Türk İnanç ve Gelenekleri
DEDE KORKUT HİKÂYELERİNDE KADIN TİPLERİ (2)

Published
3 yıl agoon
By
drkemalkocak
4. Kadına Sevgi ve Saygı
a. Dede Korkut’ta yer alan erkeklerin, kadınlara karşı derin bir sevgi beslediği, bu derin sevginin göstergesi olarak kadınlara iltifatlar yaptığı görülmektedir. Bu iltifat sözlerinden, kadınların el üstünde tutulduğu ve her zaman güzellikle anıldığı anlaşmaktadır. Bu iltifatların birçok örneği bulunmakta ve en çarpıcısı Dirse Han Oğlu Boğaç Han Destanı‘nda görülmektedir:
“Dirse Han evine geldi. Çağırıp hatununa söyler, görelim hanım ne söyler:
Beri gel başımın bahtı evimin tahtı
Evden çıkıp yürüyünce servi boylum
Topuğunda sarmaşınca kara saçlım
Kurulu yaya benzer çatma kaşlım
Çift badem sığmayan dar ağızlım
Kavunum yemişim düvleğim [küçük kavun, güzel kokan küçük kavun]
Görüyor musun neler oldu” (Ergin, 1971, s. 10)
b. Kadına karşı duyulan/gösterilen sevginin diğer bir göstergesi eş/koca baskısının görülmemesi/olmamasıdır. Eş/koca/nişanlı ölme ihtimalinin olduğu bir olaya karışmadan önce kadının üstündeki haklarını/hükümlerini kaldırmaktadır. Erkek, eğer ölürse eşinin normal hayatına devam etmesi yönünde tavsiyelerde bulunmaktadır. Kadının aile ve toplum hayatındaki vazgeçilmezliğini gösteren bencillikten uzak bu anlayış/davranış, Dede Korkut’ta üç defa yer almaktadır.
Birincisi, Kazan Bey’in Oğlu Uruz Bey’in Esir Düştüğü Destan’da, Uruz helalliğinin üstündeki hükmü, bencillik yapmadan kaldırmakta ve kadının normal hayatına devam etmesini istemektedir. Koca baskısı yoktur:
“Üç ayda varmazsam öldüğümü o vakit bilsin
Aygır atımı boğazlayıp aşımı versin
El kızı helâllime izin versin
Bana sakladığı gelin odasına başkası girsin
Anam benim için mavi giyip kara sarınsın
Kudretli Oğuz ilinde yasımı tutsun” (Ergin, 1971, s. 113)
İkincisi, Uşun Koca Oğlu Segrek’in Destanı‘nda, Segrek eşinin üstündeki hakkı/hükmü kaldırmaktadır. Burada koca baskısının olmadığı görülmektedir:
“Kız sen beni bir yıl bekle, bir yılda gelmezsem iki yıl bekle, iki yılda gelmezsem üç yıl bekle, gelmezsem o vakit benim öldüğümü bilesin, aygır atımı boğazlayıp aşımı ver, gözün kimi tutarsa, gönlün kimi severse ona var dedi.” (Ergin, 1971, s. 207)
Üçüncüsü, Duha Koca Oğlu Deli Dumrul Destanı‘nda, Deli Dumrul öldükten sonra eşinin yalnız kalmamasını öğütlemekte ve bütün malını mülkünü başka biriyle rahat yaşaması için eşine bırakmaktadır. Eşinden çocuklarını babasız büyütmemesini dilemektedir. Deli Dumrul, öldükten sonra eşinin ve çocuklarının rahat yaşamasını düşünmektedir. Burada, koca baskısının olmadığı açıkça görülmektedir:
“Sürdü helâllisinin yanına geldi, der:
Biliyor musun neler oldu
Gökyüzünden al kanatlı Azrail uçup geldi
Benim beyaz göğsümü bastırıp kondu
Benim tatlı canımı alır oldu
Babama ver dedim can vermedi
Anama vardım can vermedi
Dünya şirin can tatlı dediler
Şimdi
Yüksek yüksek kara dağlarım sana yaylak olsun
Soğuk soğuk sularım sana içme olsun
Tavla tavla koç atlarım sana binek olsun
Penceresi altın otağım sana gölge olsun
Katar katar develerim sana yük taşıyıcı olsun
Ağıllarda beyaz koyunum sana şölen olsun
Gözün kimi tutarsa
Gönlün kimi severse
Sen ona var
İki oğlancığı öksüz koyma” (Ergin, 1971, s. 130)
Verilen üç örnekte görüldüğü gibi kocalar, baskı ve bencillik yapmadan sevdiklerinin kendilerinden sonra da rahat yaşamasını dilemektedir. Bu durum kadına duyulan sevgi ve saygının bir göstergesi olarak görülmektedir.
c. Dirse Han Oğlu Boğaç Han Destanı‘nda; kadına duyulan saygının ortaya çıktığı sözler yer almaktadır: Çocuğu olmayan Dirse Han, Tanrı tarafından lanetlendiğini düşünmektedir Bu lanetin sebebini ise sadece karısına yüklemediğinden, lanetin kendisinden ötürü de olabileceğini düşünmektedir. Dirse Han, sadece kadını suçlu görebileceği yerde, bunu yapmamakta ve sorumluluğu paylaşmaktadır. Buradaki kadın-erkek eşitliği anlayışı/davranışı, sağlıklı aile ve toplum hayatının önemli bir göstergesidir.
“… oğlu kızı olmayana Tanrı Teâlâ beddua etmiştir, biz de beddua ederiz, belli bil dediler. Senden midir, benden midir, Tanrı Teâlâ bize bir topaç gibi oğul vermez nedendir dedi, …” (Ergin, 1971, s. 11)
5. Güçlükleri Çözümleyici Kadın
a. Dede Korkut’ta kadın, aile ve toplum hayatında karşılaşılan güçlüklerin çözümlenmesinde etkin rol oynamaktadır. Erkek, bir güçlükle karşılaştığında kadını danışılacak bir makam olarak görmektedir. Güçlüğün çözümünde, kadının gösterdiği yolu/yöntemi uygulamaktadır. Örneğin; Dirse Han Oğlu Boğaç Han Destanı‘nda, Dirse Han üzerlerindeki laneti nasıl kaldırmaları gerektiği konusunda karısına danışmaktadır. Kadın, bilgisi ile Dirse Han’a çözümünü sunmakta ve Dirse Han bu çözümü uygulmaktadır. Ardından kadının getirdiği çözüm ile güçlük ortadan kalkmakta ve lanet bozulmaktadır:
“… oğlu kızı olmayanı kara otağa kondurun, kara keçe altına doşeyin, kara koyun yahnisinden önüne getirin, yerse yesin, yemezse kalksın gitsin, onun ki oğlu kızı olmaya Tanrı Teâlâ ona beddua etmiştir, biz de beddua ederiz demiş. Ben varınca gelerek karşıladılar kara otağa kondurdular, kara keçe altıma döşediler, kara koyun yahnisinden önüme getirdiler, oğlu kızı olmayana Tanrı Teâlâ beddua etmiştir, biz de beddua ederiz, belli bil dediler. Senden midir, benden midir, Tanrı Teâlâ bize bir topaç gibi oğul vermez nedendir dedi. Söyledi:
Han kızı yerimden kalkayım mı
Yakan ile boğazından tutayım mı
Kaba ökçemin altına atayım mı
Kara çelik öz kılıcımı elime alayım mı
Öz gövdenden başını keseyim mi
Can tatlılığını sana bildireyim mi
Alca kanını yer yüzüne dökeyim mi
Han kızı sebebi nedir söyle bana
Müthiş gazap ederim şimdi sana
Dedi.
Dirse Hanın hatunu söylemiş, görelim ne söylemiş. Der: Hey Dirse Han, bana gazap etme, incinip acı sözler söyleme, yerinden kalk, alaca çadırını yer yüzüne diktir, attan aygır, deveden erkek deve, koyundan koç kes, İç Oğuzun Dış Oğuzun beylerini başına topla, aç görsen doyur, çıplak görsen donat, borçluyu borcundan kurtar, tepe gibi et yığ, göl gibi kımız sağdır, büyük ziyafet ver, dilek dile, olur ki bir ağzı dualının hayır duası ile Tanrı bize bir topaç gibi çocuk verir dedi.
Dirse Han dişi ehlinin sözü ile büyük bir ziyafet verdi, dilek diledi. Attan aygır, deveden erkek deve, koyundan koç kestirdi. İç Oğuz, Dış Oğuz beylerini başına topladı. Aç görse doyurdu. Çıplak görse donattı. Borçluyu borcundan kurtardı. Tepe gibi et yığdı, göl gibi kımız sağdırdı. El kaldırdılar, dilek dilediler. Bir ağzı dualının hayır duası ile Allah Teâlâ bir çocuk verdi. Hatunu hamile oldu. Bir nice müddetten sonra bir oğlan doğurdu.” (Ergin, 1971, s. 10-12)
Burada, aile hayatında sadece erkeğin sözünün geçmediği, aynı zamanda kadının da en az erkek kadar sözünün geçtiği görülmektedir. Özellikle kadının çözüm yolunu göstermesi ile güçlüğün çözümlenmesi, kadının bilgeliğini pekiştirmektedir.
b. Begil Oğlu Emren’in Destanı‘nda; Begil, Han’ı ile yaşadığı sıkıntıyı eşine anlatmaktadır. Bu sıkıntı karşısında eşinin kendisine sunduğu yolu/yöntemi uygulamakta ve sıkıntıyı çözmektedir. Bu örnek, kadının bilgeliğini pekiştirmesi bakımından dikkat çekmektedir.
“Hatun der: Yiğidim bey yiğidim, padişahlar Tanrının gölgesidir, padişahına asi olanın işi rast gelmez, arı gönülde pas olsa şarap açar, sen gideli hanım çapraz yatan alaca dağların avlanmamıştır, ava bin gönlün açılsın dedi. Begil baktı hatun kişinin aklı, sözü iyidir. Cins atını çektirip sıçradı bindi, ava gitti.” (Ergin, 1971, s. 188)
6. Alp Kadın
a. Dede Korkut’ta kadın, aile ve toplum hayatında anneliği, fedakârlığı, hoşgörüsü ve kahramanlığı ile kendisini göstermektedir. Kadın, erkeklere söz geçirmesi, kılıç kuşanması ve kendi başına karar verebilmesi ile erkekten bağımsız etkin bir karakter olarak görünmektedir. Bu özelliklere sahip kadın, “alp kadın” olarak adlandırılmaktadır. Alp kadın tipi ilk olarak Dirse Han Oğlu Buğaç Han Destanı‘nda yer almaktadır. Dirse Han ile gönderdiği oğlunu dönüşte Dirse Han’ın yanında göremeyen anne üzüntü içine düşmektedir. Ne olduğunu araştırmakta ve gerekirse kendisinin harekete geçebileceğini ifade etmektedir:
“… Dirse Hanın yüzüne baktı. Sağ ile soluna göz gezdirdi, oğlancığını görmedi. Kara bağrı sarsıldı, bütün yüreği oynadı, kara süzme gözleri kan yaş doldu. Çağırıp Dirse Hana söyler, görelim hanım ne söyler:
Beri gel başımın bahtı evimin tahtı
Han babamın güveyisi
Kadın anamın sevgisi
Babamın anamın verdiği
Göz açıp da gördüğüm
Gönül verip sevdiğim
A Dirse Han
Kalkarak yerinden doğruldun
Yelesi kara cins atına sıçrayıp bindin
Göğsü güzel koca dağa ava çıktın
İki vardın bir geliyorsun yavrum hani
Karanlık gecede bulduğum oğul hani
Çıksın benim görür gözüm a Dirse Han yaman seğiriyor
Kesilsin oğlanın emdiği süt damarım yaman sızlıyor
Sarı yılan sokmadan akça tenim kalkıp şişiyor
Yalnızca oğul görünmüyor bağrım yanıyor
Kuru kuru çaylara su saldım
Kara elbiseli dervişlere adaklar verdim
Aç görsem doyurdum çıplak görsem donattım
Tepe gibi et yığdım göl gibi kımız sağdırdım
Dilek ile bir oğul zorla buldum
Yalnız oğul haberini a Dirse Han söyle bana
Karşı yatan Ala Dağdan bir oğul uçurdunsa söyle bana
Taşkın akan koşan sudan bir oğul akıttınsa söyle bana
Aslan ile kaplana bir oğul yedirdinse söyle bana
Kara giyimli azgın dinli kâfirlere bir oğul aldırdınsa söyle bana
Han babanım katına ben varayım
Ağır hazine bol asker alayım
Azgın dinli kâfire ben varayım
Paralanıp cins atımdan inmeyince
Yenim ile alca kanımı silmeyince
Kol but olup yer üstüne düşmeyince
Yalnız oğul yollarından dönmeyeyim
Yalnız oğul haberini a Dirse Han söyle bana
Kara başım kurban olsun bugün sana” (Ergin, 1971, s. 18-19)
Dirse Hanın hatunu bu sözlerinden sonra, hiçbir erkekten yardım almadan oğlunu aramaya gider. Kırk ince kızı yanına alarak sorumluluk üstlenir. Bu kadın, yeri geldiğinde ince anne, yeri geldiğinde savaşçı olmaktadır. Oğlu için her şeyi göze alabileceği ve karşısında kimsenin duramayacağı anlaşılmaktadır:
“Dirse Hanın hatunu çekildi geri döndü. Dayanamadı, kırk ince kızı beraberine aldı, büyük cins ata binip oğlancığını aramağa gitti. Kışta yazda karı buzu erimeyen Kazılık Dağına geldi çıktı. Alçaktan yüce yerlere koşturup çıktı.” (Ergin, 1971, s. 19)
Kimseden yardım almadan kendi işini kendi gören ve söz konusu oğlu olunca tehlikeye atılmaktan çekinmeyen Dirse Han’ın hanımı, alp kadın tipini temsil etmektedir.
b.Kam Püre Oğlu Bamsı Beyrek Destanı‘nda; başka bir alp kadın yer almaktadır. Banı Çiçek bilgeliği ile Beyrek’i, Banı Çiçek’in dadısıyım diye kandırır ve alp olup olmadığını denemektedir. Beyrek ile ok atmakta ve çekişmektedir. Banı Çiçek’in, bir erkekten geri kalmadığı, bilgeliği, becerisi, cesareti ve kahramanlığı aşağıdaki ifadelerden anlaşılmaktadır:
“Kız der: O öyle insan değildir ki sana görünsün dedi, amma ben Banı Çiçeğin dadısıyım, gel şimdi seninle ava çıkalım, eğer senin atın benim atımı geçerse onun atını da geçersin, hem seninle ok atalım, beni geçersen onu da geçersin ve hem seninle güreşelim, beni yenersen onu da yenersin dedi. Beyrek der: Pekâlâ, şimdi atlanın.
İkisi atlandılar, meydana çıktılar. At teptiler, Beyreğin atı kızın atını geçti. Ok attılar, Beyrek kızın okunu geride bıraktı. Kız der: Bre yiğit benim atımı kimsenin geçtiği yok, okumu kimsenin geride bıraktığı yok, şimdi gel seninle güreş tutalım dedi.
Hemen Beyrek attan indi. Kavuştular, iki pehlivan olup birbirine sarmaştılar.” (Ergin, 1971, s. 61)
Bamsı Beyrek, aile ve toplum hayatında etkin ve yiğitlikte kendisinden geri kalmayacak bir alp kadın istemektedir. Bu durumda, alp kadınların beyler tarafından istendiği ve kadında alplığın beklenilen bir özellik olduğu anlaşılmaktadır.
“Beyrek der: Baba bana bir kız alı ver ki ben yerimden kalkmadan o kalkmalı, ben kara koç atıma binmeden o binmeli, ben hasmıma varmadan o bana baş getirmeli, böyle kız alı ver baba bana dedi.” (Ergin, 1971, s. 62)
c. Bir başka alp kadın, Kazan Bey’in Oğlu Uruz Bey’in Esir Olduğu Destan‘ında yer almaktadır. Burla Hatun eşine sevgi ve sadakatle bağlıdır. Buna karşılık oğlundan haber vermezse Kazan’ı “karalamak” ile tehdit etmektedir. Oğlu için kocasını dahi karşısına alan Burla Hatun oğlu için hiçbir şeyi yapmaktan kaçınmamaktadır. Aktif bir rol oynayarak kendi başına; hiçbir erkekten yardım almadan, kâfirden bile korkmadan oğlu için harekete geçeceğini bildirmektedir:
“Beri gel Salur beyi Salur güzelliği
Başımın bahtı evimin tahtı
Han babamın güveyisi
Kadın anamın sevgisi
Babamın anamın verdiği
Göz açıp da gördüğüm
Gönül verip sevdiğim
Bey yiğidim Kazan
Kalkarak yerinden doğruldun
Oğlun ile yelesi kara cins atına sıçrayıp bindin
Göğse güzel koca dağlar önüne ava çıktın
Boynu uzun büyük geyiğini tutup yıktın
Semiz etini yüklettin geri döndün
İki vardın bir gelirsin yavrum hani
Karanlık gecede bulduğum oğlum hani
Bir beyim görünmez bağrım yanar
Asılan asılan kayalardan Kazan oğlan uçurdun mu
Talı Sazın aslanına yedirdin mi
Yoksa kara dinli kafire uğrattın mı
Ak ellerini kollarından bağlattın mı
Kafirin önünce yürüttün mü
Dili damağı kuruyup dört yanına baktırdın mı
Kara gözden acı yaşını döktürdün mü
Kadın ana bey baba diye bağırttın mı (Ergin, 1971, s. 105-106)
…..
Azgın dinli kâfirlere
Bir oğul tutturdunsa söyle bana
Han babamın yanma ben varayım
Ağır asker bol hazine alayım
Paralanıp cins atımdan inmeyince
Yenim ile alca kanımı silmeyince
Kol but olup yeryüzüne düşmeyince
Yalnız oğul haberini almayınca
Kâfir yollarından dönmeyeyim, dedi.” (Ergin, 1971, s. 108)
Burla Hatun, oğlunu kurtarmak ve Kazan’ a yardım için kızlarını da yanına alarak kılıç kuşanıp savaşa girmektedir. Kâfirlerin peşinde kılıç sallayarak, beyi Kazan’ı zor durumdan kurtarmakta ve savaşın kazanılmasında etkili rol oynamaktadır:
“Meğer hanım boyu uzun Burla Hatun oğlancığını andı, kararı kalmadı. Kırk ince belli kız çocuğu ile kara aygırını çektirdi, sıçrayıp bindi, kara kılıcını kuşandı. Başımın tacı Kazan gelmedi diye izini izledi gitti. Gele gele Kazan’a yakın geldi. Kazan helâllisini tanımadı. Han kızının üzerine geldi.
…
At üstünde beklemeyip koşturan Kazan
Senin belin olmuş
Üzengiyi toplamayan dizin olmuş
Han kızı helâllini tanımayan gözün ölmüş
Bunalmışsın sana nolmuş
Çal kılıcını yetiştim Kazan” (Ergin, 1971, s. 116-117)
Burla Hatun, savaştan ve savaşmaktan korkmamaktadır. Burla Hatun örneği, kadının toplumda arka planda ve bir erkekten geri kalmadığını, oğlu veya eşine yardım için düşünmeden tehlikeye atılabildiğini göstermektedir.
ç. Bir diğer alp kadın, Kanlı Koca Oğlu Kan Turalı Destanı‘nda görülmektedir. Kanlı Koca yurdunu bırakacağı soyunu sürdüreceği oğlu Kan Turalı’yı evlendirmek istemektedir. Kan Turalı bu isteği kabul etmekte fakat bir şartı olduğunu ileri sürmektedir. Kan Turalı alp kadın ile evlenmek istemektedir. Bu durumda, alp kadın – normal kadın ayrımı ve alp kadının diğer kadınlardan daha üstün ve istenen kadın olduğu ortaya çıkmaktadır:
“Oğlan der: Baba mademki beni evlendireyim diyorsun, bana lâyık kız nasıl olur? Kan Turalı der: Baba ben yerimden kalkmadan o kalkmış olmalı, ben kara koç atıma binmeden o binmiş olmalı, ben kanlı kâfir eline varmadan o varmış bana baş getirmiş olmalı dedi. Kanglı Koca der: Oğul sen kız istemezmişsin, bir yiğit bahadır istermişsin.” (Ergin, 1971, s. 134)
Aynı destanda, alp kadın tipine örnek olarak Selcen Hatun yer almaktadır. Selcen Hatun, Kan Turalı’nın tam istediği gibidir fakat Kan Turalı’nın, bu alp hatuna ulaşabilmesi için çeşitli engelleri/güçlükleri aşması beklenmektedir. Kısacası erkeğin, bu alp kadını hak etmesi gerekli görülmektedir. Aile ve toplum hayatında, alp kadına ulaşma yolunda engellerin ortaya çıkması ve bu engellerin aşılması mecburiyeti, alp kadının ne kadar değerli olduğunu gösteren bir gerçektir.
“Meğer Tırabuzan tekürünün [tekfurunun] bir fevkalâde güzel dilber kızı var idi. Sağına soluna iki çift yay çekerdi. Attığı ok yere düşmezdi. O kızın üç canavar kalınlığı kaftanlığı [başlığı, çeyizliği] var idi. Kim o üç canavarı bastırsa yense öldürse kızımı ona veririm diye vâd eylemişti.” (Ergin, 1971, 135-136)
Destanda yer alan Seken Hatun alp kadın tipinin güçlü örneklerinden biridir. Öngörüsü yüksek, savaşçılık özelliği güçlü olan bir karakteri temsil etmektedir. Selcen Hatun, erkeğin uyuyarak ortaya çıkardığı aksaklığı, öngörüsü ve savaşçılığı ile tamamlamakta ve eviyle erkeğini korumaktadır. Altı yüz kâfirin karşısında Selcen Hatun yer almaktadır:
“O zamanda Oğuz yiğitlerine ne kaza gelse uykudan gelirdi. Kan Turalı’nın uykusu geldi, uyudu. Uyurken kız der: Benim âşıklarım çoktur, ansızın dörtnala gelmesin, tutup yiğidimi öldürmesinler, akça yüzlü ben gelini tutup babamın anamın evine iletmesinler dedi. Kan Turalı’nın atının giyimini sessizce tuttu giydirdi. Kendisi de giyimini sessizce tuttu giyindi. Mızrağını eline aldı, bir yüksek yere çıktı, bekledi. (Ergin, 1971, s. 149-150)
…
Selcen Hatun at oynattı Kan Turalı’nın önüne geçti.
…
Burada Selcen Hatun at sürdü. Hasmını bastırdı. Kaçanını kovalamadı, aman diyeni öldürmedi. Öyle sandı ki düşman bastırıldı. Kılıcının kabzası kan içinde otağa geldi.” (Ergin, 1971, s. 151)
Bu olaylar sonucunda, kurtarılmayı kendine yediremeyen Kan Turalı, Selcen Hatun’a meydan okumaktadır. Selcen Hatun’un kahramanlıklarını anlatıp kendisini küçük düşüreceğini zannederek onu öldürmek istemektedir. Bu durumu alçakgönüllülükle karşılayan Seken Hatun, Kan Turalı’yı ikna etmeye çalışmaktadır. Bir türlü ikna olmayan Kan Turalı karşısında, Selcen Hatun da çekişmeyi kabul etmekte ve ilk oku atmaktadır. Selcen Hatun, öyle usta ok atıcısıdır ki Kan Turalı’nın başındaki bitler korkudan ayağına kadar inmektedir. Bu usta ok atışından sonra Selcen Hatun Kan Turalı’nın kendisiyle barışmasını sağlamaktadır:
“Selcen Hatun Kan Turalı’yı at arkasına aldı çıktı. Giderken Kan Turalı’nın fikrine bu geldi ki:
Kalkıp ey Selcen Hatun doğrulduğunda
Yelesi kara cins atına bindiğinde
Babamın ak otağının eşiğine indiğinde
Oğuzun ela gözlü kızı gelini destan anlattığında
Herkes sözünü söylediğinde
Sen orada durasın övünesin
Kan Turalı perişan oldu
At arkasına aldım çıktım diyesin
Gözüm döndü gönlüm gitti
Öldürürüm seni
dedi. Selcen Hatun durumun ne olduğunu bilip söylemiş, görelim hanım ne söylemiş:
Der:
Bey yiğit
Övünürse erkek ovunsun aslandır
Övünmeklik kadınlara bühtandır
Övünmekle kadın erkek olmaz
Alaca yorgan içinde seninle sarmaşmadım
Tatlı damak tutarak emişmedim
Al duvağımın altından söyleşmedim
Tez sevdin tez usandın kavat oğlu kavat
Kadir Allah bilir ben sana
Munisim yarım kıyma bana
dedi. Kan Turalı der: Yok, elbette öldürmem gerektir dedi. Kız hiddetlendi, der: Bre kavat oğlu kavat, ben aşağı kulpa yapışıyorum, sen yukarı kulpa yapışıyorsun, bre kavat oğlu, okunla mı, kılıcınla mı, gel beri konuşalım dedi.
…
Kız bir oku Kan Turalı’ya attı. Şöyle ki başında olan bit ayağına indi. İleri gelip Selcen Hatunu kucaklayıp barışmışlar, emişmişler.” (Ergin, 1971, s. 155-156)
Selcen Hatun, Kazan’ın hatunundan bir derece daha ileri alplık özelliği göstermektedir. Kazan ve Kan Turalı, en büyük düşman olan uyku gafletine yakalanmışlardır. Kan Turalı uyusa da hatunu uyanık olduğundan esir düşmekten kurtulmuştur. Kazan’ın hatununun böyle bir davranışı olmadığından Kazan esir düşmüştür. Selcen Hatun’un öngörüsü ve uyanıklığı ile diğer alp kadınlardan bir derece daha önde olduğu anlaşılmaktadır.

You may like
Türk Tarihi
Öğretim Programı ve Ders Kitaplarında Ahilik

Published
1 ay agoon
Eylül 27, 2025By
drkemalkocak
Özet
Ahilik, XIII. yüzyıldan itibaren Anadolu’da toplum düzeninin, iş ahlakının ve dayanışmanın temeli olmuş; günümüzde de öğretim programlarında değerler eğitimi ve tarih öğretimi kapsamında yerini korumuştur. Bu makalede Ahiliğin öğretim programlarında nasıl işlendiği, güncel ders kitaplarındaki örneklerle birlikte analiz edilmiştir. Amaç, Ahiliğin hem tarihi bilgi hem de ahlaki değer aktarımındaki rolünü ortaya koymaktır.
Anahtar Kelimeler: Ahilik, öğretim programı, ders kitapları, değerler eğitimi, iş ahlakı
Giriş
Ahilik, Ahi Evran’ın öncülüğünde Anadolu’da kurulan ve ekonomik hayatın yanı sıra sosyal adaletin sağlanmasında önemli rol oynayan bir kurumdur. [1] Bu teşkilat, esnaf ve sanatkârların hem meslekî hem ahlaki yönden yetişmelerini sağlamış, kardeşlik ve yardımlaşma ilkelerini yaygınlaştırmıştır. [2] Cumhuriyet döneminden itibaren Ahilik, tarihî ve kültürel bir miras olarak öğretim programlarında yer almış ve değerler eğitimi açısından özel bir önem kazanmıştır.
1. Öğretim Programlarında Ahilik
İlköğretim (Sosyal Bilgiler):
4. ve 5. sınıf Sosyal Bilgiler derslerinde Ahilik, yardımlaşma, dayanışma, meslekî eğitim ve kültürel miras bağlamında işlenmektedir. [3]
Ortaöğretim (Tarih):
9. sınıfta “Anadolu’da Beylikler Dönemi” ve “sosyal-ekonomik hayat” başlıklarıyla Ahilik yer almakta, 10. sınıfta Osmanlı’nın kuruluşunda Ahilerin desteği vurgulanmaktadır. [4]
Meslekî ve Teknik Eğitim Programları:
Ahilik, iş ahlakı ve meslekî disiplinin kurumsal modeli olarak ele alınmaktadır.
Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi:
Ahilik, İslam’ın kardeşlik, adalet ve helal kazanç ilkeleriyle ilişkilendirilmektedir.
2. Ders Kitaplarında Ahilik
Sosyal Bilgiler 5. Sınıf (MEB, 2019)
Türkler Anadolu’ya yerleştikten sonra, şehirlerde esnaf ve zanaatkârlar Ahilik adı verilen teşkilatlar kurdular. Ahiler, dürüstlük, yardımlaşma, dayanışma, kardeşlik gibi değerleri yaygınlaştırdılar. Ahi teşkilatına giren gençler hem meslek öğrendi hem de iyi insan olmayı öğrendiler.”
Burada Ahilik, değerler eğitimi çerçevesinde sunulmaktadır.
Tarih 9. Sınıf (MEB, 2020)
“Anadolu’da Türk beylikleri döneminde kurulan Ahilik teşkilatı, ekonomik ve sosyal hayatın düzenlenmesinde önemli rol oynamıştır. Ahiler, esnaf ve sanatkârların meslekî eğitimini üstlenmiş, fiyat ve kalite kontrolü yaparak halkı korumuştur. Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda da Ahilerin desteği etkili olmuştur.”
Burada Ahilik, ekonomik düzenin ve Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda destekleyici unsuru olarak işlenmektedir.
Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi 10. Sınıf (MEB, 2021)
“Ahilik, İslam’ın kardeşlik, adalet ve yardımlaşma ilkelerini hayata geçiren bir teşkilattır. Ahiler, mesleklerini helal kazanç ve dürüstlük üzerine inşa etmişlerdir. Günümüzde ticaret ahlakı açısından Ahilik, örnek alınması gereken bir kurumdur.”
Burada Ahilik, ahlak ve dinî değerler üzerinden örnek olarak verilmektedir.

Meslekî ve Teknik Anadolu Liseleri – Meslek Ahlakı Dersi (MEB, 2018 Programı)
“Ahilik, meslek ahlakının kurumsallaşmış hâlidir. Ahi Evran tarafından Anadolu’da kurulan bu teşkilat, çırak, kalfa ve usta düzeniyle iş disiplini oluşturmuştur. Bugün iş hayatında kullanılan meslekî etik kuralların temelinde Ahilik ilkeleri vardır.”
Burada Ahilik, modern meslek ahlakının kaynağı olarak gösterilmektedir.
3. Öğrencilere Kazandırılmak İstenen Değerler
- Dürüstlük
- Yardımlaşma
- Adalet
- Meslek disiplini
- Toplumsal sorumluluk
Bu değerler, özellikle 2018 Öğretim Programı’nda açıkça belirtilmiştir. [5]
4. Vaka Analizi – 2018 Tarih Öğretim Programı
2018’de güncellenen tarih öğretim programında Ahilik, “Türk kültür ve medeniyetinin sürekliliği” bağlamında ele alınmıştır. Burada amaç yalnızca bilgi kazandırmak değil; öğrencilerin geçmişten günümüze taşınabilecek iş ahlakı ve dayanışma kültürü değerlerini özümsemesini sağlamaktır.
Sonuç
Ahilik, öğretim programı ve ders kitaplarında üç farklı boyutta işlenmektedir:
- Tarihî bir kurum olarak – Anadolu ve Osmanlı’daki rolüyle,
- Değerler eğitimi aracı olarak – dürüstlük, yardımlaşma ve kardeşlik ilkeleriyle,
- Meslekî eğitim modeli olarak – modern iş ahlakına kaynaklık eden yönüyle.
Bu üç boyut, Ahiliğin sadece geçmişe ait bir örgütlenme değil, günümüz eğitim sisteminde de toplum değerlerinin aktarılmasında yaşayan bir miras olduğunu göstermektedir.
Dipnotlar
[1] M. Fuad Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar (Ankara: Diyanet Yay., 1976), s. 241.
[2] Ahmet Yaşar Ocak, Türkiye’de Ahilik ve Bektaşilik (İstanbul: İletişim Yay., 2000), s. 52.
[3] MEB, İlköğretim Sosyal Bilgiler Dersi Öğretim Programı (Ankara: MEB Yay., 2018), s. 37.
[4] MEB, Ortaöğretim Tarih Dersi Öğretim Programı (Ankara: MEB Yay., 2018), s. 55.
[5] MEB, Değerler Eğitimi Kılavuzu (Ankara: MEB Yay., 2018), s. 22.
Kaynakça
Köprülü, M. Fuad. Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar. Ankara: Diyanet Yay., 1976.
Ocak, Ahmet Yaşar. Türkiye’de Ahilik ve Bektaşilik. İstanbul: İletişim Yay., 2000.
MEB. İlköğretim Sosyal Bilgiler Dersi Öğretim Programı. Ankara: MEB Yay., 2018.
MEB. Ortaöğretim Tarih Dersi Öğretim Programı. Ankara: MEB Yay., 2018.
MEB. Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi 10. Sınıf Ders Kitabı. Ankara: MEB Yay., 2021.
MEB. Meslek Ahlakı Dersi Öğretim Programı. Ankara: MEB Yay., 2018.
MEB. Sosyal Bilgiler 5. Sınıf Ders Kitabı. Ankara: MEB Yay., 2019.
MEB. Tarih 9. Sınıf Ders Kitabı. Ankara: MEB Yay., 2020.
Türk Tarihi
Ahiliğin Siyasi, Sosyal, Ekonomik ve Kültürel Temelleri

Published
1 ay agoon
Eylül 27, 2025By
drkemalkocak
(Vaka Analizleri ile)
Özet
Ahilik, XIII. yüzyıldan itibaren Anadolu’da ortaya çıkan, siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel boyutlarıyla toplum düzenini şekillendiren çok yönlü bir kurumdur. Bu makalede Ahiliğin temel özellikleri vaka analizleriyle ele alınarak, Osmanlı’nın kuruluşundaki rolü ve Türk-İslam kültürüne katkısı değerlendirilmektedir.

Giriş
Ahilik, kökeni fütüvvet anlayışına dayanan, Ahi Evran’ın önderliğinde Anadolu’da kurumsallaşan bir teşkilattır. Yalnızca bir meslek örgütlenmesi değil, aynı zamanda siyasi düzen, sosyal adalet, ekonomik denetim ve kültürel birlik sağlayıcı bir yapıdır.
1. Siyasi Temeller ve Vaka Analizleri
Vaka 1 – Kırşehir’de Ahi Evran ve Moğol Baskısı: Moğol istilası sonrası Anadolu’da siyasi otorite sarsılmış, şehirler büyük kargaşaya sürüklenmiştir. Bu dönemde Ahi Evran, Kırşehir’de Ahiliği bir direnç unsuru haline getirmiş, halkın can ve mal güvenliğini sağlamak için Ahiler askeri görev üstlenmiştir.

Vaka 2 – Osmanlı Devleti’nin Kuruluşunda Ahiler: Osman Gazi, devletin meşruiyetini güçlendirmek için Ahi Şeyh Edebali’nin manevi desteğini almış, Ahiler ise Bursa ve çevresinde Osmanlı’ya siyasi destek vermiştir. Böylece Ahilik, yeni devletin siyasi yapısının temellerine katkıda bulunmuştur.
2. Sosyal Temeller ve Vaka Analizleri
Vaka 1 – İbn Battuta’nın Anadolu Seyahatnamesi: 1330’larda Anadolu’ya gelen seyyah İbn Battuta, Anadolu’da Ahilerin misafirperverliğini gözlemlemiştir. Gittiği her şehirde Ahi zaviyelerinde ücretsiz konaklamış, yemek ve barınma imkânı bulmuştur. Bu, Ahiliğin sosyal dayanışmayı kurumsallaştırdığının en somut göstergesidir.
Vaka 2 – Ahilerin Yoksullara Yardımı: Ahilik teşkilatı, özellikle kıtlık yıllarında, her esnafın kazancından belirli bir payı yoksullara aktarmasını zorunlu kılmıştır. Bu sistem, toplumda açlık ve yoksulluğun büyük ölçüde engellenmesini sağlamıştır.

3. Ekonomik Temeller ve Vaka Analizleri
Vaka 1 – Yiğitbaşı Denetimleri: Ahilikte yiğitbaşı adı verilen görevliler, çarşı pazarı denetleyerek malın kalitesini ve fiyatını kontrol ederdi. Örneğin, Kastamonu’da kayıtlara geçen bir olayda, hileli mal satan bir esnaf, Ahilik teşkilatı tarafından meslekten men edilmiştir.
Vaka 2 – Usta-Çırak Sistemi: Konya’da deri işçiliği yapan Ahi zaviyelerinde çıraklar, yalnızca deri işçiliği değil, aynı zamanda “ahlak eğitimi” alarak yetişmiştir. Bu, Ahiliğin ekonomik faaliyetleri ahlaki bir çerçeveye oturttuğunu göstermektedir.
4. Kültürel Temeller ve Vaka Analizleri
Vaka 1 – Fütüvvetnameler: Ahiler, meslek ahlakını düzenleyen yazılı metinler oluşturmuşlardır. Örneğin, Ahi Şerafeddin’in Fütüvvetnamesi’nde “müşteriyi aldatmamak, helal kazanca riayet etmek, sanatını ibadet bilmek” gibi kurallar açıkça yer almaktadır.
Vaka 2 – Kültürel Kimliğin Korunması: Antalya, Kütahya, Kastamonu ve Sinop gibi şehirlerde Ahiler, sadece ekonomik düzen değil aynı zamanda kültürel dayanışmayı da sağlamıştır. Bu şehirlerde Ahilerin zaviyeleri, aynı zamanda edebî sohbetlerin, dini derslerin ve kültürel faaliyetlerin merkezi olmuştur.
Sonuç
Ahilik, Anadolu’da toplum düzenini sağlayan bir “medeniyet kurumu”dur. Vaka analizleri göstermektedir ki, Ahilik siyasi istikrarın sağlanmasında, sosyal dayanışmanın güçlendirilmesinde, ekonomik düzenin kurulmasında ve kültürel kimliğin korunmasında belirleyici olmuştur. Bugün iş ahlakı, sosyal adalet ve dayanışma üzerine yapılan tartışmalarda Ahilik ilkeleri hâlâ geçerliliğini korumaktadır.
Kaynakça:
Köprülü, M. Fuad. Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar.
Ocak, Ahmet Yaşar. Türkiye’de Ahilik ve Bektaşilik.
Gölpınarlı, Abdülbaki. Fütüvvetnameler.
Gömeç, Saadettin Yağmur. Türk Kültür Tarihi.
İbn Battuta. Rıhlet İbn Battuta (Seyahatname).
Türk İnanç ve Gelenekleri
DEDE KORKUT HİKÂYELERİNDE KADIN TİPLERİ (1)

Published
3 yıl agoon
Nisan 4, 2023By
drkemalkocak
GİRİŞ
Dede Korkut Hikâyeleri, XII, XIII ve XIV. yüzyıllarda önce Türkistan’da, sonra batıda Kuzey-Doğu Anadolu ve Azerbaycan’da; bu yüzyıllar süresince, buraya gelip yerleşmiş, buralarda vatan tutmuş Oğuz Türkleri arasında yaşanmış, işlenmiş ve yayılmış hikâyelerdir.
Bu hikâyelerde Oğuz Türklerinin Gürcüler, Abazalar, Trabzon Rumları ile yaptıkları dış savaşlar anlatılmakta; yeni vatanda yerleşen Türk boylarının kendi iç çarpışmaları hikâye edilmektedir. Fakat aynı hikâyeler, Oğuzların eski destanlarından kalma zengin hatıraları da içermektedir.
Bu hikâyelerin aslı, belki de, eski Oğuz Destanı’nın vakalarıdır. Fakat bu vakalar, zamanla coğrafya değiştirmiş; kahraman değiştirmiş ve yeni vatan coğrafyasının hayatı ve hareketleriyle birleşip işlenerek Anadolu’nun yerli hikâyeleri olmuştur. Dede Korkut kahramanları arasında, yer yer, Türkistan Oğuzlarına ait vakaların hatıraları ve özelliklerinin bulunması bundandır. Esasen bu hikâyeler, elimizdeki yazılı şekilleriyle hikâye ve masal karakteri göstermekle beraber, daha çok, destan etkisi bırakan özellikler taşımakta ve hikâye-roman edebiyatında “destandan hikâyeye geçiş” devirlerinin en karakteristik örnekleri arasında yer almaktadır. ( Banarlı, 1983, 399-400)
Türk destanlarında ve gerçek hayatta kadının yeri; aile içinde, sosyal ve siyasi hayatta bulunduğu şerefli ve üstün konumun aynıdır. Türk toplumunda kadın bazen aile reisi, her zaman Türk evinin direği, erkeğinin vefalı arkadaşı, en önemli olarak da kutlu Türk çocuklarının annesidir.
Türk kadın anlayışının destanlara işlenmiş özellikleri/göstergeleri, Dede Korkut Hikâyelerindeki kadın anlayışı ile devam etmektedir.
Dede Korkut Kitabı’nın içeriği şöyledir:
Mukaddime
1-Dirse Han Oğlu Boğaç Han Destanı
2-Salu Kazan’ın Evinin Yağmalandığı Destan
3-Kam Püre’nin Oğlu Bamsı Beyrek Destanı
4-Kazan Bey’in Oğlu Uruz Bey’in Esir Olduğu Destan
5-Duha Koca Oğlu Deli Dumrul Destanı
6-Kanlı Koca Oğlu Kan Turalı Destanı
7-Kazılık Koca Oğlu Yigenek Destanı
8-Basat’ın Tepegöz’ü Öldürdüğü Destan
9-Begil Oğlu Emren’in Destanı
10-Uşun Koca Oğlu Segrek Destanı
11-Salur Kazan Esir Olup Oğlu Uruz’un Çıkardığı Destan
12-İç Oğuza Dış Oğuz’un Asi Olup Beyrek’in Öldüğü Destan
Bu çalışmada, Dede Korkut hikâyelerindeki kadınlar incelenmiştir. Kadınların, aile toplum hayatındaki konumları, erkekler ve çocuklarıyla ilişkileri ve değerleri örneklerle açıklanmaya çalışılmıştır.
DEDE KORKUT KİTABI’NDAN TESPİTLER
1. Soyun Devamı ve Annelik Makamı
a. Dede Korkut Kitabı’nın Mukaddime bölümünde soyun sürmesinde esas unsurun kadın olduğu görülmektedir. Sağlıklı soyun sürekliliğinin öz evlat ile sağlanacağı ve evladın öz olup olmadığının da annesi tarafından bilineceği Mukaddime bölümünde yer verilen “El oğlunu beslemekle oğul olmaz, büyüyünce bırakır gider, gördüm demez. Kül tepecik olmaz, güveyi oğul olmaz.” (Ergin, 1971, s. 2) sözleriyle öz oğul ve üvey oğul arasındaki farkın kesin hatlarla belirlenmiş ve damattan oğul olamayacağı ifade edilmiştir.
“Oğulun kimden olduğunu ana bilir.” (Ergin, 1971, s. 3) ifadesinde, evladın öz veya üvey olup olmadığının annesi tarafından bilineceği bildirilmektedir.
b. Dirse Han Oğlu Boğaç Han Destanı‘nda; oğlu ve kızı olanların kutlu, oğlu veya kızı olmayanların Tanrı’nın lanetlediği kişiler olduğu ifade edilmektedir. Toplum bu kişilerin Tanrı tarafından lanetlendiğine inanmakta ve sosyal hayatta bu kişileri dışlamaktadır. Bu kişiler toplumda ikinci sınıf insan muamelesi görmektedir. Toplum hayatında, anne ve çocuklu bir aile olmanın ne kadar önemli olduğu anlaşılmaktadır:
“Bir yere ak otağ, bir yere kızıl otağ, bir yere kara otağ kurdurmuştu. Kimin ki oğlu kızı yok, kara otağa kondurun, kara keçe altına döşeyin, kara koyun yahnisinden önüne getirin, yerse yesin, yemezse kalksın gitsin demişti. Oğlu olanı ak otağa, kızı olanı kızıl otağa kondurun, oğlu kızı olmayana Allah Taala beddua etmiştir, biz de beddua ederiz, belli bilsin demiş idi.” (Ergin, 1971, s. 8)
“Oğuz beyleri bir bir gelip toplanmağa başladı. Meğer Dirse Han derlerdi bir beyin oğlu kızı yok idi.
Bayındır Hanın yiğitleri Dirse Hanı karşıladılar. Getirip kara otağa kondurdular. Kara keçe, altına döşediler. Kara koyun yahnisinden önüne getirdiler.” (Ergin, 1971, s. 8-9)
c. Kam Püre Oğlu Bamsı Beyrek Destanı‘nda; Kam Püre çocuksuzluk sebebiyle kendisinin lanetlendiğini düşünmekte ve öldükten sonra soyunun kesileceğinden korkmaktadır. Bu anlayış, soyun sürmesinin ne kadar önemli olduğunu göstermektedir:
“Pay Püre Bey ne ağlayıp bağırıyorsun? Pay Püre Bey der: Han Kazan nasıl ağlamayayım, nasıl bağırmayayım, oğulda nasibim yok, kardeşte kaderim yok, Allah Teâlâ bana beddua etmiştir, beyler tacım tahtım için ağlarım, bir gün olacak düşeceğim öleceğim, yerimde yurdumda kimse kalmayacak dedi.” (Ergin, 1971, s. 53-54)
Bu destanda, soyu sürdürme gücü olan kadın ile kısır kadın arasında bir ayrım yapılmaktadır. Anne olma gücü olan kadınlar değerli bir varlık olarak saklanmakta, anne olma ihtimali olmayan kadınların değerli bir varlık olarak saklanmasına ihtiyaç duyulmamaktadır. Anne olamamak eksiklik olarak görülmekte ve bu kadınların erkeklerle teklifsizce görüşebilmesi anlayışla karşılanmaktadır. Banı Çiçek içeride beklerken, kısır yenge Beyrek ile teklifsizce görüşebilmektedir:
“Kısırca Yenge derler bir hatun var idi, ileri vardı pay istedi: Hey bey yiğit, bize de bu geyikten pay ver dedi. Beyrek der: Bre dadı, ben avcı değilim, bey oğlu beyim, hepsi size dedi, amma sormak ayıp olmasın bu otağ kimindir dedi. Kısırca Yenge der: Bey yiğidim, bu otağ Pay Piçen Bey kızı Banı Çiçeğindir dedi. Bunun üzerine hanım, Beyreğin kanı kaynadı, edeple usul usul geri döndü.” (Ergin, 1971, s. 60)
ç. Soyun sürmesini sağlayan annelik, Dede Korkut’ta kutsal bir makamdır. Anneliğin kutsal bir makam olduğu, ilk olarak Mukaddime’de görülmektedir:
“Ak sütünü doya doya emzirse ana güzel.” (Ergin, 1971, s. 4)
d. Salur Kazan’ın Evinin Yağmalanması Destanı‘nda; anneliği yücelten sözlerin yer aldığı bir bölüm bulunmaktadır. Bu bölümde; Kazan kâfirden ilk olarak annesini istemekte ve annesinin uğrunda her şeyini, servetini, hizmetçilerini hatta eşini ve oğlunu bile feda edebileceğini ifade etmektedir:
“Kazan der: Karacık Çoban anamı kâfirden dileyeyim, at ayağı altında kalmasın dedi. At ayağı çabuk, ozan dili çevik olur. Kazan kâfire çağırıp söylemiş, görelim hanım ne söylemiş:
Der:
Bre Şökli Melik
Penceresi altın otağlarımı getirmişsin
Sana gölge olsun
Ağır hazinemi bol akçemi getirmişsin
Sana harçlık olsun
Kırk ince belli kız ile Burla Hatunu gelirmişsin
Sana esir olsun
Kırk yiğit ile oğlum Uruzu getirmişsin
Kulun olsun
Tavla tavla koç atlarımı getirmişsin
Sana binek otsun
Katar katar develerimi getirmişsin
Sana yük taşıyıcı olsun
İhtiyarcık anamı getirmişsin
Bre kâfir anamı ver bana
Savaşmadan vuruşmadan çekileyim
Geri döneyim gideyim belli bil”
dedi. (Ergin, 1971, s. 45-46)
Aynı bölümün ilerleyen dizelerinde kâfir Kazan’ın canını yakmak için onun en değer verdiği varlık üzerinden küfretmektedir. Kazan’ı aşağılamak için annesini kullanmaktadır. Bu bölümde, bir kişiyi kızdırmak için onun en değer verdiği varlığa dil uzatıldığı ve bu varlığın da anne olduğu anlaşılmaktadır:
“Kâfir der:
Bre Kazan
Penceresi altın otağını getirmişiz
Bizimdir
Kırk ince belli kız ile
Boyu uzun Burla Hatunu getirmişiz
Bizimdir
Kırk yiğit ile oğlun Uruzu getirmişiz
Bizimdir
Tavla tavla koç atlarını
Katar katar develerini getirmişiz
Bizimdir
İhtiyarcık ananı getirmişiz
Bizimdir
Sana vermeyiz, Yayhan Keşiş oğluna veririz, Yayhan Keşiş oğlundan oğlu doğar, biz onu sana hasım koruz dediler.” (Ergin, 1971, s. 46)
2. Çocuk Eğitimde Anne
Dede Korkut incelendiğinde eğitim alanında annenin üzerine de sorumluluk düştüğü görülmektedir. Nasıl ki erkek çocuklar babaları tarafından eğitiliyorsa kız çocuklar da anneleri tarafından eğitilmektedir. Mukaddime kısmında kız çocuklarının eğitiminin önemsendiği ve bu önemli görevin de anneye verildiği görülmektedir.
Annenin eğitim alanında baba ile eş değer bir göreve sahip olduğu, arka plana atılmadığı aksine aktif bir rol üstlendiği görülmektedir. Anne ve babanın eğitim konusunda üzerine eşit sorumluluk düşmektedir:
“Kız anadan görmeyince öğüt almaz, oğul babadan görmeyince sofra çekmez.” (Ergin, 1971, s. 2)
3. İdeal Kadın
Dede Korkut’un Mukaddime bölümünde, istenen/ideal kadın ve topluma zararlı olabilecek istenmeyen/kadın tiplerinin özelliklerine yer verilmiştir:
“Dede Korkut dilinden ozan der: Karılar dört türlüdür. Birisi solduran soptur. Birisi dolduran toptur. Birisi evin dayağıdır. Birisi ne kadar dersen bayağıdır.
Ozan, evin dayağı odur ki kırdan yabandan eve bir misafir gelse, kocası evde olmasa, o onu yedirir içirir, ağırlar azizler gönderir. O Ayişe, Fatıma soyundandır hanım. Onun bebekleri yetişsin. Ocağına bunun gibi kadın gelsin.
Geldik o ki solduran soptur.. Sabahleyin yerinden kalkar, elini yüzünü yıkamadan dokuz bazlama ile bir külek yoğurt bekler, doyuncaya kadar tıka basa yer, elini böğrüne koyar, der: Bu evi harap olası kocaya varalıdan beri daha karnım doymadı, yüzüm gülmedi, ayağım pabuç, yüzüm yaşmak görmedi der, ah nolaydı, bu öleydi, birine daha varaydım, umduğumdan daha uygun olaydı der. Onun gibisinin, hanım, bebekleri yetişmesin. Ocağına bunun gibi kadın gelmesin.
Geldik o ki dolduran toptur.. Dürtükleyince yerinden kalktı, elini yüzünü yıkamadan obanın o ucundan bu ucuna, bu ucundan o ucuna çırpıştırdı, dedikodu yaptı, kapı dinledi, öğleye kadar gezdi; öğleden sonra evine geldi, gördü ki hırsız köpek, büyük dana evini birbirine katmış, tavuk kümesine sığır damına dönmüş; komşularına seslenir ki: kız Zeliha, Zübeyde, Ürüveyde, Can Kız, Can Paşa, Ayna Melek, Kutlu Melek ölmeğe yitmeğe gitmemiştim, yatacak yerim gene bu harap olası idi, nolaydı benim evime birazcık bakaydınız, komşu hakkı Tanrı hakkı diye söyler. Bunun gibisinin, hanım, bebekleri yetişmesin. Ocağına bunun gibi kadın gelmesin.
Geldik o ki ne kadar dersen bayağıdır: Uzak kırdan yabandan bir edepli misafir gelse, kocası evde olsa, ona dese ki: kalk ekmek getir yiyelim, bu da yesin dese, pişmiş ekmeğin bekası olmaz, yemek gerektir; kadın der: Neyleyeyim, bu yıkılacak evde un yok elek yok, deve değirmeninden gelmedi der; ne gelirse benim kalçama gelsin diye elini arkasına vurur, yönünü öteye kalçasını kocasına döndürür; bir söylersen birisini koymaz, kocanın sözünü kulağına koymaz.” (Ergin, 1971, s. 5-6)
Bu bölümde, aile ve toplum hayatında kadında olması istenen ve istenmeyen özellikler ifade edilmiştir. “Solduran sop” olarak adlandırılan kadın, evde ne kadar iyilik görseler de tatmin olmamakta ve nankörlük yaparak aile düzenini bozmaktadır. “Dolduran top” olarak adlandırılan kadın, dedikoducu ve kavgacı olup aile düzeni için zararlıdır. “Bayağı” olarak adlandırılan kadın, hiçbir konuda uzlaşmamakta, geçimsizlik göstermekte, evin huzuru için gerekli hiçbir şeyi yapmadan sürekli tartışma çıkarmaktadır. Bu tip kadınlar, aile ve toplum hayatı için zararlı olduğundan istenmemektedir. Aile ve toplum hayatı düzeninin sürekliliği için, bu üç tip kadının evlere eş olarak gelmemesi şu şekilde dillendirilmektedir: “Bunun gibisinin, hanım, bebekleri yetişmesin. Ocağına bunun gibi kadın gelmesin.”
Bu bölümde, ideal kadın olarak “evin dayağı” olarak adlandırılan “Ayişe, Fatıma soyu“ndan istenen özelliklere sahip kadına yer verilmiştir. Bu kadın, “evin dayağı” özelliğine sahip olduğundan aile ve toplumu bir arada tutmakta, aile ve toplumun sağlığını korumaktadır. Toplum yapısının temeli/çekirdeği ailedir. Sağlıklı bir toplum için sağlıklı bir aile, sağlıklı bir aile için de istenen özelliklere sahip bir kadın gereklidir. Aileyi ayakta tutan ana direğin kadın olduğunun ifade edilmesi, sağlıklı toplum hayatında ana direğin kadın olduğunu göstermektedir. Kadın, istenen/olumlu özelliklere sahip olduğunda, aile kurumu güçlü kurulacaktır. Aile kurumu güçlü olduğunda toplum sağlıklı gelişme gösterecektir.

Mondros Mütarekesi (30 Ekim 1918)

Mustafa Kemal Paşaya Göre Amasya Görüşmeleri: Uygulamalar, Yansımalar, Tepkiler ve Vaka Analizleri

Yönetimde Adalet: Kutadgu Bilig, Siyasetname, Koçi Bey Risalesi ve Devlet Adamlarına Öğütler’in Karşılaştırmalı Analizi
En Çok Okunanlar
   Türkler ve Zaferleri3 yıl ago Türkler ve Zaferleri3 yıl ago- Anafartalar Kumandanı Mustafa Kemal ile Mülakat [Görüşme] (1) 
   Maarifimizde İstikamet3 yıl ago Maarifimizde İstikamet3 yıl ago- AİLE KUCAĞINDA VATAN TERBİYESİ 
   Türk Tarihi3 yıl ago Türk Tarihi3 yıl ago- 6 EKİM İSTANBUL’UN KURTULUŞ GÜNÜ 
   Türk İstiklâl Mücadelesi3 yıl ago Türk İstiklâl Mücadelesi3 yıl ago- LOZAN BARIŞ ANTLAŞMASI 
   Tarihi Toplantılar3 yıl ago Tarihi Toplantılar3 yıl ago- İSTİKLÂL MARŞI’NIN YAZILIŞI ve MİLLÎ MARŞ OLARAK KABULÜ 
   Türk Tarihi3 yıl ago Türk Tarihi3 yıl ago- KIZI FERİDE HANIMEFENDİ İLE DAMADI MUHİDDİN AKÇOR, İSTİKLÂL MARŞI ŞAİRİMİZİ ANLATIYOR… 
   Türk İstiklâl Mücadelesi3 yıl ago Türk İstiklâl Mücadelesi3 yıl ago- Mustafa Kemal Paşa’nın Sivas Kongresi’ni Açış Konuşması (4 Eylül 1919) 
   Türk Tarihi3 yıl ago Türk Tarihi3 yıl ago- CABER KALESİ [TÜRK MEZARI (MEZAR-I TÜRK)] 

 
									
 
									
 
									
 
									



 
										 
										 
										 
										
 
										
 
										
 
										
 
										