölçme-değerlendirmenin; eğitim sektöründen beslenerek varlıklarını sürdüren kişi, kurum ve kuruluşların baskı ve etkisinden kurtarılamaması gibi birçok sistem unsurlarının değişime aynı hız ve zamanda katılmaması/katılamaması gibi gelişmeler; Talim ve Terbiye Kurulu’nun “Türk Milli Eğitim Sistemi”ndeki yerini vazgeçilmez kılmaktadır.
KAYNAKÇA:
AYDA, Adile, ( 1979 ). “ Sadri Maksudi’nin Hayat Hikayesi “, Sadri Maksudi Arsal, Milliyet Duygusunun Sosyolojik Esasları, İstanbul
BEHAR, Büşra Ersanlı, ( 1992 ). İktidar ve Tarih Türkiye’de “ Resmî Tarih “ Tezinin Oluşumu ( 1929 – 1937 ), Afa Yayınları, İstanbul
Birinci Türk Tarih Kongresi, ( 1932 ). Kongrenin Zabıtları Konferanslar Münakaşalar, İstanbul
CİCİOĞLU, Hasan, ( 1985 ). Türkiye Cumhuriyetinde İlk ve Ortaöğretim ( Tarihî Gelişimi ), AÜ Eğitim Bilimleri Fakültesi Yayınları No : 140, Ankara
Devlet Plânlama Teşkilâtı, ( 1963 ). Kalkınma Plânı Birinci Beş Yıl 1963 – 1967, Başbakanlık Devlet Matbaası, Ankara
——————————–, ( 1967 ). Kalkınma Plânı İkinci Beş Yıl 1968 – 1972, Başbakanlık Devlet Matbaası, Ankara
——————————–, ( 1972 ). Yeni Strateji ve Kalkınma Plânı Üçüncü Beş Yıl 1973 – 1977, Başbakanlık Devlet Matbaası, Ankara
——————————–, ( 1979 ). Dördüncü Beş Yıllık Kalkınma Plânı 1979 – 1983, Başbakanlık Devlet Matbaası, Ankara
——————————–, ( 1984 ). Beşinci Beş Yıllık Kalkınma Plânı Millî Kültür Özel İhtisas Komisyonu Raporu, Başbakanlık Devlet Matbaası, Ankara
——————————–, ( 1985 ). Beşinci Beş Yıllık Kalkınma Plânı 1985 – 1989, Başbakanlık Devlet Matbaası, Ankara
——————————–, ( 1989 ). Altıncı Beş Yıllık Kalkınma Plânı 1990 – 1994, Başbakanlık Devlet Matbaası, Ankara
——————————–, ( 1995 ). Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Plânı 1996 – 2000, Resmî Gazete ( 25.07.1995;22354 Mükerrer )
Emin Ali, ( 1924 ) “ Heyet-i İlmiye ve Tarih Programları “, Son Telgraf Gazetesi, 4 Temmuz 1340 ERGÜN, Mustafa, ( 1982 ). Atatürk Devri Türk Eğitimi, AÜ DTCF Yayınları : 325, AÜ Basımevi, Ankara
İĞDEMİR, Uluğ, ( 1972 ). 50. Yılında Türk Tarih Kurumu,
İkinci Türk Tarih Kongresi, ( 1943 ). İstanbul 20 – 25 Eylül 1937, Kongrenin Çalışmaları ve Kongreye Sunulan Tebliğler, İstanbul
İNALCIK, Halil, ( 1968 ). “ Türk İlmi ve Mehmet Fuat Köprülü “, Türk Kültürü, Sayı : 65 ( Mart 1968 ), Türk Kültürü Araştırma Enstitüsü, Ankara
İNAN, Afet, ( 1930 ). Vatandaş İçin Medeni Bilgiler, İstanbul
————–, ( 1939 ). “ Atatürk ve Tarih Tezi “, Belleten, Cilt : III, Sayı: 10 ( 1 Nisan 1939 ), Türk Tarih Kurumu, Ankara
KOÇAK, Kemal, ( 2000 ). “1983 Ortaöğretim Kurumları Tarih Programının Değerlendirilmesi ( Alan Araştırması – Ankara Örneği ) “ Kastamonu Eğitim, Cilt : 8, Sayı : 1 ( Mart 2000 )
———————, ( 2000 ). “ Osmanlıdan Cumhuriyete Tarih Anlayışında Kurumlaşma “, Türk Dünyası Araştırmaları, 129 ( Aralık 2000 ), İstanbul
———————, ( 2000 ). “ Cumhuriyetten Günümüze Tarih Anlayışı “, Türk Dünyası Araştırmaları, 128 ( Ekim 2000 ), İstanbul
KÖPRÜLÜ, Fuad, ( 1984 ). “ Giriş “, Osmanlı Devletinin Kuruluşu, Ankara
Maarif Vekilliği, ( 1991 ). İkinci Maarif Şûrası 15 – 21 Şubat 1943 Çalışma Programı Raporlar Konuşmalar, MEB Basımevi, İstanbul
Millî Eğitim Bakanlığı, ( 1995 ). Millî Eğitim Şûraları ( 1939 – 1993 ), Ankara
Mürebbi, ( 1924 ). “ Müfredat Programları “, Son Telgraf Gazetesi, 12 Temmuz 1340 ( 1924 )
DİP NOTLAR:
(*) Yrd. Doç. Dr., Kastamonu Üniversitesi Eğitim Fakültesi Sosyal Bilgiler Eğitimi Ana Bilim Dalı Emekli Öğretim Üyesi, drkkocak@hotmail.com, drkkocak@gmail.com
(1) KOÇAK, Kemal: “1983 Ortaöğretim Kurumları Tarih Programının Değerlendirilmesi (Alan Araştırması-Ankara Örneği)”, Kastamonu Eğitim Dergisi, Cilt:8, Sayı:1 (Mart 2000), s. 145-146
(2) 3797 sayılı Millî Eğitim Bakanlığının Teşkilât ve Görevleri Hakkında Kanun, 12.05.1992;21226 R.G.,madde 1
(3) Millî Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik, 17.10.2003;25262 R.G.,madde 3
(4) TÜRKDOĞAN, Orhan: “ Millî Eğitim Sisteminde Kimlik Arayışı “, Türk Dünyası Tarih Dergisi, 97 (Ocak 1995), s. 15
(5) TÜRKDOĞAN, Orhan: a. g. m. , s. 15 – 16
(6) SÜSLÜ, Azmi : “ Cumhuriyet Döneminin Türk Kültürüne Bakışı ve Kültür Politikaları “, Tarih Boyunca Anadolu’da Türk Nüfus ve Kültür Yapısı, Türk Yurdu Yayınları, Ankara, 1995, s. 154
(7) 3797 sayılı Millî Eğitim Bakanlığının Teşkilât ve Görevleri Hakkında Kanun, Resmî Gazete, 12.05.1992;21226, madde 1
(8) SÜSLÜ, Azmi : a. g. m., s. 154
(9) A. g. m., s. 155
(10) ÖZER, Ahmet Hamdi, “Talim ve Terbiye Kurulu İşleri”, Cumhuriyet Döneminde Eğitim, MEB Devlet Kitapları, Millî Eğitim Basımevi, İstanbul, 1983, s. 160
(11) A. g. m., s. 155 – 157
(12) TÜRKDOĞAN, Orhan : a. g. m., s. 17
(13) T. C. Maarif Vekilliği: İkinci Maarif Şûrası 15 -21 Şubat 1943 Çalışma Programı Raporlar Konuşmalar, M. E. Basımevi, İstanbul, 1991, s. 16
(14) SÜSLÜ, Azmi : a. g. m., s. 157
(15) ORAN, Baskın : “ İç ve Dış Politika Açısından İkinci Dünya Savaşında Türkiye’de Siyasal Hayat ve Sağ – Sol Akımlar “, SBF Dergisi, C. XXIV, S.3, ( Eylül 1969 ) , s. 253 – 256
(16) TÜRKDOĞAN, Orhan : a. g. m., s. 17
(17) KABAPINAR, Yücel : “ Bir İdeolojik Mücadele Alanı Olarak Lise Tarih Kitapları – I “, Tarih ve Toplum, S. 106 ( Ekim 1992 ), s. 38
(18) SÜSLÜ, Azmi : a. g. m., s. 157 – 158
(19) A. g. m., s. 158
(20) KARDAŞ, Rıza, “Önsöz”, Yılmaz Öztuna, Tarih Lise III, MEB Devlet Kitapları, Tifdruk Matbaacılık Sanayi A.Ş., İstanbul, 1976, s.15
(21) AKŞİT, Niyazi – OKTAY, Emin : Tarih Lise I. Sınıf, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1978;
(22) AKŞİT, Niyazi : Tarih Lise II. Sınıf, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1978
(23) KAFESOĞLU, İbrahim – DELİORMAN, Altan: Tarih Lise I, M.E.B. Devlet Kitapları, M. E. Basımevi, İstanbul, 1977
(24) ESKİCUMALI, Ahmet, “Eğitim ve Toplumsal Değişme: (2)2003, s. 15
(25) KABAPINAR, Yücel : “ Bir İdeolojik Mücadele Alanı Olarak Lise Tarih Kitapları – II “, S. 107 (Kasım 1992), s. 28
(26) ERTÜRK, Bayram Edip : “ Türkiye’de Ortaokul 1. Sınıf ( 6. Sınıf ) Düzeyinde Tarih Öğretimi ile İlgili Kitapların Kıyaslamalı Eleştirisi “, Tarih Öğretimi ve Ders Kitapları 1994 Buca Sempozyumu, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 1995, s. 248 – 249
(27) Talim ve Terbiye Kurulunun 27.04.1981 tarih ve 76 sayılı kararı, MEB Tebliğler Dergisi, Cilt:44, Sayı: 2087(25 Mayıs 1981), s. 205-210
(28) Talim ve Terbiye Kurulunun 08.06.1981 tarih ve 106 sayılı kararı, MEB Tebliğler Dergisi, Cilt:44, Sayı:2090
(29) Talim ve Terbiye Kurulunun 20.02.1982 tarih ve 32, 24.09.1982 tarih ve 126 sayılı kararları
(30) Talim ve Terbiye Kurulunun 24.04.1986 tarih ve 95 sayılı kararı, MEB Tebliğler Dergisi, Sayı:2212
(31) Talim ve Terbiye Kurulunun; 1982-1983 öğretim yılında ortaeğitim kurumlarında uygulanacak Tarih ve Coğrafya programları hakkındaki 19.11.1982 tarih ve 156 sayılı kararı. Kararda imzası bulunanlar: Kurul Başkanı Emin SAĞLAMER, üyeler. A. Cengiz AĞIN, Ahmet H. Özer, Ömer OKUTAN, Ülkü Bilgen, Güner UYGUN, Dr. M. Feyzi ÖZ, Fahri ZORLU, Dr. Sezer SACIR, İhsan ÖZÇUKURLU(imzası yok), Sebahattin ŞAHİN, Gürkan TEKİN ve Müsteşar Bahir SORGUÇ’tur.
(32) Talim ve Terbiye Kurulunun 08.07.1983 tarih ve 108 sayılı kararı, MEB Tebliğler Dergisi, Sayı: 2146 (29 Ağustos 1983), s.339-340
(33) Talim ve Terbiye Kurulunun 14.06.2002 tarih ve 272 sayılı kararı, MEB Tebliğler Dergisi, Sayı: 2538 (Temmuz 2002), s.530-544
(34) Talim ve Terbiye Kurulunun 14.06.2002 tarih ve 273 sayılı kararı, MEB Tebliğler Dergisi, Sayı: 2538 (Temmuz 2002), s.545-555
(35) DİKMEN, Selâhattin – KOÇAK, Kemal : Tarih Lise I, Üner Yayınları, Ankara, 1990
(36) KABAPINAR, Yücel : “ Bir İdeolojik Mücadele Alanı Olarak Lise Tarih Kitapları – II “, Tarih ve Toplum, S. 107 (Kasım 1992), s. 29
(37) Resmî Gazete (09.10.1984;18540)
(38) Resmî Gazete (14.121983;18251)
(39) Eğitim ve Öğretim Yüksek Kurulunun Üyeleri; Maliye ve Gümrük Bakanı, Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı, Millî Savunma Bakanı, Millî Eğitim Gençlik ve Spor Bakanı (aynı zamanda kurulun başkanı),Tarım Orman ve Köyişleri Bakanı, Kültür ve Turizm Bakanıdır.
(40) BOZDAĞ, İsmet: Atatürk’ün Sofrası, Kervan Kitapçılık, İstanbul, 1975, s.141-142
(41) M. E. B. Talim ve Terbiye Kurulunun 15.03.1993 gün ve 78, 79, 80 ve 81 sayılı kararları, T.D. (26.04.1993; 2381)
(42) M. E. B. Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı: Türkiye ve Türk Cumhuriyetleri ve Türk Toplulukları Arasında Yapılan Anlaşmalar, İlişkiler ve Faaliyetler 1, İkinci Kitap, Ankara, 1993, s. 99 – 118
(43) MEB Müfredat Geliştirme Süreci, “Programların Geliştirilmesini Gerekli Kılan Nedenler”, http://ttkb.meb.gov.tr/programlar/prog_giris/prog_giris_1.html, 27.09.2010
(44) İlköğretim Sosyal Bilgiler Dersi 6-7. Sınıflar Öğretim Programı ve Kılavuzu, MEB Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı, Ankara, 2005, s,45
(45) Resmî Gazete (18.08.1997;23084)
(46) KOÇ, Gürcü ve DEMİREL, Melek: “Davranışçılıktan Yapılandırmacılığa: Eğitimde Yeni Bir Paradigma”, Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, 27 (2004), s.174-180
(47) SEVİMAY, Devrim: Ziya Selçuk’la Söyleşi, Vatan, 27.09.2004,
http://w9.gazetevatan.com/haberdetay.asp?Newsid=36887&Categoryid=1, 27.09.2010
(48) ERDOĞAN, İrfan: “Eğitim Bilimler Bakış Açısıyla Türkiye Cumhuriyeti’nde Eğitimin Çağdaş Değerlerle İrdelenmesi” Çalıştayı, 1-3 Mart 2008, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi, s. 106; GÖZÜTOK, F. Dilek: “Milli Eğitim, Çocuklara Ulusal Değerleri Kazandırmaktan Neden Vazgeçiyor?”, İlköğretim Online, 9(2), 601-629, 2010, http://ilkgretim-online.org.tr, 27.09.2010
(49) Danıştay Sekizinci Dairesi’nin 04.03.2009 tarihli E:2006/603, K:2009/1518 sayılı kararı
(50) Talim ve Terbiye Kurulu’nun 14.05.2009 tarih ve 69,70 sayılı kararları
You may like
Maarifimizde İstikamet
Kılıç Ali’nin Anlatımıyla Dr. Reşit Galip Olayı
Published
7 ay agoon
Haziran 26, 2024By
drkemalkocakGiriş
Ayşe Afet İnan’[1]ın “1933 yılının 23 Nisan Çocuk Bayramı idi. O, heyecanla Çankaya Köşkü’ne geldiği vakit, Atatürk’ün yanında bana bir kâğıt uzattı ve şunları anlatmaya başladı:
“Sabahleyin ilk bayramlaşmayı kızlarımla yaptım. Onlara bir şeyler söylemek istediğim vakit, bir ant meydana çıktı. İşte Cumhuriyetimizin 23 Nisan çocuklarına armağanı” dedi. Kâğıtta şöyle yazıyordu:
Türküm, doğruyum, çalışkanım. Yasam: Küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak; yurdumu, budunumu özümden çok sevmektir. Ülküm, yükselmek, ileri gitmektir. Varlığım Türk varlığına armağan olsun.
Bu sözler, Türk çocukları tarafından o yıldan beri tekrarlanmaktadır. Vatanperver Dr. Reşit Galip, evvela bir baba olarak bu hisleri duymuş, sonra da Milli Eğitim Bakanı olarak okul çocuklarına bu andı içirmişti.
O, 6 Mart 1934 gününde, daha bu ülkeye çok yararlı olabilecek bir çağda vefat etti. Ulus, bu gibi feragatli değerlere her zaman muhtaçtır. Dr. Reşit Galip’in kişiliğinde Türk Tarih Kurumu, kurucu bir üyesini, vatan, idealist bir evladını kaybetmiştir.” [2] ifadeleriyle tanımladığı Dr. Reşit Galip [3], Mustafa Kemal’in isteği üzerine 19 Eylül 1932-13 Ağustos 1933 tarihleri arasında Maarif Vekilliği yapmıştır.
Mustafa Kemal’in 17-19 Mart 1923 tarihlerinde yaptığı Mersin gezisinde, Millet Bahçesi’nde Türk Ocağı’nın düzenlediği açık hava toplantısında Dr. Reşit Galip, Mersin Türk Ocağı Başkanı ve Hükumet Tabibi olarak konuşma yapmıştır. Dr. Reşit Galip’in konuşmasını dinleyen Mustafa Kemal, konuşmayı cevaplandırmak üzere kürsüye çıkmış ve aşağıdaki konuşmayı yapmıştır [4]:
Mersin’de Halka Nutuk
(17 Mart 1923)
Mersin, 17 [Mart 1923] (A. A.) – Gazi Paşa Hazretleri Mersin Millet Bahçesi’nde Mersinliler namına Doktor Reşid Bey’in nutkundan pek mütehassis olmuşlar ve halka hitaben bir çeyrek saat irad-i nutuk [nutuk irat] buyurmuşlardır. Paşa Hazretleri’nin bu nutuklarından zapt edilebilen aksamı [kısımları] ber-vech-i atidir [aşağıdadır]:
“Aziz kardeşler,
Genç ve çok kıymetli doktorumuz Reşit Bey’in sözleri bence iki nokta-i nazardan [bakımdan] kabil-i taksimdir [taksim edilebilir].
Birincisi doğrudan doğruya kalbinin, vicdanının ve muhterem Mersin halkının vicdanının, benim kalbimdeki hissiyata tercüman olan hissiyatıdır. Buna teşekkür ile iktifa edeceğim [yetineceğim]. Hakikaten muhterem Doktor’un dediği gibi, benim için dünyada en büyük mevki ve mükâfat milletin bir ferdi olarak yaşamaktır. Eğer Cenabı Hak beni bunda muvaffak etmiş ise, şükür ve hamtlar ederim. Bugün olduğu gibi ömrümün nihayetine kadar milletin hadimi [hizmetçisi] olmakla iftihar edeceğim.
Muhterem Mersin halkı, bugün hakkımda gösterdiğiniz samimi ve heyecanlı tezahürattan size ayrıca teşekkür ederim. Ayrıca itiraf etmek mecburiyetindeyim ki, geldiğim günden bu ana kadar hissiyatımın, memnuniyetimin derecesini biliyorum, müsterih ve emin bulunuyorum ki, her taraftaki kardeşlerimiz gibi burada da bana muhabbet ve itimat eden kardeşler var. Mersinliler, memleketiniz Türkiya’nın çok mühim bir noktası bulunuyor, çok mühim bir ticaret noktasıdır. Memleketiniz bütün dünya ile Türkiya’nın en mühim bir irtibat noktasıdır. Bunu sizler benden iyi biliyorsunuz. Memleketinize sahip olabilmek için çektiğiniz elemler, azaplar, mahrumiyetler büyük olmuştur. Bunu sizler takdir edersiniz. Hepimiz arzu edelim ki, acı günler tekerrür etmesin. Buna hakikaten layık olmak lazımdır. Muharebe meydanlarında kıymetli evlatlarımızın süngü ve silahlarının muzafferiyeti kâfi değildir. Bu muzafferiyet ve muvaffakiyet çok büyüktür. Ancak hakiki refah ve saadete sahip olabilmek için, asıl bundan sonra çalışmak lazımdır. Sizin için zafer ve terakki [ilerleme] sahası iktisadiyatta, ticarettedir. Bunu takdir ediyorsanız, çok çalışmaya mecbursunuz. Aksi takdirde memleketin sahib-i hakikisi [hakiki sahibi] olduğunuzu söyleseniz bile, kimseyi inandıramazsınız. Bu hakikatle dolu sözlerim, fakat bu hakikati ifade ediyorum. Gönül arzu eder ki, burada bir saat, bir gün değil, uzun müddet kalayım, daha hususi hasbıhaller yapalım [özel görüşüp dertleşelim]. Fakat şimdilik buna imkân yoktur. Sözümü kesmek mecburiyetindeyim. Son söz olmak üzere bu memleketin hakiki sahibi olunuz, diyeceğim. Burada geçirdiğim saatler benim için pek kıymetli olmuştur. Derin muhabbetlerle hepinize veda ediyorum; Allah’a ısmarladık arkadaşlar.”
Paşa Hazretleri ve maiyeti erkânı saat üçü on beş geçe bahçeden istasyona ve üç buçukta hususi trenle Tarsus’a hareket buyurdular.
***
Kılıç Ali’[5]nin Anlatımıyla Dr. Reşit Galip Olayı
Bu [17-19 Mart 1923 tarihlerinde yapılan] Mersin gezisinden bir hayli sonra, Hamidiye kruvazörü ile Mudanya’dan Trabzon’a gidiyorduk. Hamdullah Suphi Bey de (Tanrıöver) bizimle birlikteydi. Tam Sinop limanına gireceğimiz sırada, boş bulunan birkaç milletvekilliği için adayların durumu konuşuluyordu. Gazi, hemen Reşit Galip’i hatırladı:
“Mersin’de bir doktor görmüştük. Adı Ragıp mıydı neydi?“
Hamdullah Suphi Bey, Reşit Galip’le ilgili kanaatlerini, onun yurtseverliğini kendine özgü güzel konuşma şekliyle anlattı. Reşit Galip’in adaylığı bu şekilde Hamidiye kruvazöründe kararlaştırılmış oldu. Gazi, bu geziden Ankara’ya döner dönmez Reşit Galip’in adaylığı için hemen emir verdi.
O yıllarda milletvekili adayları, Bakanlar Kurulu ve partinin genel yönetim kurulu ile grup yönetim kurulu üyelerinden oluşan Parti Divanı tarafından belirlenir ve ilan edilirdi. Ben de partinin Genel Yönetim Kurulu Üyesi olduğum için bu divana dâhildim. Başbakan Fethi Okyar’ın başkanlığında toplanan Parti Divanı’nda Dr. Reşit Galip’in adaylığı görüşüldü. Bazı itirazlar oldu. Arkadaşlar bunun Gazi tarafından istendiğinden haberdar değillerdi. Buna rağmen bütün arkadaşlar oylarını sonuçta Reşit Galip’e verdiler. Bu adaylığa sadece Sağlık Bakanı Dr. Refik Bey (Saydam) karşı çıkmıştı. Divan toplantısından sonra bir aralık Refik Bey’in koluna girdim. “Niçin muhalif kaldınız?” diye sordum. Gazi’nin arzusu olduğunu anlattım. Bana aynen şunları söyledi:
“Kılıç Ali, belki doğru yapmadım. Fakat ben gidip bizzat Gazi’ye niçin muhalif kaldığımı arz edeceğim. O zaman hiç şüphe etmem ki beni haklı bulacaklar ve mazur göreceklerdir.“
Hemen arkasından şunları ekledi:
“Bu adamı çok iyi bilirim. Şimdi bir köy doktorunu milletvekili yapıyoruz. Yarın milletvekilliği kendisine az gelecek. Bakan olmak isteyecek. Bakan olursa o da az gelecek başbakanlık isteyecek! Başbakan olursa. . . “
Kolumdan çıktı ve “Ondan sonra ne isteyeceğini artık sen anla” diyerek başını titrete titrete yürüdü, odadan çıkıp gitti.
Reşit Galip’in adaylığı ilan edildi, milletvekili seçildi. Meclis’e gelir gelmez İstiklal Mahkemesi üyesi oldu. Birlikte çalış tık. Ahlakı, yurtseverliği ve başarılı çalışmalarından dolayı kendisini saygıyla anmak görevimdir.
Reşit Galip, okumayı ve çalışmayı çok seven kültürlü bir gençti. Vaktiyle Türk Ocakları’nın yıllık kongrelerinde yaptığı gibi milletvekili olduktan sonra sık sık kürsüye çıkar, güzel konuşur, görüş ve düşüncelerini söylemekten, savunmaktan çekinmezdi. Çok olumlu görüş ve düşünceleri vardı. Cesur bir adamdı. Meclis’te tartışmalara katılmaktan zevk alırdı. Meclis’te ve parti toplantılarında yaptığı konuşmalarla giderek dikkati çekmeye başladı.
Reşit Galip’in bir parti toplantısında, doğu illerinden söz edilirken, Kürtlük konusunu gündeme getirerek, hükümetin o illerde halkı rencide ettiğini ileri sürmesi İsmet Paşa ile arasının açılmasına sebep olmuştu. Hele parti toplantısı sırasında, “İsmet Paşa bunları duymuyor. Aslında duymak gücüne sahip değildir” diye bağırmasını İsmet Paşa hiçbir zaman affetmeyecekti.
Atatürk o sıralarda Türk tarihiyle ilgileniyor, bu konuya büyük önem veriyordu. Ülkenin tanınmış tarihçilerini ve profesörlerini davet ediyor, toplantılar, görüşmeler ve araştırmalar yapıyordu. Bu arada Reşit Galip’ten de yararlanıyordu. Reşit Galip ise Atatürk’ten aldığı her görevi büyük bir özenle yerine getiriyordu. Bu nedenle de Atatürk’ün dikkatini çekmeyi başarmıştı. Gerek Meclis çalışmalarında ve devrimler konusunda, gerekse bilim alanında gösterdiği başarılarla Atatürk’ün sevgisini ve güvenini kazanmıştı. Dolayısıyla O’nun çevresine de girmiş oldu. Her akşam sofrada ve yapılan gezilerde arkadaşlar arasında bulunurdu. Fakat Atatürk’ün çevresine girip onun yakını olduktan sonra tavırları değişmeye başladı. Yavaş yavaş yakın arkadaşlarını bile beğenmez olmuştu. Sadece milletvekili olarak kalmış olmasını takdir edilememesine bağlıyordu. Dr. Refik Saydam’ı haklı çıkarır gibiydi.
Atatürk, gezilerinin birinde Reşit Galip’i de yanına alarak İstanbul’a getirmiş, kendisini Dolmabahçe Sarayı’nda konuk ediyordu. Bir gece hep birlikte Beyoğlu’ndaki Turkuvaz lokantasına gittik. Bu lokanta, Bolşevik ihtilalinden kaçıp Türkiye’ye sığınmış olan Beyaz Ruslardan bir karı-koca tarafından açılmıştı. Lokantanın bütün çalışanları da Beyaz Rus’tu. İyi Rus ailelerinden oldukları yüzlerinden anlaşılıyordu. Görüntü ve adamların tavırları Atatürk’ün pek hoşuna gitmişti. Lokantanın sahibi ile sahibesini yanına çağırdı. Böyle güzel düzenlenmiş bir lokanta açtıkları için kendilerini kutladı.
Atatürk, her vatandaşın konforlu bir evde çoluk çocuğuyla refah içinde yaşamasını, güzel lokantalarda oturup yemek yemesini, güzel bir gazinoda eğlenmesini isterdi. Bir vatandaşının, bir yakınının bir eve sahip olduğunu, hele bu evin konforunun yerinde bulunduğunu görünce çok memnun olurdu. Halkın yemek yediği, eğlendiği yerlerin de Avrupai tarzda yapılmasından, konforlu ve temiz olmasından hoşlanırdı. Ankara’da Karpiç’te, İstanbul’da Park Otel, Tokatlıyan ve Turkuvaz’da, temiz salonlarda, temiz masalarda neşe içinde yemek yiyenleri görünce çok mutlu olurdu. Bu çeşit yerlerin sayısının artmasını arzulardı. Turkuvaz sahipleri de bunu bildikleri için Atatürk’ten yardım rica ettiler. Atatürk bu ricaya şu karşılığı verdi:
“Mademki yapılacak daha başka yeniliklere maddi imkânları yoktur, o halde büyük bir şehrin ihtiyacını karşılayabilecek bu yeniliğe bankalar yardım etmelidir.”
Daha sonra, sofrada bulunan Hasan Saka’ya şu emri verdi:
“Hasan Bey! Yarın İş Bankası’yla görüşünüz. Durumu birlikte inceleyiniz. Bu müesseseye mümkün olan yardımı yapsınlar. Bu şekilde İstanbul rahat edebilecek güzel bir yer kazanmış olur.“
Hemen şunu eklemeyi de ihmal etmedi:
“Tabii bankanın yapacağı bu yardım, bankanın usul ve teamülüne uygun olsun.”
Hasan Saka Bey bu işle meşgul oldu. İş Bankası bu müesseseye yardım için çok uğraştı. Fakat müessesenin sahipleri teminat gösteremedikleri için kredi verilemedi.
Turkuvaz’da servis yapan Madam Vera, hizmeti ve güler yüzlülüğüyle Atatürk’ün çok kez iltifatına mazhar olmuştu. Bu nedenle Madam Vera adı, özellikle o gece sofrada bulunanların belleğinde kalmış olmalıdır. Bu arada Reşit Galip’in de belleğinde ve anılarında iz bıraktığını sonradan anlamıştık.
***
Reşit Galip Bey, aynı zamanda Ankara Halkevi başkanlığını da üstlenmişti ve bu görevi büyük bir hevesle yapıyordu. Özellikle tiyatro alanında bir yenilik yapmak istiyor, buna çok önem veriyordu. Hatta Atatürk’ün takdirini kazanan bir piyes seyrettirmeyi başarmıştı. Fakat o zaman Milli Eğitim bakanı olan Esat Bey, Reşit Galip’in bu alandaki yenilik teşebbüslerine daima engel oluyordu. Reşit Galip’in bakanlıktan istedikleri reddediliyordu. Reşit Galip sık sık bunları bana anlatır, Esat Bey’den acı acı şikâyet ederdi.
Milli Eğitim Bakanı Esat Bey (Sagay), piyade albaylığından emekli eski bir askerdi. Harbiye’de uzun yıllar Almanca hocalığı yapmıştı. Balkan Savaşı sırasındaki fırka kumandanlığından sonra emekliye ayrılmış, ordu donanma pazarı müdürlüğüne getirilmişti. Mütarekede İstanbul Belediye Cemiyeti’ne üye seçilmiş, sonunda ikinci devrede milletvekili seçilerek Meclis’e gelmişti. Harbiye’de Atatürk’ün de hocalığını yapmış olduğu için Atatürk ona “hocam” diye hitap ederdi.
Esat Bey olgun, tecrübeli, dürüst ve nazik bir insandı. Milli Eğitim Bakanlığı’na getirildiğinde kendisinden çok olumlu işler ve yenilikler beklenmişti. Zaman geçtikçe bunların hiçbiri olmayınca Atatürk bile hayal kırıklığına uğramıştı. Sırası geldikçe Esat Bey’i uyarıyordu. Esat Bey’in artık uzun süre bakanlıkta kalamayacağı anlaşılmıştı.
***
Turkuvaz lokantasına gittiğimiz geceden dokuz-on gün sonra Dolmabahçe Sarayı’nda akşam yemeğindeydik. Davetliler arasında Bolu Milletvekili Hasan Cemil, Reşit Galip, Cevat Abbas, diğer bazı arkadaşlar ve ben bulunuyorduk. Sofradan önce Reşit Galip odama geldi. Çok önem verdiği ve üzerinde özenle çalıştığı Akın piyesi için Milli Eğitim Bakanı’nın yine gereksiz ve anlamsız bazı zorluklar çıkardığını anlattıktan sonra, Esat Bey’i kastederek şöyle dedi:
“Bu adama karşı o kadar doluyum ki kendimi zapt edemeyeceğim. Belki bir falso yaparım. Onun için sofraya gelmek istemiyorum.”
Ben de kendisine şu cevabı verdim:
“Şayet dediğin gibi kendini tutamayacaksan gelme. Atatürk seni sorarsa idare ederim.”
Fakat Reşit Galip sonradan ne düşündüyse, geldi sofraya oturdu. Sofrada tarih konuları üzerinde sohbet ediliyordu. Atatürk özellikle Hasan Cemil Bey’in hazırladığı bazı tezler hakkında verdiği bilgiyi dikkat ve takdirle dinliyordu. Reşit Galip ise çok neşesizdi. Söylenenleri dinlemiyor, dikkatimi çekecek kadar alkol alıyordu. Sohbetin konusu bir ara halkevlerinin çalışmalarına intikal etti. Reşit Galip Bey fırsattan yararlanarak, Milli Eğitim Bakanı’nın halkevlerine çıkardığı güç lüklerden şikâyete başladı. Biraz da alkolün etkisiyle Esat Bey’i çok ağır ve acı şekilde eleştirdi.
Atatürk çok nazik bir ev sahibiydi. Sofradaki konuklarının rencide edilmesine asla izin vermezdi. Reşit Galip’in Milli Eğitim bakanına karşı dolu olmasını anlıyordu. Esat Bey’i rencide edici sözler söylememesi için konuyu değiştirmeye çalışıyordu. Reşit Galip Bey ise konuyu daha da alevlendiriyor ve giderek saldırganlaşıyordu. Bir ara Atatürk’e şöyle hitabetti:
“Atatürk! Milli Eğitimi ve gençliği bu softa zihniyetli insanlardan ancak sen kurtarabilirsin.”
Atatürk’ün artık sabrı tükenmişti. İstemeye istemeye Reşit Galip’e şunları söylemeye mecbur oldu:
“Reşit Galip! Bunlar nasıl sözlerdir? Sizi bu şekilde konuşmaktan menediyorum. Artık susunuz.”
Reşit Galip o kadar kendinden geçmiş durumdaydı ki, ne söylediğini, ne yaptığını bilmiyordu. Atatürk’ün bu uyarısına cevap verdi:
“Bu sofra millet sofrasıdır, bir yere gidemem.”
Atatürk hala nezaketini bozmuyordu:
“O halde siz kalınız. Ben gidiyorum.” diyerek ayağa kalktı. Sofradan ayrılarak salonun yanı başındaki çalışma odasına gitti.
Kötü olmuştu. Reşit Galip Bey, Esat Bey’i eleştirmeye hala devam ediyordu. Onun bu aşırı hareketlerine son vermek için Cevat Abbas’la birlikte düşündük, sofracıya derhal yemek getirmesini söyledik. Fakat kimsede yemek yiyecek hal ve iştah kalmamıştı. Yemekler çabucak yenildi. Konuklar ayrılıp gittikleri halde Reşit Galip hala inatla söylenip duruyor, masadan bir türlü kalkmıyordu. Bir ara Turkuvaz gecesi aklına gelmiş olacak ki, “Lokanta sahiplerine paralar veriliyor. Madam Veralara iltifat ediliyor. Bizim halimizi gören yok” diye saçmalamaya başladı. Dayanamadım:
“Reşit, bana bak. Şimdi hemen odana gidecek misin, yoksa biz seni gönderelim mi?“
Alkolün etkisi biraz azalmış olacak ki, uyarımı ciddiye aldı. Sofradan kalktı. Bu kez de salonun yanındaki kırmızı odaya girdi. Orada Genel Sekreter Tevfik ve Başyaver Rusuhi Beylere derdini dökmeye başladı. Sonunda sabaha doğru odasına götürüldü ve yatırıldı.
Ertesi sabah uyanır uyanmaz Reşit Galip’in durumunu öğrenmek istedim. Bana şu kartı bırakarak sabahın erken saatinde saraydan çıkıp gitmiş:
“Biliyorum, hatam büyüktür. Bunun telafisi ve tamiri çarelerine başvurmak üzere Ankara’ya gidiyorum.”
Giderken Tevfik Bey’e uğramış. Ankara’ya gitmek için yataklı trenden bilet alacağını, ancak parası olmadığını söyleyerek on beş lira borç istemiş.
Hataları affetmesini bilen Büyük Atatürk, ertesi gün bize şöyle diyordu:
“Zavallı Reşit Galip! Esat Bey’den ne kadar güçlük görmüş, ne kadar çile çekmiş ki kendini tutamayacak hale geldi. Kim bilir şimdi ne kadar sıkılıyordur. Kendisini teselli etmeli.”
Reşit Galip’in sabah erken saatlerde Ankara’ya gitmek üzere saraydan ayrıldığını ve bana bir kart bıraktığını arz ettim, kartı okudum. Parası olmadığı için Tevfik Bey’den de on beş lira ödünç aldığını duyunca Atatürk çok üzüldü:
“On beş lira mı verilir? Çok ayıp olmuş. Tevfik biraz fazlaca vermeliydi.”
Reşit Galip, hiç de elinde olmayarak ve istemeyerek yaptığı bu hareketten sonra, Keçiören’deki evinin çok sevdiği kütüphanesine kapandı. Kendini tümüyle okumaya verdi.
***
Aradan aylar geçmişti. Bir gün Çankaya’da sofrada birdenbire Atatürk’ün aklına Reşit Galip geldi. Bana sordu:
“Kılıç, Reşit Galip ne âlemde?“
“Kütüphanesine çekilmiş üzgün bir durumda emirlerinizi bekliyor” dedim.
“Acaba şimdi, şu dakikada ne durumda bulunuyor?” “Efendim şimdi anlar arz ederim.”
Sofradan kalktım. Anlıyordum ki bu gece Reşit Galip’i görmek istiyordu. Nitekim öyle de oldu.
Arkamdan bağırmaya başladı:
“Durumunu sormaya gerek yok. Hemen kalksın gelsin.”
Gece yarısı olmuştu. Reşit Galip’e bunu telefonla müjdeledim. Çok geçmeden Çankaya’ya geldi. Atatürk’ün elini, Atatürk de onun yüzünü öptü. Sofra birden şenlendi. Reşit Galip’in tekrar sofraya davet edilmesi hepimizi sevindirmişti.
Bir süre sonra Atatürk’ün maiyeti olarak İstanbul’a gitmiştik. Reşit Galip Bey de Atatürk’ün konuğu olarak yine Dolmabahçe Sarayı’ndaydı. O akşam sofra resmi salonda kurulmuş, orada toplanılmıştı. Tesadüfen Milli Eğitim Bakanı Esat Bey de davetliler arasındaydı. Atatürk bir ara kendisine dönerek şöyle dedi:
“Hocam, Maarif işleri hala düzelemedi. Aradan hayli zaman geçtiği halde, ben sizde bunu düzeltecek ve Maarif’te gerekli yenilikleri yapacak bir faaliyet göremiyorum.”
Esat Bey fena halde ürktü. “Bütçe beni çok sıkıyor, bu yüzden iş çıkarmak mümkün olamıyor efendim” deyince Atatürk büsbütün kızdı:
“Bu ne biçim cevaptır? Eski Osmanlı Devleti’nin Maarif nazırları da mektepler olmasaydı maarifi iyi idare ederdim derlermiş. Onların zihniyetiyle aranızdaki fark nedir? Bu zihniyetle benim istediğim maarif idare edilebilir mi?“
Atatürk, sözlerini şöyle sürdürdü.
“Anlıyorum ki, siz bu işi idare edemeyeceksiniz. Hemen istifa ediniz ve yerinize şimdi bana bir aday teklif ediniz!“
Esat Bey bu öneri karşısında şaşırdı ve bocaladı. Atatürk yerinden kalktı. Esat Bey’i alarak, salonun yanındaki somaki odaya çekildi. Reşit Galip sofrada tam yanımda oturuyordu. Güçlü bir önseziyle kulağına şunu söyledim:
“Reşit, Milli Eğitim bakanı oluyorsun!“
Ve ekledim:
“Şayet Milli Eğitim bakanı olursan Antep’e bir yatılı lise açmayı vaat ediyor musun?“
Reşit Galip “Söz veriyorum” dedi ve sigara paketinin arkasına şunları yazdı, altını imza etti ve bana verdi:
“Milli Eğitim bakanı olursam behemehâl Gazianteplilere bir lise açmayı Kılıç Ali’ye vaat ediyorum.”
Atatürk, Esat Bey’le birlikte sofraya döndü. Konuyu tekrar açtı ve Esat Bey’e sordu:
“Tabii şimdiye kadar aday düşündünüz. Adayınız kimdir söyleyiniz.”
Esat Bey ayağa kalkarak cevap verdi:
“Efendimiz! Adayı o kadar uzaklarda aramaya gerek yok. (Reşit Galip’i göstererek) İşte adayım huzurunuzdadır. Reşit Galip Beyefendi’dir. Bu iş için her bakımdan güveninizi kazanmış genç bir arkadaşımızdır.”
Bu senaryonun somaki odada Atatürk tarafından hazırlandığı ve Esat Bey’e dikte ettirildiği anlaşılıyordu. Atatürk gülümsedi:
“Teşekkür ederim. Çok isabetli oldu. Öteden beri benim de adayım o idi.”
Esat Bey bir odaya çekilerek istifasını yazdı, getirip Atatürk’e takdim etti. Bundan Başbakan İsmet Paşa’nın tabii haberi yoktu. Atatürk onu da telefonla haberdar etti ve Esat Bey’den boşalan Milli Eğitim Bakanlığı’na Aydın Milletvekili Reşit Galip’in getirilmesi konusundaki görüşünü sordu. Gece yarısı olmuştu. İsmet Paşa henüz olumlu veya olumsuz cevap vermemişti. Reşit Galip çok heyecanlıydı. Ben kendisini sürekli yatıştırmaya çalışıyordum. Bir taraftan da İsmet Paşa’dan cevap alınması için yaver beylere sürekli haber gönderiyordum. Sonunda İsmet Paşa’dan aşağı yukarı şu şekilde bir cevap geldi:
“Reşit Galip Bey arkadaşımız hiç şüphesiz ki Milli Eğitim Bakanlığı için yeterlidir. Ancak kendileri daha genç denebilecek bir çağda iken uykularım sırasında haberdar olmak ve duymak kabil olmayan bazı idari ve siyasi yolsuzlukların sorumluluğuna katılmak uygun mudur? Bunu düşünüyorum. Mamafih emir ve irade yine şefimindir.”
Bir Reformcunun Sonu
İsmet Paşa’dan gelen bu cevap, bir parti toplantısında Reşit Galip’in “Hükumet Başkanı uyuyor ve işitemiyor” sözüne bir karşılıktı. İsmet Paşa, o sözü unutmamış ve sırası gelince taşı gediğine koymuştu. Atatürk bunu anladı, “İsmet Paşa taşı gediğine koydu” dedi. Fakat işin peşini bırakmadı. İsmet Paşa’ya güzel bir cevap verdi. Çok geçmeden İsmet Paşa’dan Reşit Galip’e yazılı olarak şu telgraf gelecekti:
“Maarif Vekili Reşit Galip Beyefendi Hazretleri’ne,
Esat Bey’in istifası üzerine boşalan Maarif Vekilliği’ne zat-ı devletleri seçilerek keyfiyet yüksek onaya sunulmuştur. Hemen Ankara’ya teşrifleriniz rica olunur.”
Formalite bu şekilde tamamlanmış oldu ve Reşit Galip Ankara’ya giderek görevine başladı.
Reşit Galip Bey, Milli Eğitim bakanlığı görevini büyük bir şevk ve hevesle yapıyordu. Ancak gün geçtikçe şaşırmaya ve şımarmaya başladı. Bir zamanlar Refik Saydam’ın, hakkında söylediklerini adeta doğrular gibiydi. Çok geçmedi, bakanlıktan istifaya mecbur edildi.
Bu durum Reşit Galip’in çok ağırına gitmişti. Bundan sonra onu ortada görmek mümkün olmadı. Köşesine çekildi. Bütün yakın dostlarıyla ilişkisini kesti. Evinin kütüphanesine karyolasını, yatağını attı, günlerini okuyarak, inceleyerek geçirmeye başladı.
Bir gece Atatürk’le birlikte Akın piyesini seyretmeye Ankara Halkevi’ne gitmiştik. Perde arasıydı. Meğer Reşit Galip de oradaymış. Beni görünce koştu, yanıma geldi. Atatürk’ü çok özlediğini söyledi. Ben de memnun olacağını bildiğim için durumu Atatürk’ e arz ettim. Orada Reşit Galip’i kabul etti, iltifatta bulundu.
Reşit Galip. Atatürk’ün yanından çıktıktan sonra tekrar yanıma geldi. Benimle hayli dertleşti, içini döktü:
“Hastayım. Müthiş soğuk almışım. Piyesten çok, uzaktan bile olsa Atatürk’ü bir kez daha göreyim diye geldim. İzin ver de gideyim. Fazla kalıp başına bir iş çıkarmayayım.“
Öpüştük, ayrıldık. Bu genç, namuslu, vatansever ve inkılapçı insan, iki gün sonra zatürreye yakalandı. Zaten ciğerlerinden rahatsızdı. Bütün çabalara rağmen kurtarılamadı ve çok sevdiği kütüphanesinin bir köşesindeki basit karyolasında bir hafta sonra hayata gözlerini kapadı. Üniversitede reform onun bakanlığı döneminde gerçekleşmiş, yabancı uzmanlar onun zamanında getirilmişti. [6]
DİP NOTLAR:
[1] https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/bilgi/ayse-afet-inan-1908-1985/
[2] Afet İnan, Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2009, s. 287
[3] https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/bilgi/resit-galip-baydur-1893-1934/
[4] Hâkimiyet-i Milliye, 21 Mart 1923, No: 769, s. 2, sütun: 6
Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt: 15 (1923), Kaynak Yayınları, İstanbul, 2005, s. 222-223
[5] https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/bilgi/kilic-ali-suleyman-asaf-1888-1971/
[6] Atatürk’ün Sırdaşı Kılıç Ali’nin Anıları, Derleyen: Hulusi Turgut, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2007, 289-298
Maarifimizde İstikamet
Öğretmen Okullarının Kuruluşu
Published
10 ay agoon
Mart 16, 2024By
drkemalkocak16 Mart, Türk Millî Eğitimi Tarihinde, öğretmen yetiştirmede kurumlaşma adımının atıldığı günün yıldönümüdür.
Bu münasebetle Türk Millî Eğitiminin genel amaç ve temel ilkelerinin gerçekleştirilmesinde-özellikle öğretmen yetiştirme ve istihdamı- verimli ve kalıcı hizmetlerde bulunan şahsiyetler ile öğretmenlerden baki âleme göç etmiş bulunanlara rahmet, yaşayan şahsiyet ve öğretmenlerimize sağlık, mutluluk ve başarılar dilerim.
“Öğretmen Okulu”nun kuruluşu ve yaygınlaşması hakkındaki bilgi ve açıklamalar ile Salname-i Nezaret-i Maarif-i Umumiye (SNMU) 1316 (1898)’dan Darülmuallimin ve Darülmuallimat Programı (haftalık ders çizelgesi) ve Darülmuallimin Nizamnamesi aşağıda sunulmuştur.
DARÜLMUALLİMİN [1]
Tanzimat Döneminde, eğitimin modernleştirilmesi yolunda yapılan çalışmalara rağmen, ilköğretimde istenilen başarının gerçekleşmemesini en önemli sebebi olarak öğretmen yokluğu gösterilmiştir. Modern eğitim görmüş öğretmenlerin yokluğu sebebiyle öğretmen ihtiyacı medrese mezunlarından karşılanmıştır. Rüşdiyelerin modern eğitim anlayışına uygun öğretim yapabilmeleri, medrese dışında öğrenim görmüş öğretmenlerin yetiştirilmesini gerekli kılmıştır. İstanbul’da Fatih semtinde 16 Mart 1848’de sıbyan ve rüşdiye mekteplerine öğretmen yetiştirmek üzere “Darülmualimin-i Rüşdi” açılmıştır. Darülmuallimin-i Rüşdi’nin açıldığı ilk yıllarda öğretmen kadrosu, rüşdiye mezunlarının azlığı ve bunların genellikle devlet kurumlarında istihdam edilmeleri sebebiyle yine medrese kökenli kimselerden meydana gelmiştir.
Sıbyan mektepleri yeni usulde eğitime başladıktan sonra, bu okulların öğretmen ihtiyacını karşılamak üzere 1868’de İstanbul’da öğrenim süresi iki yıl olan “Darülmuallimin-i Sıbyan” açılmıştır.
1869 Nizamnamesinde; ilk, orta ve yüksekokulların öğretmen ihtiyacını karşılamak üzere İstanbul’da “Büyük Darülmuallimin” kurulması öngörülmüştür. Bu okulun idadi, rüşdi ve sıbyan şubelerini ihtiva edeceği ve idadi kısmının edebiyat ve fünun şubelerine ayrılacağı belirtilmiştir.
Sıbyan okulları ve kız rüşdiyelerine öğretmen yetiştirmek üzere, sıbyan ve rüşdiye şubelerinden meydana gelen “Darülmuallimat”, İstanbul’da Ayasofya’da 26 Nisan 1870 tarihinde açılmıştır.
Maarif Nezareti’nce 14 Mart 1874 tarihinde, “Büyük Darülmuallimin”in sıbyan, rüşdiye ve idadiye adlarıyla üç dereceli olmak üzere kurulması kararlaştırılmıştır. Nizamnamenin 54-61’inci maddelerinde; okutulacak dersler belirtilmiş ve mezunlarının isterlerse daha üst basamakta öğrenimlerine devam ederek idadi öğretmeni olabilmeleri esası kabul edilmiştir.
Sultan II. Abdülhamit döneminde, eğitim-öğretimi İstanbul dışında diğer vilayetlere yaygınlaştırma kapsamında ilk teşebbüs 1880 yılında yapılmıştır. İstanbul dışında ilk darülmuallimin, Kosova vilayetinde “Darülmuallimin-i Sıbyan” olarak açılmıştır.
Maarif Meclisi 11 Kasım 1882 tarihli toplantısında, maarif müdürü bulunan 10 vilayet merkezinde darülmuallimin açılmasını kararlaştırmıştır. Buna göre 1885-1886 yıllarında Edirne, Kosova, Manastır, Aydın, Bursa, Halep, Mamuretülaziz, Erzurum, Sivas, Amasya, Musul, Van ve Bolu’da olmak üzere 14 darülmuallimin-i sıbyan açılmıştır.
Taşra darülmuallimlerinin öğretmen kadrosu son derece sınırlı kaldığından okulun yönetim işleri, okulun tek öğretmeni olan müdür tarafından yürütülmüştür. Osmanlı ülkesinde darülmuallimlerin sayısı, 1899-1904 yılları arasında 20’ye ulaşmıştır. 1899-1900 öğretim yılında bu okullardaki öğretmen sayısı 20, 1900-1901 öğretim yılında 24 ve 1903-1904 öğretim yılında 43’tür. Örnek olarak Ankara Darülmuallimin İbtidai Şubesi öğretmenleri ile öğrenci sayıları aşağıda gösterilmiştir.
1898-1903 Yılları Arasında Ankara Darülmuallimin İbtidai Şubesi Muallimleri ve Öğrenci Sayıları
YIL | MUALLİM | TALEBE |
H.1316-M.1898 | Raşid Efendi | 15 |
H.1317-M.1899 | Raşid Efendi | 10 |
H.1318-M.1900 | Abdurrahim Efendi | 10 |
H.1319-M.1901 | Abdurrahim Efendi | 14 |
H.1321-M.1903 | Abdurrahim Efendi | 17 |
—***—
DARÜLMUALLİMİN PROGRAMI [2]
İbtidaiye Şubesi
Esami-i Derus | Birinci Sene Haftada | İkinci Sene Haftada |
Kur’an-ı Kerim ma Tecvid ve Fıkh-ı Şerif | 4 | 3 |
Türkçe Kavaid ve İmla | 3 | – |
Usul-ı Tedris | – | 1 |
İnşa | – | 2 |
Arabi Sarf ve Nahv | 2 | 2 |
Kavaid-i Farisi | 2 | 2 |
Fransızca | – | 1 |
Hesab | 2 | 2 |
İlm-i Eşya | 1 | 1 |
Coğrafyay-ı Umumi ve Osmani | 2 | 2 |
Tarih-i İslam | 2 | 1 |
Hüsn-i Hat | 1 | 1 |
Yekûn | 19 | 18 |
Rüşdiye Şubesi
Esami-i Derus | Birinci Sene Haftada | İkinci Sene Haftada |
Kavaid ve İmla | 1 | – |
Usul-ı Tedris | 1 | 2 |
İnşa | 1 | 1 |
Arabi | 3 | 3 |
Farisi | 1 | 1 |
Fransızca | 2 | 2 |
Hesab | 2 | 2 |
Usul-ı Defteri | 1 | 1 |
Cebir | 1 | 1 |
Hendese | 1 | 1 |
Hikmet | 1 | 2 |
Mevalid | 1 | 1 |
Coğrafya | 2 | 1 |
Tarih | 2 | 2 |
Hüsn-i Hat | 1 | 1 |
Resim | 1 | 1 |
Ulum-ı Diniye | – | 2 |
Yekûn | 22 | 24 |
Aliye Şubesi
Esami-i Derus | Birinci Sene Haftada | İkinci Sene Haftada | Üçüncü Sene Haftada |
Ulum-ı Diniye ve Şerh-i Akaid | 1 | 1 | 2 |
Edebiyat-ı Osmaniye | 1 | 1 | 1 |
Kitabet-i Resmiye | – | 1 | 1 |
Usul-ı Tedris | – | – | 1 |
Edebiyat-ı Arabiye | 1 | 1 | 1 |
Edebiyat-ı Farisiye | 1 | 1 | 1 |
Fransızca | 4 | 4 | 3 |
Hesab | 2 | – | – |
Usul-ı Defteri | 1 | 1 | – |
Cebir-i Adi ve İla | 2 | 1 | 1 |
Hendese | 1 | 2 | 1 |
Müsellesat | 1 | 1 | – |
Tersimat-ı Riyaziye | – | – | 2 |
Kozmoğrafya | – | 1 | 1 |
Makine | – | 1 | 1 |
Himet-i Tabiiye | 2 | 2 | 1 |
Mevalid-i Sülase | 2 | 1 | 2 |
Coğrafyay-ı Umumi ve Osmani | 1 | 1 | 1 |
Tarih-i Umumi ve Osmani | 1 | 1 | 1 |
Kimya | Kimyay-ı Gayr-i Uzvi 2 | Kimyay-ı Uzvi 2 | Tahlilat-ı Kimyevi 1 |
Kavanin | 1 | 1 | 1 |
Ulum-ı Servet | – | 1 | 1 |
Yekûn | 24 | 25 | 24 |
DARÜLMUALLİMAT PROGRAMI [3]
(Mevad-ı Tedrisiyenin Senelere Taksimi)
Mevad-ı Tedrisiye | Her Sınıfta Bir Hafta Zarfında Okunacak Derslerin Adedi | ||
Birinci Sene Haftada | İkinci Sene Haftada | Üçüncü Sene Haftada | |
Tecvid ve Kur’an-ı Kerimde Tatbikatı | 2 | 1 | 1 |
Ulum-ı Diniye | 2 | 2 | 2 |
Arabi | 2 | 2 | 2 |
Farisi | 1 | 1 | 1 |
Kaavaid-i Osmaniye | 1 | 1 | 1 |
Kitabet ve Tatbikat-ı Kavaid | 1 | 1 | 2 |
Hüsn-i Hat | 1 | 1 | 1 |
Usul-ı Tedris | 2 | 1 | 1 |
Ahlak | – | 2 | 1 |
İlm-i Eşya | 1 | 1 | 1 |
Mevalid ve Ulum-ı Tabiiye | – | 1 | 1 |
Hıfzıssıhha | – | 1 | 1 |
İdare-i Beytiye | 1 | 2 | 2 |
Hesab | 2 | 1 | 1 |
Hendese | 1 | 1 | 1 |
Resim | 1 | 1 | 1 |
Coğrafya | 2 | 1 | 1 |
Tarih | 1 | 1 | 1 |
Musiki | 1 | 1 | 1 |
El Hünerleri | 4 | 3 | 3 |
Yekûn | 26 | 26 | 26 |
DARÜLMUALLİMİN NİZAMNAMESİ [4]
(Maarif-i Umumiye Nizamnamesinin İkinci Faslının Darülmuallimîn Hakkındaki Mevadını Tadilen Kaleme Alınan Nizamname)
(Layiha)
Birinci Madde-Darülmuallimîn iptidaiye ve rüşdiye ve âliye namıyla ve her birinin müddet-i tahsiliyesi ikişer sene olmak itibariyle üç şubeye münkasım olmak ve irade-i seniyye ile mansub [naspolunmuş, konmuş, dikilmiş] ve maarife mensup bir müdürün idaresinde bulunmak üzere müceddeden teşkil olunmuştur.
İkinci Madde-İbtidaiye şubesine şart-ı duhûl sarf, nahiv, kıraet-i Türkiye, hat, imlâdan imtihan vermek ve hüsn-i ahlâk ashabından olmak ve sinni yirmiden dûn [aşağı] ve otuzdan efzûn [fazla, çok] olmamak ve sakat ve malûl bulunmamak ve ileride sınıfına göre açılacak muallimliği kabulden istinkâf eder ise müddet-i tahsiliyesinde aldığı maaşın hakk-ı istirdadını temin eylemektir. Sakat ve malûl olmamak ve istirdat maaşı temin eylemek şartları rüşdiye ve âliye şubelerinde dahi muteber olacaktır.
Üçüncü Madde-İbtidaiye şubesinde kıraet olunacak derûs balâda münferiden programda gösterilmiştir.
Dördüncü Madde-Rüşdiye şubesine şart-ı duhûl iptidaiye şubesinden şahadetname almak ve hariçten talep olanların yedlerinde mekâtib-i idadiye şahadetnameleri var ise ibraz eylemek yoğ ise iptidaiye şubesi şahadetnamelileri mertebesinde şifahen ve tahriren imtihan vermek ve ahlâk-ı mazbut ve sinni yirmiyi mütecaviz bulunmaktır.
Beşinci Madde-Rüşdiye şubesinde tedris olunacak dersler balâdaki programda münferiden gösterilmiştir.
Darülmuallimîn-i Aliye Şubesi
Altıncı Madde-Bu şube edebiyat ve fünun şubelerini havidir. Rüşdiye şubesinden edebiyat sınıfına kayıt olunacaklar belagat-ı arabiyeden şifahi ve bir vak’a tasviriyle Türkçe makale yazdırılarak tahriri imtihan verecekleri gibi hariçten dâhil olacakların rüşdiye şubesinde tedris olunan ulum ve fünundan dahi ayrıca imtihan vermeleri lazım ve fünun sınıfına rüşdiye şubesinden geçecek olanlar için o şubede tedris olunan ulum-ı riyaziye ve hükmiyeden vermiş oldukları imtihanda sülasen numroyu kazanmış olmaları ve evvelce mekatib-i idadiyeden mülazemet ruusuyle veya mekteb-i sultani veyahut rüşdiye şubesinden mezun olup da fünun-ı mezkurede sülasenden ziyade numro ahz edenlerin tekrar imtihandan istiğnaları için şahadetnameleri tarihinden itibaren bir sene zarfında müracaat etmiş bulunmaları meşruttur.
Yedinci Madde-Edebiyat sınıfında tedris olunacak dersler ber-vechi bala programda zikr olunmuştur.
Sekizinci Madde-Fünun sınıfında okunacak dersler yine balada programda gösterilenlerdir.
Dokuzuncu Madde-Darülmuallimîn talebesi cümlesi muvazzaf olmak üzere yüz kırk nefer ile tahdit edilip altmışı iptidaiye ve kırkı rüşdiye ve kırkı aliye şubelerinde bulunacak ve iptidaiye şubesinde bulunacaklara şehri ellişer ve rüşdiye şubesinde bulunacaklara yetmişer ve aliye şubesinde bulunacaklara yüzer guruş maaş ita edilecektir.
Onuncu Madde-Her şube derslerinin tekmilinde o şubeden şahadetname verilecektir.
On Birinci Madde-İbtidaiye şubesi ve rüşdiye şubesine ve rüşdiye şubesi aliye şubesine mahreçtir fakat iptidaiye şubesinde ikmal-i tahsil edenlerden rüşdiye şubesine ve rüşdiye şubesinde ikmal-i tahsil edenlerden aliye şubesine nakli ihtiyar etmeyenler için bulunduğu şubeye mahsus mekâtibde muallimlik etmek üzere şahadetnamelerine işaret olunacaktır.
On İkinci Madde-Rüşdiye mektepleri üç sınıfa taksim ile her sınıf iki derecede muallimle idare olunacaktır. Her sınıf mekteb-i rüşdiyede muallim-i evvel birinci derecede sani ve salis kaç muallime lüzum var ise onların cümlesi ikinci derecede muallim addedilecektir.
On Üçüncü Madde-Darülmualimînin iptidaiye ve rüşdiye şubelerinden mezun olduktan sonra başka bir mesleğe sülûk edenler yahut sınıfına göre muvazzaf olarak mekatib-i umumiyede istihdam olunmak üzere teklif olunan muallimliği kabülden bila-mucip istinkâf eyleyenler muallimliğe mahsus hukuk ve imtiyazattan sakıt olacaklar ve müddet-i tahsillerinde maarif veznesinden almış oldukları maaşatı kâmilen iade edeceklerdir.
On Dördüncü Madde-Darülmuallimînden neşet etmiş olanların mekatib-i umumiyede muallim olmak için sairlerine hakk-ı rüçhanı olacaktır.
On Beşinci Madde-Darülmuallimînden mezun olanlar ibtida muallimlik sınıfı meyanında terakki edip sonra mekatib-i idadiye ve maarif müdürlüğü gibi maarifçe münasibi veçhile her nev’i memuriyete tayin olunacaklardır. Fakat terakkiyat-ı mevude beş sene ifay-ı hüsn-i hidmete mütevakkıftır.
On Altıncı Madde-Talebeye bir defaya mahsus olmak üzere her şubeye mahsus olan kitaplar meccanen verilecektir.
On Yedinci Madde-Darülmuallimîn talebesinin imtihanlarında kavaid-i teminiye vazı ve sonra muallimliğe tayin olunmak üzere intihap mazbatalarının tanzimi ve aleyhlerinde vaki olacak şikayatın tedkiki ve azl ve becayişlerinin kanuna tevfiki münhasıran meclis-i maarife aittir.
On Sekizinci Madde-Darülmuallimîn müdürü ve muallimin ve memurini meclis-i maarifçe intihap ve maarif nezareti makamından tasdik ve imtihanlar dahi meclis-i mezkûrun nezaret ve malumatı tahtında icra olunur.
On Dokuzuncu Madde-Darülmualimînin bir muntazam kütüphane ve nümunehanesi olacağı gibi hikmet-i tabiye ve kimya ve tersimat-ı riyaziye ile topoğrafya ve tarih-i tabiyeye müteallık alat ve edevat ve levayıh-ı mukteziye dahi mükemmel olacaktır.
Yirminci Madde-Mektebin her ayda vukuatını mübeyyin meclise müzekkere vermek ve meclisçe verilecek talimata tevfik hareket etmek üzere Darülmualimînin bir müfettiş-i mahsusu bulunacaktır.
Yirminci Birinci Madde-İşbu nizamnamenin icrasına Maarif Nezareti memurdur.
—***—
DİPNOTLAR
[1] Asuman KOÇAK, Salnamelere Göre Ankara Vilayeti (1871-1907), Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı Yakınçağ Tarihi Bilim Dalı Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi (Danışman: Doç. Dr. Şennur ŞENEL), Ankara, 2013, s. 167-168
[2] Salname-i Nezaret-i Maarif-i Umumiye (SNMU) 1316 (1898), 1. Defa, 1316 Sene-i Hicriyesine Mahsustur, Matbaa-i Amire, s. 127-129
http://www.tufs.ac.jp/common/fs/asw/tur/htu/data/HTU1931-01/index.djvu
[3] A. g. e., s. 453
http://www.tufs.ac.jp/common/fs/asw/tur/htu/data/HTU1931-02/index.djvu
[4] A. g. e., s. 130-134http://www.tufs.ac.jp/common/fs/asw/tur/htu/data/HTU1931-01/index.djvu
Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal Paşa’dan
Samsun’da Öğretmenlere Nutuk
(22 Eylül 1924)
Giriş
Her türlü külfet ve nimet dengesizliğine rağmen öğretmenlik mesleğini sevgi, heyecan, hoşgörü ve saygı değerleriyle bütünleştirerek idealist bir anlayışla yaşayan ve yaşatan meslektaşlarımın “Öğretmenler Günü”nü tebrik ederim…
Osmanlı Devleti döneminde, asiler dahi öğretmenlerine el kaldırmamış, öğretmeninin tavsiye ve telkini ile isyanı bastırmakla görevli kişilere teslim olmuşlardır.
1923-1938 döneminde milletvekili maaşlarının az olduğu ve artırılması gerektiği gündeme gelmiş ve artış oranı Atatürk’e sorulmuştur. Merhum Atatürk’ün verdiği cevap akıl sahiplerine ibret vericidir, insana, eğitim-öğretime ve öğretmene verilen değerin çarpıcı sonucudur:
Artış, öğretmen maaşını geçmesin!..
Gazi Mustafa Kemal Paşa, 24 Mart 1923’te Kütahya Sultanisi’nde Öğretmenlere yaptığı konuşmada “Biri vatanın hayatını kurtaran asker ordusu, diğeri milletin istikbalini [geleceğini] yoğuran irfan ordusu. Bu iki ordunun her ikisi de kıymetlidir, yücedir, feyizlidir, muhteremdir; fakat bu iki ordudan hangisi daha kıymetlidir, hangisi yekdiğerine müreccahtır [tercih edilir]. Şüphesiz böyle bir tercih yapılamaz, bu iki ordunun ikisi de hayatidir.” sözleriyle Türk Silahlı Kuvvetleri ve Türk Eğitim Ordusunun önemini ve vazgeçilmezliğini ifade etmiştir. Savunma ve Eğitim Bakanlıklarının önünde yer alan “Milli” sıfatının anlam ve öneminin kaynağı açıkça anlaşılmaktadır.
O halde Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarının sosyal ve ekonomik hakları ne ise Türk Eğitim Ordusu mensuplarının sosyal ve ekonomik hakları da öyle olmalıdır.
Başta Başöğretmen Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere Türk Milli Eğitimine hizmet etmiş öğretmen, yönetici ve müfettişlerimizden fani âlemden baki âleme göç edenlere Yüce Tanrı’dan rahmet niyaz eder, minnet ve şükranlarımı sunar; yaşayanlara sağlık, mutluluk, başarı ve huzur dolu ömürler dilerim.
***
Samsun: 23 [Eylül 1924] (A. A.) – Reisicumhur Hazretleri 22 Eylül’de [1924] Samsun’da kıtaat-ı askeriyeyi [askeri kıtaları], kışlaları teftiş etmiş ve gördüğü intizam ve talim ve terbiyenin mükemmeliyetinden beyan-ı memnuniyet [memnuniyetlerini beyan] etmişler[dir]. Badehu [ondan sonra] bütün Samsun muallime ve muallimlerinin toplandığı İstiklal Ticaret Mektebi’ne gidilerek orada Gazi Paşa Hazretleri’nin şerefine verilen bir çay ziyafetinde pek samimi iki saat geçirilmiştir. Ziyafete piyano refakatiyle talebe tarafından teganni olunan [söylenen] milli şarkılarla başlanmış ve bir muallime ve üç muallim tarafından nutuklar irat olunmuştur. Reisicumhur Hazretleri cevaben bütün samiini [dinleyicileri] pek teheyyüç [heyecanlandıran] ve mütehassis eden atideki [aşağıdaki] nutku irat buyurmuşlardır:
“Muhterem Hanım, Muhterem Beyefendiler,
Bu çay ziyafetini tertip edenlere suret-i mahsusada [özel olarak] teşekkür ederim. Bu vesile beni Samsun’un çok münevver [aydın] bir muhitinde bulundurmuş oldu. Bu vesile, beni dimağları [beyinleri] ilim ve fen ile müzeyyen [süslü], kıymetli insanlardan mürekkep [meydana gelen] bir heyetin huzurunda bulunmakla pek mesut etti.
Efendiler, dünyada her şey için, maddiyat için, maneviyat için, hayat için, muvaffakiyet için en hakiki mürşit ilimdir, fendir. İlim ve fennin haricinde mürşit [yol gösterici] aramak gaflettir, cehalettir, dalalettir [sapkınlıktır]. Yalnız, ilmin ve fennin yaşadığımız her dakikadaki safhalarının tekâmülünü [gelişmesini] idrak etmek ve terakkiyatını [ilerlemelerini] zamanında takip eylemek şarttır.
Bin, iki bin, binlerce sene evvelki ilim ve fen lisanının çizdiği düsturları, şu kadar bin sene sonra bugün aynen tatbike çalışmak elbette ilim ve fennin içinde bulunmak değildir. Çok mesut bir his ile anlıyorum ki, muhataplarım bu hakikatlere nüfuz etmişlerdir. Mesudiyetim yükseliyor. Şununla ki, muhataplarım taht-ı talim ve terbiyelerinde [talim ve terbiyeleri altında] bulunan yeni nesli de bu hakikatin nurlarıyla doğuşuna müessir [etkili] ve amil [etken] olacak surette yetiştireceklerini vaat eylemişlerdir. Bu, cümlemiz [hepimiz] için iftihara değer bir noktadır.
Muhterem efendiler, hemşiremiz hanımefendi ve ondan sonra beyanatta bulunan
muhterem ve hassas arkadaşlarımız uzak maziyi çok güzel işaretle tavzih ettiler [açıkladılar]. Yakın mazinin acılarını da hakikaten kalpleri dilhun edecek [kan ağlatacak] tarzda beyan buyurdular. Bu vesile ile şahsıma çok teveccühatta [teveccühkâr] bulunmak nezaketini ibraz buyurdular [gösterdiler]. Bu teveccühatın [teveccühlerin] samimi kalplerden çıkması itibariyle şüphesiz çok memnunum, mütehassisim ve müteşekkirim. Yalnız sizden olan bir şahsa sizden fazla ehemmiyet atfetmek, her şeyi bir ferd-i milletin [milletin bir ferdinin] şahsiyetinde temerküz ettirmek [toplamak], maziye [geçmişe], hale [bugüne], istikbale [geleceğe], bütün bu edvara [devirlere] ait bir heyet-i içtimaiye [toplum] mesailinin [meselesinin] tavzih [açıklanmasını] ve tebarüzünü [ortaya konulmasını], bu yüksek bir heyet-i içtimaiyenin [topluluğun] münferit [tek başına, mütevazi] bir şahsiyetinden beklemek, elbette ki layık değildir; elbette ki lazım değildir.
Muhterem kardeşler! Memleket ve milletin hayat ve atisine [geleceğine] olan muhabbet ve hürmetimden dolayı huzurunuzda bir nokta-ı hakikati [hakikat noktasını dinleyiciler] izaha mecburum.
Vatandaşlar, vatanınızda herhangi bir şahsı, istediğinizi sevebilirsiniz! Kardeşiniz gibi, arkadaşınız gibi, babanız gibi, evladınız gibi, sevgiliniz gibi sevebilirsiniz. Fakat bu sevgi sizi, mevcudiyet-i milliyenizi [milli mevcudiyetinizi/milli varlığınızı], bütün muhabbetlerinize rağmen, herhangi bir şahsa, herhangi bir sevdiğinize vermeye saik olmamalıdır [sevk etmemelidir]. Bunun aksine hareket kadar büyük hata olamaz. Ben, mensup olduğum büyük milletimin böyle bir hatayı artık irtikâp etmeyeceğine [işlemeyeceğine] dair kemal-i itimat [tam itimat] sahibi olmakla müsterih [gönlüm/içim rahat] ve müftehirim [iftihar ediyorum].
Arkadaşlar, ben ve benim gibi birçok vatandaşlar, kardeşler, bundan beş, beş buçuk sene evvel vatan ve millet ümitsiz bir felakete düştüğü zaman, muvazzaf [vazifeli] oldukları, vicdan, namus, haysiyet hissiyle mükellef bulundukları vazifeyi yapmak mevkiinde kaldılar. Bunu bittabi yapacaklardı. Yapmaları mecburi idi, vicdani idi, insani idi, namusu milli [milli namus] icabı idi. Ben bu mukaddes esasların haricinde hareket edebilir miydim?
Efendiler, elbette edemezdim. Türk milletinin hakiki hiçbir ferdi bu icabatın [icapların] haricinde hareket edemezdi. Ben elbette bu acı manzara karşısında vicdanımın emirlerine muhalif, namusu milliyemizin [milli namusumuzun] hilafında [karşısında/aykırı] hareket edemezdim. Mensubiyetiyle [mensubu olmakla] müftehir bulunduğum [iftihar ettiğim] yüksek heyet-i içtimaiyenin [toplumun] yüksek haysiyetine elbette münafi [aykırı] hareket edemezdim.
Bence mensup olmakla müftehir bulunduğum milletin hiçbir ferdi bu icab-ı namustan [namus icabından] asla inhiraf etmemiştir [ayrılmamıştır]. Eğer bundan müstesna gösterilenler varsa, emin olunuz aziz ve namuskâr vatandaşlar; onların kalp ve vicdanı milletimizin müşterek vicdan-ı tenezzühünden [temiz vicdanından] hiç ilham alamamış, kapkara, sefil vicdanlardır.
Efendiler, bizim milletimiz derin, büyük bir maziye sahiptir. Milletimizin hayat-ı asarını [hayat eserlerini] düşünelim. Bu düşünce bizi elbette altı-yedi asırlık Osmanlı Türklüğünden çok asırlık Selçuk Türklerine ve ondan evvel bu devirlerin her birine muadil [denk] olan büyük Türk devrine kavuşturur. Bütün bu edvara [devirlere] dikkat buyurunuz, Türk kendi ruhunu, benliğini, hayatını unutmuş, nereden geldiği belirsiz birtakım reislerin şuursuz vasıtası olmak mevkiine düşmüştür. Türk milleti kendi benliğini, kendi dimağını, kendi ruhunu unutur gibi olmuş ve bütün mevcudiyetiyle herhangi bir maksada, neticesi zillet olan, esaret olan, fisebilillah [karşılık beklemeksizin] köle olmaya müncer olan [götüren] hakir bir hedefe sürüklenmiştir. Millet maatteessüf [ne yazık ki] bu hal-i gafleti [gaflet halini] çok sürdürdü. Bu yüzden her türlü sefaletlere ve mahkûmiyetlere uğramaktan kendini kurtaramadı. Bütün bu tebaiyetleri; aldığı gayr-i milli [milli olmayan] terbiyenin icabatı [icapları] olduğunu fark etmeksizin, mehakim [sağlam] bir terbiyenin eseri olduğu kanaatiyle tatbik ediyordu. Esas-ı terbiye [terbiyenin esası], hedef ve mahiyet-i terbiye [terbiyenin hedefi ve mahiyeti] ne büyüktür. Bu hususta istikamet yanlış ise ve koskoca bir millet emniyet ve itimat ettiği kitaplardan şahit göstererek, rehber olduklarını iddia edenlerin sözlerine inanarak yürürse ve bu yürüyüş istikameti kendilerini mahv ve izmihlale [yok olmaya] düşürürse, kabahat; bu istikameti takip eden nezih, ahlaklı, fedakâr, rehberlerine itimat eden zavallı halktan ziyade, rehberlere ait değil midir?
Efendiler, söz söyleyen arkadaşlarımızdan biri bana nereden ilham ve kuvvet aldığımı sordu. Bu sualine [sorusuna] kısa bir cevap vermek isterim. Bilirim ki, bugünkü intibahı [uyanışı], düne, maziye medyunuz [borçluyuz]. Her halde babalarımızın, analarımızın, mürebbilerimizin; ruh ve dimağlarımızın [beyinlerimizin] inkişafında [gelişiminde] feyizli tesirleri vardır. Gerçi biz, belki burada bulunanların kâffesi [tamamı] dünyaya geldiğimiz zaman bu topraklar üzerinde yaşayanlarla beraber, kahhar [kahredici] bir istibdadın pençesi içinde idik. Ağızlar kilitlenmiş gibi idi. Muallimler, mürebbiler yalnız bir noktayı dimağlara yerleştirmeye mecbur tutulmakla idi: Benliğini, her şeyini unutarak bir heyulaya boyun eğmek, onun kulu, kölesi olmak. Bununla beraber, tahattur etmek [hatırlamak] lazımdır ki, o tazyik altında dahi, bizi bugün için yetiştirmeye çalışan hakiki ve fedakâr muallimler ve mürebbiler eksik değildi. Onların bize verdikleri feyiz elbette esersiz kalmamıştır. Şimdi burada bir zatıâliye tesadüf ettim. O, benim rüştiye birinci sınıfında muallimim idi. Bana henüz iptidai [temel] şeyleri öğretirken istikbal [gelecek] için ilk fikirleri de vermişti.
Efendiler, izah etmek istiyorum ki, ilk ilham ana baba kucağından sonra mektepteki mürebbinin lisanından, vicdanından, terbiyesinden alınır. Bu ilhamatın [ilhamların] mazhar-ı inkişaf [gelişmeye mazhar] olması, millet ve memlekete hizmet edebilecek kudret ve kabiliyeti bahşedebilmesi için, millet ve memlekete büyük ve derin alaka yaratan fikir ve duygularla her an takviye olunmak lazımdır. Bu fikir ve duyguların menba [kaynağı] bizzat memleket ve millettir. Milletin müşterek arzu ve temayülüne [eğilimine] temas etmek ve onun icabatına [icaplarına] mevcudiyetini hasretmeyi hareket düsturu bilmek, hakiki yolda yürüyebilmek için yegâne esastır. Bir milletin efradında [fertlerinde] hâkim olması, riayet edilmesi icap eden milletin müşterek arzusu, ortak fikridir. Bir insan memleket ve milletine nafi [faydalı] bir iş yaparken, gözünden bir an uzak bulundurmamaya mecbur olduğu düstur milletin hakiki temayülüdür [eğilimidir].
Binaenaleyh [dolayısıyla] efendiler, arkadaşımızın sorduğu ilham ve kuvvet kaynağı milletin kendisidir. Milletin müşterek [ortak] temayülünün [eğiliminin], umumi [genel] fikri olduğunu münkir [inkâr eden] olanlar da vardır. Bu gibileri cümleniz [hepiniz] çok işitmişsinizdir. Bu gibiler, memleket ve milletle alakasız ve gafil insanlardır. Memleketimizin ve milletimizin başına gelmiş olan bunca felaketler hiç şüphe etmemelidir ki, bu gafil insanların memleketin talih ve iradesini ellerinde tutmuş olmalarından ileri gelmiştir.
Efendiler, bir heyet-i içtimaiyenin [toplumun] mutlaka müşterek [ortak] bir fikri vardır. Eğer bu her zaman ifade ve izhar [1] edilmiyorsa [ortaya konulmuyorsa], onun adem-i mevcudiyetine [mevcut olmadığına] hükmolunmamalıdır. O, fiiliyatta behemehâl [mutlaka] mevcuttur. Varlığımızı, istiklalimizi [bağımsızlığımızı] kurtaran bütün afal [fiiller] ve harekât [hareketler], milletin müşterek fikrinin, arzusunun, azminin yüksek tecellisi eserinden başka bir şey değildir.
Arkadaşlar, bugün vasıl olduğumuz [ulaştığımız] netice şüphe yok, çok şayan-ı memnuniyet [memnuniyet] ve ümid-i bahşdır [ümit vericidir]. Fakat bu memnuniyeti mahfuz tutabilmek için, ümitleri saha-ı fiiliyata [fiiliyat sahasına] koyabilmek için bundan sonra dikkat edilecek noktalar da çoktur. Son söz söyleyen hoca efendinin beyanatından ilham alarak arz edeyim ki, en mühim, en esaslı nokta terbiye meselesidir. Terbiyedir ki, bir milleti hür, müstakil [bağımsız], şanlı, ali bir heyet-i içtimaiye [yüksek bir toplum] halinde yaşatır veya bir milleti esaret ve sefalete terk eder.
Efendiler, terbiye kelimesi yalnız olarak kullanıldığı zaman herkes kendince maksut bir medlule [kast olunan bir manaya] intikal eder. Tafsilata girişilirse terbiyenin hedefleri, maksatları tenevvü eder [çeşitlilik gösterir]. Mesela dini terbiye, milli terbiye, beynelmilel [milletlerarası] terbiye. Bütün terbiyelerin hedef ve gayeleri başka başkadır. Ben burada yalnız yeni Türk Cumhuriyeti’mizin yeni nesle vereceği terbiyenin milli terbiye olduğunu katiyetle ifade ettikten sonra diğerleri tevakkuf etmeyeceğim [üzerinde durmayacağım]. Yalnız işaret etmek istediğim manayı kısa bir misal ile izah edeceğim.
Efendiler, yeryüzünde üç yüz milyonu mütecaviz [aşkın] İslam vardır. Bunlar ana baba, hoca terbiyesiyle terbiye ve ahlak almaktadırlar. Fakat maalesef hakikat-i hadise [hadisenin hakikati] şudur ki, bütün bu milyonlarca insan kitleleri şunun veya bunun esaret veya zillet zincirleri altındadır. Aldıkları manevi terbiye ve ahlak onlara bu esaret zincirlerini kırabilecek meziyet-i insaniyeyi [insani meziyeti] verememiştir, veremiyor. Çünkü terbiye hedefleri milli değildir.
Efendiler, milli terbiyenin ne demek olduğunu bilmekte artık herhangi bir tenevvüş [karışıklık] kalmamalıdır. Bir de milli terbiye esas olduktan sonra, onun lisanını, usulünü, vasıtalarını da milli yapmak zarureti gayr-i kabulü münakaşadır [münakaşa kabul etmez]. Milli terbiye ile inkişaf [geliştirilmek] ve ila [yükseltilmek] edilmek istenilen genç dimağları [beyinleri] bir taraftan da paslandırıcı, uyuşturucu, hayali zevaitle [lüzumsuz şeylerle] doldurmaktan dikkatle içtinap etmek [kaçınmak] lazımdır.
Hoca efendi bu fikrini izah için “Vettini vezzeytuni ilah…” ayetini kendince tefsir ettiler [yorumladılar]. İncir ve zeytin çekirdeğinden düstur çıkardılar. Birindeki kesire [çokluğa] diğerindeki vahdeti [tekliğe] işaret ettiler. Ayetin medlulü [manası] bu mudur, değil midir, bir şey demeyeceğim. Yalnız bu seyahatim esnasında tesadüfen bu ayetin manasını ben diğer bir hoca efendiden sormuştum.
Bunun için yarım saat kadar mütalaaya [düşünmeye/araştırmaya] ihtiyaç olduğunu söyledi. Ömrünü medariste [medreselerde] ulum-ı diniye [dini ilimler] tedris ve tedrisiyle [okumak ve okutmakla] geçiren bir zat bir kitabın bir satırını Türkçe ifade edebilmek için böyle bir ihtiyaç dermeyan ederse [öne sürerse], millet, efrad-ı millet [milletin fertleri] ne desin? Onun için efendiler, genç neslin beyni yorulmadan, onun her şeyi ahz [almaya] ve özümlemeye müsait [yatkın] elvahı hakikat izleriyle tezyin olunmalıdır [süslenmelidir].
Muhterem efendiler, bu içtimada [toplantıda] söylenen sözler o kadar hissiyatıma, rikkatime mucip [sebep] oldu ki, samiimde [kulağımda] o kadar ilahi bir ahenk vücuda getirdi ki, bunu bozmamak için bir kelime bile telaffuz etmek niyetinde değildim. Fakat huzurunuzun ruhumda hâsıl ettiği gayr-i kabil-i zapt [zapt edilemez] haz ve his beni beyan-ı hissiyat ve efkâra [hissiyat ve fikrimi beyana] sevk etti. Beni dinlemek zahmetine katlandığınızdan, cümlenize [hepinize] teşekkürler ederim.”
Ziyafetten avdetinde halk pek müteheyyiç ve hassas on binlerce kitleler halinde fenerlerle şehri dolaştıktan sonra Reisicumhur Hazretlerinin ikametgâhları önünde toplanmışlar ve Gazi Hazretlerini şiddetle alkışlamışlardır. Halktan birisi Samsunluların Reisicumhur Hazretlerine hissiyat-ı tazimkaranesini arz etmiş ve Gazi Paşa Hazretleri teşekkür etmişlerdir. Halk saatlerce şehrin sokaklarını dolaşarak icray-ı şadımani eylemişlerdir. [2]
DİPNOTLAR
[1] Hâkimiyet-i Milliye, 25 Eylül 1924, No: 1230, s. 1, sütun: 3-5
[2] Hâkimiyet-i Milliye, 25 Eylül 1924, No: 1230, s. 2, sütun: 4
file:///C:/Users/admin/Downloads/0208.pdf
[1, 2] Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt: 17 (1924-1925), Kaynak Yayınları, İstanbul, 2005, s. 44-48
Saltanatın Kaldırılmasına Dair Türkiye Büyük Millet Meclisinin Genel Kurul Kararı
Mustafa Kemal Paşa’nın Neue Freie Presse Muhabirine Cumhuriyet Hakkında Beyanatı [Demeci]
Büyük Âlim Ziya Gökalp’in Vefatı
En Çok Okunanlar
- Türkler ve Zaferleri2 yıl ago
Anafartalar Kumandanı Mustafa Kemal ile Mülakat [Görüşme] (1)
- Maarifimizde İstikamet2 yıl ago
AİLE KUCAĞINDA VATAN TERBİYESİ
- Türk Tarihi3 yıl ago
6 EKİM İSTANBUL’UN KURTULUŞ GÜNÜ
- Türk İstiklâl Mücadelesi2 yıl ago
LOZAN BARIŞ ANTLAŞMASI
- Tarihi Toplantılar3 yıl ago
İSTİKLÂL MARŞI’NIN YAZILIŞI ve MİLLÎ MARŞ OLARAK KABULÜ
- Mustafa Kemal Atatürk3 yıl ago
GAZİ MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN KONYA TÜRK OCAĞI’NDA YAPTIĞI KONUŞMA
- Türk İstiklâl Mücadelesi2 yıl ago
Mustafa Kemal Paşa’nın Sivas Kongresi’ni Açış Konuşması (4 Eylül 1919)
- Maarifimizde İstikamet3 yıl ago
1998 İLKÖĞRETİM SOSYAL BİLGİLER DERSİ ÖĞRETİM PROGRAMI 6’NCI SINIF TÜRKİYE TARİHİ ÜNİTESİ AMAÇLARININ KAZANILMIŞLIK DÜZEYİ (Kastamonu Örneği)